Translate

8 Ağustos 2019 Perşembe

Ardahanda iki dağ çiçeği


Bilmez olur muyum hiç;
Binlerce rengin içerisinden sıyrılıp, mutluluğun rengine tutulmuş hayatı kucaklamak isterken, yürek bir kez görmeye görsün o içi gülen gözleri, sıcaklığı bir ağustostur artık...
Geldiğim yerle şuan olduğum yeri seviyorum.
Acılara, hayal kırıklıklarına, sevinçlerime kendim sahibim.
Ben seçtim, ben yaşadım.
Sağlıklı sevgi anlayışıyla büyümek, ruhsal olgunluğa erişmek, iyiliğin ve sevginin parçamız olduğunu bilmek, yaşamı ve insanı değerli görmeyi sağlıyor.
Hangi dinden, dilden, coğrafyadan, düşünce ve fikirden olursa olsun herkesin yaşama, kendini tanımlama ve değerli kılma hakkı vardır.
Önemli olan; yaşadığımız acı tatlı, iyi kötü, olumlu olumsuz her ne deneyim varsa her birini özümsemektir. Yaşamımız onların bütününden oluşur..

Yaşadığım coğrafya da;
Kendi küçük, düşleri büyük, henüz hayallerindeki dünyaya yelken açmamış, kocaman gözleri yıldızlarda olan bir çocuğun yaşamdan alacakları vardı.
Tüm aileler çok çocuklu, gelir düzeyi düşük, evler bahçe içinde tek katlıydı.Benim de tam burada başlayan ve dağların arkasına göz dikmemi hızlandıran öyküm böyle başlamıştı...
Görünüşün çok önemli olduğu çağlardaydık. Öyle ki çorabımız yırtık olsa (çoğu zaman olurdu) bir yere tesadüfen misafir olsak çorapları parmak uçlarından alta dolar, öyle içeri girerdik. Ayakkabılarımız çok sağlam değildi, çoğu zaman delik olurdu, su çekerdi. Çok da önemli değildi.
Biz kendimizle barışıktık,kendi kendimizle sorunumuz yoktu.
Dostluk ve arkadaşlık bizim yaşamımızda çok özel bir yerdi. Birbirimize çok sıkı kenetlenmiştik. Bizi en çok mutlu eden hepimizin okul formalarının aynı olmasıydı.. En azından kıyafet sorunu yaşamazdık.Sadece saçlarımız konusunda bazen birbirimize takılırdık. Jöleyle,saç kremiyle çok tanışıklığımız yoktu lakin limon en önemli saç şekillendiricimizdi.. Hatta fazla sürenlerle dalga geçer ''Dana mı yaladı?'' diye gülüşürdük.

Yine böyle günlerden bir günde dersteyiz.

Konu Türkiye'nin batısı, doğusu üzerine. Eğitim ve yaşam koşullarını konuşuyoruz. Dersin öğretmeni hayat dolu, umut dolu sözlerle bize görmediğimiz şehirleri anlatıyor. Merakın gizini birinin ağzından dökülenlere sığdırmak, bilmediğin,merak ettiğin yerleri dinlemek,düşünde büyütmek. Bunu yaşamayanlar bilemez.
İşte o gün, dağların arkasındaki yaşamlar benim aklıma, yüreğime düştü.
Sohbet ilerledikçe öğretmenimiz, insan yaşadığı yer kadardır, dedi ama bilmedi (bilemezdi) bu kara kızın yüreğinde nasıl bir sancıya sebep olduğunu, bu kara kızı nasıl bir (o anki öfke) yelkenlere savurduğunu. İçin için kızmıştım. Ne demek biz şimdi bir avuç içi miyiz? Kapladığımız evlerin karesi miyiz? Aklımız, sevdamız kasabamız kadar mı? Daha neler neler. Tabi söz yüreğe düşmüştü. Uzun zaman kafamın içinde hep o söze takılı kalmıştım. Kendimce küsler yaşamıştım.
Bizi yaşamadan yaşamımız üzerine söylediği bu söz beni yeni sorgulamalara
taşımıştı. Süzülmeliydi bunlar, akmalıydı bir yerlere, yeni bir şeyler söylemenin zamanı gelmiş miydi yoksa yol olmak değil yolda olmak mı çok önemliydi ?
Öğretmenimizden izin alıp dersten çıkmıştım. İlerleyen günler içerisinde de ders anlatırken öğretmenimin yüzüne bakmadım.
Bunu fark etmiş olacak ki yanıma geldi, neden benimle konuşmuyorsun dedi.
Ben de, neden böyle bir şey söylediniz dedim. Kendi makul gerekçelerini anlattı anlatmasına, o an ki bilinçle bana yeterli gelmemişti.
Büyüdükçe ben onu anlamaya, umarım ki o da yaşadıkça umudun, sevginin insanın yaşadığı yer kadar olamayacağını yaşayarak anlamıştır.
Hayat insanın umut ettiği ve yaşamak istediği kadardır. Ben bunu o an belki anlamamış olabilirim; ama şunu da kesin olarak biliyorum ki, insanın bulunduğu ya da yaşadığı yerin büyük ya da küçük oluşundan daha çok, düşüncelerinin boyutu ve hayatı sorgulama biçimi insan yaşamı için daha elzemdir.
Ve bize kader diye sunulan yaşam koşullarını, öğretileri kendi azmimle aştım,umut ettim kendimi sınırlara hapis etmedim.
Yedi kardeşli, işçi bir babanın kızı olarak yaşama yelken açarken, önce kendime inandım.
Yaşamın çok özel bir hediye olduğuna, sen izin vermediğin sürece hiç kimsenin senin düş bahçeni tarumar etmeyeceğine, yaşayarak yaşamla birlikte yaşamlar büyüterek anladım. Geldiğim yerle şuan olduğum yeri seviyorum.
Bütün acılara, hayal kırıklıklarına, sevinçlerime kendim sahibim. Ben seçtim ben yaşadım.
Sağlıklı sevgi anlayışıyla büyümek, ahlaki olgunluğa erişmek, iyiliğin ve sevginin parçamız olduğunu bilmek, yaşamı ve insanı değerli görmeyi sağlıyor.
Önemli olan, yaşadığımız acı tatlı, iyi kötü, olumlu olumsuz her ne deneyim varsa her birini özümsemektir. Yaşamımız onların bütününden oluşur. Bundan daha güzel özgürlük olur mu?

Olcay Kasımoğlu


Hiç yorum yok: