Translate

16 Ocak 2019 Çarşamba

İyilik seven kötülük edemez zaten.
...aslında çok şey istemiyorum bu hayattan
gözlerinde yüreklerini görebildiğim insanlar
kaybolmayan, tamamlanası olan
birbirine aktıkça çoğalan
ateşten gömlek gibi, ilikleri birbirine kenetlenen
hayat gibi, saflığa yakın bir yerde
eli elindeyken
hesapların tutulmadığı
aklının akıl oyunlarına durmadığı
sözlerinde yalan çiçekler yerine, doğru dikenleri olan...
Yaşadığım yer, yaşam koşulları zor bir yerdi. Tüm aileler çok çocuklu, gelir düzeyi düşük, evler bahçe içinde tek katlıydı. Benimde tam burada başlayan ve dağların arkasına göz dikmemi hızlandıran bir anımda böyle başlamıştı...
Görünüşün çok önemli olduğu çağlardaydık. Yine böyle günlerden bir gün dersteyiz. Konu Türkiye'nin batısı, doğusu üzerine. Eğitim ve yaşam koşullarını konuşuyoruz. Dersin öğretmeni hayat dolu. Umut dolu sözlerle bize yaşamadığımız dünyaları anlatıyor. Bunu yaşamayanlar bilemez. Merakın gizini, birinin ağzından dökülenlere sığdırmak! İşte o gün dağların arkasındaki yaşam benim yüreğime düştü.
Öğretmenimiz, insan yaşadığı yer kadardır dedi; bilmedi (bilemezdi) bu kara kızın yüreğinde nasıl bir sancıya sebep olduğunu, rüzgarın yelkenlerine savurduğunu. İçin için kızmıştım. Ne demek biz şimdi bir avuç içi miyiz? kapladığımız evlerin karesi miyiz? Aklımız, sevdamız kasabamız kadar mı? Daha neler neler. Tabi söz yüreğe düşmüştü. Uzun zaman kafamın içinde hep o söze takılı kalmıştım. Kendimce küsler yaşamıştım. Bizi yaşamadan, yaşamımız üzerine söylediği söze! Oysaki büyüdükçe ben onu anlamaya, umarım ki o da yaşadıkça umudun, sevginin insanın yaşadığı yer kadar olamayacağını yaşayarak anlamıştır.
Hayat insanın umut ettiği ve yaşamak istediği kadardır. Ben bunu o an belki anlamamış olabilirim; ama şunu da kesin olarak biliyorum ki, insanın bulunduğu ya da yaşadığı yerin büyük ya da küçük oluşundan daha çok, düşüncelerinin boyutu ve hayatı sorgulama biçimi insan yaşamı için daha elzemdir.
Yaşam koşullarımız ne kadar zor olursa olsun, aydınlanmak acıdan kaçmak değil, acıyı anlamaktır, ıstırabı anlamaktır, mutsuzluğu anlamaktır. Zor yaşam koşulları, sıkıntı ve imkansızlıkların üstünü örtmüyordu bu gerçekle nasıl mücadele edileceğini öğretiyordu, bizi hayata karşı mücadeleci ve güçlü kılıyordu.
Üstünü örtmek, bir şeyin yerini tutmak değildir.
Yaşam nedir?" diye sorduğumuz derin bir kavrayıştır. Bunları görebilmek,anlamak istemek,sorgulamak onlardan özgürleşmek demektir…
Ben umut ettim, kendimi insanların kafasında ki o sınırlara hapis etmedim, özgürleşmenin tadın da bir yaşama durdum. Kula kulluk etmeden kendi varlığımın bütünlüğüne sahip çıktım. İlk üniversite yıllarım da bana sorulan doğulumusun hıııım uzatmalarına ilk zamanlar gönül koyduysam da birazcık daha yaşta mesafe almanın getirdiği olgunluk ve incelikle evet Türkiye'nin doğusun da doğup iklimin ve yaşam koşullarının getirdiği zorluklardan geldim. 
Hamurum; rüzgarın, fırtınanın, tipi-boranın altın da yoğruldu, şimdi ise bu özün de sevgi,inanç olan hamur Türkiye'nin batısın da yavaş yavaş hayat tecrübesiyle şekillenecek ne mutlu bana.''Derken buna en çokta o dönemin Öğretim görevlisi ( 1990) Fatma ETİ' hocam gelip bana sarılmış evet Kasımoğlu sen bize umudun, görmediğimiz diyarların ışığısın, sen bize ön yargılarımızı hatırlatan, içimizin aynasısın demişti. O günden sonra hayat bana hep içimde ki çocukla eşlik etti ve ben hiç bir zaman sınırlara inanmadım. İnsanları sınırlara bölmedim.
Sınırlara bölenlere de; aklın, bilimin ve sevginin bir arada harmanlandığı yürekler diye bakmadım. Benim için, bu yaşamda bu tarz insanlar hep yitiktirler ve hep yitik olacaklar. 
Bulmaya hiç heveslenmeyeceğim insanlar. Gönül birlikteliği kuramayacağım insanlar..
Ne mutlu, içinde iyi insan aşkıyla hayata onurlu duruş bırakanlara...

Olcay Kasımoğlu

Hiç yorum yok: