Translate

30 Aralık 2019 Pazartesi

Ben Elimden Geleni Yaptım

2020' ye çok büyük anlamlar yüklemesemde, umut denilen o yaşamak ağrısını kalbimizde büyütmeye devam edeceğiz.
Varlıklarıyla mutlu eden, hayatıma anlam katan, yaşama sevinci veren, mücadele ruhumu ve umudumu tazeleyen arkadaşlarıma, dostlarıma, herkese teşekkür ediyorum.
Tüm varlıklar için geride bıraktığımız yıldan daha iyi bir yıl olmasını dilerken, sevgimizi besleyecek şefkat ve ona güç verecek ruh sağlığı diliyorum.
Zaman mutlaktır ve bu döngünün içinde ruhuma iyi gelen William Shakespeare'in dizelerine minnetle sarılıyor ve paylaşıyorum🌹
''Her şeyden önce iyi yaşa.
Eğer gerçek aşkı tanıyacak kadar şanslıysan; bütün kalbin, ruhun ve bedeninle sev.
Sırf tesadüfen bu dünyaya gelmiş gibi, laf olsun diye günlerini geçirme.
Hayatını öyle yaşa ki; her an kendi elini sıkabilesin.
Ve her gün hiç olmazsa faydalı bir şey yap ki; gece yaklaşırken örtüleri üzerine çekip kendi kendine; 'Ben elimden geleni yaptım' diyebilesin."
Şimdiki zamanın boş yücelikleri o kadar çok ki!
İkircikli hesaplar, kabarık cüzdanlar üzerinden ahkam kesilenler mide bulandırıyor.
Çocukların aç kalmadığı, eğitimin ve sağlığın paralı olmadığı, hakkaniyetin sığ sularda yüzmediği, kadınların şiddet mağduru olmadığı, çıkarlar ve menfaatler uğruna insanların gammazlanmadığı, duyguların örselenmediği, savaşların olmadığı, kulun kula kulluğu olmadığı, barış ve kardeşliğin yeşerdiği bir yıl olmasını kalben diliyorum.
İnsan, iyi dostlarla birde huzurlu bir vicdanla hayatın anlamını bulabilir.
Aydınlanmanın özgünlüğünü, insanca yaşamanın sorumluluğunu aklı ve kalbiyle taşıyanlara selam olsun...
Sarılalım sevdiklerimize...
İyi insanlara rast gelesiniz😊
Olcay Kasımoğlu

YAŞASIN HAKLARIN ADALETİ !!

Çoğu zaman; insanların kör ve sağır kaldığı, kendine sıra gelinceye kadar gıkını çıkarmadığı sosyal ve toplumsal olaylar vardır..
Yaşam bir bütündür, dünyanın diğer ucundaki bir değişim, gelişim bir diğer alanı değiştirirken hala yerinde durmayı ve yerinde saymayı marifet sananlar, daha da gerilere düştüğünün her gün bir parça eksildiğinin farkında bile değildirler.
Sadece kendini görmek, çok yönlü düşünememek, etkileri ve tepkileri hesaplayamamak, başka insanların yaşam haklarına saygı göstermemek; iki yüzlülüğü, riyakarlığı, yaşama ihaneti kaçınılmaz kılmaktadır.
Yaşam da var olan ayrıcalıkları sadece kendi tekelinde görenler, hiç düşündünüz mü, kimsesiz ve kimliksiz kalanlar bir gün hesap sormaz mı ?
Yaşamı sorgulamayanlar, sadece kendi durduğu yerden bakanlar, evreni bir bütünlük içinde görmek ve algılamak yetisinden yoksundurlar.
Onlara göre yaşam siyah ve beyazdan ibarettir ve o en iyisi, diğeri en kötüsüdür.
Dünyanın sadece kendi etrafında döndüğünü sananlar; kendi yaşamlarının dışında başka bir düşüncenin, başka yaşamların önemi konusunda bencildirler.
Kendi yaşadıkları coğrafyanın verdiklerine, düşünce ve yaşam tarzlarına anlayış ve nezaketle yaklaşıp başka insan diyarlarına, yüreğini,algısını kapatan insanlar yaşamı bir bütünlük içerisinde görmekten çok uzaktırlar.
Farklı coğraya da doğan ve yaşam koşulları gerçekten zor olan insanları anlamak yerine, ezici bir üstünlükle tepeden bakmak, görmek, dünden kalmış argümanlarla bugünü değerlendirmek insanların sağlıklı bir düşünce anlayışına sahip olmalarını ve sağlıklı bir bakış açısı getirmelerini engelleyecektir.
Ve dünden kalanlar dünün söylemleriyle bugünü görmeye çalıştıkları için yaşamı ıskalamaya devam edeceklerdir.
Özellikle sen ben kavgasının yolcuları, insanları; görünüşünden,dilinden, etnik kökeninden,siyasal tercihlerinden dolayı yargılıyorsa hiç bir gönülde açamazlar, insanım diyemezler.
Başkalarına önyargıyla yaklaşan insanlar, yenilikten korkarlar. Kendi dünyalarında farklı, içinde bulundukları ortamda farklıdırlar. Resmi görüşleri ayrı, içsel düşünceleri farklıdır. Bunlar için yaşamın etkinliği, işine ve çıkarına geldiği gibidir. Neyi savunuyorlar neye göre, kime göre yaşamlarını düzenlerler bilinmez.
İnsanı insan yapan en büyük özellik adaletli olmasıdır ve yaşamın içerisinde üretim, paylaşım ve bütünlük içinde daha huzurlu ve güven ortamında yaşama devam etmesidir.
Bunları ıskalayıp, bir yığın neden veya gerekçe ile düşmanlık üretenler ise akıldan, aydınlıktan, düşünceden uzaklaşmış, hedefinden sapmış demektir.
Aydınlanmanın özgünlüğünü, insanca yaşamanın sorumluluğunu aklı ve kalbiyle taşıyanlara selam olsun...
Olcay Kasımoğlu

AYAK DİRİYOR YAŞAMAK

Her şeyin bu kadar iç içe geçtiği, doğrunun yalan karşısında kendini müdafaa etmek zorunda kaldığı, insanların el etek öperek varlık nedenlerini unutarak, başkalarının gözünde değerli olma sığlığında boğulurlarken; karşı duruş geliştirerek yazmak, insan doğasına paralel bir eylemdir.
Her ne kadar insan evrenin yaratıcısı olmasada kurmaca dünyanın yaratıcısı olarak son derece içgüdüsel bir duyguyu beslemektedir.
Yazmak da bir anlamda yaratmak ve manevi bir eylemdir.
Ne mutlu söylediğiyle yaptığıyla çelişmeyen cesur yüreklere...
Bu yüzyıl sözleri kelepçeli
Kalemler muhbir
Yürekler mühürlü
Yaralıyız
Yaramız derin
Gök kuşağı kan revan
Güneşin aydınlığına
Acıların sızısı düşmüş
Dilden
Zandan
Şüpheden,
temiz göze,
Yüz binlerce,
yol var derken
Kim bilir
Daha kaç mevsim
Daha kaç aymazlık
Yolumuzu yanıltır
Acılarımızın üstüne
Dünya kuranlara
Birileri
Anlata dursun halimizi
Kadınlarla
Çocuklarla
Kuşlarla
Ayak diriyor yaşamak...
Olcay Kasımoğlu
Fotoğraf: Abdülkadir Karataş

