‘’Buzla Bahar Arasında’’ romanının
bütün katmanlarında yaşama ve insan duyduğum sorumlulukla, yaşam ve insana dair
güncel bir irdeleme ile insan doğasının karmaşık yapısına, ezberlediğimiz
davranış modellerine, baskıcı ve yıkıcı toplumsal olaylara bir işçi
titizliğiyle dokundum.
Aynı zamanda farklı bir kurgu ile yaşamın çocukluktan
itibaren etkisi altında kaldığımız tarihsel, söylemsel ve bilinç dışından
süreçlerin kadın kimliği üzerindeki yansımalarını, kadın olma halini tek bir imgeye
sığmayan, sınırsız bir hayal gücünün alanı olarak tanımlarken, onlar için uygun
görülen rol modelleri ve bu temsilleri var eden yasakları da yargılamadan
anlamak ve sorgulamak istedim.
Bu güncel sorgulamaların içerisinde, bilinçaltı ve varoluşun tetiklediği dışa vurumların, düşünceyi tekelleştiren toplumsal, politik ve sosyo-kültürel koşullar içerisinde kendimize nasıl bir yer edindiğini de gözler önüne sermek istedim.
Bu güncel sorgulamaların içerisinde, bilinçaltı ve varoluşun tetiklediği dışa vurumların, düşünceyi tekelleştiren toplumsal, politik ve sosyo-kültürel koşullar içerisinde kendimize nasıl bir yer edindiğini de gözler önüne sermek istedim.
Hayat, insanın umut ettiği ve yaşamak istediği
kadardır. İnsanın bulunduğu ya da yaşadığı yerin büyük ya da küçük oluşundan
daha çok düşüncelerinin boyutu ve hayatı sorgulama biçimi insan yaşamı için
daha elzemdir.
Bu bağlamda;
Beden-kimlik-coğrafya üçgeninden oluşturulmuş bilgilerin
ve bu bilgilerin yansıdığı doğu-batı ekseninde, seçimlerimizin hayatımızı nasıl
yönlendirdiğini bilince çıkarmak istedim.
Yaşam seçtiklerimizdir ve seçtiğimiz yolun yolcusu biziz.
Bütün sapaklar, dönemeçler yolcuya aittir. Diğer insanların bizim hakkımızda ne
düşündüğü aslında o kadar da önemli değildir. Diğer insanlar için bu dünyaya
gelmedik. Herkes kendi yaşamını yaşamak ve yaşama olumlu katkılar sağlamak için
burada.
Ve hayat, insanın umut ettiği ve yaşamak istediği
kadardır. İnsanın bulunduğu ya da yaşadığı yerin büyük ya da küçük oluşundan
daha çok düşüncelerinin boyutu ve hayatı sorgulama biçimi insan yaşamı için
daha elzemdir.
Bilinçle,
inançla, sanatla, sevgi ve görgüyle donatılıp okutulursa kız çocukları hiç
kimsenin kulu, kölesi olmazlar. Kendilerine, yaşama ve yaşatma hakkına saygılı
bireyler olarak yetişirler. Kendilerine biçilen yazgıya, kadere, töreye boyun
eğmezler. Ancak o zaman herkes için adil ve adaletli bir dünya düzeninden
bahsedebiliriz...
Yaşam
seçtiklerimizdir ve seçtiğimiz yolun yolcusu biziz. Bütün sapaklar, dönemeçler
yolcuya aittir. Diğer insanların bizim hakkımızda ne düşündüğü aslında o kadar
da önemli değildir. Diğer insanlar için bu dünyaya gelmedik. Herkes kendi
yaşamını yaşamak ve yaşama olumlu katkılar sağlamak için burada.
Sorgulamalar başlayınca insan bütün cesaretiyle, yaşamın kendi
tanıklığını ve çıraklığını yapabilmeli. Başımızı kuma gömerek, dokunmaktan,
hata yapmaktan, düşünmekten korkarak takip edemeyiz hayatın izini. Sürekli bir
kurtarıcı bekleyerek, sürekli suçlayarak, bahanelerin arkasına saklanarak
bulamayız yaşamın anlamını. Korkan ruhlarımız zifiri karanlık, bedenlerimiz
çelimsiz olur.
Hayatın akışına
tutunup, her yerde kök salıp, mevsimlerle yeşillenip döngüyü tamamlamak ne
harika olur. Korkunç derece de kirlenen insan sürüsü içerisinde birbirimizi
boğazlamaktan, kimlik savaşları yaratmaktan, paranın efendisi olmaktan bir an
önce vazgeçelim. Yaşam bizi kusturup içinden atmadan hakkımız olan onurlu
yerimizi alalım.
Çünkü neye inanıyorsak
oradayız, neyi seçiyorsak yaşıyoruz.
Dünya zamanıyla;
Nerede başlayıp, nerede biteceğini bilemediğimiz, okudukça binlercesini eklediğimiz, ilintiler, bağlantılar kurduğumuz, dinleyip çoğalttığımız, seyredip zenginleştiğimiz, yaşayıp elediğimiz yaşam kendi mecrasında akıyor, istesek de istemesek de avuçlarımızdan kayıyor...
Nerede başlayıp, nerede biteceğini bilemediğimiz, okudukça binlercesini eklediğimiz, ilintiler, bağlantılar kurduğumuz, dinleyip çoğalttığımız, seyredip zenginleştiğimiz, yaşayıp elediğimiz yaşam kendi mecrasında akıyor, istesek de istemesek de avuçlarımızdan kayıyor...
Kesinlikle kayıyor, yaramaz çocuklar
gibi...
Michael
Ende' etkili ve özlü bir biçimde bunu dile getirir:
“Günlük yaşam içinde çok büyük bir sır vardır.
Herkesin bunda bir payı bulunur ve herkes onu bilir, ama pek az kimse bu konuya
kafa yorar. Çoğu kimse onu olduğu gibi benimser ve ona asla şaşırmaz. Bu büyük
sır zamandır.”
O sırlı zamanı geri
çeviremeyiz ama yaşadığımız hiç bir şeyden pişmanlık duymadan, her anın
değerini bilerek, dünya malına tamah etmeden; ilkeli, onurlu ve dingin
yaşamanın ruhumuza kattığı her şeye, ana, anlara minnetle sarılarak kendimizi
aramaya devam edeceğiz.
Nerede, ne zaman, hangi solukta yeşillenir
yeniden... Bilmesek de vazgeçmek yok
Çağımızın güvensizliğine karşı durabilmemizi sağlayacak
yöntemler bulmak, içimizde ki güç merkezini ortaya çıkarmak gerekiyor.
Bunun içinde inandığımız, güven duyabileceğimiz değer ve amaçlara ulaşabilmemizi sağlayacak içsel bütünlüğün, kültürle yaşama dokunmuş bilincin, mücadele ruhuyla beslenmiş cesaretin, kendini bulmuş benliğimizin özgür ve özgün olması gerekiyor.
Bunun içinde inandığımız, güven duyabileceğimiz değer ve amaçlara ulaşabilmemizi sağlayacak içsel bütünlüğün, kültürle yaşama dokunmuş bilincin, mücadele ruhuyla beslenmiş cesaretin, kendini bulmuş benliğimizin özgür ve özgün olması gerekiyor.
İnsan bir şeye gerçekten gereksinim
duyuyor ve istiyorsa bunu ona sağlayan şey rastlantı değildir, kendi içindeki
istek ve zorunluluk onu çekip, istediği her ne ise ona doğru götürmüştür.
Aslında dışımızda gördüğümüz
şeyler de içimizdekilerin aynısıdır. Bu gerçeğe bu kadar aykırı bir yaşam
sürmemizin nedeni kendi dışımızda ki her şeyi gerçek sayıp, içimizde ki dünyaya
söz hakkı vermememizdir.
İnsan bir kez işin bilincine
vardı mı çoğunluğun izlediği yolu seçmesi diye bir şey söz konusu olamaz. O
zaman bunu kader, yazgı diye de kabul etmez. Yeter ki bir kez olsun içindeki
dinamiklerle yaşamını buluştursun. Çünkü anlamak ile görmek aynı şey
değildir, anlamak değişimdir...
Olcay Kasımoğlu
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder