Translate

3 Ocak 2019 Perşembe

hepimiz kendi dışımızdaki koşulların tutsağıyız


Hayat tekdüze değildi. Yaşamda kalıcı olan değerleri aramaya, karşılaştığım insanlarda bu özelliklerin ne kadarının bulunduğunu gözlemlemeye başlamıştım.
Aslında böylesi bir sorgulama herkes için, hayatın her anında gereklidir. Ozanın dediği gibi, “Hayat sunulmuş bir armağandır insana.” Ama ne kadarımız bu armağanın değerini biliyor, ona hakkını veriyoruz? Yoksa, hoşumuza gitmeyen bir armağan gibi kenara koyup, eskimesini, yok olmasını mı bekliyoruz? Ya da kaybetmek midir ölüm? Varlığın, esas olan huzura, serbestliğe kavuşması mıdır? Her ölüm, erkendir diyen şair yanıldı mı bir yerde? Esas olan, yaşamın ne manaya geldiğini çözemeden ayrılmanın garip yoksulluğu mu, yoksa sonsuzluk dediğimiz aslında yaşamdaki sonsuzluk değerinde bir an mıdır? 
Bütün bu soruların yaşamda bir karşılığı olmayabilirdi ya da yeterli cevapları bulamayabilirdim. Lakin benim yaşadıklarım ne fantastik bir kurgu ne de bir hayalin mahsulleriydi. Bu, kaybedenlerin hikayesi de değildi. Nerede başlayıp nerede biteceğini bilemediğimiz, okudukça binlercesini eklediğimiz, ilintiler bağlantılar kurduğumuz, dinleyip çoğalttığımız, seyredip zenginleştiğimiz, yaşayıp elediğimiz yaşamlara; yeniden, yeni yollar açan, yaşama ince, derin izler bırakan bir insanın, yaşamı anlamlı ve yaşanılır kılma mücadelesiydi.

İnsan yaşadıkça, yitip giden zamanları ve iç sesimizin ayaklarına, kulaklarımızı tıkamadan; kendi iç sesimize yöneldikçe, içsel sorgulamaların ve yeniden uyanışa geçen bir ruhun çığlığını duymaya başladıkça; kendine yetebilmeyi, ayakta kalmayı, farklılıkları kabullenmeyi, kendini eleştirmeyi, kendiyle yüzleşmeyi amaç edindiğinde, yaşamı yeniden sorgulamaya başlıyor. Mutluluğun, insanın değiştiremeyeceği şeyleri kabul etmesinde, değiştirebileceği şeyler için harekete geçmesinde ve ikisinin arasındaki farkı görebilmesinde yatıyor. İşte o zaman başkalaşır dünya, tutkular ten olur, düşünce tenleşir, ruhlar özgürleşir, yok olur prangalar. Hepimiz, kendi dışımızdaki koşulların tutsağıyız.
İnsanın duruşu ne kadar derinse, ne kadar özgürse ruhu, ne kadar güzel görebiliyorsa o kadar geniş, o kadar uçsuz bucaksız, o kadar güzeldir yaşam manzarası. Bunun içinde, sıkça kalbin ve beynin kapısını tıklatmak gerektiğini unutmamak gerekiyor. Nede olsa, onlarda tozlanır, katılaşır, sağırlaşır, koylarına çekilir zaman zaman. Benim yaptığım ise, geçmişimin içinden geçerek, kendimi yeniden eritiyor, kendi içimde kayboluyor ve düşünerek yankı ve uçurum yaratıyordum kendime. Derinleşerek kendimi çoğaltıyordum.


''Simurg Olmak Zamanı'' Romanımdan

Hiç yorum yok: