Translate

31 Ocak 2020 Cuma

Sanat İfade Özgürlüğüdür

Pek çok insan hayata bakar, ama onu yaşamaz… Onların gördükleri hayatın gölgesidir… Onlar ne hayatı yaşamaya cesaret ederler ne de hayatın ruhunu, kendilerine sunulduğu gibi anlarlar.
Hayatta tek başına inzivada kalarak, sadece kendi sesimizin yankısını duyarak yaşamın anlamını keşfedemeyiz. Kültürel ve sanatsal anlamda farkındalık oluşturmamış bir toplumda çağdaş değerlerden, bireylerden bahsedemeyiz.
Bilim ve sanat insanın insan olma özünü en yatkın biçimde yansıtan değerlerdir ve her birey yaşamak, maddi, manevi varlığını korumak, geliştirmek hakkına sahiptir. Bu haklar insanın doğuştan sahip olduğu, insanın insanca yaşayabilmesi için gerekli olan haklardır. Bunlar: ”Düşünce ve kendini ifade etme özgürlüğü, basın, din ve vicdan özgürlüğü, sağlık ve eğitim de seçme ve ret etme hakkı, haberleşme, bilgi alma, seyahat etme, seçme-seçilme hakkı, bilim ve sanat özgürlüğü hakkıdır.” diyebiliriz.
Özellikle çağdaş toplumların yapması gereken, bu farklılıkların farkında olmak ve uzlaşılabilecek ortak değerler zemininde iletişim kurarak toplumsal kültüre katkı sağlamak olmalı. Böyle bir atmosferde kendi zenginliklerini karşı tarafa göstermek daha kolay olabileceği gibi, evrensel barış ve huzur ortamının tesisine daha fazla katkı sağlama imkanı da yakalanmış olacaktır. Bu da düşünce ve duyguların bir arada eylemlere yönelmesine zemin hazırlarken bizi bağımsız, aydınlanmış, sorumluluk bilinci gelişmiş bireyler yapar.
Hepimiz bir ve bütünüz. Hepimiz bütünün bir parçasıyız ve hepimiz aynıyız. Seçimlerimizin sorumluluğunu ve kendimize yaşatmış olduğumuz bu hayatı sevgiyle kabul edip yolu beraber yürüdüğümüz insanların insanca yaşam haklarına tecavüz etmediğimiz, ellerinden almadığımız sürece bu yaşamda hepimiz biriz. Tercihlerimizi değiştirme hakkına her an sahibiz ve her an seçim yapabiliriz. Sevgiyle çoğalmak ve anlamak yaşamın her alanında olmazsa olmazımız olmalı. Sonuçta düzeni iyileştirmek istiyorsak, kendimize, yaşamımıza, yaşamımızda var olan her şeye sahip çıkmalıyız. Sanat ve bilim de insanın ufkunu aydınlatıp, farklı bakış açıları kazandırıp, yaşamla ilişkilendirerek bize tercih hakkı sunar.
Bunun yanında ”Dünyanın küresel köy olarak adlandırıldığı ve herkesin dijital ağlarla birbirine bağlandığı günümüzde öteki ile karşılaşmak ve iletişimde bulunmak her zamankinden daha kolay ve kaçınılmaz hale gelmişken, insanlar arası ilişkilerde fiziki şartların ve mekanın birer engel olmaktan çıktığı günümüzde, birlikte yaşamanın gerekliliği açıkça ortada olduğu halde dünyanın çeşitli yerlerinde insanlar arası farklılıklar çatışma gerekçesi olmaya devam etmektedir.
Bugün, her zamankinden daha çok tehdit altında bulunan dünyayı, insanın yaşamasına uygun kılmak ve evrensel barışın egemen olmasını sağlamak için insanların, toplumsal ve kültürel farklılıklarını birer zenginlik olarak gören anlayışa ve birlikte yaşama sanatını öğrenmeye büyük bir ihtiyaç bulunmaktadır.” Yaşamın, yaşamsal önem taşıyan bütün odaklarına dokunmayı hedeflemek sanatla, bilimle mümkündür. Bütün bunları kitapla, resimle, şiirle, sinemayla, romanla, tiyatroyla ifade etme yoluna gitmek ve insanla buluşturmak insani sorumluluklarımızdan ve toplumsal yaşamın daha sağlıklı işlemesi açısından olmazsa olmazlarımızdan biri olmalı. Hepsinin kendi içinde ayrı bir çekim kuvveti vardır ve hayatın anlamına, bütünlüğüne güzellik katmaktır.
İnsanların halen sanattan, bilimden uzak ‘dil, ırk, mezhep’ gibi yaşamda pek karşılığı olmayan gerekçelerle çatışma ortamına sürüklenerek yaşamdan kopmaları, hayatın anlamına da büyük haksızlıktır. Söz konusu farklılıklar tarih boyunca insanlar arasında eşitsizlik ve toplumlar arasında çatışma sebebi olarak değerlendirilmiştir. Oysa ulaştığımız uygarlık düzeyi çerçevesinden olaylara baktığımız zaman, farklılıkların birer ayrılık ve çatışma sebebi değil aksine zenginlik, paylaşma ve bütünleşme vesilesi olabilecekleri kolayca görülebilmektedir. Bunu da en iyi sanatla icra edebiliriz. Çünkü, ne yalnız başına övgü ne de sövgü yaşama bir şey katmaz.
İnsan kendi duygularından emin değilse, düşüncelerinin arkasında duramıyorsa, egolarından arınmamışsa sığ sularda yüzmeye mahkum olacaktır. Sanat ve sanatın dallarına gereken ilgi ve alakayı göstermeyen toplumlar her zaman çağın gerisinde kalmaya devam edecektir. Okumayan toplumlar ne geçmişleriyle yüzleşebilirler nede geleceğin inşasında inisiyatif alabilirler.
Değişim, yenilenmek hayata ve kendimize karşı görevlerimizdendir. Gerçeğimizin farkında olmak, iyi insan olmanın gereğidir. İnsan yaptıklarından ve yapamadıklarından sorumludur. İnsanın eylemlerinde ki güzelliği yaşamın hakkını verdiği oranda bir önem taşır. Ve insan her koşulda enerjisini olumlu olana harcayarak yaşamı daha sağlıklı ve anlamlı kılabilir. Her günün yeni bir gün ve yeni bir başlangıç olduğunun farkında olanlar yaşamdan beslenirler.
Çağdaş değişimsel anlayışın önünü açan, yeniliklerin gerçekleştirilmesine katkıda bulunan bilim ve sanat, aydınlanmadan yana olan toplumların yaşamsal kaynaklarıdır. Bugün, her zamankinden daha çok tehdit altında bulunan dünyayı, insanın yaşamasına uygun kılmak ve evrensel barışın egemen olmasını sağlamak için insanların toplumsal ve kültürlerin farklılıklarını birer zenginlik olarak gören anlayışa ve birlikte yaşama sanatını öğrenmeye büyük bir ihtiyaç bulunmaktadır.
Okuyalım, kitap sadece yazıdan ibaret değil aynı zaman da bir ülke, bir vatandaştır. Kitap okuyunca ufkumuz genişler. Araştırmak, kültürel geziler yapmak insanin hayata bakış açısını günceller, yenilenir insan.
Her günün yeni bir gün ve yeni bir başlangıç olduğunun farkında olanlar sanattan beslenirler.
Diğer türlüsü, ‘Ya yaşamın tanığı yada seyircisi’’ olurlar…
Ülkemizde olsun, dünyada olsun bilimin ve sanatın önünü tıkayan her türlü düşünce ve fikir değişmeli.
Yeniden sorgulanmalı. Sanatın olduğu yerde nefret, kin, kan olmaz.
Yeniden sorgulanmalı, yeniden barışın ve sevginin dili hakim olmalı dünyaya.
Sizler, bizler, hepimiz ortak aklın ortak iradeyi hakim kıldığı eylemlerde bir araya gelmeliyiz.
Sanatı ve bilimi yaşam felsefesi yapanlara minnetle…

Simurg Olmak Zamanı

Sevgi ve dostluk, insanları doğru anlamak ve onlarla doğru iletişim kurmakla mümkün olacaktir.
Su gibi aziz
Ay gibi büyülü
Bir gül hikayesi gözlerinde
Gibi çocuk gibi sımsıcak
İlla yaşadıkça...
Her insanın yaşamı, onu kendine götüren bir yoldur, bir yol denemesidir.
Hepimiz aynı derinliklerden çıkıp geliriz. Derinliklerden çıkıp gelen bir varlık olarak, her birimiz kendi öz amacımıza varmak için uğraşıp didiniriz. Birbirimizi anlamaya çalışırız ama yorumlamaya gelince herkes yalnızca kendisini yorumlayabilir.
İçimdeki çocuğa yolculukda, saçları örgülü, yüzü güneşten, ayazdan yanık, ayakları çıplak, üstündeki elbiseleri basmadan küçük bir kız çocuğu görüyorum. Biraz ürkek, biraz haşarı ve bir o kadar da güzel.
Anlat diyor, ıskalamadan yaşamı ve yaşadıklarını?
Hayatın eleğinden geçerken, yaşam sevincinin ve umutların seni nasıl sen yaptığını haykır diyor. O içimdeki küçük çocuk kükredikçe umutlanıyordum.
Bir dağın, bir ağaca söylediği şarkıdan, nehirlerin dingin su seslerinden, ovadaki tek çiçekten, bir tayın yelesinden, şafağın mor kızıllığından geliyorum.
Bülbülün türküsü gibi, sözcüklere dokunan, onları yoğurup köy kokusu sunan, daldan dala konup uçan küçük kuş gibi... Tuval, fırça elde, renkten renge, durmadan, gökyüzünü, yeryüzünü boyuyordum.
Yıllar içerisinde çok gezdim, başka ışıklar gördüm. Bitkiye, insana gerekli aydınlığın; göklere, güneşlere ve denizlere göre değişen eşsiz renklerini bir bir saydım. Ama hiçbir şey, kendi içinde, kasabamın sokaklarındaki güneşin yarattığı o değişmez beyazlık kadar yer etmedi anılarımda.
Şüphesiz bu göz kamaşması sadece içten gelen bir şeydi. Yada sadece hafızanın geçirdiği başkalaşımlarda vardı ve ben bunun gerçekliğinden emindim.
Güneşin sarıya boyadığı kül rengi evler, aralarında yeşil otların fışkırdığı bahçeleriyle, çocukluğumu yaşadığım yerler, unutmayacağım kadar göz kamaştırıcıydı.
Sanki ben değil de, bembeyaz bir ışık içine gömülen kendi çocukluğum söz konusuymuş gibi; ilk acıların karşısında gözlerini kırpıştırarak, bütün masumluğuyla duran ve yüreği bambaşka çarpan bu ürpermiş çocuğu tekrar görüyordum.
Olcay Kasımoğlu
''Simurg Olmak Zamanı'' romanımızdan♥

29 Ocak 2020 Çarşamba

Buzla Bahar Arasında


https://www.idefix.com/Kitap/Buzla-Bahar-Arasinda

‘’Buzla Bahar Arasında’’ romanının bütün katmanlarında yaşama ve insan duyduğum sorumlulukla, yaşam ve insana dair güncel bir irdeleme ile insan doğasının karmaşık yapısına, ezberlediğimiz davranış modellerine, baskıcı ve yıkıcı toplumsal olaylara bir işçi titizliğiyle dokundum.  
Aynı zamanda farklı bir kurgu ile yaşamın çocukluktan itibaren etkisi altında kaldığımız tarihsel, söylemsel ve bilinç dışından süreçlerin kadın kimliği üzerindeki yansımalarını, kadın olma halini tek bir imgeye sığmayan, sınırsız bir hayal gücünün alanı olarak tanımlarken, onlar için uygun görülen rol modelleri ve bu temsilleri var eden yasakları da yargılamadan anlamak ve sorgulamak istedim.
            Bu güncel sorgulamaların içerisinde, bilinçaltı ve varoluşun tetiklediği dışa vurumların, düşünceyi tekelleştiren toplumsal, politik ve sosyo-kültürel koşullar içerisinde kendimize nasıl bir yer edindiğini de gözler önüne sermek istedim.
Hayat, insanın umut ettiği ve yaşamak istediği kadardır. İnsanın bulunduğu ya da yaşadığı yerin büyük ya da küçük oluşundan daha çok düşüncelerinin boyutu ve hayatı sorgulama biçimi insan yaşamı için daha elzemdir.
Bu bağlamda;
Beden-kimlik-coğrafya üçgeninden oluşturulmuş bilgilerin ve bu bilgilerin yansıdığı doğu-batı ekseninde, seçimlerimizin hayatımızı nasıl yönlendirdiğini bilince çıkarmak istedim.
            Yaşam seçtiklerimizdir ve seçtiğimiz yolun yolcusu biziz. Bütün sapaklar, dönemeçler yolcuya aittir. Diğer insanların bizim hakkımızda ne düşündüğü aslında o kadar da önemli değildir. Diğer insanlar için bu dünyaya gelmedik. Herkes kendi yaşamını yaşamak ve yaşama olumlu katkılar sağlamak için burada.
Ve hayat, insanın umut ettiği ve yaşamak istediği kadardır. İnsanın bulunduğu ya da yaşadığı yerin büyük ya da küçük oluşundan daha çok düşüncelerinin boyutu ve hayatı sorgulama biçimi insan yaşamı için daha elzemdir.
          Bilinçle, inançla, sanatla, sevgi ve görgüyle donatılıp okutulursa kız çocukları hiç kimsenin kulu, kölesi olmazlar. Kendilerine, yaşama ve yaşatma hakkına saygılı bireyler olarak yetişirler. Kendilerine biçilen yazgıya, kadere, töreye boyun eğmezler. Ancak o zaman herkes için adil ve adaletli bir dünya düzeninden bahsedebiliriz...
Yaşam seçtiklerimizdir ve seçtiğimiz yolun yolcusu biziz. Bütün sapaklar, dönemeçler yolcuya aittir. Diğer insanların bizim hakkımızda ne düşündüğü aslında o kadar da önemli değildir. Diğer insanlar için bu dünyaya gelmedik. Herkes kendi yaşamını yaşamak ve yaşama olumlu katkılar sağlamak için burada.
Sorgulamalar başlayınca  insan bütün cesaretiyle, yaşamın kendi tanıklığını ve çıraklığını yapabilmeli. Başımızı kuma gömerek, dokunmaktan, hata yapmaktan, düşünmekten korkarak takip edemeyiz hayatın izini. Sürekli bir kurtarıcı bekleyerek, sürekli suçlayarak, bahanelerin arkasına saklanarak bulamayız yaşamın anlamını. Korkan ruhlarımız zifiri karanlık, bedenlerimiz çelimsiz olur.
 Hayatın akışına tutunup, her yerde kök salıp, mevsimlerle yeşillenip döngüyü tamamlamak ne harika olur. Korkunç derece de kirlenen insan sürüsü içerisinde birbirimizi boğazlamaktan, kimlik savaşları yaratmaktan, paranın efendisi olmaktan bir an önce vazgeçelim. Yaşam bizi kusturup içinden atmadan hakkımız olan onurlu yerimizi alalım.
Çünkü neye inanıyorsak oradayız, neyi seçiyorsak yaşıyoruz.
Dünya zamanıyla;
Nerede başlayıp, nerede biteceğini bilemediğimiz, okudukça binlercesini eklediğimiz, ilintiler, bağlantılar kurduğumuz, dinleyip çoğalttığımız, seyredip zenginleştiğimiz, yaşayıp elediğimiz yaşam kendi mecrasında akıyor, istesek de istemesek de avuçlarımızdan kayıyor...
Kesinlikle kayıyor,  yaramaz çocuklar gibi...
            Michael Ende' etkili ve özlü bir biçimde bunu dile getirir:
“Günlük yaşam içinde çok büyük bir sır vardır. Herkesin bunda bir payı bulunur ve herkes onu bilir, ama pek az kimse bu konuya kafa yorar. Çoğu kimse onu olduğu gibi benimser ve ona asla şaşırmaz. Bu büyük sır zamandır.” 
O sırlı zamanı geri çeviremeyiz ama yaşadığımız hiç bir şeyden pişmanlık duymadan, her anın değerini bilerek, dünya malına tamah etmeden; ilkeli, onurlu ve dingin yaşamanın ruhumuza kattığı her şeye, ana, anlara minnetle sarılarak kendimizi aramaya devam edeceğiz.
Nerede, ne zaman, hangi solukta yeşillenir yeniden... Bilmesek de vazgeçmek yok
Çağımızın güvensizliğine karşı durabilmemizi sağlayacak yöntemler bulmak, içimizde ki güç merkezini ortaya çıkarmak gerekiyor.
Bunun içinde inandığımız, güven duyabileceğimiz değer ve amaçlara ulaşabilmemizi sağlayacak içsel bütünlüğün, kültürle yaşama dokunmuş bilincin, mücadele ruhuyla beslenmiş cesaretin, kendini bulmuş benliğimizin özgür ve özgün olması gerekiyor.
İnsan bir şeye gerçekten gereksinim duyuyor ve istiyorsa bunu ona sağlayan şey rastlantı değildir, kendi içindeki istek ve zorunluluk onu çekip, istediği her ne ise ona doğru götürmüştür.
Aslında dışımızda gördüğümüz şeyler de içimizdekilerin aynısıdır. Bu gerçeğe bu kadar aykırı bir yaşam sürmemizin nedeni kendi dışımızda ki her şeyi gerçek sayıp, içimizde ki dünyaya söz hakkı vermememizdir.

İnsan bir kez işin bilincine vardı mı çoğunluğun izlediği yolu seçmesi diye bir şey söz konusu olamaz. O zaman bunu kader, yazgı diye de kabul etmez. Yeter ki bir kez olsun içindeki dinamiklerle yaşamını buluştursun. Çünkü anlamak ile görmek aynı şey değildir, anlamak değişimdir...

Olcay Kasımoğlu

28 Ocak 2020 Salı

Utancından Ölse Savaşlar

Dürüstlük ve erdem, kişiler ve kişisel çıkarlar değil değerler üzerinden verilen mücadeleyle gerçekleşir.
''Ekonomik güçlükler (işsizlik, topraksızlık).
Sosyal hayatın geriliği ( sağlık, eğitimsizlik, cahillik, sınıf ayrımı, hurafeler).
Sosyal çatışmalar (arazi kavgaları, siyasi çekişmeler, ağalık).
Yasa ve ahlak (öç alma, eşkıyalık, tecavüz)
Etkili unsurlar ( hurafe, gelenek, tarikatlar)...''
Hırsların ve ihtirasların başladığı yerde saf duygular sona erer.
Bu yapının insani ve doğal olmadığını düşünen her insan;
Özgürlük olmadan hayatın anlamı olmayacağını bilir, bunun farkındadır.
Ve özgürlük, politik, sosyal ya da ekonomik özgürlük anlamına gelmez.
Özgürlük zamandan, zihinden, arzudan özgür olmaktır.
Ancak o zaman;
Doğal yaşamak ve yaşamsal hakka saygı duymak bir anlam ifade edecektir.
dursa zaman
kırılsa yelkovanın beli
İnsandan insanlığa
usul usul bariş yağsa
gök mavisinden
yeni bir aşk doğsa
sevgi büyük sözü söyleyince
utancından ölse savaşlar...

Gülümseyerek Gülümseterek

Doydum dünyanın pervasız sözlerine...
Elleri, yüreği ve kafasıyla çalışan insanları seviyorum.
Hayatımızdan gün çalanlarla değil, hayatımıza anlam katanlarla çoğalmak hayatın içinde, sevgiyle-umutla...
Güzel sözün eyleminde yaşamak, anlaşılmak, gerçekten bir ödüldür hepimiz için, anlatabilmek ise yetenek.
Yaşadığımız evrende dengeler öylesine alt üst olmuş ki, anlamak istemeyene, başını kuma gömene 'neyi nasıl' anlatabilirsin ki ?
İnsanların birbirini gammazladığı, çamurlaştığı, sattığı, yalanın kirli sularda yüzdüğü böyle bir dünya düzeninde; insanlığın parayla ölçüldüğü yerde haktan söz edilebilir mi?
Haklının mevki ve ıtıbarla belirlendiği yerde adaletten söz edilebilir mi?
Dostluğun görüntüden, sahtelikten, gösterişten beslendiği yerde insanlıktan söz edilebilir mi?
Erdemin, çıkar ilişkisi üzerine bağlandığı yerde onurdan söz edilebilir mi?
Emeğin kapı dışarı edildiği, kazancın hileyle büyüdüğü yerde alin terinden söz edilebilir mi?
İnsan onurunun sudan sebeplerle ayaklar altına alındığı yerde, onurdan bahsedilebilir mi ?
Vicdanın olmadığı yerde samimiyetten, merhametten söz edilebilir mi ?
Yalanın, talanın yaşama hükümdar olduğu yerde, hakkaniyetten, adaletten söz edilebilinir mi ?
Ölümün bu kadar ucuzladığı yerde umuttan, sevinçten, güvenden bahsedilebilir mi ?
Hırsların ve ihtirasların başladığı yerde saf duygular sona erer.
Ve her şeyin para ve erk ile ölçüldüğü bir yerde toplumsal adaletten, huzurdan hiçbir zaman bahsedemeyiz.
Karanlıklar için de kalan serzenişlerin hiç kimseye hayrı yok.
Böyle bir çağda:
Hayatı sadece seyretmek yetmez, onu anlamak gerekir.
Hayatı anlamak ise yürek ister, akıl ister, değişim ister.
Hayatımızdaki tüm insanlar ve eylemler bir özelliğimize ayna tutmaktadır.
Milan Kundera'nın bununla ilgili çok güzel bir tespiti var.
"Her biri kendi alçaklığını bir ötekinde gördüğü için birbiriyle kardeşçe geçinen insanlar kadar hiçbir şeyden tiksinmedim.
Çünkü onları kötülük bir arada tutar, onları birbirine kötülük bağlar."
Gerçekten öyledir. Bir insan bir yerde kalmakta ısrar ediyorsa dikkat edin, muhakkak kendinden bir şey buluyordur.
Sevgisiz insanlar tsunami gibidirler, dokundukları her şeyi yakar, yıkarlar.
Ne mutluluk verirler, ne de huzur.
Beylik sözlerle, içi boş kavramlarla, sevginin cömertliğinden uzak içi kof söylemlerle dünyayı kurtarırlar.
Oysa;
Dünya da en büyük zenginlik sevgi dolu bir yürek ve sadeliktir.
İyi insanlar yanında olmasalar da histen köprüler kurarsın, mesafelerin anlamı kalmaz, gözlerin görmese de yüreğin konuşur.
Aynı amaç için çarpar kalbin, acısının içinde olamasan da sarılırsın, aynı acıya ağlarsın; onun kaybı senin kaybındır, yaralarına tuz basmazsın, gönüllü paylaşırsın yaşamı.
Yalanı, kibri, nefreti yüreğinde taşımayanlar gelsin gönül yurdumuza.
Sizi bir başkasına tercih edenlere, yalanını, pervasızlığını bildiği halde hanesinde misafir edenlere çevirin yüzünüzü....
Sevgi ve dostluk onu hak edenlerin yanında kalmalı.
Yüreği kocamanların olduğu bir dünyada; kırmadan, dökmeden GÜLÜMSEYEREK ve GÜLÜMSETEREK geçenlere selam olsun ...
Sen duymuyor musun
Dünyada var olan en güzel şeyin
Yürekten yüreğe söylediği;
O dilsiz o sessiz melodiyi
Her şey sevmekten geçer diyor...

23 Ocak 2020 Perşembe

Kalite Asla Tesadüf Değildir

Sevgi bilinci ve farkındalık
İlla ki insanca…
Sevgiye, dostluğa değer vermekte bir kültürdür. Maalesef bunun etiket fiyatı yok.
Çok sevdiğim bir anlatımı sizlerle paylaşmak isterim;
''İnsan yaşlandıkça, artık yarışta değil, jüridedir. Altın değil, sarraftır. Değerlendirilen değil, değerlendirendir.''
Bir insanı tanımak için çok uzun mesafeler katledilmesi gerekmiyor. Bazı anlar, yaşamlar, olaylar vardır.
Kişinin koyduğu tavır, davranış, söz kendi mizacını, karakterini gözler önüne serer.
En çokta insanlar; kayıplarında, ayrıldıklarında, yüreğindekileri açığa çıkarırlar. En zayıf ve naif taraflarıyla tanışırlar.
Ben her şeyin en iyisini bilirim demeden, yanılma ve hata payını unutmadan yaşama yeni bakış açıları getirerek katılmak gerekir.
İnsanlara kuş bakışıyla değil aklın-mantığın-kalbin ve ruhun bakışıyla anlamaya çalışmak gerekir.
Sizi üzenleri, değer vermeyenleri, kendini bulamayanları, kendini pazarlayanları, aklının ve kalbinin esiri olanları laik oldukları yerde bırakın.
Dünyanın hem içiyle, hem dışıyla hem tepesinden hem uçurumundan, hem ovasından ama her yerinden bakarak, illa ki insanca…
Ölümün olduğu bu dünyada, hiç bir şey insandan daha değerli değil... AMA İNSANDAN...

Olcay Kasımoğlu

21 Ocak 2020 Salı

Kalbimle Duyacağım Nasıl Olsa

‘’Bu devranda, ağaçlar insanlardan daha hamdır’’
Elimde Şair-yazar Sohrab Sepehri’nin, Nazi adlı arkadaşına yazdığı mektuptan bir bölüm var.
Yazarımız, arkadaşına o kadar içten, umut ve sevgi dolu sesleniyor ki, içim bir hoş oldu. Sohrab Sepehri bu mektubu bana yazmış da alıp koynuma koymuşum gibi okudum.
“(… )Dün mektubun geldiğinde seni görmenin çizgileri vardı yerde ve taptazeydi. “Şimran’ın” gün ortasında biz ne konuşuyorduk? Benim avuçlarım, dünyanın aydınlığıyla doluydu ve sen, kendi ruhunun aydın gölgesinde duruyordun. Bazen bir kuş gibi, hayretler içinde, yerinde durakalıyordun.
Nazi, sen sudan daha iyisin. Sen buluttan daha iyisin. Sen tan yerine varacaksın. Sakın ayakların kaymasın. Ben senin arkadaşınım, senin elinden tutarım. Süzül, zira kuşlar böyledir ve yeşillikler böyledir. Ağaca vardığında seyre dur. Seyir seni göklere çıkaracak. Bizim zamanımızda bakmayı öğrenmemişler ve ağaç, evi süslemekten başka bir şey değil ve kimse komşunun bahçesinin çiçeklerine inanmıyor. Bağlar, bağlılıklar kopmuş. Kimse ayışığında yürümüyor artık ve bir karganın uçuşundan aymıyor kimse ve tanrıyı taraçanın merdivenleri yanında görmüyor ve sonsuzluğu sürahide bulamıyor.
Gözlerde dal-budak yok, damarlarda gökyüzü bulunmuyor. Bu devranda ağaçlar insanlardan daha hamdır. Dağlar arzulardan daha yüksektir. Kamışlar, düşüncelerden daha doğru. Kar, yüreklerden daha ak.
Olsun, bir gün gelecek, benim gidip komşunun evini sulayacağım gün gelecek ve sen komşunun çamlarını selamlayacaksın ve sığırcıklar bizim uykularımıza oturacak ve insanlar ağaçlardan daha sevecen olacaklar. Şimdi üzülme, şayet dükkânlarda çiçeklerin ayaklarına onların fiyatını yazıyorlarsa ve horozu sabah olmadan kesiyorlarsa ve atı arabaya koşuyorlarsa… dilenciye, kalmış yemeği veriyorlarsa sen üzülme… böyle kalmayacak.
Kendi boylu yüksekliğinde yüksel ve tan atmasını bekle. Dünyayı okşa. Pencereyi aç. Sarmaşığı gör. Kendi gözlerinle gör. Kendi bulduklarınla yaşa. Başkalarına yaklaşman için kendine dal. Kendi iletin ol. Kendi iletini dillendir. İç-bahçesinden meyve kopar. Dalları öyle meyve dolu görürsün ki, sepetler arzularsın ve senin filen için dolu, ağır dallar yeterli olacak.
Ben bu bulutlu günde seni çağırdım. Ben seni dünyanın ortasında çağıracağım ve sesinin yolunu bekleyeceğim ve bu yalnızlık vadisinde sen akan su ol ve fısılda. Ben duyacağım.”
İnsanın bütün iliklerine kadar sızan bu söylemler, söylem olmaktan çok öte...
Ve çoğu zaman;
Hepimiz bunaldığımızda bir çıkış tüneli, dayanacak sağlam bir kale, yaşımız kaça vurmuş olursa olsun sıcacık bir kucak aramaz mıyız?
Hepimiz kendi hapishanemizin gardiyanları değil miyiz, duvarlar da korkularımız.!
Teşekkürler Sohrab Sepehri.
Hayatı, seyirciler koltuğundan kalkıp yaşamak lazım.
Söz... Sen fısılda, bütün kalbimle duyacağım seni♥

Vazgeçmemek

"Mutlu olamazlar ki değerini bilmeyenler mutluluğun."
İnsan, en çok kendisinden korkar.
Kendi duygularından, güçsüzlüklerinden, zaaflarından, acılarından, coşkularından ürker.
Onun için kaçar yaşamdan, aşktan, öfkeden, sevinçten, kendisinden kaçar.
Sonra yaşam, hepimizi kendi sofrasında ağırlar.
İnsan, hayatı keşif etmeye, değişmeye başlar.
Hayatın özü değişimken değişmemek, dönüşmemek için direnmek bir çiçek tohumunun hayır ben büyümeyeceğim böyle kalmak istiyorum demesine benzer...
Oysa;
Yaşam bir bütündür.
Her şeyin özüne gitmeli insan, görünene değil.
Bazen bildiklerimiz, gördüğümüz kadardır.
Gördüğümüz baktığımız kadar ve baktığımız düşündüğümüz kadardır.
Baktığımızı görmez, gördüğümüzü düşünmezsek eğer, gördüğümüzün bildiğimize sığmadığını da göremeyiz.
Ve;
''Hayatın hedefi özgürlüktür. Özgürlük olmadan hayatın anlamı yoktur. Özgürlük politik, sosyal ya da ekonomik özgürlük anlamına gelmez. Özgürlük zamandan, zihinden, arzudan özgür olmaktır. Zihnin varolmadığı anda evrenle bir olursun; evren kadar sınırsız ol. Doğal olarak yaşa.''
Kendimizi ve diğer insanları; mutlu etmeyi seçtiğimizde ‘’bilgelik, hakikat, neşe kaynağı ve ruhsal güç’’ ile, bütünlük ve bağlantı içine sokabiliriz.
''Bunun içinde çok büyük beklentiler içerisine girmeden, ihtiyacımız olan;
barış, özgürlük, sevgi dolu aile-arkadaş, dostlar, yetecek kadar gıda, giyecek ve barınacak yer, ulaşılabilir bir amaç ve geleceğe dair umut olması, insanların yaşamlarını devam ettirmelerine yeter.''
Gereksiz endişe, şiddet, öfke, karamsarlık ve egolardan çekip alır.
Önemli olan, nelere değer verdiğimiz ve neleri öncelikli bulduğumuzdur aynı zamanda.
Her şeyi ona göre duyar, görür ve hissederiz.
”Sakin ve neşeli bir huy, duru, canlı, nüfuz edici ve doğru kavrayan bir zeka, ılımlı-yumuşak bir arzu, sevgi dolu bir kalp ve bunlara uygun olarak iyi bir vicdan”…
Dünyaya sevgi dolu bakmanın yolu, başta bu iç yolculuktan geçiyor.
İnsan, yaşamında mutsuzsa, sevgi üretmiyorsa, ne yaparsa yapsın, nereye giderse gitsin, yüreği hep üşüyecek, değil mi ki sesi müziğe dönüştüren sevgidir.
Hayal gücümüz ve düşlerimiz önemli, hayatı sevme hissi ve coşkusu verir.
Bunlar, yerini hiçbir rütbenin ya da maddi zenginliğin dolduramayacağı üstünlüklerdir.
Cemal Süreya’nın dediği gibi ”Hayat kısa, kuşlar uçuyor” o zaman bu kısacık konuklukta mutlu olmak yaşamın biricik amacı olmalı..
Yaşamın biricik anlamını unutup, mutlu olmak için çok büyük beklentiler içerisine girip kendi varlığının anlamını unutan boş insanlar, yaşamı nasıl heba ettiklerinin çoğu zaman farkına bile varmazlar.
''Özenle sakladığınız bir sarı lira gibi ömrünüz
Vakit gelip, sandıktan çıkardığınızda
Bir de bakıyorsunuz ki, tedavülden kalkmış''
O zaman bu kadar kasıntı, bu kadar yaşam kaygısı niye?
Mutluluk, hiçbir sıkıntının ya da zorluğun bulunmadığı yer
demek de değildir, bütün bunların içinde bile yüreğimizin huzur bulabilmesidir.
Ne güzel demiş,düşünür;
*Karanlık geceye rağmen buğulanmış pencere camına güneşi çizebilmek.*
Umut etmekten, mutlu olmaktan hiç vazgeçmemek, yaşam sevincini
sürdürebilmektir mutluluk…
Mutluluk: kendin olmak, sevebilmek, üretebilmek, güven ve huzurdur.
İnsan, kendi dar sınırlarından çıkıp daha zengin bir yaşam deneyimine ulaştıkça, bakış açısı da değişiyor.
''Yaşamınızı bir baş yapıta dönüştürün
Her insan,
daimi olarak,
sadece tek bir başyapıt
üzerinde çalışmakla yükümlü olan bir sanatçıdır,
bu başyapıt kendisidir.''
İnsan özellikle karşındakini anlamak için, onda olanı anlamaya niyetli olmalı. Buda kuru bilgiden uzak, açık bir zihin ve sevgi ile biçimlenen bir anlayışla mümkündür.

Sevin ve Özgürleşin

Umuda ve sevgiye olan inancımı hiç kaybetmedim
Her insanın yaşamı, onu kendine götüren bir yoldur, bir yol denemesidir.
Hepimiz aynı derinliklerden çıkıp geliriz. Derinliklerden çıkıp gelen bir varlık olarak, her birimiz kendi öz amacımıza varmak için uğraşıp didiniriz. Birbirimizi anlamaya çalışırız ama yorumlamaya gelince herkes yalnızca kendisini yorumlayabilir.
Bilincinde olduğum acılardan çok, acının bilincimdeki yansımasını biliyorum diyebilecek kadar bende acılarla inişli çıkışlı bir hayat yaşadım diyebilirim.
Bazı acıların, öyle incelikleri vardır ki ruhtan mı yoksa bedenden mi kaynaklanırlar, hayatın boşluğu karşısında ki rahatsızlığımızı mı yansıtırlar anlamayız.
Kim bilir, kaç kez, kaygılı bir umutsuzluğun karmaşık çökeltilerine karışarak, ruhumun karardığını hissetmişimdir. Kaç kez, var olmak canımı yakmıştır.
.Ama ne olursa olsun karamsar değil, hüzünlü olabilirdim. Belirli, hatta belirsiz bir hüzün bile değildir bu. Bu ifadeler ne hissettiklerimi tam olarak anlatmaya yetmez çoğu zaman.
Her insan bir dünyadır. Bunu ben demiyorum çünkü eşsiz olmak her varlığın sıradan bir niteliğidir. Eşsiz olmak kıyaslama yapmaya bir neden bırakmaz. Nefes almak kadar doğaldır. Hayat geriye yaşanmaz. O her gün yeni bir günle tekrar tekrar doğar ve kendine hiç şaşmaz. Şaşan da, şaşırtan da toplumu oluşturan insanların niyetleridir...
Hissettiklerimin derinliğinin farkında olacak ve anlayacak kadar yaşamla iç içeyim. Bu ahkam kesilmek anlamına gelmesin...
Anlamak ile görmek aynı şey değildir, anlamak değişimdir ve
yanlışa hayır diyebilmek, sağlam bir karakter ve sağlıklı bir ruhsal olgunluk ister.
Yaşam bir deneyimdir ve yaşamda doğruları bulmanın yolu, doğru soruları sormakla başlar.
İnsan kendi iç sesine yöneldikçe, içsel sorgulamaların ve yeniden uyanışa geçen bir ruhun çığlığını duymaya başladıkça; kendine yetebilmeyi, ayakta kalmayı, farklılıkları kabullenmeyi, kendini eleştirmeyi, kendiyle yüzleşmeyi amaç edindiğinde, yaşamı yeniden sorgulamaya başlıyor.
Varlık felsefesinin de temel taşlarını oluşturan bu sorgulamalar insanoğlunun ruhsal evrim sürecindeki aydınlanmanın da ilk kıvılcımlarını oluşturmaktadır.
Özgürlüğün, eşitliğin, akılcı bilimsel düşüncenin, hak ve hukukun, barış, dostluk ve umudun hakim olduğu bir dünya inşa etmeye kararlı tüm zihin ve beden emekçilerinin aydınlanmasında ki bu kıvılcımların oluşmasında ideal ve amaçlar çok önemli bir yer tutmaktayken umuda ve sevgiye olan inancımı hiç kaybetmedim...
Önce kendimize inanalım, kendimizi sevelim, kendimize saygımız olsun...
Kendine adil olmayan, kendine yürümeyen yüreğinde sevgi yeşertemez, kendi dışında ki hayatlara adil olamaz...
Sevgi hak edenlerin, paranın, üstünlüğün kölesi olmayanların yanında olmalı.
Herkesin dostları var dostlukları yok...
Sevin ve özgürleşin.
Dostluğa ve sevgiye emek harcayan insanlara minnetle..
''Simurg Olmak Zamanı''

20 Ocak 2020 Pazartesi

Koş ve dans Et!

https://unutulmazfilmler.co/zorba-the-greek.html
Çağ yangını bu... kalpleri kurumuşlarin sözde söylemlerinde sevgi üşüyor...
Acıları yüreğinde hissetmeyenlere, şefkatle, samimiyetle yaşam büyütme-yenlere kitaplar ne yapsın?
Zorba'nın hayat felsefesi; yenilgileri umursamamaktır. .
Muhakkak okunması ve iyi özümsenmesi gereken çok değerli bir kitap;
Her satırında evrensel bir boyutu yakalamanız mümkün. İnsana dair o kadar çok şeyi bir arada, birlikte ilişkilendirerek okuyucusuyla buluşturmuş ki, insanin şapka çıkarası geliyor. Ben çıkardım ve saygıyla eğildim. Okuyalım, boş zamanlarımızı değerlendirmek için değil, boş zihinlerimizi şarj ve deşarj etmek için okuyalım.
Başımızı kuma gömerek değil, sadece okumuş olmak içinde değil, okuduğumuzu sindirerek, özümseyerek ve en önemlisi bakış açımızı güncelleyerek, farkındalık oluşturmak adına okuyalım. Kaç kitap okuduğumuz değil, okuduğumuzdan ne anladığımız daha önemli. Kitaplar insani bir yakadan diğer yakaya taşımıyorsa, başkalarının acılarına duyarlı kılmıyorsa, hepsinden daha değerlisi; sevgi, barış, ortak yaşam alanlarına duyarlı kılmıyorsa, bilgelik aşılamıyorsa, çıkarmıyorsa bizi aydınlığa ne anlamı var?
''Hey okumuş adam! Neden gençler ölüyor? Neden insanlar ölüyor? Söyle bana. - Bilmiyorum. - Bütün o kitapların ne işe yarıyor? Sana bunu anlatmıyorlarsa, ne anlatıyorlar? - Bana... senin sorduğun tip soruları cevaplayamayan insanların ıstıraplarını anlatıyorlar. - Onların ıstıraplarına tüküreyim..!''
Kitaptan alıntıları paylaşmaktan son derece mutluyum.

1."Herkes kendi yolunu izler. İnsan bir ağaç gibidir. Neden kiraz vermiyor diye incir ağacını hiç azarladığın oldu mu?"
2."Yağmur yağarken insanın kalbi acı çeker," dedi Zorba.
3."Dünyayı bugünkü durumuna getiren nedir, bilir
misin? yarım işler, yarım konuşmalar, yarım
günahlar, yarım iyiliklerdir. sonuna kadar git be
insan.!"
4."Bir zamanlar diyordum ki: Bu Türktür, bu Bulgardır, bu Yunanlıdır. Ben vatan için öyle şeyler yaptım ki patron tüylerin ürperir; adam kestim, çaldım, köyler yaktım, kadınların ırzına geçtim, evler yağma ettim... Neden? Çünkü bunlar Bulgarmış, ya da bilmem neymiş... Şimdi kendi kendime sık sık şöyle diyorum, hay kahrolasıca herif, hay yok olası aptal! Yani akıllandım, artık insanlara bakıp şöyle demekteyim: Bu iyi adamdır bu kötü adamdır. İster Bulgar olsun, ister Rum, isterse Türk. Hepsi bir benim için. Şimdi iyi mi kötü mü yalnız ona bakıyorum. Ve ekmek çarpsın ki, ihtiyarladıkça buna da bakmamaya başladım. Ulan ister iyi ister kötü olsun be. Hepsine acıyorum işte... Boşversem bile bir insan gördüm mü içim cız ediyor. Nah diyorum bu fakir de yiyor, içiyor, seviyor, korkuyor,(...) o da kıkırdayacak ve dümdüz toprağa uzanacak, onu da kurtlar yiyecek... Hey zavallı hey! Hepimiz kardeşiz be... Hepimiz kurtların yiyeceği etiz.''
5."Onları belki kurtaramayız," diye ekledi. Ama kurtaralım derken, biz kurtuluruz. Öyle değil mi? Bunları söylemek istemiyor musun hocam? Kendini kurtarmanın tek yolu başkalarını kurtarmak için çabalamaktır.
6.Burada insanı şaşırtan bir şey oluyor patron...Bu tuhaflık içinde aklın şaşıyor. Biz çetelerin yaptığı bütün o alçaklıklar, hırsızlık, kıyımlar, Girit'e Prens Yorgus'u yani özğürlüğü getirdi"
Gözleri iyice açılmış şakınca baktı.
"Sır!" diye mırıldandı. "Büyük sır! Dünyaya özğürlüğün gelmesi için bu kadar cinayetler ve alçaklıklar mı gerekli yani?
7.Ruhum" diyordum, "şimdiye kadar gölgeye bakıp doyuyordun; şimdi seni tene götürüyorum.
8.Gübre ve pislikten bir çiçek nasıl filizlenip beslenir? Varsay ki Zorba, insan gübre, özgürlük de çiçektir.
9.'' Ruhumu tenle, tenimi ruhla doldururdum; kısacası, içimde barıştırırdım bu yüzyıllık iki düşmanı...
10.''Hayır özgür değilsin," dedi. “Senin bağlı bulunduğun ip, öbür insanlarınkinden daha uzun; hepsi bu kadar...''
Zorba karakteri, temel insani özgürlüğün, toplumsal boyunduruğa başkaldırının bir sembolü olarak görülebilir.
Başkaldırının, özgürlüğün ve bütün bir insanlığın simgesi olmuştur.
Haksızlığa, üzüntüye ve sevince karşı santuruyla, dansıyla karşılık veren bir adamın hikayesidir zorba.
İzleyelim bu dansı ve en önemlisi kanatlarını bir kartal gibi açmış ''Anthony Quinn'' 'yi ''Zorba' mizi izleyelim...
''Hayata karşı yenilebiliriz..
Sevgiye ve dansa karşı asla!
Sevgisizlikden boğulduğunu hissettigin an..
Koş ve dans et!
"Bana dans etmeyi öğret.
Dans mı?
Hadi bakalım delikanlı.
Beraber
Başlıyoruz
Hop!
Tekrar Hop!
Çök
Haydi bre!
Patron sana anlatacak o kadar çok şeyim var ki..
Seni sevdiğim kadar hiç bir adamı sevmedim.
Hop!
Hey patron!
Bundan daha muhteşem bir çöküş gördün mü?
Görüyor musun?
Sen de gülebiliyor musun?
Sen de gülüyorsun be!
Gördün mü? Nasıl kaçtıklarını.
Özellikle de şu keşişlerin.
Üçüncü posta:En iyisi üçüncü postaydı.
Her şey dümdüz oldu.
Daha hızlı..
Hop! Hop! ''
Özgürlük timsali, ani yaşayan, duygularını dışa vuran ve insanlara da bunu aşılayan güçlü bir karakterdir zorba.
Görsel şöleniyle, mimikleriyle, yaşamsal fark edişleriyle Anthony Quinn zaten ayrı bir lezzet.
Nikos Kazancakis'in usta kurgusuyla okunmayı ve yönetmen Mihalis Kakoyannis'in muhteşem yetkinliğiyle izlenmeyi hak ediyor.
https://unutulmazfilmler.co/zorba-the-greek.html

