Translate

29 Eylül 2019 Pazar

Sen aşktın kokundan bildim.

Sen hayatıma girdiğin gün, yüreğim cennet bahçesine döndü, sen aşktın kokundan bildim.
Sonra seni korumak, yaşatmak için ne gerekiyorsa kurulmuş saat gibi her şeyine hazırdım, hazır olmadığım uykusuz gecelere bile...'
'Büyüyorsun'' büyürken seni taze fidanların içinde payımdaki gonca gül bilip, öpüp koklayarak aman sevgi suyu eksik olmasın, sevgisiz kalmasın diye teninin kokusunu her gece yatmadan önce içime çekerek uykulara yatırdım.
Gel gör ki!
Bütün bir gece boyunca, hatta geceler boyunca her şeyin yolunda gidip gitmediğini kontrol etmek için dakikada bir uyanacağıma, kapılardan; acaba nefes alıyor mu almıyor mu diye düşünüp kalbimin yerinden çıkacağını asla düşünemezdim. Soğuk gecelerde kurulmuş saat gibi üstünü örtmek için uyanacağım aklımın ucuna gelmezdi.
Şimdi ise karşım da yediveren güllerin gelip te gönüllü konakladığı gözlerinde ki hayatı görüyorum. Elimden süzülerek kendi deryasına yolculuk başlatan kehribar misali.
Gülünce yüreğimin cenneti dediğim o güzel gözlerinden bana akan kara kızım;
Biz seninle beraber büyüyoruz yüreğimin parçası.
Sana renkli bir dünya çizmeyeceğim ama seninle insanca yaşamanın erdemin de gönüllü birlikteliğimizin yolculuklarını anlatabilirim.
Şimdi bütün bu yaşadıklarından ne öğrendin Anne dersen; Sabır ve sevginin yaşamın kilidi olduğunu, açmayacağı kapı olamayacağını söyleyebilirim. Hayatında sabrı sevgiye, sevgiyi de sabra sevdir. Sevdir ki mutlu bir ömrün olsun. Hayata yürürken karşına bir sürü yalnızlık, haksızlık, dünya kederleri çıkacak. Sende başka insanların acılarından, kendi acılarından güç alarak beslenecek yoluna devam edeceksin. Kendinden başkasını düşünmeyenleri tanıyacaksın. Hatta kadını sadece mutfak araçlarıyla yaşamın içinde anlamlı gören erkeklerle karışılacaksın.
 Erkeklerle hiç bir zaman biz eşitiz kavgalarına girme. Bunun dile dolamak bile araya mesafeler koymaktır, oysa hepimiz insanız sonra kadın, erkek yani kimliğimiz bu. Bunlar bizi büyütmez. Hayata kattıklarımızdır bizi büyüten.
 Hayat paylaşılınca güzel felsefesinden ayrılma. Hayat bencilleri, aymazları sevmez. Sonra meleğim Aşk’ı da tanıyacaksın kalbin kırılacak sende kıracaksın birilerini. Ama kendine çaresiz kalma ömrünle geçinmeyi öğren. İncitme kimseyi. 
Bilki incittiğin her insan kalbine bir yara açar. Kinden, öfkeden sakın onları hayatının hiç bir yerine koyma. Öfke tamiri olmayan hatalara yol açar. Onlar ki eksiltir nefreti büyütür. Aynadaki suretini değersiz bulursun. Kendini değersiz bulmak hayati eksiltir. Yaşam enerjini alır bunlara izin verme. Bunlar senin elinde. Sonra anlamsız yaşamayacaksın. Bir sebebi olmalı yaşadıklarının. Hayat hep seni deneyecek. Sen bile kendine şaşıracaksın. Hayatına egemen olacaksın. Egemen olduğunda gerçek büyüklük doğar. Biliyor musun sevgi yumağım, hayat kendine acıyanlara hiç acımaz. Hiç bir işte acele etme. Hiç bir kararı duygusal anında alma. Seni eksiltenleri hayatınd
an çıkar. Kendine neden, niçin yaratma. Bırak hayat nasıl olsa zamanla barışık ve en iyi tanıktır. Kararlarının sonucunu sana teyit ettirir sonunda. Hayatta sendekini almak isteyenler olacak. İhanetleri yaşayacaksın. İnsan ihanetle tanışmaya görsün! Lime lime olur yüreğin. Üşürsün, küçülürsün aldığın nefes yetmez, her şey anlamını yitirir. Hemen toplan kesip at kanayan yüreğini. O’yüreğini kanatandan bir daha ne adam, ne dost olur sana. 
Sevgili Kızım yol arkadaşım, önce insan sonra kadın olmanın tüm güzelliklerini yaşa. Sonra anne ol. Benim gibi için sevda bağlasın ateşe köz gibi. Ama hiç bir zaman anneliği kadın olmayla karıştırma. Kimlik karmaşası karanlığa çeker. Hepsinin nimetini ayrı ayrı yaşa. Ve hiç kimsenin senin elindeki bu güzeli yalancı söylemlere çevirmesine izin verme. Herkes kendi yüreği kadar sarılır dünyaya unutma. Gün gelecek dostların kadar düşmanlarında olacak. Unutma hayat bir dengedir, Kurabilirsen dengeyi Dilde senin gözde. Yarda senin olur.
 Düşmanların bile saygı duyar hayatla kurduğun dengeye. Aklınla muhakemeni yap. Akıllı insanların ağzı kalbinde olur. Akılsızın ise kalbi ağzında olur. Yüreğinin sesine güven. Hiç bir zaman asla yerine getiremeyeceğin şeyler için söz verme. Unutma söz namustur. Namusun anlamını bilenler bunu çok iyi bilirler. Ve sen deryamın denizi kızım yalanı yılan bil. Kendin ol yavrum ben senin bahçene sevgi ektim.

Ömrümün Zerdalisi
Tomurcuğunda yeni kamaşan, ömrümün zerdalisi,
Gülüşü hayat diye gelip, gamzelerime yerleşen,
Kızım, nazlım, ömrümün has bahçesi.
Hasretine şebnem olsa gözüm, yağ içime.
Ateşlerde köz olsun, bu can sana dursun.
Ömrümün körpe dallarına, seviler serdin ya!
İçimde ki dumanlı dağları dağıtıp,
Bütün yaşanmışlıklardan alıp,
Acılar uykusunda,
Mahmur gözlerle içime uyanıp,
Bahar sevinçleri verdin ya!
Kolsuz kanatsız kalmış kuşlar bile,
Uyandı gelişinle.
Taze ekmeğin kokusu nasıl güzel gelirse,
Senin kokun katladı onu, sonsuz kereye.
Gülüşün, yaratandan bana hediye.
Çoğaltan yanım, ciğerimin parçası,
Dünya içi boğanak,
Umutsuzların ağzında.
Kara bir gül, dikenleri tenimizi dağlayan.
Sen geldin ya,
Gül tenin, yaralarıma merhem.
Ellerin, avucuma düştüğünden beri,
Yemin olmuş, sözüm benim.
Gizim benim, yaşamda izim benim.
Ateş altında, taş altında olsam da,
Yaşamı sebebim, ömrüm benim...

İnsan dargın olur mu kendine

Görüntünün olası içeriği: 1 kişi
Mutlu olma adına ‘zihni sıfırlamak?’ Takılmadan geçmişe, her ne çıkarsa yola, selam verip yürümek, tıpkı Şebnem Ferah’ın ‘Sil Baştan’ dizelerinde dediği gibi:
''Hayatı sıfırlamak…
Sil baştan sevmek gerek bazen,
Her şeyi unutmak.
Sanki bugün son günmüş gibi,
Dolu dolu yaşamak istiyorum ben,
Her ne çıkarsa yoluma,
Selam verip yürümek istiyorum ben.''
Yıllar ilerledikçe zevklerimiz,hoşlandığımız şeyler değişir!
O zaman, insanı özel kılan nedir? Sadece bedeni mi? Hangi sınıftan olduğunu söyleyen giysileri mi? Parası mı, gücü mü? Yoksa içinde çalkalanıp duran, kartal olmak için bazen karanlıkta yarasalar arasında, kimi sürüngenlerle nemli iklimlerde, bazen de semanın ötesinde devinen ruhu mu?
Zamanla, güçlü bir zeka ve ruhu olan insanlar isteriz yanımızda, çünkü seçimlerinin de kendisinden bağımsız olmadığını biliriz.
Seçtiklerimiz bize aittir. Seçtiklerimizin aynasında parlağız.
İnsanlar da, kendi yaşamlarında gün gelir ”yeniden doğuş” süreci yaşamak zorunda kalırlar.
İnsan, kendi hayatından sorumlu olduğu zaman, kendini disipline eder. Kişi kendine egemen oldukça hayata ve içindekilere de egemen olur.
Çünkü, hayat düzen ve düzenbazdır, kendine acıyanlara hiç acımaz.
Zor zamanlarda kendimize dayanacağız. Çoğu zaman bizi anlamayanların dünyasında, kendi yaralarımızı, sadece kabuk bağlayan yaralarımızı kendimiz saracağız.
Bazen daha fazladır her şey. Hepimizin su alan, incinen duvarları var.
Yeter ki kalbimizdeki sağanaklara hayat vereni, verenleri fark edelim.
Yüreğimin çocukluk mahallesinden,
zamansız mekanlar ararken kendime
düşlerimin kayıp ezgileri,
dökülüyor hoyratça eteklerime
sorular cevapsız,
sorular adresiz kalıyor
insan dargın olur mu kendine
anlat bana hayat, anlat..
ellerim sıcakken, ruhum neden üşüyor
Olcay Kasımoğlu

Zaman için kıyı yok

Hangi yöne gitmeye karar verirsek verelim, hata yaptığımızı söyleyenler muhakkak olacaktır.
Üreten insanların saygısını, dürüst eleştirilerin takdirine layık olmak ve güzelliği takdir edebilmek, başkalarındaki “En iyiyi bulabilmek” ve dünyayı olduğundan biraz daha iyi bırakarak terk etmek, sırf siz yaşadınız diye bir insanın daha rahat soluk almış olduğunu bilmek… İşte, başarmış olmak budur.
Değil mi ki; kalbimizin çıkarttığı sesin bile bir anlamı olmalı.
Değil mi ki; dilimiz söylediğinde, kalbimizin sesinde, dolup boşalmasında herhangi bir değişiklik olmuyorsa, ne anlamı var ki, bütün bu söylenenlerin !
Yaşarken; karanlığı yırtmayıp, hep aydınlık yakada yaşayanlara imrenerek yaşayıp ölmek ne acı ! Oysa, yaşarken fısıltısını duymadığımız o kadar çok şey var ki, yanımızdan sessizce akıp giden.
Bilinçte ilerleme, algılamada derinlik kendi içimize yapacağımız yolculuklarla mümkündür. Doğa, insanlar; bize sadece farklı pencereler açar. Bu pencerelerden bakan gözler bizimdir, kimse kimsenin yerine görmez, nefes alamaz. İnsan kalabalıklarında içimize yapacağımız yolculuklar bizi bütüne ulaştırabilir.
Yaşam; bize, kendi gücünüzü keşfetmeye cesaret edin diye bağırıyor.
Bunları; dört mevsimle ''yağmurla, karla, rüzgarla, güneşle'' bize sık sık hatırlatıyor.
Bu yaşamı ertelemeyelim, bir başka uygun anı beklemeyelim.
Şimdi yaptığımız seçimler küçük görünse de, kendimizi olduğumuz halimizle kucaklamanın ödülü, bize özgürlüğümüz olarak dönecektir.
Yeter ki buna inanalım, inanmak tamamen bize kalmış. Ne dersiniz, çok geç olmadan, yaşamın yüreğine, yüreğimizi değdirmeye değmez mi?
Kanatlarımızı enginlere açmaya, keşkeleri olum-lamaya, kalbimize aldıklarımızla, aydınlık bir umuda, elele yürümeye değmez mi ?
Görüntünün olası içeriği: açık havaSahi;
Bunca telaştan artakalan
Buğulu bir nasihat mı çocuk gözlerin
Birer gül inceliğinde mi ömrünün hikayesi
Sağır zaman duymaz mısın aç sesimi
Henüz hazır değilim ölüme
Yaşamın narin tazeliği ile
Soluğunda ki;
Sessiz ve derin yaşam bizi birleştiriyor
Kırpamam ki kara gecenin kanadından zamanı
Nasıl olsa insan için liman yok
Zaman için kıyı yok
O geçer biz göçeriz bu dünyadan
Yeşil bir meşe olup
Çağıralım usta yeşil düşleri çağımıza
Bağlayalım gözlerimizi güneşe
Soyup zamanın tenini
Işık içelim
Sevişelim
Barışalım
Son söze direnir hayat nasıl olsa
Olcay Kasımoğlu
Resim:Ray Crooke

Şiirin Anayurdu Yüreğimiz💙

Birlikte yeni bir hayat inşa edebilecek anlamlar yaratabilmek, her zamankinden daha çok, bireysel olarak değil kolektif olarak inşa edilebilecek bir şiir festivali anlayışıyla;
Şiirin anayurduna adanmış yüreklerimizle halkız, doğayız, aşkız, evrensel canız.
Yüreğinde bunu hissetmeyen, yaşama dokunmayan, sanatına samimi, insana samimi olmayan bütün değerlerin kendini temize çektiği ya da kendini bulamadığı yerde şair şairliğinden dem vuramaz.
İnsan ne yaparsa yapsın önce emek verdiği alanı sevmeli, geniş bir yüreğe sahip olmalı.
Ancak o zaman sanat ve sanatçıya değer katar. Yoksa ezberle, şekille, içinde duygu olmayan söylemlerle, süs ve anlaşılmayan kelime oyunlarıyla derinlere bir şeyler bırakılmıyor.
İnsan önce kendine engin olmalı.
Başkalarının yaşamlarına saygılı değilse, kendi varlığını sadece yüce görüyorsa henüz tamamlanmamış demektir.
Güzel insanlar geçsin bu dünyadan, sevgiyle, adaletle dokunsunlar dünyanın dokusuna..
Gücünü halktan, evrensel değerlerden alan sanata daha çok değer verelim.
Halil Cibran'imiz der ya:
“Bilgi eğer içinde eylem barındırmıyorsa koftur çürüktür, eylem eğer içinde sevgi barındırmıyorsa boştur zulümdür”.
İtalya'dan, İspanya'dan, Yunanistan'dan, Romanya'dan ve daha bir çok ülkeden gelen şairlerin;
Evren ve varlıklar hakkındaki imgeleri ve bunlardan oluşmuş bütüncül sözleri bizi şirin düş dünyasıyla bağını, evrendeki sınırsızlığını yaşattı ve şiirin pasaportu olmadığını bir kez daha yaşadık.
Bu etkinliğin oluşmasın da emeği geçen herkese sonsuz şükranla teşekkür ediyoruz.
Olcay Kasımoğlu

27 Eylül 2019 Cuma

İnce ve susamış fısıltılarla

Görüntünün olası içeriği: kuş ve yazı
''Dostlar içinde dostum; dost sanatım... Yollar içinde yolum; yol sanatım...''

Dost olmak demek zor zamanları beraber aşmak, hiç bir şeye benzememek, güvenin en yakın arkadaşı, gerçeğin sağlaması, elinden gelmese bile; yüküne, emeğine ortak olabilmek için hala yanıp tutuşana sahip çıkmaktır lakin emek artık esirgendiğinde, niyet tükendiğinde, arkandaki, kucağındaki ağır bir bohçaya dönüştüğünde, yağmur damlaları sadece senin başına düştüğünde ve artık sana da, ona da yazık olmaya başladığında, kalanlara rağmen yola tek başına devam etmek gerekir.
Vefalı olmaksa bambaşka bir şeydir, keşkelere, hayıflanmalara yedirilmeyecek kadar kıymetli ve zamana yenilmeyen, diyardan diyara söylenen, hatırlanan, hatırlandıkça yüreğin tortularını süpüren, yeniden yeniden ışığa çıkaran…
Bütün bunlara binaen varsın sadece zaman vefasız olsun, herkesin payına düşen, akan giden bir saat ibresi üzerinde hayatla sözleşmesini bitiren, zaman değimlidir zaten(!)..
Ve insanın kendini bulması ve kendi ruhunu bilmesi en büyük zaferdir bence...
yürek ve düşünce çınarlaşınca
ince ve susamış fısıltılarla
silkelenirsin boş avuntulardan
çırılçıplak kalırsın gün ortasında

doğmamış çocuğa bir çağrı gibi
usta kalan derin yarayı kapatacak olan
göçebe kuşlar geçer  ak göğsünün ortasından
yoksa  neye yarar bu dünya uzaktayken yaşayanlar

Olcay Kasımoğlu

AYDINLIK NE ZAMAN BAŞLAR

''Tarafsız davranmak; olaylar karşısında adil olmaktır ''adil olmak''eşit olmak demek değildir.''
Haklıyla haksızı; menfaat gözetmeden, mülkiyet telaşına düşmeden ayırt edebilmek ''körleri,sağırları oynamadan'' doğruyu bulabilmektir.
''Tarafsız kalmak ise bambaşka; yanlışları ''görmezden gelmek'' demektir. Haklının hakkı yenilirken ''susmak'' haksıza prim vermekten başka nedir ki ? Tarafsız kalmaya çalışırken aslında taraflı davranmak değil midir ?
Adil insan toplumsal adalet ve sorumluluk duygusu olmalı.
Bunu taşıyan, bu olgunluğa sahip insanlar, hiç bir zaman yanlışı gördüğünde tarafsız kalmayı seçmez.
Adil olmak; haklıyla haksızı, iyiyle kötüyü ayırt edebilmek, herkese hak ettiğini verebilmek her şeyden önce gelmelidir.
Şimdi biri, birileri acı çekerken ''bana dokunmayan yılan bin yıl yaşasın'' anlayışı insanı kendine ne kadar adil kılar. Yada şöyle diyelim böyle bir insanın topluma ve insanlığa nasıl bir faydası olabilir ?
Sadece kendi ihtiyaçları için çalışan ve kendi dünyasına hizmet eden bir insanın topluma nasıl bir faydası olabilir?
Bana göre yaşamanın da, insan olmanın da bir anlamı bir demokratik ülküsü olmalı..
Herkes saygıyı görmeli lakin saygıyı da hak etmeli.
İnsanlık için çalışanlara saygılı olunmalı fakat ''kul olmanın''kişi ve kişilere tapınmanın ayrımında olarak.
Çok beğendiğim bir anlatımı paylaşarak devam edeceğim.
“Bir bilge adam çölde öğrencileriyle otururken demiş ki;
"Gece ile gündüzü nasıl ayırt edersiniz?
Tam olarak ne zaman karanlık başlar,
ne zaman ortalık aydınlanır?"
Öğrencilerden biri;
Uzaktaki sürüye bakarım demiş,
koyunu keçiden ayıramadığım zaman
akşam olmuş demektir."
Başka bir öğrenci söz almış
ve Hocam demiş,
İncir ağacını, zeytin ağacından ayırdığım zaman,
anlarım ki sabah başlamıştır.
Bilge adam uzun süre susmuş.
Öğrenciler meraklanmışlar
ve Siz ne düşünüyorsunuz hocam? diye sormuşlar.
Bilge şöyle demiş;
Yürürken karşıma bir kadın çıktığında,
güzel mi çirkin mi, siyah mı beyaz mı diye ayırmadan
ona "kız kardeşim" diyebildiğimde
ve yine yürürken önüme çıkan erkeği,
zengin mi yoksul mu diye bakmadan,
milletine, ırkına, dinine aldırmadan,
erkek kardeşim sayabildiğimde anlarım ki
sabah olmuştur, AYDINLIK başlamıştır...''

Fikirlerin, ilimin, bilimin müzakeresini, rekabetini değil ''sen ben'' davasının kabile savaşçıları gibiyiz, yazık.
Her zaman zorbalığa dayanan otokratik bir düzen kısa ömürlüdür. Zorbalığın, yasakların, yasakçı zihniyetin olduğu bütün kurum ve kuruluşlar er veya geç kendi içinde kokuşmaya başlar.
Herhangi bir konuda tarafsız değerlendirme yaparken özellikle ''kişisel görüşümüzü'' değerlendirmenin dışında tutmak çok önemlidir.
Bir çok insan; hiç kimsenin ya da hiçbir görüşün etkisi altında kalmadan, olayları olması gerektiği gibi objektif değerlendirmek ve yorumlamak olgunluğuna, bilgeliğine sahip değildir.
Özellikle kendi düşüncesi konusunda fanatik, eleştiriyi kaldıramayan, insanlara zarar veren, em-pati yoksunu insanların verdiği zarar tahminler ötesidir.
Ne olursa olsun, kendi kişiliğimiz ve değer yargılarımız olsun.
Durduğumuz yerin ve yaptığımız eylemlerin farkındalığın da olalım. Rengimiz belli olsun. Açık, anlaşılır ve net olalım.
Neyi savunduğumuz, neyin yanında yer aldığımız ve nasıl bir dünya görüşüne ve inanca sahip olduğumuz, eylemlerimiz bizim kilo metre taşlarımızdır. Kapalı kutular içinde yaşayarak engin olunmaz.
Etliye - sütlüye karışmamak, her iki tarafa da basmamak gayreti içerisinde, çizgi üstünde yürümek, her ortamın abisi/ablası havalarında gezip caka satan kimselerin büründükleri kılık olsa olsa bir sirk palyaçosunun oynadığı oyun kadar sürer...Er yada geç o kaleler yerle bir oluyor olmasına olana kadar da bir çok insan zarar görüyor.
Tarafsızlığın, renksizliğin, vurdumduymazlığın, neme lazımcılığın kurbanı yüz binlerce insan var.
İbrahim aleyhisselam ateşe atılırken, karınca ateşi söndürmek için ağzıyla su taşıyor. (Bu suyla ateş söner mi) diyorlar. (Sönmese de, ben tarafımı belli etmeliyim, kimden yana olduğumu göstermeliyim) diyor.
Demek ki, olaylarda tarafsız değil, doğrunun, iyinin tarafında olmak gerekir.
Yaşadığımız bunca şeye rağmen; hiç bir şekilde yanlışıyla doğrusuyla fikir ve görüşünü belli etmeyen insanların duyarsızlığına sadece ''PES'' doğrusu diyebiliyorum...
Bu mülkiyet telaşından başka ne ola.?.
Olcay Kasımoğlu

25 Eylül 2019 Çarşamba

Önemli olan koşullar değil, seçimlerinizdir

Bu yazgı/mı kemiriyor maviyi💙
Tipisi boranı bol yerlerin
Umuda hasret çocuklarıydık
Denizi düşlerinde resimleyen
Kardelen fışkıran topraklarda kimsesiz

Buza esen rüzgarlarda titrek
Kitapların dilinde yitik
Bilimin uğramadığı diyarlar da ışıksız
Sırlardan tülsüz bir gül gibi öksüzdük
Karların altında kalan toprağın buzları bize hakikati hatırlatan, salçım saçakları altında, serçelerin dallara tünemiş büzük hallerinde, biz soğuk diyarların yüzümüze vuran poyrazların da, hayalleri bir çift potine sarılı, yürekleri buzdan sıcak, gözleri derinlerde közlere yatırılmış sancılı diyarların ekmeğe, soğana talim çocuklarıydık.
Yağdıkça üzerimize karlar içimizin yangını büyürdü düşlerimizin diyarında.
Yoksul bir yaşamın cenderesinde sadece açık yaralarımız üşürdü. Biz içimize kapalı kutulardık.
Ne zamandı vakit bilmem... önce miydi, sonra mıydı üşüdükçe içimize sisler çökerdi, hani öyle çökertmeden Halil'im türküsünden çok uzak ve kekeremsiydi bizimki.
Nedense hayat yüzümüze hep poyrazlarla dokundu, yoktu bolluk, kıtlık kıran girmişti sanki unutulmuştu bu diyarlar.
Vefasızdı bize yönetenler; aranmak, sorulmak, hatırlanmak düşmemişti payımıza.
Bize çıkan bir yolculuk yoktu; unutulmuştuk, kimsesizler resminin oyuncularıydık. Yüzümüzde ki gülüşlerin tek sahibi, kendimize çıktığımız yollarda bulduklarımızın sahipleriydi.
Hep yüreğimizde saklı tuttuk yüzümüzün hüznünde saklı tuttuk..
İşte sen tam bu yüzden, büyüsende sarkıyorsun kışın penceresinden. Rotasını kendi çizen bir kar olup tanelerinden sözcükler çalıyorsun soğuk iklimin çocuklarından bir hatıra olsun diye... biliyordun çünkü, biz kar tanelerinin masun çocuklarıydık (!)
Kim demiş, kar sadece yeryüzüne yağar
Ya bizim içimize yağan kara ne demeli ?
Yağar, içimizde ki cana yağar,
Yağar da yıkar, bütün yeşile durmuş bahçelerimizi...
Olcay Kasımoğlu
Resim: Muzaffer Oruçoğlu

Sizce '''İyi komşuluk'' nedir?

