Translate

10 Ekim 2018 Çarşamba

ÇALIN KALBINIZIN ZİLLERINI💙



İnsan tanımak gerçekten ince bir sanattır.
Bu sanatın ciddi parametreleri vardır.
Çaba ve inanç gerektirir. Yoksa, payımıza hep yanılgı ve hayal kırıklıkları düşer. İnsanlardan darbe yediğimizi, ,insanların ne kadar güvensiz olduğunu ve hep aldatıldığımızı, şanssız olduğumuzu söyler dururuz o zaman.
Oysa, önce kendimize, var olan bakış açımıza, hayat deneyim ve tecrübelerimize biraz kafa yorsak, bu yanılmalarda; aslında ne kadar çok kendi payımız olduğunu görüp şaşıracağız.
Her insan bir dünyadır ve bu dünyanın şekillenmesinde;
Cocukluğu, yaşadığı bölgenin yaşam koşulları, tercihleri, seçimleri, aldığı eğitim, seçtiği kişi ve kişiler bir yaşanmışlık bırakmıştır.
Ne kadarını kendinde topladığı, ne kadarında demlendiği, belli davranış kalıpları içerisinde kalıp kalmadığı; bize yansıttığı geri bildirimlerde, tutum ve davranışlarda kendini ele verir.
Daha dikkatli baktığımızda muhakkak göreceğiz. Bunun içinde önce kendimizin, engin ve dingin bir yaşamla iç içe ve kendimizle barışık olması gerekiyor.
Önyargılarından azade, geniş bir bakış açısıyla, insanlarla iletişim kurduğumuzda; daha doyumlu ve uyumlu birliktelikler oluştururuz.
İnsan tanıdıkça, ya yaklaşır yada uzaklaşmaya başlar. Bu ince çizgiyi çok iyi tanımlamak lazım. Bazen insanlar kendilerini tanımlamakta gerçekten zorlanırlar. İfade ve tanımlama yoksunluğu yaşarlar. Bunun içinde, insanlarla ortak yaşam alanları olsun, paylaşılan mekanlar olsun, beraber çıkılan bir yolculuk olsun yada beraber bir olayın şahitliğini yapmak ve onun üzerinden beden dili ve sözel tanımlamalar olsun, algısı açık insana çok şey verir aslında.
Hani büyüklerin kullandıkları yaşamsal deneyler vardır. Birini tanımak için;
*Yolculuk yapın
*Emanet teslim edin
*Sırlarınızı paylaşın
*Bilerek fikirlerine karşı çıkın
*İçki sofrasını paylaşın
*Borç para verin
* Sevmediği konularda açık yürekli konuşun
* Çocuklar ve korunmaya muhtaç insanlar hakkında düşüncesini sorgulayın
Liste uzar gider, sonuçta kişi ve kişilerin etki ve tepkileri kişilik ve karakterleri hakkında bize bir fikir verebilir.
Tabii ki bunları yaparken, rencide etmeden, kırmadan, dökmeden içten ve samimiyetle yapalım.
Biz ne savcı, ne hakimiz.
Zaten sağlıklı gelişen birlikteliklerin; savcıya, hakime, avukata, doktora, polise ihtiyacı olmaz.
Olcay Kasımoğlu
                              Bir Aldanış Çağı Yaşadığımız;

Dünyaya hakim olmaya çalışan insan zihniyetine bakıyorum, susuyor *insan onurlu bir kelimedir* diyen sözcükler.
*Görmeyi, hissetmeyi, aydınlanmayı bilmeyen insanların elinde yanlış anlaşıldı bütün bilgiler* ne kadar doğru bir tesbit.
Hayat: düşünceye, duyguya dayalı olduğu oranda; sağlam, doğru, yaşanılası olur.
Bunun yanin da duyudan yoksun olan kimse, ister yargı nitelikli, ister tasarım nitelikli olsun duyuya dayanan bütün bilimlerden yoksun olur.
Hayatın içinde duyularımızın çoğunu kaybettik, kalanlarda yaralı.
Baktığımız her şeyde bir ikilem yaşar olduk.
Acabalarımız, kuşkularımız amansız bir hastalık gibi yayılıyor.
Baktığımız,gördüğümüz her şeye karşı negatif enerjiyle doldurulmuşuz gibiyiz.
Yüzümüzde ki gülüşün ifadesinden bile şüphe duyar olduk.
Haklının ''haksızlığa'' sesini yükselttiği yerde kulaklarımızı tıkayıp, körleri oynuyoruz..
Bir bahanecilik aldı başını gidiyor. Hani bana dokunmayan yılan sonsuz yaşasın der gibi.
Yanımızda ki adam gibi adamlardan bile şüphe duymaya başladık, yok canim bir insan bu kadar iyi olamaz, diye.!

