Translate

31 Ağustos 2019 Cumartesi

Nedir ki en doğal haliyle insan olmak?

Ne kadar çok sevgili ve ne kadar az sevgi var..

Oysa;
Üçe kadar sayıyorum'' diye tehdit ederken bile, araya “iki buçuğu” sığdıran çocuklardık biz..

Oradayım hala orada....
Yaşamda....

Kasabanın Sırrı filminde ki kareye bakınca;

''Aşık olamıyorsan, dans edemiyorsan, şarkılar mırıldanmıyorsan, ne anlamı var aklı başında olmanın?''

Nedir ki en doğal haliyle insan olmak?

Karşınızda ki insanın sizi anlamaya niyeti yoksa, söylediklerinizin hiç bir anlamı yoktur.
Karşınızda ki insan duymak istediklerini duyacak, anlamak istediği gibi de yorumlayacak.

Söz ve eylem kardeştir:
İlişkilerin kırılganlığını ve insanlar açısından taşıdığı önemi anladığımız zaman daha dikkatli ve özverili oluruz.
Başkalarının duygularını örselemeden onları anlamaya çalışırız.
Kendimize ve başkalarına kulak verdiğimiz zaman evren de bizi dinler, bizimle iş birliğine girer.

Duymak, işitmek yetmez bazen; anlamak için dinlemeliyiz.
Öylesine değil; aklımızla, kalbimizle, vicdanımızla dinlemek !
Dinlemesini bilen insan; sorunların tespiti ve çözümünde daha az hata yapar. Dinleyerek daha iyi gözlemler yapar, farklı bakış açıları edinir.
Ön yargıdan uzak objektif kararlar verebilir, problemlere yeni çözüm yolları bulabilir.

kendi iç sesini dinlediği zaman, başkalarının sesine de derinlik kazandırır, empati yeteneğini geliştirir.
Başkalarının duygu ve düşüncelerine, kim olduğuna ve neler yaşadığına daha derinlemesine yaklaşır.
Kendimizi dinlediğimizde güçlü ve zayıf yanlarımızı keşif ederiz, böylece başkalarının da artı ve eksilerine yaklaşım tarzımız değişir.
Daha insanı bakış açıları kazanırız.

Dinlemek öze inmektir, bakılan ama görünmeyenlere dokunmaktır.
Karşımızda ki insanlara gönül gözüyle dokunduğumuzda biz onun en yakını oluruz.
İnsanların duygularını anlamak kendimize olan güveni artırdığı kadar başkalarının da bize güven duymasına neden olur.

Anlamak adına bütün ilişkilerde; anlayışı, inisiyatifi ve hoşgörüyü iyi tanımlamak ve ölçüyü iyi ayarlamak lazım, kaldı ki iyi bir gözlem, ilgiyle, özenle beslenen her ilişki sağlıklıdır.

Şairin dediği gibi;
*Bulutları severim... İşte şu... Şu geçip giden bulutları... Eşsiz bulutları*
Azar azar yapılanın dışında hiçbir şey yapılamaz.

Yaşam biriciktir, sevgiyle, saygıyla yaşamlar büyütelim...


Demlenmiş hüzünlerin tatlı telaşıyla
İçimde ki çocuk kanat vuruyor
Tutuştur küllenen düşleri
Vakitsiz gitmelerin zamanıdır artık...


Olcay Kasımoğlu

Anlamlı yaşamak sevmekten geçer (!)

Kadın yada erkek, sonuçta yaşam sevinci aynı yerden beslenir, yani yürekten.
Paylaşacağız <3 bencil, kurnaz, hesapçı, fırsatçı, emek vermeden kolayına kaçan kadınlar, erkekler olmasın evrende...

Yürekli bir kadın;
 Sevildiğini bildiğinde hayat düşer içine,
Harman yerine döner bütün değirmenleri.
Bir çocuğun mahzun bakışları gelir oturur yüreğine.
Lakin her yüreğin işçisi olmaz o demleneceği yüreği tanır.
Sevmeye hazır yüreği de bilir, o yüreğe hürmeti de.
Yüreğine giden yolun karmaşasına düşmez.
Öyle aya güne vurmaz, çetelesini tutmaz, hesap, kitap yapmaz.
Duyarlı bir kadın;
içindeki gücün farkındalığını bilecek kadar derindir.
Hatta erkeklerin zayıflık dediği bir çok nokta onda erimiştir.
Bu gücün yaşama serilişini sadece kendine rehber etmez.
İster ki erkeğin kucaklayan, dinlendiren gücünde sevgiye dursun.
Bilir, er kişi huzurun anahtarı, dünyanın da beşiğidir.
Olgun kadın; 
insan olmanın, insana durma boyutunda harmanlanacak,
Hem de erkeğinin sahip çıkma duygusuyla berekete duracak.
Kadın gücünü göstermekten hoşlanmaz bunu yaşatmaktan sonsuz keyif alır.
Yapmak istediği bir şey varsa hiç bir güç ona engel olamaz.
Vefaya duran kadın;
 bütün mevsimlerin toplandığı takvim gibidir.
Hangisini açarsan seninle oradan başlar.
Sevdikleri için sabırlı olmak onun için duaya durmak gibidir.
Sever sevmesine de vefa yoksa içinde ölse de düşmez peşine.
Eyer sevgide vefa yoksa boşunadır bütün emekleriniz.
Sevgi dolu bir kadın; 
Sevgisine inanmadığı bir erkeğe asla kokusunu vermez,
çünkü kadınlar sevdiklerinde koku üretirler.
Hayatı yudumlayan, saran, toplayan, sevdiren, özleten bir koku...
Eyer sevmemişse zorla sevdiremezsiniz, sevmediği hiçbir şeye şefkatını vermez.
Yüreklerinde ki sevgi bahçeleri kuraklığı hiç sevmez…özen, saygı, itina ister.
Akıllı bir kadın;
 Bütünüyle yalnız bir şeye bağlanmaz, hayatı bütünüyle algılar.
Kendine ait bir dünyası muhakkak vardır, soran, sorgulayan, anlayan...
Bakmayın göze duran sulu çeşmelerine, o çeşmeler çorak yüreklere dökülmez.
Yalnızlık kendi tercihleriyse asla izin vermezler birilerinin o yere girmesine.
Onlar yalnızlığın çoğalttığı şeyleri de bilirler, dünyayı yüreğinin sesiyle dinlemesini de.
O’ dünyanın anahtarını da, istemedikleri sürecede hiç kimseye vermezler.
Güçlü bir kadın; 
İsterse dünya yeniden, yeniden şekil bulur.
Neler olabileceğini hayal bile edemezsiniz.
Bunun için siz bir fenersiniz erkekler.
Siz doğru yerde tutun fenerleri, bakın nasıl aydınlanacak cennet bahçeleri.
O’ kadınlar ki elleriyle toplayan, işleyen, dünyaya şiirden resimler çizen.
Engin bir kadın;
 Binlerce nehir gibidir, önünü açtığında, denizlere dökülen.
Yaşamak, onların yüzüyle daha bir başka gülüyor, gülceler çoğalıyor,
Yemek yemek, su içmek, sevmek bile; onların gamzelerinde aydınlanıyor.

Bir kadının elinden çıkan her iş kendi içinde hayat buluyor hem de nakış nakış.
Evet, her bir kadın; bir deniz ve dalgaların anası, içindekini de koruyan.
İçinde yüzdüğünüz denizi tanımayanlardan olmayın.
Anlamlı yaşamak sevmekten geçer (!)

Rüzgarın soluğunu aldım
gece karanlığı,
sabahına söz keserken
ben 
senin düşünün içindeyim
seni
sevdanı
bana gelişinde ki içtenliği
sensiz yaşanan günleri
sensiz olmanın
yoksulluğunu düşünürüm
sonra,
sen olmasan da yanımda
yalnızlığı nasıl paylaştığımızı
her şeye rağmen
birbirimizi nasıl anladığımızı
aynı sevinçle çarpan yüreğimizi
aynı haksızlıklara,
birlikte karşı duruşlarımızı
isyan bayraklarını,
nasıl beraber
yerle bir ettiğimizi düşünürüm
içime yaşam sevinci dolar
büyürüm
her gün
güneşi getiren ay aşkına
zamanın rüzgarına bırak
o güzel saçlarını
aşkın alsın beni benden
getirsin senin diyarına
yüreğime giden bütün yollar
sana çıkarken
tüm rüyalarım
sana yenik düşerken
varlığının büyüsüyle sarhoşken
sende öte
hiç bir şey umurum da değil
Olcay KASIMOĞLU

‘Atatürk Asya’nın Rönesans’ıdır” (O. Burian)

Dünya'ya iz bırakanlar...
Geçmişini unutan, geçmişi hakkında bilgi sahibi olmayan, geçmişini inkar eden insanların, yaşadığı topluma huzur ve refah getirmesi mümkün değildir.
Hepimizin, ilelebet ”TÜRKİYE CUMHURİYETİ”ne karşı sorumlulukları var.
Çocukluğumda dinlediğim masalların ruhumda açtığı izlerde ninemin büyük emeği vardır.
Masal gibi kahramanlıkları anlatma konusunda iyi bir anlatıcıydı...
Kendine özgü şivesiyle anlattığı kurtuluş savaşı anıları çocuk yüreklerimizde derinlere işlerdi. Özellikle kurtuluş savaşında destan yazan büyük önderimiz Mustafa Kemal Atatürk'ü ve o günün koşullarında yaşayan insanların bu ülkeyi nasıl düşmandan kurtardıklarını anlatırken sesine sinen haklı onuru ve minnet dolu içtenliği dün gibi hala kulaklarımda çınlar.
Severdik ülkemizin insanlarını, gurur duyardık, destan yazan tarihimiz anlatılırken kendimizi güvende hissederdik.
Daha sonra ilk okula başladık, ders kitaplarımız da bize anlatılan o insanların resimlerini gördükçe yüreğimiz pır pır etti. Sonra okumayı öğrenmekle beraber bir tarih yazan, emperyalist güçleri tarihin utanç sayfalarına gömen bir ülkenin vatansever, onurlu, köleliğe karşı durmuş bu milletin evlatlarına sayfalarda dokunmak beni hep mutlu etti.
Hiç bir zaman gocunmadım, hiç bir zaman onların din düşmanı olduklarını, hiç bir zaman fazla bir övgüyü hak ettiklerini düşünmedim.
Emperyalist güçlere karşı verilen mücadelenin haklı zaferine; dağlara, taşlara yazılan tarihin akıl ve yürek dili diye bakıyorum.
Ninem anlatırken gözleri dolardı, ninem ki saçının bir telini bile göstermezdi gün ışığına ve bir kez olsun onlara dinsiz demedi. Hem olsalardı ne olurdu, ülkemi düşmandan kurtarmış herkes benim için kutsaldı.
Hep minnetle andılar, vefa duyguları o kadar saf ve masumdu ki şu an hatırlayınca içim cız ediyor.
Peki ne oldu bize, hele biz kadınlara...
Kapıların eşiğinden içeriye gireni beklemekle geçen ömürlere okul yollarını açtıran, okul yollarına yasaklı kız çocuklarını okullu yaptıran, kadına seçme ve seçilme hakkını veren, medeni kanunla kadını köle zihniyetinden gün ışığına çıkaran, alıp evinin hanim efendisi yapana, resmi nikahla çocuklarının geleceğini garanti altına alana, tek eşlilik anlayışını getiren bir erkeğe dört kadın gibi insanı olmayan bir düşünceye engel koyup medeni kanunu getiren bir insana kadınlar neden vefasızlık eder.
Mustafa kemal Atatürk’ün getirdiği çağdaş, insancıl, bilimsel yaşam koşullarına akıl ve vicdan gözüyle bakmak gerek.
Mustafa Kemal Atatürk hiç bir zaman İslam dinine düşman değildi o din bezirganlarına düşmandı.
Kurtuluş Savaşımızın mimarı ve Büyük Taarruz Zafer'inin Başkomutanı Büyük Önderimiz Gazi Mustafa Kemal Atatürk ve silah arkadaşlarını sevgi, saygı, minnet ve rahmetle anıyorum.
Yaşasın Tam Bağımsız Türkiye..

26 Ağustos 2019 Pazartesi

Bıçak ağzı gibi bir sızı😞

'Hepimizin iyiliği için, kadın olmanın anlamını değiştirelim.'

Kadını namus üzerinden tanımlayan, sahip çıkmakla, sahip olmanın o ince çizgisini birbirine karıştıran akıl fukaralarından yorulduk.
Bir kendinize gelin. 
Çıkın artık çıkın boğanak sığınaklarınızdan.
.
Tecavüzün, şiddetin, cinsiyet üzerinden söylemlerin, içi boş, yavan gösterişlerin egemen olduğu bir toplumda insanca yaşamdan söz etmek mümkün değildir.
İnsan yaşamına kazandıracağı hiç bir kazanım yoktur, olamaz da.

Putlaştırdığınız törelerinizle, kadını aşağılayan söylemlerinizle, kendi acizliğinizle yüzleşmenin zamanı gelmedi mi?

Hayatta tek başına inzivada kalarak, sadece kendi sesinizin yankısını duyarak yaşamın anlamını keşfedemezsiniz.

Herkes kendi yaşamını yaşamak ve yaşama olumlu katkılar sağlamak için burada.
Derinliğine aydınlanan bir insan, köle ister mi yanında, yada köle gibi davranabilir mi bir insana? 

Bir insan birey olma sürecini tamamlamışsa, karşısındakine de birey olma hakkını tanır. 
Gerçekten, güçlü bir kadından korkuyorsa erkek, içindeki faşizmi ve sahip olma duygusunu yenemediğin-dendir. 
Ve nedense sevgi, paylaşmak, vefa, fedakarlık, toplumsal kurallar hep kadınların yapması gereken bir şeymiş gibi anlatılır.

Seçimlerinizin sorumluluğunu ve kendinize yaşatmış olduğunuz bu hayatı sevgiyle kabul edip yolu beraber yürüdüğünüz insanların insanca yaşam hakkını ellerinden aldığınız sürece bu sefalet sürecek.

Şiddetin egemen olduğu bu zalim, zalimane vahşetler daha kaç kadının yaşamak hakkını elinden alacak?
Tarifi olmayan bir acının sarmalı bu. Yazık, çok yazık. İçim yandı...


Hırsların kirlettiği, kibirlerin körlettiği
Binlerce canın düş kırığı haykırıyor
Ne çok gizli utanç var yeryüzünde
Dar bir inancın 
Ağır bir aldanışın coğrafyasında
Türkülerin ateşini kurutanlar
Kökünden sökemezsiniz umudu
Bütünlüklü bir sevgiyle
Mavi eller tırpan olsun zulme
Hiç bir şey insandan daha kutsal değil

Olcay Kasımoğlu

Sözün üşüdüğü yerdeyiz

"Ruhunu yitirmiş bu çağın vebası, düşünmemek değil, hissedememektir.." diyen Dostoyevski, yüreklerin çimlenmediği bir çağdır yaşadığımız.
Susmanın, sabrın, hoşgörünün, inisiyatif almanın erdem sayıldığı yerde yaman sorular kafamı istila ediyor.
Kime, neye susmak, sabir göstermek?
Hoşgörü ve inisiyatif almak, kime, neye göre?
Kendiyle bile çelişkili insanların, toplumsal olsun, kişisel olsun yaşanan haklı bir tepki de bile ne şiş yansın ne kebap diyen, sözüm ona adı aydın olan o kadar fazla insan var ki; susmaması gereken yerde susan, sabrın S'sini anlamayan, hoşgörü ve inisiyatif almanın kıyısına bile uğramamış ne çok korkak yürek gördük yaşarken.
Dünya malına, mevkisine, gövdesine sevdalı ne çok çorak insan müsveddesi insan gördük.
Sevdiğim ve derinliği olan bir anlatım " Ben statü, makam, mevki para sahibi olamazsın demedim ki, adam olamazsın adam" dedim.
Ne güzel bir derinliktir bu.
Adam olmayanları sıvazlayan, bile bile, göre göre haksızlığı, haksızlıklarda gıkını çıkarmayan, erdemin ne olduğundan dahi bi haber yaşayan insanlar, yaşadığımız çağın asıl vebası-dırlar.
“Güzel ruhların, güzel vücutlar kadar sevilmediği bu dünyada, birbirimize güzel olan neyi öğretebiliriz ki ?
Kimsenin kendi günahlarına üzülmediği bu dünyada, kim hangi ruhu terbiye edebilir ki?” (Alıntı)
Doğanın israfına, insan kalbinin istilasına, emeğin ve alın-terinin talanına karşı duruş geliştiremeyenlerin en fazla bağıran olması ne yaman çelişkidir.
Sözün üşüdüğü yerlerdeyiz.

Şiirlerin ıslık çaldığı bir gün💙⚘

Türk-Sırp Edebiyatçılar Buluşması
Turkish & Serbian Litterateurs’ Gathering
Neye inanıyorsak oradayız, neyi seçiyorsak yaşıyoruz.
Kendi hayatlarımızı değerli kılmanın bir yolu da diğer insanların yaşamlarına değer vermektir.
Kültürlerine, yaşam tarzına, müziğine, etniğine, seçimlerine.
Dünya tüm renklerin dilini bilecek kadar hassas, onları kucaklayacak kadar da büyüktür.
Her renge gülümseyecek kadar da olgun ve herkes kendi sesiyle, armonisiyle güzeldir.
Sevginin bencilliğe kurban edildiği bu çağda;
Şiirin yağmuruna, güneşine ve acılarına sığınmak ne güzel şey.
Alıp bizi düş bahçelerine götürüyor... ruhumuz dinginleşiyor, arınıyoruz dünyanın bütün kirlerinden. İçimize yaşam sevinci doluyor...
Ve insanın insan olma yolculuğunda önemli bir maya olan şiir muhteşem bir dem.
Aydınlanmanın özgünlüğünü, insanca yaşamanın sorumluluğunu aklı ve kalbiyle taşıyanlara selam olsun...
Paylaşılan ve değerli kılınan her ana şiirin direngen ruhuyla anlam katan bütün sanat yapıcılarına gönülden teşekkür ediyorum.
Demlenmiş hüzünlerin tatlı telaşıyla
İçimde ki çocuk kanat vuruyor
Hadi tut elini yüreğimin
Vakitsiz gitmelerin zamanıdır artık...

Ruhumuz olgunlaşır mı?

İnsan kendini tanımadan hiç bir şeye tam anlamıyla anlam katamıyor. Sahip olduklarının bile farkına varamıyor.
Yaşadığımız hayata hangi anlamı yüklediğimiz çok önemli.
Kimi kabullenmeyi ruhsal olgunluk olarak alıyor. Kimi acılardan geçmeden dingin bir ruha sahip olunamayacağını savunuyor.
Ruhsal olgunluk benim için, karşıma çıkan olayların beni artık şaşırtmaması.
Çok fazla okuyup ama okuduğunu hayatla ilişkilendirmeyenler bana çekici gelmiyor.
Anlar önemli deyip anın ne olduğunu tanımlamaktan yoksun insanlarla sohbeti kısa tutuyorum.
Sadece diplomaların, mevki ve statülerin adam olmayanları adam etmeye yetmediğini öğreneli hayli zaman oldu.
Ve iyi bir vicdan için illa akıllı olmak şartı yok.
Hayatı basit ama sade yaşıyorum, germiyorum kendimi.
Daha esnek ve inisiyatif alarak olaylara ve insanlara yaklaşıyorum.
Herkesin ikinci bir şansı vardır diye sert duvarlar örmüyorum insanlarla arama.
İyilik kavramının içini boşaltanlardan, kendine namuslulardan, etliye sütlüye karışmayanlardan, bananecilerden uzak durmayı öğreneli hayli zaman oldu. Bununla birlikte öğrenene kadar ödediğim bedelleri artık kar saymanın olgunluğuna da bir şekilde ulaşıyor insan.
Artık evetlerim kadar hayırlarım var. Kendimi güncelliyorum.
Hayal kırıklıklarımı, gözyaşlarımı, acılarımı, şanssızlıklarımı
sadece bana özel demiyorum.
İnsanız nihayetinde tuzla, buz olmadan insan yoğurulmuyor.
Bazen sızıntılar verse de sanırım bütünleşiyorum ruhumla...
Hata payım var diye kendime haksızlık etmiyorum.
Bunları onaylamak yada farkına varmak uzun zaman aldı.
Acıyla kendime yürümeyi, kendimi umutla beslemeyi, gözlemlemeyi, araştırmayı, okumayı, gezileri ve sevgiyi hayatımın merkezi yapmayı sevdim.
Sevdiğim oldu, sevdiklerim oldu, hayal kırıklıklarım oldu.
Yaşamın çok özel bir hediye olduğunu çok erken keşif ettim.
Daha bilinçli ve daha direngen yürüyorum yaşama.
Halen sızlayan yaralarım olsa da şu bir avuç yaşama haksızlık olur takılıp kalmak geçen zamana.
Onlara da izin verdim, kalsınlar oldukları yerde. Kainatı fazla telaşa vermeden, sözü örselemeden barışmalı, yüzleşmeli her-şeyiyle yaşamın nede olsa dünya çok sesli bir orkestra, her türlü çalgı var...
Yaşadığımız talihsizlikleri, şansızlıkları, yanlışları başkalarına yükleyerek başarılı olamayız, içimizdeki bizi mutlu kılamayız. İçimizdeki biz herkese yalan söyleyebilir lakin kendine asla!
Başımıza gelen kötü sonuçlar için kötü insan olma şartı yok. Neden ben diye sorarken kendimize, iyiliğe güvenmek güzel ama o’na dayandırmak akıllıca değildir. Başımıza gelenlerin ne olduğuyla değil, içimizde olanların ne olduğu ile ilgilidir.
Sonuca baktığımda elimde, avucumda kalan öğrendiklerim ve inandıklarım;
Yaşamda en önemli şey sağlık
Ruhsal dinginlik
Az beklenti
Zamanı iyi kullanmak
Kendine saygı
Kendini tanımak, haddını bilmek
Değerinin farkında olmak
İyiliğin ve paylaşımın gücüne inanmak
Haksızlığa ve sömürüye karşı olmak
Kalbinin aynası bir dost-sevgili
İyi dostlar ve güzel bir aile
Gerisi boş gerisi teferruat...

Ah Sohrap gitmeliyim bu gece

Leonardo Da Vinci;
"Görmeden bakan, duymadan dinleyen, hissetmeden dokunan, düşünmeden konuşan insanlardan uzaklaşın..." diyor.

Duymak, işitmek yetmez anlamak için dinlemeliyiz.

Öylesine değil, aklımızla, kalbimizle, vicdanımızla dinlemek !
Dinlemesini bilen insan sorunların tespiti ve çözümünde daha az hata yapar.
 Dinleyerek daha iyi gözlemler yapar, farklı bakış açıları edinir.
Ön yargıdan uzak objektif kararlar verebilir, problemlere yeni çözüm yolları bulabilir.
İnsan kendi iç sesini dinlediği zaman, başkalarının sesine de derinlik kazandırır, empati yeteneğini geliştirir.

Başkalarının duygu ve düşüncelerine, kim olduğuna ve neler yaşadığına daha derinlemesine yaklaşır.
Kendimizi dinlediğimizde güçlü ve zayıf yanlarımızı keşif ederiz, böylece başkalarının da artı ve eksilerine yaklaşım tarzımız değişir.
Daha insanı bakış açıları kazanırız.


Dinlemek öze inmektir, bakılan ama görünmeyenlere dokunmaktır.
Karşımızda ki insanlara gönül gözüyle dokunduğumuzda biz onun en yakını oluruz.
İnsanların duygularını anlamak kendimize olan güveni artırdığı kadar başkalarının da bize güven duymasına neden olur.
İlişkilerin kırılganlığını ve insanlar açısından taşıdığı önemi anladığımız zaman daha dikkatli ve özverili oluruz.
Başkalarının duygularını örselemeden onları anlamaya çalışırız.
Kendimize ve başkalarına kulak verdiğimiz zaman evrende bizi dinler, bizimle iş birliğine girer.
Yankısı bulmuş sesin, gelip yüreğimizde bizimle buluşmasından kim mutlu olmaz ki!



Gitmeliyim bu gece

Bazı suskunluklar yamalı bohça gibidir
Bazı sessizlikler de sevgisizlik gibi
Fısıldadı kulağıma Sohrap Sepehri;
‘’Hiç kimse aşk dolu gözlerle toprağa bakmadı.
Hiç kimse bahçenin görünümüne tutkun olmadı.
Hiç kimse bahçedeki küçük kargayı ciddiye almadı.
Gitmeliyim bu gece.
Sadece yalnızlık gömleğimin sığacağı valizi
alıp gitmeliyim bu gece.
Yaşlı çınarların olduğu bir yere gitmeliyim.’’
Ah Sohrap gitmeliyim bu gece
Mevsimlerin gizini biliyor anların ruhunu anlıyorum
Hükmü yok artık yerini bulmamış içtenliğin
Işığın bilincine dökülerek gitmeliyim bu gece

'Sohrap Sepehri'..

Olcay Kasımoğlu  




Paylaşabilmeli insan

Dürüst olmakla övünülmez, çünkü dürüst olmak insanlığın vazgeçilmezidir.
Dürüst olmak, herkesin herkesten bekleyip birbirinden sakındığı veremediği, verdiği zaman övünç kaynağı olarak gördüğü, ancak herkeste muhakkak olması gereken ahlaki değer.


İnsan söz ve davranışlarıyla, hayatın içinde kattıklarıyla kendine ayna olur.
Dürüstlük;

 İnsan onurunun ve sağlıklı toplumların olmazsa olmazıdır, insanın kendisine verdiği sözü tutmasıdır.
Dürüst insan verdiği sözün farkındadır ve sorumluluk yüklendiğini bilir.
Haksızlık yapmaz, yapana da o fırsatı vermez.
Duyarlıdır, ezileni ezmez, ezene de seyirci kalmaz.
Ne kadar acıtsa da haksız olduğunda kendi aleyhine karar vermesini bilir. Yapılan yanlışının sorumluluğunu ve sonuçlarını üzerine alır.
Başkalarına fatura kesmez, iftira atmaz, yalan limanına sığınmaz.
Dürüst insan; 

Cesur, merhametli ve vicdanının sesini dinler, dimağını törpülemiştir asla bencil değildir.
Bütün bunların toplamında dürüst olmak kadar “doğru dürüst” olmakta ayrıca erdemdir.
Çünkü çoğu zaman dürüst olmak yetmiyor.
Kendimiz için kurallara uygun doğrularımız vardır ve bu kuralları savunuruz.
Savunduklarımızda samimiyizdir.
Başka insanların doğrularını desteklediğimiz zaman yanlışsız, dürüst insan oluruz.


Eksik bedenlerin içinde bilge bir ruh olmayı başaramadık.
Dilimiz yüreğiyle konuşmuyor, kimi zaman riyakar kimi zaman samimiyetsiz!
Gelin sadece “dürüst” değil “doğru dürüst” olalım. Bilge yanlarımıza daha çok duyarlılık katalım.
Unutmayalım her gönül başka bir gönülde ışığa durur ve ışığıyla dünyayı aydınlatır.



Duvar olmakla, katı olmakla, tavır almakla, mazeretlerin arkasına saklanmakla bulamayız yaşamın o incecik yolunu…
Kalbi olanların çok az olduğu sözde aşklar çağında; eksiksiz bir vicdanla, eşsiz bir içtenlikle baştan ayağa insan kendini yenilemeli...
Neden çürüyüp gider insan
Kötülük neyi kurtarır
Yalan neyi......
Masum birine karşı kim tanık olabilir ki
Paylaşa bilmeli insan
Gerçekten insan olan paylaşa bilmeli.. .
Öldürmek neyi çözer

Mazeretlere sığınmadan
Yalın olsun dilimiz
Davranış ve sözlerimiz ise uyumlu...

Olcay Kasımoğlu

25 Ağustos 2019 Pazar

Eleştirinin nezaketi

Eleştirilere açık olmak, insanın kendisini geliştirmesinin yolunu açtığı gibi, kendine ayna olmasında yardımcı olur
Herkes kendine bir öz eleştiri yapmalı, zaman zaman. Doğru bildiğimiz o kadar çok yanlış olduğunu zamanla öğreniyoruz ki, kendimiz bile şaşırıyoruz.
Eleştiri her zaman, insan gelişiminin bir parçasıdır. Önemli olan doğru zamanda,doğru kişiye ve doğru olay ve gidişata eleştiri yapmak.
Bunun yanında eleştirinin dozu, niteliği ve üslup çok önemlidir. Eleştirdiğimiz konu yada insan, her kim olursa olsun yıkıcı değil, yapıcı eleştirilerin yanındayız.
Özellikle özeleştiri, kişinin çıktığı her merdiven basamağında, dönüp ardına bakmasıdır. Bir önceki basamakta bıraktığı fotoğrafını; işleri, halleri, sözleri, duyguları şöyle bir ölçüp tartmasıdır. Açık yüreklilikle, hatalarını, noksanlarını kendine hatırlatmasıdır. Yanlışlarını ve hatalarını açık yüreklilikle kendine söyleyebilmesidir.
Kendini eleştire bilenler, sağlıklı bir kişi olma yolunda ilerlerler.
Kişi, kendine karşı bir eleştiri ile karşı karşıya kaldığında; takınacağı tavır, söyleyeceği sözler, onun kişiliği hakkında ip uçları verir. İnsanın egosu yoksa, kendini görmesi o kadar şeffaftır.
Kesin konuşanlardan, konuşurken yaptığı her şeyin yüzde yüz doğruluğundan emin olanlar bana korkutucu gelir. Yanılabilecekleri, akıllarının ucundan bile geçmez.
Cümlelerinin arasından "ben, ben" sesleri duyulur.
Bu tarz kişiliklere eleştiri getirmek, tabiri caizse, ateşi ateşle söndürmeye benzer.
Öz eleştiriye açık olmak, kendini,yerini, haddini bilen ve gerçek bilgiye sahip olan kamil kişilere aittir. Karşınızdaki insan, öz eleştiriye kapalıysa, yada özeleştiriyi kaldıramıyorsa, bütün iletişim kanalları sakattır.
Bunun yanında, eleştiriyi kimin, ne amaçla yaptığı da çok önemlidir. Yapıcı, birde yıkıcı eleştiriler vardır. İnsan ve yaşam gelişimine olumlu her türlü eleştiriye açık olmak,bizi sağlıklı kılar. Egosu tavan, bireysel yaşayan, yaşadığı dünyaya ait bir sorumluluk hissetmeyen insanların eleştirileri çığırtkanlık kokar. Bunuda yine en iyi, kendini bilen ve kendini aşmış, gönül gözü açık olan insanlar bilir. Çok mütevazı yaşayan bir insanda o inceliğe sahip olabilir. Bu tamamen insanın kendini bilmesiyle alakalı bir şeydir.
Eleştirilmekten korkan kişi ve kişiler, kurumlar, her zaman bir eksiği barındırır içinde. Kendini, çevresini, toplumunu sorgulamak yerine, olup biteni örtmeyi, görmezden gelip kulağı üstüne yatmayı yeğler çoğu kimse. Kurumlar, hatta ideolojiler ve devletler de yapabilir bunu.
Eleştiri süzgecinden geçmeyen, kendini sorgulamadan yürüyen kişiler, gruplar, topluluklar ve toplumlar, kendilerini bekleyen çözümsüzlüğü, kokuşmayı görmezler. Farkına vardıklarında ise, artık çok geçtir, geçten daha kötüsüde işe yaramayan pişmanlıklar ve yaşamın anlamını kaybetmek vardır.
Eleştiri yapmak ve eleştiriye açık olmak, aynı zamanda, sağlam ve sağlıklı bir kişilik yapısı gerektirir.
Yapıcı eleştiri, her zaman,insan gelişiminde bir laboratuvar görevi görür. Ve olası yanlışlarımızı düzeltmemizde olumlu etki yapar.
Çoğunluğun, her zaman haklı olmadığı bilinen bir konudur. Çoğunluk psikolojisine göre, sırf onları mutlu etmek, yada sürüden ayrılanı kurt kapar psikolojisiyle, çoğunluğa tabi olmak, akıl ve ruh sağlığı aydınlanmış insanlara göre değildir.
Kol kırılır yen içinde kalır anlayışından tamamen uzağım. İnsanlar, benim için yanlış bir kanıya sahip olmasın diye, doğru bulmadığım bir olay,kişi karşısında sessiz kalmam mümkün değil. Varsın insanlar, başkalarının hayatını yaşasınlar, gösteriş budalası olsunlar, kul köle olarak çürüsünler. . Yanlış her yerde yanlıştır. Kişi ve kişilere göre değişmez.
Önemli olan , eleştirinin ne olduğunun farkında olmak ve farkındalık yaratmak, yoksa insanın ağzından zehirde akar, balda akar. Önemli olan her türlü fikir ve duyumları, zehirden süzüp, çiçek kokularıyla, insan yamacına nakışlamak.
Bunun yanında, insanların eleştiri karşısındaki tepkisini belirleyen bir sürü parametre var. O anki koşullar, ruh hali, yaşadıkları, genel tahammül sınırı, gelen eleştirinin üslubu vs.. Dolayısıyla, eleştiriyi yapan kişinin ve eleştirilen kişinin mizacı çok önemli.
Toplum içinde, eleştiriye tahammülü olmayan; bunun yanında aktif bir görüntü çizen, aydın, kültürlü, birikim sahibi bir yığın insan var. Bu insanlar çok güzel konuşup, önemli konularda çalışmalar, araştırmalar yaparlar. Ancak, büyük bir zaafları vardır, eleştiriye hemen hemen hiç açık olmamaları.
Egoları hep baş aktördür ve geri bildirimlere kapalı, sığ anlayışları vardır. İ
Toplumumuzda, eleştiriye açık olabilme felsefesi henüz bireylerde oturmadı, olgunlaşmadı. Belki teorik olarak kabul ediliyor, ama pratikte bunu aynı hoşgörü ile karşılayan pek yok. Bana dokunmayan yılan bin yaşasın mantığıyla, insan gelişmiyor.
İnsan bu durumlarda kendisini de devreye sokabilmeli, bazı taşlar yavaş yavaş ve bu şekilde yerine oturur.
Eleştirilerde anlayış, bilgiçliğin kibriyle değil, alçak gönüllülükle doğar. Bunun içinde, eleştirinin, yaşamın bir parçası olduğunu kabul etmek ve onu geliştirici kılmak, tamamen bizim alt yapımızın sağlamlığı ile alakalıdır.
''Bir tabloya bakarsınız "güzel" bulursunuz, bir manzarayı seyredersiniz "güzel" bulursunuz, bir müzik dinlersiniz "güzel" bulursunuz,Sonra birden tablo parçalanır, manzara değişir, müzik susar, geriye ne kalır ? Güzellik"; o hiç ölmez.''
Kendi kendimizin ustası,eleştirmeni ve öğretmeni olalım. Geri bildirimlere açık olalım, yaşam daha nazik ve lütufkar davranır bize.

23 Ağustos 2019 Cuma

Aşk bağışlanmış hüzündür

Gün uzun anlatamayacağım kadar...
''Birinin ruhuna düş gibi süzülüp girmek bir sanattır, çıkmak ise bir başyapıt."
Durgun bir deniz ve mışıl mışıl uyuyan bir şehirle beraber, el sallayarak beyaz bir gemiye, ait olduğu yere, yaşama bırakıyorum... bir dostu sonsuzluğa uğurlar gibi...
Aşka dair öğrendiğim ise;
''Bir kuğu yeminliyse aşka, ömrü gibi göldür bütün dünya, bitmez boynun eğriliği...'' Kalbimizde ki yarayı sağaltmak gerekiyor...
Olur ya belki bir gün olur ya
hayatım sana gerekecek olursa
gel ve al onu
Öğretti bana;
Sabahın kimsesizliği
ve yalnızlığın sesi
taşıdığım bu hüznün senin için olduğunu
Biliyor musun
Aşk bağışlanmış hüzündür
çok önemli buluyorum bunu
*Ne varsa işitilen,
duyulan ve koklanan,
desin ki: "seviştiler."
*Alphonso de Lamartine
19.09.2018


Türk Tarih Profesörü Dr. Ahmet Haluk Dursun anısına

Tüm olumsuzluklara, yanlış uygulamalara, eğitim ve kültür-sanat alanındaki çirkin ve gündelik politikalara, bilimle-sanatla asla yan yana gelemeyecek tutumlara, dayatmalara ve anti-demokratik yasalara rağmen hala bir yerlerde güzel insanlar var.

Kaan Özcan'ın  kaleme aldığı yazı beni de o an ki ruh alemine dahil etti. Paylaşmak istedim;
  
'Topkapı Sarayı Müdürlüğü'nü yaptığı sırada bir gün makamında otururken açık pencereden bir Kumru kuşunun içeriye girip avizeye konduğunu gördü.
Hiç kıpırdamadı ve öylece bekledi. Kuş biraz etrafa bakındıktan sonra uçtu ve birkaç dakika sonra yanında başka bir kuş ile birlikte gelip yine avizeye kondular.
O yine oturduğu yerde hiç kıpırdamadı ve 2-3 gün içinde kuşlar ağızlarında getirdikleri dal parçaları ile yuvalarını yapmıştı bile... Kumrular onu görüyor, ürkmüyor, fakat odaya dışarıdan biri girince hemen pencereden uçup gidiyorlardı. Bu durumu fark etti ve hemen makam odasının karşısındaki daha küçük bir odaya yerleşti.
Günler sonra ziyaretine gelen gazeteci Savaş Ay bu durumu haber yapınca, Ankara'dan telefonlar yağdı. Her gelen telefonda "Kuşları kovun, pencereyi kapatın, odayı da temizletin" emirleri geliyordu.
"En azından yumurtalar çatlasın, sonra alıp bir yere koyarız" dediyse de dinletemedi.
En sonunda "Ben yuvayı almam, siz beni görevden alın" dedi. Bu lafından 1 gün sonra kuşlar hisseder gibi kendiliğinden odayı terk etmişti.
O ise bu hareketiyle hem devletten hem de halktan alkış almıştı. O kişi, dün gece trafik kazasında hayatını kaybeden Kültür ve Turizm Bakan Yardımcısı,
Türk Tarih Profesörü Dr. Ahmet Haluk Dursun'du.
Anılarına bir de şunu eklemişti; "Bana yuvayı yık, odana geç" diyenlerin hiçbiri makamında kalamadı ama ben Ankara'ya bakan yardımcısı ve Müsteşar olarak gittim.
Biz bu makamlarda kalıcı değiliz, kuşlar ise hep uçmaya ve yuvalar kurmaya devam edecek.''
Gittiğin yerlerde kalbine kuşlar tünesin güzel insan..
Olcay Kasımoğlu