Evrenin şaşmaz Döngüsü

İnsanlar korkarlar gerçeği hatırlatanlardan
Kefelenmiş öykülerle yaşarlar...
Bir insanı/ insanları tanımak için çok uzun mesafeler katledilmesi gerekmiyor. Bazı anlar, yaşamlar, yolculuklar,
olaylar vardır.
Kişinin/kişilerin koyduğu tavır, davranış, söz kendi mizacını, karakterini gözler önüne serer.
En çok da insanlar kayıplarında, ayrılıklarında, yüreğindekileri açığa çıkarırlar. En zayıf ve naif taraflarıyla tanışırlar.
Velhasıl insanlar yaşadıkça, yaşamı bir bütün olarak algılarlar. Tabi ki ”bakış açısı ve farkındalık” varsa.
O zaman bize düşen insan olma erdemlerini çok iyi analiz etmek, empatiyi ve vicdanın ahlak yasasını elden bırakmadan;
Gücün oluşturduğu tek tip insan olma modelini şiddetle reddederek, nutuk atmadan, ben her şeyin en iyisini bilirim demeden, yanılma ve hata payını unutmadan yaşama katılmak gerekir.
İnsanlara kuş bakışıyla değil aklın-mantığın-kalbin ve ruhun bakışıyla anlamaya çalışmak gerekir.
Dünyanın hem içiyle hem dışıyla hem tepesinden hem uçurumundan hem ovasından ama her yerinden bakarak illa ki insanca… illa ki ya edep ya hu...
Ne verirsen er ya da geç onu yaşayacaksın, bu evrenin şaşmaz döngüsü.
Anlatacağımız öykü de hayata ne verirsen, oda sana onu verir.' anlayışına güzel bir örnek.
Okuyalım bakalım;
''Küçük bir kasabanın dört ayrı mahallesi varmış. Birinci mahallede EVETLER AMA’LAR yaşıyormuş. Evet ama’lar ne yapılması gerektiğini bildiklerini düşünürlermiş. Yapma zamanı geldiğinde ise “evet, ama” diye cevap verirlermiş. Cevapları hep yanlış olurmuş. Suçu başkalarına atmakta da ustaymışlar.
İkinci mahallede YAPACAM’LAR yaşarmış. Ne yapacaklarını bilirlermiş. Kendilerini yapacakları şeye adım adım hazırlarlarmış, ama yapacakları sırada şanslarını kaçırdıklarının farkına varırlarmış. Bu mahallede insanların dizleri dövülmekten yara bere içindeymiş.
Yaşamı ertelememek için verdikleri kararı bile ertelerlermiş.
Üçüncü mahallede yaşayan KEŞKECİ’LERİN, hayatı algılama güçleri mükemmelmiş. Neyin yapılması gerektiğini daima en isabetli şekilde bilirlermiş ama, her şey olup bittikten sonra. Keşke’cilerin de başları kanarmış hep, duvarlara vurmaktan!
Kasabanın en yeşil bölgesinde, en güzel evlerin olduğu mahallede ise İYİ Kİ YAPTIM’LAR otururmuş.
Keşkeci’ler bu mahallede yürüyüşe çıkar, etrafa hayranlıkla bakarlarmış.
Yapıcam’lar Keşkeci’lerle birlikte bu mahallede yürüyüşe çıkmak ister ama bir türlü fırsat bulamazlarmış.
Evet, ama’lar ise mahallenin güzelliğini görmek yerine, ağaçların gölgelerinin yeterince geniş olmadığından, güneşin daha erken saatte doğması gerektiğinden şikayet ederlermiş.
İYİ Kİ YAPTIM mahallesindeki insanların kusuru da, beyinlerinde mazeret üretme merkezlerinin olmayışıymış!
Bırakın içi kof mazeretleri;
Tek bir hayatımız var ve bir gün sona erecek.
Duvar olmakla, katı olmakla, yanlışın yanında yer almakla, mazeretlerin arkasına saklanmakla bulamayız yaşamın o incecik yolunu…
Dikkatle bak... Gerçekten gör... Yaşa... Vazgeçme...

Yankı...

Bir adam ve oğlu ormanda yürüyüş yapıyorlarken birden oğlan takılıp
düşüyor ve canı yanıp "AHHHHH" diye bağırıyor. İleride bir dağın
tepesinden "AHHHHH" diye bir ses duyuyor ve şaşırıyor. Merak
ediyor ve "SEN KİMSİN?" diye bağırıyor. Aldığı cevap "SEN
KİMSİN?" oluyor. Aldığı cevaba kızıp "SEN BİR KORKAKSIN"
diye tekrar bağırıyor. Dağdan gelen ses "SEN BİR KORKAKSIN" diye
cevap veriyor.
Çocuk babasına dönüp "BABA NE OLUYOR BÖYLE?" diye soruyor.
"OĞLUM" diyor adam, "DİNLE VE ÖĞREN!" ve dağa dönüp
"SANA HAYRANIM" diye bağırıyor. Gelen cevap "SANA
HAYRANIM" oluyor. Baba tekrar bağırıyor, "SEN MUHTEŞEMSİN!".
Gelen cevap "SEN MUHTEŞEMSİN!". Oğlan çok şaşırıyor, ama halen
ne olduğunu anlayamıyor.
Babası açıklamasını yapıyor. "İnsanlar buna `Yankı` derler, ama
aslında bu `Yaşam`dır. Yaşam daima sana verdiklerini geri verir. Yaşam yaptığımız
davranışların aynasıdır. Daha fazla sevgi istediğin zaman, daha çok sev!
Daha fazla şefkat istediğinde, daha şefkatli ol! Saygı istiyorsan
insanlara daha çok saygı duy. İnsanların sabırlı olmasını istiyorsan sen
de daha sabırlı olmayı öğren. Bu kural yaşamımızın bir parçasıdır,
her kesiti için geçerlidir."
Yaşam bir tesadüf değil, yaptıklarımızın aynada bir yansımasıdır
Sesimi sesinde dinleyip
Yüreğinin rengine gönül verdiğim
Yediveren bir gül gibi doğdun ya içime
Yüreğin durgun sudur artık/dindiğim
Korku kıyılarımı/sildiğim
Dökülü ver kirpiklerinden yüreğime
Ne tunç, ne demirden köprülerim
Hepsi dudağının ucunda asılı bir kelimeye
Benim ise boynum kıldan ince/bekler seni...
Olcay KASIMOĞLU

27 Aralık 2019 Cuma

Herşey İçin

Hayat, sabahına pişmanlıklarla uyanmak için çok kısa.
Ya duvarlarını indir
Ya vazgeçmeyi öğren
Ya da sevmeyi...
Paulo Coelho' bu konuda hissettiklerini çok güzel ifade etmiş.
"Bazı şeylerin gitmesine izin vermek işte bu nedenle önemlidir: Onları serbest bırakmak. Gevşek olanı kesmek. İnsanların hiç kimsenin işaretli kağıtlarla oynamadığını anlaması gerekiyor; bazen kazanırız ve bazen de kaybederiz. Hiçbir şeyi geri almayı bekleme, yaptıkların için takdir edilmeyi bekleme, ne kadar zeki olduğunun keşfedilmesini bekleme ya da aşkının anlaşılmasını. Daireyi tamamla. Gururlu, yetersiz ya da kibirli olduğun için değil, sadece artık, onun senin yaşamında yeri olmadığı için. Kapıyı kapat, plağı değiştir, evi temizle, tozdan kurtul. Geçmişte olduğun kişi olmayı bırak ve şu anda kimsen o ol. "
İnsanlar hissettiklerini muhakkak söyleyebilmeli
Gerçekte nasıl hissettiklerini
Değil mi ki;
Bu şarkılar, bu filmler bize yalan söyledikleri için suçlular.
Tüm kalp kırıklıkları ve her şey için.
Yaşamımızda her neyi deneyimliyorsak, onun ötesine geçmek ve yeni bir kapı açmak üzere deneyimlediğimizi bilip, bunu hatırlayalım.
Zaten bu değil mi yaşamak denen karın ağrısının özeti.
Sana içinde ne olduğunu gösterir.
"Ne istediğini bilmezsen istemediğin bir sürü şeyin olur" diyor Pessoa.
Neyi, kimi aradığını bilmeyen bir sürü insanın, lüzumsuz kalabalıklara, hayal kırıklıklarına, mahkum oluşu, bundan değil mi?

24 Aralık 2019 Salı

İçten Dışa Büyüyen

 Anlamadıysan yeniden yaşarsın
Fark ettiysen yenisini yaşarsın.
Mevsim kış, göçmen kuşlar çekildi yuvalarına. Tomurcuklar başını gömdü toprağın karnına ve her şey bir o kadar suskun bahara..!
Ya insan, insan kendiyle boğuşuyor, çelişiyor unutuyor insan olduğunu.
Her şey yaşamak üzerine kurgulanmışken, tüm şarkılar, türküler buram buram yaşam ve sevda kokarken, insanlar da bir dünya, bir mal mülk edinme telaşı!
Yaşarken mi öldürüyoruz sevdiklerimizi, yada gülde dikeni unutan biz miyiz ?
Dokundukça ”Ah” diyen sese kulaklarımız sağır, yüreğimiz kör, kapılarımız kilitli, ruhlarımız sakat.
Bir dünya telaşına kapılmışız, bir ben bilirim, bir ben haklıyım nidalarıyla kendi içimize yuvalanır dururuz.
Telaş dediğinde, maldan mülkten, mevkiden, diplomalardan, başkalarının gözünde değerli olma, onanma sancılarıyla etrafımıza örülmüş bir cendere.
Sevmiyoruz kendimizi.
Yaşamı kutlamak değil, ölümü kutsamak öğretiliyor bize.
Ölüme dair, Seneca’nın seslenişi oldukça etkileyicidir;
“Ölümün olduğunu öğrenir öğrenmez, hayattan çekilmeye karar vermemişsek, burada bulunmamızın tek nedeni var mutlu olmaktır.
O zaman, üçgenin ille de üç kenarı olacak diye bir kural koymaya biliriz…” Ama insanoğlu kural koyar, insan oğlu nefsinin kölesidir, çok azı nefsini terbiye eder. ben ben diye bağırır durur, bencildir.
Kendimize adil, kendimize namuslu, kendi egolarımız tavan oldukça , aramızdan usul usul kayanları göremeyeceğiz, sessiz çığlıkları duyamayacağız.
Ozanın dediği gibi, “Hayat sunulmuş bir armağandır insana.” ama ne kadarımız bu armağanın değerini biliyor, ona hakkını veriyoruz?
Yoksa, hoşumuza gitmeyen bir armağan gibi, onu bir kenara koyup, eskimesini, yok olmasını mı bekliyoruz?
Ya da kaybetmek midir ölüm?
Varlığın esas olan huzura, serbestliğe kavuşması mıdır?
Her ölüm, erkendir diyen şair yanıldı mı bir yerde?
Esas olan, yaşamın ne manaya geldiğini çözemeden ayrılmanın garip yoksulluğu mu, yoksa sonsuzluk dediğimiz, aslında yaşamdaki sonsuzluk değerinde bir an mıdır?
“Çoğumuz ömürlerimizi sadece minik bir “kelebek etkisi” için yaşıyoruz belki de. Ama o etkiyi yaratacak dönüşümlerden ya da çabadan fersah fersah uzağız. Haliyle dünya bir bumerang gibi bize geri dönüyor bu durumda, hiç değişmeden… İşte bizim trajedimiz bu, içten dışa büyüyen bir kısır döngü.”
Oysa, insanın huzur ve memnuniyeti dışarıda değil içindedir.
Ve bizler ölümlü dünyaya, bitimli hayatlar almaya çalışıyoruz, birde bakıyoruz ki;
“Özenle sakladığınız bir sarı lira gibi ömrümüz, vakit gelip, sandıktan çıkarttığımızda bakıyoruz tedavülden kalkmış.
Evren bile tamamlanmamış hiç bir şey bırakmazken, eksiğe müsemma gösterir mi yaşam sizce?
Bitmemiş aşklardan düğümlere, yaşanmamış duygulardan tatmin olunmamış ilişkiye, dengesi şaşan terazinin eksik kalan kefesine, gizliye saklıya, arkadan iş çevirene, hırsından delirene, tutkusuna yenik düşene, can yakana, can alana, dönüşüme direnene, dönüştüremeyene, ben deyip bize geçemeyene yaşam bir şey verir mi sizce?
Bir insanın yaşama kattıkları, kültürü, ahlak anlayışı, ait olma bilinci kendine namuslulardan olmamalı.
Yaşama kırgın, kendimize küs, umutları ayağından vurup, bir ipe dolayıp boynumuzu yada kör bir kurşunla hoş çakal diyenler kadar, yaşarken kendini bulamayanlarda beni bir o kadar üzer…
Olcay Kasımoğlu

Önce Biz Kendimize Ayna Olalım

Kim onları hayatla tanıştırırken; sevgiye emeği ve şefkati katarak yanında koşulsuz durabilir?
Biz onların hayata akan köprüleriyiz.
Kendi kendine yetmenin verdiği mutluluğu anlatalım. Kendi ayakları üzerinde durmanın önemini, saygınlığın, erdemin, öz güvenin aydınlığını anlatalım.
Namuslu olmanın 'cinsiyet üzerinden değil' erdemli, onurlu olmanın süzgecinden geçtiğini, geçerken de kimseyi kirletmediğini ve en büyük namusun beyinde olduğunu öğretelim.
Namusu etek boyuyla izah eden her türlü düşünceye hayır diyen bir bilinç geliştirmesinin önünü açalım.
Kıyafetlerin mistik sevincini sevdiren, incelten zevkini yaşatalım..
Sahip çıkmakla, sahiplenmenin aynı şeyler olmadığını öğretelim.
Kıskanılmanın, güvenle karıştırılmayacak o nezih çizgisini sindire sindire anlatalım.
Sevdiği ile onur duymanın içtenliğini, faziletini ve birliktelikleri nasıl büyüttüğünü anlatalım; anlatalım ki, duvarlar arkasında entrika çevirenleri, bencil egosuna hapis eden zihniyeti iyice tanısın.
Kendine güveni olmayandan, güven beklemenin zaman kaybı olduğunu,
kendine saygı duymayandan; saygı beklemenin nasıl bir aldanış olduğunu anlatalım.
Eğitimin yaşam şekli olduğunu, insana yapılan en büyük yatırımın eğitim olduğunu anlatalım.
Hiç kimsenin kölesi olmadan; fikri hür, vicdanı hür insan olmanın erdemleri üzerine bir yaşam kurmanın en büyük zenginlik olduğunu anlatalım.
El,etek öpmeden, yaşama sıkı sıkı sarılmanın en büyük mucize olduğunu
ve sevdiği için, sevdikleri için bilinçli sevgilere durmanın iç huzurunu anlatalım.
Ve en önemlisi bunları anlatırken kendimizi güncelleyip, söylediklerimizi yaşama geçirerek, verdiğimiz sözlerin arkasında durarak, yemin etmeden sözümüzü inanılır kılarak, eylemlerimizi dürüstçe çocuklarımıza yaşatalım.
Ancak o zaman anlattığımız,söylediğimiz, örnek verdiğimiz şeyler anlam kazanacak. Yoksa çocuklar büyüklerine güvenmeden, onların yaşam alanlarına saygı göstermeden, söylenen hiç bir şeye inanmayacaklar.
İnanmadıklarını kalplerine indirmezler.
Kalplere inmeyen her şey zamanla unutulur, unutulmayanlar eylemlerdir.
Yarının büyüklerine, kinden,nefretten arınmış bir dünya bırakmak bizim elimizde.
Önce biz kendimize ayna olalım. Önce biz kendimize adil ve güzel olalım. Sevginin, iyiliğin, şefkatin etiket fiyatı olmadığını içselleştirdiğimiz  zaman çocuklarımız yanlış insanlara zamanlarını harcamayacaklar.
Bu bence çok önemli. 
Önce biz kendimize ayna olalım. Önce biz kendimize adil ve güzel olalım. Sevginin, iyiliğin, şefkatin etiket fiyatı olmadığını içselleştirdiğimiz  zaman çocuklarımız yanlış insanlara zamanlarını harcamayacaklar.
Bu bence çok önemli. 

olcay kasımoğlu

22 Aralık 2019 Pazar

DEĞİŞİME DİRENENLER

İnsanın kendine yatırım yapmasının ne olduğunu bilmeden, dünya malına yatırım yapa yapa ömürden saya saya bir yol tutturmuş gidiyoruz.
Hayatın bize sundukları güzelliklerle dolu olabilir lakin hırs ve aç gözlülük insanların ruhunu zehirliyor.
Zekâmız genişliyor, genişledikçe çok fazla düşünüyor ama çok az hissediyoruz, gülüşlerimiz tutsak, samimiyetimiz azaldı. Asık suratlı, sabahına yorgun ve bitkin uyanan ruhlarla yaşamı kucaklıyoruz.
Komşuluk ilişkileri neredeyse yok denecek kadar azaldı. Yardımlaşma, paylaşma ve dokunma duyguları sudan sebeplerle sığ sularda yüzüyor.
Online bir yalnızlıktayız ve teknolojinin sunduğu imkânlara kapılmış gidiyoruz. Seçici olmadan, bilgiyi sorgulamadan fikir sahibi oluyoruz.
Bunun yanında, birde değişime direnenler var ki; teknolojiye, yeni oluşumlara, yeni fikirlere şiddetle karşı çıkarlar.
Değişimi ihanet olarak algılarlar. Toplumdan, aileden aldıkları öğretilerle,toplumsal kural ve kaidelerle yaşamlarına yön verirler.
Bunun aksi davranış gösterenleri erdemsizlikle suçlarlar, saygısız ve dönek diye nitelendirirler.
Mademki, değişme,yenilenme ve gelişme ”Dünya’nın temel koyucu kuralı” ise, niçin; değişmeme, değişmemekte direnme ve değişmediği için de kişi erdemli kabul edilmekte?
O zaman, yıllarca sağcı olup daha sonra solcu olan bir insanı nasıl değerlendiririz?
Ya da tuttuğu takımı değiştiren bir insana hangi gözle bakarız?
Tutucu ve kapalı bir yaşamı olan bir insanın radikal bir kararla yaşamının bütün yönünü değiştirmesine nasıl anlamlar yükleriz?
Bu kavramlar üzerinden soruların yanıtını aradığımızda bu kavramlar ana ilkeler midir, ana ilke deyince ne anlıyoruz?
Milliyetçilik, solculuk,sağcılık, gibi bir sürü kavram ana ilke midir?
Diyelim ki ana ilkedir, bunları tümüyle terk etmek, değiştirmek bir gelişme midir, yoksa belli bir kesimin tanımıyla döneklik midir?
Ben hiç değişmedim önce neysem, bugün de oyum demek ‘tutarlı’ ve tutarlı oldukları içinde ‘erdemli’ sayılmak, bunun gerekçesi nedir ?
Aslında sorun değişmemekte değil, değişmenin nasıl gerçekleştiğindedir.
O zaman, tutarlılık bağlamında erdem; değişmemeyi değil de, değişmenin tarzıyla ilişkilidir.
Dünya görüşünün değişmesini ”mazur” gösterebilecek ”makul” gerekçeler her zaman vardır.
Gençliğinde belli bir siyasal görüşü savundu diye, yaşamının sonuna kadar o görüşü savunmasını tutarlılık saymak, savunmadı ve değişti diye de döneklikle suçlamak haksızlıktır.
Burada ki en hassas ayrıntı ise ”siyası ve politik tercihlerin değişimi” rüzgarın yönüne göre esiyorsa, ‘yükselen değerleri” kollayan bir ideolojik kaypaklık içerisinde ise, sadece kendi egosuna hizmet edecek bir yol çiziyorsa; böyle bir değişimi ”varoluşun temel koyucu ilkesidir” diye izah edebilir miyiz?
Tabii ki edemeyiz, kaldı ki, mazeret; makul gerekçelere dayandırıldığı sürece kabul edilebilir.
İnsanlar yaşamla birlikte inandığı şeyleri sorgulayabilir, yaşadıkları; aldığı kararı bozdurabilir, kaldı ki gerekçe sağlamsa bu ayıp da değildir.
Zaten mantığı ve gerekçeleri açıklanamayan bir değişimin içinde ne samimiyet nede içtenlik olur çünkü değişim bir süreçtir, sağlam gerekçeleri ve mantığı vardır, sabahtan, akşama veya akşamdan sabaha olmaz.
Değişim; başkalarının yaşam hakkına daha hoş görülü, daha insancıl bakış açıları getiriyorsa, bu gelişime kim dur diyebilir.
Yeter ki “insan hayatına saygı, doğaya ve içinde ki bütün canlıların yaşamak hakkına saygı olsun.
Evrensel değerler dışında; benim için değişmeyecek şey yoktur.
Sığ düşünce, katı anlayış, insana ve evrene bir şey katmaz.
Kendi içinde enginliği ve derinliği olmayan, insana durmayan, ırkçı,faşizan, güzelliği sabote eden her türlü düşünce ve ideoloji değişmeli.
İnsan yaşamına gereken özeni göstermeyen, sadece kendi varlığına hizmet eden, saygı göstermeyen, doğal ve sosyal çevreyi kirleten; her türlü düşünce faydacı değildir.
İster değişmeden kalsınlar, isterlerse her gün değişsinler ne fark eder.
Dünyaya bir güzellik bırakmadıktan sonra, , başkasının canı yanarken sesin çıkmıyorsa, ateşi sana gelene kadar kapını kapatıyorsan, hangi düşünceden olursan ol, hangi değişimin içinde bulunursan bulun, benim için hiç bir anlam ifade etmez.
Ne kadar çok bizi destekleyen olumlu, yararlı ve güçlü düşüncemiz varsa, o kadar başarılı seçimler yaparız. Buda; yeni değişimlere bizi açık kılar ve olumlu gelişmeyi sağlar.
Olumsuz, yararsız düşüncelerse, bizi yeterince güçlü bir halde tutamadığı için yaşamımızda başarılı seçimler yapamaz ve yaşamımızın sorumluluğunu alamayız.
Konfüçyüs *sadece en akıllı ve en aptal insanlar hiç bir zaman değişmez.* derken, olayın özünü özetlemiş aslında… Algıda seçicilik yoksa değişim olmaz…..
Sezgilerimizi, derinliğimizi ve farklılığımızı geliştirelim.
İyi bir gözlemci olmaya çalışırsak, yaşamda var olan birçok şeye insanlık değerlerini örselemeden ulaşabiliriz.
Özellikle bilimi iyi tanımlamalı ve anlamalıyız.
Putlaştırılmış inanç ve değerler yerine, teknolojiyle birlikte; açık, basit, anlaşılır vicdani değerleri koruyalım, geliştirelim.
Yaşamın köhne alışkanlıklarına bağımlı olmak, sınırlara ve öğretilere boyun eğmek doğaya aykırıdır.
Unutmayalım ”yalnızca dünyayı aşmış olanlar” iyi bir dünya yaratabilirler.
İyi bir dünya ”mutlu ve dingin insanlarla” süreklilik arz eder.
Mutlu ve dingin insanlar daha açık, tutarlı, istikrarlı ve yaşamla uyum içindedirler.
Değişimi, yenilenmeyi; olumsuzluğa çevirmeden, yaşama sevinci ile yaşamın içerisine ‘özgürce” akabilen insanlar, huzur ve dinginlik katar yaşama..
Sağlıklı değişimlerle, bilimin ve teknolojinin hayatımıza olumlu katkılar sunacağı ve mutluluk getireceği bir dünya için mücadele edelim.
Olcay KASIMOĞLU

21 Aralık 2019 Cumartesi

En Büyük Adalet Vicdan ve Merhamettir

Vicdan aynı zamanda adalet duygusudur, hak verme duygusudur.
İnsanlar kötülüğü, vicdanları zayıf olduğundan dolayı yaparlar.
Özellikle çıkarlarını düşünen insanların çoğaldığı, fedakarlığın azaldığı yerlerde ''hile, ahlaksızlık'' bu kadar artarken ve insanlar iki yüzlü olurken, paranın saltanatı ''merhameti ve vicdanı susturmak için'' her türlü hilekarlığa baş vururken!
Nasıl, adalet ile zulüm bir yerde barınmaz ise vicdanın çalışmadığı yerde de merhamet barınamaz.
Nasıl, hak, hukuk ve doğruluğun bulunduğu yerde zulüm olamaz, zalimler bulunamaz ise ''vicdanın olduğu yerde'' merhamet, hak yemeye, sömürüye karşı çıkar, insan iradesini etkin kılar.
Bunun yanında vicdan tek başına yetmiyor.
Vicdan edilgendir lakin merhamet etkendir. İnsanların başına bir şey geldiği zaman üzülürsünüz bu sizin vicdanınızı sızlatır fakat hiçbir şey yapmayıp sadece üzülürsen ne faydalı nede yararlı olabilirsin.
Seyretmekle, üzülmekle yetinmeyip olaylara, kişilere yardım etmeye başladığın zaman eyleme de geçmiş oluyorsun buda merhametin dönen çarkıdır, merhamet eylemdir, durağan değildir.
Vicdan duygusu içimizde sesiz ve sedasız durursa hiçbir anlam ve geçerlilik kazanmaz. Bir insanın vicdanı merhametle birlikte eyleme geçmiyorsa, ne ahlaktan nede dürüstlükten bahsedebiliriz.
Merhamet bir erdemdir, ne haksızlığı bilir nede haksızlığa uğratır. Zorlama, kin, nefret gibi haris duygular onunla birlikte yaşayamaz.
Merhamet ve vicdanın olduğu her yerde barış ve kardeşlik olur.
Günümüz kapitalizmin yaşam biçimi ile toplumda insanlar bencil, kıskanç, hırsız, yalancı çıkarcı olmaya başladılar.
İnsanlar neden bu kadar vicdansız ve merhametsiz duruma geldi sorusu akla geliyor.
Kapitalizm her zaman insanların ortak değerlerini inceden inceye törpüleyip yok eder.
Özellikle, insanı insan yapan en önemli vicdan ve merhamet değerlerini tiye alır. İnsanlar üzerinden bu duyguyu zayıflıkmış gibi empoze eder.
Vicdanın ve merhametin birlikte olduğu yerde yalanın, talanın yaşamayacağını, insanların satın alınamayacağını çok iyi bilir.
Vicdan, kişinin kendi ahlaki değerleri ile yapmış olduğu veya yapmak istediklerini sorgulayan kişilik özelliğidir, bir iç sestir.
Ruhun gelişimi ile birlikte görgü ve bilginin toplamından elde edilen bir yetenektir.
Bunu bilen kapitalizm;
Vicdanı ve merhameti saf dışı bırakmak için bütün hile baz oyunlarını seferber etmiştir.
Ahlak, vicdan ve merhamet olmadan ne insan hayatı ne de aile korunabilir. Ne de söz ve eylem kardeş olabilir.
Özellikle dünyada yaşananlar klasik tabirle tarih bir kez daha tekerrür ediyor.
Marks'ın dediği gibi “bir olay tarihte iki kere meydana gelir, biri gerçek diğeri komik”
Maalesef; insanlığın varoluşundan beri savaşlar sürekli yaşanıyor.
Ülke yönetiminde söz sahibi olanlar, her şeyin tek hak sahibi olduğunu zannediyor.
Doğa tahrip ediliyor. Gelecek neslin yaşam alanları bir bir istila ediliyor. Bir günü kurtarma telaşı almış başını gidiyor.
Susmanın erdem olduğunu söyleyenler nerede susması nerede konuşması gerektiğini bilmiyor. Sabrın kim, neye olduğu üzerine gram akıl yormuyor.
Yaşanan olumsuzluklara, dünya düzeninde savaş çığırtkanlığı yapan vicdansız, merhameti çürümüşlere itibar ve saygınlık kazandıran köhne bu dünya her geçen gün insaf, vicdan ve merhamet penceresinden bakanların acı çekmesine neden oluyor.
Bütün bu durumlar, yaşanan trajedinin görmezden gelinmesine ve karmaşık olayların tek bir şeye indirgenmesine neden oluyor.
Bu indirgemelerin sonucunda ortaya çıkanlar ise kafaları bulandırıyor.
Herkesin farklı bir hesabi var.
Politik yaklaşımlar, yaşanan acıların görmezden gelinmesinin baş sebebi kişisel çıkarlardır.
Çıkar ilişkilerinin yaşam biçimi olduğu yerde ne adaletten nede hakkaniyetten bahsedebiliriz.
Sorgulamayan insan içinde en kolay yol, toplumun çoğunluğuna uymak olmuş.
Vicdan ve merhamet duygularından yoksun insanların kirlettiği dünya yaşanmaz hale geldi.
Bir insan; yapılan haksızlıklar karşısında susuyorsa vicdanı merhametle birlikte harekete geçirmek zorundayız.
Bu ülkemizin bekası için olsun, bütün dünya insanlığı için olsun çok ama çok önemli.
İnsanların merhametinin eyleme geçmesini engeller, vicdanlarını susturur-sak, kalemi kılıçla kesen insanlar sürüsü yaratırız.
İnsan olmanın temel değerlerinden biri olan vicdan ve merhamet insanı geliştirir, olgunlaştırır, daha geniş bakış açıları kazandırır.
Bencilliği yok eder, şiddeti ve kabalığı giderir, insanları daha 'duygusal" daha 'sorumlu' yapar...!
Dürüst insan cesur ve merhametlidir, vicdanın sesini dinler, bencil değildir.
Bütün bunlara rağmen halen vicdanınız susuyorsa, merhametiniz sizi çoktan terk etmiştir...!
Çoğunluğun ortasında, sorgulayan kimliğinizle vicdan ve merhamet duyguları içinde yaşam savaşınızı vermeye çabalıyorsanız, ülkenizin değerlerini koruyorsanız, insanlık adına insan olduğunuzu unutmuyorsanız doğru yoldasınız demektir.
Olcay Kasımoğlu

Kendiyle Barışık İnsan

Her an bir umutla
Her an bir ışıkla
Ve her son bir hüzünle perçinlenirken
Binlerce kök salarak kavramalıyız hayatı yeniden..
Yıllar boyu gerek özel yaşamımda, gerek arkadaş çevremde, geçmişe takılmak yerine, olumsuz koşulları aşmayı bilen, bireysel gelişimlerine önem ve öncelik veren insanlar tanıdım. Bu insanlara saygı, sevgi ve hayranlık duydum. Bu insanların ortak noktası; kültürlerini arttırmak ve bilinçlerini geliştirmek için verdikleri çaba ve emek ile ezberci eğitimin dışında kazanılan bir yaşam deneyimiydi. Bu sadece diplomayla, etiketlerle yada parayla kazanılacak bir şey değildi. Kültür, insanın ve yaşamın kalitesini arttıran en önemli unsur ve bir yaşam manifestosudur.
Yaşamı anlamak ve kendiyle barışık yaşamak isteyen her insan da mutlaka belli bir kültür birikimine sahip olmalıdır.
Birikim yollarından aklımıza ilk gelenler gözlemek, dinlemek, okumak ve yaşamaktır.
Bu dört ana unsur birbirlerini tamamlayıcı etkiye sahiptirler. Bu etkiler aynı zamanda kendiyle barışık bireyin portresinin nasıl olabileceği üzerine bize farklı bakış açıları sunar.
Öncelikle birey olmak nedir ?
”Kendinin farkında olmak, kendi değerlerinin bilincinde olmak, olumlu ve olumsuz yanlarını, davranışlarını değerlendirebilmek, çevresi ile ilişkilerinde kendi varlığını duyumsamak, yanlışlarını kabul edebilmek, sorumluluk alabilmek, aldığı sorumluluğu taşıyabilmek, çevresiyle ilişkilerine doğru mesafeler koyabilmek, başkalarıyla ortak çalışmalarda yapıcı bir verimliliği paylaşabilmek, kendini kontrol edebilmek, demektir.”
Yaşamdan heyecan duyup, ondan alabileceği her şeye istek duyarak yaşamak ve yaşamın her yönünü yaşamaya çalışarak,ondan alınabilecek her şeyi almaya çalışmak, sağlıklı bireyin portresini oluşturur.
Belirli koşulların değiştirilmesi gerekiyorsa hemen işe koyulur ve yaptıklarından hoşlanır… Hastalık, dedikodu, mal-mülk, şan, şöhret vb… bunlardan sürekli şikayet ederek ya da “keşke böyle olmasaydı” diyerek zamanını boşa harcamaz… Yaşanmış ve bitmiş olan olaylar ve kötü duyguların geçmişi değiştiremeyeceğini bilir.. Geçmişten pişmanlık duymaz: “neden bu işi şöyle yapmadım” veya “utanmıyor musun?” gibi aptalca sorularla başkalarının suçluluğu seçmesine çabalamaz. Geçmişten ders almanın, ondan şikayet etmekten daha yararlı olduğunu bilir….
Kendiyle barışık birey;
Ailesine karşı güçlü bir sevgi bağı olmasına rağmen tüm ilişkilerinde bağımsız olmaya özen gösterir. Özel yaşamına değer verir. Sürekli sevgili değiştirmez, aşk konusunda seçicidir aynı zamanda derin ve duyarlı aşk yaşar.
Sevdiği insanların bağımsız, kendi tercihlerini yapan, kendilerine güvenen insanlar olmalarını ister. Olgun bir ilişkide bağımlı olmayı kesinlikle reddeder, dürüst konuşur, üsluba önem verir, nezaket ve incelik dolu bir ruha sahiptir. Bütün ilişkilerin özen ve itina ile; hoşgörü ve samimiyetle, gönül tokluğuyla beslendiğinin farkındadır. Başkalarının gözünde aramaz değerini..Toplum yaşamının önemli bir parçası olduğunu bilir ve buna rağmen onun tarafından yönetilmeye ya da kölesi olmaya karşı çıkar. İnsan olduğunu ve bunun belirli nitelikler getirdiğini bilir. Kendine saygısı vardır, anlamsız ve öylesine yaşamaz. Ne istediğini bilmeyen, daldan dala sıçrayan, görünüşleri ayrı, içsel dünyaları farklı insanlardan mümkün mertebe uzak durur.
Özellikle:
”Bir dönem, psikolojide “duygularını serbest bırak, istediğin gibi yaşa, hoşlandığın şey iyidir, hoşlanmadığın şey kötüdür, zincirleri kır, duvarları yık, özgür yaşa” gibi süslü sözler çok itibar kazanmıştı. Çağa hakim olan görüş; kişinin duygularını serbest bırakmasını öğütlüyordu. Bunun sonucunda bencil, kendini beğenmiş, tüketici genç tipi ortaya çıktı. Sorumluluk istemeyen, zevki kutsallaştırmış bu insan tiplemesine çözüm olarak, duyguları dengeleme yöntemi gerekliydi.”
Duyguların özgür olmasından önemlisi, duygulardan özgür olmaktı. Çünkü insanda kötülük yapmaya da müsait bir genetik altyapı var. O nedenle insanın duygularının denetimine girmesi değil, duygularını denetim altına alması gerekiyordu. Vahşi güdü ve dürtülerini bir atı ıslah eder gibi eğitmeliydi.
Kişisel gelişimde; kişiliğin yönetilmesi, dengeli tutum ve davranışlar büyük önem taşır. Ancak duyguların kontrolünde de denge gerekli. Fazla bastırılmış duygular kişiyi depresif yaparken, denetlenmeyip kontrolden çıkan duygular, hem kişilikte hem çevre ile ilişkide hasar oluşturur. İnsanın her zaman mutlu olmasını beklemek mümkün değil, bu doğru da değil zaten.”
İşte tamda bu nokta da, ne istediğini bilmeyen, daldan dala sıçrayan, görünüşleri ayrı, içsel dünyaları farklı insanlardan mümkün mertebe uzak durur.
Kendiyle barışık insan;
Olumsuz iklim koşullarından şikayet etmez. Doğayı ve doğal yaşamı sever. Kendisinin ve başka insanların duygu ve davranışlarını çok iyi anlar, anlayışla ve incelikle yaklaşır. Çoğu insanı yoran, üzen bir çok olaya gülüp geçer. Bu onu duyarsız yapmaz aksine insanların kendilerine verilen zamanı boşa harcamalarına karşıdır. Gereksiz kavgalarda asla taraf olmaz. Başkalarının söyledikleriyle dolduruşa gelen insan değildir, gereksiz kavgalara asla girmez. Kavga etmekle, bir konu üzerinde tartışmanın farkındalığını bilecek kadar derinliği olan bir insandır. İnsanları görünümleriyle, makamlarıyla, statüleriyle yargılayan yüzeysel insan değildir. Bilir, özde güzel olanın, yüreğinin kısır ve yavan olmayacağını!
Kendiyle barışık insanın;
”Kişilik şekillenmeleri içseldir ve sorumluluklarını başkalarına yüklemez. İnsanlar hakkında değil, insanlarla konuşur. Öz disiplinleri vardır, olay ve insanların kendi yargılarına oturması için bir takıntıya sahip değildir. Etkisiz olduğuna asla inanmaz: çocuk, büyük, hayvan, bitki, her şeyden ve herkesten öğrenir. Öğretmen değil, öğrencidir, ukalalık yapıp üstünlük taslamaz. Buna da ihtiyaç duymaz, sade ve anlaşılırdır.
Kendisini her şeyden önce insan olarak niteler. Kahramanları ya da putlaştırdıkları insanları yoktur. Herkesi insan olarak görür. Duygularınıza önem verirler, yanlarında kendinizi güvende hissedersiniz.”
Elbette ki herkesin sorunları vardır. Önemli olan bu sorunların bizi aşağıya çekmesine izin vermemek.
Ve mutluluğun, insanın değiştiremeyeceği şeyleri kabul etmesinde, değiştirebileceği şeyler için harekete geçmesinde ve ikisinin arasındaki farkı görebilmesinde yatıyor.
Görmeden bakan, duymadan dinleyen, hissetmeden dokunan, düşünmeden konuşan insanlardan uzaklaşarak;
Tabiatın en küçük kımıldanışlarını sezerek, hayatın sarsılmaz bir mantık ile akıp gidişini seyrederek, herkesten daha çok daha kuvvetli yaşadığını, bir ana bir ömür kadar çok hayat doldurduğunu bilerek yaşamak, dünyanın en büyük hazinelerinden daha değerlidir.
Böyle dostlarınız varsa tutkular ten olur, düşünce tenleşir/ Ruhlar özgürleşir, yok olur prangalar..
Sarılalım yaşama, sımsıkı sarılalım. Hayat, kirpiklerin birbirine değmesinden daha kısa, inanın bana. Ben deneyimledim. Hamdim, piştim, pişmeye devam…ama yanmadan, kırmadan, dökmeden..Kendimizle barışık birey olmada, yaşamla birlikte hepsini gerçekleştirmeyebiliriz ama denemeye değer, kendinize inanın yeter !
Yaşam demişken… yaşama ait olan bir pasajla bitirmek istiyorum:
“Biz, hoş olduğu için şiir okuyup yazmıyoruz. İnsan ırkının bir ferdi olduğumuz için şiir okuyup yazıyoruz; çünkü insan ırkının içinde coşkular vardır. Tıp, hukuk, ticaret, mühendislik yaşamak için gerekli olan asil birer meslektir; ama şiir, güzellik, aşk, sevgi… Biz bunlar için hayattayız.
Hayatın anlamını arayan sorular, inançsızların sonsuz sırası, aptallarla dolu şehirler… Bunlar arasında yaşamanın anlamı nedir ki hayat?” Cevap ver bana, cevap!
İşte cevap: Siz buradasınız! Hayat var ve hep olacak. Basitçe “Her şey yolunda, biz yalnızca farklıyız, anlaşmak zorunda değiliz” der, hayat !
 Sokrates’ de der ki;
İnsanlar barışır, deniz durulur,
Rüzgar diner,
Bir uykudur iner dertler üstüne..
Peki ya, sizin dizeniz ne olacak?
Olcay Kasımoğlu

17 Aralık 2019 Salı

Yaşam Değerlidir

Ölümün kanıksandığı, sizden bizden algısına dönüştüğü yerde, hangi vicdandan bahsedebiliriz ?
O kadar çok kayıtsızlık örneği yaşamaya başladık ki artık yeter diye çıkıp bağırasım geliyor.
İnsanların bencilliği ile başlayan kayıtsızlık, zamanla içselleşerek; akılsızlaşmayı, vicdansızlaşmayı ve beraberinde omurgasızlaşmayı başlattı.
Sevgiye kayıtsızlık, şiddete kayıtsızlık, yaşananlara kayıtsızlık, emeğe kayıtsızlık almış başını yürümüş.
Yaşadığımız acıları, kayıpları görmemezlikten gelen kör vicdanların, sağır kulakların canı cehenneme diyorum.
Her akşam televizyon dizilerinin başında, hayatlarını başkalarının hikayeleri üzerinden yaşayanlar, dizi kahramanlarıyla özdeşleşerek gerçeklik algısını yitirenler, kendi hayatlarına ne kadar ilgi gösterirler veya kendi hayatlarının sözcüsü olabilirler?
“Hissetmediğimiz yaraları iyileştiremeyiz.” demiş S.R.Smalley.
”Başkalarından uzak durabilirsiniz ama kendinizden değil. İçinizdeki bildiğiniz değil, bilmediğiniz sizi yönetir. Önce içinize sonra çevrenize bakın ve ilgi gösterin; yıkıcı bir sona doğru gitmemek için”
Umursamazlık almış başını gitmiş, şiddet ve ölüm haberlerin, etkili bir korku filmi tadında izleyen seyircinin “kurban etkisi” denilen şiddete kayıtsız kalma durumuna dönüşmüşse yeniden silkelen meliyiz !
Kendi hayatının anlamını değil, başka hayatların anlamı üzerinden yaşama yürüyenler, kendi hayatlarının yaratıcısı nasıl olabilirler.
Kendi sosyal statüsünü kaybetmekten korktuğu için susmak, yaşanan kıyımları görmemezlikten gelmek ve her şeyi akışına bırakmak, bana dokunulmasın da ne halleri varsa görsünler düşüncesi hakim olmaya başladıkça; amaçsız, bencil, hoyrat benlikler çoğalmaya devam ediyor. Bunları gördükçe midem kabarıyor.
Albert Camus’nün Veba kitabında” toplumsal tükeniş tasviri” 3. bölümünde şunları yazar;
“Belleksiz, umutsuz, yaşanılan anın içindeydiler. Aslında zaten her şey onlar için yaşadıkları an demekti. (…) Başka bir deyişle artık seçecekleri bir şey kalmamıştı. Veba bütün değer yargılarını ortadan kaldırmıştı. Bu da en çok, insanların giydikleri elbiselerin kalitesinden ya da satın aldıkları yiyeceklerle hiç ilgilenmeyişlerinden belli oluyordu. Her şeyi olduğu gibi, bütünüyle kabul ediyorlardı. (…) Vebanın kurduğu düzeni kabul etmişlerdi. Etkisi kuvvetlendikçe, o ölçüde de bayağılaşıyordu. Artık içimizde büyük duygular yok olmuştu. Herkes en monoton duygularla yaşamaktaydı. (…) Değişmişti, veba onda bütün kuvvetiyle inkar etmeye çalışsa da, gene de şiddetli bir azap halinde sürüp giden bir KAYITSIZLIK yaratmıştı.”
Kayıtsızlık, akıl sağlığının ve sağ duyunun yitirilmesine yol açarken, insanlar kendi hayatlarına sahip çıkmadıkları sürece siyasi iktidar değişikliğiyle var olan hiçbir şey değişmeyecektir.
Nereden gelirse gelsin her türlü şiddet, insan vicdanını rahatsız etmeli.
Şiddetin her türlüsüne karşıyım, kayıtsızlık da bir şiddettir. İnsanlar acı çekerken, bundan rahatsız olmuyorsan, yaşam içerisinde zombiden bir farkın yoktur.
Acılar zamanla dilsizleşir, unutur geldiği yeri. Bıçak gibi keser, keseni bile unutur. İnsan olmak onurdur, onurlu olmak insan olmaktır.
Yaşatmak, yaşamak bir değerse, duyarlılık da bu sürecin tamamlayıcısıdır.
Onuru ve sağlıklı bilinci olan herkes haktan ve adaletten yana tavır alır.
Şu an bu topraklar üzerinde yaşıyorsak, kime ve kimlere vefa borcumuz olduğunu unutmayalım, çocuklarımıza öğretelim...Kurtuluş savaşının nasıl kazanıldığını unutanlar ülkesinde, .İnsan olalım, insanca yaşayalım, yaşatalım yeter.

Yazmak En Büyük Eyelmedir

Yeni Romanımızla Buluşmaya Çok Az Kaldı💙
Her nesil yaşadığı toplumun değerlerini yeniden yorumlamak ve sahip çıkmak zorundadır. Geçmişin korkularıyla yaşama tutunmak değil, her şeyiyle yüzleşmek ve yaşamı beklentileri yüksek olmayan bir bakış açısı ve arayışları ince bir ruhla anlamlı kılmak gerekiyor.
‘Muhabbet insana, cana muhabbet’ diyen bir kültürden geliyoruz.Gönüllerde olduğu kadar yaşamda da iç içe olmalıyız.
Yazar;
Sadece kendi yaşamını, yaşadıklarını kaleme almaz. Yaşama bir bütünlük içerisinde bakar. Bu bütünün içinde her şey, herkes vardır.
Başkalarının gözünde yüreklere inmenin ince duyarlılığıdır, anlamaktır, anladığını yorumlamak, sezgilerini bilince çıkarmaktır.
Gün gelir;
Bilgeliği, sorumluluğu kendi içimizde aramak için yazının yarenliğine muhtaçlık duyarız.
Hayal gücünü de kullanarak gerçeklerin üzerindeki örtüyü açmaya çalışırız.
Payıma düşenle aranızdayım.
İyi okumalar..

Doğru Olan Yaşamdır

''Birbirimizi anlayabiliriz, ama yorumlamaya gelince herkes yalnızca kendisini yorumlayabilir''
Çağ yorgunuyuz, insanların çoğu konuşmuyor,”Bağırıyor” bilmeden konuşuyor, başkalarının söylediklerini mantık süzgecinden geçirmeden kabulleniyor, birkaç kez duyduğu, izlediği şeyleri kendi fikriymiş gibi söylemeye başlıyor.
Aydınlamanın farkındalığına, farkındalık yaratmaya; hayatı deneyimleyerek, yıldızları, kuşları ve bilgeleri açık kalple dinleyerek ulaşabiliyor insan...
Kimsenin kalbini kırmamak ya da sevimli görünmek adına, olur olmaz her isteğe, doğru bulmadığımız düşünce ve fikirlere “evet” demeyi bıraktıkça; neyin değerli neyin daha az değerli olduğunu anlamaya başlıyoruz.
Bu algı oluşunca da;
İhtiyacı olanı istemekle, muhtaç olmak arasında çok ince bir fark olduğunu fark etmeye başlıyoruz.
İnsanın kendini tanıması, hayatına sahip çıkması, yapması gerekenleri kendi iradesiyle yapması kadar güzel bir şey olamaz.
''Bilgisini ve kendini yenilemeyen kişi çağdaş düşünmeyi başaramaz.''
Kimi zaman tüm çevrenin ve şartların tarafsız bir gözle resmini çizemeyiz, değerlendiremeyiz. Bu nedenle, eskilerin deyimi ile, “Mülahaza kapısı”nı açık bırakmalıyız. Yeni düşünce ve alternatifleri dinlemeye, yeniden düşünmeye ve sonuç çıkarmaya açık olmalıyız.
''Düşünmek ya da doğru düşünmek konusu tarihe mal olmuş pek çok bilim adamı ve filozof için de belli bir önem taşır. Honoré de Balzac’ın “Düşünmek görmektir,” deyişi, Confucius’ün “Doğru düşünen haddini bilir,” ya da “Düşünerek yapılan her işin sonu hayırlıdır,” diyen Socrates hemen aklıma gelen bir kaç örnek...''
Dilerim ki, her birimiz kendimize ve tüm insanlığa hayırlar getirecek doğru düşünceleri üretelim.
Aldığımız eğitim, niyetlerimiz, olaylara bakış açımız, menfaatlerimiz sorunların ve gerçeklerin karşısında “gözümüze perde” indirebilirler. Dış dünyayı algılamamız ya da dünyanın görüntüsü bulanık olabilir. Bu görüntüleri tam berrak hale getirebilmek için okumak, akıllı insanlarla konuşmak, tartışmak, düşünce sanatını öğrenmek gerekiyor.
Düşüncelerimiz bir şekilde ''Ses ya da yazı ile'' ifade edilmezse kültürel katkısı olmaz. Sözcükler esastır ve ilişki doğru kelimelerle kurulmalıdır. Böylece anlaşmazlık, çatışma, yanlış anlama gibi küçük ya da büyük karmaşaların oluşması önlenebilir. Kullandığımız kelimeleri yalnızca bizim değil, karşımızdakinin de anlaması, aynı anlamı yüklemesi halinde uzlaşma sağlanabilir ve iletişim kurulabilir.''
Olcay Kasımoğlu
Fotoğraf;
Abdulkadir Karataş

12 Aralık 2019 Perşembe

Ruhumuz olgunlaşır mı?

İnsan kendini tanımadan hiç bir şeye tam anlamıyla anlam katamıyor. Sahip olduklarının bile farkına varamıyor.
Yaşadığımız hayata hangi anlamı yüklediğimiz çok önemli.
Kimi kabullenmeyi ruhsal olgunluk olarak alıyor.
Kimi acılardan geçmeden dingin bir ruha sahip olunamayacağını savunuyor.
Ruhsal olgunluk benim için, karşıma çıkan olayların beni artık şaşırtmaması.
Çok fazla okuyup ama okuduğunu hayatla ilişkilendirme-yenler bana çekici gelmiyor.
Anlar önemli deyip anın ne olduğunu tanımlamaktan yoksun insanlarla sohbeti kısa tutuyorum.
Sadece diplomaların, mevki ve statülerin adam olmayanları adam etmeye yetmediğini öğreneli hayli zaman oldu.
Ve iyi bir vicdan için illa akıllı olmak şartı yok.
Hayatı basit ama sade yaşıyorum, germiyorum kendimi.
Daha esnek ve inisiyatif alarak olaylara ve insanlara yaklaşıyorum.
Herkesin ikinci bir şansı vardır diye sert duvarlar örmüyorum insanlarla arama.
İyilik kavramının içini boşaltanlardan, kendine namuslulardan, etliye sütlüye karışmayanlardan, bananecilerden uzak durmayı öğreneli hayli zaman oldu.
Bununla birlikte öğrenene kadar ödediğimiz bedelleri artık kar saymanın olgunluğuna da bir şekilde ulaşıyor insan.
Artık evetlerim kadar hayırlarım var.
Kendimi güncelliyorum.
Hayal kırıklıklarımı, gözyaşlarımı, acılarımı, şanssızlıklarımı
sadece bana özel demiyorum.
Bazen sızıntılar verse de sanırım bütünleşiyorum ruhumla...
Hata payım var diye kendime haksızlık etmiyorum.
Bunları onaylamak yada farkına varmak uzun zaman aldı.
Acıyla kendime yürümeyi, kendimi umutla beslemeyi, gözlemlemeyi, araştırmayı, okumayı, gezileri ve sevgiyi hayatımın merkezi yapmayı sevdim.
Sevdiğim oldu, sevdiklerim oldu, hayal kırıklıklarım oldu. Aman Allah'ım o bunu asla yapmaz dediklerim ama yapanlar oldu...
Yaşamın çok özel bir hediye olduğunu çok erken keşif ettim.
Daha bilinçli ve daha direngen yürüyorum yaşama.
Halen sızlayan yaralarım olsa da şu bir avuç yaşama haksızlık olur takılıp kalmak geçen zamana.
Onlara da izin verdim, kalsınlar oldukları yerde.
Kainatı fazla telaşa vermeden, sözü örselemeden barışmalı, yüzleşmeli her-şeyiyle yaşamın. Nede olsa dünya çok sesli bir orkestra ve her türlü çalgı var.
Ha bir de tam ortasındayım yaşam denilen o ince çizginin.
Yaşamın o kadar çok tanıklığını yaptım ki şu yaşamda!!
Kucağımda ölenler, avucuma doğanlar, sağlığını kaybedip hastahane koridorlarında bir kelimenin avuntusuna muhtaç nice gözlerle göz göze geldim.
Ondan olsa gerek yaşam bir avuç, bir damla ve bir soluk lütfen kıymayın, heba etmeyin boşu boşuna...

11 Aralık 2019 Çarşamba

Kuşku ve Karanlık

İnsan özgür doğar, sonra kalıpların içine alınır.
Mülkiyetin değer kazandığı kapitalist düzende, mülkiyete sahip olanlar,olmayanların üzerin de adaletsiz yöntemlerle kendilerine bağımlı kılarlar.
Bu tarz insanlar, bilim ve eğitimi özel mülkiyetli sistemin eline vererek maddi ve ahlakı gelişmeyi, kendi tekelinin dışında oluşmasına izin vermezler.
Buda yetkili mercilerin sözsüz ve sorgusuz bir insan topluluğu yaratılması amacına hizmet eder.
Aslında bunlar birbirine bağlıdır. Dünya üzerinde herşeyin bir karşıtı vardır.
Biz buna karşıtların mücadelesi diyoruz. Bütün değişimlerin kaynağı da budur. Dünyayı doğru yorumlamaya başladığımız andan itibaren, sırlara nail olmanın ve değişimlerin dünya üzerindeki gücünü ve nedenlerini kavradığımızda, nicel birikimler nitel sıçramalara neden olacaktır...
Ve Uyuyan Bilinç;
toplum olaylarına duyarlı değildir, ben merkezcilik ve bencillik hakimdir. ''Bana dokunmayan yılan bin yıl yaşasın'' onun için en uygun baş slogandır yada anlamının doğurdu gibi duyarsız, insancıl olmayan yaklaşımlar içerisinde kendi dünyasını haklı kılmaya çalışır.
Böyle bir bakış açısına hoş görü beklemek, sağlıklı bir insan beklentisi değildir.
Oysa eylemlerinden sorumlu bir varlık olmak, bir kişinin ne yapması gerektiğini belirlemeyi de içermektedir ki bu da bilgi sahibi olmayı, güdüler üzerinde düşünmeyi gerekli kılar.
Olcay Kasımoğlu