Translate

18 Haziran 2019 Salı

Su gibi, sevda gibi birbirinin nefeslerini dinleyen pırıltılara muhtacız.


İlkeli olmak bir ''YAŞAM'' biçimidir, kirlenmişliğe karşı bir duruş sergilemektir...
21. yüzyıla baktığımızda;
Bu çağa, bu görüntülere anlam vermek mümkün değil... ilkeleri olmayan, kendini kuma gömmüş, , tam olarak ne istedigini bilmeyen, bir türlü anlaşılamayan, sürekli yaşamı katledenlerden bıktık artık.
''Hiçbir çağda, insan bu kadar küçük hesaplar yapmak zorunda kalmadı.
Hiçbir çağda insan bu kadar zamandan, sevgiden, saygıdan yana fakir olmadı.
Hiçbir çağda sana biçilen yolun biraz dışına çıkmak bu kadar ağır cezalandırılmadı.
Hiçbir çağda, giyeceğin, yiyeceğin, içeceğin şeyler bu kadar çok başkaları tarafından belirlenmedi.''
Hiç bir çağda insan kendiyle bu kadar çelişmedi.
Toplum olarak yaşadığımız travmaları, kronikleşmiş sorunları aşma iradesi gösteremiyoruz.
Unuttuk kendimizi, geçmişimizi ve bizi bir arada tutan ortak değerleri, ahde vefayı..
Er veya geç herkes yaptıklarının bedelini ödeyecek. Doğruyu yazan kaleme herkes er veya geç muhtaç olacak.
Adalet herkes içindir, er veya geç herkesin defterine mürekkebi damlayacak...
Toplum olarak da hak etmeyenlere dağıttığımız değerlerin bedelini ödüyoruz.
Bir filozof seslenmişti 'Su gibi sevda gibi birbirinin nefeslerini dinleyen pırıltılara muhtacız.'
Önce adam gibi adam olmalıyız.
Kendimize ait bir doğrumuz yok ise başkalarının yanlışlarını doğru kabul ederiz.
Yanlışlar da zamanla doğruların yerini alır.
Ve herkes kendi çıkarına göre yaşamayı ilke edinirse sürer bu vasatın esareti...
Düşünen ve sorgulayan her insan, hangi şartlar altında olursa olsun insanı, değeri ve değerleriyle değerlendirir.
Ve vicdanımız... vicdanimiz yanılmaz bir yargıçtır, biz onu öldürmedikçe..
İyi bir sabrı kuşanmadan, iç sesimizle yüzleşmeden hiç bir işe başlamayalım, önemli kararlarda rol almayalım.
Kendi sahne arkamizi başkalarının sahne ışıkları ile kıyaslamayalım.
Değilmi ki;
İnsan ruhu doğanın parçasıdır. Doğa gibi
boşlukları muhakkak doldurur.
İçinde sevgiye yer olmayan her şeyi
sevgisiz yapar ve sevgisiz insan zayıftır
çabuk yenilir.
Sevgimiz bizi insan yapar.
İnsan olanın da onuru, itibari olur, sağlikli sevgi anlayışı olur.
Ortamın adamı olmaz...
Olcay Kasımoğlu

10 Haziran 2019 Pazartesi

Hüzün bir yoğunlaşmadır..

Hüzün, bir ardından bakmadır, yaşanana, yaşananın tortusuna. Yaşanılan gerçeklikle birlikte, yaşanmış üstüne bir yoğunlaşmadır. Yaşanmışlığın belirsiz değerlendirilmesidir.
Kaçırılanlar, acılar, çaresizlikler, geçip giden zamanın bir daha geri gelmeyeceğidir. Bir pişmanlık, derin bir melankoli nedeni olmamalıdır. Tutku, kızgınlık, nefret, öfke, coşku yoktur hüzünde.


İçselleşmiş hüzün; gerçekliğin, geçmiş zaman dilimini, dingin bir tatla değerlendirme duygusudur. Çığlık yoktur hüzünde, çılgın bir sevinçde. Hüzün, bir talep, beklenti, doyurulması gerekli arzu değildir.. Hüzün, olduğu gibilikle çıkılan bir geçmiş yolculuğudur. Yaşanmışın, belli bir ışıkla aydınlatılmasıdır. Hüznü yaşayanın, yaşadığına yönelik yorumundan kaynaklanacak ışıkla, bulur anlamını.


İnsana dair hüzün; acı ya da kaybın arasındaki ayırım üzerine odaklanmaz. Sevdiklerimizden ayrı kalmak acı dolu da olsa, bıraktığı tortu, hüzündür. Dostlarımızın bıraktığı güzelliklerin hüznü, acıların hüznünden daha yoğundur. “Ağlarım hatıra geldikçe gülüştüklerimiz.” dizesinde olduğu gibi; bir daha “aynı” olarak geri gelmeyeceğini anlatsada, yinede hüzün, umutsuzluğu, hayal kırıklığını barındırmıyor içimizde. Dünyadan vazgeçme, geri çekilme değildir bu hüzün.


Yaşanmışlıklar önünde soğukkanlı durabilmek ve hissettirdiklerine minnetle sarılmaktır hüznün enginliği. Yaşanmış olanlar, ne denli yüreğimizi burkarsa burksun, ben buradayım der gibidir yansıyan yüzü. Hüzünde, yitirdiklerimiz önünde; bir hal, bir çözme, çözülmedir. Gerçeklikle girdiğimiz ilişki sonucunda, gerçekliğin, farkedemediğimiz boyutları çıkar ortaya; gerçeğin diğer yaşantılarla tanıyamayacağımız yüzleri görünür. Kendimizi bu yaşantıyla, yeniden farkeder, yeniden keşfederiz. Bu düz bir keşif değildir; hüzünle dönüşürüz, yürürüz kendimize.


Yaşamı düz bir çizgide tutmak, buna düzen demek, tükenmektir, yaşamı ıskalamaktır aslında. Yaşadıkça, deneyimledikçe,öğretilerin bizi köleleştiren zincirlerini kıracağız. Kendimize acıyarak, neden ben diyecek kadar sonsuz değil yaşam. Sorunların,bizi duygusal paralizasyona götürmesine izin vermeyeceğiz. Ruhsal sağlığımızın ölçüsü tökezleyip, tökezlemediğimiz değil, tökezlediğimizde ne yaptığımızdır. Ayağa kalkıp, üstümüzü temizleyip, yolumuza devam edeceğiz.


Ancak o zaman, yaşam acılarının, kavgalarının olduğu iki kara parçası arasında, ağır ağır akan, derin, geniş, sessiz bir nehir gibi, hüzünle yeni başlangıçlara dönüşürüz.
Hüzün, özünde çok özel bir duygu. Bu duygu, bahçelerimize eskisi kadar uğramıyor.
İnsanları, kendi şahsı çıkarları için kullanmanın egemen olduğu bir çağda, içinde üzüntüyle sevinci bir arada taşıyan hüzün ortaklıkla görünmüyor. Onun yerine, hemen pes etme, bir vazgeçme yada kendini inkar yerini alıyor. Çıkar kavgasının ayyuka çıktığı, politik oyunların boy gösterdiği dünya düzeninde, mahzun insana bu çirkinlikler acı veriyor.


Sorunlarımızın olmaması mümkün değil, deriz ya ”Sorunsuz insan, sorunsuz cihan olmaz” diye lakin her sorunun birde çözümü vardır, yeter ki çözümsüzlüğe çanak tutmayalım.


Kalbimizin üstünde binlerce sözcüğün yankısı ve yüzümüzün kıvrımlarında binlerce hüznün,gülüşün, umudun kırıntısı saklı. Duraksadığımız, soluklandığımız bir ömrün haritası var kucağımızda.
Sorun üreten değil, sorun çözmenin parçası olalım.


Sorunları bahane ederek; mutsuzluğa ve umutsuzluğa kilitleniyoruz oysa her karanlık, kendisini sonlandıracak ışığın ”tohumlarını” içinde taşır..! 



.../çıkar içinden
tüm incinmişliklerini
yırtılsın karanlığın perdesi
kırılıp döküldüklerinle
yaslan gecenin duvarına


gecenin karanlığında esen
masum yüz rüzgarı olmak
 dokunmak sana
bir katrenin sınırında değil
yüreğine derya varlığında
akmak isterim

madem ki
sende olmaktır dileğim
sürsün bu yüz rüzgarları
dokunsun kar beyaz tenine
savursun gece karası saçlarını
her esinti
bizde ki kül değilde nedir söyle
nasıl olsa
yüz rüzgarlarından esen tılsımla
alaza düşmüş yüreğimiz
ateşten gömlek gibi
ilikleri birbirine kenetlenen
şimdi ne desin bu yürek
ey gözleri öksüzüm
tarifi olmayan
bir sevincin sarmalındayız işte
sevgisizlikle solmamak için
yüreklerimizi
sıcak ve hilesiz bir sevgiye kilitleyip
tenin altındaki ruha
yoldaş olmaya geliyorum/...
Olcay Kasımoğlu  

Dante Alighieri/İlahi Komedya Araf...



 İlahi Komedya’nın ilk bölümünü oluşturan Cehennem’i Dante’nin 1308 yılında tamamladığı sanılıyor. Cehennem 34 kanto içerir. Bu kantoların toplam dize sayısı 4720’dır. Dante bu yolculuk boyunca 112 kişiyle karşılaşır.”[8]
Cehennem, dibe  doğru inildikçe daralan bir çukurdur. Bu çukur, iç içe geçmiş dokuz  kattan oluşur. Dairelerin her biri günah derecelerine göre sıralanmıştır.  Aşağıya  inildikçe cezalar ağırlaşır. İnsanlar yaşarken işledikleri  günahlara göre  cehennemdeki katlara yerleşmişlerdir.
Cehennem, Kudüs kentinin altındadır. Cehennemin giriş bölümü “kötülük de iyilik de yapmadan yaşamış olanların ruhlarına yarılmıştır.  Cehennem ’in ilk akarsuyu Akheron da buranın sınırındadır. Cehennem’in ilk dairesi olan  Limbus’taki ruhlar Hıristiyanlıktan önce doğdukları için vaftizden yoksun kalmış ruhlardır.  Daha sonra asıl cehennem başlar. İkinci dairede şehvet düşkünleri, üçüncü dairede oburlar, dördüncü dairede cimriler, savurganlar, beşinci dairede öfkeliler cezalandırılır. Beşinci daire ve altıncı daireyi “ağır suçluların bulunduğu”,  içinde “sonsuza dek ateş yanacak olan” Dite katı yer alır. . Altıncı dairede sapkınlar, yedinci dairede, Tanrı’ya  isyan  ve hakaret edenler vardır. Sekizinci kata kadın  satıcıları , sömürücüler,, rüşvet yiyenler, hilekarlar,  hırsızlar, simyacılar ve  kalpazanlar atılmıştır.  Hz Muhammed de Hıristiyanlığın üzerine yeni bir din getirerek bölücülük yaptığı için buradadır. Dokuzuncu dairede kötülüklerin simgesi Lucifer’ de,  yarı beline dek buzlara gömülü olarak görürler.
Araf (Purgatario): 
Araf, 33 kanto içerir; toplam dize sayısı 4755’dir. Dante, bu yolculuk sırasında 46 kişiyle karşılar.  10 Nisan Perşembe, paskalya günü başlayan gezi üç gün sürer.
Dante’ye göre  Araf, meleklerin yer aldığı; sık sık şarkı söylenen, Cehennem ve Cennet arasındaki bir köprüdür.
Araf’a gidecek olan ruhları bir melek, Tevere ırmağının denize döküldüğü yerden, Araf’ın bulunduğu adanın kumsalına taşımakla görevlidir.  Kumsalda, kayalık bir bölüme geçilir, Araf’ın girişine. Ruhlar, Araf’a girmeden önce, ruhlarının ağırlığıyla doğru orantılı olarak bir süre burada bekletilmektedir. . Araf’ın üst katlarına çıkıldıkça, günahın ağırlığı ve verilen ceza azalmaktadır. . Cezanın amacı, ruhun eğitilmesi, günahlardan pişman olmanın sağlanmasıdır. İyilik kötülük karşıtlığının bir sonucu olarak Cennet-Cehennem ikilisine eklenen Araf, bir değişim merkezidir.
Vergilius ile birlikte Araf’a tırmanan Dante, Yeryüzü Cenneti’nde yıllardan beri görmemiş olduğu Beatrice ile karşılaşınca, Vergilius birden yok olur. Lethe ve Eunoe ırmaklarında arınan Dante, Beatrice ile birlikte Cennet yolculuğuna başlar.''

En sevdiğim  bölümler ise bu yolculuğun ruhuna mührünü basmış desem abartı olmaz...

ilahi Komedya/Cehennem...
Birinci Kanto...
1- Yaşam yolumuzun ortasında karanlık bir ormanda buldum kendimi, çünkü doğru yol yitmişti...
88- Yolumu kesen şu hayvan damarlarımdaki kanı ürpertti, yardımcı ol bana ünlü bilge.
91-”Daha iyi edersin başka yoldan gidersen, kurtulmak için bu yabanıl yöreden' diye yanıt verdi, ağladığımı görünce;
94- “çünkü seni bağırtan bu hayvan, kimsenin geçmesine izin vermez yolundan, karşısına dikilip, er geç parçalar onu;
97- öyle kötü, öyle pistir ki huyu, doymak bilmez oburluğu, doydukça karnı daha da açılır iştahı.
İkinci Kanto...
46- Korku sık sık insanın içine girer, yapacağı onurlu işleri engeller, ürkütür karanlıkta kalmış bir hayvan gibi...
88- İnsan yalnızca başkalarına zarar verecek şeylerden korkmalı; bunun dışında korkuya yer olmamalı...
Üçüncü Kanto...
7- Benden önce her şey sonsuzdu; sonsuza dek süreceğim bende...İçeri girenler, dışarıda bırakın her umudu...
46- Bunların ölmek umutları kalmadı, öyle aşağılık ki karanlık yaşamları kıskanırlar başka her yazgıyı...
55- ardından öyle çok insan gidiyordu ki, aklımın ucundan bile geçmezdi ölümün bunca insanı yenik düşürmesi...
Dördüncü Kanto...
10- Karanlıktı, derindi içi, öyle bir sis vardı ki, dibine bakınca bir şey seçilmiyordu...
16- Nasıl gelirim, korkularıma su serpen sen bile ürkersen...
40- Bu yüzden yitiğiz biz, başka bir suçtan değil, tek cezamız umutsuz bir özlemle birlikte yaşamamız...
Beşinci Kanto...
16- Nereye girdiğine, kendini kime emanet ettiğine dikkat et, girişin genişliğine aldanayım deme!..
55- Öyle şehvet düşkünüydü ki, yasal kılmıştı zevk alınan her şeyi örtmek için kendi ayıbını...
121- Mutlu günleri anmak acılı günlerde, inan ki acıların en büyüğü...
Altıncı Kanto...
106- Bir nesnenin kusurları eksildikçe aldığı tat da, duyduğu acı da artar...
Yedinci Kanto...
4- Korkuya yenik düşme, elinde bunca güç olsa bile engel olamaz bayırdan inmemize...
52- Sürdükleri yaşam kirli yaşam öyle kararttı ki yüzlerini, tanınmaz hale geldi bu soysuzlar...
61- İnsanların peşinde koştukları talihin dağıttığı ödüllerin, aldatıcı olduğunu görmektesin...
88- İnsanlar sık sık konum değiştirir...
Sekizinci Kanto...
10- Bataklığın sisi engellemiyorsa görmeni diye yanıt verdi, neyin beklediğini görebilirsin çamurlu dalgalarda...
34- Gözleri yaşlı biriyim, gördüğün gibi...
91- Geldiğin çılgın yoldan geri dönmeyi denesin bakalım becerecek mi?
Dokuzuncu Kanto...
16- Bu korkunç uçurumun ilk dairesinden, tek cezası umutsuzluk olan biri hiç aşağıya inebildi mi?.
Onuncu Kanto...
100-“Gözleri bozuk olanlar gibi görüyoruz “dedi, uzakta olan nesneleri seçebiliyoruz...
103- Olaylar yaklaşıp da yanımıza gelince, siz insanların halini bilmez oluruz birisi bize bilgi vermedikçe...
106- Geleceğin kapısı örtülünce bildiklerimizin uçup gittiğini anlamışsındır...
On Birinci Kanto...
10- Biraz ara vereceğiz inişimize, duyularımız bu pis kokuya alışsın diye; burnumuz duymaz olur alışınca iyice...
25- Hile insana özgü bir kusurdur...
52- Vicdanları sızlatan hile ise, bir insana güven duyana da yapılır, o insana güvenmeyene de...
91- Kuşku insana keyif veriyor, tıpkı bilgi gibi...
On Üçüncü Kanto...
100- Ötekiler gibi biz de kalıplarımıza döneceğiz, ama hiçbirimiz onları giymeyeceğiz, doğru olmaz insanın çıkardığı şeyleri geri alması...
151- Kendi evimde çarmıha gerdim ben kendimi...
On Dördüncü Kanto...
34- Yalnız kalan kor daha çabuk söner...
49- Yaşarken nasılsam, öyleyim sonra da...
64- Sana en büyük ceza kudurmuşluğun dışında hiçbir işkence veremez aynı acıyı öfkene...
88- Gözlerin, alevleri kendi üstünde üstünde söndüren bu akarsu değerinde hiçbir şey görmedi...
On Beşinci Kanto...
61- Ama vaktiyle Fiesole'den inen, yüreği hala taş gibi, değer bilmez, kötü niyetli bu halk, sana düşman kesilecektir..
64- İyi davranışların nedeniyle; haksız da sayılmazlar: çünkü ballı incir meyve vermez acı üvezler içinde...
67- Köre çıkmıştır adları eski ünleri nedeniyle; kurumlu kıskançtırlar, üstelik de cimri; dikkat et huyları etkilemesin seni...
97- Dinlemesini bile, anlamayı da bilmeli...
On Altıncı Kanto...
61- Acıları bırakıp, tatlı meyvelerle gitmekteyim rehberimin peşinde; ama merkeze inmem gerekiyor önce...
118- Ah insanlar nasıl da dikkat kesmeli, eylemlerimizi gördükleri gibi, düşüncelerimizi de okuyanların yanında!..
124- Yalan görünüşlü bir gerçek karşısında, insan çenesini tutmalı elinden geldiğince, çünkü utanmak zorunda kalabilir kusuru olmasa da...
On Sekizinci Kanto...
124- El etek öptüğüm için pisliğe gömdüler beni, dilim övgüler düzmekten bıkmak bilmezdi...
Yirminci Kanto...
37- Bak, sırta dönüşmüş göğsü; çok ileriyi görmek istediği için arkasına bakıyor, gerisin geri yürüyor...
100- Öyle inanıyorum ki sana, başka sözlerin değeri sönmüş kömür gibi, seninkilerin yanında...
Yirmi Birinci Kanto...
106- Bu kayadan daha ileri gidemezsiniz, çünkü olduğu gibi devrildi...
Yirmi İkinci Kanto...
61- Öğrenmek istediğin bir şey varsa dedi, parça parça olmadan önce sor...
Yirmi Üçüncü Kanto...
10- Her düşüncenin bir başka düşünceyi doğurması gibi, ilk düşüncede bir yenisini doğurmuş, var olan korkumu bir kat daha arttırmıştı...
16- Öfke eklenirse kötü niyetlerine, tavşan yakalamış bir köpekten bile azgın bir biçimde düşerler peşimize...
25- Kalaylı bir cam olsaydım, dış görünüşünü, içinden geçenleri okuduğum hızla yansıtamazdım...
Yirmi Dördüncü Kanto...
28- Sıkı tut bu kayayı, çekecek mi seni önce bir dene...
46- Kuş tüyü üstünde, yorgan altında kavuşulmaz üne...
52- Hadi kalk! Bedenin ağırlığı altında ezilmedikçe, her savaşı kazanan cesaretinle yen kapıldığın telaşı..
55- Sözlerimi anladınsa, ders almasını bil...
76- Haklı bir isteğin karşılığı söz değil, eylem olmalı...
106- Büyük bilgeler, zümrüdüanka beş yüz yaşına yaklaştığında ölür, sonra yeniden doğar derler;
109- bu kuş yaşamı boyunca ne ot, ne tohum yer, kakule ile günlük ile beslenir, geyik otuyla dikenler ise kefenidir...
Yirmi Beşinci Kanto...
58- Hiçbir sarmaşık bir ağaca, bu korkunç hayvanın bu organlara sarıldığı gibi sarılamazdı.
64- Beyaz ölmekteyken kara değildir daha...
Yirmi Altıncı Kanto...
10- Olması gereken olduysa, erken değildi. Olmadıysa, olsun ne olacaksa, daha çok yanacak içim, başım kocadıkça..
46- Her ruh kendini yakan aleve sarılı iyice...
118- Aslınızı düşünün isterseniz; hayvanlar gibi yaşamak için dünyaya gelmediniz, erdem ve bilgi peşinde koşmak göreviniz...
Yirmi Yedinci Kanto...
79- Her insanın yelkenleri indirip, halatları derlemesi gereken yaşa erişince,
82- sevmez oldum eskiden sevdiğim şeyleri: pişmanlık duydum, keşişlere katıldım; kurtulacağımı sandım, oysa yanılmıştım!...
109- Çok söz vermek, az yerine getirmek, sağlam kılar yerini...
Yirmi Sekizinci Kanto...
34- Burada gördüğün öteki kişiler yeryüzünde bölücülük, bozgunculuk tohumu ektiler, bu nedenle ikiye bölündüler...
124- Kendi kendini aydınlatıyordu; bir bedende iki, iki bedende tekti...
Otuz Birinci Kanto...
22- Bu karanlıkta uzağa bakmaya kalkışınca, düş gücün oyun oynadı sana...Uzaklığın insanı
25- ne denli yanıltığını kendin de göreceksin...
55- Akıl, kötü niyetle kaba kuvvetle birleşirse, kimse karşı koyamaz bu güce...
Otuz İkinci Kanto...
7- Evrenin tümünün dibini anlatmak, ne hafife alınmalı, ne de ana baba diyen bir dilin işi olmalı...
19- Dikkat et yürürken! Yoksa acılı kardeşlerinin başlarını çiğnersin...
Otuz Üçüncü Kanto...
73- Acının yapamadığını açlık bastırdı sonunda...
Otuz Dördüncü Kanto...
25- Ölmemiştim, ama diri de değildim; bir nebze aklın varsa kendin tasarla ne hale geldiğimi, yaşamla ölümden yoksun kalınca...
130- Oyduğu bir kayadan hafif bir eğimle akan bir suyun şırıltısı belli eder varlığını...
Deniz, analar gibi, sevdiğini, dölyatağında tutup saklayacaktır, bir daha doğurmamak üzere... Bilge Karasu
ARAF;
Birinci Kanto...
70- Özgürlüğünü arıyor o, özgürlüğün bedelini uğrunda can verenler bilir en iyi...
103- Yapraklı bitki, gövdeli bitki de burada yaşayamaz, çünkü dalgalara karşı koyamaz...
İkinci Kanto...
64- Az önce bir başka yoldan buraya vardık, öyle çetin öyle sarptı ki, yokuş çıkmka bizim için çocuk oyuncağı artık...
79- İçi boştu gölgenin!..
121-Bu ne aymazlık, bu ne umursamazlık?.. Hemen dağa çıkın, Tanrı'nın size görünmesine engel olan kabuğunuzu bırakın!...
Üçüncü Kanto...
133- Umut çiçeği açtığı sürece, onların ahı yok etmez sonsuz sevgiyi, geri dönmeyecek bir biçimde...
Dördüncü Kanto...
1- Duyularımızdan birine acı ve zevk egemen olursa, öyle kaptırır ki ruhumuz kendine bu duyguya
4- artık öteki duyuları tanımaz bile ve bu olgu, birden çok ruhumuz olduğuna inananların görünüşünü çürütür...
7- Ruhu büyük bir güçle kendine çeken bir şey görülürse duyularsa, zaman bir çırpıda akıp gider,
10- çünkü zamanı algılayan yeti başka, ruhu içeren yeti başkadır, biri bağımsız, öteki bağımlıdır...
22- Üzümler olgunlaşınca asmaların dibine bağcının çatalla açtığı delik bile, daha geniş olurdu bu geçitten...
52- Yüzümüzü geldiğimiz doğu yönüne döndük, aştığımız yola bakmak güç kaynağı oldu bize...
85- Ama ne olur, bana söyle, daha ne kadar yolumuz kaldı geriye, çünkü dağın yüksekliğine gözlerim erişemiyor...
88- Dedi ki : Bu dağ öyle bir dağdır ki, başlangıcı çok sarptır, ama yükseklik arttıkça zorluk azalır...
91- Bu nedenle, dağa tırmanış, akıntıya kapılmış bir gemi gibi kolayladığında,
94- yolun sonuna varmış olacaksın; bekle yorgunluğunu orada çıkartırsın...
127- Kardeş yukarı çıkmak neye yarar ki? Tanrı'nın kapıda duran meleği, cezamı çekmeme izin vermez ki...
Beşinci Kanto...
16- Düşüncesinin üstüne düşünce yeşerten, uzaklaşmış olur ereğinden, ikinci düşünce güçsüz kılar ilkini...
82- Bataklığa doğru koştum oysa, sazlar, çamurlar engel oldu kaçmama, yere düştüm; damarlarımdaki kan göl oldu toprakta...
Altıncı Kanto...
1- Zar oyunu sona erince yenilenin içine sıkıntı düşer, zarlara sarılır yeniden, bilensin diye;
4- herkes yenenin peşinden gider; kimi önde yürür, kimi onu arkasından çeker, kimi varlığını yanında belli eder;
7- yenen, durmayıp yürürken herkesi dinler, elini uzattığı, çekilip gider; böylece kurtarmış olur kendini...
136- Doğruyu söyleyip söylemediğimi olaylar göstermekte...
Yedinci kanto...
25-Senin peşinde koştuğun, benim ne yazık ki çok geç tanıdığım yüce Güneş'i yaptıklarım için değil, yapmadıklarım için yitirdim...
28- Aşağıda, acı çekenlerin değil, yalnızca karanlığın hüzünlü kıldığı bir yer var, orada çığlık değil, iç çekişidir yakınmalar...
49- Gece çıkmak isteyeni biri mi engeller, yoksa gece çıkmayı beceremez mi?
52- İyi yürekli Sordello parmağıyla bir çizgi çizdi yere ve “dinliyor musun?” dedi, “güneş batınca bu çizgiyi bile geçemezsin...”
55- gecenin karanlığından başka bir şey engellemez yukarı gitmeni; ama karanlık yok eder insanın yukarı tırmanma isteğini...
88- Bu yükseltiden daha iyi seçerseniz her birinin yüzünü, yaptığını ettiğini, vadiye indiğinizde böyle görmezsiniz...
121- İnsanların erdemlerinin çocuklarına geçmesi az rastlanır...
Sekizinci Kanto...
34- Aşırı ışık köreltmişti gözlerimi...
Dokuzuncu Kanto...
85- Dikkat edin, yukarı çıkmak üzebilir sizi...
94- İlk basamak mermerdi, temiz mi temiz, kaygan mı kaygandı, bir aynada gibi gördüm onda kendimi..
97- İkinci basamak karaya çalıyordu, enine boyuna çatlaklarla dolu kireçli sert bir taştan oluşmuştu.
100- En üstte yükselen üçüncü basamak, sanki tutuşmuş somakiydi, damardan fışkıran kan gibiydi..
112- İçeri girince bu yaraları temizlemeyi sakın unutma...
121- Anahtarlardan biri yerine oturmayıp da, kilidin içinde dönmezse gerektiği gibi, kapı açılmaz...
124- Biri daha değerlidir; ama öteki açmadan önce çok bilgi beceri ister, çünkü düğümü asıl o çözer...
127- Kapıyı kapayıp da yanılmaktansa, açıp da yanılmayı yeğle...
130- Dönüp de arkasına bakan, dışarıda bulur kendini...
Onuncu Kanto...
127- Niye yükseklerde uçuyor ruhunuz, gelişmesi bitmemiş tırtıllar gibi kusurlu böcekler olduğunuzu bilmiyor musunuz?..
On Birinci Kanto...
82- Artık onurun çoğu onun, azı benim...
91- Ey insan yeteneğinin gelgeç başarısı!..Ne kısa süreli doruklarınızın yeşili, peşinden gelmezse eğer fırtınalı günler!..
100 – Dünyada ün denilen, tıpkı bir esinti, bir o yandan eser, bir bu yandan gelir, yönü değiştikçe adı da değişir...
106- Bin yıl dediğin, sonsuzluk ölçeğinde, eşittir gökyüzünün en ağır dairesine göz açıp kapayıncaya dek geçen süreye...
115- Sizin ününüzün rengi tıpkı ot rengi, bir koyulaşır, bir açılır, topraktan çıkaran kişi soldurur yine bu rengi...
On İkinci Kanto...
4- Bırak onu ilerle, çünkü yelkenleriyle, kürekleriyle, herkesin elinden geldiğince kayığını yürütmesi gerekir bu yerde...
13- Aşağıya çevir gözlerini, görürsen ayaklarının nerede gittiğini, güvencede bilirsin kendini...
94- Ey gökyüzüne uçmak için yaratılan insan, niçin düşüyorsun en ufak bir rüzgarda?..
124- Ayakların yenik düşecek iyi niyetine artık yorulmamakla yetinmeyip keyif de alacaksın tırmanmaktan...
On Üçüncü Kanto...
73- Beni görmeyenleri görerek yürümek, bence onları aşağılamak demekti...
76- Konuş ama az söyle, öz söyle...
On Dördüncü Kanto...
52- Daha derin boğazlara indiğinde kurnaz mı kurnaz tilkiler bulur önünde, olanaksızdır bunları faka bastırmak...
76- Senin bana yapmak istemediğin şeyi, benim sana yapmamı istiyorsun demek ki...
85- Ne ektimse onu biçiyorum şimdi; ey insan soyu, niçin bağlıyorsun yüreğini başkalarının dışlandığı yere?..
94- Zehirli bitkiler sardı her yanı, toprağı işlemek için artık çok kalındı...
142- Bu sesler birer dizgindi, amacı insanı sınırları içerisine çekmekti...
145- Ama zokayı yemişsiniz, kendine sürüklemekte sizi eski düşmanınızın oltası; bu nedenle dizginin de, uyarının da olmuyor yararı...
On Beşinci Kanto...
49- Bölüştükçe azalan şeylere yöneldiği için isteklerinizin ereği çekememezlik kabartmakta yüreklerinizi...
52- Ama en yüce dairenin sevgisi yukarıya doğru yöneltseydi isteklerinizi içinizde bu tasadan eser bile kalmazdı...
55- Çünkü ‘bizim’ diyenlerin sayısı ne denli çok olursa, o denli zengin kılar her şeyi...
61- Birkaç kişinin bölüştüğü bir değeri, çok sayıda kişi bölüşürse, o kişilerin daha varsıl olmaları düşünülebilir mi?..
64- Dedi ki: “Aklın hala dünya işlerinde senin, bu nedenle olmalı, gerçek ışıktan karanlıklar derlemektesin...”
70- Ateş ne denli çoksa, o denli çok verir kendini, böylece ne denli yayılırsa sevgi o denli çoğalır sonsuz erdem, üzerinde...
73- Ne denli çok yürek tutuşursa yukarıda, o denli çok olur sevginin ereği, bir ayna gibi yansır erdemler karşıdaki ruha...
103- Ceza verirsek iyiliğimizi isteyenlere, ne yaparız kötülüğümüzü isteyenlere?..
115- Ruhum esrimeden silkinip de, çevresindeki gerçek nesneleri görünce, hatamın beni yanıltmadığını anladım...
127- Yüz maske bile taksan yüzüne, aklından geçen en küçük düşünce bile bilgim dışında kalmaz benim...
136- Uyku sersemliğini atmada tembellik edenleri, zaman zaman böyle dürtmeli...
On Altıncı Kanto...
34- Duman engellerse görmemizi, kulaklarımız birleştirir bize..
58- Seninde dediğin gibi dünya da erdemin zerresi kalmadı, kötülükler sardı her yeri,
61-ne olur bunun nedenini söyle, öğrenip başkalarına söylerim ben de, kimisi yıldızlara, kimisi buraya bağlıyor nedeni.
64- İlkin derin bir iç çekti “Of!” dedi inler gibi, sonra Kardeş diye söze girdi, dünya kördür, seninde oradan geldiğin belli.
67- Gökte buluyorsunuz her şeyin nedenini siz canlılar, her şey sanki onunla sürükleniyormuş gibi.
70- Böyle olsaydı, hiçbir şey elinizde olmazdı, iyiliğe sevinmenin, kötülüğe üzülmenin bir anlamı kalmazdı.
73- Evet, gök başlatır davranışlarınızı, ama her davranışı değil, öyle bile olsa, iyi ile kötüyü ayırt edin diye
76- ışıkla istenç verildi size, gökle ilk çatışması zor gelse de istence, sonunda hep üstün gelir, eğer iyi beslenirse.
79- Özgürsünüz, daha yüce, daha değerli bir güce bağlı olsanız bile; aklınızı bu güç verir size, gökler karışmaz aklın işine...
109- Kılıç asayla birleşince, zoraki birleşme yalnızca kötülük getirdi...
112- Başağa bak iyice, çünkü tohumundan belli eder kendini bitki...
On Yedinci Kanto...
22- Aklım öyle kapandı ki, kendi içine, dıştan gelen hiçbir nesne giremez oldu içine...
58- Bir gereksinimi görüp de yardım işareti bekleyen, yardım etmeyecek demektir...
94- Doğal sevgi hep hatadan arınmıştır, ama öteki hata edebilir, değersiz bir nesne seçerek, gereğinden fazla ya da gereğinden az severek...
103- Sevginin, içimizdeki her erdemin ve ceza gerektiren her eylemin tohumu olduğunu anlamalısın sende...
106- sevgi içinde doğup yeşerdiği güzellikten çevirmeyeceği için gözlerini, her nesne korunmuş olur kendi kininden.
109- Öte yandan hiçbir varlık kökeninden bağımsız ve ayrı olmadığına göre kin beslemez kendisine can verene.
112- Öyleyse, yaptığım ayrım yanlış değilse, yanı başımızdakine yönelir kötülük sevgisi; ve bu sevgi üç biçimde doğar sizin balçığınızda.
115- Kimisi, komşusunun alçalmasında görür yükselmenin yolunu, işte bu nedenle onun büyüklüğünü yitirmekten ürker,
118- Bir başkası yükselirse, gücünü, saygınlığını, şanını, onurunu yitirmekten ürker, kimisi de öyle üzülür ki, bunların karşıtını sever,
121- aşağılanan biri de öyle utanç duyar ki ,öç doldurur yüreğini, önlenemez başkalarına kötülük etmesi.
127- Ruhunun dinleneceği bir iyilik tasarlar her insan ve onun peşinde koşar; ona erişmek için çaba harcar.
130- Onu öğrenmeye ya da elde etmeye sizi dürten sevgi gevşek bir sevgiyse, pişmanlığın ardından bu daire sizi cezalandırır...
133- Mutluluk getirmeyen bir iyilik daha vardır; ne mutluluktur o, ne de her iyiliğin meyvesi ve kökü olan özün kendisi...
136- Buna kendini aşıran kaptıran sevgi üstümüzdeki üç dairede gözyaşı dökmekte; söylemeyeceğim nasıl bölündüğünü üçe,
139- kendin arayıp bulasın diye...
On Sekizinci Kanto...
13- Senden bu nedenle, her iyi eylemle tersinin kaynağı olarak değerlendirdiğin sevginin ne olduğunu açıklamanı istiyorum sevgili babam.
16- Aklının keskin gözlerini bana çevirirsen dedi o, yol göstermeye kalkan körlerin düştükleri hatayı görürsün hemen.
19- Ruh sevmek için yaratılmıştır, hoşlandığı şey onu dürtünce, hoşuna giden her şeye yaklaşır.
22- Algınız bir görüntü yaratır gerçek bir nesneden, bunu içinize yansıtır ruhunuz böylece yüzünü çevirir o yöne;
25- O yöne dönen ruh nesneye eğilirse sevgi denilir bu çekime, bu doğal sevgi keyif verip bağlar sizi kendine.
28- Ve ateş havada nasıl yükselirse özünün daha uzun sürdüğü yere, doğarken aldığı biçim gereği,
31- işte sevgiye kapılan ruhta böyle bir istek duyar ve ruhsal bir eylem olan bu istek, dinmez sevdiği şeyi elde etmedikçe.
34- Her sevginin özünde saygın olduğunu düşünenlere gerçeğin ne denli uzak olduğunu görmüş olmalısın şimdi.
37- Her zaman iyi olabilir belki de nesne; ne var ki mum ne denli iyi olsa bile her zaman iyi çıkmaz mührün izi..
40- Sözlerini dinleyince, dikkatle seni izleyince diye yanıt verdim. Sevgiyi öğrendim, öğrenmesine, kuşkularım çoğaldı ne var ki;
43- Sevgi bize dışımızdan geldiğine, ruh da onun etkisine girdiğine göre, eğri de gitse, doğru da gitse, ruhun bir seçimi olmuyor bu işte...
