Translate

3 Eylül 2019 Salı

Akan bir ırmak gibi olmak herkesin harcı değildir...

''Karşılıklı konuşma olmayan yerde hayat da yoktur ve dünyanın en büyük bölümünde bugün karşılıklı konuşmanın yerini tek yanlı çatışma almış, diyaloğun yerini polemik tutmuştur.'' diyen düşünür bize çağımızın gerçek sorunu üzerine düşünmeye çağırıyor.
Trakyalılar, binlerce yıl evvel, buz tutmuş bir ırmağın üstünden geçmeden önce, onun donup donmadığını anlamak için, önden bir tilki salıyorlardı. Tilki, ırmağı geçmeye başlamadan, buzlar üzerine kulağını dayar ve sesi dinlerdi. Gürültü duyarsa, tehlike ve risk var diye ırmağın üzerinden geçmeye kalkmaz geri dönerdi! Tabii ki tilki, bunu Traklar için değil kendisi için yapıyordu..Tehlikeyi görmek, sezmek ve önceden fark edebilmek; tilki de bu yetenek ve zeka halen var!..
Güçlü bir akıl kendiliğinden durmaz. Her zaman ister ve kendi gücünün ötesini arar. Eğer ilerlemezse, zorlanmazsa, çarpmazsa, o zaman yarı canlıdır; peşine düştüklerinin sınırı ve şekli yoktur. Onun besini, hayrete düşmektir, belirsizliktir, avdır..
Hep sallantıda kalan insandan daha korkağı yoktur. Bir kez düşmek çok daha iyidir. Şu bilinmelidir; zamanın etkili gücü bedeni parçalayacaktır. Yaşam sana aittir, çok akıllıca kullanılmalıdır, bir gün toprak, gölge, boş bir söz olacaksın..Gelecek nesillerin hatıralarında kalacak kadar büyük işlerin içinde olunmadığı sürece de ha olmuşsun ha olmamışsın, kimin umurunda?.
Yürekli insan olmak, kol ve bacak işi değildir, cesaret ve sağlam ruh işidir.. Hiç bir şey yapmamak, her konuda en büyük tehlikedir..Bir insanın düşünme gücü rehin veya satın alındığında o, ya bütünlüğünü yitirir, ya az özgür olur, ya da kaçınılmaz nankör olur..Ruhsal istek ve sağlamlık her şeyin özüdür. Ruh gevşek ve az dirençliyse üzerine bir şeyler basmak daha kolaydır ve bu insanlar her duyduklarına kolay inanırlar. Yargılama gücü ve içtenlik olmadan doğru yol kestirilemez. Ruh korktuğu sürece rahat yüzü de görmez..
Sadece kendi işleri için çalışan, yaşadığı dünyaya hiç bir özveride bulunmayan, bunun yanında zarar da vermeyen bir insanin ''Zararsız'' ve ''Yararsız''yaşaması olması iyi olabilir mi ? Bence iyi olmanın da bir bilinci olmalı. Bir başkasının canı yandığın da sesi çıkmıyorsa, konuşulması gerektiği yerde susuyorsa tamda o noktada insan olma sorumluluğuna sahip çıkmıyorsa bunun neresi iyi olabilir. İyi olmanın da bir onuru olmalı. Kendine, ait olduğun çevreye ve ortak alanları paylaştığın bu dünyaya vefa borcun olmalı. Yoksa etliye,sütlüye karışmadan ''Yararsız'' insan olmanın neresi zararsızlıktır...
Baş eğen, zayıf toplum, büyük saygı göstermeye ve korkuya daha açıktır. Tam insan, savsaklama ile korkaklık arasında gidip gelmez. Özgürlüğün gerçek mutluluk, cesaretin de özgürlük olduğunu bilir.. Yüzyıllar boyunca itaat eden toplumlar da, itaat alışkanlık haline geldiğinden, hak aramayı öğrenemezler, yolunu da bilmezler..Güçlü bir fikre veya kitle hareketine ancak ölüm kalım meselesi olduğunda değil, hemen kulak verilmelidir.
Özellikle;

''Herkes başkasında, kendisi olabildiği kadarını görür, çünkü onu ancak kendi zekası ölçüsünde anlayabilir.
Bu zeka düşük türden ise, tüm zihinsel yetenekler, en büyükleri bile, onun üzerinde etkide bulunamayacaklar ve o da bu yeteneklerin sahibini algılayamayacak, sadece onun bireyselliğin-deki en düşük olanları, kendisiyle ortak olan zayıflıkları, mizaç ve karakter eksikliklerini algılayacaktır.''

Geçmişin güzelliğine değil, geleceğin stresine odaklanan palyaçolarız biz. Cebimizden düşürmüşüz bir şeyler, yerli yerinde değil. Biz başkanlarıyız. Yaşamanın büyük bir düş kırıklığı olduğuna inandığımız zamanlar oldu, ama her düş kırıklığının yeni bir düş parçası olduğunu bize söylemediler.
Yeraltından Notlar'da Dostoyevski'nin dediği gibi,
''Biz sevgiyi acıya boğarak severiz.”
Güzelliği, yaşamı, insanları sevmiyoruz, biz daha çok acıyı seviyoruz.
Oysa her yeni gününün yeni bir başlangıç olduğu düşünüldüğünde akan bir ırmak gibi olmak herkesin harcı değildir...

Olcay Kasımoğlu
  

Hiç yorum yok: