Translate

1 Mayıs 2018 Salı



KENDİYLE BARIŞIK BİREYİN PORTRESİ

Her an bir umutla
Her an bir ışıkla
Ve her son bir hüzünle perçinlenirken
Binlerce kök salarak kavramalıyız hayatı yeniden...
''Simurg olmak zamanı'' kitabımdan...
''Gençken bağ kurabileceğin birçok insan olacak sanıyorsun. Sonra bunun hayatta sadece bir-kaç kez olduğunu anlıyorsun.''
Yıllar boyu gerek özel yaşamımda, gerek arkadaş çevremde, geçmişe takılmak yerine, olumsuz koşulları aşmayı bilen, bireysel gelişimlerine önem ve öncelik veren insanlar tanıdım. Bu insanlara saygı, sevgi ve hayranlık duydum.
Bu insanların ortak noktası; kültürlerini arttırmak ve bilinçlerini geliştirmek için verdikleri çaba ve emek ile ezberci eğitimin dışında kazanılan bir yaşam deneyimiydi. Bu sadece diplomayla, etiketlerle yada parayla kazanılacak bir şey değildi. Kültür, insanın ve yaşamın kalitesini arttıran en önemli unsur ve bir yaşam manifestosudur.
Yaşamı anlamak ve kendiyle barışık yaşamak isteyen her insan da mutlaka belli bir kültür birikimine sahip olmalıdır.
Birikim yollarından aklımıza ilk gelenler gözlemek, dinlemek, okumak ve yaşamaktır.
Bu dört ana unsur birbirlerini tamamlayıcı etkiye sahiptirler. Bu etkiler aynı zamanda kendiyle barışık bireyin portresinin nasıl olabileceği üzerine bize farklı bakış açıları sunar.
Öncelikle birey olmak nedir ?
”Kendinin farkında olmak, kendi değerlerinin bilincinde olmak, olumlu ve olumsuz yanlarını, davranışlarını değerlendirebilmek, çevresi ile ilişkilerinde kendi varlığını duyumsamak, yanlışlarını kabul edebilmek, sorumluluk alabilmek, aldığı sorumluluğu taşıyabilmek, çevresiyle ilişkilerine doğru mesafeler koyabilmek, başkalarıyla ortak çalışmalarda yapıcı bir verimliliği paylaşabilmek, kendini kontrol edebilmek, demektir.”
Yaşamdan heyecan duyup, ondan alabileceği her şeye istek duyarak yaşamak ve yaşamın her yönünü yaşamaya çalışarak, ondan alınabilecek her şeyi almaya çalışmak, sağlıklı bireyin portresini oluşturur.
Belirli koşulların değiştirilmesi gerekiyorsa hemen işe koyulur ve yaptıklarından hoşlanır… Hastalık, dedikodu, mal-mülk, şan, şöhret vb… bunlardan sürekli şikayet ederek ya da “keşke böyle olmasaydı” diyerek zamanını boşa harcamaz… Yaşanmış ve bitmiş olan olaylar ve kötü duyguların geçmişi değiştiremeyeceğini bilir.. Geçmişten pişmanlık duymaz: “neden bu işi şöyle yapmadım” veya “utanmıyor musun?” gibi aptalca sorularla başkalarının suçluluğu seçmesine çabalamaz. Geçmişten ders almanın, ondan şikayet etmekten daha yararlı olduğunu bilir….
Kendiyle barışık birey;
Ailesine karşı güçlü bir sevgi bağı olmasına rağmen tüm ilişkilerinde bağımsız olmaya özen gösterir. Özel yaşamına değer verir. Sürekli sevgili değiştirmez, aşk konusunda seçicidir aynı zamanda derin ve duyarlı aşk yaşar.
Sevdiği insanların bağımsız, kendi tercihlerini yapan, kendilerine güvenen insanlar olmalarını ister. Olgun bir ilişkide bağımlı olmayı kesinlikle reddeder, dürüst konuşur, üsluba önem verir, nezaket ve incelik dolu bir ruha sahiptir. Bütün ilişkilerin özen ve itina ile; hoşgörü ve samimiyetle, gönül tokluğuyla beslendiğinin farkındadır. Başkalarının gözünde aramaz değerini..Toplum yaşamının önemli bir parçası olduğunu bilir ve buna rağmen onun tarafından yönetilmeye ya da kölesi olmaya karşı çıkar. İnsan olduğunu ve bunun belirli nitelikler getirdiğini bilir. Kendine saygısı vardır, anlamsız ve öylesine yaşamaz. Ne istediğini bilmeyen, daldan dala sıçrayan, görünüşleri ayrı, içsel dünyaları farklı insanlardan mümkün mertebe uzak durur.
Özellikle:
”Bir dönem, psikolojide “duygularını serbest bırak, istediğin gibi yaşa, hoşlandığın şey iyidir, hoşlanmadığın şey kötüdür, zincirleri kır, duvarları yık, özgür yaşa” gibi süslü sözler çok itibar kazanmıştı.
Çağa hakim olan görüş; kişinin duygularını serbest bırakmasını öğütlüyordu. Bunun sonucunda bencil, kendini beğenmiş, tüketici genç tipi ortaya çıktı. Sorumluluk istemeyen, zevki kutsallaştırmış bu insan tiplemesine çözüm olarak, duyguları dengeleme yöntemi gerekliydi.”
Duyguların özgür olmasından önemlisi, duygulardan özgür olmaktı. Çünkü insanda kötülük yapmaya da müsait bir genetik altyapı var. O nedenle insanın duygularının denetimine girmesi değil, duygularını denetim altına alması gerekiyordu. Vahşi güdü ve dürtülerini bir atı ıslah eder gibi eğitmeliydi.
Kişisel gelişimde; kişiliğin yönetilmesi, dengeli tutum ve davranışlar büyük önem taşır. Ancak duyguların kontrolünde de denge gerekli. Fazla bastırılmış duygular kişiyi depresif yaparken, denetlenmeyip kontrolden çıkan duygular, hem kişilikte hem çevre ile ilişkide hasar oluşturur. İnsanın her zaman mutlu olmasını beklemek mümkün değil, bu doğru da değil zaten.”
İşte tamda bu nokta da, ne istediğini bilmeyen, daldan dala sıçrayan, görünüşleri ayrı, içsel dünyaları farklı insanlardan mümkün mertebe uzak durur, duruyorum.
Kendiyle barışık insan;
Olumsuz iklim koşullarından şikayet etmez. Doğayı ve doğal yaşamı sever. Kendisinin ve başka insanların duygu ve davranışlarını çok iyi anlar, anlayışla ve incelikle yaklaşır. Çoğu insanı yoran, üzen bir çok olaya gülüp geçer.
Bu onu duyarsız yapmaz aksine insanların kendilerine verilen zamanı boşa harcamalarına karşıdır. Gereksiz kavgalarda asla taraf olmaz. Başkalarının söyledikleriyle dolduruşa gelen insan değildir, gereksiz kavgalara asla girmez. Kavga etmekle, bir konu üzerinde tartışmanın farkındalığını bilecek kadar derinliği olan bir insandır. İnsanları görünümleriyle, makamlarıyla, statüleriyle yargılayan yüzeysel insan değildir. Bilir, özde güzel olanın, yüreğinin kısır ve yavan olmayacağını! Ve anlamak ile yargılamak arasında çok ince bir çizgi olduğunun.
Kendiyle barışık insanın;
”Kişilik şekillenmeleri içseldir ve sorumluluklarını başkalarına yüklemez. İnsanlar hakkında değil, insanlarla konuşur. Öz disiplinleri vardır, olay ve insanların kendi yargılarına oturması için bir takıntıya sahip değildir. Etkisiz olduğuna asla inanmaz: çocuk, büyük, hayvan, bitki, her şeyden ve herkesten öğrenir. Öğretmen değil, öğrencidir, ukalalık yapıp üstünlük taslamaz. Buna da ihtiyaç duymaz, sade ve anlaşılırdır.
Kendisini her şeyden önce insan olarak niteler. Kahramanları ya da putlaştırdıkları insanları yoktur. Herkesi insan olarak görür. Duygularınıza önem verirler, yanlarında kendinizi güvende hissedersiniz.”
Elbette ki herkesin sorunları vardır. Önemli olan bu sorunların bizi aşağıya çekmesine izin vermemek.
Ve mutluluğun, insanın değiştiremeyeceği şeyleri kabul etmesinde, değiştirebileceği şeyler için harekete geçmesinde ve ikisinin arasındaki farkı görebilmesinde yatıyor.
Görmeden bakan, duymadan dinleyen, hissetmeden dokunan, düşünmeden konuşan insanlardan uzaklaşarak;
Tabiatın en küçük kımıldanışlarını sezerek, hayatın sarsılmaz bir mantık ile akıp gidişini seyrederek, herkesten daha çok daha kuvvetli yaşadığını, bir ana bir ömür kadar çok hayat doldurduğunu bilerek yaşamak, dünyanın en büyük hazinelerinden daha değerlidir.
Böyle dostlarınız varsa tutkular ten olur, düşünce tenleşir/ Ruhlar özgürleşir, yok olur prangalar..
Yaşam demişken… yaşama ait olan bir pasajla bitirmek istiyorum:
“Biz,bizler sadece hoş olduğu için şiir okuyup yazmıyoruz. ''İnsan ırkının bir ferdi olduğumuz için şiir okuyup yazıyoruz; çünkü insan ırkının içinde coşkular vardır. Tıp, hukuk, ticaret, mühendislik yaşamak için gerekli olan asil birer meslektir; ama şiir, güzellik, aşk, sevgi…'' Biz bunlar için hayattayız.
''Hayatın anlamını arayan sorular, inançsızların sonsuz sırası, aptallarla dolu şehirler… Bunlar arasında yaşamanın anlamı nedir ki hayat?”
Cevap ver bana, cevap!
İşte cevap:
Siz buradasınız!
Hayat var ve hep olacak.
Basitçe “Her şey yolunda, biz yalnızca farklıyız, anlaşmak zorunda değiliz” der, hayat !''
Sokrates´ de der ki;
''İnsanlar barışır, deniz durulur,
Rüzgar diner,
Bir uykudur iner dertler üstüne..
Peki ya, sizin dizeniz ne olacak?''
Hayat, kirpiklerin birbirine değmesinden daha kısa, inanın bana.
Ben deneyimledim. Hamdim, piştim, pişmeye devam…ama yanmadan, kırmadan, dökmeden... Kendimizle barışık birey olmada, yaşamla birlikte hepsini gerçekleştiremeyebiliriz ama denemeye değer, kendimize inanalım yeter !
Kaldı ki konuşmak; her zaman iletişim kurmak demek değildir.
Hayatta asıl önemli olan; hala yaşıyorken ,asla geç olmadığına inanmaktır.
Okuduklarımdan bana kalan;
Hiç bir kitap bize ne düşünmemiz gerektiğini söyleyemez.
Düşünmek, anlamak anladığını yorumlamak önemlidir.
Hoşlukla, dostlukla kalın...







İşçileriz biz... Devrimcileriz biz... Çağ yenmeyecek bizi...
Söyleniyor özgürlük şarkıları
''Yarın yanağından gayrı
paylaşmak her şeyi derken'' bile
Biliyorlardı
Karanlıkta aydınlık ağırdı
Ağıtlar sessiz, kimsesizdi
Dünya;
Emeğe düşmanları bağrında tuttukça
Sefaletin ziyafeti bitmedi bitmeyecekti
Ete, kana, paraya o sefil doymazlıkla
Kendini satan bu kadar iblis varken
Kediler sofrasına tamah etmediler
Demokrasi İçinse Haklar,
Yaşasın 1 Mayıslar.!

29 Nisan 2018 Pazar



Christina's World (Türkçe: Christina'nın Dünyası) Amerikalı realist ressam Andrew Wyeth'in en popüler tablosu. Bu tablo aynı zamanda 20. yüzyılın popüler tabloları arasında da yer alır. 1948'de yapılmıştır, şu anda New York'ta bulunan Museum of Modern Art'ta (Modern Sanat Müzesi) sergilenmektedir. Tablo belden aşağısı tutmayan, büyük olasılıkla çocuk felci geçirmiş Christina Olson isimli bir kadının bahçesinde çiçek toplamak için sürünmesini gösterir. Christina Olson, Wyeth'in diğer tablolarında da yer alan bir karakterdir.
Wyeth, Cushing, Maine'da bir evde otururken bu tabloyu etkileyen bir sahne görmüştür. Christina'nın süründüğü yerin rengiyle evin etrafını çerçeveleyen yerin renginin birbirinden farklı olması, Christina'nın kollarının inceliği ve güçsüzlüğü tabloya tedirgin edici bir hava katmaktadır.



Tablonun ismi "İnci Küpeli Kız" olsa bile, benim odak noktam bu isimsiz kızın yüzüne ve bakışlarına kayıyor. Bende aynı etkiyi küpe olmadan da oluştururdu sanırım. Arka plan tamamen karanlık, bu da ister istemez odaklanma noktasını kıza çekiyor zaten. Sanki bir anlık seslenişle size dönüp bakıyormuş gibi, yüzünde sakin, durgun bir anın donmuşluğu var; masumiyeti yansıtırcasına. Bu dingin anın büyüsünün bozulmasından dolayı bir tedirginlik oluşuyor içimde.


 Bu tablo, anı dondurmuş, ancak her an kutsallık bozulacakmış gibi bir ötesi için huzursuzum. İlginç bir koruma güdüsü oluşuyor içimde. Yine de şekilsel güzelliğin yanıltıcı olma ihtimali de var; güzelliğin bir aldatmaca olabileceği kuşkusu barındırıyor içinde. (Çoğu zehirli bitkinin çok güzel bir deseni ve şekli olması gibi). Buna rağmen yine de temkinli bir düşünce için "insan"ın içindeki güzeli ve narin olanı koruma arzusunun bulunması bizler için bir kıvançtır, kanaatimce.

27 Nisan 2018 Cuma




Bazen;
içi gülen gözler
gül bahçesine götürür bizi
aşk kıblegâhı
aşka müptelâ
gülün özü gözler
düşünsene
ölüm döşeğinde bile
helallik sözü
bir bakışın içinde
bazen içimizi delen
sırlara saklı bir yürek
onulmaz yaralara merhem
bazen tamaşa eder
bilmecelere yatırır kendini
yaradılış gayesini çözmeye çalışır
bazen;
bütün duyguları kendine misafir
içinde güneş sarı sıcak
bazen kin kusar bir bakış
dağlara nispet
vakardan uzak
kibirli bir duruş
bir serzeniş, bir ağıt
görünmez dipsiz bir kuyu
bazen;
bir bakış
deşer yarayı kanatır sözleri
gönül titretir
yürek hoplatır
bazen;
yayla gözler
engelleri dümdüz eder
hayat iksiri
yüreğe akan
bazen;
göz ağlar
bu nasıl dünya
insanlar neden kula kul
içinde ki şehlâ gözler
ağlar gördüklerine ...


#Olcay Kasımoğlu.



 Şiir benim ruhumun mimarıdır😊
Çoğu zaman, gözlerimde ki şiirin ışığı kalbime sığmıyor.
Bazen kalbimin içinde yaşıyorum ''eskimeyen'' hep yeni kalan duyguların sağanağında kendimi temize çekiyorum.
Şiirin; yağmuruna, güneşine ve acılarına sığınmak ne güzel şey.
Alıp beni düş bahçelerine götürüyor... yürüyorum; yalın ayak, toprakla öpüşüyor ayaklarım, ruhum dinginleşiyor, arınıyorum dünyanın bütün kirlerinden.
İçime yaşam sevinci doluyor...
Düşümden daha büyük dünya bahçeleri yok, hepsi vehmim de güzel.
Bakmayın kalemin yarenliğinde su gibi akan, çoğu zaman aşkı sulayan dizelerime.
Herkes gibi benimde acılarım oldu ve hayatı yudumlayan sevinçlerim, vefasız dostlarla yürüdüğüm yolların ayrılması kadar o yollarda bana ahde vefayı yudum yudum içtiren dostlarım...
Şiirin içinde ki yolculuklarımda kimi zaman yüklenip bulutu yağdım toprağa, kimi zaman asi bir rüzgar oldum savruldum diyar diyar. Düşman kalelerini yerle bir ettim, ihtiyarladı silahlar, hiç bir değer parayla satın alınamadı, dizelerim de...
Zaman oldu ; yalanın, talanın, onursuzun, fesattın üzerine dizelerimle baş kaldırdım.
Kiminin gözlerinde içtim güneşi kiminin mavi saçlarında yıldız oldum kimi zaman da anılar bahçesinde yaşsız bir kalple hayata gülümseyen bir albümün yüzü...
Diyar diyar sevda üfledim dizelerime, üfledikçe aşkdan başka bir şeye inanmıyorum.
Dizlerimde ki bütün kokular aşktandır.
Aşk bizim içimizin nakışıdır...
Acıyı da aşka yatırdım, sabahına umutla uyansın diye !
Şiir benden ne kadar çekerse çeksin;
Toprak kokusu olmayan yağmur, tuzsuz bir yemek, kafeinsiz kahve, yolu olmayan bir dağ, mavisiz gökyüzü, dalgasız deniz, aşksız hayat nasılsa... şiirsiz bir hayatta bana öyledir..!
Benim ruhumun sahibi şiir; bütün yeryüzü çizgilerinin hepsini şiir diye yudum yudum içtim.
Şiir dünyamda; elimde avucumda kalan tek şey ''içimde ki çocuk''.
Zincirleri yok, ülkesi yok, yıkandığı nehir benim ruhum ve o ruh hiç kimseye kul değil..!
Yaşamın içinde gürül gürül akan dingin bir nehir..!

#Olcay KASIMOĞLU







''Yaşamın mimarıdır sevgi; kendi inşaatını,yurdunu; evrenini yaratan; bütün değişimlere rağmen hiçbir zaman değişmeden saf halinde kalıp, her daim aranacak olan soylu şey.''
Bu soylu şey, korunmayı hak eden yüce bir değerdir ve sevgi; sevgi koşullara bağlı değildir.
Sevgi bir tutumdur.
Anlamlı ve değer bilinci içeren sevgi anlayışında, açlık yoktur.
Sevgi, insan yaşamı ile bütünleşen saygıdır, hoşgörüdür, güzelliktir. İyilik, güzellik, doğruluktur.
Çünkü sevgi, insanın benliğini geliştirir, duygularını yüceltir, eğitir, ruhunu esenliğe ve diriliğe kavuşturur.
Kalmak yada gitmek için nedenin olmadığında, kalmana yada gitmene neden olan seçme farkında-lığını, kendinin sorumluluğunu görüş ve hissediştir aynı zamanda koşulsuz sevgi.
insanın sevgiye olan inancı kadar, sevgi yolunun taşlı bayır ve çakıl taşlarıyla nasılda kendine çarpa çarpa yol aldığını ve sonunda; aklın ve gönlün sofrasında kendine ait yeri bulduğunu görmek de mümkün.
Yeri geldiğinde bir çok şey gibi o da sınamalara muhtaçtır.
Bunun içinde sağlıklı sevgi anlayışı ve ne istediğini bilmek çok önemlidir. Kaldı ki insan birini, sadece o istediği için sevmez.
Ve sevgi yaşamın en güzel armağanıdır insana !
Yunus Emre’nin “Sevelim sevilelim” sözündeki sırrını kuşanarak; yollara-yolculuklara, sevgilere, tadını bütün bunlardan alan hakiki sevmelere ''Hiç'' olunmanın koşulsuzluğuyla, tartıya- kefeye gelmeyen saf sevdalara minnetle..

#Olcay Kasımoğlu

23 Nisan 2018 Pazartesi


                            Muhteşem bir dem, hiç dinmeyen büyük bir fısıltı...




Mevsim ilkbahar, toprak kımıl kımıl, tomurcuklar açtı açacak, her şey çığlık çığlığa ve her şey bir o kadar direngen..!
Ya insan, insan kendiyle boğuşuyor, çelişiyor unutuyor insan olduğunu.
Her şey yaşamak üzerine kurgulanmışken, tüm şarkılar, türküler buram buram yaşam ve sevda kokarken, insanlar da bir dünya telaşi, bir mal mülk edinme telaşı!
Yaşarken mi öldürüyoruz sevdiklerimizi, yada gülde dikeni unutan biz miyiz ?
Dokundukça ''Ah'' diyen sese kulaklarımız sağır, yüreğimiz kör, kapılarımız kilitli, ruhlarımız sakat.
Bir dünya telaşına kapılmışız, bir ben bilirim, bir ben haklıyım nidalarıyla kendi içimize yuvalanır dururuz.
Telaş dediğinde, maldan mülkten, mevkiden, diplomalardan, başkalarının gözünde değerli olma, onanma sancılarıyla etrafımıza örülmüş bir cendere.
Sevmiyoruz kendimizi.
Yaşamı kutlamak değil, ölümü kutsamak öğretiliyor bize.
Ölüme dair, Seneca’nın seslenişi oldukça etkileyicidir;
“Ölümün olduğunu öğrenir öğrenmez, hayattan çekilmeye karar vermemişsek, burada bulunmamızın tek nedeni var mutlu olmaktır.
O zaman, üçgenin ille de üç kenarı olacak diye bir kural koymaya biliriz…” Ama insanoğlu kural koyar, insan oğlu nefsinin kölesidir, çok azı nefsini terbiye eder. ben ben diye bağırır durur, bencildir.
Kendimize adil, kendimize namuslu, kendi egolarımız tavan oldukça , aramızdan usul usul kayanları göremeyeceğiz, sessiz çığlıkları duyamayacağız.
Ozanın dediği gibi, “Hayat sunulmuş bir armağandır insana.” ama ne kadarımız bu armağanın değerini biliyor, ona hakkını veriyoruz?
Yoksa, hoşumuza gitmeyen bir armağan gibi, onu bir kenara koyup, eskimesini, yok olmasını mı bekliyoruz?
Ya da kaybetmek midir ölüm?
Varlığın esas olan huzura, serbestliğe kavuşması mıdır?
Her ölüm, erkendir diyen şair yanıldı mı bir yerde?
Esas olan, yaşamın ne manaya geldiğini çözemeden ayrılmanın garip yoksulluğu mu, yoksa sonsuzluk dediğimiz, aslında yaşamdaki sonsuzluk değerinde bir an mıdır?
"Çoğumuz ömürlerimizi sadece minik bir "kelebek etkisi" için yaşıyoruz belki de. Ama o etkiyi yaratacak dönüşümlerden ya da çabadan fersah fersah uzağız. Haliyle dünya bir bumerang gibi bize geri dönüyor bu durumda, hiç değişmeden... İşte bizim trajedimiz bu, içten dışa büyüyen bir kısırdöngü."
Ve bizler ölümlü dünyaya, bitimli hayatlar almaya çalışıyoruz, birde bakıyoruz ki;
“Özenle sakladığınız bir sarı lira gibi ömrümüz, vakit gelip, sandıktan cikarttiğimizda bakiyoruz tedavülden kalkmış.
 Yaşama kırgın, kendimize küs, umutları ayağından vurup, bir ipe dolayıp boynumuzu, yada kör bir kurşunla hoş-çakal diyenler kadar yaşarken kendini bulamayanlarda beni bir o kadar üzer...


