Translate

29 Mart 2019 Cuma

Beethoven'in En Meşhur Eseri



Sevgi içime çekebileceğim hava,
Sevgi kırılgan yanımızın en büyük tesellisi 
Soğuk ve renksiz dünya da içimize değen huşu
Ruhsal yaşamın güzelliklerini tadan zümrüdü anka
Taşla dolu olan çok sayıda kalbın içinde kevser...

Olcay Kasımoğ

27 Mart 2019 Çarşamba

Sanat İstikrarı Seviyor: Cem Adrian

Sanat İstikrarı Seviyor: Cem Adrian: ''Dünya bir sanrıdır" diyor birisi "belki bir sancı" kim bilir ! ''Bugünlerde, konuşmak değil istediğim.....

Cem Adrian


''Dünya bir sanrıdır" diyor birisi "belki bir sancı" kim bilir !
''Bugünlerde,
konuşmak değil istediğim..
Kendimi bulduğum bu derinlikte, hissettiklerimi hissedebilen biriyle susmaya ihtiyacım var..''
Hepsi bu...


''Sevgili Dost,
Herkesin seviyormuş gibi yaptığı, ancak sevginin ne olduğunu pek az kimsenin bildiği bir zamanda yaşıyoruz.
Halbuki sevgi Ayrık otları gibi rastgele büyümemeli kalbimizde. İtinayla seçilmeli toprak; ağacı görmek istediğimiz yere ekilmeli tohum..
Yazın buharlaşmayacak, kışın donmayacak, sonbaharda yapraklarını dökmeyecek, yani hep aynı kalacak ya da hep artacak sevgi.
Altını görünce gümüşten, gümüşü görünce bakırdan vazgeçmeyecek.
Tagore gibi “ İstediğin zaman lambayı söndür. Senin karanlığını da tanır ve severim.” diyecek.
İstediğin zaman lambayı söndür. Ben senin karanlığını da tanır ve severim..

, ruhun gücünü tükettiği menzillerde işin ne?
Böyle dostluklar hiç bir rüzgardan etkilenmez ama oraya varana kadar ne yol gidilir kim bilir? Dostluğa, insana inancım sürüyor ama darbeli, şimdilik pert değil. Özenerek sakladıklarım, ömürlüklerim hatırına...
Sevgi var bir de, en çok ona üzülüyorum. Hesap kitaba yenik düşmüş, böyle bir değişik olmuş, erkenden çökmüş insan gibi yorgun sevgiler. Oysa çocuk olmak yakışır sevgiye hem masum hem enerjik hem hep aynı. Koptun sen diyenler olabilir, ne güzel kopuş. Başka neyle tutunuyoruz hayata? ... Kimisi çocukları kimisi sevdiği kimisi kedisi ile kimisi de soyut bir şeyleri yücelterek aleminde dolduruyor kalbini.''

24 Mart 2019 Pazar

Lorî Lorî / Nenni Nenni - Gülseven Medar


Kalbi olanların çok az olduğu bu yitik çağda, hüzünlenmek bir ayrıcalıktır...
''Duydum ki.
Kuşlarını alıyor gidiyormuş gökyüzü''
Olsun;
Gidenleri öpün benim için
Hayat;
Bir rüzgarın esişi değil mi
Beraberiz ebediyen.
Her şeye, herkese rağmen...
''İlhan Berk

Ahmet İhvani - Dost Cemalin Benzer


''Her şeyi söyledi gök her şeyi, içe düşen, dipdiri ve şefkatli her şeyi... Duyamamaktan daha acı ne var?'' 💕

18 Mart 2019 Pazartesi

Bir fotoğraf karesi öylesine bir şey değildir, bir anlayışın ürünüdür.
Ve her an sonsuzluğun yaşıdır...💕  

''Başlamak için adanmışlık şart. Bitirmek içinde kararlılık.''
Hayatım boyunca zamanın getirdiği sorunlardan hiç kaçmadım..,
Ah yaşamak seni
Kır çiçeklerine bulanmış yüreğin
Tene değmesi
Gizli
Tutkun
Ah yaşamak seni
Su gibi aziz
Ay gibi büyülü
Bir gül hikayesi gözlerinde
Gibi çocuk gibi sımsıcak
Ah yaşamak seni
Dilsizin yüreğinde keman
Sesleri sevdayı çığlıklayan
Karanlığımda iki yıldız ellerin...
''Algısız kavramlar boş, kavramsız algılar kör ve sağırdır...''
Sadece kendin ol.
Kendi hikayenin kahramanı ol.
Başkalarını ışığınla aydınlat, mutlu olduğunla yoluna devam et.
Olcay Kasımoğlu

18 Mart Çanakkale

Mustafa Kemal Atatürk'ün dediği gibi;
''Bir savaş ülke savunmasını içermiyorsa cinayettir.''
Onurlu savaş olur mu ?
Eğer yaşadığın toprakları sana dar eden bir zihniyetin maşası olmayı ret edip karşı bir duruş sergiliyorsan oluyor işte!
Egemen, emperyalist ülkelerin hain planlarını yerle bir eden yavrularının yüzlerini bir daha göremeyeceklerini bile bile savaşa gönderen analar..
Afrika'da ki yer altı kaynakları için, petrol kuyuları için, silah kaçakçılığı için, eroin kaçakçılığı için hiç bir ana evladını savaşa göndermez.
Dünya yüzünde savaş isteyen bir kadın yoktur daha, savaş denilince akıllarına ilk önce sevdikleri gelir ve sevdikleri; dünya yüzünde mala-mülke satılmaz, alınmaz.
Eğer bu topraklar üzerinde her şeye rağmen kalmayı sürdüreceksek, öncelikle medeniyet ve barış gibi büyük kavramlarla birlikte; düşünmeye, sorgulamaya başlarken, soruları ve cevapları doğru yerde, doğru adreste aramalıyız.
Soru sorarak; çelişkili yanıtlarla yetinmeyip, yeniden ve yeniden irdeleyerek ve en önemlisi şahsı değil, bir ulusun ortak paydalarında buluşmak adına, gerçeklerden yana olmalıyız.
İşte bu uyanma ve diriliş bize sorumluluk yüklüyor 'insan olma' sorumluluğu.
Atatürk nasıl sesleniyor ANZAKların  ruhlarına ve annelerine;
“Bu memleketin toprakları üzerinde  kanlarını döken İngiliz , Fransız, Avustralyalı , Yeni Zelandalı , Hintli kahramanlar! Burada , dost bir vatanın  toprağındasınız. Huzur ve sükun içinde   uyuyunuz. Sizler Mehmetçikle  yanyana, koyun, koyunasınız. Uzak diyarlardan  evlatlarını   harbe gönderen analar! Gözyaşlarınızı dindiriniz. Evlatlarınız  bizim bağrımızdadır, huzur içindedir ve rahat uyuyacaklardır. Onlar bu topraklarda canlarını  verdikten sonra  artık bizim  evlatlarımız  olmuşlardır.” Bu kez Avustralyalı bir anne de  Mustafa Kemalin  mektubuna karşılık bir mektup yazar; “Gelibolu topraklarında  yitirdiğimiz evlatlarımızın acısını  alicenap  sözleriniz  hafifletti, gözyaşlarımız dindi. Bir anne olarak  bir güzelim teselli verdi. Yavrularımızın  sonsuz uykularında  huzur içinde  dinlendiklerinden hiç şüphemiz kalmadı. Majesteleri kabul buyururlarsa  , bizler de size  “Ata” demek istiyoruz. Çünkü yavrularımızın  mezarları başında  söylediğiniz sözler  , ancak   bir öz babanın  sözleri gibi yüce. Evlatlarımızı bir baba gibi kucaklayan Büyük Ataya  bütün anneler adına sevgi ve  şükran, saygıyla”
Gelişen-değişen-üreten dünya düzenini yeniden anlamaya ihtiyacımız var.

Olcay KASIMOĞLU

13 Mart 2019 Çarşamba

Sevgi en büyük mucize.

İnsanlar bir şeyi gerçekten,yürekten isterlerse evren onlarla birlikte çalışır.Olumsuzluklar onlardan uzak durur. İnsan olumlu duygularla dolduğunda kötü hislerin olması,hissedilmesi neredeyse imkansızdır. Duygu ve düşüncelerimizin bize artı yada eksi olarak dönmesi tamamen bizim iç dünyamızla ilgilidir. Bir olaydan ,acıdan herkes aynı derecede etkilenmez. Bu tamamen bizim algılamamızla alakalıdır. Bu aynı negatif ve pozitif  enerji yayılımı gibidir. Hangisini yoğun hissedersen o'gelir seni bulur..Dikkat edelim bazı insanlar sürekli şikayet ederler ve ne ilginçtir ki bu insanların etrafında şikayet edilecek ortam ve olaylar etraflarında hiç eksik olmaz hatta ayna gibi kendi yansımalarıyız gibi o'türden insanlarında kendilerine çekerler. Yanı üzüm üzüme baka baka kararırsın baş aktörleri gibidirler. Oysa hayat bir mucizedir.Bu mucizeye gözlerimizi kaparız. Kulaklarımız bu mucizenin neşeli şarkılarına kulaklarını tıkamış gibidir oysa; SEVMEK, ŞÜKRETMEK bize verilmiş en büyük hediyedir.İnsan yüreğe kör olunca içine güneşte doymazmış. Oysa neden kendimizi aydınlıklara çıkarmak bu kadar kolayken niye gider adamı adamlıktan çıkaran ipsiz kuyulara salarız.Kendimizle hesaplarımız bir türlü bitmez.Şükret,komşunu sev,rızkını helal kazan,hak yeme.Bak başın yastığa değdiğinde yüreğindeki güzellikler seni yalnız bırakır mı. Her gün yeniden yeniden çoğalır yaşama karışırsın hemde hiç kimseye minnet eylemeden.Yapmamız gereken:Kendimizi mutlu etmek.Başkasının bize biçeceği kıstaslar yaratıp onların verdikleriyle mutlu olma beklentisinden vazgeçelim.Mutluluğu takip edelim ama arkasında kaybolmayalım.Aramıza alalım.Dünyanın bereketine kendimizi açalım.Bize iyilik edenlere minnettarlık duyalım onlarla bu evrende yalnız olmadığımızı birbirimize hissettirelim.Dünya penceresine çok boyutlu bakalım. Olaylara,insanlara bakış açımız seçenekleri görmemizi,değişmemiz gerektiğinde kendimizi güncellememize yardım edecektir.Kendimize karşı açık ,sade, duru olmak her zaman kendimizi İFADE etmemizde gereksiz olanların elenmesine yardım edecektir.Çoğumuz hayatımızı dengede tutmak için kurallar koyarız.Düzgün konumda tutmaya çalışırız içine neşeyi katmayız oysa hem neşeli hemde düzgün yaşayabiliriz varsın bazı günler hayat rutinden çıksın.Ne olur yani ara birde olsun bizimde çılgınlıklarımız olsun.Niye her şeyi yaşa dizeriz ne yanı illa on sekizinde mi gece mehtap izlenir. Ne yanı balon uçurmak için illada çocuk mu olmamız mı gerekir. Bırakalım hayat içimize zamanlara bölmeden mutluluk içinde aksın.Aklımız ilime,bilime daha iyi bir dünya için çalışsın. Çocukların köklerine çiçekler ekelim.Büyüdükçe güneşe dönsünler yüzlerini.Verdiğimiz güvenle solusunlar havayı. Isıtsınlar yüreklerinde.Kınamak,yargılamak kelimelerinin sadece anlamını bilsinler.Her zaman çözüm ustası olsunlar. çözümsüzlüğün değil çözümün parçası olmanın haklı gururunu yaşasınlar.
Yaşamamızdan,yaşadıklarımızdan biz sorumluyuz eyer biz bu bilince sahip değilsek yaşamamız için gereken emeği/çabayı gerektiği gibi ortaya koyamayız.Hayat karşılıklı bir aynadır.Vermek kadar almak/almayı bilmekte yaşama karşı sorumluluklarımızdandır. Ben sabrın en büyük mucize olduğuna inanalardanım. Sizde inanın.Evren bizi muhakkak duyar.Ne zaman biz kendimiz olma bilincine ulaştığımızda evren içimizdeki tüm kandilleri tutuşturmuştur zaten. Yeter ki sevelim.Bak o zaman,zaman nelere kadir...Hak ettiğimiz yaşamı sağlayacak tek kişi biziz! Gerisi ayrıntıdan ibaret...
olcay kasımoğlu
  

KABULLENMEK / BİTİRMEK / ÖZGÜRLEŞMEK..

Başka insanlarla ilişkilerimizde geçmişte yaşanmış olumsuz deneyimler ya da bazen onlarla ilgili beklentilerimiz, onları kaybetme korkumuz, bağımlılığımız gibi durumlar bizimle o kişi arasında görünmez bağlar oluşturur.
Fakat bu bağlar tıpkı bir insanı sararak öldüren sarmaşıklar gibidir; kimse ke...ndisi olamaz, gelişemez, aradaki o bağlar; sevdiğimiz insanı da bizi kısıtlayan, gelişmekten-mutlu olmaktan alıkoyan, nedenini anlayamadığımız bizi aşağıda tutan bir "hal" içine sokar:
Zaman zaman şunu söyleriz: "Her şey yolunda, bir sorun yok, ama içim sıkılıyor." yada "şunu yapmak istiyorum, içimde bir şey sanki mani oluyor.." "evimi satmak istiyorum, satışa da çıkardım ama satılmıyor" Bunların hepsi gerçektir, yaşayanlar vardır ve duru görürler etrafımızdaki bu bağları görürler; bu bağ ister evimizle, ister sevgilimizle, ister çocuğumuzla olsun...
Hatta bazen kendi korkularımız, kendi yargılamalarımız, beklentilerimiz... Sebebiyle
Kendi kendimizi bile bağlarız. Yani en sevdiklerimizi yahut kendimizi İLERLEMEKTEN ALIKOYARIZ bilmeden...
Bu şuna benzer: Çocuk üniversite sınavında en sevdiği bölümü, ülkenin en iyi üniversitesini kazanmıştır, fakat o üniversite başka şehirde ya da ülkede olduğu için anne-baba
"ben seni çok seviyorum, dizimin dibinde kal, gitme..." demektedir... Belki "o mesleğin" en parlak kişilerinden biri olabilecekken, onu çok sevdiğimiz için! Onu yanımızdan ayırmadık diye, onu dünyanın en bahtsız insanı yapmak! İşte bağımlılıklar, korkular, olumsuz deneyimler... Gibi etkenlerle, biri ile aramızda bağların olması da aynı böyle bir şeydir…
Mademki ruh olarak büyümeye geldik... Büyüyelim ve sevdiklerimizin büyümesine "izin" verelim...
Evet, bu çalışma "o bağları" kesmek içindir; ilişkiyi bitirmek için değil. Fakat bitmesi gereken ilişkilere de izin vermeliyiz… Gitmesi gereken'e izin vermeliyiz.
Gözlerinizi kapatıp bir kaç tane yavaş ve derin nefes alın, bedeninize gevşediğini söyleyin.
Sonra deyin ki:
"Sevgili …………
Seninle yaşadığımız ilişki süresince bilerek yada bilmeyerek yaşattığım tüm zorluk ve sıkıntılar için senden özür dilerim. Lütfen beni bağışla.
Ben seni içtenlikle bağışlıyorum. Ve sevgiyle ya da zorlayarak bana öğrettiğin her şey için sana teşekkür ediyorum. Öğrenmem gerekenler için bana "rol arkadaşı" olduğun için teşekkür ediyorum. Aramızdaki bağları kesiyorum ve seni benden, beni senden özgür bırakıyorum.
Hayat Yolun ışık ve sevgi olsun her zaman..."
Bunu yapmak her geçen gün enerjinizi(auranızı) size ait olmayan ama sizi bağlayan, kapatan her türlü enerjiden temizleyecektir.
Bu da şu anlama gelir:
Yepyeni bir kader yaratma şansına sahip olacaksınız.
Öncelikle aile bireyleri, eş, çocuk gibi en yakın ilişkilerimizden başlayarak ilişki içinde bulunduğumuz herkes için tek tek yapılması tavsiye ediliyor. Ölmüş yakınlarımız için de…
Ve özellikle zor deneyim yaşadığımız kişiler için de...''

Teşekkürler

Yüreğimin astarı oğul

GÖRMEK, yaşamaktır... Vuslattır görmek. Görmek sahip olmaktır...
Sen benim gördüğüm oğlum,özgürüm;
Önce insan olmanın erdemlerini sonra erkek olmanın ayırıcı değil tamamlayıcı,çoğaltıcı taraflarını anlatırdım sana.
Bunları öğretirken haksızlığa uğrayan taraflarımı eleyerek anlatırdım olur ya duygusal sapmalar tarafsızlığımı gölgelemesin diye...
Aramızda bize özel sırlar paylaşırdım yalnız kaldığında eli kalbine gitsin ve beni hep sıcak hatırlasın diye.
Mesela elini kalbinin üzerine koy ve o atışın seni seviyorum oğlum deyişi olduğunu hiç unutma derdim, derdim işte o senin ve benim sırrımız olsun derdim...
Kimi geceler canımızın çok sıkkın olabileceğini geceye durmanın hüznüde olabildiği gibi bazı gecelerin karanlığa inat içimize güneş gibi doğabileceğini analatabilirim. Her şeyin aynı tempoda olamayacağını muhakkak içinde kırılmalar olacağını ve yerini bir şekilde terk edeceğini, burada sabrın erdemini gönül rahatlığıyla sana anlatabilirim...
Sonra meyveler hakkında konuşabiliriz.Kendine bir yada birkaç meyveyi hayatına özel kılmasını söyleyebilirim elma gibi,armut gibi yada nar hepsinin insana benzeyen tarafları var aslında meyvelerin renkleri de, lezzetleri de insanlara çok benzer...
Sonra suyu anlatabilirim;
Su, yukarıdan aşağıya akıyorsa şelale ola da bilir,olmaya da bilir. Ancak her suyun içilmeyecek olduğu kesindir.Suda insanlara benzer,döküldüğü kabın şeklini alır.Hangi mevsim-deyse o mevsimin sıcaklığını alır. Alır da alır yani yiğidim su insandır, insani birçok özelliği taşır ama ben suyu çok severim dünyanın kirini, pasını alır ama insanın kalbinde ki kiri,pası alır mı onu bilemem işte...
Evet özgürüm;mutluluk eşyalarda barınmaz,sığınağı çer,çöp değil.Yüreğimiz ve şefkatımız.
Hani mükemmel mutsuzluklarından aile olma eyleminin içinde olmanı kesinlikle istemem sevgim acır.
İki insanın gönüllü olarak kuracağı beraberliğin temelin de hiçbir biçimde "razı olmak" ya da "katlanmak" olgusu yatmamalı.
Evet can oğul;birde şu savaş var ya aklımın onaylamadığı ve hiç bir şekilde sevgi bağı kuramadığım savaş.
Sahi insanlar neyin savaşını yaparlar.İnancı olanlar bilirler ki bu dünya fani kimseye kalmaz.
O zaman neden ayağımızın bastığı bir karış toprağa ve gömüleceğimiz en fazlası iki metre toprağa bu kadar eziyet ederiz.
Oğluma,silahlardan uzak durmasını ve nedenlerini anlatırdım;
Söylenen her şeye inanma oğul.Toprak,üzerinde yaşayan insanlar olmadan nedir ki ve her insan bir vatandır unutma...
Bu dünya da savaşı destekleyen, savaşa yardımcı olan her şeye karşı çık,hayata sahip çık oğlum.
Şunu bil ki canını vermeye hazır olan can almaya da hazırdır.
Kendini ve başkalarının canını koru. Bir şey için savaşacaksan savaşı yok etmek için savaş,barış yapıcısı ol.Gücünü zalimlerden değil fikirlerin sözcüklerde erimiş tadından al.
Öyle işlere dur ki,öyle konuşmalar yap ki kötülerin bile kalbi erisin.Savaşın olduğu yerde hiç bir güzellik yaşamaz öyle şeylere dur ki dünya savaşsız uyansın her güne...
Bir kahraman olacaksan,savaşın değil barışın kahramanı ol.
Evet canımın yongası oğul;tüm evreni yüreğinin sesiyle dinle.Unutma kızıldereliler doğayı ve içindekileri yüreğiyle dinleyerek anlamaya çalışmışlar bu nedenledir ki en çok saygı duyduğum topluluk kizilderelilerdir.
Dünyada ki bütün kötülükler neredeyse her zaman cehaletten kaynaklansa da bazen olması gerekenler yeterince anlatılmamışsa ve aydınlatılmamışsa, iyi niyet de kötülük kadar zarar verebilir.
Bu nedenledir ki oğul bir amacın olsun;amaç hayatında neyin gerekli olduğunu, neyin gereksiz olduğunu bilmek demektir.
Amaç, insana dürüstlük bilincini verir. Hedefinden sapmadan,insana durmayan amaçların etki alanına girmeden ve onlar tarafından aldatılmadan ona odaklan. Özellikle en zor şartlarda amacını hatırla.
Amacını gerçekleştirdikçe,yaşamında zenginleşecek.
Ufkunun neresi olacağını başkalarının insafiyetine bırakma.
Yüreğinden öpüyorum oğlum
Olcay kasımoğlu
  

11 Mart 2019 Pazartesi

Kalbinin sesini dinle

Yaşadığım bütün bu olumsuzluklar körük gibi içime işlese de, artık her duygu,her algı gerçek olamayacak kadar şişmişti. O zaman bu freni boşalmış arabaya bir çelme takmanın zamanı gelmişti.
Gün üzerimize karardığı zaman/ Gecenin ışığı söndüğü zaman/Kuşlar ve böcekler çekildiği zaman eyvah/ İşte o zaman ben ölürüm, ben ölürüm...
Emindim bu düzensizlikten, bu karmaşadan, sıkıntılardan bir düzen,duru bir düzen,her şeyi adlandırabileceğim bir kristal çıkacaktı. Sağlığıma yeniden kavuşup, yeniden şifa dağıtıcı olacaktım.
Bugün doğanın koynunda yalnız olmadığım hissettim. İnanmak ve inanamamak arasında bir orta nokta vardır. Huzursuz, kaygılı bakışlar buraya sığınırlar. Şimdi ise bir gerçeklik vardı ve ben bunları deneyimledikçe anlıyordum ki, söylemek ve yapmak arasında kocaman bir deniz vardır. Gerçekten bazı insanları ve olayları incelediğinde evrenin arkasında başka bir şeyler daha olduğuna inanıyorsun; ötekilerse yaşam denen maçın bir yari oynandığını sanıyorlar. 

Bu durumda her iki taraf da önceden paketlenmiş yüzlerce yanıtla hareket ediyorlardı. Oysa benim kendime verdiğim yanıtlar bir terzinin elinden çıkmış gibiydiler. Tam olarak bana uyuyor, başka hiç kimseye denk gelmiyordu.
 Bakıyorum da hayatın kendisine, yıllardır karşımda gördüklerim, kurallar, öğretiler ve günler boyunca sırtımda bir palto gibi taşıdığım hüzünler olmuş. Doğanın bu çıplaklığında ve içime işleyen nağmesiyle, varlığımın bir anını bile kurallara teslim etmek istemiyorum.İçimizde bir yerlerde bir şalter vardır.Gereksinmeye göre, bu şalter yüreğin akımını açıyor yada kesiyordu.
Ne olursa olsun geçmişi geleceğe taşıma ama deneyimle, anların coşkusunu ıskalama ve geleceği korkuya değil umuda bağla ama ya olmasa ihtimaline de, düş kırıklıklarına da hazırla yüreğini.
Ve inandığın, kalbinin götürdüğü yere git, kalbinin sesini dinle, diye bağırıyordu iç sesim. Ve ben o sese sarılmaya hazırdım.


'Simurg Olmak Zamanı' Kitabından 

Olcay Kasımoğlu

10 Mart 2019 Pazar

İçinizde Kaç Koridor Var?

Asya'da dolmakalem mürekkebinden oluşan bir göl olduğunu biliyor muydunuz?
- Ölümden dönmek ister miydiniz?
- Kendinizi bir başkasına devredebilir misiniz?
- Hayat, olduğu gibi mumyalanabilir mi gelecekte?
- Bütün sigara külleri nereye gidiyor olabilir?
- Hiç değilse saçlarınızın sayısını bilseydiniz değil mi?
- Bu günü, bütün günü ve geceyi hemen hemen karanlıkta kalarak geçirir misiniz?
- Yeryüzünde, kişi başına kaç pencere düşüyordur?
- Kaç insan komşumdur?
- Kesinkes hiçbir yanıtı olmayan bir soruyla karşı karşıya geldiniz mi?
- Dünya kütüphanelerinde yıllardır hiç kimsenin hiçbir nüshasına el sürmediği kaç kitap vardır?
- Hangisini seçtiğinizde hangisine haksızlık etmiş olunur?
- Hayatınızdaki katıksızlığın payını biliyormusunuz?
- Merakınızı öldürebilirmiydiniz?
- Kanserin bir türü olabilir mi aşk?
- Yoğunluğunuz nedir?
- Gölgenizi sık farkedermisiniz?
- Görmeden sezer misiniz dolunayı, ayın dolduğunu?
- İçinizdeki entrikacı kaçta kaç?
- İç yasaklarınızın bir kataloğunu yapmaya varmısınız?
- Ne sıklıkta çentik atarsınız?
- Kim ödünüzü kopartırdı?
- Bütün bulutların içinden kopupgeldiği, sonra gidip gene içinde toplandığı bir kaynak neden olmasın?
- Ne kadarından kaçınılabilir?
- Boş yere değil miymiş?
- Hangi sınırdan başlayarak suç işlemeye yatkınsınız?
- Bekleme eşiklerinizi bilir misiniz?
- Olmasaydınız ne değişirdi?
- Ertelediklerim öylece beklerler mi?
- Kiralık gelinlik: kaç vücudun düğünü?
- Can yeleğiniz nerede?
- Cehennem aklımızın neresi?
- Gökyüzüne durup şimşek beklediğiniz oldu mu?
- Kaç kez mumun sonuna kadar gittiniz?
- Demirbaş listenizde neler yeralır?
- Kafesin içinde yaşadığınızı anımsıyor musunuz?
- Bir su olacaksınız: Hangisi?
- Bir vakit olacaksınız, bir an hangisi?
- Yürümenizin vezni var mı?
- Kolay hafif midir?
- İçinizin kışı bitsin ister miydiniz?
- Maske dolabınız büyük müdür?
- İyi gelir misiniz -- sık sık?
- Rotanızı ne zaman seçeceksiniz?
- Bir tür fidye olabilir mi hayat?
- İhanet eşiğinizi tanır mı karşınızdakiler?
- Hangi durumlarda kolay okunuyorsunuz?
- Bir dram kahramanısınız : Hangisi?
- Bir tragedyanın kurbanısınız: Hangisi?
- Tek bir sahne seçermiydiniz,bütün yaşamış olduklarınızın arasında?
- Hallaç tutun : Neyi, nereyi dağıtsın diye?
- Sizde olmadığını bildiğiniz bir erdemin yerine, sizde olduğunu bildiğiniz hangi erdemi gözden çıkaracaksınız?
- Sevgileriniz üvey olmasın?
- Başucunuzda kim, hep uyanmak isterdiniz?
- Hiç uzun uzun, yakından, yağmura baktınız mı?
- Yedek tutulduğunuzu görmek, ne kadar yaralar sizi?
- Yüzdeyüz kaybolmak ister miydiniz?
- Kimin mumyası odanızda dursun?
- Ecel nerede oturur? En çok ne salgılarsınız?
- Yaşanabilir mi -- hiç boşlamadan?
- Bir karşı kıyı var mı ruhunuzda?''
Bütün bu soruların bir yanıtı olmayabilir. Ne olursa olsun mutluluk sizinle kendiniz arasındaki bir meseledir.
Bilgelik insanın mutlu olabilme sanatıdır.
Öyleyse mutlu insan bilge insandır.
Mutluluk söyle bana sen neredesin?
İnsan mutluluğun şartlara bağlı olduğunu zanneder. Ve bu şartlara her geçen gün bir yenisini ekler. Şartlar ailevi, maddi, manevi veya farklı sebeplere bağlanmış olabilir. Şartların ne olduğunun da önemi yoktur zaten, mutluluk önyargıları göre kolay elde edilmiyordur. Mutlaka önce bir şeylerin olması gerekir. Ya da biz öyle düşünürüz.
Unutmayın ki; sevindirici olaylar gelip geçicidir. Asıl mutluluk dışarıda bizi etkileyen şartlar ne olursa olsun, bütün şartlardan bağımsız olabilmek, olanın bir adım yukarısından yürüyebilmektir. Bir adım yukarıdan yürüyebilmek için de olanın farkında olmamız gerekir. Bu sebeple insanın mutluluğunu belirleyen onun farkındalık ölçüsüdür diyebiliriz.
Mutluluk sizinle kendiniz arasındaki bir meseledir.
Bilgelik insanın çok mutlu olabilme sanatıdır. Öyleyse, gerçek mutluluğu deneyimleyebilmeniz için bir an önce içinizdeki bilge ile iletişime geçebilmek dileğiyle...

Burgaz ada

Burgaz adaya gelip de, Sait Faik"ten bahsetmezsek..Sevenlerine haksızlık olur...
Hele ki Ermeni balıkçı ve Topal martıdan bahsetmezsek.


Topal martı ile balıkçının konuştukları bile görülmüştür. Önce martının laf attığına kalıbımı basarım, diyeceğim. İlkin balıkçının martıya laf atmasının mümkünü yoktur.
Raviyanı ahbar işbu muhavereyi şöyle naklederler:
Martı:
Balıkçı:
—Susacak mısın topal, sabah sabah? ..
Martı:
Balıkçı:
—Patlamadın ya! Daha nişana varmadık.
Martı:
Balıkçı:
- Gözünü seveyim topal, sus... Sus da bir yan evvel (bir an evvel) varalım şu nişana. Martı:
Balıkçı:
—Zo bu kadar laf ettiğine bakılırsa pek aç olmalısın?
Martı:
Balıkçı:
—Dur öyleyse de bir istavrit keseyim barim.
Martı:
Balıkçı:
—Amma da kafa patlattın ha!
Martıya bir istavrit başıyla, etlerinden sıyrılmış, kuyruğu titreyen bir kılçık iskeleti fırlattı. Küreklere asıldı. Az sonra sis içinde büyümüş Hayırsız Adalar önümüzde idi. Martı susmuştu. Artık konuşmuyorlardı. Balıkçı o zaman bana döndü:
—Ne zaman balığa çıksam sandalı şıp deyi tanır; peşime
düşer. Bir de uğurlu kuştur; hiç sorma.
—Neden topal diyorsun Varbet?
—Topaldır da ondan.
—Ne olmuş bacağına?
Cevap vermedi. Sustuk. Rüzgâr bir kara kokusu getirdi burnuma. Bozulmaya başlayan bir karpuz kokusu etrafımızı sardı. Balıkçı bu kadarcık konuştuğuna canı sıkılmış gibi susuyordu. Balıkçı dediğin içinden konuşan adamdır ...''

https://www.cafrande.org/mina-urgan-sait-faiki-anlatiyor-seninle-ayni-duygulari-paylasan-adam-sana-en-yakin-insandir/

Hoşgörülü insan olmak

İnsan yaşamını, ifade özgürlüğünü, sadece yasayla korumak mümkün müdür? 
Mümkün olmadığını; yaşadıkça görüyoruz, bunun da bir çok nedeni var.
Her şeyden önce; toplumda hoşgörü ruhu olmalıdır.
Hoşgörülü insan olmak; ruhsal olgunluk ve sağlam karakter ister, buda büyük resmi net görmemizi sağlar.
Hoşgörümüz sayesinde diğer insanları anlamaya başlarız ve onlarla iletişim kurarız.
Hoşgörülü insan olmak; insanın değer yargılarını genişleteceği gibi, çevresinde sevilen, saygı duyulan bir insan olmasını da sağlar.
Hoşgörü temelde; bizden farklı olanları kabullenmeyi, farklılıklardan doğan zenginliği fark etmemizi sağlar.
Hoşgörü; farklı açılardan hayata bakmamıza, yanlış algılamalarımızı da düzeltmemize neden olur.
Empati yapmamıza, kişiler arası iletişim de diyalog kurmamıza vesile olur. Diyaloğun kurulduğu iletişimlerde ise sorunlar daha kolay hal olur. Hoşgörünün hakim olduğu toplumlarda ortak paydada buluşmak kaçınılmazdır.
Toplumda ''refah, huzur, güven, sevgi ortamı oluştuğunda'' bireyler hayattan zevk alırlar, geleceğe güven duyarlar, gergin ve agresif olmazlar.
Velhasıl ‘’insanlıkta ve yalınlıkta’’ başlı başına bir sanattır hoşgörülü olmak !
Olcay KASIMOĞLU

Gördüğünü anlamak ve yorumlamak

Emek verilen, emekle yol alınan her şey zor ve değerli değil mi ?
Resim nedir yada resim yapan insanların nasıl bir düş gücü ve doğayı algılama gücü vardır diye düşünmekten kendimi alamadım?
Bunları düşünürken ''resim yapmanın'' renklerin dansı olduğu bir zevk ve duygu işi olduğunu,özellikle resim yapan insanların, gözlerinin ne kadar keskin olabileceğini düşünürken, aynı zamanda en büyük fikir işçisi olduklarını da düşündüm.
Her mesleğin kendi içinde incelikleri var.
Şiire; el, göz,ruh olmayı seven aklım ve beynim '' içimdekilerin sahıcılığını inandırmak için dünyaya resimler çizeceğim' der..
Evet, insan en içten yerinden hareket ederek bir şeyi iyiye doğru geliştirmeli, gerekli olan budur bize.
Özellikle resimleri işleyen ressamları düşündükçe; resim sanatının bir hesap ya da bir usa vurma işi olmadığını düşünüyorum.
Özellikle resim sanatında; dile düşmeyen sözcüklerin katar katar olup, renklere bulanıp tablolarda inci gibi dizilip bize gülümsemesini görüyorum.
Bununla birlikte; ihanetin, açlığın, adaletsizliğin ve savaşın olduğu dünyaya baş kaldıran fırçalarını renklere batırıp tabloların bağrına sürenleri görünce, bir kez daha sanatın önünde saygıyla eğildim.
Sanat var oldukça, ilim ve bilim sanatla beslendikçe; doğanın ve insanın yoldaşlığı daim olacak..
Gördüğünü anlamak,yorumlamak,empatı ayağını kullanmak ne kadar önemliyse, duygu ve düşünceleri resimlemek de bir o kadar önemli.
Düş dünyamızı besleyen, insan bahçemize değer katan, üreten ve yaşama incecik dokunuşlar bırakan bütün edebi paylaşımları saygıyla selamlıyorum.
Olcay KASIMOĞLU
HAYATIN, İNSANIN İRADESİNİ TEST ETMEK İÇİN PEK ÇOK YOLU VARDIR.
Bu dünya zamanından hepimiz göçüp gideceğiz, üstelik her şeyimizle göçeceğiz. Yaşadıklarımızdan, konuşanlardan geriye hiçbir şey kalmayacak.
İşte bu yüzden, dünyayı açıklama iddiasından, aptalca bir sürü gereksiz mal ve mülk edinme hastalığından, savaşlardan, sevgi ve umudu tırmalamaktan çok geç olmadan vazgeçsek daha iyi olur.
İyi insan olmanın da, hoşgörünün de, sevmenin de sermayesi bedava.
Hani, Tarkovski’ der ya, ‘’Umut ve sevgi insanın gerçekliği.” Gerçekten insan olmak büyük bir nimet. İnsan, umutla doğuyor, gerçeklik karşısında umudunu yitirmiyor, çünkü akıl an itibarıyla içinde bulunulan koşulların değişeceğini biliyor.
Umudumuz, günümüz kirlenmiş toplumlarına karşı güçlü olmalı. Çünkü; kötülük, her iyilik gibi, umudunu koruyan inançlı bir insanda duyguları harekete geçirir.
Soyunmuştum bütün libaslarımdan. Öğretmişti hayat bana, insanlar korkarlar gerçeği hatırlatanlardan, kefenlenmiş öykülerle yaşarlar.
Oysa, gerçek yolculuk kendine yapılan yolculuktur ve nefes aldıkça umut vardır. ‘’Ve tüm dünya ‘’Vazgeç’’ dediğinde umut fısıldar; bir kez daha dene..’
Demlenmiş hüzünlerin tatlı telaşıyla, içimdeki çocuk kanat vuruyor; tutuştur yanan düşleri, Simurg olmak zamanı...
Bağırıp çağırmaya gerek yok. Bu küçücük, bu fani yaşam, tohumun ağaca, ağacın tohuma dönüşmesinden başka bir şey değil. Karanlıkta ışığı beklemek gibi, herkes kendi umudunu yüreğinde taşır. Bu süreçte, mücadele ruhumu besleyen umudu çok sevdim, olur da bir gün unutursam; fısılda hayat!
''Simurg Olmak Zamanı'' isimli kitabımdan
Olcay Kasımoğlu

8 Mart 2019 Cuma

Bir Furuğ Ferruhzad geçti bu dünyadan

Artık konuşulduğu ölçüde midemi bulandıran bir şekilde kendi sefil toplumumuzun eleştirisini yapmak bile istemiyorum, galiba daha genel konuşacağım. Bize biçilen toplumsal rollerin dışına çıkamayışımız, kendimize biçtiğimiz rollerin dışına çıkamayışımız, zamana bırakış, akışına bırakış, hayata bırakış, sonra uzaktan, çok uzaktan, kendimizi yapabileceğimiz bir şeyler olmadığına iknaya çalışma falan, hepimizin az veya çok içine saplandığı bir ikiyüzlülük. Bundan ne kadar kurtulabiliriz, ne kadarı elimizden gelir falan bence bu da çok kişisel bir iç hesaplaşma ve vicdan muhasebesi ile belirlenebilir.  
Bugün Furuğ'a yöneldim.
“Tüm varlığım benim, karanlık bir ayettir
Seni kendinde tekrarlayarak
Çiçeklenmenin ve yeşermenin sonsuz seherine götürecek
Ben bu ayette seni ah çektim, ah
Ben bu ayette seni
Ağaca ve suya ve ateşe aşıladım” 
“Ey tanrı ey ölüme bulaşmış gizemli kahkaha
Ne yazık ki sana yabancıdır benim ağlamalarım
Ben sana kâfir, sana münkir sana asi
Sana inat işte şeytan benim tanrım”
diyecek kadar asidir. Kadın dünyasında söylenmemiş gizlerin ifşası, büyük aşkların tapınağıdır. Kendi varlığını şiirleştirirken, karanlıktaki kadın yüzlerini ışıtmıştı.
Kimi adlar vardır, bir ülkenin “ses bayrağı” olur, ülkeyi de aşarak tüm dünyada duyulur. Fars Kadın Şiiri’ni başlatan, gözleri onun yaşadığı yere ve koşullara çeviren Furuğ Ferruhzad; yalnızca doğduğu ülke kadınlarının şiirinde değil, dünya şiirinde de önemli kapılar aralamıştır. Eril dilin en baskın olduğu İran’da, o güne değin var olan şiir söylemini bir kenara koyarak; özgür, âsi, direngen şiirini kurmuş, kendi dilini oluşturmuştur. Dayatılan ve öğretilen dilin tersine, kendisi olan, kendisinde olan dişil dili özgürce kullanmıştır. Furuğ’u Furuğ yapan öğenin; bu özgün ve ödünsüz söylem olduğu düşünülebilir.
“idam törenlerinde hep /urgan/ bir mahkumun kasılan gözlerini/ yuvasından dışarı fırlatırken/ onlar kendilerine dalarlardı/ ve yorgun ihtiyar sinirleri/ şehvetli bir düşle gerilirlerdi” dizelerinin yer aldığı “Yeryüzü Ayetleri”nde idamı betimleyen Furuğ’un, şiirlerinden önce yaşamına dair kimi ayrıntıları bilmek gerekir.
5Ocak 1935 yılında Tahran’da doğan şair, Albay Mohammed Ferruhzad’ın yedi çocuğundan birisidir. Babası, Rıza Şah’ın rakip ve düşmanı olan aydınları ezmek için kurduğu orduda görev yapmaktadır. Oturdukları evin penceresi ise idam meydanına bakar. Baba, ordudan aldığı ataerkil uygulamaları, sıkı denetimli bakış açısını evde de uygulamaya kalkar. Annesi ve kardeşleri babanın emirlerini uygularken; Furuğ baskılara karşı çıkar. Yalnızca aile içinde değil, dışarıda da erkek egemeni dünyanın kuralları geçerlidir. Karısı ve çocuklarına eşya, malzeme ve mal varlığı gibi bakan baba; korumak adına kimseye söz hakkı tanımaz.
Furuğ’un isteği, babanın şiddetinden kaçarak sevgisini kazanmaktır. Bunu başaramaz. Annesi de bu sevgi boşluğunu dolduramaz. Furuğ tüm ailesine eleştirel gözle bakar ve “Bahçeye Acıyorum” şiirinde aile bireylerini tanımlar. Baba: ‘benden geçti/ ben yükümü taşıdım’ diyerek kadere sığınır. “Annenin tüm yaşamı/ açık bir seccadedir/cehennem korkusu eşiğinde serili/ anne her şeyin dibinde/ her zaman/ bir günahın izi peşindedir”der. “Erkek kardeşim benim bahçeye mezar diyor/ kardeşim otların kargaşasına gülüyor.” Erkek kardeşlerine karşı alaycı olan Furuğ; kız kardeşinde daha ayrıntıcıdır. Onda kadını irdelerken; çocukluğun saflığını ve sonradan yozlaşan, kirlenmiş ikinci yüzü de verir. “onun evi kentin öte ucundadır/ ve yapay evinde o / yapay kırmızı balıklarıyla/ ve yapay eşinin aşkının sığınağında/ ve yapay elma ağaçları gölgesinde/ yapay şarkılar söylüyor/ ve doğal çocuklar yapıyor…”
Şair ailede bulamadığı sevgiyi daha sonra dışarıda arar. Kendisinden yaşlı erkekler olumlu ya da olumsuz, yaşamında rol oynar. Binbaşı Mohammed Ferruhzad, Perviz Şapur ve İbrahim Golestan şair için önemli olmuştur. Elbette şiirinin biçimlenmesinde: Nima’nın, Şamlu’nun, Salis’in, Sohrap’ın, Rehmani’nin, Mehdi Hamidi’nin ve Nadipur’un etkileri bilinmektedir.
Yakınlarından yererli ilgiyi bulamayınca; evdeki ve okuldaki baskıdan kurtulmak için, yeteneklerini fark eden ve onu anladığını düşünen ilk kişiye, Perviz Şapur’a yönelir. Sanata bağlılığına, dostça karakterine ve Furuğ’un ona çocuk doğurmasına karşın, kocaevi çoğu yönleriyle babaevinin devamıdır. Akrabası Perviz Şapur onun iki katı yaşındadır. 1951’de evlenen şair ilk kitabı Tutsak’ı 1952’de çıkartır. Oğlu Kamiyar 1953’de doğar ve 1954 de boşandıklarında kocası şeriat kanunları gereği ‘çocuk babanındır’ diyerek çocuğu alır ve bir daha da Furuğ’a göstermez. Oğlunu göremeyişi Furuğ şiirini etkiler. Boşanması ve edebiyat dünyası dedikodularla baskıları artırır.
Babasının büyük kütüphanesinden çocukluğunda fazlasıyla yararlanan Furuğ’un derin bir kültürel alt yapısı oluşmuştur. İlk dönemini Rıza Berehani: “Kendi benliğini sadelikle, o günün kuramsal dili ile, ancak biraz daha açık ve aydın bir tavırla, dörtlükler biçiminde dile getiren kadın, söylencesel bir varlığa dönüştü: Sadece aşk ve bu aşkla ilgili konular hakkında konuşan değil, toplumun tüm kadınlarının yoksunluklarını çizen, söylencesel bir varlığa…”sözleriyle özetler. “Ferruhzad’ın şiiri, onun varlık evidir. Dile analık yapmadığımız sürece şairlik adını hak edemeyiz” diyen Berahani, onu şöyle değerlendirir: “Ferruhzad’ın ererkilliğe karşı bu denli açık yazması için şiir biçeminde bile, birçok dönemlerden geçmesi gerekti. Dörtlükten, mesnevi, gazel, klasik Nima şiirinden geçti. Bu biçimler erkeklerin yazınsal biçimleriydi. Onun kadınsal morali ile daha uygun düşen ve bağdaşan vezinlere yüz koydu. Kendi âşıkâne şiir diline uygun kılsın diye, kurumsal modern şiir vezinlerini yeniden kırdı. Toplumsal şiirlerinde bile kadınsal başkaldırıyı unutmadı, erkeğe teslim olmayı aşkın belirtisi olarak görmedi. 

Derin tensel bağışını aşkın temeli saydı.”
Furuğ’un yaşamında Baba ve kocaevi kavramlarıyla geleneksel yapının çok önemi var. Ülkenin geçirdiği değişim süreçleri, aşk ve kırılganlıkları; ailesinden, oğlundan ayrılması onun şiirini farklı kanallarda akmaya zorlar. Gelenekselle modern olanın ortasında, öğrendiği tüm kalıpları kırarak, yeni söyleyişler, biçimler dener. Mistitizmden, erotizmden ve özellikle konuşma dilinden çok yararlanır. Söylemi açık net ve korkusuzdur. Son şiirlerinde düşünsel olarak da korkuyu ve baskıyı aştığı görülür. Katı bir ataerkil dünyadan yaralarla ayrılsa da, acılarını; şiir dilini özgürleşmede, söylenmemişi söylemede kullanır.

“Ey tanrı ey ölüme bulaşmış gizemli kahkaha
Ne yazık ki sana yabancıdır benim ağlamalarım
Ben sana kâfir, sana münkir sana asi
Sana inat işte şeytan benim tanrım”
diyecek kadar asidir. Kadın dünyasında söylenmemiş gizlerin ifşası, büyük aşkların tapınağıdır. Kendi varlığını şiirleştirirken, karanlıktaki kadın yüzlerini ışıtmıştır. Şiirlerinin yanı sıra; yapımcı ve oyunculuğu ile ödüller alan, şiirleri birçok dile çevrilen Furuğ Ferruhzad İran şiiri üzerinde derin izler bırakmıştır. Furuğ’un ülkemizde tanınmasında şair, çevirmen Haşim Hüsrevşahi’nin emeği büyüktür. 13 Şubat 1967’de bir kaza sonucu yaşamını yitiren dünya şairi Furuğ’a saygıyla…''


Hazırlayana minnetle💘

Acı patlıcanın kırağı çalmaz

Abanın kadri yağmurda bilinir.
Her şeyin bir değeri vardır. Bir şeyin gerçek değeri (kadri) ise, ona gerçekten ihtiyaç duyulduğu zaman ortaya çıkar.
Abdala “kar yağıyor” demişler, “titremeye hazırım” demiş.
Yoksulluk ve sıkıntı içinde yaşayıp eziyet çekmekte olan kimseler, karşılaşacakları zor şartlardan endişe duymazlar. Çünkü onlar bu şekilde yaşamaya alışıktırlar.
Abdal ata binince bey oldum sanır, şalgam aşa girince yağ oldum sanır.
Kimi görgüsüz ve eğitimsiz kimseler bir rastlantı sonucu lâyık olmadıkları önemli bir işin başına geçseler ya da bir mevki elde etseler, aptalca davranmaya, o yerin adamı gibi görünmeye ve böbürlenmeye başlarlar. Dahası, bunun kendi hakları olduğunu da ileri sürerler.
Abdal düğünden, çocuk oyundan usanmaz.
Kimi insanlar yaptıkları işten zevk duyarlar ve onu bırakmak istemezler; bu işi sürekli olarak, tekrar tekrar yapmaktan da hiç bıkkınlık duymazlar.
Abdalın dostluğu köy görünceye kadar.
Çıkarı için yakınlık gösterip dostluk kuran kimse, beklediği yararı elde ettikten, işini yürütecek başka yollar bulduktan sonra sizinle olan ilişkisini keser.
Abdal (derviş) tekkede, hacı Mekke`de bulunur.
Hemen herkesin ilgi duyduğu bir alanı, kendine özgü bir işi vardır. İlgi duyduğu alan ya da iş neredeyse kişi de orada bulunur.
Acele bir ağaçtır, meyvesi pişmanlık.
Telâşla, sabırsızca ve ivedilikle yapılan işler genellikle kötü sonuçlar doğurur; kişiyi pişmanlığın içine iter.
Acele ile menzil alınmaz.
Telâşlanıp ivmekle, sabırsız davranmakla daha çabuk sonuç alacağımız, başarı kazanacağımız sanılmamalıdır. Bilinmelidir ki her işin bir süresi vardır.
Acele işe şeytan karışır.
Düşünüp taşınmadan, çabuk davranılarak yapılan işten iyi sonuç beklenmemelidir; o iş ya yanlış ya da bozuk olur.
Acemi katır kapı önünde yük indirir.
Bir işin yabancısı olan, bir işe alışmamış, beceriksiz ya da anlayışsız kişi, kendisinden beklenen işi eksik yapar ve istenildiği gibi yerine getiremez; daha başlangıç anında veya en önemli yerinde işi bırakıverir.
Acıkan doymam (sanır), susayan kanmam sanır.
Uzun süre bir şeyin yokluğunu çekip ona ihtiyaç duyan kimse, o şeyden ne kadar çok elde ederse etsin tatmin olmaz; kendisine yetmeyeceği duygusu içinde bulunur.
Acıkmış kudurmuştan beterdir.
Bir şeyden uzun süre yoksun kalan kimse, onu gördüğü anda ele geçirmek ister; kendinden geçercesine ona saldırır, sanki kudurmuş gibidir, gözü hiçbir şeyi görmez, tek düşündüğü uzun süre yokluğunu çektiği o nesnedir.
Acındırırsan arsız olur, acıktırırsan hırsız olur.
Bir kimsenin acınmasına yol açar, başkalarını ona merhamete getirirseniz, o kimse yerli yersiz yardım dilemeye başlar ve gittikçe arsızlaşır; bunun yanında kimilerinin hakkını kısar, emeklerinin karşılığını vermez ve onları aç-yoksul bırakırsanız, onlar da hırsızlık yapmaya başlarlar.
Acı patlıcanı kırağı çalmaz.
Kötü durumda olan bir kimseyi, ortaya çıkacak yeni kötü durumlar etkilemez; pek çok zorluğa katlanabilir; çünkü o, böylesi kötü durumlara alışmıştır. Ayrıca, işe yaramayacak hâle gelmiş kimseler de, tutar bir yanları olmadığı için felâketlerden çekinmezler.
Acı (kötü) söz insanı (adamı) dininden (çıkarır), tatlı söz (dil) yılanı deliğinden (ininden) çıkarır.
Onur kırıcı, sert, kötü sözler insanı öfkelendirir; sabrını taşırır, çileden çıkarır, hoş olmayan davranışlara sürükler. Bunun aksine yumuşak, tatlı, hoş sözler de öfkeli, geçimsiz, saldırgan insanları yatıştırabilir; zarar vermelerinin önüne geçip onları doğru yola sokabilir.
Aç aman bilmez, çocuk zaman bilmez.
Aç, yemek yeme ihtiyacı olan, yemesi gereken kimsedir. Bu insanın düşüncesi de karnını doyurmaktır. Onun bu isteği kimi özürlerle giderilip geçiştirilemez, böyle yapılmak istenirse kimi anlamsız ve aşırı davranışlara kaymasına neden olunur. Çocuklar da bir şey istediler mi hemen onun yerine getirilmesini isterler, beklemek nedir bilmezler.
Aç (arık) at yol almaz, aç (arık) it av almaz.
İş gördürülen kimselerden verim umuluyorsa onlar aç, yoksul ve zaruret içinde bırakılmamalı, her yönden tatmin edilmelidirler.
Aç ayı oynamaz.
Kendisinden iş beklenilen kimseden emeğinin karşılığı esirgenmemelidir; insan ya da hayvan olsun, çalışan mutlaka doyurulmalıdır.
Aç bırakma hırsız edersin, çok söyleme arsız (yüzsüz) edersin.
Yönetiminde bulunan, gözetiminde olan kimseleri maddî ve manevî yönden tatmin etmelisin. İnsanları bu yönlerden sıkıntıya düşürür, emeklerinin karşılığını vermez, kötü muameleye maruz bırakırsan yanlış yola saparlar; söz dinlemez olurlar, arsızlaşırlar.
Aç doymam, tok acıkmam sanır.
Uzun süre yokluk içinde olan aç insan elde ettiğinden çoğunu ister, tatmin olmaz, yetmeyeceği duygusunu taşır. Tok, yani varlıklı insan ise var olanla yetinir gibidir, elindekilerin bir gün gelip tükeneceğini düşünmez, yeni kazanç yollarına başvurmaz, dahası elindekileri bilinçsizce harcamaya devam eder.
Aç elini kora sokar.
Aç ve yoksul insan, zorunlu ihtiyaçlarını gidermek için canı pahasına bile olsa her türlü tehlikeye atılmaktan çekinmez.
Aç gözünü, açarlar gözünü.
Uğraşılarında, giriştiğin işlerinde uyanık bulunup dikkatli olman gerekir; yoksa umulmadık, beklenmedik bir anda büyük zararlarla karşı karşıya kalabilirsin. Bu belâdan sonra aklın başına gelir ama iş işten geçmiş olur.
Açık ağız aç kalmaz.
Çalışan, didinen, ne istediğini bilen, bıkmadan usanmadan bunu dile getiren kişi geçim yolunu bulur; muhtaç duruma düşmez, aç kalmaz.
Açık yaraya tuz ekilmez.
Acısı ve derdi taze olan bir kimsenin üzüntüsünü artıracak söz ve davranışlardan kaçınmak gereklidir.
Açık yerde tepecik kendini dağ sanır.
Kıymetli, yetenekli kimselerin bulunmadığı veya az bulunduğu bir yerde, kendinde az da olsa bir şey bulunan kimse böbürlenmeye, büyüklük taslamaya başlar.
Açılan solar, ağlayan güler.
Hayatta hemen her şey bir değişimin içindedir, olduğu gibi kalmayıp tersine dönebilir, güzel çirkinleşebilir; mutsuz mutlu, yoksul da zengin olabilir.
Açın gözü ekmek teknesindedir (olur).
İnsanın tek amacı, öncelikle kendisi için gerekli, yaşaması için zorunlu olan, yokluğunu çektiği şeyi elde etmektir.
Açın karnı doyar, gözü doymaz.
1. Bir şeyin uzun süren yokluğu açlık ve doyumsuzluk duygusuna iter insanı; bu insan hiç doymamış, aç kalacakmış gibi davranır; gözü nesnelerde kalır, o nesneleri kaybedecek sanısına kapılır. 2. İhtiraslı kişi elindekiyle yetinmez, daha fazlasını ister.
Aç kurt bile komşusunu dalamaz.
Komşu hakkı çok yücedir. Komşuya hangi şartlarda olursa olsun, aç ya da zengin iyi davranılmalıdır. Çünkü toplumun dirlik ve düzenliği bir yönüyle buna bağlıdır.
Açma sırrını dostuna, o da söyler dostuna.
Sır özeldir ve gizli tutulmalıdır. Onun gerçekten duyulup yayılması istenmiyorsa, dosta bile açılmamalıdır. Açılırsa o da ağzından kaçırabilir ya da yakınına anlatabilir, bunu başkaları duyabilir, saklamaya çalıştığın şey sır olmaktan çıkar, yayılır.
Aç ne yemez, tok ne demez.
Yoksul kişi ihtiyaç duyduğu şeyin en kötüsüne bile razı olur; iyisini, kötüsünü arayacak durumda değildir. Oysa varlıklı kişi için durum farklıdır, o her zaman daha iyisini ister, en güzel şeylerde bile bir kusur bulur, mırın kırın eder.
Aç tavuk (düşünde) kendini buğday (arpa, darı) ambarında sanır (görür).
Yoksulluk çeken, varlık yüzü görmeyen kişi sürekli ihtiyaç duyduğu şeylerin hasretini çeker; kendisini onları elde etme hayaline kaptırır, olmayacak düşler kurar.
Açtırma kutuyu, söyletme kötüyü.
Hoşuna gitmeyecek sözler söylenmesine, hakkında kötü şeylerin ortaya çıkmasına yol açmak istemiyorsan karşındakini kızdırma.
Aç tokun yüzüne bakmakla doymaz.
İnsan ihtiyaç duyduğu, sürekli yokluğunu çektiği şeyleri varlıklı kimselerde görmekle onlara sahip olmuş sayılmaz. Tatmin olabilmek için onları gerçekten elde etmelidir.
Adalet ile zulüm bir yerde barınmaz.
Bu iki şey tamamen bir birinin karşıtıdır. Hak, hukuk ve doğruluğun bulunduğu yerde zulüm olamaz, zalimler bulunamaz. Zulmün bulunduğu yerde ise hak yeme, sömürü, eğrilik, azgınlık vardır ve orada da ne adalet ne de âdil vardır.
Adam adama her daim muhtaç (gerek olur).
Tek başına yaşamak oldukça zor olduğundan insanlar bir arada yaşarlar, dayanışmaya gerek duyarlar. İhtiyaçlar bu sayede karşılıklı olarak giderilir. Bu bakımdan hiçbir insanı küçümseyip yararsız saymamalı; olur ki bir gün, hiçlenen o insanın yardımına gerek duyulabilir.
Adam adama yük değil, can gövdeye mülk değil (Adam adama yük olmaz).
Birileri gelip konuğumuz olabilir, evimizde kalabilir. Bu konuk tıpkı can gibidir; can nasıl gövdeye geldiği gibi gidiyorsa, konuk da günün birinde geldiği gibi gidecektir. Bu sebeple yanımıza gelen arkadaş, dost, yakın ve konuklarımızdan yaka silkmemeliyiz.
Adam adamdan korkmaz, utanır (hatır sayar).
Bir kimse kendisine yapılan kabalık, kötülük karşısında sert tepki göstermiyor, benzer bir şekilde karşılık vermiyorsa, bu korktuğundan değildir; hatır saydığındandır, utandığındandır, duygularına egemen olduğundandır.
Adam adam denmekle adam olmaz.
Değerleri olmadığı hâlde değer verip saygı duyarak, bazı unvanlar vererek, överek, pohpohlayarak bir kimseyi iyi yetişmiş, değerli bir kimse yapamayız. Gerçek şahsiyet, olgunluk, insana yakışacak durum, tutum ve davranış insanın kendinde bulunmalıdır.

En sevdiğim alıntılardan bir uyarlama yaptım💙

7 Mart 2019 Perşembe

KADINLAR KIZIL GONCA GÜLE BENZER

Sadece başarmak önemli değildir, asıl önemli olan çabalamaktır.
Şimdiye kadar kadın söylemleri üzerinden bir çok makale ve kitap okudum, etkinliklere katıldım. Farkındalık oluşturmak adına yaşadıklarımı kitaplaştırdım.
Gördüklerim, duyduklarım, yaşadıklarım, beni bir birey olarak etkilediği kadar, sorumluluk almamı ve kendimi güncellemem için mücadele vermem gerektiğini de öğretti.
İnsan yaşamının karmaşık ve düzensiz olmaması adına bir takım kural ve kaideler koyarız. Bu bağlamda baktığımızda yanlış da değildir. Ta ki, bu kural ve kaideler toplumun ahlak yasasını bencil ve eril toplum düzenine dönüştürünceye kadar. Çifte standarttın tavan yaptığı bir yerde hak ve hukuktan ve toplumsal huzurdan bahsetmekte bence iki yüzlülük ve riyakarlıktır. Kaldı ki kadının gelişimi, bağımsızlığı, özgürlüğü; başkalarının ona biçtiği değerdeyse, sorgulanması gereken çok şey var demektir.
Bir erkeğin kendi kişisel rahatlığı, hoyratlığı bir kadının yaşamını kabusa çeviriyorsa, batsın bütün toplumsal kaide ve kurallar. Batsın saman alevine dönen sevgi sözleriniz, batsın ya benimsin ya kara toprağın diyen o bencil, o hastalıklı sevgileriniz.
Bütün bunların yanında o kadar çok kanıksanmış erkek şiddeti var ki, neresinden tutarsan tut elinde kalıyor. Kadını kendi malı gibi gören, sürü bilinciyle kadını namusun temsilcisi sayan cinsiyetçi eril düşünce sistemi içinde, bütün bu sorunları çözmek çok zor görünüyor. Kaynağına gidilmeden, en diplerde ki yaralar iyileştirilmediği sürece bütün bağırmalar, bütün bu çağırışlar söylemlerden öteye gitmeyecek. Kendine saygısı olmayandan saygı beklemek gibi bir şey bu.
Bununla birlikte kadında kendisini; bir obje değil, bir kişilik olɑrɑk ortɑyɑ koymalı, kendi kurtuluşunu başkalarının gözünde aramamalı.
Hɑyɑtını derin ve anlamlı kılɑrɑk, kendi bedeni üzerinden bɑşkɑlɑrının iddia ettiği tüm hɑklɑrɑ karşı koyarak, kendi bedeni üzerinden prim yapmaya çalışan bütün otoritelere karşı duruş sergileyerek insan olma erdemine ulaşabilir.
Tüm bunları, bedenimizle, duygularımızla, ruhumuzla ve zihnimizle iletişime geçerek yapmalıyız. Ruh ve beden bütünlüğünün bilimsel dayanaklarıyla, algısal ve duygusal farkındalıklarımızla kendimiz olabiliriz.
Kendi kafasıyla düşünemeyecek ve kendi kendisinin yargıcı olamayacak kadar rahatını sevenler; yasaklara, törelere, eril egemen düzene olduğu gibi boyun eğerler. Oysa, eski ve yeni ne varsa, yanlış düşünme şekillerinin yok edilmesi gerektiğini düşünenlerdenim. İnsan, yaşamı sorgulayarak, öğretilere karşı durarak kendini özgürleştirebilir.
''Hepimizin iyiliği için, kadın olmanın anlamını değiştirelim:'' Erkeklere giydirilen toplumsal baskıcı etiketleri söküp atalım. Bunu yaparken, birbirimize düşman değil, birbirimiz için hava ve su kadar gerekli olduğumuzu yine sevgi, bilgi ve görgüyle birbirimize hissettirelim. Herkes kendi durduğu yerin farkındaysa, cesur ve yürekliyse, kendi olma olgunluğuna ulaşmışsa yaşama ve içindekilere değer katar, saygı duyar, sevgiyle dokunur, anlayış ve görgüyle taçlandırır. Bunun için hanlara, şatolara ihtiyacımız yok. Önce kendimize karşı dürüst olalım, Bırakalım güneş girsin içeri, her zaman denenecek, söylenecek bir şeyler vardır mutlaka.
Tecavüzün, şiddetin, cinsiyet üzerinden söylemlerin, içi boş, yavan gösterişlerin egemen olduğu bir toplumda insanca yaşamdan söz etmek mümkün değildir. İnsan yaşamına kazandıracağı hiç bir kazanım yoktur, olamazda.
Putlaştırdığınız törelerinizle, kadını aşağılayan söylemlerinizle kendi acizliğinizle yüzleşmenin zamanıdır artık. Hayatta tek başına inzivada kalarak, sadece kendi sesinizin yankısını duyarak yaşamın anlamını keşfedemezsiniz.
Hepimiz bir ve bütünüz, hepimiz bütünün bir parçasıyız ve hepimiz aynıyız. Seçimlerinizin sorumluluğunu ve kendinize yaşatmış olduğunuz bu hayatı sevgiyle kabul edip yolu beraber yürüdüğünüz insanların insanca yaşam hakkını ellerinden aldığınız sürece bu sefalet sürecek. Oysa; değiştirme hakkına her an sahibiz ve her an seçim yapabiliriz. Sevgiyle çoğalmak ve anlamak; yaşamın her alanında olmazsa olmazımız. Sonuçta, eril düzeni iyileştirmek istiyorsak, kendimize, yaşamımıza, yaşamımızda var olan her şeye sahip çıkmalıyız. Hayatlarımızın sözcüsü başkaları olmasın. İnsanca yaşamak bir haktır, bunun cinsiyeti olamaz.Büyük tabloyu görüp, küçük ayrıntılarda kaybolmayı, oyalanmayı, kalıpları bırakalım. Kurban rolünden çıkıp; yaşamınızın, seçimlerimizin farkına varalım. Kendimizi başkalarından dinlemeyi, cezalandırmayı, acı çekmeyi bırakalım, yaşamınızın sorumluluğunu üzerimiz alalım. Hiç kimseye altın tepsinin içinde anlamlı bir yaşam verilmez. Yaşamak, anlamlı bir çaba ve anlamak için de özveri ve emek ister.
Yaşamımızdaki kimliklerle kendimize değer katmayı bırakalım. Sürekli yargılamayı ve suçlamayı bırakalım.Yaşamınızda hiç kimsenin veya hiçbir olayın bizi yönetmesine izin vermeyelim. Yaşamınıza sahip çıkalım. Eril düzenin oluşmasında ne kadar pay sahibi olduğumuzu kendimize söylemekten korkmayalım. Hiç bir şey tek başına oluşmaz. Tüm bu durumlardan nasıl özgürleşebiliriz? Önce bunun cevabını kendimize dürüstçe verelim.İşe, kendi özümüzde ki coğrafyayı tanımakla başlayabiliriz. Bize biçilen yazgıları, öğretilen ezber kalıpları, zorla yutturulan o içi boş kavramları yeniden yeniden sorgulayarak başlayabiliriz. Sorgularken insan olduğumuzu, kadın olduğumuzu unutmadan, sözü silah-top tüfek olarak kullanmadan bir bütünlük içerisinde samimi ve içten olarak yol arkadaşlarımıza sahip çıkabiliriz. Erkek düşmanlığı yapmadan; yanlışa, körü körüne kadınları yok sayan zihniyetlere sevgimizle, içtenliğimizle, samimiyetimizle, onurumuzla karşı duruş geliştirebiliriz. Farkımız yok birbirimizden. Nihayetinde hepimiz ölümlü ve hepimiz etten kemikteniz. Bizim tek görevimiz insanların yaşamlarına, yaşadıkları deneyimlere saygı duyarak olduğu gibi kabul etmektir. Bir bütün olamazsak yaşamın içinde tam olarak var olamayız. Kadını eksik gören zihniyetiniz değişmedikçe, hiçbir zaman gönülden sevilmeyeceksiniz, buna inanın. İçinde nefreti, öfkeyi, kini taşıyan hiçbir insan sahici bir sevgiyle sevilemez.
Kızlarınız sizin kızınız da ya eşleriniz, onlarda başka bir babanın kızı. Kıyamazken kızınıza, nasıl kıyarsınız bir başkasının kızına. Arının bütün hoyrat, zalim, zalimane duygularınızdan. Sahici sevginin olduğu yerde hiçbir olumsuz olay, duygu yaşanmaz.
En uzun yol insanın içidir. En az gittiği, içindekileri görmeye korktuğu yer yine kendi içidir.
Yürüyün kendi içinize, yürüyün sevgiyle çarpan yüreklerin içine. Yaşam dediğin bir soluk, onunda cinsiyeti yok. İnsan bütün cesaretiyle, yaşamın kendi tanıklığını ve çıraklığını yapabilmeli. Başımızı kuma gömerek, dokunmaktan, hata yapmaktan, düşünmekten korkarak takip edemeyiz hayatın izini. Sürekli bir kurtarıcı bekleyerek, sürekli suçlayarak, bahanelerin arkasına saklanarak bulamayız yaşamın o ince, narın anlamını. Korkan ruhlarımız zifiri karanlık, bedenlerimiz çelimsiz olur. Hayatın akışına tutunup, her yerde kök salıp, mevsimlerle yeşillenip döngüyü tamamlamak ne harika olur. Korkunç derece de kirlenen insan sürüsü içerisinde birbirimizi boğazlamaktan, kimlik savaşları yaratmaktan, paranın efendisi olmaktan bir an önce vazgeçelim. Yaşam bizi kusturup içinden atmadan, yaşamla beraber biz olalım.
Güne nağmesini düşüren dünya kadınlar günümüz kutlu olsun, her şeye rağmen..!