Translate

20 Aralık 2020 Pazar

Her İnsan Bir Vatandır

 
Her insan bir vatandır.

Yüreğimin vatanı oğul:
Bütün dünya insanın içindedir, bakmayı ve öğrenmeyi bilirsen.
Kapı önünde ve anahtar elindedir. Anahtarı ya da açacağın kapıyı senden başka hiç kimse sana veremez.
Hayat yaratma sorumluluğu ve mutluluğu kendimizde yatar.
Öncelikle kim olmak istediğimize ve hayatımızı nasıl yaşamak istediğimize karar vermeli ve sonrada yaptığımız seçimleri sevmeliyiz.
Hayat acısıyla, tatlısıyla kabul edilmeli ve öğrenilmeli.
Bir anne olarak sana dair hissettiklerim çok derin ve seninle sonsuza dek genç kalacağız canımın içi.
Erdemli hisler erdemli varlıklar yaratır. İnsanın içinde hürmet ve sevgi olmalı.
Olmalı oğul;
Hayatın sabırla öğrenildiğini, öğrenilirken de sorgulamaktan hiç korkmamanı söyleyebilirim.
Bilgiye, bilime, sanata önem vermeni, bilmediğini araştırmayı, kendin olmayı ve kendini güncellemekten asla vazgeçmemeni söyleyebilirim.
Ağız dolusu hiç korkmadan gülmeyi o gülmelerin bütün katı duvarları nasıl yıktığını, karanlığa gömdüğünü, bir gülmenin bin nehir yatağına dönüştüğünü anlatabilirim.
Yemyeşil bir dünyanın yeşile durmuş bahçesinde berekete durmuş dalın da ki meyvenin tadını anlatabilirim.
Gönül gözüyle sevmenin derinliğini, memleketimin kışını, boranını kardelenlerini ve memleketimin yaza durmuş gelincik tarlalarını anlatabilirim.
Onurla yaşamanın yastıkla huzurunu, hiç kimseye onurunu borçlanmadan dik durmanın erdemini anlatabilirim.
Yüreğinle konuşmayı, beyninle düşünmeyi ve inandığın düşüncelerin arkasında durmanı, zamana, kurda kuşa yem etmemeyi, yani yiğitçe, mertçe yaşamayı öğretebilirim.
Hoşgörüyü, el etek öpmeyle karıştırmadan, yani inandığın doğruları peşkeş çekmeden, yiğitçe arkasında durmanın asaletini öğretebilirim.
Hesabını veremeyeceğin, insanlığa iyilik aşılamayan, onurlu olmayan hiç bir oluşumun içinde yer almamanı özellikle salık veririm. Örnek olmaya gayret ederim.
İnsanlara, ülkene ve bütün dünya kardeşliğine inanmanı, sevmeni ve asla günün adamı olmamanı, mevki, makam ve para için namusunu, şerefini satan insanlardan uzak durmanı;
İnsan da olması gereken en büyük erdemin onur ve namus olduğunu, o örümcek kafalıların namus anlayışıyla olayları ve kişileri yargılamamanı, namusun herkeste bulunması gereken bir erdem olduğunu sana anlatmaktan, yaşatmaktan asla vazgeçmeyeceğim.
Ve hiç kimseye kul olma gözüm açık gider bu dünyadan.
Güzelliği yok etmeye yönelik her şeye onurunla karşı durmanı söyleyebilirim.
Hayatın her zaman düz yol olmadığını, bu yolda karşına çıkanları ve sana eşlik edenleri yarı yolda asla bırakmamanı, bırakman gerekenleri de bıraktığında bir daha geriye dönüp bakmamanı söyleyebilirim. İnsan satmak ucuz insanların işidir. İnsan olmak emek ister, cesaret ister, yürek ister.
Hatalarından ders almayan, hatalarının sonuçlarını kendine tecrübe etmeyen her zaman yeni yanlışlara adaydır. Ders, sen dersini alıncaya kadar devam eder bunu hiç unutma.
Sorumluluk bilinci olan insan, hayatını toparlama şansına her zaman sahip olacaktır.
Yaşayan her varlığa çıkarsız koşulsuz sevgi duymanı, her canlının iki yüzü olduğunu da hiç unutmamanı söylerim benim gönlümün ceylanı oğul.
Ve sana hiç korkmadan sevmeyi uğrun da her şeyi göze alabilecek kadar ulaştığın bir yürekte buluşmuşsan onun için yaşama sıkıca sarılmanı ve hiç bırakmamanı söylerim.
Yaşamı bölüşenler dünyasın da yerini al benim can suyum. Ve sen, tüm bencilliklerden arınmış bir yaşamın içinde sevdanın sığınağı ol bebeğim.
Her canlının yaşam hakkına saygı duy. Ve yaşamı uğruna ölecek kadar değil yaşatacak kadar sev.
Yüreğimin iç gömleği oğlum, yalansız yüreğine sevdamı kondurduğum oğlum asla çamurlaşma:
Yalan, dolan, şantaj, iftira onursuz insanların sığınağıdır. Kendi lamban ol, başka sığınak arama.
Senin sığınağın SEVGİ, MERHAMET, ADALET, VİCDAN, CESARET, BİLGELİK, EMPATİ OLSUN.
Evrenin yanıtlarını bulmak için önce kendi içine bak. Kendin ol. Kendi umudunun kahramanı ol. Gelenekler ve kör inançlar tarafından kontrol edilmeyi ret et. Bu dünyanın en fazla şifaya, sevgiye ve barışa ihtiyacı var.
Kolektif esenliğe yönelik gerçek adanmışlıkla;
Özgür ve hür iradenle yaşama yürümeni, açık fikirli olmaya ve önyargılı davranmamaya özellikle çok dikkat etmeni diliyorum.
Herkesin gelişme, iyi bir insana dönüşme şansı ve özgürlüğü vardır.
Dünyayı kötülüklerden arındırmak hepimizin işi. İyilik daima temel prensibin olsun. Varlığına minnetle ne olursa olsun daima yanında olacağım.
İçimi sevgi ve şefkatle dolduran oğlum doğum gününü kutluyor, yeni yaşının sana ve yaşamında seninle birlikte yürüyenlere huzur, sağlık, başarı ve bereket getirmesini kalben diliyor gözlerinden öpüyorum.
Ömrüne kurban olduğum:
Dünya yüzünde sadece anneler koşulsuz sever.
Yüreğinden öpüyorum.

Kendimi Arıyorum

 Neyin ne olduğunu anlamak, insanı besler.

Bazen, kendimi bu dünyadan geçen bir yolcu gibi görüyorum. Bazen, her şeyden çok uzakta hissediyorum.
Bazen de, içimde ki ve dışımda ki her şeyin bir parçası olduğumu düşünüyorum.
Kendimi arıyorum daima kendime yürüyorum.
Kendini bulmayan, kendi olmayan kendine ait bir yaşam oluşturamaz.
"Korkularımızda ve umutsuzluklarımızda gerçek nesneyi bulamadık. Böylece, karşılaştığımız her şeye vahşice nefretle saldırıyoruz."
Bilgi ve eylem insanı değiştiren iki temel araçtır. Ne sırf bilgi, ne de sırf eylemle köklü bir değişim gerçekleştirilemez.
Bu çağ sığ adamların, paranın tanrısını yaratanların, gözümüzün içine baka baka yalan söyleyenlerin çağı olsa da halen inanıyoruz doğrunun haklının kazanacağına.
Üreten insanların saygısını ve başkalarındaki en iyiyi bulabilmek ve dünyayı olduğundan biraz daha iyi bırakarak terk etmek, sırf siz yaşadınız diye bir insanın daha rahat soluk almış olduğunu bilmek… İşte, başarmış olmak budur.
Yaptıklarımız aynamızdır.
Yoksa dünyayı iyi bir yer yapmaya çalışmayan insan ne işe yarar?
Ruhumuz bize aittir biz istemediğimiz sürece hiç kimse satın alamaz.
İyilik de kötülükte kendi irademizle hayatımıza girer.

Olgunlaşma Yolculuğu

Bir defa uyandın mı bir daha uyumazsın ❤
Ruhun olgunlaşma yolculuğunda farklı yollardan geçeriz.
İnsanların masumiyetine ve iyiliğine oynayan, duyguları yağmalayan sahtekarlardan uzak, hayata yolunu bulmuş ilkeli insanlarla yürüyelim.

koparılmış gül kırmızısı yangındır
sol yanımda tutuşan
götür beni
kırlangıçların indiği o saki sulara
hayat küçük kırgınlıklara
önem vermek için çok kısa

Olcay Kasımoğlu





 

8 Temmuz 2020 Çarşamba

Makamlar ve İnsanlar

Dünyanın her yerinde  olduğu gibi; önyargıların, cehaletin, baskının, ağır sosyo-ekonomik eşitsizliklerin, insan haklarındaki yetersizliklerin kol gezdiği günümüzde  ''hak edilmemiş üstünlük duygusu ve kibirle'' gerçek yeterlilik duygusu olan ''özsaygı'' haksız güç ve zorbalıkla karıştırılıyor.

Özellikle 
“makam” kavramı, bilinç ve algı düzeyi düşük, yeterli ruhsal olgunluğa sahip olmayan kişi ve kişilere tahsil edildiğinde; gerek iş yaşantısında gerek sosyal ve toplumsal yaşamda olsun problemler yaratmakta, benlik karmaşasına sürüklemekte, buda sağlıklı olmayan sonuçların doğmasına neden olmaktadır.
Hak etmediği bir statüye, siyası ve politik nedenlerle getirilmiş ve  geniş yetkilerle  donatılmış  bir insanın, çalışanlar üzerinde uyguladığı şiddet ve baskının boyutlarını düşünmek dahi istemiyorum.
Kendiyle savaşı bitmemiş, algıda problemi olan, egosu tavan yapmış bir insanın, çalışanlarıyla sağlıklı bir iletişim kuramayacağı aşikardır.
Kendisine sunulan imkan ve koşulları sadece kendi arzu ve istemleri üzerine inşa etme taraftarı olan, ön görüden uzak, bakış açısı sığ,  egosu tavan, özsevgisiz bir yöneticinin, çalışanlarına; sistematik olarak uygulayacağı psikolojik şiddet, tehdit, aşağılama, yıldırma gibi  düşünsel ve  duygusal baskı, bir çok insanı işinden etmiştir.
Gerek mecburiyetlerin getirdiği, gerek  kendi kişilik yapısından dolayı işinden ayrılamayanlar ise bu psikolojik şiddetten fazlasıyla nasıbını alacaklardır.


Her insanın değeri ve değerleri vardır. Değeri belirleyen, statü ve makamlar değildir, kaldı ki statüler insana değer katmaz, makam ve statülere değer katan insandır.

 Yaşamımızın her alanı, ilişkilerimiz, bize kim olduğumuzu hatırlatmak adına ışık tutarken; yaşamımıza hakim olan düşünce tarzlarımız, davranışlarımız, inançlarımız,duygularımız, tepkilerimiz; bizim yaşam üzerinde ki  rollerimizi de belirleyici kılar.

Yaşam içerisinde  her insanın  yaptığı iş, ürettiği değer bizim için  önemlidir..
Çünkü yaşam tek düze değildir, her şey birbiriyle ilişkilidir. Gök ve yer, hava ve su, herşey ancak bir şeydir; birlikte olmadıkları yerde, yalnızca tamamlanmamış bir eser vardır.
Bir iş yerini düşünün, çalışanlarıyla birlikte; en alt basamaktan tutunda en üst basamağa kadar hepsi bir zincirin halkasıdır, birbirlerine ihtiyaç duyarlar, birbirlerinden beslenirler.
Bütüne varmak budur, bu bütünlük bozulduğunda yada halkanın biri koptuğunda  diğer birimler bundan etkilenir. 
Sadece bir insanın var olması, üretmesi  bile yaşama ciddi bir destektir.

Düşünen ve sorgulayan her insan, hangi şartlar altında olursa olsun ''insanı'' değeri ve değerleriyle değerlendirir.İnsan  ''ışığını, sevgisini'' hizmet  vermiş olduğu birime kattığında; evren genişler, işin verimliliği artar. Gönüllü bir birlikteliğin, üretmenin gücünü hiç kimse inkar edemez.

Hangi makam da olursak olalım, değer üretemiyorsak, faydalı ve yararlı işler yapmıyorsak ''makamların şekilciliğine'' el pençe divan duruyorsak, faydalı ve yararlı bireyler olamayız.
Makamların ardına sığınarak, karşısındakini statüyle değerlendiren bir insan  ''karşısındaki bireyi''  değer ve değerleriyle değerlendirebilir mi ? Ya öteler yada itaate zorlar, olmadı yıldırma manevraları uygular.



Ezici bir üstünlüğün hakim olduğu bir iş yerinde kim isteyerek işini yapabilir yada kim mecbur kalmadıkça böyle bir  ortam da kalmayı seçebilirler.
İnsan olarak, sadece makamların yörüngesinde;  kim, kimi, kendinden küçük veya üstün görebilir ?

Eleştirel düşünmeyen, sorgulayış içermeyen,  kendini geliştirmeyen insanlar;  sürü halinde, etikete dayalı sıfatlar üzerinden yeni ütopyalar yaratmaktadırlar, yaratmaya da devam etmektedirler.

Etiketlerle, makamlarla, egoyla sağlıklı iletişim oluşturulmaz. İletişimin olmadığı iş yerlerinde üretim ve insana yatırım olmaz.İnsanın, insan üzerinde yarattığı bu şiddet ve terör;
''Mesleki
 bütünlük ve benlik duygusunu zedeleyen, paranoya ve kafa karışıklığına neden olan; huzursuzluk, korku, öfke ve endişe duyguları yaşanmasına sebep olan bu baskılar; uyku bozuklukları, depresyon, yüksek tansiyon, panik atak, kalp krizine kadar giden sağlık sorunları yaratabiliyor.
''
Sağlıklı insan iletişimi olmayan, otorite sahibi insanları düşününce; 
Nikolay Vasilyeviç Gogol’un unutulmaz bir eseri  ''Bir delinin hatıra defteri'' aklıma geldi.
Kitabın içeriği, adaletsiz Dünya’nın bir delinin bakış açısında gösterilmesidir.
Hikayesinde, halk arasındaki seviye farkından dolayı, insan davranışlarının ana karakterini anlatır, asıl önemli ayrımın ''seviye veya makam'' olduğunu söyler.

“Aslına bakılırsa fena adam değildi;
arkadaş canlısı, iyilikseverdi.
Ne var ki, mevkini hazmetmemiş,

general sandalyesine oturunc
a
ne oldum deliğine düşmüştü.”

(Bir Delinin Hatıra Defteri, s. 60)

Bu kişiler, kapıda kırmızı halıyla karşılanmak arzusundayken, herkesi kendi köleleri olarak görürken; adaletli bir çalışma ortamından, eşitlikten, emekten söz edebilirler mi ?
Makamların arkasına sığınarak mobing uygulayanların dışında, birde; bu sadistlerin ekmeklerine yağ süren yalaka takımı var ki, asil piranalar bunlardır.
Kendi çıkarları için hiç düşünmeden adam satarlar,  iftira ederler, kişi ve kişiler üzerinden kendilerini haklı kılmak ve başarılı göstermek için takla atarlar.
Bu yetmezmiş gibi birde aşırı iş kolikler var, onlar da kendilerini öne çıkarmak için, bir aferin almak için, hep ön saflarda yer tutarlar, kendilerini en iyi ve çalışkan göstermek için, başkalarının emeğini hiçe sayarak ''ön saflar yarışında''  tur atarlar.
Ve bu tarz insanlar, makamın sorumluluğunu taşıyamayan bu insanların eline bir sürü mantıksız gerekçeler sunarlar.
 Kendilerini hep öne çıkarmakla meşgul bu zatlar, makama ,statüye sorgusuz saygı gösterirler.
  Sanki her şey onlarınmış gibi yücelmekte ve diğerlerini de ezmeyi marifet saymaktadırlar.

Bireye, makamından dolayı saygı gösteren de, kendisini statüsünden dolayı değerli sayan da ,saygı bekeleyen insan da, sağduyudan yoksun insandır.

Kendini aşmış, ruhsal doygunluğa ulaşmış, insanı sorumluluğunun farkında olan kişi 'karşısında ki güç yada otorite'' hangi statüyü taşıyor olursa olsun, aklını onun ipoteğine vermez.

Ve sıfatların ardına sığınan insanın, insana yaptığı zulümlere, sağduyu sahibi her insan; karşısında ki güç yada otorite hangi makama ait olursa olsun, ancak; karşı duruş geliştirerek karşı durabilir.
Bunun içinde; hem bireysel hem toplumsal sorunlarımızın çözümünde, ruhsal ve bireysel gelişimimizi öncelikli kılmak zorundayız.
Buda bize; yeteneklerimize, doğru karar verebilme kapasitemize, zorluklar karşısında direnme gücümüze, bilgimize, sorumluluk üstlenebilme becerimize inanmak, bize birey olduğumuz duygusunu kazandırır.
Sevgi ve saygı dilini konuşan, içten, dürüst, sorumluluk ve adalet duygusuna sahip  ''özgüven, özsevgi ve özdeğeri '' olan insanlar ''makamla, parayla'' satın alınamaz.
Dünyanın her yerinde, insanın insan üzerinde ki  ''ekonomik, sosyal, siyasal, etnik, cinsel, vb.'' şiddetin, sömürünün ortadan kalktığı gün; sağlıklı, uygar ve özgür toplumlar kurulabilecek, büyük resim ışıl ışıl parlayacak.
Sağlıklı bir benlik sahibi olmamız, yeteneklerimizi tanımamız, kendimizi olduğumuz gibi kabul ederek, yargılamadan anlamaya çalışıp geliştirmemiz,  kendimize değer vermemizle mümkün olacak.

Bu bilince sahip olduğumuzda ''sıfatlar ve makamlar değil''  insanın yaşama kattıkları ve aslolanın insan olduğu önem kazanacak.
Olcay Kasımoğlu

Kendin Olmak

''Özgür irademi yok sayıp, beni yönetmek isteyen insanlara, bir tek dakika mı bile harcamak istemiyorum''.

Kendin olmak; kim olacağını ve nasıl davranacağını belirlerken, aynı zamanda, kendi eylemlerinin sorumluluğunu da  üzerine almaktır. 
Yaşam bize tuvali sunar, resmi biz yaparız. Eğer yaşamımıza ve kendimize sahip çıkamasak, resmi başkaları yapacaktır.

Yaşamın ruhsal derinliğinde hatalar yoktur, yalnızca dersler vardır ve büyümek bir deneyim sürecidir ”başarı” kadar “yenilgiler” de bu sürecin bir parçasıdır.
 Kendimizi araştırıp keşif ettikçe, yaşamın bize sunduğu  ''bilgelik payıdır'' bu bilgelik, yaşama dokunmak ve dokumaktır.

Gerçekten kendimizi yaşamak istiyorsak,  hayatımızın sözcüsü başkaları olmasın. Yolumuzu ''bizi yok sayarak'' belirlemelerine izin vermeyelim.
Bilinç altımız; kendimize çektiğimiz enerjileri, deneyimleri doğrulukla belirler. Bu nedenle neye sahip olduğumuzu bilmek, kendi sınırlarımızın farkında olmak, kendimizi nasıl ifade ettiğimizin bilincinde olmak adına '' ne istediğimizi bilmenin''  en güvenilir yolu, neye sahip olduğumuzu da bilmekten geçer. 

Kuracağımız köprüleri de, atacağımız köprüleri de belirleme konusunda, kişinin ne kadar ''kendini tanıdığı''  ve ''kendiyle barışık olduğunu'' özümseyip özümsemediğini görebiliriz. 
 Bunun için de; düşünmeyi, düşündüğünü ifade etmeyi, farklı düşünceleri dinlemeyi , gerektiğinde uygun bir biçimde itiraz etmeyi, sorgulamayı olanaklı hale getirerek; özgür bir birey olmanın yollarını açarak, aklımızla, vicdanımızla, sevgimizle; yaşamı ve içindekileri kucaklamalıyız.

Başkalarıyla bir arada olmak, illa ki onlara benzememizi, onlara öykünmemizi ya da onların istediği gibi olmamızı gerektirmiyor.
Her bireyin  doğasında kendi güzelliği vardır ve her aklın kendi yöntemi muhakkak olmuştur, olacaktır.
Zaten, gerçek insan; kurallar sayesinde asla bir şey elde etmez.

Çağ yorgunuyuz, insanların çoğu konuşmuyor ''bağırıyor'' bilmeden konuşuyor, başkalarının söylediklerini mantık süzgecinden  geçirmeden kabulleniyor, birkaç kez duyduğu, izlediği şeyleri kendi fikriymiş gibi söylemeye başlıyor. 
Televizyon programlarında sunulanlar, gazetelere atılan manşetler, sosyal medyada paylaşılanlar, iyi analiz edilmediğinde, sorgulanmadığında ve kişisel çıkarlardan arındırılmadığı sürece ''sürü psikolojisine'' birey olmayı başaramamış, egosu tavan yapmış insanlar akmaya devam ediyor.

Kendin olmak ise her şeye evet demeyi ret ediyor, ezber bozuyor. 
Kimsenin kalbini kırmamak ya da sevimli görünmek adına, olur olmaz her isteğe, doğru bulmadığımız düşünce ve fikirlere “evet” demeyi bıraktıkça;
neyin değerli neyin daha az değerli olduğunu anlamaya başlıyoruz.
Bu algı oluşunca da; İhtiyacı olanı istemekle, muhtaç olmak arasında çok ince bir fark olduğunu fark etmeye başlıyoruz.

İnsanın kendini tanıması, hayatına sahip çıkması, yapması gerekenleri kendi iradesiyle  yapması kadar güzel bir şey olamaz.
 Hayatımızın kontrolü başkalarının eline bırakırsak ''özgür olmak'' yerine '' küçük koyun'' olmayı seçeriz.
Herkesin kendinden daha önemli olduğuna inanan bir koyun yerine, kendini önemseyen biri olmak daha önemli.
 
Kendimize karşı dürüst olalım, kendimize saygımız olsun, yoksa;
''Mutsuz olacağın bir şeyi yapmama özgürlüğünü kullandığın için  ''arkadaşlarının seni sevmeyeceklerinden korkuyorsan'' kendine, “istediğim gibi davrandığımda benden hoşlanmayacak  arkadaşlara gerçekten ihtiyacım var mı? ” diye sormak gerekir.
 
Senin, kendin olmana izin vermeyen insanlar, çeşitli yöntemlerle baskı oluştururlar.

*Ama biz hep böyle yaparız...
*O zaman böyle demeseydin !
*Keşke şöyle yapmasaydın !
*Senden başka şikayet eden yok!

Bu baskılarla, kişinin öz iradesi yok sayılıp, suçluluk psikolojisi yaratılarak; yetersiz benlik duygusu oluşturulur.
Önemli olan  ''bizi inciten'' başkalarının davranışları değil, onların hareketlerini nasıl algılayacağımıza dair bizim verdiğimiz kararlardır.
 Kendimiz olma  hakkında, beklenti ve davranışlarımızı değiştirdiğimiz zaman, kısa sürede görececeğiz ki  hiç kimsenin tekelin de değiliz. 
İnsan, kendini anlamaya ve kendi olmanın sadeliklerini korumaya ve geliştirmeye , kendini tanımlamaya çalışırken dikkatli olmalı. Bir insanın kendini olduğundan az göstermesi alçak gönüllülük değildir.  İnsanın kendini olduğundan fazla göstermesi de budalalıktır. 
İnsan, kendinde ki yetersiz değerleri görebilmeli, kendine dayatılan doğmaları, toplumun kendine biçtiği rolleri sorgulayabilmeli yoksa sadece ben özgürüm demekle bu iş olmuyor.
 
Özgürlüğü: istediğini yapabilme diye tanımlayan bir bilincin, nasıl bir kendini bilme güzelliği olabilir ki !
Varlığının tanımını; yemek içmek,eğlenme olarak algılayan bir bilincin nasıl bir yaşam felsefesi olabilir ki !
Toplumsal baskılara ,doğmalara  karşı bir duruş sergileyerek, kendimize sahip çıkarak, yaşamı yaşanılır kılabiliriz
 Bu bağlamda yaşamak, başlı başına bir sanattır.

İkiyüzlülüğün, sahtekarlıkların, ucuz övgülerin olduğu ortamlardan; katı, toleransı olmayan insanlardan ''kendin olmak adına '' uzak duruyorum...

Kendini dürüstçe ifade edebilenler, yaşadığı dünyaya değer kata bilenler, ilim ve bilim yolunda üretenler kendilerinden söz etsinler.

Olcay Kasımoğlu

İyi İnsan Olmak

"Bir insanın zekası verdiği cevaplardan değil; soracağı sorulardan anlaşılır." Albert Einstein
 Dünyanın her hangi bir yerinde yaşanan acı ve kayıplar içimizi titretmiyorsa, sadece kendimize dokunulunca sesimiz çıkıyorsa,  yamalı yüreklerin boş hamallarıyız desene !


İnsanı insan yapan; ne makam, ne para nede şan şöhrettir. 
İnsan olmak; kendine özgü yaşamak, birey olmak, insan olmanın ayrımında ''kendine aydınlanmanın ışığıyla'' kendi kendini bilmek, yaşamayı anlamlı kılmak ve insanlarla yaşama akarken, insan ilişkilerinde adil olmaktır...
 
Dünden bugüne bakınca  ''şiddetin'' baş kestiği, söz biçtiği bir çağ yangını var.
Şiddettin her türlüsü; sömürü ve yok etme amacına dönüştüğünde, tüm direniş olasılıklarını da tehlikeye atar ve sağlıklı siyaseti yok etme riskini taşır.
Evren var oldukça, insan yaşadıkça; her dönem de  kendi tarıhını yazar.

Adı masal
 olsa da günümüze ait bir gerçekliği ne güzel ifade ediyor; her döneme hitap eden bir temayla..!
Ne çok benziyor bize, ne çok benziyor büyüklerin oynadığı oyunlara. 
Sadece zaman ve aktörler farklı,  hedefler ve niyetler aynı.
Masalın konusu; kendine aşık olan bir krala, terzi olduklarını iddia eden iki dolandırıcının, diktikleri kıyafeti sadece akıllıların görebileceğini iddia ettiği bir giysi sunmasıdır. 
Kral ise akılsız olduğunu kabul etmediği/edemediği için, bu olmayan kıyafeti çok beğendiğini söyler entersan olan da ortada kıyafet yoktur.
Kral bu şekilde halkın huzuruna çıkar, ancak halk korktuğu için kralın çıplak olduğunu söyleyemez. Burada önemli bir noktaya dikkat çekiliyor'' korktuğu için söyleyemiyor'' burada saygıya dayalı bir karşılama ve onaylama olmadığını da bize mesaj olarak gönderiyor. 
Otorite karşısın da insanların gerçek duygu ve düşüncelerini açıklamaktan ziyade iktidarların öngördüğü bilgilenmenin getirdiği pragmatik bir davranış yöntemidir, burada hakikat bir şekilde deforme edilerek yalanlarla karşısındakinin duymak istediğini söylüyor''yaşasın kral'' diyerek..

Oysa körü körüne bir şeye inanmak onu ''haklı ve ahlaklı'' yapmaz.
Burada ki bilinç; kişinin bir nevi kendisini aynada görmesidir. 
Burada ki halk, kendine aydınlanmaktan korkan bir insan topluluğunu bize hatırlatmakta.
Oysa ki bilinçli olmak; bir insanın kendi varlığını, benliğini, kendisini, diğer varlıklardan ayırt etmesi demektir, buda birey olma bilinci aşılar.
Bu bilinç; sorgulamadan inanmanın, anlamadan yorumlamanın, araştırmadan, bilmeden ''ahkam kesilmenin'' bütün olumsuz taraflarını ret eder.

İlerleyen zaman içerisinde şaşkınlığını gizleyemeyen, gördüğünü hesapsız söylemekten çekinmeyen tek kişi çocuk oluyor"kral çıplak" diye bağırmaya başlıyor. 
Birey denen olgu, sosyal bir algıdan bilinçten ibarettir oysa çocuk henüz o sosyal algıyı çözemediği için hakikat neyse onu yansıtıyor.

Birey olma aşamasını tamamlamamış bir çocuk duyguları üzerinden gerçeği harekete geçiriyor '' kral çıplak'' dediğin de her şey yerle buz oluyor. 
Çocuk bu sosyal algının dışında davranarak hakikati o sosyal ağın yüzüne vuruyor. 
İşin içinde hesap, kitap olsaydı susardı o kalp....Hep çocuk kalsaydık diyesim geliyor..
Bu bağrışma sonrası halk şaşkınlığını çığlıklar atarak belli ediyor. Kral ise utanıp saraya kaçıyor.

Çok severim, hayata özet geçen bu cümleyi ''beğeni; hem ağırlık hemde tartandır''.

Vay haline; ağırlık terazısı ve tartanı olup da sorgulamadan yaşayanlara...
Vay haline; çorak gönüller de sevdasız lisanlara bel bağlayanlara...
Vay haline; aydınlanmanın ışığını yok sayıp, aydınlıklar içinde karanlığa duranlara...

Bu hikayeden bir çok ders çıkarabiliriz; 
*Başarı ve doğru karar ''iki insanı sevmez'' onu hak etmeyenleri ve ona henüz hazır olmayanları.
*Düşünce ve duyguların bir arada eylemlere yönelmesi hayatımızın en önemli noktalarından biridir buda bizi bağımsız, aydınlanmış, sorumluluk bilinci gelişmiş bireyler yapar.
Bağımlı olmak ise ''cesareti'' yok eder, masaldaki kahramanlar gibi.

*Bilinç düzeyi eksik insanlar, kendilerini bağımlı hale getiren sisteme körü körüne bağlı olmaya yatkın olurlar, sorgulamak ve haykırmak onların dünyasında yoktur.
Bunun yanında; bizde olmayan meziyetleri, bizimmiş gibi üzerimize giydiren, giydirmeye çalışan insanlara da izin vermemek gerekiyor. 
*Hak edilmeyen bir başarı ve övgüyü kabul etmekte aslında haksızlıktır.
*İnsanların bizi hangi koşullarda ve hangi değer yargıları içerisinde algıladıkları ve yorumladıkları çok önemlidir. 
*İnsanlar güçlülerden korktukları zaman kendi güçlerini kaybederler.
 *Güce saygı ayrı, güce kul olmak apayrı bir yaklaşım tarzıdır.
Düşünsenize koca bir halk, aklını kullanmayan bir kral karşısında ''kör ve sağırken'' bir çocuk,  çığlık çığlığa sesini yükseltiyor, halkı peşinden sürüklüyor...Ağzından çıkan bir söz krala ferman yazdırıyor.
Tarih; karanlığı kabul etmez, hep bir şeyler olur, birileri çıkar ve karanlık bir anda aydınlığa kavuşur.
Bu yaşamın döngüsüdür ve zaman en iyi tanıktır, er veya geç kendi yargılamasını yapar.

Yeter ki,  kavramlar üzerinden kirli siyaset yapanlara göz yummayalım.
Sadece her şeyin iyisini biz biliriz, sizin yerinize de düşünürüz, edalarıyla dolaşan ve dünya zulmüne çanak tutanlara destek vermeyelim.

Önemli olan, bilinçli, erdem sahibi insanlar olarak; ülke yönetiminde söz sahibi olmak, kendi eksikliklerinin farkında olmak, kendini güncellemek ve bütün insanlığa iyi şeyler bırakabilmektir ''İYİ İNSAN OLMAK''...

Kafaları ve gönülleri aydın insanları seviyorum,
Cezalandırma, intikam duygusu taşımazlar. 
Fışkıran pınarlar gibidirler, gür konuşurlar,
Örtüsüz kimlikleri vardır, duygu adamıdırlar, 
Güzelliğin sesi bu zinde canlara yaraşır.
Çünkü; berrak gözleriyle yanıtlarlar gülüşlerinizi (!)

Olcay KASIMOĞLU

Seçimlerimiz

Endişe çağı dediğimiz bir dönemeçten geçiyoruz. İçsel bütünlüğümüzü bulmak yada var olanı korumak adına toplumsal ve sosyal yasalarla, öğretilerle boğuşuyoruz.
Çağımızın güvensizliğine karşı durabilmemizi sağlayacak yöntemler bulmak ,içimizde ki güç merkezini ortaya çıkarmak gerekiyor. Bunun içinde; inandığımız, güven duyabileceğimiz değer ve amaçlara ulaşabilmemizi sağlayacak içsel bütünlüğün; espri ve hayal gücüyle bezenmiş aklın, kültürle yaşama dokunmuş bilincin, mücadele ruhuyla beslenmiş cesaretin, kendini bulmuş benliğimizin ''özgür ve özgün'' olması gerekiyor.
Böyle olunca da seçimlerimizin boyutu ve yoğunluğu önem kazanıyor, bakış açımızı etkiliyor.


Değil mi ki:insanların seçimlerinin farkındalığıdır dünyayı çeviren.
Yaşamın o ince çizgisine dokunmayanlar; coşkulu yaşamadan, hayatın tadına varmadan, öylesine yaşıyorlar.
Yaşamla ilgili seçimlerimizin sorumluluğu, seçtiğimiz hayatı yaşamaktır. 
Gerçekten yaşamak isteyen, seçimlerine dikkat etmeli ve ruhuna gereken özeni göstermeli.
Kendimizle, evren barışık olalım ,ruhumuza gereken özeni gösterelim.
Erich Fromm, *yaşanmamış yaşamlar, tüm savaşların ve kötülüklerin kaynağıdır* derken boşa dememiş.

İnsan doğasında var olan bencillik, çıkarcılık artmakla birlikte temeli sevgiye dayanan, insanca yaşam da savaşsız bir dünya da, olması istenilen gerçekler arasında.
Seçimlerimizle, düşüncelerimizle yaşamımızı şekillendiriyoruz. O zaman savaşsız bir dünya yine bizim seçimlerimizle  yok olabilir.


21. Yüzyılda dünyaya ve ülkemize baktığımızda, halen aç insanların olduğu, hatta bu yüzden binlerce insanın öldüğü bir gerçek. Gün geçtikçe enerji kaynaklarımız tükeniyor, ekonomik, ekolojik, politik düzen bozuluyor.  Silahlanmaya harcanan paralar, milyon dolarları geçiyor. İnsanlar,  bağımsızlığını her geçen gün kaybediyor ve insana hizmet etmek için var olan teknoloji, tüm dünyayı birbirine bağımlı hale getiriyor.
Ekolojiyi bir nebze düzeltmek adına, organik ürünler yeniden gündeme geliyor. Eski inançlar, dogmalar  yıkılıp, yerine yeni oluşumlar deneniyor.
 Peki bütün  bunlar olurken, insanların tercihleri, duyguları değişiyor mu?.

Evrenin parçaları olarak kendimizi güvende hissetmemiz, bizim eylemlerimizde vuku bulur, bunun başka bir izahı, tanımı yok.
Tüm insanların iyiliği için çalışmalıyız,  ünlü düşünür  ''Victor HUGO "Savaşlar bitecek, sınırlar kalkacak, dogmalar ölecek, insanlar yaşayacak. Yaşayan insanlar ümit dolu, yeni değerlerle ülkelere değil, dünyaya ait olacak." derken aslında ait olma bilincini özetlemiş ve  birlik duygusunun insanca yaşamak için elzem oluşturduğunu anlatmış.
 Farklı düşünmüyorum, yaşanası bir dünyanın sorumluluğunu paylaşan, bilinçli ve insanı eylemlerin güzelliğin de dünya yaşanası yer olabilir.

 Yaşantımızı tüm gerçekliğiyle analiz edelim, yaşamın anlamı nasıl yaşandığında yatar. Bir çok insan kendi eksik yönleriyle yüzleşmekten korktuğu için kendini aramıyor.
Bahaneler yaratmayı bırakıp, ince şeylerin kalınlığında yaşamadan, ruhumuza açılan kapıların tokmağını açalım.

Yaşamımızda ki seçimleri yaparken ''özellikle cesaret''  olmazsa olmaz dediğimiz ''iç disiplin'' ve nüfuz edici ve doğru kavrayan bir zeka, sevgi dolu bir kalp ve bunlara uygun olarak iyi bir vicdan çok önemli.
Kolaya kaçmadan ,kendine değer vermenin en büyük kaynağıdır iç disiplin ve disiplinli bir yaşam,''özsevgiyi ,özsaygıyı ve özgüveni'' beraberinde getirir. Buda seçimlerimizi fazlasıyla etkiler. Her şeyi ona göre duyar, görür ve hissederiz.
Hayatın dinamikleriyle hayatın içerisine akarken, yaptığımız seçimler de sonuçları belirler.
Bu nedenle ne olursa olsun, yaşama ve insana dair bütün seçimlerimiz güzel ve anlamlı bir yaşamı destekliyorsa farkındalık yaratır.

Kendi kişisel değerlerimizle,bütünlüğümüzle örtüşen her seçimimiz, yaşamımızı daha değerli ve coşkulu kılar.
İnsan kendini yeniledikçe, düşünceler de yenilenir, yenilendikçe de güven duygusu, değerli olma bilinci gelişir, geliştikçe de; insanları birbirine yaklaştırır, sevgiyi, saygıyı artırır.
Tıpkı bir heykeltıraş gibi,  yaşamlarımızı  şekillendiriyoruz ve ortaya çıkan biçimden biz sorumluyuz. Buda; üretebilmek, güven ve huzur demektir.

Tüm hücrelerimizi aydınlık fikirlerle besleyelim, ruhumuz mis kokulu bir çiçek bahçesi olsun, olsun ki özgür irade ile yapılan seçimler insana huzur ve başarı getirsin.
Ve...ne olursa olsun; yanlış seçimler bir ömrü esir almamalı (!)


Olcay Kasımoğlu

Kendimizle Yüzleşmek

Şimdi değilse, ne zaman ?

Akıp gideni durup görmemizi sağlayacak olan bir dünya yaratmak ve bize hayatı yeniden iade etmek mümkün değilken, yaşamı; keşkelerle ve pişmanlıklarla söndürmek niye ?

Hepimizin kendine ait veya başkalarından alıp sakladığı sırları, sırlardan kurduğu surları ve yıkamadığı kaleleri var.

Geçmişiyle yüzleşemeyenler, keşkeleri kendine zehir ederek yaşama tutunanlar bilmezler mi; üzerini örttüğümüz her şeyin altında kalırız, eksik olduğumuzu ararız, hem de eksik bırakandan ya da ona benzeyenden dileniriz bir ömür boyu.

Oysa yaşamak seçim yapmaktır ve her durum bir seçimdir aslında.

Bunun yanında, her bireyin gelişimi, fiziksel, zihinsel ve duygusal yönlerini kullanma tarzı farklıyken, hayatı mücadele etmeye değer kılan ve şaşırtıcı hale getiren şey de bu seçim ve  farklılıklar değil midir ?

Kendimizle kurduğumuz diyaloğun niteliği, kendimize dair hissettiklerimizi doğrudan etkilerken;
 farklılığı anlayıp,  yaşadıklarımız karşısında aldığımız tavırla, kendi iç benliğimizle yüzleşmek,  “neden ben” diyerek zaman kaybetmemeyi, onun yerine, “şimdi ne yapmalı?” demeyi öğretir''

İnsanın kendiyle yüzleşmesi bir yerde geçmişin gerçekleri değil, bunların bizim için ne ifade ettiğidir.

Peki hangimiz, özgürleşmek için korkularımızdan arınmaya ya da kendimizle yüzleşmeye hazırız?

Kim olduğumuzu keşfetmeye, özgürleşmeye ve hatalarımızla-eksikliklerimizle yüzleşmeye hazır olmak, en üst anlamıyla kendi benliğimizin farkına varmaktır.


William Shakespeare, bunu çok güzel özetlemiş.

İnsanların çoğu kaybetmekten korktuğu için, sevmekten korkuyor. 
Sevilmekten korkuyor, kendisini sevilmeye layık görmediği için. 
Düşünmekten korkuyor, sorumluluk getireceği için. 
Konuşmaktan korkuyor, eleştirilmekten korktuğu için. 
Duygularını ifade etmekten korkuyor, reddedilmekten korktuğu için. 
Yaşlanmaktan korkuyor, gençliğinin kıymetini bilmediği için. 
Unutulmaktan korkuyor, dünyaya iyi birşey vermedigi için. 
Ve ölmekten korkuyor aslında yaşamayı bilmediği için.


Yeterince iyi olamadığımız düşüncesinden korkmamalı ve kendimizle yüzleşmeliyiz. Korkularımız ancak birer birer masaya yatırıldığında ve onlarla yüzleşebilmek cesareti gösterebildiğimizde hayatımızdan çekilirler. 

Korktuğumuz ve kendinizden uzak tutmak için uğraştığımız şeylere bilinçsizce karşı direnç oluşturarak kendimize çekiyor, yaşamımıza sokuyoruz. 
Korkularımızın samimi anlamda farkına varabildiğimizde, realitemizi değiştirmiş olacağız.
Çünkü geçmişten öğrenmek ile geçmişte yaşamak aynı şey değildir.

''Neresinden bakarsak bakalım; kabullenme özgürlüğümüz olmayan her duygu, dışarıya akamayan bir irin gibi bedenimizi ve ruhumuzu ele geçiriyor.
İçimize hapsettiğimiz her duygu aynı zamanda içimizin hapishanelerini yaratıyor.''

Oysa yapabileceğimiz yegane şey, duygularımıza dair anlayışı, saygıyı korumayı ve koşulsuz sevgiyi kendimize gösterebilmemizdir.
Korkularımızla yüzleştiğimizde; asosyal topluma ve olumsuz insanlara karşı sağlam bir  duruş geliştirebiliriz.
Bunun içinde; kendi iç benliğimizle barışık olup, içimizdeki çocuğu özgür bırakalım.

Her şeyi belki yapamayız ama kendimize saygılı bireyler olarak bu hayatın içinde değerli, üreten, paylaşan, sevdiklerine ve sevdiğine omuz olan başlar olabiliriz. Bunu için hiç bir zaman geç değildir, yeter ki biz kendimize geç kalmayalım.
 
Sığ sorunlarla, kendimize yaptığımız haksızlıklarla, yaşamak sevincini örselemek  bu  yaşama en büyük haksızlık değilde nedir ?

Oyduğu bir kayadan akan bir suyun şırıltısı bile, varlığını belli ederken !!

Kendi benliklerinin farkına varanlar, yaşamdan ne beklediğinin gerçekten önemli olmadığını, asıl önemli olan şeyin yaşamın bizden ne beklediği olduğunu öğrenmemiz gerektiğini bilirler.
Yanıtımızın  doğru eylemden ve doğru yaşam biçiminden oluşması gerektiğinin de bilinciyle yaşama değer katarlar.

 Ancak o zaman, insan kendi kendiyle yüzleşir; yetişkin, özgür ve mutlu olabilir, karanlığın bilincine vararak aydınlanabilir.

Ve insan, kalbi ve aklıyla yaşamın içine yürüyorsa; bu dünyada hiç bir şey imkansız değildir.


izle YüzleşmekOlcay Kasımoğlu

Yaşamak İnce Bir iştir


 Kültürel ve sanatsal ''öksüzlüğün kol gezdiği'' bir toplumda, çağdaş değerlerden bahsedilemez.
Bilim, ilim ve sanat, insanın insan olma özünü en yatkın biçimde yansıtan değerlerdir.
Çağdaş değişimsel anlayışın önünü açan, bu ütopyanın gerçekleştirilmesine katkıda bulunan bilim ve sanat;  aydınlanmadan yana olmayan kan emicileri rahatsız eder.

Düşünce ve duyguların bir arada eylemlere yönelmesi, hayatımızın en önemli noktalarından biridir. Bizi bağımsız, aydınlanmış,sorumluluk bilinci gelişmiş bireyler yapar.
Bağımlı olmak ise cesareti yok eder.
Sindirmenin,susturmanın ve yoksunluğa mahkum etmenin en iyi yolu, sömürüye hizmet eden  faşizan kapitalist sistemi desteklemektir.

*Kapitalist zihniyet, kendine sorgusuz itaat  edecek bağımlı insanlar ister. Bunun içinde, bir sürü oyunlar tertip edilir.

*Silah tüccarları savaşı körükler, evrensel değerler üzerinden insan duygu ve düşünceleri  yozlaştırılıp, toplumu birbirine bağlayan ortak değerler, bütünsellikten çıkarılıp, bireylerin tekeline verilir.

*Egemenler, güdülmeye hazır bir toplum yaratmak için önce kamu kurum ve kuruluşlarını etkisizleştirerek,  akademik çalışmaların önüne engeller koyarak, medyayı satın alarak, bilgilenme ve aydınlanmanın önünü kapatırlar.

* İnanç kültürünün ve dinsel korku dürtülerinin yarattığı kısır döngü, toplum yaşamına egemen olmaya başlar.

*Eğitimsiz, okumayan, araştırmayan, sorgulamayan, menfaatlerini insan yaşamının üstünde gören; bencil, kendine namuslu insanların yaşadığı bir toplumda kul ve efendi ilişkisi başlar.

*Bilinç düzeyi eksik insanlar, kendilerini bağımlı hale getiren sisteme körü körüne bağlı olmaya yatkındırlar, eleştiriye asla tahammül göstermezler. Burada ki ilişki de, gelene ağam gidene paşam dönemi başlar.

Napolyon ''Eleştiriden feyz almak akıllılıktır, almamak sinirlenmek ancak başarısızlığını ve beceriksizliğini kapatmaya çalışan insanların yaptığı tepki olmalı'' demiş

Bizim istediğimiz, herkesin emeği oranında pay alabildiği, adaletli bir üretim, hiç bir ayrımcılığın ve ötekileştirmenin olmadığı, sevgi barışın egemen olduğu bir toplum düzeni.

Özellikle; kurumlar kokuşmuşsa, yürekler nasırlaşmışsa, ortak değerler kişi ve kişiler üzerinden ifade ediliyorsa, yatırım ranta dönüşüyorsa, bunun adı da ''gelişme ve hizmet'' olarak insan anlayışına empoze ediliyorsa, hangi adaletten, haktan, hukuktan bahsedebiliriz ki ?
 Bilmezler ki sonlu olan sonsuz olanın bedelidir.

Toplumun iletişim mekanizmalarını şahsı menfaatleri için kullananlar, kendilerine imtiyazlı sorumluluk tanıyanlar, toplumun önünü tıkamak için her türlü alavereyi-dalavereyi yapmaktan çekinmiyenler bu yetmezmiş gibi bunları haklı gerekçelere dayandırarak,  insanların zihinlerine perde çekenler;
*İnsan olma hakkımızı çalandır, yaşamımıza yasaklar koyan, onu yok edendir.
*Halkları birbirine düşman edip, bu düşmanlıktan çıkarları beslenenlerdir.
*Üreteni ve sorgulayanı suskun köleler haline getirmeyi hedefleyen Kapitalizmin emir erliğini yapanlardır.

Özellikle TV başında pembe dizilerin, kadını onursuzlaştıran, eşya gibi alınıp-satılan bir obje gibi sunan programların, şiddeti ve öfkeyi; savunma ve korunma aracı olarak insan algısına sunan filmlerin, çağdaş uygarlık yolunda tökezlediği kesindir.


Bu çelişkilere, bu serzenişlere, bu yarım yamalak öykünmelere bakınca;
Kendini arayanlar, kendini bulamayanlar nereden beslenecekler. Bu insanlara, insanca köprüler inşa etmesen, nereden geçecekler.
'sorgulayamayan insan cahil,sorgulatmayan insanda zalimdir' bu zihniyete en uygun tanımlama bu olsa gerek.

Toplumun yaşamsal kazanımları önemli, bunun içinde herkese önemli görevler düşüyor.
İbn-i Sina'nın dediği gibi ' bilim ve sanat iltifat görmediği ülkeleri terkeder' diyor
Bilimsellik ve sağlıklı düşünen bir toplum anlayışı bütün kesimleri kucaklar.

Bir ülke de 30 milyon insan aç ve yoksulluk  sınırında yaşıyorsa, sadece siyası kimliği üzerinden iş buluyorsa, inancı üzerinden değer görüyorsa, zulme- yalana sesini çıkarmıyorsa, kadınlar hunharca öldürülüyorsa, çocukların geleceği katlediliyorsa, erkek egemen kültürüne destek veriliyorsa  ve insan sadece kendi egosuna hizmet ediyorsa, ben insan değilim.


Bizler, kimliği sadece insan olanlar;
*Egemenlerin, kendi şahsı çıkarlarını korumak için  ''şiddeti ve insan açlığını'' gizliden gizliye desteklemelerini  reddediyoruz.

*Dünya yüzünde birbirine düşman halklar yaratılarak, egemenlerin amaçlarına hizmet için suni gündemler yaratıldığını biliyoruz, bu oyunda piyon olmayı reddediyoruz.

*Kadınların, çocukların ve savunmasızların, siyasetin malzemesi olmalarını reddediyoruz.


*Yaşayan her insanın İNSANLIĞA VE EVRENE  karşı sorumlulukları var.
Emek ve sermaye çelişkisinin gerçekliğine suskun kalamayız. Emeğin özne olduğu, sınıfsız bir yaşamın mümkün olduğu bilinciyle '' Dünya herkese yeter'' anlamının içtenliğiyle, egemenlerin oyunlarına hayır diyoruz.

Körü körüne bir şeye inanmak onu haklı ve ahlaklı yapmaz.
*Üreterek yaşamlarını anlamlandıran, sadece kendisi için değil herkes için ''daha güzel, eşit, adil, özgür''  bir yaşam kurmak için mücadele eden, haklıdan yana tavır alanlar;
Sorgulamadan inanmanın, anlamadan yorumlamanın, araştırmadan bilmeden ahkam kesilmenin bütün olumsuz taraflarını reddediyoruz.

Ne olursa olsun, yaşamak, kulun kula kulluğu değildir.  Onurunla, namusunla, halkınla, şerefli, bağımsız yaşamaktır, yaşamak.

Emeğin hiç bir zaman sorgulanmadığı bir yaşam ve sağlıklı sevgi anlayışıyla büyümek, ahlaki olgunluğa erişmek, iyiliğin, sevginin parçamız olduğunu bilmek, insanın asıl doğasına ait tüm özellikleri unutmadan, varoluşumuzun, özümüzün güzelliklerinden utanmadan yaşama yürümek, yaşamı değerli ve anlamlı kılıyor.

Öte yandan, hayatta en iyi ve en mutlu yaşam, olumlu düşüncelerdeki yaşamdır. Bu nedenle iyi, yapıcı ve yaratıcı düşüncelerin insana verdiği mutluluğu hayatta hiçbir şey veremez.
Velhasıl Yaşamak Ve Yaşatmak İnce Bir İştir.