Translate

30 Ocak 2019 Çarşamba

Bu ülke hepimizin

Kalemiyle yaşamı sorgulayanlar;
Kişi ve kişilerin statülerini sağlam kılmak için yazmazlar.
Kimi zaman tüm çevrenin ve şartların tarafsız bir gözle resmini çizemeyiz, değerlendiremeyiz.
''Düşünmek ya da doğru düşünmek konusu tarihe mal olmuş pek çok lider, bilim adamı ve filozof için de belli bir önem taşır.
Mustafa Kemal Atatürk ''Sαmimi ve meşru olmαk şαrtıylα her fikre hürmet ederiz.
En büyük hαkikαtler ve terαkkiler, fikirlerin serbest ortαyα konmαsı ve teαti edilmesi (kαrşılıklı αlınmαsı, verilmesi) ile meydαnα çıkαr ve yükselir, demiştir.
Honoré de Balzac’ın “Düşünmek görmektir,” deyişi, Confucius’ün “Doğru düşünen haddini bilir,” ya da “Düşünerek yapılan her işin sonu hayırlıdır,” diyen Socrates hemen aklıma gelen bir kaç örnek...''
Aldığımız eğitim, niyetlerimiz, olaylara bakış açımız, menfaatlerimiz sorunların ve gerçeklerin karşısında “gözümüze perde” indirebilirler. Dış dünyayı algılamamız ya da dünyanın görüntüsü bulanık olabilir. Bu görüntüleri tam berrak hale getirebilmek için okumak, akıllı insanlarla konuşmak, tartışmak, düşünce sanatını öğrenmek gerekiyor. Özellikle düşünce sanatını...
Düşüncelerimiz bir şekilde ''Ses ya da yazı ile'' ifade edilmezse kültürel katkısı olmaz. Sözcükler esastır ve ilişki doğru kelimelerle kurulmalıdır. Böylece anlaşmazlık, çatışma, yanlış anlama gibi küçük ya da büyük karmaşaların oluşması önlenebilir. Kullandığımız kelimeleri yalnızca bizim değil, karşımızdakinin de anlaması, aynı anlamı yüklemesi halinde uzlaşma sağlanabilir ve iletişim kurulabilir.''
Düşünceyi ve eylemi uzlaştırmak için, bireysel ve toplumsal yaşamı uyumlaştırmak için, ayrımların karşısına bütünleşme fikrini koyarak; hoşgörü, sevgi, anlayış, saygı gibi değerleri anlamak ve yaşamak için, yaşamın bilinçli bir kaşifi olabilmek için, daha iyi bir dünya ve iyi bir yaşam için düşünceyi değerli kılan insanlara ihtiyacımız var.
İnsan olduğunun farkına varan, maddi ve manevi faaliyeti sırasında hem kendi hem de toplum hayatının şartlarını oluşturan motivasyon ve eğilimlerini iç çatışmaları azaltacak şekilde örgütleyip kaynaştıran, diğer kişilik ve karakterlere karşı uyumlu davranış sergileyen, başkalarını türlü açılardan ve değişik yöntemlerle değerlendirebilen kişilikli insanlara ihtiyacımız var...
Gerçek kurtuluş, doğru şeyler için uğraş vermek, dürüst kişilere destek olmak; yanlış yapmamak ve kötülere karşı mücadele etmek olunca sağlanacaktır.

29 Ocak 2019 Salı

Her insan bir dünyadır.

Umuda ve sevgiye olan inancımı hiç kaybetmedim
Her insanın yaşamı, onu kendine götüren bir yoldur, bir yol denemesidir.
Hepimiz aynı derinliklerden çıkıp geliriz. Derinliklerden çıkıp gelen bir varlık olarak, her birimiz kendi öz amacımıza varmak için uğraşıp didiniriz. Birbirimizi anlamaya çalışırız ama yorumlamaya gelince herkes yalnızca kendisini yorumlayabilir.
Bilincinde olduğum acılardan çok, acının bilincimdeki yansımasını biliyorum diyebilecek kadar bende acılarla inişli çıkışlı bir hayat yaşadım diyebilirim.
Bazı acıların, öyle incelikleri vardır ki ruhtan mı yoksa bedenden mi kaynaklanırlar, hayatın boşluğu karşısında ki rahatsızlığımızı mı yansıtırlar anlamayız.
Kim bilir, kaç kez, kaygılı bir umutsuzluğun karmaşık çökeltilerine karışarak, ruhumun karardığını hissetmişimdir. Kaç kez, var olmak canımı yakmıştır.
.Ama ne olursa olsun karamsar değil, hüzünlü olabilirdim. Belirli, hatta belirsiz bir hüzün bile değildir bu. Bu ifadeler ne hissettiklerimi tam olarak anlatmaya yetmez çoğu zaman.
Her insan bir dünyadır. Bunu ben demiyorum çünkü eşsiz olmak her varlığın sıradan bir niteliğidir. Eşsiz olmak kıyaslama yapmaya bir neden bırakmaz. Nefes almak kadar doğaldır. Hayat geriye yaşanmaz. O her gün yeni bir günle tekrar tekrar doğar ve kendine hiç şaşmaz. Şaşan da, şaşırtan da toplumu oluşturan insanların niyetleridir...
Hissettiklerimin derinliğinin farkında olacak ve anlayacak kadar yaşamla iç içeyim. Bu ahkam kesilmek anlamına gelmesin...
Anlamak ile görmek aynı şey değildir, anlamak değişimdir ve
yanlışa hayır diyebilmek, sağlam bir karakter ve sağlıklı bir ruhsal olgunluk ister.
Yaşam bir deneyimdir ve yaşamda doğruları bulmanın yolu, doğru soruları sormakla başlar.
İnsan kendi iç sesine yöneldikçe, içsel sorgulamaların ve yeniden uyanışa geçen bir ruhun çığlığını duymaya başladıkça; kendine yetebilmeyi, ayakta kalmayı, farklılıkları kabullenmeyi, kendini eleştirmeyi, kendiyle yüzleşmeyi amaç edindiğinde, yaşamı yeniden sorgulamaya başlıyor.
Varlık felsefesinin de temel taşlarını oluşturan bu sorgulamalar insanoğlunun ruhsal evrim sürecindeki aydınlanmanın da ilk kıvılcımlarını oluşturmaktadır.
Özgürlüğün, eşitliğin, akılcı bilimsel düşüncenin, hak ve hukukun, barış, dostluk ve umudun hakim olduğu bir dünya inşa etmeye kararlı tüm zihin ve beden emekçilerinin aydınlanmasında ki bu kıvılcımların oluşmasında ideal ve amaçlar çok önemli bir yer tutmaktayken umuda ve sevgiye olan inancımı hiç kaybetmedim...
Önce kendimize inanalım, kendimizi sevelim, kendimize saygımız olsun...
Kendine adil olmayan, kendine yürümeyen yüreğinde sevgi yeşertemez, kendi dışında ki hayatlara adil olamaz...

''Simurg Olmak Zamanı'' Kitabımdan

28 Ocak 2019 Pazartesi

Doydum Dünyanın Pervasız Sözlerine

Elleri, yüreği ve kafasıyla çalışan insanları seviyorum.
Hayatımızdan gün çalanlarla değil, hayatımıza anlam katanlarla çoğalmak hayatın içinde, sevgiyle-umutla...
Güzel sözün eyleminde yaşamak, anlaşılmak, gerçekten bir ödüldür hepimiz için, anlatabilmek ise yetenek.
Yaşadığımız evrende dengeler öylesine alt üst olmuş ki, anlamak istemeyene, başını kuma gömene 'neyi nasıl' anlatabilirsin ki ?
İnsanların birbirini gammazladığı, çamurlaştığı, sattığı, yalanın kirli sularda yüzdüğü böyle bir dünya düzeninde; insanlığın parayla ölçüldüğü yerde haktan söz edilebilir mi?
Haklının mevki ve ıtıbarla belirlendiği yerde adaletten söz edilebilir mi?
Dostluğun görüntüden, sahtelikten, gösterişten beslendiği yerde insanlıktan söz edilebilir mi?
Erdemin, çıkar ilişkisi üzerine bağlandığı yerde onurdan söz edilebilir mi?
Emeğin kapı dışarı edildiği, kazancın hileyle büyüdüğü yerde alin terinden söz edilebilir mi?
İnsan onurunun sudan sebeplerle ayaklar altına alındığı yerde, onurdan bahsedilebilir mi ?
Vicdanın olmadığı yerde samimiyetten, merhametten söz edilebilir mi ?
Yalanın, talanın yaşama hükümdar olduğu yerde, hakkaniyetten, adaletten söz edilebilinir mi ?
Ölümün bu kadar ucuzladığı yerde umuttan, sevinçten, güvenden bahsedilebilir mi ?
Hırsların ve ihtirasların başladığı yerde saf duygular sona erer.
Ve her şeyin para ve erk ile ölçüldüğü bir yerde toplumsal adaletten, huzurdan hiçbir zaman bahsedemeyiz.
Karanlıklar için de kalan serzenişlerin hiç kimseye hayrı yok.
Böyle bir çağda:
Hayatı sadece seyretmek yetmez, onu anlamak gerekir.
Hayatı anlamak ise yürek ister, akıl ister, değişim ister.
Hayatımızdaki tüm insanlar ve eylemler bir özelliğimize ayna tutmaktadır.
Milan Kundera'nın bununla ilgili çok güzel bir tespiti var.
"Her biri kendi alçaklığını bir ötekinde gördüğü için birbiriyle kardeşçe geçinen insanlar kadar hiçbir şeyden tiksinmedim.
Çünkü onları kötülük bir arada tutar, onları birbirine kötülük bağlar."
Gerçekten öyledir. Bir insan bir yerde kalmakta ısrar ediyorsa dikkat edin, muhakkak kendinden bir şey buluyordur.
Sevgisiz insanlar tsunami gibidirler, dokundukları her şeyi yakar, yıkarlar.
Ne mutluluk verirler, ne de huzur.
Beylik sözlerle, içi boş kavramlarla, sevginin cömertliğinden uzak içi kof söylemlerle dünyayı kurtarırlar.
Oysa;
Dünya da en büyük zenginlik sevgi dolu bir yürek ve sadeliktir.
İyi insanlar yanında olmasalar da histen köprüler kurarsın, mesafelerin anlamı kalmaz, gözlerin görmese de yüreğin konuşur.
Aynı amaç için çarpar kalbin, acısının içinde olamasan da sarılırsın, aynı acıya ağlarsın; onun kaybı senin kaybındır, yaralarına tuz basmazsın, gönüllü paylaşırsın yaşamı.
Yalanı, kibri, nefreti yüreğinde taşımayanlar gelsin gönül yurdumuza.
Sizi bir başkasına tercih edenlere, yalanını, pervasızlığını bildiği halde hanesinde misafir edenlere çevirin yüzünüzü....
Sevgi ve dostluk onu hak edenlerin yanında kalmalı.
Yüreği kocamanların olduğu bir dünyada; kırmadan, dökmeden GÜLÜMSEYEREK ve GÜLÜMSETEREK geçenlere selam olsun ...
Sen duymuyor musun
Dünyada var olan en güzel şeyin
Yürekten yüreğe söylediği;
Dilsiz sessiz melodiyi
Her şey sevmekten geçer diyor...

26 Ocak 2019 Cumartesi

Aklını sanatın yüceliğiyle beslemeli insan

Birde değişime direnenler vardır.
Teknolojiye, yeni oluşumlara, yeni fikirlere şiddetle karşı çıkarlar.
Değişimi ihanet olarak algılarlar. Toplumdan, aileden aldıkları öğretilerle yaşamlarına yön verirler.
Bunun aksi davranış gösterenleri erdemsizlikle suçlarlar, saygısız ve dönek diye nitelendirirler.
Mademki, değişme dünyanın temel koyucu kuralı ise, niçin değişmeme, değişmemekte direnme ve değişmediği için de kişi erdemli kabul edilmekte?
O zaman, yıllarca sağcı olup daha sonra solcu olan bir insanı nasıl değerlendiririz.
Ya da tuttuğu takımı değiştiren bir insana hangi gözle bakarız.
Tutucu ve kapalı bir yaşamı olan bir insanın radikal bir kararla yaşamının bütün yönünü değiştirmesine nasıl anlamlar yükleriz
Bu kavramlar üzerinden soruların yanıtını aradığımızda bu kavramlar ana ilkeler midir, ana ilke deyince ne anlıyoruz?
Milliyetçilik, solculuk,sağcılık, gibi bir sürü kavram ana ilke midir.
Diyelim ki ana ilkedir, bunları tümüyle terk etmek, değiştirmek bir gelişme midir, yoksa belli bir kesimin tanımıyla döneklik midir?
Ben hiç değişmedim önce neysem, bugün de oyum demek ‘tutarlı’ ve tutarlı oldukları içinde ‘erdemli’ sayılmak, bunun gerekçesi ne ?
Aslında sorun değişmemekte değil, değişmenin nasıl gerçekleştiğindedir.
O zaman, tutarlılık bağlamında erdem; değişmemeyi değil de, değişmenin tarzıyla ilişkilidir.
Dünya görüşünün değişmesini ”mazur” gösterebilecek ”makul” gerekçeler her zaman vardır.
Gençliğinde belli bir siyasal görüşü savundu diye, yaşamının sonuna kadar o görüşü savunmasını tutarlılık saymak, savunmadı ve değişti diye de döneklikle suçlamak haksızlıktır.
Burada ki en hassas ayrıntı ise ”siyası ve politik tercihlerin değişimi” rüzgarın yönüne göre esiyorsa, ‘yükselen değerleri” kollayan bir ideolojik kaypaklık içerisinde ise, sadece kendi egosuna hizmet edecek bir yol çiziyorsa; böyle bir değişimi ”varoluşun temel koyucu ilkesidir” diye izah edebilir miyiz?
Tabii ki edemeyiz, kaldı ki, mazeret; makul gerekçelere dayandırıldığı sürece kabul edilebilir.
İnsanlar yaşamla birlikte inandığı şeyleri sorgulayabilir, yaşadıkları; aldığı kararı bozdurabilir, kaldı ki gerekçe sağlamsa bu ayıp da değildir.
Zaten mantığı ve gerekçeleri açıklanamayan bir değişimin içinde ne samimiyet nede içtenlik olur çünkü değişim bir süreçtir, sağlam gerekçeleri ve mantığı vardır, sabahtan, akşama veya akşamdan sabaha olmaz.
Değişim; başkalarının yaşam hakkına daha hoş görülü, daha insancıl bakış açıları getiriyorsa, bu gelişime kim dur diyebilir.
Yeter ki “insan hayatına saygı, doğaya ve içinde ki bütün canlıların yaşamak hakkına saygı olsun.
Evrensel değerler dışında; benim için değişmeyecek şey yoktur.
Sığ düşünce, katı anlayış, insana ve evrene bir şey katmaz.
Kendi içinde enginliği ve derinliği olmayan, insana durmayan, güzelliği sabote eden her türlü düşünce ve ideoloji değişmeli.
İnsan yaşamına gereken özeni göstermeyen, sadece kendi varlığına hizmet eden, saygı göstermeyen, doğal ve sosyal çevreyi kirleten; her türlü düşünce faydacı değildir. İster değişmeden kalsınlar, isterlerse her gün değişsinler ne fark eder.
Dünyaya bir güzellik bırakmadıktan sonra, başkasının canı yanarken sesin çıkmıyorsa, ateşi sana gelene kadar kapını kapatıyorsan, hangi düşünceden olursan ol, hangi değişimin içinde bulunursan bulun, benim için hiç bir anlam ifade etmez.
Ne kadar çok bizi destekleyen olumlu, yararlı ve güçlü düşüncemiz varsa, o kadar başarılı seçimler yaparız. Buda; yeni değişimlere bizi açık kılar ve olumlu gelişmeyi sağlar.
Olumsuz, yararsız düşüncelerse, bizi yeterince güçlü bir halde tutamadığı için yaşamımızda başarılı seçimler yapamaz ve yaşamımızın sorumluluğunu alamayız.
Konfüçyüs ise 'Sadece en akıllı ve en aptal insanlar hiç bir zaman değişmez' diyor, ne güzel özetlemiş… Algıda seçicilik yoksa değişim olmaz…

Olcay KASIMOĞLU

23 Ocak 2019 Çarşamba

İlla ki insanca…

Bir insanı tanımak için çok uzun mesafeler katledilmesi gerekmiyor. Bazı anlar, yaşamlar, olaylar vardır.
Kişinin koyduğu tavır, davranış, söz kendi mizacını, karakterini gözler önüne serer.
En çokta insanlar; kayıplarında, ayrıldıklarında, yüreğinde-kileri açığa çıkarırlar. En zayıf ve naif taraflarıyla tanışırlar.

Velhasıl insanlar yaşadıkça, yaşamı bir bütün olarak algılar ”bakış açısı ve farkındalık” varsa tabii

O zaman bize düşen, insan olma erdemlerini çok iyi analız etmek, empatiyi ve vicdanın ahlak yasasını elden bırakmamak; kapitalist düzenin oluşturduğu tek tip insan olma modelini şiddetle reddederek, nutuk atmadan, ben her şeyin en iyisini bilirim demeden, yanılma ve hata payını unutmadan yaşama yeni bakış açıları getirerek katılmak gerekir.

İnsanlara kuş bakışıyla değil aklın-mantığın-kalbin ve ruhun bakışıyla anlamaya çalışmak gerekir.

Dünyanın hem içiyle hem dışıyla hem tepesinden hem uçurumundan hem ovasından ama her yerinden bakarak; illa ki insanca…
Öykümüz çok güzel özetlemiş; hayata ne verirsen, oda sana onu verir.

''Küçük bir kasabanın dört ayrı mahallesi varmış. Birinci mahallede Evet ama’lar yaşıyormuş. Evet ama’lar ne yapılması gerektiğini bildiklerini düşünürlermiş. Yapma zamanı geldiğinde ise “evet, ama” diye cevap verirlermiş. Cevapları hep yanlış olurmuş. Suçu başkalarına atmakta da ustaymışlar.

 İkinci mahallede Yapıcam’lar yaşarmış. Ne yapacaklarını bilirlermiş. Kendilerini yapacakları şeye adım adım hazırlarlarmış, ama yapacakları sırada şanslarını kaçırdıklarının farkına varırlarmış. Bu mahallede insanların dizleri dövülmekten yara bere içindeymiş.
Yaşamı ertelememek için verdikleri kararı bile ertelerlermiş.

 Üçüncü mahallede yaşayan Keşkeci’lerin, hayatı algılama güçleri mükemmelmiş. Neyin yapılması gerektiğini daima en isabetli şekilde bilirlermiş ama, her şey olup bittikten sonra. Keşke’cilerin de başları kanarmış hep, duvarlara vurmaktan! Kasabanın en yeşil bölgesinde, en güzel evlerin olduğu mahallede ise İyiki yaptım’lar otururmuş.

Keşkeci’ler bu mahallede yürüyüşe çıkar, etrafa hayranlıkla bakarlarmış.

Yapıcam’lar Keşkeci’lerle birlikte bu mahallede yürüyüşe çıkmak ister ama bir türlü fırsat bulamazlarmış.

Evet, ama’lar ise mahallenin güzelliğini görmek yerine, ağaçların gölgelerinin yeterince geniş olmadığından, güneşin daha erken saatte doğması gerektiğinden şikayet ederlermiş.

İyi ki yaptım mahallesindeki insanların kusuru da, beyinlerinde mazeret üretme merkezlerinin olmayışıymış!

Şimdi; yaşamın güzelliklerden payını alamayanların kurduğu bu düzeni neye yormalı !

Böyle duvar olmakla, katı olmakla, tavır almakla, mazeretlerin arkasına saklanmakla bulamayız yaşamın o incecik yolunu…

Olcay Kasımoğlu

Sükutla sohbet arasında

'Bir suskunluksun cevabı olmayan' dedi Yabancı Adam kadına.
"Evet" dedi Kadın." İnsanlar kendilerini riske atmalı, Ağaçlar için, dağlar için, aşk için, kuşlar, yaylalar....Sevgi sadece insanlar demek değildir, ayrıca ağaçlar, hayvanlar ve çiçekler demektir. Ve de kadınlara kıymamalı hoyratça erkekler... Bu haksızlık giderilmediği sürece ağlamayı, konuşmayı erteliyorum."
''İnsan değiştirmek istediklerini değiştiremediğinde, umuttan çok umutsuzluğa mahkum hissettiğinde, kederi artık varlık nedeni haline geldiğinde yani kendisini değersizleştirdiğinde bir “hiç” gibi hisseder. Ve bu doğaldır ancak bize “hiç” gibi hissettirenleri de göz ardı etmemek gerekir belki de.''
İnsan, çoğu zaman kendine bile susa biliyor. Canının yandığı yerleri bile bile yüzüne gülüşler yerleştiriyor. 
Bazen kelimeler bile yetmiyor, dil susuyor, sözler dolanıyor. O zaman geriye anlatılamayanın sessizliği kalıyor. Bazen daha fazladır her şey. Hepimizin su alan, incinen duvarları var. Yeter ki kalbimizde ki sağanaklara hayat vereni, verenleri fark edelim. Işığa ve akışa gizemli bir geçiş sağlayan, bütün mışlardan, muşlardan arınmış olarak...
Bırakalım girsin içeri ışık..Yaşam bir nefes,...

21 Ocak 2019 Pazartesi

KANATLAN SEVGİYE♥

Sevgi ve farkındalık, iki yol budur…
Kendi yolunu aramalısın, herkes kendi yolunu aramalı.
hayat yorgunu kirpiklerden
müebbete hüküm giymiş gibi
görmez olur kalbinde sevdayı unutanlar
sağırdırlar
kördürler artık sevdaya
bilmezler
kısacık bir ömrün sığınağında
bin yıla sığmayacak kadar
içimizden sevda geçtiğini
oysa elleri;
aşk denizine taş atarken
ellerinde deryalar
sular
ağaçlar görürüm
varsın bilmesin mevsimler
yıllar ömürler
bin yıla sığmayacak kadar
içimizden sevda geçtiğini
bir yol bulmalıyız derken
aşkın
umudun
en masum en hilesiz haliyle
yüreği kendi kabından taşacak kadar
billur ışık da görünen sevgili
katıksız sevincin düşünde
kırmızı güller yedireyim parmaklarına
kalbimin en derin yerinden,
buğulu bir atlastan
katıksız sevincin düşünü göreyim
yükümüzü sıcaklar taşısın derken
hangi sıcak demetinde kırıldı düşlerimiz
söyle
söyle de bileyim
bileyim de en güzel bahtı sunayım sana
saymıyorum artık
bu çağ yalnızlıklarını
kalabalıklar içerisinde yağan yağmurun
yanaklarımıza bıraktığı hazin damlaları
ister gel
ister gelme
ben çoktan unuttum kalbimi göğsünün kafesinde
yüreğinin tamamını yedirmeye hazırsan
bir lafa tamah etmeden
gül yüzünü göm göğsüme
orada ihlal ve iflah olmaz sevdalar var
yaşama tüten çiçekler gibi
tut ömrümün dallarından
dolaşma artık kaybedilen zamanlarda
göğünde kartalların turnaların süzüldüğü
yazgısı türkülere yoldaş bir atlastan geldim
gerçek mutluluk kanattır kanatlan sevgiye
mavilere dolanmış gökyüzü kadar cesurum artık
Olcay KASIMOĞLU

Mutlu olamazlar ki değerini bilmeyenler mutluluğun.

İnsan, en çok kendisinden korkar.

Kendi duygularından, güçsüzlüklerinden, zaaflarından, acılarından, coşkularından ürker.
Onun için kaçar yaşamdan, aşktan, öfkeden, sevinçten, kendisinden kaçar.
Sonra yaşam, hepimizi kendi sofrasında ağırlar.
İnsan, hayatı keşif etmeye, değişmeye başlar.
Hayatın özü değişimken değişmemek, dönüşmemek için direnmek bir çiçek tohumunun hayır ben büyümeyeceğim böyle kalmak istiyorum demesine benzer...
Oysa;
Yaşam bir bütündür.
Her şeyin özüne gitmeli insan, görünene değil.
Bazen bildiklerimiz, gördüğümüz kadardır.
Gördüğümüz baktığımız kadar ve baktığımız düşündüğümüz kadardır.
Baktığımızı görmez, gördüğümüzü düşünmezsek eğer, gördüğümüzün bildiğimize sığmadığını da göremeyiz.
Ve;
''Hayatın hedefi özgürlüktür. Özgürlük olmadan hayatın anlamı yoktur. Özgürlük politik, sosyal ya da ekonomik özgürlük anlamına gelmez. Özgürlük zamandan, zihinden, arzudan özgür olmaktır. Zihnin varolmadığı anda evrenle bir olursun; evren kadar sınırsız ol. Doğal olarak yaşa.''
Kendimizi ve diğer insanları; mutlu etmeyi seçtiğimizde ‘’bilgelik, hakikat, neşe kaynağı ve ruhsal güç’’ ile, bütünlük ve bağlantı içine sokabiliriz.
''Bunun içinde çok büyük beklentiler içerisine girmeden, ihtiyacımız olan;
barış, özgürlük, sevgi dolu aile-arkadaş, dostlar, yetecek kadar gıda, giyecek ve barınacak yer, ulaşılabilir bir amaç ve geleceğe dair umut olması, insanların yaşamlarını devam ettirmelerine yeter.''
Gereksiz endişe, şiddet, öfke, karamsarlık ve egolardan çekip alır.
Önemli olan, nelere değer verdiğimiz ve neleri öncelikli bulduğumuzdur aynı zamanda.
Her şeyi ona göre duyar, görür ve hissederiz.
”Sakin ve neşeli bir huy, duru, canlı, nüfuz edici ve doğru kavrayan bir zeka, ılımlı-yumuşak bir arzu, sevgi dolu bir kalp ve bunlara uygun olarak iyi bir vicdan”…
Dünyaya sevgi dolu bakmanın yolu, başta bu iç yolculuktan geçiyor.
İnsan, yaşamında mutsuzsa, sevgi üretmiyorsa, ne yaparsa yapsın, nereye giderse gitsin, yüreği hep üşüyecek, değil mi ki sesi müziğe dönüştüren sevgidir.
Hayal gücümüz ve düşlerimiz önemli, hayatı sevme hissi ve coşkusu verir.
Bunlar, yerini hiçbir rütbenin ya da maddi zenginliğin dolduramayacağı üstünlüklerdir.
Cemal Süreya’nın dediği gibi ”Hayat kısa, kuşlar uçuyor” o zaman bu kısacık konuklukta mutlu olmak yaşamın biricik amacı olmalı..
Yaşamın biricik anlamını unutup, mutlu olmak için çok büyük beklentiler içerisine girip kendi varlığının anlamını unutan boş insanlar, yaşamı nasıl heba ettiklerinin çoğu zaman farkına bile varmazlar.
''Özenle sakladığınız bir sarı lira gibi ömrünüz
Vakit gelip, sandıktan çıkardığınızda
Bir de bakıyorsunuz ki, tedavülden kalkmış''
O zaman bu kadar kasıntı, bu kadar yaşam kaygısı niye?
Mutluluk, hiçbir sıkıntının ya da zorluğun bulunmadığı yer
demek de değildir, bütün bunların içinde bile yüreğimizin huzur bulabilmesidir.
Ne güzel demiş,düşünür;
''Karanlık geceye rağmen buğulanmış pencere camına güneşi çizebilmek.''
Umut etmekten, mutlu olmaktan hiç vazgeçmemek, yaşam sevincini
sürdürebilmektir mutluluk…
Mutluluk: kendin olmak, sevebilmek, üretebilmek, güven ve huzurdur.
İnsan, kendi dar sınırlarından çıkıp daha zengin bir yaşam deneyimine ulaştıkça, bakış açısı da değişiyor.
''Yaşamınızı bir baş yapıta dönüştürün
Her insan,
daimi olarak,
sadece tek bir başyapıt
üzerinde çalışmakla yükümlü olan bir sanatçıdır,
bu başyapıt kendisidir.''
İnsan özellikle karşındakini anlamak için, onda olanı anlamaya niyetli olmalı. Buda kuru bilgiden uzak, açık bir zihin ve sevgi ile biçimlenen bir anlayışla mümkündür.

20 Ocak 2019 Pazar

Koşulsuz tek sevgi, anne sevgisidir🌹


https://yenisoluk.com/cocuklarimiza-bizden-daha-yakin-kim-olabilir
Kim onları hayatla tanıştırırken; sevgiye emeği ve şefkati katarak yanında koşulsuz durabilir?
Biz onların hayata akan köprüleriyiz.
Kendi kendine yetmenin verdiği mutluluğu anlatalım. Kendi ayakları üzerinde durmanın önemini, saygınlığın, erdemin, öz güvenin aydınlığını anlatalım.
Namuslu olmanın 'cinsiyet üzerinden değil' erdemli, onurlu olmanın süzgecinden geçtiğini, geçerken de kimseyi kirletmediğini ve en büyük namusun beyinde olduğunu öğretelim.
Namusu etek boyuyla izah eden her türlü düşünceye hayır diyen bir bilinç geliştirmesinin önünü açalım.
Kıyafetlerin mistik sevincini sevdiren, incelten zevkini yaşatalım..
Sahip çıkmakla, sahiplenmenin aynı şeyler olmadığını öğretelim.
Kıskanılmanın, güvenle karıştırılmayacak o nezih çizgisini sindire sindire anlatalım.
Sevdiği ile onur duymanın içtenliğini, faziletini ve birliktelikleri nasıl büyüttüğünü anlatalım; anlatalım ki, duvarlar arkasında entrika çevirenleri, bencil egosuna hapis eden zihniyeti iyice tanısın.
Kendine güveni olmayandan, güven beklemenin zaman kaybı olduğunu,
kendine saygı duymayandan; saygı beklemenin nasıl bir aldanış olduğunu anlatalım.
Eğitimin yaşam şekli olduğunu, insana yapılan en büyük yatırımın eğitim olduğunu anlatalım.
Hiç kimsenin kölesi olmadan; fikri hür, vicdanı hür insan olmanın erdemleri üzerine bir yaşam kurmanın en büyük zenginlik olduğunu anlatalım.
El,etek öpmeden, yaşama sıkı sıkı sarılmanın en büyük mucize olduğunu
ve sevdiği için, sevdikleri için bilinçli sevgilere durmanın iç huzurunu anlatalım.
Ve en önemlisi bunları anlatırken kendimizi güncelleyip, söylediklerimizi yaşama geçirerek, verdiğimiz sözlerin arkasında durarak, yemin etmeden sözümüzü inanılır kılarak, eylemlerimizi dürüstçe çocuklarımıza yaşatalım.
Ancak o zaman anlattığımız,söylediğimiz, örnek verdiğimiz şeyler anlam kazanacak. Yoksa çocuklar büyüklerine güvenmeden, onların yaşam alanlarına saygı göstermeden, söylenen hiç bir şeye inanmayacaklar.
İnanmadıklarını kalplerine indirmezler.
Kalplere inmeyen her şey zamanla unutulur, unutulmayanlar eylemlerdir.
Yarının büyüklerine, kinden,nefretten arınmış bir dünya bırakmak bizim elimizde.
Önce biz kendimize ayna olalım. Önce biz kendimize adil ve güzel olalım. Sevginin, iyiliğin, şefkatin etiket fiyatı olmadığını içselleştirdiğimiz  zaman çocuklarımız yanlış insanlara zamanlarını harcamayacaklar.
Bu bence çok önemli. 
Olcay Kasımoğlu


19 Ocak 2019 Cumartesi

''Yüreğimde Sakladiğim Son Sözüm'' Şiir Kitabının Ön Sözü


Kendini anlatırken; yaşamın zor koşulların da düşlerin gücünü keşif etti. Kalabalık bir aile içinde geçen çocukluk yılların da düş kurmayı öğrendi.
Gençliğinde düşlerinin peşine düştü çoğu zaman zorluklar bedenini istila etse de hiç vazgeçmedi.
Zaman oldu, oda yalancı baharlara aldandı.
Esrik bir ruhla sevimli aptal aşıklar gibi dolaştığı yerler de kendini buldu.
En çokta insanların sızlayan yerinden sevmeye çaba gösterdi. Nedendir bilinmez hep acı çekenlerin yanında kendini buldu.
Ne zaman kendine dönse, muhakkak bir çıkmaz yol çıkar ve dolanır, dolanır sonra kendine çıkardı. Kendine çıkan yollar da hep mücadele ve Sabir vardı. Sanki hayat kendi rönesansını ona hep mücadele den yana çizmişti.
Fikir bahçesinin kendine açtığı zamanı hatırlamıyordu, kendini bildi bileli fikir bahçesine yolunu çizmişti.
Edebiyatın kapılarına adım attığından beri de; şiirin ve yazı yazmanın gönül sırdaşlığını keşif etmişti, biliyordu söz derinler de ve en çok yaralar da bu derinler de köze dönerdi.
Artık yazının ve şiirin yolcusuydu.
Aşka, insana,doğaya ve kendine duran...
Artık baktığı her şeyin iç yüzünü görmeye başlamıştı. Kelimelerin içlerine sakladığı arka odalar da dolaşmayı öğrendi.
Bir gülümsemenin, tatlı bir sözün en katı kalplerde ki değişimini gördü.
Nice insan yüreğinin, hiç öpülmemiş, sevilmemiş olduğuna şahit oldu. Mesleği gereği çok insan tanıdı ve hayatlarının görünmeyen taraflarına şahit oldu. Dünyaya gelen bir çok çocuğun ilk nefeslerini içine çekti.
İnsan hakları bildirgesi”ni okudu,Kuranı-kerimin mealini, Tevrat , İncil, Zebur, siyası, toplumsal içerikli bir çok kitap okudu. Kitapların insanı nasıl silkelediğini,yeni bakış açıları kazandırdığını ve kendiyle yüzleştirdiğini gördü, okumanın gücüne inandı.
En çokta şiirle geçirdiği saatler kısa, şiirden uzak geçirdiği dakikalar uzun geldi.
Yazarken içinde ki duyguları telden,süzgeçten geçirdi. En na-mahrem duygularını sınava çekti.
Hayatın da yaşadığı hiç bir şeyden pişmanlık duymamayı öğrendi. Yanlış seçim ve sonuçlarını yaşamak akabin de yaşadığın üzerin den tecrübe ve deneyimin olmazsa olmazlarını öğrendi.Ve geçmişini bir “öğretmen” olarak kabul etti.

Henüz cevaplayamadığı bir çok soru olsa da yaşamın aydınlığın da insanlara durmayı seviyor. Yaşamın çok özel bir hediye olduğuna, yaşanması gerektiğine, yaşı kaça vurursa vursun yüreğinde ki çocukla inanıyor. Çocukluğunda ki yaylaların serin esen rüzgarlarını,ilkbahar da açan kardelenleri ve yere uzanıp gecenin karanlığın da kendine seçtiği yıldızın yüreğine göz kırpan dostluğunu özlüyor.
Şimdiler de en büyük hayalı; Savaşsız bir dünya ve açlıktan ölmeyen çocuklar ve şiddetin olmadığı mutlu yuvalar, insan olmanın erdemine yakışır bir dünya düzeni.
İlerde sallanan bir koltukta, denizin karşısında dalıp gideceği günler.!..
Sevimsiz duyguları, yalanları  dar ağacına asacağını söylüyor.
Yaşamda ki yükü ağır; içine süzüldüğü dünyanın eşit olmayan dengelerine ve doğuştan verilen hakların sadece fikirden yoksun,paradan zengin insanların elinde olmasına çok kızıyor. Yaşam hakkının ,haktan anlamayan cahillerin elinde olmasına kızıyor. Hakkaniyetin derin sulardan sudan sebeplerle çıkartılmasının öfkesini taşıyor, bir de adam olmayanların adammış gibi libaslara sarılmasına kızıyor.
Her şeye rağmen dilinden türküler düşmüyor.
Her gece kirpiklerine düşen yıldızlara göz kırpıyor. Hiç öpülmemiş,sevilmemiş yüreklere dokunuyor. En çokta insanların acıyan yerlerine dokunuyor. Hep acı çekenlerin yanında kendini buluyor.
Hala içinde ki masum çocuk gözleriyle yıldızlara göz kırpıyor. İçinde kimselerin bilmediği bir lisanı var. Bütün güzel şeyleri içinde ki sesle dinliyor.
Hala vaktinden önce açıyor yapraklarını...
Ne olursa olsun 'Hala bir yani umudu yeşil,bir yanı mavi'
Yaşamın çok özel bir hediye olduğuna inanıyor.
İşte bu nedenle olsa gerek; aç gözlülükten uzak, esir olmadım kimseye. Hiç kimse h tutsak edemedi beni kul kapısına.
Olur da bir gün merdivensiz kuyulara düşersem, içimdeki;
görmek isteyenlerin gördüğü, satılık olmayan, değer biçilemeyen, elden ele geçmeyen, takası yapılmayan, içinde güzel şiirler okunabilen, en güzel ve en zor olanını "YAŞAMAK" sanatına dönüştüren yüreğimi çıkarın gün ışığına yeter...

Nede olsa yürek bahar yeri...

23.08.2012/ İstanbul/ ''Yüreğimde Sakladığım Son Sözüm''

Şiir Kitabı Önsözü

18 Ocak 2019 Cuma

Gülümse hadi gülümse yenilensin dünya...
Gülümseme; sevginin ve insan olmanın anahtarıdır.
Gülümseme; hayatın yorgunlarını dinlendirir.
Gülümseme; sevgi dolu bir yüreğin gözlerden yansımasıdır.
Gülümseyin; kim gülen bir yüze, gözlerini değdirmez ki!
Asık suratlı insanlardan hiç kimse hoşlanmaz. Konuşurken söze başladığınız sırada karşınızdakinin kaşlarını çattığını, asık bir suratla sizi dinlediğini görürseniz konuşmak hevesiniz kırılır. Lafı kısa kesip bu tatsız sohbeti bir an önce bitirmeye bakarsınız. Bir de karşınızdakinin sizi güler yüzle dinlediğini, hatta araya biraz da tatlı söz karıştırarak sohbete renk verdiğini görecek olsanız konuştukça konuşacağınız gelir. Güler yüz her şeyden önce insana cesaret verir.
Yeni bir güne başlarken; gülümsemenin çağırdığı bütün güzellikleri kucaklayacak bir sevinçle kollarımızı açalım ki yeni bir gün bizi de kucaklasın, gülüşlerimiz karışsın kuşların sesine.
Cenap Şahabettin' ne güzel demiş ’Şen adam güneşe benzer girdiği yeri aydınlatır.’
Hayata, umutlara, sevgiyi bize getirmek için yola çıkanlara gülümseyin.
Bırakın, biri- birileride bizim için endişelenin bizim için ağlasın... İnsan olmanın zayıf yanlarını da yaşayalım.
Her zaman güçlü olmaz insan kendine... bırakın yüreğinizde zayıf yanıyla barışsın.
Hayatta her şey mükemmel olacak diye bir şeyde yok. İnsanız, insanca yaşamanın kurallarını koyan da biziz.
Kendine değer vermeyen, olgunlaştırır-mı gönlünü söyle?
Başkaları için vazgeçtiklerimiz var bir süreliğine de olsa, koysak bir kenara, günün ilk ışıklarını kendimize ayırsak?
Kendimizin farkına varsak, yoksa hayat avuçlarımızdan kum gibi kaymakta.
Başkaları ne söyleyecek diye düşünmeden hayatın içinde kendin olma şölenini yaşamak ve hayata gülümsemek.
Gülümsemek ama önce kendi yüreğine sonrası zaten düşer her yere.
Sonra içimizde ki bizi biz yapan bütün o küçük parçaların tadını çıkarmak için gülümseyelim.
Hayata bir şans daha verelim avuçlarımızdan akıp yok olmadan önce... 

Bektaşi’nin hikâyesini bilirsiniz: 80 yaşında öldüğü halde mezar taşına “5 sene yaşadı” diye yazdırmış. Bu beş sene onun hayatta gülerek, neşe içinde yaşadığı, gam kasavet nedir bilmeden hoşça geçirdiği senelermiş
                                                                                Gülümseyemeden geçirdiğim, kaçırdığım zamanlar için kocaman bir gülümseme konduruyorum yüzüme ve biliyorum ki;
İçten bir gülümseme; mutlu ve huzurlu bir yaşamın anahtarıdır. Sevgi dolu bir yüreğin gözlerden yansımasıdır.
İçten bir gülümseme, ben mutluyum ve sizinde mutlu olmanızı istiyorum demektir ve gönüller arasına sevgiden inşa edilmiş köprüdür. İnsanın ruhunda açan çiçeklerin evrene sunulması ve içimde karanlığa yer yok demektir. Paranın satın alamayacağı kadar büyük bir güce sahip olmaktır. Hem kendimize hem evrene yapılan en büyük hizmettir. Gülümsemek yüzde beliren bir mimik değildir sadece, senden karşındakine ve onun içindeki sonsuzluğa yaptığın bir yolculuktur...Gülümse hadi gülümse karanlıklar aydınlansın yoksa nasıl yenileniriz hadi gülümse, gül, gülsün dünya....
Olcay Kasımoğlu

17 Ocak 2019 Perşembe

Ayrıntılar acıtır.
Bazen duygularımız daha biz yaşlanmadan onlar yaşlanır ve bizden hayatın yanaşacaklarını alır. Hayat sanki kendini anlayanlarla arasına mesafeler koyar.
Yaşamın içine karışmasına izin vermez.
Hayatın içinde hep ardına bakan ve ardında bıraktıklarıyla yaşayan insanlar gördüm. O'kadarki bugünü yaşamayı kendine zehir edecek kadar. Her şeyi didiklerler, mazisinin gölgesinden, anılarının küf kokan yükünden bir türlü arınamayan, yürekleri yarına yorgun ...
Ne istediğini bilmeyen, nerede duracağını hiç bilmeyen, ne çok çelişkiye gebedirler.
Büyük hayallerin yıkımlarını yaşarlar. Her şey, geçip gittiğiyle kalıyor arkasında toz, duman izi bırakmadan. İzler yüreğe bırakılır.
Geçen yıllar, hayal kırıklıkları, umduğunu yaşamamak... her şey !
Ayrıntılar acıtır.
İnsanlar;,insanca yaşamanın onurunu kendi yüreklerine, beyinlerine yaşatmadan mutlu olmayı unutsunlar , insan olmak bütün olmaktır. Gök kuşağına benzer. Gök kuşağına baktığında seni rahatsız eden hiç bir renge rastlamasın. Kendi varlığını başkasının ona biçeceği değere bağlamamayı,kendi özündeki şefkati yakaladığında o gök kuşağı onu hayata sevdirecek kadar renkli ve içi dolu umutlar besler.
Hayatın ayrıntılarda nefes almadığını muhakkak gösterecektir. Hayatındaki mutsuzlukların kendi kattıklarıyla da oluştuğunu gördüğü anda işte yaşama ve içine, özüne hoş geldin dediğimiz gün olacak...

Olcay Kasımoğlu
Yalnızlık
Yalnızlık başlı başına kişinin kendi iç dünyasında var olma halidir, kendine yetebilen, sınırları olan ve toplumsal sınırları zorlamayan. Bazı insanlar vardır ölümden korkar gibi yalnız olmaktan korkarlar oysaki en büyük acı insanın kendine duyduğu tanımsız yalnızlıktır.
Yalnızlığı kadermiş gibi algılayan insanlar vardır birde yalnız olmayı beceremeyen insanlar.
Oysaki yalnızlık bir tercih olmalı kişi kendini bir yere zorla iliştirmemeli, zoraki yaşamak gibi olmamalı.
Yalnızlık başlı başına kişinin kendi iç dünyasında var olma halidir, kendine yetebilen, sınırları olan ve toplumsal sınırları zorlamayan. Bazı insanlar vardır ölümden korkar gibi yalnız olmaktan korkarlar oysaki en büyük acı insanın kendine duyduğu tanımsız yalnızlıktır.
Yalnız olduklarında ayaklarının altındaki toprak parçası kayar.
Her şey hüzün ve kederi çağrıştırır bütün yenilgiler onları bulmuştur, kadere isyan, batsın bu dünya en iyi söylemleridir.
Kendilerine eşlik eden bir iç huzura sahip değildirler. Her şeyin nedenini dışarıya bağlamıştırlar.
Hani her şey suçlu onlarda bu nedenle yalnız ve güçsüzdür.
Aslında madalyonun öteki tarafı bu kadar kolay kaçış yoluna sahip değil.
Tamamen sorgulayan, anlamaya meyillenen, kendi eylemlerine sahip çıkan bir iç denge vardır.
Yalnızlık bir duygudur tek başınalık ise fiziksel bir haldir.
Pek çok zaman kulağa aynı gibi gelse de “tek başına” olmakla “yalnız” olmak aynı değildir! “Yalnızlık” bir duygudur, “tek başınalık” ise fiziksel bir hal...
Yapman gereken en önemli şey, tek başına olmak ve yalnız olmak arasındaki arasında ki o ince çizgide seçimlerini iyi yapmaktır.
Geçmişle yaşayan sürekli geçmişi mitleştirenlerden doğrusu pek hazzetmem.
Yaşandı ve bitti bitmeyen, tecrübeye binayen deneyim ve tecrübeleri hayata bilgece katmak.
Şimdi yaşadığımız an var bu anıda geçmişe vermeden hakkını verelim.
Yalnız ama dingin yaşamayı bilelim.
Çoğul kalabalıklarda yaşanan yalnızlıkları hayatımızdan olduğu kadar uzaklaştıralım.
Birbaşınalık başka yalnızlık başka. Birbaşınalık fiziksel bir durumdur. Hayatın içinde yalnız yürüme halidir.
Yalnızlık ise aynı evde başkalarıyla arana tel örgüler örer duyarsın ama onda değilsin, yaşansa bile sahip olunabilecek bir ruh hali.
Yalnızlık bir yarı uykuya dalmanın sonun da korkulu düşlere uyanma halidir, kendinle, kendi düşlerinle yürüme durumu. İnsan beyni çok sever yalnızları.
Geçmiş, bugünden daha çabuk teslim alır hayatlarını.
Bu konuda bildiğim bir şey varsa o da "yalnızlığın en kolay yalnız değilken yaşandığı". Anlık yalnızlıklar. Aslında buna daha çok, sakinlik, durma hali de diyebiliriz.
Ama asıl yalnızlık başka bir şeydir.
Anlamsızlaşır bir sürü şey ve bir sürü şey de fena halde anlam kazanır.
Sen donmakla yanmak arasında biçare.
Toparlanmak için ne kadar gün ışığı lazımsa dağılmak için azıcık karanlık yeter.
Yeter ki İçimizdeki umutların dalları budakları kırık olmasın.
Ne olursa olsun düşünceler içerisinde kırılır yalnızlık, Kim bilir belki de sadece aradığımız üşümeyen bir yalnızlıktır...

Olcay Kasımoğlu.

16 Ocak 2019 Çarşamba

İyilik seven kötülük edemez zaten.
...aslında çok şey istemiyorum bu hayattan
gözlerinde yüreklerini görebildiğim insanlar
kaybolmayan, tamamlanası olan
birbirine aktıkça çoğalan
ateşten gömlek gibi, ilikleri birbirine kenetlenen
hayat gibi, saflığa yakın bir yerde
eli elindeyken
hesapların tutulmadığı
aklının akıl oyunlarına durmadığı
sözlerinde yalan çiçekler yerine, doğru dikenleri olan...
Yaşadığım yer, yaşam koşulları zor bir yerdi. Tüm aileler çok çocuklu, gelir düzeyi düşük, evler bahçe içinde tek katlıydı. Benimde tam burada başlayan ve dağların arkasına göz dikmemi hızlandıran bir anımda böyle başlamıştı...
Görünüşün çok önemli olduğu çağlardaydık. Yine böyle günlerden bir gün dersteyiz. Konu Türkiye'nin batısı, doğusu üzerine. Eğitim ve yaşam koşullarını konuşuyoruz. Dersin öğretmeni hayat dolu. Umut dolu sözlerle bize yaşamadığımız dünyaları anlatıyor. Bunu yaşamayanlar bilemez. Merakın gizini, birinin ağzından dökülenlere sığdırmak! İşte o gün dağların arkasındaki yaşam benim yüreğime düştü.
Öğretmenimiz, insan yaşadığı yer kadardır dedi; bilmedi (bilemezdi) bu kara kızın yüreğinde nasıl bir sancıya sebep olduğunu, rüzgarın yelkenlerine savurduğunu. İçin için kızmıştım. Ne demek biz şimdi bir avuç içi miyiz? kapladığımız evlerin karesi miyiz? Aklımız, sevdamız kasabamız kadar mı? Daha neler neler. Tabi söz yüreğe düşmüştü. Uzun zaman kafamın içinde hep o söze takılı kalmıştım. Kendimce küsler yaşamıştım. Bizi yaşamadan, yaşamımız üzerine söylediği söze! Oysaki büyüdükçe ben onu anlamaya, umarım ki o da yaşadıkça umudun, sevginin insanın yaşadığı yer kadar olamayacağını yaşayarak anlamıştır.
Hayat insanın umut ettiği ve yaşamak istediği kadardır. Ben bunu o an belki anlamamış olabilirim; ama şunu da kesin olarak biliyorum ki, insanın bulunduğu ya da yaşadığı yerin büyük ya da küçük oluşundan daha çok, düşüncelerinin boyutu ve hayatı sorgulama biçimi insan yaşamı için daha elzemdir.
Yaşam koşullarımız ne kadar zor olursa olsun, aydınlanmak acıdan kaçmak değil, acıyı anlamaktır, ıstırabı anlamaktır, mutsuzluğu anlamaktır. Zor yaşam koşulları, sıkıntı ve imkansızlıkların üstünü örtmüyordu bu gerçekle nasıl mücadele edileceğini öğretiyordu, bizi hayata karşı mücadeleci ve güçlü kılıyordu.
Üstünü örtmek, bir şeyin yerini tutmak değildir.
Yaşam nedir?" diye sorduğumuz derin bir kavrayıştır. Bunları görebilmek,anlamak istemek,sorgulamak onlardan özgürleşmek demektir…
Ben umut ettim, kendimi insanların kafasında ki o sınırlara hapis etmedim, özgürleşmenin tadın da bir yaşama durdum. Kula kulluk etmeden kendi varlığımın bütünlüğüne sahip çıktım. İlk üniversite yıllarım da bana sorulan doğulumusun hıııım uzatmalarına ilk zamanlar gönül koyduysam da birazcık daha yaşta mesafe almanın getirdiği olgunluk ve incelikle evet Türkiye'nin doğusun da doğup iklimin ve yaşam koşullarının getirdiği zorluklardan geldim. 
Hamurum; rüzgarın, fırtınanın, tipi-boranın altın da yoğruldu, şimdi ise bu özün de sevgi,inanç olan hamur Türkiye'nin batısın da yavaş yavaş hayat tecrübesiyle şekillenecek ne mutlu bana.''Derken buna en çokta o dönemin Öğretim görevlisi ( 1990) Fatma ETİ' hocam gelip bana sarılmış evet Kasımoğlu sen bize umudun, görmediğimiz diyarların ışığısın, sen bize ön yargılarımızı hatırlatan, içimizin aynasısın demişti. O günden sonra hayat bana hep içimde ki çocukla eşlik etti ve ben hiç bir zaman sınırlara inanmadım. İnsanları sınırlara bölmedim.
Sınırlara bölenlere de; aklın, bilimin ve sevginin bir arada harmanlandığı yürekler diye bakmadım. Benim için, bu yaşamda bu tarz insanlar hep yitiktirler ve hep yitik olacaklar. 
Bulmaya hiç heveslenmeyeceğim insanlar. Gönül birlikteliği kuramayacağım insanlar..
Ne mutlu, içinde iyi insan aşkıyla hayata onurlu duruş bırakanlara...

Olcay Kasımoğlu

12 Ocak 2019 Cumartesi

Kaosun Kutsal Kitabı


20. yüzyılın son kâhin-peygamberi Albert Caraco'dan tüm insanlığa bir lanettir Kaos'un Kutsal Kitabı. Nietzsche'den bu yana hiçbir filozofun gösteremediği yıkıcı gücü taşıyan, bir münzevinin kendisine "rağmen" kültleşen metni...

''Dünya’nın ve doğal kaynakların tükenmemesi için insan türünün artık çoğalmaması gerektiğini savunan Caraco aksi takdirde kaosun devreye gireceğini ve insan türünü yok edeceğini vurguluyor. ”

Soğukluğu, doğrudanlığı ve berrak karamsarlığıyla eşsiz, bir "nesnellik fanatiği"nin bedduası…

Üremeye, üretmeye ve tüketmeye bir reddiye; şehirlere, beton katmanlarına, budala politikacılara, böcekleşmiş yığınlara, gökten firar etmiş tanrılara bir lanet...

''Dinlere mümin gerek, uluslara savunacak insan, sanayicilere
tüketici; bu demektir ki herkese çocuk gerek, yetişkin olunca ne olacaklarının bir önemi yok.''

İnsanlar hem özgürdür hem bağlı, arzu ettiklerinden daha özgür, fark ettiklerinden daha bağlıdırlar, çünkü fanier kitlesi uyur gezerlerden ibarettir ve onların uykudan uyanması asla düzenin çıkarına değildir, yönetilemez olurlar çünkü o zaman.
Düzen insanların dostu değildir, onları keyfince yönetmekle yetinir, ender olarak uygarlaştırma-ya, daha da ender olarak insanileştirmeye çalışır.''
"Çaresizlik bir gerçektir ''Var olan düzeni kabullenip onunla mutlu yaşayan herkes birer “sosyal böcek”tir. ''Yalnızlık,ölümün okullarından biridir,çoğunluk asla bu okula giremez. "On milyonlarca insan savaş için çalışıyor, ahlak ile çıkarın ittifak yaptığı bu çözüm yolunu bozmayı artık hayal bile etmiyoruz.
Hangi alanda olursa olsun, aptallıkta birbirimizle yarışıyoruz, icatlarımız paradoksa çare bulamıyor. Giderek daha zekice imkânlara sahip olurken giderek daha aptallaşıyoruz, biz bu imkânların yasasına tabi olacağız ve bu imkânlar da bize sahip olacak, biz hayal kırıklığına uğrarken devlet şeflerimiz imkânların ilk hizmetkârları olacaklar ve biz de sınırsız bir köleliğe bağlanacağız.
Hiçbir şey olduğundan fazla değil, her şey başka bir şey olma iddiasında, göründüğü gibi olmayı reddediyor; akıl almaz yüzlerce aldatmaca doğuyor böylelikle; yazarlar, saygınlık ve itibarla çevreli, ne yapacaklarını bilemez haldeler. Bunun sonucunda genel bir uyuşukluk yayılıyor her tarafa; ve eğer Tarih’in dersine kulak verseydik, uyuşukluktan sersemliğe giden yolun en kaygan yollardan biri olduğunu bilirdik.''