46- Dedi ki : “Ben sana aklımın erdiğini söyleyebilirim ancak; bunun ötesini Beatrice anlatacak; çünkü inanç eylemi bunun ötesi...
49- Maddeden ayrı ama onunla iç içe her özsel biçim kendine özgü bir erdem içerir, bu erdem ancak eylemiyle sezilebilir,
52- ancak etkisiyle görülebilir, tıpkı bitkilerdeki yaşamı yeşil yaprakların belli etmesi gibi.
55- Bu nedenle insan ilk bilgileri ve hoşlandığı nesnelere duyduğu sevgiyi nasıl edindiği bilmez,
58- Arı nasıl içgüdüsüyle bal yaparsa bunlar da içgüdüseldir insanda; bu ilk istek ne övgü hak eder, ne de yergi.
61- Ötekilerin de eklenmesi için ilk isteğe, doğuştan gelen, akıl öğreten, kapıyı bekleyen bir erdem vardır hepinizde.
64- Bu erdemin iyi sevgilere, kötü sevgilere kucak açışına göre övgü kazanmanızın nedeni bu ilke de yatar işte.
67- Sorunun derinine inenler, bu doğuştan özgürlüğü belirlediler ve dünyayı ahlakı getirdiler.
70- Demek ki, içinizde doğan bir sevgiyi bir gereksinimin ateşlediğini kabul etsek bile, dizginleri sizin elinizdedir yine de...
Yirminci Kanto...
1- Bir arzu karşı koyamaz kendinden güçlü arzuya...
82- Ey cimrilik, öyle tutsak ettin ki soyumu kendine, sevmez oldular kendi çocuklarını bile, elinden daha ne kötülük gelir ki?..
Yirmi Birinci Kanto...
61- Arınan ruh özgür bulunca kendini, yer değiştirmek ister kendi isteğiyle, bu istektir arınmanın tek belirtisi...
106- Kahkaha ile gözyaşı öyle yakından izler ki ikisinin de kaynaklandığı duyguyu dürüst bir kişi kullanamaz istencini...
Yirmi İkinci Kanto...
10- Erdemle tutuşan bir sevgi, tutuşturur hep başka bir sevgiyi, yeter ki dışarı vursun alevi...
28- Gerçekten de, kimi kez insan haksız yere kuşkuya düşer gördüklerinden, bunun nedeni saklı kalmasıdır asıl gerçeklerin...
49- Bil ki, bir günahın tam tersi bir günah, onunla bir arada kendi kökünü de kurutur burada...
124- Alışkanlık yol gösterdi adımlarımıza, daha az kuşkuyla koyulduk yola, bu seçkin ruhun da onayıyla...
Yirmi Üçüncü Kanto...
13- Borçlarını ödeye ödeye giden gölgeler olmalı...
58- Merak içinde konuşturma beni, kişi düzgün konuşamaz aklı başka yerdeyse...
115- Eğer gözlerinin önüne getirirsen benim sana, senin bana yaptıklarımızı daha da duyumsarız anılarımızın ağırlığını...
Yirmi Dördüncü Kanto...
7- Bu ruhun yavaş tırmanmasının nedeni, yanında yürüyen öteki;
16- Öyle tanımaz kıldı ki açlık yüzlerimizi, adlarımızı söylemek yasak sayılmamalı...
61- Sorunu derinlemesine inceleyen biri, iki biçim arasında bir başka ayrım göremez...
Yirmi Beşinci Kanto...
16- Sözlerinin okunu tutma yayda gerili, bırak gitsin ileri...
67- Dölüt beyni eksiği olmayan bir beyindir...
Yirmi Altıncı Kanto...
106- Söylediğin bu sözlerle öyle parlak bir iz bırakıyorsun ki bende, Lethe bile silip karartamaz bu izi...
Yirmi Yedinci Kanto...
10- Ey kutsal ruhlar, alevlerden geçmedikçe ileri gidemezsiniz: girin alevlerin içine...
49- Ateşin içine girdiğimde, öyle ölçüsüzdü ki alevlerin sıcaklığı, serinleyeyim diye erimiş camın içine bile atabilirdim kendimi...
73- Her birimiz bir basamağı yatak yaptık kendimize; çünkü dağın yapısı hiç birimizde bırakmamıştı tırmanma gücü, tırmanma isteği.
91- Uyku bastırdı birden, o uyku ki daha olmadan önce bilir çok şeyi.
127- Buraya akılla sanatla getirdim seni; bundan böyle, kendi isteğin rehber olacak kendine; sarp çetin yolların dışındasın artık...
139- Benden tek söz, tek işaret bekleme; aklın özgür şimdi, doğru ve sağlıkla da, hata edersin uymazsan ona:
142- artık tacını da, külahını da bırakıyorum sana...
Yirmi Dokuzuncu Kanto...
46- Duyuları yanlışa sürükleyen toplu algılamanın, uzaklığın etkisinden kurtulacağı denli yaklaşınca onlara,
49- aklı besleyen erdem bunların şamdan olduğunu öğretti bana...
61- Parlak ışıkları görmeye can atıyorsun da, arkalarından gelene niçin bakmıyorsun?..
Otuzuncu Kanto...
118- Toprak iyi, iyi ekilmez de bakımsız kalırsa, daha kötü, daha yabani olur, güçlü olduğu ölçüde...
Otuz Birinci Kanto...
40- Suçlunun kendi ağzından çıkarsa günah suçlaması, bileği taşı törpülemeye başlar keskin ucu, bizim mahkememizde...
85- Pişmanlık ısırganı öyle dalamıştı ki içimi, beni onun sevgisinden ayıran her şeye düşman kesildim birden...
Otuz İkinci Kanto...
67- Modelin resmini çizen bir ressam gibi, nasıl uyuyakaldığımın resmini çizerdim; ama bu resmi kim çizebilir ki?..
Otuz Üçüncü Kanto...
31- Korkudan da, utançtan da artık kurtulmalısın; düş gören biri gibi konuşmamalısın...
34- Bil ki, yılanın kırdığı araba eskiden vardı, artık yok; suçlu da bilsin ki, Tanrı’nın öcü çorbadan korkmaz..
37- Önce canavar, sonra av olan arabada tüylerini bırakan kartal hep mirasçısız kalmaz..
124- Belki de çoğu kez olduğu gibi, daha önemli bir şeye duyduğu ilgi gözlerine dek bulandırmıştır belleğini...''

Okunmalı, anlamalı, gitmeli taa zamanların ötesine...

Olcay Kasımoğlu



"Okumak Yazmak ve Yaşamak Üzerine"


''Bir yavru kedinin bile yalnızken gelip sırnaş-tığı, oyun oynamak için debelendiği insanlarız biz. Bizim yalnızlığımız da o kedi dile getirmese de aynı "can sıkıntısında uğraş arayışını" belirginleştirir. Shopenhaure'in Okumak Yazmak ve Yaşamak Üzerine adlı kitabının ilk bölümü de "İnsan mutluluğunun iki temel düşmanı: Istırap ve Can Sıkıntısı" ndan oluşuyor.
Sert ve yıkıcı ama anlaşılma ölçüsünde de bir o kadar yapıcı olması yönünden Nietzsche'yi anımsatıyor Shopenhauer. Ama gel gör ki Nietzsche'ye ilham veren adam zaten ta kendisi! Dolayısı ile kendi yazarlığımı, yaşamımı, düşünce yapımı, okuma alışkanlığımı hatta can sıkıntısı en son ne zaman yaşadığımı sorgulamama, özeleştiriyi onun gözüyle yapmama sebep olmuş bir kitaptır diyebilirim. Çok satanlar listesinden tutun da, isimsiz eleştiri yapan edebiyatçılara , "can sıkıntısı" bahsinin sadece "boş" insanların lüksü(!) olduğuna varana kadar pek çok konuda fikir üretmiş bu kitapta Schopenhauer.
Çoğunluğumuzun ahmak olduğu dünyada "Eğer zihnin niteliği nicelikle telafi edilebilseydi, bu insanların büyük dünyasında bile yaşama zahmetine değerdi; fakat şükür ki yüz tane ahmak bir tane akıllı etmez." sözüyle beni kendine bir kez daha aşık etmeyi başarmıştır.
Bu tarz "ağır" filozoflara başlama, tanıma evreme Irvin Yalom her zamanki gibi eşlik etmiştir. Nietzsche'de buna öncelikle Cogito'nun Nietzsche Kayıp Bir Kıta sayısıyla başlamış olsam da, yine tamamlayan Irvin Yalom'un Nietzsche Ağladığında idi. Aynı şekilde Schopenhauer'a giriş okumam yine Irvin Yalom'un Bugünü Yaşama Arzusu sayesinde olmuştur. Söz konusu kişiler "ağır" sözcükleri sırtlanmış kişiler olunca, kendisini anlamış başka birine dört elle sarılıp açılışı yapmak istiyor insan. Bu da Irvin Yalom sayesinde oluyor. Bu okumaların yararını daha sonra filozofların kendi kaleminden eserleriyle anlama oranımı kıyaslayarak gördüm. Bu yüzden Schopenhauer'un bu kitabındaki pek çok şeye ağzımı açıp şaşırmaktan öte, hatta bu şaşkınlığı kimilerinin yaptığı gibi tapmaya dönüştürmekten öte; hayata aktarımı ne kadar mümkün, ne kadarını yapabilmişim, ne kadarını yapabilirimini düşündüm. Katılmadığım, hak vermediğim yönleri olmadı değil tabiiki. Ama ilk amaç anlamak olduğu için daha çok okumaya sürüklenmek gerekti.
Gelelim kitabın bölümleri ve değinilmesi gereken noktalarına. Öncelikle "can sıkıntısı" "yalnızlık" hakkında beklentilerimizi en aza indirgememiz gerektiğini vurgulayarak "Hiç kimse başkalarından ya da genel bir ifade ile dış dünyadan çok fazla beklenti içerisinde olmamalıdır. Bir insan tekinin bir başkası için ifade edebileceği şey öyle çok büyük değildir. Neticede herkes yalnız kalır ve önemli olan şey yalnız kalanın kim olduğudur.", der filozof. İnsanların kendi iç dünyalarının ne kadar fazla bilgi - birikimle dolu olduğu, yalnız kaldıklarında hayatlarını idame ettirmek için bunları ne kadar kullandıklarıyla birleştirilebilir öyleyse. Evde kalmaktan, odamda vakit geçirmekten hiç sıkılmayan benin, "Yapacak mutlaka bir şeylerim vardır." sözünü çağrıştırmıyor değil aslında.
Nasıl yani?
Aslını isterseniz bu kitabı tanıtırken "ben eklentilerini" de size sunmak istemezdim. Ama kitabı tanıtmak yazarı tanıtmak demektir. Dolayısıyla bu kitabı okurken karşılaşacağınız yoğun hava aynen bu şekilde demeye getiriyorum bir yerde... Bulaşıcı mı? Umarım değildir...
İsminizin ardını ne çok doldurmanız gerekliliğini daha evvel söylemiştim. Kıyı kalmayınca ismimize tutunmamız gerektiğini de. İsmimiz bizim niceliğimizle doldurulabilir ancak. Zaten gerisini Schopenhauer da dile getirmiş zannımca.
"Okumak ve Kitaplar üzerine" adlı ikinci bölüm, "Yazarlık ve Üslup üzerine" adlı üçüncü bölüm ve "Düşünmek Üzerine" adlı son bölüm her bir satırı alınıp paylaşılası ama daha çok zihnimize tek tek kazınasıdır. Özellikle bu üç bölümü günümüzde "ben yazarım" diye geçinen edebiyatçılarımız ya da edebiyatçı olmayan hepimiz mutlaka ama mutlaka okumalı diyorum.
"Bir insan her zaman oturup okuyabilir, fakat düşünemez."
Bu adamın bu sözünü metnin tam bu noktasına koymamın tek sebebi ise cümlenin içinde saklıdır....İyi okumalar...
  

31 Mayıs 2019 Cuma

İçi kara olanın niyeti ak olmuyor işte!

''İki seyyah derviş bir şehirden diğerine gidiyorlarmış. Derken yollarının üstüne taşkın bir dere çıkmış. Tam suyu geçecekler ki; az ötede korkudan tir tir titreyen, yapayalnız ve gencecik bir kadın görmüşler. Dervişlerden biri hemen kadının yardımına koşmuş. Onu sırtına almış, suyu öylece aşmış. Sonra da kadını derenin öte yakasında yere bırakıp iyi günler dilemiş. Böylece yola revan olmuşlar…
An...cak yolun kalan kısmında öteki dervişin ağzını bıçak açmamış. Suratından düşen bin parça… Somurttukça somurtuyor. Bir kaç saat böyle surat astıktan sonra suskunluğunu bozup şöyle demiş:

-“Ne demeye o kadına yardım ettin? Bir de üstelik ona dokundun. Seni ayartabilirdi! Baştan çıkartabilirdi. Erkekle kadın böyle temas etsin, olacak iş mi! Ayıp yahu… Olmaz, bize yakışmaz!”

Kadını sırtında taşıyan seyyah sabırla gülümsemiş:

-“İyi de dostum, ben o genç kadını derenin karşısına geçirip orada bıraktım; sen ne demeye hala taşırsın?”
Alıntı
İşte hayatta kimi insanlar böyledir. Kendi korkularını, ön yargılarını başkalarına yansıtır ve onlarda gördüğünü sanır. İşte asıl yük budur.
Zihinlerini zanlarla doldurur, sonra da bunca ağırlığın altında ezilirler...
İnsanın kendi kendisini iyileştirebilen iyi bir şifacı olması için, olağanüstü psişik güçlere sahip olması da gerekmiyor.
Çok basit bir şeye;
Bedenle ilintili bir farkındalığa sahip olmak yeterlidir diye düşünüyorum.
Samimi, içten, gösterişten uzak kendimiz olamadıktan sonra, bütün evrenin bilgilerine sahip olsak ne yazar.
Kendini bilmekten daha büyük bir yetenek mi var, en güzel emek insanın kendisi..

Ne çok akıllı oldum, ne de bilgin.
Ne çok kendini beğenen, ne de fazla çekingen.
Ne çok konuşan ne de fazla suskun.
Ne çok kırıcı, ne de fazla yumuşak.

Biliyorum ki; fazla akıl, insanlarla arana duvarlar örüyor.
Biliyorum ki; kendini aştığında,yanızlığın da beraberinde çoğaliyor.
Biliyorum ki; çok konuşmanın değil de,yerinde ve özünde konuşmanın doyumu tarifsiz oluyor.
Biliyorum ki; konuşulması gereken yerde susmanın gafleti hazin oluyor.
Biliyorum ki; öfkeyle,akıl yan yana kol kola girmiyor.
Biliyorum ki; dile ayar,sevgiye şefkat, bütün kapıları açıyor...
Olcay Kasımoğlu