15. İstanbul Bienal''nin gerçekleştirdiği ''İyi bir komşu'' başlığıyla sunduğu sergisinin, sorgulamaya açık, açık uçlu sorularla değişen dünya düzeninin siyası ve politik ayağını, mahalleyi ve mahalle üzerinden yaşadığı toplumun kimlik haritasını çıkarırken; İyi bir komşu ve ev kavramını farklı açılardan ele alıyor. Komşuluğu davranış ve değerlerin oluştuğu bir alan olarak tanımlarken ''Ev, mahalle'' kavramlarını kendi içinde bir kimlik oluşturarak “kök salmışlık'' duygusunu ortaya çıkaran bir yer olarak tanımlayarak insan algısına sunuyor.
Mahallelerin dünyanın her yerinde geçirdiği köklü değişimler, bir arada var olma şekillerimizin uğradığı değişimler “iyi bir komşu''nun kim olduğu ve kendimizin “İyi bir komşu” olup olmadığı sorusunu gündeme getiriyor.
İnsan ilişkilerinin geleneksel boyutu sönmeye başlayınca insanlar arasında dayanışmanın başka bir boyutu olan ''Komşuluk'' ilişkileri de sekteye uğramaya başladı.Bu da yeni arayışlar demekti.
Mahalle yaşantısının insanlar üzerinde ki sosyal ve psikolojik boyutunu farklı açılardan ele alacak olursak karşımıza farklı sorular çıkıyor.
''İyi komşu nasıl olunur? İyi komşu dediğimizde ne anlıyoruz? Kime neye göre iyi komşu? Her komşu iyi komşu mudur? Gelişen teknolojik değişimler komşuluk bağlarını zayıflattı mı?
Bütün bunlara faklı bakış açıları getiren Bienal sergisi ''Değişen nüfus yapısı, değişen ilişki biçimleri, değişen farklı yaşam tarzları ve teknolojinin insan hayatı üzerinde ki etkileri üzerine geniş bir perspektifle yeniden sorgulama ve ortak bir nokta da buluşturma çabasına giriyor.
İnsan algısının zamanla nasıl değişime uğradığının bir görüntüsünü bize sunarken aslında hiç bir şeyin durağan olmadığı zamanla değişime uğradığını gözler önüne seriyor. Birlikte yaşam sürdüğümüz yerlerin zaman içerisinde nasıl değişime uğradığını görsel, işitsel boyutuyla gözlerimizin önüne getiriyor. Aynı zaman da yaşadığımız yerin ''Ev, mahalle, komşuluk'' farklı kimliklere dair ip uçları barındırabileceğini ve tanımak adına bir aracı olabileceğini algılarımıza sunuyor.
Dünyada yaşanan sıkıntılar insan yaşamı üzerinde ciddi boyutlarda değişimlere neden olurken savaş ve ekonomik buhranlar köyden kente göçü hızlandırıyor. Buda paylaşılan yaşam alanlarının sekteye uğramasına ve birbirine yabancı insanlar kalabalığının çoğalmasına neden oluyor.
Küresel sermaye büyüdükçe insanların iletişim de bulundukları insanlarla yakın bağlar kurmaları azaldı. Betonlaşan şehirlerde devasa apartmanlar çoğaldıkça insanlar küçücük evlere hapis oldu. İnsanlar çok katlı apartmanlarda birbirine sırtı dönük yaşıyor yaşıyor. Mahalle tanımı değişiyor. Öncesi tek katlı bahçeli evler komşuluk ilişkilerini anlamlı kılarken şimdi alt alta üst üste sıralanan evlerin arasında insanlar yok oluyor. Önceden komşuluk ilişkileri dayanışma kültürünü destekliyordu.Şimdi neden ''Dayanışma kültürü'' komşulukla beraber ölüyor sorularına Bienal'ın farklı bir bakış açısıyla sunum yaparak insan algılarının tümünü harekete geçiriyor.
''Komşuluk kültürünün özümsendiği'' zamanlardan bugüne geçişin yollarını; Devasa betonlarla dolup taşmış şehirlerin resimlerini boy boy sergisine taşıyarak sorgulatıyor.
Diğer boyutuyla daha az apartman sayısı bile komşuluğu diri tutabiliyordu. Kat sayısı arttıkça yabancılaşma da arttı. Bugün sitelerde yaşayan insanlar bir ömür duvarların arkasında, birbirinden habersiz yaşıyor. Robert Frost' ''Duvar onarımı'' şiirinde doğanın duvarları sevmediğini çok güzel anlatmış.
''Donmuş toprağın dalgasını duvar dibine gönderen
Duvarı sevmeyen bir şeyler vardır,
Ve güneş altında kazara döker yukarıdaki iri kayaları,
Ve iki kişinin yan yana geçebileceği boşluklar oluşturur.''
Muhteşem bir ironi ile doğanın duvarla işi olmadığını dizelerine taşıyan şair aynı zaman da duvarın anlamsızlığı üzerine serzenişlerde bulunup komşusuna "Benim ağaçlarım senin bahçene geçmez." bu çitler niye diye soruyor? Komşusu ise onunla aynı fikirde değildir. “İyi çitler iyi komşular yaratır”.diyor. Burada sorgulanmak istenileni çok iyi analiz etmek gerekiyor. Hiç tanımadığımız insanlarla aramıza nasıl bir mesafe koyabiliriz? Yada tam tersi bir soruyla, aramıza neden mesafe koymalıyız?
İnsanlar artık kutularda yaşıyor. İncecik duvarlardan yanda ki komşusunun fısıltılarını duyuyor yada sesini yükseltse azıcık rahatsız oluyor. Üst katta olsa, alt kat oturan rahatsız olacak diye evinin içinde rahatça dolaşamıyor. Sevdiği müziği istediği saatte dinleyemiyor. Aile içi tartışmalar bütün apartmandan naklen dinleniyor. Evine giren çıkan fazla olsa eleştiriye ,ön yargıya maruz kalıyor. O zaman ''İyi komşuluk'' kavramı kime, neye göre yeniden mi tanımlanmalı?
Birbirini hiç görmeyen, arıza çıkarmayan, gürültü yapmayan, etlisine, sütlüsüne karışmayan, merdivenlerde başı aşağı girip çıkan deyim yerindeyse varlar ama yoklar komşular iyi komşular mıdır?
Bienal bir çok siyasi ve politik sıkıntılar karşısında bulunduğumuzu irdeleyerek mekanın cinsiyet üzerinden tanımlanan geleneksel altyapısıyla ilişkilenerek erkeklik ve kadınlık, ataerkillik ve anaerkillik gibi kalıplaşmış algılarla kimlikler meselesine de vurgular yapıyor.
Ortak yaşam alanlarında bir nebzede olsa ne yapabiliriz çabasına giriyor. Değişen demografik koşulların özel alanlarla ilişkilenen tarzlarını ve yaşadığımız evlerin içinde bize yansıyan biçimlerini araştırma da çok etkin bir çalışma alanı yaratırken çeşitli kurmacalarla mekanların kendisinin de bir ifade aracına dönüştüğünü görüyoruz.
Artık mahallelerin komşuluk ilişkilerinden bağımsız sadece adres ve konum belirtmek için var olduklarının farkına varıyoruz. .
Bineal sergisi insanı kendisiyle karşı karşıya getirirken komşuluk ilişkilerinin nerede başlayıp nerede bittiğinin tarihsel sörfünü yaptırıyor. Kaldı ki ''Komşuluk'' sadece kapı komşusu olarak algılanmamalı.Birlikte çalıştığımız insanlarla da komşuluk ilişkilerimiz mevcut. Bu açıyla bakıldığında komşuluk sadece oturduğumuz evlerden ibaret değil. Ülkelerin komşuluğu da kendi içinde bir anlam ifade eder. Bir yerde ''Komşuluğu'' yer mekanla sınırlamamak gerekiyor. Bir araba yolculuğunda da ''Komşuluk'' mümkündür.
Komşuluk, insanların toplumsal çıkarlar doğrultusunda bir arada yaşamalarının zaruri bir neticesidir de diyebiliriz.
Değişen ve gelişen dünya düzeninde her şey kendi içinde yeni anlam arayışlarına girerken, yeniden tanımlanırken ''İyi bir komşu'' nasıl olmalı sorusuna verebileceğim açık cevap; Canına, malına zarar vermeyen bir komşu olsun, ortak paylaşım alanlarına saygılı olsun yeter.

24 Eylül 2019 Salı

Anlamak ile görmek aynı şey değildir, anlamak değişimdir...

Fotoğraf açıklaması yok.
Her günün; yeniden doğmak olduğu, her nefesin ışık süzmesiyle yeniden yaşamak olduğunu, özlemlerin, ihanetlerin olmadığı bir erguvan imparatorluğunda yaşam tacımı takıp, içtenlik, erinç, coşku ne varsa olanca görkemiyle yaşamaktır dileğim.
Artık mutlu olmak kadar acılardan da öğrendim hayatın bir gelişme olduğunu.
Binlerce rengin içerisinden sıyrılıp, mutluluğun rengine tutulmuş hayatı kucaklamaktır dileğim.
Bilmez olur muyum hiç, mutluluk da bir gelişmedir...
Yürek bir kez görür, sonra hep gözler görür, sıcaklığı bir ağustostur artık.
Doğan gün ışınmalarının altında, kendi deryamı enginlerde bulmuşum, bir yitip bir yükselen dağlar gözümde kartal yuvasıdır artık...
Ve bundan sonra yaz rüzgarları saçlarımda esse, hiç konuşmasam; bu yorgun, üzençli yüreği, benim değilmiş gibi yedi deryalar içinde kızgın güneşe bıraksam.
Yansa küle dönse arınsa, diyar diyar dolaşsa, acılardan uslanmış olarak tekrar yürek yurduma kement atsa, fenamı olurdu yaşamak?
Mavi bir çığlık şehrinden geldim
Hadi kalk silkelen
Sonsuzluğun şafağı söküyor
Gün senin yaşam bizim
İçindeki hazineye çiğ düşürme
Olcay Kasımoğlu


Bir Aldanış Çağı Yaşadığımız.!

Soğuk iklimlerin; güneş gözlü, ay yüzlü, saçlarına yıldız düşmüş güzelleriyle bir aykırı duruş gibi sesimizde şiir, düşsel rüzgarlardan geçip gelir geleceği yeniden doğururduk...
Oysa şimdi; sözcüklerin arasında çöl rüzgarları esiyor.
Olmuyor, hangi diyara bağdaş kurarsan kur sapa kalıyor çorak düşlerinin eksik umutları.
Olmuyor, söz dolanıyor boğazına, sanki yüzyıllık sessizlik....
Görüntünün olası içeriği: yazı"Görmeyi,hissetmeyi,aydınlanmayı bilmeyen insanların elinde yanlış anlaşıldı bütün bilgiler."
Doğrudur hayat düşünceye, duyguya dayalı olduğu oranda sağlam, doğru, yaşanılası olur.
Bunun yanin da duyudan yoksun olan kimse, ister yargı nitelikli, ister tasarım nitelikli olsun duyuya dayanan bütün bilimlerden yoksun olur.

