Translate

8 Ekim 2018 Pazartesi

                                        Küçük duyarlılıkların sırrına erişmeli insan...


Kim demiş, kar sadece yeryüzüne yağar,
Ya bizim içimize yağan kara ne demeli ?
Yağar, içimizde ki cana yağar,
Yağar da yıkar yeşile durmuş bahçelerimizi..
Karların altında kalan toprağın, buzları bize hakikati hatırlatan salçım saçakları altın da, serçelerin dallara tünemiş büzük hallerinde, biz soğuk diyarların yüzümüze vuran poyrazlarında, hayalleri bir çift potine sarılı, yürekleri buzdan sıcak, gözleri derinlerde közlere yatırılmış sancılı diyarların ekmeğe, soğana talim çocuklarıydık.
Yağdıkça üzerimize karlar, içimizin yangını büyür, yoksul bir yaşamın cenderesinde sadece açık yaralarımız üşürdü.
Ne zamandı vakit bilmem... önce miydi, sonra mıydı, üşüdükçe içimize sisler çökerdi hani öyle çökertmeden Halil'im türküsünden çok uzak ve kekeremsiydi bizimki.
Hayat yüzümüze poyrazlarla dokunurdu, yoktu bolluk, kıtlık kıran girmişti, sanki unutulmuştu bu diyarlar.
Vefasızdı bizi yönetenler, aranmak, sorulmak, hatırlanmak düşmemişti payımıza. Bize çıkan bir yolculuk yoktu, unutulmuştuk, kimsesizler resminin oyuncularıydık. 

Yüzümüzde ki gülüşlerin tek sahibi kendimize çıktığımız yollarda bulduklarımızın sahipleriydi.
Hep yüreğimizde saklı tuttuk yaşamın umutlarını, gözlerimizde, yüzümüzün hüznünde saklı tuttuk...

Gökyüzünü doldurup soluğumuza, isyanımızı kilometrelere zincirleyip idam ettik geçmişimizi...
Gidenler de dönmedi, yaralı uçurumları birer birer koşarak, boş yere yollara baktık, türküler yaktık.
Kurudu göz pınarlarımız, yüreğimizle ağladık.
Hasret ki, göçmen kuşların kanadında taşıdığı gamdan bir dağ gibi oturmuş gözlerimize...Kime ne anlatabiliriz ki !

Ağızdan çıkan her söz yaralıyor yüreğimizi...
Ve hayat donuyordu ayak uçlarımızda, ellerimiz toplarken karı.. Kanıyorduk vazgeçilmiş umutlara...
Biz ki soğuk iklimlerin; güneş gözlü, ay yüzlü, saçlarına yıldız düşmüş güzelleriyle bir aykırı duruş gibi sesimizde şiir, düşsel rüzgarlardan geçip gelir geleceği, yeniden doğururduk.
Oysa şimdi, sözcüklerin arasında çöl rüzgarları esiyor. Olmuyor, hangi diyara bağdaş kurarsan kur, sapa kalıyor çorak düşlerinin eksik umutları.

Olmuyor, söz dolanıyor boğazına, sanki yüzyıllık sessizlik...
Ne zaman bahara dönsen yüzünü, unuttuğun geçmiş, eteklerinin filelerinden sarkıyor.
Söyleyemediklerimiz ise ince bir sızı gibi açık yarada bir ayaz şimdi.

Sesimizde, anıların sessizliği hep içerlere işler durur, kime, ne söylersin der gibi.
Gidenler de dönmedi, dönemedi, acımız yitik, yüreğimiz boran yeri...

İşte sen, tam bu yüzden büyüsende sarkıyorsun kışın penceresinden. Rotasını kendi çizen bir kar olup tanelerinden sözcükler çalıyorsun soğuk iklimin çocuklarından bir hatıra olsun diye...biliyordun çünkü; biz kar tanelerinin masun çocuklarıydık, umutları ağaç dallarında şarkı söyleyen ... (!)

Olcay kasımoğlu

                                     Her gün yeni bir mucize 
                                               
                         Neden herkes güzel olmaz, yaşamak bu kadar güzelken?

İnsan;
Küçük duyarlılıkların sırrına erişmeli.
"Sen hür adam; seveceksin denizi her zaman...” demişti Baudelaire.
“Ben sizinle sarmaş dolaş olmuşum dalgalar...” demişti Rimboud.
“Ben deniz değil miyim?” diye sormuştu Seferis Sahnede şiirinde...
Yurdundan uzak bir Nazım Şiiri vardı ki; öleceksem denizde ölmek isterim, derdi hasretle, hüzünle...
Dert yanardı Ritros, “Denize bakmadan yazıyorsam eğer, titrer kalemimin ucu...” diyerek...
''Kim inkar edebilir, hepimizin bir balıkçı; hepimizin dalga, fırtına, denizyıldızı olduğunu...
Hangimiz sonsuz denizlere baktığımızda denizin kucağında olmayı düşlemedik?
Yaralarımıza, “ölü bir albatros olmak” istediğimizi yazmadık mı?
Sevgililerimiz, bir görünüp bir kaybolan ve belki de imkansızlığını içinde taşıyan deniz-kızları değil miydi?
Güneş bile, gömülmek için, okyanusları seçmemiş miydi?''
Zamanın akışını yumuşatmak, tüm varlıklarla genişlemek ve bütün bunları anlatacak bir insanın mevcut olduğunu düşünerek şımarmak da, çocukluğumuzdaki ruha misafirliğe gitmektir ki bu yüzden içimiz hiç bir zaman yoksul değil..

6 Ekim 2018 Cumartesi


                                Ah kendini bulamayanlar...


Anlamak, paylaşmak, düşünmek, inandığı gibi yaşamak, ilkelerinin arkasında olmak, RUHSAL OLGUNLUK ister.
Bu dünyada; sadece kendi için değil herkes için adaleti korumak, sahip çıkmak, GÜÇLÜ BİR İRADE ister.
Nefsin arzularından arınıp, inandıklarını sorgulayabilmek,sorgulayarak inanmak, YÜREK ister...

Hayatında yaşadığı olumsuzlukların sorumluluğunu üstüne almayan, faturayı başkalarına kesen bir insanın hayatı olumlama gibi bir olgunluğu olamaz zaten.
 Her zaman suçlayıcı, kaderci, zayıf ve depresiftir.

Sorunları bahane ederek mutsuzluğa ve umutsuzluğa kilitleniyoruz, oysa her karanlık, kendisini sonlandıracak ışığın tohumlarını içinde taşır.

Ne olursa olsun, herkes hayata kendi yürek penceresinden bakar ve sadece görmek istediğini görür.
Hayata olumlu bakan insan, olumlu bakıştan üreyen umut ve cesaretle, daha cesur ve sevgi dolu oluyor. 

İnsanların eylemleri ve söylemleri hiç şüphesiz ki, hayatla olan ilişkilerinin rengini ve biçimini tayin ediyor. 
Gerçek sevgiyi ve anlayışı bilen, bunu da başkalarıyla paylaşabilen insan aranmaktadır günümüzde.
Hepimiz kendi renklerimizle bu dünyanın döngüsüne hizmet ederiz.

Mevlana ne güzel demiş;

''gel, gel, ne olursan ol yine gel,
ister kafir, ister Mecusi, ister puta tapan ol yine gel,
bizim dergahımız, ümitsizlik dergahı değildir,
yüz kere tövbeni bozmuş olsan da yine gel…”.

Burada ki sevginin en önemli özelliği ''beraberinde anlayışı da barındırmasıdır'' lakin burada ki anlayış, yanlışa tolerans değildir.
Mutluluğu sağlayan en temel duygu ''sağlıklı sevgi'' ve ona yol açan anlayıştır.
Hoşgörü diye yıllardır nitelendirilip durulan ancak bir türlü kavuşulamayan duygunun ortaya çıkmakta zorlanmasında ki temel etken de budur.
Çünkü: sadece hoşgörü ile ''sevgi anlayışına'' varabilmemiz mümkün değildir.
Burada ki davetin; çoğu zaman yanlış anlaşıldığını düşünmüşümdür. 

Burada ki çağrı ''kötüde olsan, namussuz da olsan, hakta yesen, zalimde olsan'' gel değildir. 
Burada ki anlayış tamamen insan oğlunun dünya evi üzerinde ki siyası, dini kimliklerin hangisinde karar kılmış olursan ol bizim dergahımız iyilik, umut,sevgi yolu gel diyor, kaldır aradan engelleri...
Ve en önemlisi; herkesi sevemeyeceğini de her şeyi bilemeyeceğini de fark edebilmeli insan, her şeye sahip olamayacağı gibi.

Her şey için çok geç olmadan, kendi özümüzle tanışmak ve varlığın diliyle yeniden doğabilmek için ötelediğimiz, ertelediğimiz ne varsa hayata geçirmeli, hepsinden önce ''bilgilenip'' sonra ''fikir sahibi'' olmalıyız.

İnsan: özgür yaratılmış iken, bitip tükenmek bilmeyen bencil arzularına yenik düşünce, zaaflarının esaretinde bir köle olarak yaşadığını fark edemez bile.
Artık fedakarlığın hakikatinde ''kendimize'' emek vermenin vaktidir.
Her şey insanın kendi ruhuna yapacağı yolculukla başlar...

Olcay Kasımoğlu
                                              Sevgisizlik ağır bir yüktür...


Hayat der ki;
Duruşunu doğru bildiğine sarıl ısrarla.
Çünkü;
Sevgisizlik ağır bir yüktür !
Hayatımızdan gün çalanlarla değil, hayatımıza anlam katanlarla çoğalmak hayatın içinde, sevgiyle-umutla...
Güzel sözün eyleminde yaşamak, anlaşılmak, gerçekten bir ödüldür hepimiz için, anlatabilmek ise yetenek.
Sevgiyi hayatımızdan kovduk ''yerine'' parayı, mevkiyi, etiketi, statüyü koyduk.
Etiketlerle, makamlarla, egoyla sağlıklı üretimler oluşturamayız.
''Daha çok para kazanmak için eğitim görüyoruz, para için meslek ediniyoruz, para için çalışıyoruz, para için birbirimizi çiğniyoruz, para için birbirimizi aldatıyoruz, para için savaşıyoruz.''
Parayla gelen gücü, insanları ezmek için kullanıyoruz.
Haklının değil ,güçlünün yanında yer alıyoruz.
Bütün söylemlerimizi, paraya övgüyle taçlandırıyoruz.
Geldiği yeri hazmedememiş insanlara methiyeler diziyoruz
Para, fiziksel, biyolojik ihtiyaçlarımızı karşılamak için aracıyken, yaşamın amacı haline geldi..
Sevgimiz olmadıktan sonra; daha çok paramız olsa, mevki-makam bizim olsa, daha çok toprağımız, evimiz arabamız, malımız olsa ne olur?
Yürek işlerinin pazarlık payı olmaz...
Sevgimiz yoksa hiç bir şeyimiz yok.
Belki de yeniden öğrenmemiz gereken budur...

                                                         Sen duyuyor musun ?                

Elleri Yüreği Ve Kafasıyla Çalışan İnsanları Seviyorum !!
Hayatımızdan gün çalanlarla değil, hayatımıza anlam katanlarla çoğalmak hayatın içinde, sevgiyle-umutla...
Güzel sözün eyleminde yaşamak, anlaşılmak, gerçekten bir ödüldür hepimiz için, anlatabilmek ise yetenek.
Oysa yaşadığımız evrende dengeler öylesine alt üst olmuş ki anlamak istemeyene, başını kuma gömene ''neyi nasıl'' anlatabilirsin ki ?
İnsanların birbirini ''gammazladığı, ,çamurlaştığı, sattığı, yalanın kirli sularda yüzdüğü'' böyle bir dünya düzeninde ''insanlığın parayla ölçüldüğü yerde'' haktan söz edilebilir mi?
Haklının ''mevki ve ıtıbarla'' belirlendiği yerde adaletten söz edilebilir mi?
Dostluğun '' görüntüden, sahtelikten'' beslendiği yerde insanlıktan söz edilebilir mi?
Erdemin ''çıkar ilişkisi üzerine'' bağlandığı yerde onurdan söz edilebilir mi?
Emeğin kapı dışarı edildiği ''kazancın hileyle büyüdüğü yerde'' alin terinden söz edilebilir mi?
İnsan onurunun ''sudan sebeplerle'' ayaklar altına alındığı yerde, onurdan bahsedilebilir mi ?
Vicdanın olmadığı yerde '' samimiyetten, merhametten'' söz edilebilir mi ?
Yalanın, talanın ''yaşama hükümdar olduğu'' yerde, hakkaniyetten, adaletten söz edilebilinir mi ?
Ölümün bu kadar ucuzladığı yerde '' umuttan, sevinçten'' bahsedilebilir mi ?
Her şeyin para ve erk ile ölçüldüğü bir yerde ''toplumsal adaletten, huzurdan'' hiçbir zaman bahsedemeyiz.
Karanlıklar için de kalan serzenişlerin hiç kimseye hayrı yok.
Böyle bir çağda:
Hayatı sadece seyretmek yetmez, onu anlamak gerekir.
Hayatı anlamak ise yürek ister, akıl ister, değişim ister.
Hayatınızdaki tüm insanlar ve eylemler ''bir özelliğimize'' ayna tutmaktadır.
Sizin aynanız hangisi ise onu görürsünüz !!
Sen duymuyor-musun
Dünyada var olan en güzel şeyin
Yürekten yüreğe söylediği;
Dilsiz sessiz melodiyi
İçimde mis kokulu bir gül var sevgiye akın eden
Her şey sevmekten geçer diyor..!
Oysa sevgisiz insanlar ''tsunami gibidirler'' dokundukları her şeyi yakar, yıkarlar.
Ne mutluluk verirler nede huzur.
İyi insanlar ise ''yanında olmasalar da'' histen köprüler kurarsın, mesafelerin anlamı kalmaz, yüreğin konuşur, gözlerin görmese de.
Aynı amaç için çarpar kalbin, acısının içinde olamasan da...sarılırsın, aynı acıya ağlarsın, onun kaybı senin kaybındır, yaralarına tuz basmazsın,gönüllü paylaşırsın yaşamı.
Böyle bir dünyada; kırmadan,dökmeden GÜLÜMSEYEREK ve GÜLÜMSETEREK geçenlere selam olsun (!)
Olcay KASIMOĞLU
                                     Bir ince iştir yaşamak dediğin!

Mal-mülk yormasın yaşam keyfinizi, arzular nefsin kölesi olunca bükülür insan beli.
Iskalamamak için yaşamı; hayatın her zaman planlandığı gibi olmasında ısrar etmeyip, yüreğimizi o anda “olanlara” açık tutmak düşüncesi de olmalı.
Hayatın bize çelme takmasının, iç motorlarımızın arıza yapmasının en büyük nedeni; çoğu zaman istek ve arzularımızın çıtasını yüksek tutma ve gerçekte olduğundan farklı hale getirme ısrarından kaynaklanmaktadır.
Hayat her zaman istediğimiz gibi gitmez; virajları vardır, dipleri yaşarsın, üst katlarda alt katlarda dolaşırsın.
Bütün mesele bunları nasıl karşılayıp, yaşamımıza nasıl uyarladığımız ve o anın gerçeğini ne kadar kabul edebildiğimizdir.
Bunun içinde; ruhsal olgunluk ve sağlıklı bir sevgi anlayışına sahip olmak gerekir.
Yüreğinizi bu şeklide açarken amacınız yakınmalardan, reddedilmekten, ya da, başarısızlıktan hoşlanıyormuş gibi görünmek olmamalı sadece, hayat umduğunuz gibi gitmediğinde iç motorlarımızı çalıştırıp, ben ne yapabilirim, bana düşen ne, nasıl başa çıkabilirim olmalı ?
Yoksa ben bittim, lanet olsun, ''neden ben'' gibi serzenişlerin hiç kimseye faydası yok.
Hayat hiç kimseyi kayırmaz, torpil yapmaz.
Yaşamın içinde, hayatın her zaman aynı çizgide gitmeyeceği bilincine sahip olduğumuzda perspektifimiz derinleşir.
Hayat anlaşılır ve eğlenceli olur. Her şeye,her şeyine rağmen !

Olcay KASIMOĞLU
                                                                                HEPİMİZ SEVGİYİZ..!






Öyle bir yaşamın içinde güne durdum ki, cenneti de gördüm cehennemide
Aşklar geldi... yüreğimin en diplerinde yelkene durdu.
Hiç sarsılmadı sevdaya inancım, göğsüme hep sağanaktı sevda
İnsan yanımı hiç satmadım dünya malına
Yangınlara durdum; rüzgarda bendim, suda... 
Yaşam bir bütünmüş, anladıkça, ezber bozmuşum
Kalbime giden yol nereyi mesken tutarsa
Kitaba, şiire, sevdaya...sıcak insan koylarına
Ben oralara aktıkça, kendime dolmaktayım
Bazen şaşırdım hallerime... 
Sonra dedim ki söz ver kendine,
Gökyüzünü seviyorsan Aç kanatlarını uçsuz, bucaksız havalansın
Dalgalar martılarla dans etsin...
Sevdiğinin sinesinde aşka durduysan, bırak sinende aşk çoğalsın... 
Yalnızlık kimsesizlik değildir, yalnızlık başka insanların anlamını kavradıkça aşilirmiş. 
Kendime bitmeyen yolculuklar yapmaya başladığımda, bütünlüğüme sahip çıktıkça yalnızlığı kendime sevdirdim. 
Öyle çok değerliymiş ki zaman Kendimi sevdikçe anladım 
Usta,sevgiyi seçen kişiymiş Her durumda, her koşulda. Anladım...
Hepimiz sevgiyiz. Ve sevgi sahip olduklarımızı paylaşır... Sevgi her şeydir...

Sen istemedikten sonra, içinde ki yaralar güneşe çıkmaz...
Sen istemedikten sonra, kim dokunabilir acılarına ?
Kim mutlu edebilir seni, sen istemedikten sonra ?
Sen kendini sevmedikten sonra,hangi sevda yüreğinde açar söyle ?
Sen görmek istemedikten sonra, bütün dallar çiçeğe dursa ne olur
Yeter ki yürekli ol, içindeki dünyayı tüketme !
İçindeki yaşama sevincine gülüşlerini yatır, yaşam senin elinde...



Olcay Kasımoğlu

Nefret bulaşıcıdır

                          

SEBASTİO SALGADO, BİR BELGESEL FOTOĞRAFÇISI OLMANIN ÇOK ÖTESİNDE..


''İnsanoğlu toprağın tuzudur'' belgeselini izlerken, insanlık için yola çıkanların, yaşamı ve yaşamın hangi süreçlerden geçtiğini çok iyi irdelemek gerektiğini ve insanların hırs ve egolarının nasıl bir çağ yarattığını, çektiği fotoğraf kareleriyle çok iyi gözlemleyip, irdeleyip, eylemsel bir senfonisiye çevirmiş.
Bir belgesel fotoğrafçısı ve insanlık aleminin yakın bir tanığı olarak yaptığı işi sorgularken, çekimler fotoğraf olmanın çok ötesine taşınmış.

Altının kölesi olanlar, fox'ları kareye alırken o şafağın doğuşu, açlıktan suratları yaşlanan insanlar, yola çıkan yalnız çocuğun direngen duruşu, sınır tanımayan doktorların mücadelesi, yakın tarihde ki Saddam' ın, petrol kuyularını ateşe verince; kanatları yapış yapış olan kuş sürülerini görüntüye alması, savaşlar, kıtlıklar, küresel pazarlama yüzünden yaşanan acıları objektifiyle bütün dünyanın gözlerinin önüne sermek için verdiği mücadeleyi hayranlıkla izledim.
Özellikle ''Türümüzün tehlikeli olduğunu görmek için herkes bu fotoğrafları görmeli' kısmına kesinlikle katılıyorum.

Karanlığın kalbini gören ve nefretin nasıl bulaşıcı olduğunu çektiği fotoğraflarıyla anlatmaya, uyandırmaya ve şahitliğini yapmaya gönüllü bu adamı hayranlıkla izledim.
.
Olcay Kasımoğlu

4 Ekim 2018 Perşembe

                               İNSANLAR ÖLMÜYOR, ÖLDÜRÜLÜYOR.!

''SAVAŞ; bir kaplanın pençesinde, zalimlerin kin ve öfkesine benzer, tarumar eder bütün bahçeleri... ...Ne kuşlar kalır nede çiçekler açar... Ne mavi ne yeşil, bütün doğa küllü griye bürünür ...Kanların aktığı yerler bahar ölüsü.! Savaş, kanunların sustuğu, haramilerin sahaya çıktığı yer...''
sen, paranın bahşettiği silahları satın alırken,
kaç çocuk ateş altında,
cılız bedenleri kurşunlara yenik.
parmakların parayı sayarken,
kaç insan,suçsuz yere,
bombaların kucağında parçalanıyor.
insanlar öldürülüyor...
yuvam dediği evlerin duvarları,
kurşunlarla delik deşik, alevler içinde.
oysa bu savaşın sebebi kendi de değil.
nedenini niçinini bilmeden çoğu kez,
insanlar öldürülüyor...

gökyüzü hep griye mavi,
dumanlar içinde çaresiz,kimsesiz.
aldılar elimizden mavileri.
yürekler yangın yeri.
kimi için bu savaş,bu vahşet.
insanlar öldürülüyor...
bütün dünya katliam izliyor.
sanki insanlığın kaderiymiş gibi.
oysa yaradan yazmaz böyle kaderi.
insanlardır birbirinin kurdu.
sevgi erdeminden,
o denli uzak kalmışlar ki !
tüm suçu, tanrıya atmak en kolayı.
insanlar öldürülüyor...
sen kendini satarken paraya,
el etek kula hizmet,
başının üstünde pervaneyken!
tarih, yazık ki ölenlerin,
kanlarıyla yazılıyor.
daha doğmamış bebeklerin,
beşiğine renk verecek ninniler,
ağıtlarla karışıp,
sonsuzluğa hançer gibi saplanıyor.
insanlar ölmüyor,
insanlar öldürülüyor...

barışın olduğu her yer,
benim yüreğimin ülkesi derken
yüreği kara zindan insanlar,
hep savaşı isteyecek.
zalimleri,katilleri,
kurbanlarından ayıracak,
keskin kalemin zaferi,
güneşi balçıkla sıvayanlardan,
hesap soracak bir gün...

Olcay Kasımoğlu
                                    UTANCINDAN ÖLECEK SAVAŞLAR



















Bombalar eşkıya
Anaların göğsü gömütlük
Pencere ölümle örtülü 
Perdelerde yok günün izi
Yıldızlar, güneş, onlar için değil artık
Düşüncenin ateşli ruhu ısıtamaz ellerini
Dedelerinin diktiği çınar ağacıda yok artık
Gökyüzü kuşlarıyla sürgün
Ölülerle dolu toprak nefret kokuyor
Dudaklarımızda ilençli sözcükler
Yüreğimizin kendi öz sessizliğine çarpıyor
Türkülerin ateşini kurutanlar
Kökünden sökemezsiniz umudu
Sevgi büyük sözü söyleyince;
Gök mavisinden yeni bir aşk doğacak,
Milliyeti belirsiz
Yaşanmış acılar
Susmuş yüreklerin intikamı
Aşkın rüzgarıyla öpüşürken
Utancından ölecek savaşlar
Var olmanın soylu yasası:
Barış, sevgi, umut
Tazele kurtar bu pis hesaplardan varlığımızı
Yeniden anlamalı,
Yeniden dinlemeli
Binlerce kök salarak kavramalıyız hayatı...

Olcay Kasımoğlu
                                        OLUMLU YAKLAŞIM 



İnsan, yaşamsal değer taşıyan hiç bir şeyi unutmamalı.
Yaşamım boyunca hep olumsuz düşünen, baktığı her şeyde olumsuzluğa odaklanan, her-şeyde kusur arayan insanlardan oldum olası haz etmem. Sanki, felaket telalığı yapmak yaşam biçimleri olmuştur. Mümkün oldukça bu insanlarla bir arada olmamaya özen gösteririm.
Aslında, olaylara nasıl baktığımız çok önemlidir. Çünkü hayat niyete, niyetlere göre şekillenir. Çoğu zaman baktığımız yerde olanı değil, görmek istediğimizi görürüz.
Bu anlamda hayata olumsuz bakan insanlar, olumsuz ve karamsar düşüncelerin içinde kendini bulurlar, etrafındaki insanlara da bunu bulaştırmak isterler. Oysa hayat, olumsuzluklarla ziyan edilmeyecek kadar zaman yitimine endeksli bir kavram, geri dönüşü olmayan ve sürekli akışı olan..
Tabi ki olumsuz düşünen insanlara olumlu bakış açıları kazandırmak kolay değil. Sürekli kendini savunmak zorunda hisseden bu tarz insanlar, başkalarının kayıplarından, yanlışlarından beslenirler, hoşgörüleri sığ ve sevgi kanalları ya boştur yada yaralıdır. Bu olumsuz düşüncenin hayatı nasıl eksilttiğinin farkına varamayan insanı, insanları uyandırmak gerekir. Buda sabır ve emekle birlikte sağlıklı bir bilinç ister.
Hayat aslında güzel, sadece onu asıl niyetinden uzaklaştırıp yokuşlara tırmandıran, al aşağı eden biz insanlarız. Dikkatsiz, duyarsız ve duygusuz yaşadığımızdan güzellikleri ıskalıyoruz. Güzelliklere özen göstermiyoruz, ayrıntılara dikkat ediyoruz.
Hangimiz, bir an olsun yüreğimize dokunup sevdiklerimiz aşkına, o günü yeni sayfalara açıyoruz ?
Hayat çetelesi kayıplar üzerinden insana hizmet sunuyor doğrudur, dün ölenler, bugün ölecekler, sıra kimde bilmeden...
O zaman neyin telaşındayız? Yüreğimizi neden bu kısır,olumsuz düşüncelerle haşır neşir ederiz.
Sorunlarımızın olmaması mümkün değil, deriz ya ''Sorunsuz insan, sorunsuz cihan olmaz'' diye, lakin her sorunun birde çözümü vardır, yeter ki çözümsüzlüğe çanak tutmayalım. Sorun üreten değil sorun çözmenin parçası olalım. Kim etrafında sürekli şikayet eden, mızmız bir insanla ömür geçirmek ister? Düşünsenize, sürekli felaket tellallığı yapan bir insan ruhumuzu karartır. Hayata olumlu bakan, nerede ne yapması gerektiğini bilen, olgun, yaşadığı hayatı deneyimleyip bize olumlu bakış açıları kazandıran her şeyden önemlisi yanındayken kendimizi iyi ve güvende hissettiğimiz bir insanın yanında kim olmak istemez ?
Hayatında yaşadığı olumsuzlukların sorumluluğunu üstüne almayan, faturayı başkalarına kesen bir insanın hayatı olumlama gibi bir olgunluğu olamaz zaten. Her zaman suçlayıcı, kaderci, zayıf ve depresiftir.
Sorunları bahane ederek mutsuzluğa ve umutsuzluğa kilitleniyoruz, oysa her karanlık, kendisini sonlandıracak ışığın tohumlarını içinde taşır.
Ne olursa olsun, herkes hayata kendi yürek penceresinden bakar ve sadece görmek istediğini görür.
Hayata olumlu bakan insan, olumlu bakıştan üreyen umut ve cesaretle, daha cesur ve sevgi dolu oluyor.
Çözümü olan her sorun “küçük sorun”dur. yaşamımız boyunca hepimizin yaşadığı sorunlar olmuştur, çözümsüz görünen, bizi yaşamın bitim noktasına getiren..

Belli bir zaman sonra aslında hiçbir şeyin durağan olmadığının, acının, sevincin, kederin zamanla yer değiştirdiğine kendimiz şahit olur ve deriz ki aman Allah'ım ben nasıl bu kadar dayanabildim yada ne kadar mutluymuşum da kıymetini bilmemişim. Bu ve bunun gibi bir çok şeye hayatımızın belirli dönemlerinde, zaman kendimizi şahit kılar. Aslında ölüm dışındaki tüm sorunlar küçüktür! Bunu gerçekten büyük ve çözümsüz problemlerle karşılaştığımız zaman anlarız.
Telafisi imkansız tek şey var: oda ölüm. Yaşıyorsak sorun yok! Nasılsa çözeriz, nasılsa bir telafisi olur ama iyi ama kötü.
Önemli olan problemlerin üstesinde gelebilmek, hayata olumlu yaklaşmak ve umudumuzun tükendiği anlarda bile yeniden umutlanmak, olumlu yaklaşmak; umut insana moral verir, yaşama gücü verir, en kötü olaylara bile olumlu bakış açıları geliştirir.
Hayat birilerine, birilerinin sırtına dayanarak kendini bize adil kılmaz. Kendi kanatlarıyla uçmanın bedelini bir dönem için ödemeyen insanlar, kendi kafeslerinde kalmanın, kendi farkındalığını yaşamamanın bedelini bir ömür boyu öderler…
Bizler yaşamımızı kolaylaştırmak adına öyle kurallar, öyle ilkeler koyar ve kabul ederiz ki sonuçlar sebepleri unutturur ve kaderimiz olur.
Bunlar genellikle biri söylediği için inandığımız ve asla üzerinde düşünme ve araştırma zahmetinde bulunmadığımız şeylerdir. Yöresel adetler, gelenekler, töreler, dinler, felsefeler, efsaneler, hepsi dogmatik inanç biçimleri olarak bizi yönetiyor. Kan davaları, dinsel ritüeller.... vs ve daha birçok şey.
Bir deli Kuyuya bir taş atıyor, kırk akıllı çıkarmaya çalışıyoruz.
Düşünmek ve araştırmak ve daha iyisini ortaya çıkarmak yerine, bir başkasının düşündüğüne, hazırladığına ve ortaya çıkardığına peşin kabul veriyor ve üzerine atlıyoruz.
Hayatta hiç bir şey nedensiz ve anlamsız değildir. Ben buna puzzle parçaları gibi bakıyorum. Her parça diğeriyle anlam bütünlüğüne sahiptir. Bir parçanın eksik olması bütünü bozar. İçimizde var olan gücün önüne sahte güç bentleri yapmayalım, farkındalığın, olumlu yaklaşımın hünerlerini keşif edelim. Unutmayalım; güç beynimizde. Akla hayale gelmeyecek kadar mucizevi bir çark dönümü bedenimiz.
Her karesi hayata göre kurgulanmış. Bize kalan ise bu senfoni orkestrasına iyi bir şef olmak. Hangi notanın hangi tuşuna nasıl basmamız gerektiğini bilmek. İnsan yaşadıkça, kendi iç sesine yöneldikçe, içsel sorgulamaların ve yeniden uyanışa geçen bir ruhun çığlığını duymaya başladıkça; kendine yetebilmeyi, ayakta kalmayı, farklılıkları kabullenmeyi, kendini eleştirmeyi, kendiyle yüzleşmeyi; amaç edindiğinde, yaşamı yeniden sorgulamaya başlıyor. Başladıkça da yaşamını olumlamaya, farkındalık katmaya başlıyor.
Bunun en iyi yol taslağı da hiç kuşku yok ki; objektiflik, tutarlılık, doğruluk, eleştiriye açık olmak, genellik, öngörü ve toplumsal gerekliliktir diye düşünüyorum..
Seçmeci olanın, klişenin zamanı çoktan geçti.
Bağırmakla, çağırmakla, demagojiden öte gitmeyen söylemlerle dünya güzelleşmiyor..
Geleceğin ebeveynlerinin bize ihtiyacı var, çocuklarımızın geleceği için kendimize ve geleceğimize sahip çıkmalıyız.
BU ÇAĞIN AĞLAYAN DİZELERİNİ YAZABİLİRİM !!


Önemli olan yargılamak değil; anlamaktır.
Online bir yalnızlıktayız ve teknolojinin sunduğu imkanlara kapılmış gidiyoruz. Seçici olmadan, bilgiyi sorgulamadan fikir sahibi oluyoruz.
Zekamız genişliyor, genişledikçe çok fazla düşünüyor ama çok az hissediyoruz, gülüşlerimiz tutsak, samimiyetimiz azaldı. Asık suratlı, sabahına yorgun ve bitkin uyanan ruhlarla yaşamı kucaklıyoruz.
Düşlerim uçurtmaların kanadında avareyken, içimin derinliklerini gökyüzüne çıkarabilir miyim.Yada anamın babamın yılan yuvalarına su taşımamış ellerini çeşme başlarına fıskiye yapabilir miyim...
Ölümün kutsandığı, sevilerin dar ağaçlara asıldığı, cehaletin yürüyüşe geçen ayak sesleri ve barışın zehri yeşil kupalarda nasıl baş tacı edildiğini,zaafların nasıl egolarla tango yaptığını,kaçak rengi aşkların göz yaşlarını nasıl tuzla buz ettiğini yazabilirim.
Çocukları, parklara hasret kılan beton yığınlarının, kaç müttehatın kesesini doldurduğunu ve kaç kurşunda çocuk bedenlerin yere serildiğini, gökyüzünde uçan kuşların atılan bombalarla nasıl katar katar yere düşüp öldüğünü yazabilirim.
Ey çağımın kumpasları, hayalı yalanları ne idüğü belirsiz kravat takan hokkabazları bu kadar çiğ sözleri değirmende öğütebilirmiyim
Bu çağın pas tutmuş yüreklerini fabrika artıklarıyla kirletilmiş sularınızla yıkayabilir miyim
Güzelliğe,insana, sanata, bilime, sevdaya, barışa, çiçeğe,ağaca düşman zihniyeti, ideolojileri,basma kalıp sözleri, ezbere büyümüş yaşamları dipsiz kuyulara gönderebilir miyim?
Hayvanların, doğanın katledildiği, tarihi çakalların yazdığı bu hain çağı hangi mürekkeple yazabilirim.
Atlarımız kişnemiyor, üzerilerine bahisler oynanıyor. Kedilerimiz unuttu miyavlamayı, ayaklarımızın dibinde iplikle kovalamaca oynamıyor. Köpeklerimizin boyunları tasma izleriyle dolu, kendine verilen talimatları ezberliyor. Ey bu çağın drakulaları, urganlarınız yağlı, çivilerimiz paslı, görünüşleriniz cilalı, sözleriniz kalabalık, ufkunuz kör karanlık; daha neleri astınız boynumuza, hangi vicdan mahkemeleri aklayacak bunca yalanı dolanı
İçimden sessizce geçiyor zamanın ayak sesleri, kim kimden alacaklı. hangi günahın ederidir bu, mazlumlar teneşire kanlı uzanıyor. kadınlar unutmuş saçlarına takılan gülleri..Ey bu asrın insanları ne çabuk unuttunuz gül kokulu sevdaları. Sırtlarınızı betonlara dayadınız,başlarınızı kumlara gömdünüz. Mideler tok,ruhlar aç bu hangi aklın oyunu. Görünüşün altın çağı etiket fiyatı ve üstünde yazılı markası. Sözler teslimiyetçi, gülüşler çalkantılı,göz yaşları timsah, iyilik çıkmış kaf dağına..Yol yolcu karışmış arap saçına, dolanan dolanana. .
Yarattığımız korkuları dünya sahnesinde pazarlar olduk. Senlik, benlik davası çağın hokkabazı, bizlik olmuş sihirbazın tokmağı.
Soğuk, ıssız ve eğreti bir gülüşle hayatı anlamlandırmaya çalıştıkça karşımıza yeni hesaplarla yeni yüzler çıkıyor. Yetişemiyoruz ikircikli hesaplara, ucuz basma kalıp söylemler, iki yüzlü, içtenliğini yitirmiş dostluklar, çıkarcı ilişkiler, onursuz davranışlar, insanın yüreğini incitiyor. Lağım çukurlarına döndü serzenişler.. Susmanın sınırını tüketiyoruz, tiksindiriyor ucuz çıkar ilişkileri…
Uykularımıza acılar sızıyor, içimiz sızlıyor, küle dönüyor, karabasan oluyor rüyalarımız. Düşündükçe yabancılaşıyor duygularımız. Öfkeleniyorum…
Unutmak istiyorum bütün kötülükleri, haksızlıkları.
Oysa İnsan umudunu terk-etmeden, dişiyle, tırnağıyla mücadele edip, tüm acılara rağmen yaşamalı ve sevmeli diyorum…
Bunun içinde, seslere aks, adımlara ayak,ayaklara adım, yürümeye sefer, sefere menzil, menzile yürek gerek. Bu kokuşmuşluğa son verelim, sevelim sevilelim..Yaşam bir avuç, bir nefes nede olsa...
Parçalanmış bir dünya da kendi olmaya çalışan bir insanın yalnızlığından doğan acı yaşamı, hüzne yedirir.
Hüzünlü yaşama yedirilmiş bir ömür de, düzeni değiştirmeyi başaramayan edilgen, şaşırmış,korkmuş,sisteme ayak uyduramayan, işleyişini anlayamadığı ama anlamakta istemediği, onu aşan, gücünü zayıflatan düzenin tehdidi altın da ne kadar mutlu olabilir.
Düşünse de,duysa da yaşamına yön veremeyen, bilinmeyenin kader olduğu bilincine ulaşmamış bir toplum da, kendinde ki öze inemeyen,inmeyi göze alamayan, insan olma hakkına sahip çıkamayan insanlar topluluğun da zordur kendin olarak kalman...


                                     Erdemli saygı bir korku imparatoru yaratmaz.

             




''Farklılıklara Saygı erdemdir
Hangi çiçek diğerini sarı açtı diye ayıplar
Hangi kuş farklı ötünce diğerine yasak koyar
Derisinden, dilinden ötürü öldürülüyor insanlar
Ah insanlar, her şeyi bulup kendini bulamayanlar.''

''Yolumuz birbirimizi anlamaktan geçmiyorsa, hiçbir yere varamayacağız demektir..''
İnsanların; fikirlerine, yasam tarzına, hayata bakış açısına saygı göstermek ''farkındalık'' duygusundan kaynaklanan ''olgun davranışların'' toplamıdır.

İnsanları; sırf kendi tercihlerinden, seçimlerinden dolayı yargılamamak, ön yargılı ve kişisel yaklaşmamak gerekir. Çünkü saygı bir davranış biçimidir, dar bir görüş değildir.
Bizim sorguladığımız saygı; değer vermektir, güvenmektir, samimi olmaktır.
Farklılıklara saygılı olmak ve bunları zenginlik olarak görmek önemlidir.
Her şeyden önce; her birey saygıya değer bir varlıktır bu nedenle hiç kimse kendinden faklı olanı hor görmeye ve ötelemeye hakkı yoktur.

Hangi dinden, dilden, coğrafyadan, düşünce ve fikirden olursa olsun her kesin, yaşama, kendini tanımlama ve değerli kılma hakkı vardır.
İnsanların; değerleri, yaşam tarzları, olaylara bakış açısı, inançları, beklentileri inançları, zevkleri ve dünyayı algılama ve yorumlama şekilleri farklı olabilir.

Bunlar, dünya hayatının zenginlikleridir. Siyahla-beyazın dışında ara renklerdir. Bunlar hayatın lunaparklarıdır. Ne kadar çeşit o kadar yaşamı renkli ve anlamlı kılmak...
Bu nedenle olsa gerek; toplum yaşamında olsun, ikili ilişkilerde olsun
olaylara bakış açıları farklı farklı olabilir. Bu farklılık bir ayrışma sebebi olmamalı, farklılıklar zenginliğimiz olmalı.

Bu kilim desenlerine benzer her ilmek nakış nakış işlenirken ara renkler serpiştirilir. Hepsinde ayrı bir görsellik ve emek vardır, bu emeğe saygı duyarız, değer veririz, anlamlı kılarız.. İnsana saygıda budur...görmemezlikten gelemezsin yada senin farklılığın beni rahatsız ediyor dediğin an dünya senin tekelindeymiş gibi olur.