VAHŞETİN KUTSANDIĞI BU DÜNYADA,
YOLU SEVGİDEN GEÇENLER DOKUNSUN DÜNYANIN TENİNE !
Bilgiyle
Sevgiyle
Şefkatle
Beslediğimizde kendimizi
Ancak o zaman ulaşabiliriz
İnsan olmanın erdemine...
''Sevgiyle yaşamak ve sevgi için yaşamak dururken, bir insan, ömrünün sonuna ya da zaman onu azat edinceye kadar kendi koyduğu geçersiz kanunların kölesi olarak kalabilir mi? Dikenler ve kafatasları arasında kendi bedeninin gölgesini görmemek için gözlerini yere dikerek ya da yüzünü güneşe dönerek sonsuza kadar durabilir mi?
Kalbime giden yol nereden geçer, artık biliyorum...
Biliyorum....nerede durulur, nerede susulur, gözce ne konuşulur....
Öyle çok değerliymiş ki zaman, kendimi buldukça anladım...
Usta ''sevgiyi seçen kişiymiş'' her durumda, her koşulda...
Hepimiz sevgiyiz ve ''sevgi'' sahip olduklarımızı paylaşır.
Ve aşk;
Hiç bir aşk mükemmel değildir, zaten mükemmel aşkta yoktur varsa da aşk değildir.
Ama bir şey var ki, en yoğun olduğu anlarda bile seni düşündüğünü hissettiriyorsa ,sen onun için anlamlısın ve değerlisin.
Seni iki kez düşündürebiliyorsa ve gereksiz kuşkulara acabalara düşürmüyorsa, onu seninle tutmaya çalış ve ona verebileceğin sevgiyi esirgeme.
İnsanlara hiç kimsenin günde yirmi dört saat boyunca sevemeyeceği öğretilmeli; dinlenme dönemlerine ihtiyaç vardır ve hiç kimse emir üzerine sevemez.
Sevgi kendiliğinden olan bir olgudur. O ne zaman olursa olur ve o ne zaman olmazsa olmaz.
Mesele günün her anını seni düşünerek geçirmek değil, geçen zaman içinde yaşama senide kattığını, değerli olduğunu hissettirmek...
Böyle bir insan zaten sağlıklı düşüne bilen bir insandır, bilir karşısındakinin de bir insan ve et parçasından ibaret olmadığını.
Onu değiştirmeye çalışmayalım, çözümlemeye kalkmayalım.
Kendimize empoze değil onun kendi olmasını sevelim ve seni var olan özelliklerinle seven bir insanı kendimize benzetmeye çalışmayalım,ona kendi olma fırsatını verelim.
Bizi mutlu ettiğinde gülümseyelim, kızdırdığında fark etmesini sağlayalım. İhmal edildiğimizi düşündüğümüzde nedenini soralım ,aldığımız cevap bizi tatmin etmiyorsa bir sorun var demektir.
Bu, ilişkimizi tekrar gözden geçirmek için bir sinyal olabilir. Kendimize öz eleştiri yapalım, kesinlikle onu haklı göstermek için kendimize duygusal baskı yapmayalım, Kalbimiz rahat değilse muhakkak yolunda olmayan bir şeyler vardır.
Bu illada, sevmediği anlamına gelmez ama her iletişim özen ve itina ister.
Eyer kendimizi özel ve iyi hissetmiyorsak bir daha düşünmek ve karşında ki insanı yıkıcı değil ama çözüme ulaştıracak geniş bir bakış açısıyla yeniden gözden geçirmek gerekir.
Kim bilir belkide hiç ummadığımız bir ayrıntı nice yollar çizer.
Yeter ki niyetlerimiz temiz olsun yoksa bu dünyada her şeyin çözümü ve yolu var.
Zor olan ne istediğini bilmemek yada ne istediğine karar verememek.
Hiç kimse bulunmaz hint kumaşı değil, sadece imkanlar ve koşullar insanların seçim seçeneğini ya azaltır ya çoğaltır.
Nice insanlar var parasıyla konuşur, kimileri doğuştan sahip oldukları artıların onlara sağladığı imkanlarla merdivenleri atlar.
Kimi ise o merdivenin basamağına gelmek için bile bir ömür harcar.
Ne olursa olsun yüreği ve dünyası geniş insanlar er veya geç olgun ve doyumlu olurlar.
Şayet ruhun atlası sevgi değilse ne yaparlarsa yapsınlar boş.
En sonunda yine boş tencerenin çıkardığı sese dönerler.
Kendimizi gördüğümüz yüreğe serilelim, sıcaklığını, samimiyetini, gülüşünü bize koşulsuz bağışlayan insanı bulduğumuzda sımsıkı sarılalım ve sarılırken yanında huzuru buluyorsak o bizim cennetimiz ve o cenneti boş avuntularla örselemeyelim...
Çünkü sevgidir kalplerimizi ortaya çıkaran güç. Sevgiyi ortaya çıkaran, kalplerimiz değildir.
Zaten hakiki sevgiler aydınlatandır, sorgulamalara ihtiyaç duymaz..
Hayatı ''olgun, bilinçli, doyumlu, istikrarlı'' ve sevgi dolu insanlarla paylaşalım.
Sahi herkes seviyor o zaman neden bunca acı, keder ?
Sorun sevgisizlik mi, yoksa yanlış sevgi anlayışı mı?
Sevgisizliğin toplumun temel sorunu olduğu hep yazılır, çizilir acaba asıl sorun sevgisizlikten çok sağlıksız sevgi anlayışı olmasın ?
İnsanlar daha çok sahip olmak istiyor...sahip çıkmak değil.
Egemen olmak istiyor...beraber özgürleşmek değil.
Benim olmalı diyor...hayatı beraber paylaşmalıyız demiyor.
... Üzerine yatırımlar yapıyor...fikrini sormadan.
... Bu ve benzer şeyleri sevgi ile karıştırıyor ya da bunların birkaçını sevgimize
"katıştırıyor" olabilir miyiz ?
İki insanın gönüllü olarak kuracağı beraberliğin temelinde hiçbir biçimde "razı olmak" ya da "katlanmak" olgusu yatmamalı.
Kişiler; benim can yoldaşlığı yapmak istediğim insan ve istediğim yaşam bu diyebilmeli.
Bana göre tek başına mantık evliliği de, tek başına aşk evliliği de yetmiyor.
Yazdığım bir köşe yazısın da (aile içi şiddeti anlatırken) bunu dile getirmiştim.
*İki insanın aşk ve duygusal uyumu olmalı.
*Kişilik,mizaç,dünya görüşü uyumu olmalı.
* Günlük yaşam tarzı çok zıt olmamalı.
* Yakın ve uzak gelecekten beklentiler de uyum olmalı.
*Menfaat ve çıkar üzerine kurulu hiç bir birliktelikte insancıl duygu olamaz bunun ayrımında olunmalı.
*Vicdan ve merhamet olmalı.
* Vefa duygusu muhakkak olmalı.
Hepsini bir arada bulmak zor olsa da en azından üzerinde düşünmeye değer...
Yaşam gönüllü alıp vermedir.
Bırakın hayatla geçinmeye niyeti olmayanlar gitsin,yollarını zorla kapamayın/

Olcay Kasımoğlu