Hayatın içinde duyularımızın çoğunu kaybettik, kalanlarda yaralı.
Baktığımız her şeyde bir ikilem yaşar olduk.
Acabalarımız, kuşkularımız amansız bir hastalık gibi yayılıyor. 
Baktığımız,gördüğümüz her şeye karşı negatif enerjiyle doldurulmuşuz gibiyiz.
Yüzümüzde ki gülüşün ifadesinden bile şüphe duyar olduk.
Haklının haksızlığa sesini yükselttiği yerde kulaklarımızı tıkayıp, körleri oynuyoruz..
Bir bananecilik aldı başını gidiyor. Hani bana dokunmayan yılan sonsuz yaşasın der gibi.
Yanımızda ki adam gibi adamlardan bile şüphe duymaya başladık, yok canim bir insan bu kadar iyi olamaz ki diye.!
Ne güzel demiş şair Yusuf Hayaloğlu:
"bildiklerini dedi; yüzleştir hayatla ve sınamaktan korkma, doğru ile yanlışı o zaman ayırdedebilirsin."
söylenmeyen sözler boyu
kırılıyorsa yürek
yüreklerinde duran kelimeleri
dile vurmak için
insanlar da savaşırmış kendiyle
üşüyen gölgelerini ısıtmak için
bir avcının telaşıyla sarılırmış zamana
yeni bir şeyler söyleme vakti
onardım ben kendimi
seviyorum yaşamı ve seni...
Olcay kasımoğlu

20 Eylül 2019 Cuma

DÜŞÜNCE DÜŞÜNME OKUMAK

Yaşam bir bütündür.
Her şeyin özüne gitmeli insan, sadece görünene değil.
Bazen bildiklerimiz, gördüğümüz kadardır. Gördüğümüz baktığımız kadar ve baktığımız düşündüğümüz kadardır.
Baktığımızı görmez, gördüğümüzü düşünmezsek eğer, gördüğümüzün bildiğimize sığmadığını da göremeyiz.
Bunun içinde;
Bilinen en tanıdık tanımıyla kültürümüzü geliştirmek, olaylara farklı açılardan bakabilmek için aydın bir kimsenin iyi bir okuma alışkanlığına ve okuma bilincine sahip olması gerektiğini söyleyebiliriz.
Peki, doğru ve düzgün bir düşünce yapısına sadece kitap okumakla vara bilirmiyiz ?
Yaşadığı topluma duyarsız olan, inisiyatif alması gereken yerde mazeret üreten, kendi yaşamı dışında ki yaşamların yaşama hakkına saygı duymayan, kendi rahatını her şeyden üstün gören insanlar sadece kitap okuyarak yaşama bir zenginlik katabilirler mi ?
Bilgilenmek, bilgi sahibi olmak için şüphesiz temeli sağlam bir düşünce gereklidir.
Bunun içinde neden okumamız gerektiğini bilmemiz gerekiyor.
Seçici, tarafsız, bilim yolunda ufkumuzu açan, bizi daha iyiye ve doğruya götüren yazın dünyasına uzanmak için sadece okumak tek başına yetmiyor.
Niçin okuduğumuzun farkında olmak ve okuduğumuzu anlamak, bize sunulan bakış açılarını iyi sorgulamak gerekiyor.
Buda ancak düşünce sürecini iyi analiz etmekle mümkün görünüyor.
Yaşamın bütün dinamikleri insana 'Oku ve Manaya ulaş'' diye sunulmuştur. Bunu sadece kitap okumaktan ibaret sayanlara yaşam bir şey katmaz.
Doğanın senfonisi, hayvanlar, çocuklar, savaşlar, toplumsal ve sosyal olaylar, bilimsel çalışmalar, sanatın bütün dalları ve daha bir çok şey evrende varlığının anlam ve tanımını bilen insana ''Gördüklerinden ibaret sayma bizi, içindeki mesajı oku,'' diyen evrenin orkestra şefleriyle birlikte yaşamın bütün kanallarından kendini göstermektedir.
Galaksiden bi haber yaşayan, kafa yormayan, istişarede bulunmayan, kendine ve yaşadığı hayata hiçbir sorumluluk duymayan insan, sadece kitap okumakla doğru-düzgün bir düşünce ve temeli sağlam düşünmeye sahip olamaz.
Bu konuda beni en çok etkileyen Arthur Schopenhauer‘in düşüncesidir;
''Okunan şeyler ancak derin bir düşünmeyle hazmedilebilir, nasıl ki aldığımız gıdalar bizi yemekle değil sindirimle beslerse, eğer bir kimse daha sonra üzerinde durup düşünmeksizin sürekli okursa, okudukları kök salmaz, büyük bölümü itibariyle kaybolur.''
Doğru sorular bizi sağlam ve doğru sonuca götürür. Kendimizi tanımayı ve zamanı etkin kullanmayı öğreniriz.
Düşünce boyutumuz genişledikçe, düşünme boyutumuz zenginleşir.
Genişledikçe doğru sorular sormaya başlarız. Hayatımıza yeni soluklar, yeni bakış açıları getiririz.
Neyi neden, niçin, niye yaptığımızın farkına varmaya başlarız.
Özellikle kritik (eleştirel) sorular yol gösterir bize.
Daha iyi seçenekler, ön yargıdan uzak doğru kararlar ve yargılar için bizi teşvik eder.
Bir kitabı okurken, bir filmi sorgularken, kendi özel yaşantımıza ait kararlar alırken, alışveriş yaparken, siyası ve politik tercihlerimizi belirlerken doğru sorular sorabilmeli ve doğru ve düzgün düşünebilmeliyiz.
İşte o zaman kitap okumak olsun, hayatı okumak olsun, insanı okumak olsun bir değer ve anlam ifade eder.
İnsan sorgulayan, yenilenen ve sonra yeniden yenilenen bir varlıktır.
Kendine değer ve mana katan her şeyi kucaklamalı. Döngünün bizden istediği de budur.
Olcay Kasımoğlu

Yaşam, cesur ve mücadelecileri sever.

Görüntünün olası içeriği: bir veya daha fazla kişi, açık hava ve doğaHayattan ne anladığımız ve hayatın içindekilerine ne kadar duyarlı olduğumuz çok önemli. Eylemlere, birlik olmaya karşı değilim, sadece; kadın köleliğinin içselleştirilerek meşrulaştırılmasına karşıyım.
Burada yeni bir şeyler söylemenin, harekete geçmenin, yılların köhne, yıpranmış küf kokan bütün öğretilerine karşı durmanın ışığını yakalım.
Önce insan sonra kadın olduğumuzu, bizim bir obje olmadığımızı, bir birey, kişilik olduğumuzu sağır kulaklara, kör bilince haykıralım.
Hayatımızı zenginleştirmeden, derin kılmadan, bedenimizin üzerinde hak iddia edenlere karşı durmadığımız sürece, kul-efendi ilişkisine hizmet ettiğimiz sürece, toplumun ön yargılarından, ucuz taklalarından, maskeli balolarından özgürleşmediğimiz sürece biz sadece döl yataklarıyız. Bunlardan arınmak için, yaşamın karmaşıklığını ve özünü iyi anlamalıyız.
Her şeyden önce vahşeti işleyen sağlıksız iradenin çok iyi analiz edilmesi gerekiyor. Bu görevde üniversitelere, ülkeyi yönetenlere ve kamu kurum ve kuruluşlarına düşüyor. Bu kangren olmuş toplumsal yara alınıp acilen masaya yatırılmalı, neden ve sonuçlara, tecavüzü, kadına şiddeti işleyen kişiler üzerinde geniş bir araştırma yapılarak bilimsel ve psiko-sosyal verilerle iyi analiz edilmeli.
Sorgulamadan, neden ve niçinler üzerinde durulmadan, soruna neden olan zihniyet ortadan kaldırılmadan bu hep devam edecektir.
Çocuklarımızı sevgide eritelim, insanca yaşamanın, ahlaklı olmanın sadece örtünmekle kazanılan bir değer olmadığını, sevmenin ayıp olmadığını yaşayarak, hissettirerek gösterelim.
Sevgi ve paylaşmayı, cinselliği, insanı istek ve arzuları, ayıp ve günah kavramıyla çocuğun kafasına zikir eden ebeveynler; en küçük fırtınada ”alkole, uyuşturucuya,cinsel sapmalara sığınan çocuklarını ” kötü çocuk ilan ederken hiç mi vicdanları sızlamaz.
Olan bitenlerle yüzleşmeye niyetli misiniz? Yoksa olan bitenleri sadece akla uygun hale getirip korkudan uzaklaşmak ya da korkuya kapılmış olan zihni tatmin edecek açıklamalarda mı bulunmak istiyorsunuz?
Kadını insan görmeyen ”eksik etek diyen” ayıplarla ,günahlarla çocuklarını yetiştiren ebeveynler, hangi sonucu almayı düşünüyorsunuz doğrusu merak ediyorum!
Sağlıklı sevgi anlayışıyla büyümek, ahlaki olgunluğa erişmek, iyiliğin ve sevginin parçamız olduğunu bilmek yaşamı ve insanı değerli görmeyi sağlıyor
Önemli olan, yaşadığımız acı tatlı, iyi kötü, olumlu olumsuz her ne deneyim varsa her birini özümsemektir.
Yaşamımız onların bütününden oluşur. Önemli olan kişisel sorumluluğumuzun olduğu yerleri kabul etmek ve tekrar çabalamaktır.
Dünyayı keşfetmekten, yeniliklerde bulunmaktan, hayatımızın anlamını aramaktan asla vazgeçmeyelim.
Öğretmekten, öğrenmekten, araştırmaktan, bilgilenmekten uzak durmayalım.
Vicdanımızın sesi hiç susmasın, susanlara da fırsat vermeyelim.
Olcay Kasımoğlu

SU HAYATTIR, ALINIP SATILMAZ...!

Görüntünün olası içeriği: 4 kişi, açık hava ve doğa
Yağmuru Bile (Even the Rain)
Hayattan ne anladığımız ve hayatın içindekilerine ne kadar duyarlı olduğumuz çok önemli..
''Nefesimizde ki buharı bile satacaklar. Aç gözlülüğünüzden nefret ediyorum.''
Bu seslenişi yapan Daniel'dir..
2000 yılında Bolivya’da yaşanan Cochabamba su isyanlarını konu alan Yağmuru Bile (Even the Rain) filmi, arka planda çok daha büyük bir hikaye anlatıyor:
''Amerika kıtasının keşfi konulu gerçekçi ve çarpıcı bir film yapmak üzere Bolivya’ya giden yönetmen Sebastian (Gael García Bernal), sorumlu yapımcı Costa (Luis Tosar) ve film ekibi, oldukça geniş bir prodüksiyon için bir o kadar geniş oyuncu kadrosuna ihtiyaç duymaktadır.
Bu kadroyu yerli halktan insanlara ayıran ekip, daha seçmeler sırasında bir takım problemlerle karşılaşır.
Bu problemlerin daha sonra Bolivya’daki halk ayaklanmasında da etkili olacağından habersiz film ekibi filmlerini çekmeye devam ederken bir yandan da halkın maruz kaldığı haksızlık üzerinde kafa yorarlar. Fakat onlar için hava hoştur çünkü günde 2 Dolar’a oyuncu çalıştırmak hiç de zor değildir.
İleride Bolivya’daki ayaklanmanın lideri olacak olan Daniel (Juan Carlos Aduviri) de bu oyuncuların içindedir ve film ekibi ile yaşadığı problemler zamanla kendini insanlık oyununa bırakacaktır.
Devlet ise sömürgeci güçlerin ülkedeki suyu kullanmasına halkın demokrasi ile kendilerini seçmelerinden aldığı güçle göz yummaya devam etmektedir.
Aynı zamanında hükümet, insanların yağmur suyunu dahi biriktirip kullanmasını yasaklamıştır.''
Daniel'in '' Hatta başımıza düşen yağmuru bile satıyorlar. Hemde kanunlarla, inanılmaz bir şekilde'' derken ''Su hayat demektir''anlamıyorsunuz.
''İster vurun, ister öldürün asla vazgeçmeyeceğiz'' seslenişi her şeyi özetler niteliktedir.
Ve film ekibine ''Bazı şeyler sizin filminizden daha önemlidir'' derken davasına inanmanın yüceliğini de gözler önüne serer.
Görüntünün olası içeriği: bir veya daha fazla kişi, ayakta duran insanlar, açık hava ve doğa
Yılın en iyi İspanyol filmi olarak Yabancı Film Dalı’nda Oscar’a da aday gösterilen ''Yağmuru Bile''’yi izlerken dünya da halen aynı sorunların devam ettiğini görmekteyiz.
Cochabamba halkının verdiği mücadele ve başlarına gelenler iyi değerlendirilmeli. Çünkü bu sadece Bolivya’da yaşayan yerlileri anlatan bir film değil.
Benzerini Afrika’da elmas madenleri için, yine altın için, kölelik için yapıldı yapılıyor. Bugün Orta doğuda (Petrol için) benzeri olaylar yaşanıyor.
Türkiye açısından da bu böyle. 500 yıl önce altın değerliydi, onu alıyorlardı, artık su değerli onu alacaklar.
Bolivya yerlilerinin diliyle ''Yaku'' ''Su'' herkes için temel bir hak haktır.
''Yağmuru Bile''satan zihniyet dünyaya hakim oldukça yağma, talan, sömürü bitmeyecek.
Yaşamın değerli olduğuna inananların da mücadelesi bitmeyecek...
Olcay Kasımoğlu

19 Eylül 2019 Perşembe

Bir gün aradığım o yeri bulacağım

Gönül ektiğini biçer💙Zamanı israf etmeyelim...
mavi suların masalından düşmüş gibi
içimde ki suskunluğun sırlarına akıyorum sessizce
düşünceden tasadan uzak
anılarda kalan kızıl gülün büyüsüyle
dökülüyorum hayatın köküne...
''Neye sahip olduğumuz değil, neyin keyfine varabildiğimizdir mutluluğu yaratan.'' Ben buna yaşamsal fark ediş diyorum.
Yaşamsal fark ediş her şeyden önce insanın kendini bilmesini sağlamalıdır.
İster bir gün, ister bir yüzyıl yaşayalım, asıl soru hep var olur, ”Kendini bilmek nedir?”
Varlığının anlamını içselleştirmişsen sorgulamanın gücünü fark ediyorsun. Kendini fark ettikçe yaşamsal fark edişin önemini kavramaya başlıyorsun.
Hayatımızdaki herhangi bir şeyi değiştirmek istediğimizde bakacağımız tek bir yer var, ”Kendi içimiz.”
Yaşamsal fark edişin en önemli ayağını oluşturuyor.
Gerçekten anlaşıldığımızı hissettiğimiz zaman kendimizi, diğer ruhun güvenine ve sığınağına bırakmak konusunda özgür hissederiz.
Öğreniyor insan zamanla hayatına kimleri alacağını, neleri azaltacağını ve kimlerle yola devam edeceğini.
Öğrendikçe sadeleşiyor, arınıyor.
Yaşamımızda ki seçimleri yaparken özellikle cesaret olmazsa olmaz dediğimiz iç disiplin ve nüfuz edici ve doğru kavrayan bir zeka, sevgi dolu bir kalp ve bunlara uygun olarak iyi bir vicdan çok önemli ve sevmeyi başarmak, aşkın yarattığı her şey ile anlaşmaktır.
Öğreniyor insan anlayış aitliği besler ve biliyorum bir gün aradığım o yeri bulacağım..

Değişikliklerden korkan, cesaretsiz kişiler her zaman insanı duyguları kendi içlerinde ve işlerine geldiği gibi özensiz yaşayacaklardır.
Sevdiklerine sahip çıkacak, fedakarlık yapacak sırasında köprüleri atacak kadar hayatın içinde olgunlaşıp, yaşanan,yaşanmış olan her şeyi yaşama deneyimleyip, olgunluğa katamayanlar hayatı sadece seyretme hakkına sahip olacaklardır.
Hayat; sorunlu, sorun çözmenin parçası olmayı başaramayan insanlarla heba edilmeyecek kadar kısa...

sessizliğe saklanıp
yüreğine ağlayanların
düşleri olur mu
oysa hep böyleydi
hiç değişmedi
kendimizi bildik bileli
ağlarken bile
içimizin odalarında dolaştı
çocuk kalan hüzünlerimiz
gülerken bile,
içimize döküldü
binlerce hüzün
yitik kalmış gölgeleri
kim bilebilir ki
her yaşın
göze düşmediğini
yüreğimizde ki bahçeyi sularken
hiç sızmadı dışarı
yüreğinin gözleriyle gör
içimizde sakladığımız bahçeyi
Olcay KASIMOĞLU

18 Eylül 2019 Çarşamba

Yalnızca şu ana sahibim

duyumsadığın her şeye en küçük önemi ver
sonrasız ve yumuşak
aşığın resmi sözcüsü davudi bir yağmur
yaşamın gülleriyle suluyor toprağın bağrını
ve her şeye inanmaya itiyor insanı
ya insanlar
insanlar yorulmuş
yıpranmış yalanların yüküyle aşkı gizli yaşıyor
ey eşiğimin bir tanesi
bırak sökük kalsın gece
saf nazla
hür aşkla
duyuyor musun yeni’yi
başlayanım ben
inanıyorum umuda 
inanıyorum aşka…

Yaşamak başlı-başına bir serüven; inişleri ve çıkışlarıyla, fırtınası, rüzgarı, boranı ve gök-kuşağı ile doyasıya yaşamak.. Doğanın içindeki gizleri fark ettikçe kendini fark etmeye başlamak..
Velhasıl yaşam-yaşamak bir sanat; onlarca, yüzlerce kanaldan beslene bilir; ama en önemli kanal insan! Onu tanımlayan, onu destanlaştıran, şiire, hikayeye geçiren tek varlık. Onu yok eden de...

İnsan ilişkilerini bir ağacın dallarına benzetirim. Dikkatli baktığında aynı kök üzerine kurulu bu dalların hiç biri, yön olarak, ebat olarak birbirine benzemezler. Bir kısmı gölgede bir kısmı güneşe doğru bir kısımda yere yakındır.
İnsan yaşamının koşullara ve imkanlara göre nasıl çeşitlendiğini hatırlatır.
Hepimiz insanız lakin hayatın içinde düştüğümüz kareler bile aynı rüzgarın yönüyle esmez.
Kimimiz hayata 1/0 yenik başlar kimi el bebek gül bebek, kimine sokaklar kimine de hayatı sadece seyretmek düşer ve insan, en çok kendisinden korkar.
Kendi duygularından, güçsüzlüklerinden, zaaflarından, acılarından, coşkularından ürker.
Onun için kaçar yaşamdan, aşktan, öfkeden, sevinçten, kendisinden kaçar.
Ve sonra yaşam, hepimizi kendi sofrasında ağırlar.

İnsan; hayatı keşif etmeye, değişmeye başlar.
Hayatın özü değişimken değişmemek, dönüşmemek için direnmek bir çiçek tohumunun hayır ben büyümeyeceğim böyle kalmak istiyorum demesine benzer.

Değişmek, gelişmek insan olmanın anlamıdır, beyinde başlar; düşün karar ver ve uygula.
Hayat mazeretlere kurban edilemeyecek kadar kısa öyle ise durma, geçmişinle barış kendinle barış korkularınla yüzleş ve değiştikçe geliş.

Hayatın özü değişimken değişmemek, dönüşmemek sadece yerinde sayanlara göredir. Yoksa anlamlı yaşamak isteyenler değişimin ve gelişimin, yeni şeyleri keşif etmenin ve yaşamın en büyük macera olduğunu, yaşama verdiği enerjinin önemini bilirler.
Hayat bir maceradır derken burada devam eden bir macera, bilinmeyene doğru sürekli bir serüven var.

İnsanlar mevsimler gibidir; yaşamadığımız sürece anlamayız nedir, neye kadirler...
Eğer bir fırtınada, çıkan fırtınaya teslim olursan arkasından açacak güneşten nasiplenemezsin yada sağanak yağan bir yağmurun ardından doğan yediveren gök kuşağını göremezsin...

Tıpkı kasvetli ve bulutlu bir havanın ardından kendini gösteren güneş gibi olabiliriz...
Mevsimler gibiyiz, hayatın bütünlüğünden vazgeçemeyiz, her mevsimin hakkını vereceğiz...
Düşe kalka,yana yana, gülerek,ağlayarak,insan yanımızla !

Değişimi inkar insanın kendini inkarıdır, kendine yapacağı en büyük haksızlıktır. Fiziksel, biyolojik, psikolojik değişimler hayatımızın dizgileridir.
Önemli olan her değişimin dönüşümünü, yaşantımıza faydalı eylemlere dönüştürebilmektir.
Her şeyin bir bedeli var derken şarkılar, değmez mi ''yaşamın'' yaşamak gibi bir anlamı varken, yaşamı kucaklamaya, kendin için, herkes için iyi bir şeyler yapmaya ve direngen bir umutla sevgiye sarılmaya değmez mi?

Olcay KASIMOĞLU