Ne sevgi ne saygı, hiç biri hiç kimsenin tekelinde değildir.
Farklılıklara tahammülü olmayan insanların muhakkak kişilik problemleri vardır. Bencil olurlar, paylaşım duygusundan yoksun ve sevgi anlayışları kısırdır. Birey olamamışlardır ben merkezli yaşarlar, cesur değillerdir.

En küçük çatışmada çirkinleşirler ve korkaktırlar. Yenilikten, bilimden,ilimden korkarlar.
Bu korkular, yaşamın zenginliğini durduran perdeler değil midir. 
Biz ancak ''kendimizin, insanlığın, çevremizin fakındalığına'' vardığımızda bu perdeler içeriden açılır. 
O zaman ''gönlümüz, aklımız'' insanların ''değerini'' renkleriyle, dilleriyle, cinsiyetleriyle ve maddi güçleriyle ölçmekten vazgeçtiğinde bu dünya yaşanılası bir yer olacaktır.
İnsanların yaşam tarzlarına müdahale etmenin, dışlamanın insan onuruna yakışmadığını, insana saygının bir erdem olduğunu anlayan, algılayan insanlar, hayatın içinde ''saygının'' bir ''kültür'' olduğunu benimsemişlerdir.
Buda; onlara empatı yapmayı ve bunun üzerinden insanlara ulaşmanın kapılarını açar...ne güzel değil mi !
Saygı; toplum yaşamı için, aile yaşamı için çok önemlidir ve yaşamın, insan olmanın onurudur, olmazsa olmazıdır...
Öyle ki; bizim ilişkilerimizi, sosyal ve dini ritüelleimizi, cinsel tercihlerimizi, kendimize saygımızı, durduğumuz yerin farkındalığını, konuşma yetkinliğimizi, insanlara verdiğimiz değeri düzenleyen çok önemli bir ''yaşam anahtardır'' saygı...
Saygı bir erdemdir ve erdemin olduğu her yerde bizi güzelliğe yönelten davranışlar olur.
Korkudan kaynaklanan, göstermelik bir saygı da erdem yoktur.
En önemlisi; karşıdakini tanımak ve anlamak onu kendi değer yargıları içerisinde ''muhasebe etmek'' söz konusu değildir.
Saygı aynı zaman da; karşında ki insanı değerli kılmaktır, önemsemek, dinlemeyi bilmek gibi ve anlamaya niyetli olmak !

Kendine saygı duymayan bir insanın, başkasına saygı duyması mümkün değildir. 
Yaşamı anlamlı kılan her birey kendine ve yaşama saygılıdır.
Otorite ya da korku karşında ceket ilikleme tutumunu saygı olarak algılayamıyorum. 
Bu bana hep saygı konusun da çelişkiler sunmuştur ve bu konuda kendimi de çok eleştirmişimdir. 
Çocukken olsun yetişkin olduğumuz dönemler olsun bize her kese saygı göstereceksin, her kesin düşüncesine saygılı olacaksın denildi, öğretildi.
Çoğu zaman bu saygı kavramı bende çelişkiler yarattı...

Büyüğe saygı deniliyordu, ben her büyüğe saygı duymam gerektiği anlayışını bana empoze eden zihniyeti zamanla sorguladım. Bir insanın yaşama hakkına saygı gösterebilirsin lakin topluma ve kendine faydalı olmayan bir insana saygı duymanın nasıl bir izahı olabilirdi ?

İyi bir insan olmadığı herkes tarafından onaylanırken sırf büyük olduğu için saygı duymam isteniyordu.
Saygı duymuyordum o zaman nasıl saygı gösterecektim, burada bir belirsizlik vardı. Saygı karşındaki insanın varlığını kabul etmekse ben bu çelişkiyi samimi bulmuyordum.
Bir şeyin yada kişinin varlığını kabul ettiğinizde ona yok muamelesi yapamazsınız.
Yaşamla birlikte ''saygının'' hiç bir zaman yanlışa toleranslı davranmak, görmemezlikten gelmek, katlanmak demek olmadığının öğreniyorsun.

Ve saygının; insanın, gerek ruhsal dünyasında gerekse çevresinde sevgi ile barışık yaşadığı ''farkındalık'' duygusu olduğunun ayrımına varıyorsun.
Bu nedenle ''erdemli saygı'' bir korku imparatoru yaratmaz.
Faklılıkları anlamaya çalışır, ön yargısız tutum sergiler.

Hümanist ve evrensel insanların en büyük özelliğidir saygıyı kendilerine ilim olarak seçmeleri çünkü karşılarında ki insanlara ''ölçülü, seviyeli ve kibar davranırlar'' ön yargılı ve yargılayıcı değildirler. Farklılıklara saygıyı, toplum yaşamın en önemli bağı olarak görürler. Kendi düşünce ve yaşam tarzını her şeyin üstünde tutan insanlarla gönül bağı kuramazlar...
Otoriteye bağlı olan saygının hiç bir zaman samimi ve içten olmadığını bilirler. 
Ne olursa olsun; karşımızda ki insanın fikri, düşüncesi, tercihleri bir başkasının yaşamını yok etmeye yönelik olmadığı sürece bir arada yaşamanın muhakkak yolu vardır yeter ki önce insan olalım. İnsan olmak onurlu olmaktır....

Olcay Kasımoğlu

1 Ekim 2018 Pazartesi


                                           Sevdikçe seni hep çocuk kalacağım...



hiç ummadığın yerlerden
güneyden
kuzeyden
esen rüzgarların
incinmedik yerinden
gün geceye karışırken
gece sabaha inerken
güneşe dokun
uyandır uykusundan
ağaran güne
penceren açık
ister
sarı sıcağından
ister
güngörmüş
maviler içinden
süzülüp gelirim

yeter ki
yüreğinde ki yerimi
hep sıcak tut
incecik avuçlarımızda
birleşti kokularımız
sevdikçe seni
hep çocuk kalacağım
biliyorum...
Olcay Kasımoğlu