Olcay Kasımoğlu

19 Ocak 2020 Pazar

Sen Dağların Kır Çiçeği

Düşle başlayan sabrın, sırrın imtihanından geçip, küçük duyarlılıkların sırrına erişmeli insan. Taze güne yayılmanın serüveni gibi...
Ancak o zaman yaşam değişir, kımıldar yer değiştirir.
Mutluymuş gibi yaşayan bir sürü insandan uzak döngünün en güzel serüvenidir bu....
Ve şiir, şiirlerim; toplumu anlama ve algılama çabalarımın yanında, en temel duygumuz olan özgürlük ve özgürleşmeye, öğretilerden arındırılmış sevgilere, erkek egemen toplumun sosyal, psikolojik ve ideolojik bütün dayatmalarına karşı bir sesin yükselişidir aynı zamanda...
Seviyorum, şiirle yaşama uzanan yolculuklarımı, derinlikler-imi ve küçük insan koylarını...
İnsan, kendi dar sınırlarından çıkıp daha zengin bir yaşam deneyimine ulaştıkça, bakış açısı da değişiyor.
Duyguma ve düşüncelerime serpiştirilen her güzellik adına teşekkür ediyorum...
Yüreğimin yurdu, can evim şiirler;
Kendime, yaşama karşı duyduğum en büyük sorumluluklardan biridir.
Tek bir mısra yazmak için bile;
insanları, hayvanları tanımak, doğanın sesini kalbimizde duymak ve sabahları çiçeklerin açılırken 'nasıl titrediğini' yüreğimizde hissetmemiz gerekir.
Çünkü şiir, insanı kendisinin dışına çıkartır ve yine kendisine yolculuk başlatır.
Bilinmez diyarları, gelecek kavuşmaları,beklenilmeyen rastlamaları, çocukluk günlerinin iç çağlayanlarını, geçen sessiz günleri, denizin kendisini ve yıldızlarla uçuşan yolculuk gecelerini yeniden yaşamak, yeniden dillendirmek gerekir.
Ey gülüşü cananım
Ey yüreğime yakışanım
Görünce gül yüzünü
Unuttum ruh fukarası sözleri
Bir tılsımlı baharla gel
Kon dallarıma
Ver elini elime
Sevgi en büyük armağan değil mi...
Şiirin içsel yolculuklarıdır bizi yeniden yeniden doğuran
Yeni gün doğumlarına şahitlik etmek, sevgiyi bütün derilerinden soyunmuş olarak yaşamak; bunun yanında ölüme şahitlik etmek ve gidenin yüreğimizde bıraktığı acıya, yoksunluğa yeniden biçim vermek ve hayatın eksikliklerini, aldıklarını şiirle tümlemeye çalışmak gerekir.
Ortak bir duyarlılık, vicdan oluşturmak, olayları ve olguları güzel ve farklı bir dil kullanarak gündeme getirmek, toplumun sözcüsü olmak gibi işlevleri de vardır şiirin.
Bütün bunların, sabırla, bilinçle süzülüp; mısralardan ahenkle bize akması için, yaşamı şiirle taçlandırmamız gerekir.
Şiir sadece kendimiz için değildir 'bilgidir' bizden sonra gelecek kuşaklara, rehberdir aynı zamanda.
Topluma kazandırılmak istenen değerlerin sözcülüğünü yaparken; değişen, gelişen dünyayı anlamaya ve tanıtmaya çalışmak,demokrasi ve özgürlük kavramlarının kalıcı olmasında önemli pay sahibi olmuştur şiir...
Bunun içinde;
Düşünceyi ve eylemi uzlaştırmak için, bireysel ve toplumsal yaşamı uyumlaştırmak için, bencilliğe karşı cömertliği anlamak ve yaşamak için, ayrımların karşısına bütünleşme fikrini koyarak; hoşgörü, sevgi, anlayış, saygı gibi değerleri anlamak ve yaşamak için şiire ve sanatın bütün dallarına ihtiyacımız var.
Yaşamın bilinçli bir kaşifi olabilmek için, daha iyi bir dünya ve iyi bir yaşam için; insan olduğunun farkına varan, maddi ve manevi faaliyeti sırasında hem kendi hem de toplum hayatının şartlarını oluşturan motivasyon ve eğilimlerini iç çatışmaları azaltacak şekilde örgütleyip kaynaştıran; diğer kişilik ve karakterlere karşı uyumlu davranış sergileyen, başkalarını türlü açılardan ve değişik yöntemlerle değerlendirebilen kişilikli insanlara ihtiyacımız var...
Sen türkülerin
Sen hürriyetin
Sen dağların kır çiçeği
Sevginin;
Ayıplara kurban edildiği bu çağda
Gel tut ellerimden verme beni yaban ellere...

14 Ocak 2020 Salı

Sevmek Kimseye Zarar Vermez.

Bazen gidersin
Sadece gidersin...
Yağmur damlaları gökten nazlı nazlı yağarken, sessiz bir rüzgarın kanadında uykuya dalmış gibi, sessizce durup sonra uçan... yerini yurdunu arayan aşık gibi...
Sonra... sonrası mi, hep aynı masal...
Bitmeyen bir düşün içinde
Taş üstüne düşen
yağmur damlası gibi
sükutu öğüten..
Akıp gideni durup görmemizi sağlayacak olan bir dünya yaratmak ve bize hayatı yeniden iade etmek mümkün değilken, yaşamı; keşkelerle ve pişmanlıklarla söndürmek niye?
Kötülük neyi kurtarır ki, yalan neyi?
Masum birine karşı kim tanık olabilir ki?
Anlaya bilmeli insan... Gerçekten insan olan...
'Göynüm değdiğinde titremiyorsa o yürek,
sadece kan pompalıyordur' der Neşet Ertaş..
Bazende insan en çok kendine yorulur ve özlemek uzaklığın ayıramadığıdır.' der Oruç Aruoba...
Düşündüm, düşündüm de kırılan dalıma sözüm hiç geçmedi.
Halen hala sızısı kaldığı yerde neler koparır götürür sevdalı yürekten kaç ahla bir bilsek...
Hep ondan oluyor bunlar
İnsanın en az gittiği, içindekileri görmeye korktuğu yer yine kendi içidir.
Neşet Ertaş'imiz ne güzel der;
"Elini kalbine götürdü; “burası var ya” dedi. “Taşa, toprağa gerek kalmadan insanın gömüldüğü tek yer..
Kalbimle, ruhumla,
sakin ve saygın olan o yeri bulacağım
''Aşkı, sevgiyi,
şiiri ve çiçeği ıskalayıp da
mutlu yaşayabilen var mi?''
Sus ve gülü sula
Bin yıldır beklediğimsin...
Tavır, sevgi ve ilgi, bunlar bazen ilaçtır bazen de zehirdir, mühim olan sağlıklı şartlarda yaşanmasıdır.Mesela sıcak su patatesi yumuşatır ama yumurtayı sertleştirir...Bizi aşağı çeken şeyleri bırakmayı öğrenmeliyiz, hayatımızdaki her şey bizimle kalmak zorunda değil.İnsanlar dayanabilme eşiğinin kendilerini güçlü kıldığını zanneder oysa insanı güçlü kılan asıl şey bırakabilme eşiğidir...''
Olcay Kasımoğlu