                                                   
                                                     HAYAT YÜKÜNÜ TAŞIYANA BIRAKIR♥



Daha önce yazdığım konu başlıklarından, özetlerden, yazılarımda kullandığım alıntılardan bir derleme yaptım.
''Dostlar içinde dostum; dost sanatım... Yollar içinde yolum; yol sanatım...''
Bakışlarında berraklık, bilincinde dayanışma, kokusunda sıcaklık, yüreğinde sevgiyi gördüğüm yürekli dostum..!
Bir şey, bir şeyler eksik bu insan dünyasında. Bu eksik olan, ne parayla, ne diplomayla satın alınan bir şey.
Eksik olan, insanın özündeki incelik, gün ışığına çıkmayan zaaflar, terbiye edilmemiş nefisler.
'Sevdiğim, yaşamın içinde yaşamım; yaşama sanatım. Renkler içinde rengim; renk sanatım... Sesler içinde sesim; ses sanatım..''
Aşk eğer gerçekse, ancak o zaman bir çözüm olur...
Ve insanın kendini bulması... kendi ruhunu bilmesi en büyük zaferdir...
Kendimize ve başkalarına kulak verdiğimiz zaman ''evren'' bizi dinler.
Başkalarını incelediğimizde; deneyim ve tecrübelerimizle birlikte BİLGİN, Kendimizi incelediğimizde AYDINLANMIŞ insanlar oluruz.
Nefsin arzularından arınıp, inandıklarını sorgulayabilmek,sorgulayarak inanmak, YÜREK ister...
Bu dünyada; sadece kendi için değil herkes için adaleti korumak, sahip çıkmak, GÜÇLÜ BİR İRADE ister.
Anlamak, paylaşmak, düşünmek, inandığı gibi yaşamak, ilkelerinin arkasında olmak, RUHSAL OLGUNLUK ister.
Ne güzel demiş şair Yusuf Hayaloğlu:
"Bildiklerini dedi; yüzleştir hayatla ve sınamaktan korkma.
Doğru ile yanlışı ancak o zaman ayırt edebilirsin"
Düşünceler, sadece düşünce işlevinin sürmesini sağlayan soyut varoluşlar değildirler.
Anlamak ile görmek de aynı şey değildir, anlamak değişimdir...
Gerçek şahsiyet, olgunluk, insana yakışacak durum, tutum ve davranış insanın kendinde bulunmalıdır.
İnsan, ömrünün sonuna ya da zaman onu azat edinceye kadar, kendi koyduğu geçersiz kanunların kölesi olarak kalabilir mi?
Hamlet' in seslenişinde olduğu gibi ''Zamanın görkemi, yalanın maskesini düşürür, gerçeği ortaya çıkarır.''
''Yaşadığımız devrin aynasını geleceğe taşımak için hepimiz bir şeyler bırakmalıyız, insanlık adına, tarih adına..''
Bir şeyler yapmak, bir şeyleri değiştirir diyorum...
Gerçek olan öğrenmektir. Nereden, nasıl öğrenirsen öğren. Nereden, nasıl öğrendiğin,hatta neler bildiğin de önemli değil, ne yaptığın önemlidir.
Çok severim, hayata özet geçen bu cümleyi ”Beğeni; hem ağırlık. hemde tartandır.”
İnsan kendi dar sınırlarından çıkıp daha zengin bir yaşam deneyimine ulaştıkça. bakış açısı da değişiyor.
Değil mi ki, ”Kuşlar gibi özgür ama beraber olabilmek,” yaşamı bilimle, bilinçle ve sanatla anlamaya çalışmak akıllı insan işidir.
''İyi insanların ömrü başlarındaki çiçeklerden önce geçiyor, çiçekler solmadan onlar ölüyor.''
O zaman;
Neye sahip olduğumuz değil, neyin keyfine varabildiğimizdir mutluluğu yaratan.
Hazzın ötesinde sevginin bütün evreni kuşatacağına inanıyorum.
Evet, kalben inanıyorum... Sevginin gücüne sahip olmayana, hiç bir şey güç vermez...
Ve sevmeyi başarmak, aşkın yarattığı her şey ile anlaşmaktır.

22 Nisan 2018 Pazar


HEY ÖZGÜRLÜK  




Varlığına ve nasıl olacağına duyulan sorumluluğun en güzel koruyucusudur.
Yaşamın sorumluluğunda; sevgiyle, yüreğinizin sizi götürdüğü yere gidebilme cesareti ve bilgeliğidir.

Özgürlük;
kendimi istediğim kılma özgürlüğüm,
oyuna durmadan,
oyuna son verme,
yeniye yer açma,
yeniden doğurma...


Zezenin görüşü ve hissedişi gibi;
+ Nen var Zeze?
– Hiç. Şarkı söylüyordum.
+ Şarkı mı söylüyordun?
– Evet.
+ Öyleyse ben sağır olmalıyım.


“İnsanın içinden de şarkı söyleyebildiğini bilmiyor muydu yoksa? Bir şey demedim. Bilmiyorsa bunu ona öğretmeyecektim...''

Özgürlük;
alınabilen, bağışlanabilen, verilebilen bir olgu değildir.
Kimsenin kimseye haybeden sunabileceği bir şey de değildir.
Kalmak yada gitmek için nedenin olmadığında, kalmana yada gitmene neden olan seçme Farkındalığını, kendinin sorumluluğunu, görüş ve hissediştir ÖZGÜRLÜK...



Olcay Kasımoğlu

                                  https://www.fullfilmizlesin.com/vahsi-yasam-wild-life-201…/3#






Sanatın bütün dalları önemli şeylerle alakadar olur.
''Aşk, Barış, Hakikat, Adalet, Yaşama saygı gibi...''

İnsanlar yaşamla birlikte inandığı şeyleri sorgulayabilir, yaşadıkları aldığı kararları bozdurabilir, kaldı ki gerekçe sağlamsa bu ayıp da değildir.
Zaten mantığı ve gerekçeleri açıklanamayan bir değişimin içinde ne samimiyet nede içtenlik olur çünkü değişim bir süreçtir, sağlam gerekçeleri ve mantığı vardır, sabahtan, akşama veya akşamdan sabaha olmaz.
Değişim; başkalarının yaşam hakkına daha hoş görülü, daha insancıl bakış açıları getiriyorsa, bu gelişime kim dur diyebilir.
Yeter ki “insan hayatına saygı, doğaya ve içinde ki bütün canlıların yaşamak hakkına saygı olsun.
Vahşi hayat filmi;
Zincirlere vurulmayan, basmakalıp düşünceleri olmayan, doğal yaşamın koynunda insanın en yalın haliyle kapitalist düzeni ret edip komin yaşamı tercih olarak kullanan bir insanın kendi iradesiyle seçtiği yaşamın izleri sürülüyor.
Bu izler beraberinde ''gelişen, değişen, yenilenen'' dünyayı da ötelemeden anlamamız gerektiği gerçeğini gösteriyor.
Yapılan seçimler ve seçimlerin çizdiği yollar kişinin kendi iradesiyle yön bulsa da başka insanların tercihlerini de göz ardı etmememiz gerektiğini '' kaybedilen zamanlar'' hanesinde acı bir şekilde görüyoruz.
İnsan şehir yaşamını, doğal yaşamdan koparmadan, yada doğal yaşamı tercih ederken modern yaşamdan kopmadan da hayatı anlamlı yaşayabilir.
Hep bu algı oluşturuldu ''ya şehirli, ya köylüsün'' bana hep eksik bir tanımlama gibi geldi.
İnsan, tüketim çılgınlığını ret ederek, kendi öz iradesiyle bilinçli tercihler yaparak, yaşamdan kopmadan yapabileceğinin en iyisini yapmak için çaba harcamalı yoksa doğanın ve şehir yaşantılarının insanla alıp veremediği hiç bir şey yok.
Sınırları koyan da insan, yıkan da insan.
Vahşi Hayat Filmi, bunu çok net ve açık sunmuş ebeveynlere.
Katı ve toleranslı olmayan kararlar, öngörüden uzak tercihler ve kişilerin kişisel zaafları çocukları nasıl bir savaşın içerisinde bırakıyor.
Böylece yarına yorgun ve duyguları hırpalanmış, hiç bir şekilde kendini bir yere ait hissetmeyen yüreği örselenmiş çocuklar yetişiyor.
Hepimize süzülen bir şeyler var bu filmde, insan olmak adına, insanca tercihler adına... İnsan insana tutunarak yaşar..
Katı ve toleranslı olmayan kararlar, öngörüden uzak tercihler ve
evrensel değerler dışında benim için değişmeyecek şey yoktur.
Sığ düşünce, katı anlayış, insana ve evrene bir şey katmaz.
Kendi içinde enginliği ve derinliği olmayan, insana durmayan, güzelliği sabote eden her türlü düşünce ve ideoloji değişmeli.
İnsan yaşamına gereken özeni göstermeyen, sadece kendi varlığına hizmet eden, saygı göstermeyen, doğal ve sosyal çevreyi kirleten; her türlü düşünce faydacı değildir.
İster değişmeden kalsınlar, isterlerse her gün değişsinler ne fark eder.
Dünyaya bir güzellik bırakmadıktan sonra, başkasının canı yanarken sesin çıkmıyorsa, ateşi sana gelene kadar kapını kapatıyorsan, hangi düşüncede olursan ol, hangi değişimin içinde bulunursan bulun, insanlık adina hiç bir anlam ifade etmez.
Ne kadar çok bizi destekleyen olumlu, yararlı ve güçlü düşüncemiz varsa, o kadar başarılı seçimler yaparız.
Buda bizi yeni değişimlere açık kılar ve olumlu gelişmeyi sağlar.
Olumsuz, yararsız düşüncelerse, bizi yeterince güçlü bir halde tutamadığı için yaşamımızda başarılı seçimler yapamaz ve yaşamımızın sorumluluğunu alamayız.



SANAT İFADE ÖZGÜRLÜĞÜDÜR




Pek çok insan hayata bakar, ama onu yaşamaz... Onların gördükleri hayatın gölgesidir... Onlar ne hayatı yaşamaya cesaret ederler ne de hayatın ruhunu, kendilerine sunulduğu gibi anlarlar.
Hayatta tek başına inzivada kalarak, sadece kendi sesimizin yankısını duyarak yaşamın anlamını keşfedemeyiz. Kültürel ve sanatsal anlamda farkındalık oluşturmamış bir toplumda çağdaş değerlerden, bireylerden bahsedemeyiz.  Bilim ve sanat insanın insan olma özünü en yatkın biçimde yansıtan değerlerdir ve her birey yaşamak, maddi, manevi varlığını korumak, geliştirmek hakkına sahiptir. Bu haklar insanın doğuştan sahip olduğu, insanın insanca yaşayabilmesi için gerekli olan haklardır. Bunlar: ''Düşünce ve kendini ifade etme özgürlüğü, basın, din ve vicdan özgürlüğü, sağlık ve eğitim de seçme ve ret etme hakkı, haberleşme, bilgi alma, seyahat etme, seçme-seçilme hakkı, bilim ve sanat özgürlüğü hakkıdır.'' diyebiliriz.
 Özellikle çağdaş toplumların yapması gereken, bu farklılıkların farkında olmak ve uzlaşılabilecek ortak değerler zemininde iletişim kurarak toplumsal kültüre katkı sağlamak olmalı. Böyle bir atmosferde kendi zenginliklerini karşı tarafa göstermek daha kolay olabileceği gibi, evrensel barış ve huzur ortamının tesisine daha fazla katkı sağlama imkanı da yakalanmış olacaktır. Bu da düşünce ve duyguların bir arada eylemlere yönelmesine zemin hazırlarken bizi bağımsız, aydınlanmış, sorumluluk bilinci gelişmiş bireyler yapar. 
Hepimiz bir ve bütünüz. Hepimiz bütünün bir parçasıyız ve hepimiz aynıyız. Seçimlerimizin sorumluluğunu ve kendimize yaşatmış olduğumuz bu hayatı sevgiyle kabul edip yolu beraber yürüdüğümüz insanların insanca yaşam haklarına tecavüz etmediğimiz, ellerinden almadığımız sürece bu yaşamda  hepimiz biriz. Tercihlerimizi değiştirme hakkına her an sahibiz ve her an seçim yapabiliriz. Sevgiyle çoğalmak ve anlamak yaşamın her alanında olmazsa olmazımız olmalı. Sonuçta düzeni iyileştirmek istiyorsak, kendimize, yaşamımıza, yaşamımızda var olan her şeye sahip çıkmalıyız. Sanat ve bilim de  insanın ufkunu aydınlatıp, farklı bakış açıları kazandırıp, yaşamla ilişkilendirerek bize tercih hakkı sunar. 
            Bunun yanında ''Dünyanın küresel köy olarak adlandırıldığı ve herkesin dijital ağlarla birbirine bağlandığı günümüzde öteki ile karşılaşmak ve iletişimde bulunmak her zamankinden daha kolay ve kaçınılmaz hale gelmişken, insanlar arası ilişkilerde fiziki şartların ve mekanın birer engel olmaktan çıktığı günümüzde, birlikte yaşamanın gerekliliği açıkça ortada olduğu halde dünyanın çeşitli yerlerinde insanlar arası farklılıklar çatışma gerekçesi olmaya devam etmektedir. Bugün, her zamankinden daha çok tehdit altında bulunan dünyayı, insanın yaşamasına uygun kılmak ve evrensel barışın egemen olmasını sağlamak için insanların, toplumsal ve kültürel farklılıklarını birer zenginlik olarak gören anlayışa ve birlikte yaşama sanatını öğrenmeye büyük bir ihtiyaç bulunmaktadır.'' Yaşamın, yaşamsal önem taşıyan bütün odaklarına dokunmayı hedeflemek sanatla, bilimle mümkündür. Bütün bunları kitapla, resimle, şiirle, sinemayla, romanla, tiyatroyla ifade etme yoluna gitmek ve insanla buluşturmak insani  sorumluluklarımızdan ve toplumsal yaşamın daha sağlıklı işlemesi açısından olmazsa olmazlarımızdan biri olmalı.  Hepsinin kendi içinde ayrı bir çekim kuvveti vardır ve hayatın anlamına, bütünlüğüne güzellik katmaktır.
İnsanların halen sanattan, bilimden uzak 'dil, ırk, mezhep' gibi yaşamda pek karşılığı olmayan gerekçelerle çatışma ortamına sürüklenerek yaşamdan kopmaları, hayatın anlamına da büyük haksızlıktır.  Söz konusu farklılıklar tarih boyunca insanlar arasında eşitsizlik ve toplumlar arasında çatışma sebebi olarak değerlendirilmiştir. Oysa ulaştığımız uygarlık düzeyi çerçevesinden olaylara baktığımız zaman, farklılıkların birer ayrılık ve çatışma sebebi değil aksine zenginlik, paylaşma ve bütünleşme vesilesi olabilecekleri kolayca görülebilmektedir. Bunu da en iyi sanatla icra edebiliriz. Çünkü, ne yalnız başına övgü ne de sövgü yaşama bir şey katmaz. İnsan kendi duygularından emin değilse, düşüncelerinin arkasında duramıyorsa, egolarından arınmamışsa sığ sularda yüzmeye mahkum olacaktır. Sanat ve sanatın dallarına gereken ilgi ve alakayı göstermeyen toplumlar her zaman çağın gerisinde kalmaya devam edecektir. Okumayan toplumlar ne geçmişleriyle yüzleşebilirler nede geleceğin inşasında inisiyatif alabilirler.
Değişim, yenilenmek hayata ve kendimize karşı görevlerimizdendir. Gerçeğimizin farkında olmak, iyi insan olmanın gereğidir. İnsan yaptıklarından ve yapamadıklarından sorumludur. İnsanın eylemlerinde ki güzelliği yaşamın hakkını verdiği oranda bir önem taşır.Ve insan her koşulda enerjisini olumlu olana harcayarak yaşamı daha sağlıklı ve anlamlı kılabilir. Her günün yeni bir gün ve yeni bir başlangıç olduğunun farkında olanlar yaşamdan beslenirler. Çağdaş değişimsel anlayışın önünü açan, yeniliklerin gerçekleştirilmesine katkıda bulunan bilim ve sanat, aydınlanmadan yana olan toplumların yaşamsal kaynaklarıdır. Bugün, her zamankinden daha çok tehdit altında bulunan dünyayı, insanın yaşamasına uygun kılmak ve evrensel barışın egemen olmasını sağlamak için insanların toplumsal ve kültürlerin farklılıklarını birer zenginlik olarak gören anlayışa ve birlikte yaşama sanatını öğrenmeye büyük bir ihtiyaç bulunmaktadır. 
 Okuyalım,  kitap sadece yazıdan ibaret değil aynı zaman da bir ülke, bir vatandaştır. Kitap okuyunca ufkumuz genişler. Araştırmak, kültürel geziler yapmak insanin  hayata bakış açısını günceller, yenilenir insan.  Her günün yeni bir gün ve yeni bir başlangıç olduğunun farkında olanlar sanattan beslenirler. Diğer türlüsü, ‘Ya yaşamın tanığı yada seyircisi’’olurlar… O yüzden ülkemizde olsun, dünyada olsun bilimin ve sanatın önünü tıkayan her türlü düşünce ve fikir değişmeli. Yeniden sorgulanmalı. Sanatın olduğu yerde nefret, kin, kan olmaz. Yeniden sorgulanmalı, yeniden barışın ve sevginin dili hakim olmalı dünyaya. 
 Sanatı ve bilimi yaşam felsefesi yapanlara minnetle...

Olcay Kasımoğlu

21 Nisan 2018 Cumartesi

HAYAT CESURLARI SEVER

Hayat her zaman eylemi ödüllendirir. Kartal resimlerine baktığımızda bir kanadında zeytin dalı diğerinde  ok vardır ''Barışı severiz ama gerektiğinde savaşırız'' Hayatta barış içinde yaşamak için bile savaşı kazanacak kadar güçlü, inançlı olmalıyız. Yüreğimizle inanmalıyız. Başarı insana miras kalmaz. Çoğu insan buna inanmaz ama başarı herkese eşit mesafededir. Her koşul kendi başarı öyküsünü yazar. Nefes alınan her yerde başarı çıkabilir. İnsan parası kadar zengindir ama kendisi kadar başarılıdır. Yaşadığımız talihsizlikleri, şansızlıkları, yanlışları başkalarına yükleyerek hayatta başarılı olamayız. İçimizdeki bizi mutlu kılamayız. İçimizdeki biz herkese yalan söyleyebilir ama kendine asla...

 Büyük başarı kalpten gelir. Beynimizde  büyür sonra hayatın içine akar. Hayattan değil,hayatımıza gem vuran zincirleri kırdığımız gün içimizdeki O insanı insanlaştıran, paylaştıran, çoğaltan özdeki değerli olma bilinciyle tanıştığımız gündür.
Birde yaşanan hayal kırıklıklarını yorumlama  şeklimiz çok önemlidir. İnsanlar başlarına kötü bir şey geldiğinde  ben bunu hak etmedim derler… Bence hayat bu insanlarla aynı fikirde değildir. Hayat iyilerden çok güçlüleri sever. Güç doğada vardır. İyilik ve kötülük tamamen insan aklının ürünüdür. Hayat insana vaatte bulunmaz. İyi insan olmak araç değil amaçtır. İyi insan olmak başına kötü bir şey gelmeyeceği anlamına gelmez. İyi insan olmanın ödülü zaten iyi insan olmuş olmaktır. Başımıza gelen kötü sonuçlar için kötü insan olma şartı yok. Neden ben diye sorarken kendimize, iyiliğe güvenmek güzel ama O’na dayandırmak akıllıca değildir. Başımıza gelenlerin ne olduğuyla değil, içimizde olanların ne olduğu ile ilgilidir. Önemli olan bakış açımızı ve hayatı kendimize borçlandıran inançlardan zihinlerimizi  temizlemek.

İnsan kendini en iyi eylemleriyle ele verir. Goethe'nin dediği gibi ''İnandığı gibi yaşamayan, yaşadığı gibi inanır''Hayatımızda ne olursa olsun ne yaşamış olursak olalım kendi ilkelerimiz, değer yargılarımız olsun. Kafa karışıklığı tüm kötülüklerin anasıdır. İnsanı içten içe yer. Hayatla aramıza tel örgüler çeker. Bunu için zihnimizi düzenleyip ,yargılarımızı periyodik olarak gözden geçirmek bize akıl yollarını açar. Ve kalbimiz, kalbimizde kirlenir onu da ışığa çıkarıp ara bir temiz hava aldırmak gerekir. Her fikre açık olalım ama kalbimize sadece seçtiklerimizi alalım. Hırslar, egolar kalbimizi katılaştırmasın. Hiç bir şeyin bizim gül bahçemizi tarumar etmesine izin vermeyelim. Hep ebru tekneleri olsun. Canı cana çağıran sevgiyle buluşturan edeple yoğuran. 

‘’Hayatının gelişmesini istiyorsan, onu iyileştirmelisin.’’

Biz dünyayı ne kadar aklımızla tasarlasakta, yaptıklarımızla şekillendiriyoruz. Hayatta herkes bir şekilde ederini bulacaktır, ben buna gönülden inanıyorum. İnsan sınırları değil sınırları zorladığı kadardır. Herkes kendi hayatının tarlasıdır. Kendi kullanma kılavuzuna uygun kullandıkça, hayatının en büyük hazinesinin içinde olduğunu görecek. Her zaman kalıcı değişimler içten dışa doğrudur. Güzel olan her şey önce içte başlar. İnsan  aldığı kararlarla gelecek değişimleri hafife almamalı. Her şey bizim içimizdeki ışıkla önce pervane sonra şekil veren olacaktır. Biz kendi kanatlarımızla uçmaya karar verdiğimizde sloganımız''Her şey benim içimdeki benle başlar''deyip hayatı arkasına almıştır zaten. Her şeyi belki yapamayız ama kendimize saygılı bireyler olarak bu hayatın içinde değerli, üreten, paylaşan, sevdiğine omuz olan başlar olabiliriz.

Kararsızlık karanlığa benzer. Çıkacağın hayat yolculuğunun adresi hep yitiktir bu nedenle çok iyi düşünüp iyi analiz edip kararlarımızı günü kurtarmak adına değil yarınlarımıza sarılmak ve hayatın içinde önce kadın, erkek sonra insan onuruyla yaşamak. Bunu için hiç bir zaman geç değildir. Keşkesiz bir yaşam için; Yalnızca hayatı seyretmeyelim. Hayatın kendisini yaşayalım. Hayata geldiğimiz yer ile gelmek istediğimiz yer arasında geçiyor ömrümüz. Seçtiğimiz her şey için,başka bir şeyden vazgeçmemiz gerekiyor. Bazılarımız şartlara şekil veriyor, bazılarımıza da şartlar şekil veriyor. Keşkelerle yaşayacak kadar uzun değil ömür. Bizi hayattan alan, hayata katarken eksilten her şeyi protesto ediyorum ve diyorum ki biz bu dünyaya tesadüf gelmedik... O'zaman neden tesadüfmüş gibi yaşayalım. Bahşedilen akılı  niye mutluluk, huzur yolunda tüketmeyelim ki? Neden sanki!... Hayatı hoyratça kullanan insanlara mutluluğumuzu törpüleme fırsatı vermeyelim. Hayat gel beni al demez.  İçimize ışık verelim yeter. Köklerimiz  içimizde. Ve hepimiz hayatın içinde başak taneleriyiz.

Olcay Kasımoğlu