''Düşünce eksik, düş eksik. Saplantıları çıkartacak cesaret eksik. Eğ başı, güçlü olanı taçlandır ve sonra;tamamlanamayan yolculuğun kahramanı ol! Böyle bir şey olur mu? Böyle bir kahramanlık? Benim canım kıymetli ama canı yananlara "fakat" ile yaklaşma...''
Yaşadığımız çağa ve yaşanılan bunca vahşete bakınca: sözcüklerin arasında çöl rüzgarları esiyor.
Olmuyor, hangi diyara bağdaş kurarsak kuralım, sapa kalıyor çorak düşlerin eksik umutları.
Olmuyor, söz dolanıyor boğazımıza; sanki yüzyıllık sessizlik.
Ve tarih kendi sahnesini yeniden kuruyor, yaşam kendi döngüsünü tamamlıyor.
Bir aykırı duruş gibi, sesimizde şiir, düşsel rüzgarlardan geçip, geleceği yeniden bahara teslim edeceğiz.
Dönüp, dünya tarihine bir yolculuk başlattığımızda bunu görmek mümkün.
İnsanoğlu dersini ezber ediyor lakin ezber bozmuyor.
Sahne yine aynı sahne, sadece oyuncular değişmiş.
Alkışlayan zihniyet yine aynı, ezber bozan zihniyet yine aynı.
Göğüslemek için karanlık yarınları... teknolojiyi geliştirirken, önce insandan başlamalı (!)

Olcay Kasımoğlu
                                 Deli olan gönüldür




Aşkın , devasa Fransız şairi Jacques Prévert 'in bu şiirinde olduğundan daha iyi bir tarifi var mıdır sizce? Bence yok ... Tam da böyle bir şey işte aşk, tam olarak böyle!

Defalarca paylaştığım ve paylaşacağım bu eşsiz Prévert şiiri, bu kez benim "küçük dev adamım" Serge Reggiani 'nin dehşetengiz yorumuyla yer alıyor Seyir Defterimde ...

İyi ki her ikisi de bu dünyadan geçmişler, iyi ki! Arkalarında derin izler bırakarak hem de ... 

Bilmiyorum neden, bir Frankofon olmamama rağmen, şiirin orijinal dildeki yorumu çok daha fazla etkiliyor beni ... Aşkın dilinin Fransızca olduğuna inandığımdandır belki... Kim bilir ...






Bu sevda
Birdenbire saran içimizi
Bu narin
bu sımsıcak
Bu umutsuz
Sevda
Gün gibi güzel
Ve kabaran deniz gibi
Çalkantılı
Bu sevda
O kadar gerçek
O kadar güzel
O kadar mutlu
O kadar sevinçli
Ve karanlıkta korkudan titreyen bir çocuk gibi
Gülünç
Ve gecenin ortasında sakin bir adam gibi
Kendinden emin
Başkalarının yüreğine korku salan
Benizlerini solduran
Dillerini çözen bu sevda
Gözetlediğimiz için gözetlenen
Yaraladığımız
Ayaklar altına aldığımız
İnkar ettiğimiz unuttuğumuz için
Kovalanmış yaralanmış ayaklar altına alınmış
İnkar edilmiş unutulmuş
Bu kocaman sevda
Gene dipdiri
Gene güneşli
Senin sevdandır bu
Benim sevdamdır
Hep var olan
Durmadan yenilenen
Ve değişmeyendir
Bir bitki kadar gerçek, bir kuş kadar ürkek
Yaz güneşi kadar diri ve sıcaktır
İkimiz de gidebiliriz
Sonra dönüp
Derin uykulara dalabiliriz
Acı çekebiliriz uyanınca
İhtiyarlayabiliriz
Sonra tekrar dalabiliriz uykuya
Ölümü düşleyebiliriz
Oysa
Başucumuzda
Gülerek bakıyor bize
Durmadan tazelenen bu sevda
Ayak diriyor yaşamakta
Arzu kadar diri
Bellek kadar zalim
Pişmanlık kadar budala
Hatırlamak kadar tatlı
Mermer gibi soğuk
Gün gibi güzel
Bir çocuk gibi narin
Bize bakıyor gülümseyerek
Ve hiçbir şey söylemeksizin
Konuşuyor bizimle
Ve ben ürpererek dinliyorum onu
Bağırıyorum
Senin için
Kendim için
Bağırıyorum bizim için
Gitme kal
Dur orda
Ayrılma yerinden
Kal orda
Kımıldama
Gitme
Biz ki sevmiştik birbirimizi
Unuttuk seni
Bari sen unutma bizi
Bir sen varsın yeryüzünde bizim için
Terk etme bizi
Buz bağlamasın yüreklerimiz
Ne kadar uzakta
Ve nerde olursan ol
Duyur bize kendini
Bir çalı dibinde
Hatıralar ormanında
Birdenbire çıkıver karşımıza
Uzat elini bize
Ve kurtar bizi.


Jacques PRÉVERT

9 Ekim 2018 Salı


                                     Yaşamalı ve sevmeli


Güzel sözün eyleminde yaşamak, anlaşılmak, gerçekten bir ödüldür hepimiz için, anlatabilmek ise yetenek.
En güzel birliktelikler en ince çizgide gönüllere yazılır. Bunlar damla damla yüreklere damıtılır. Sevginin cesareti ve gücü burada başlar.
En küçük bir esintide yok olup gitmez.
Hepimiz sevgiyiz ve ''sevgi'' sahip olduklarımızı paylaşır.
Sevgi her şeydir..
Çünkü sevgidir kalplerimizi ortaya çıkaran güç.
Sevgiyi ortaya çıkaran, kalplerimiz değildir.
Zaten hakiki sevgiler aydınlatandır.
İnsan tuttu mu elini sevdiğinin, bütün evren ona yol verir.
Öptü mü yüreğinden sevdiğinin, ruhunun kapıları, tokmağını sonuna kadar açar.
Öylesine değil, öylesine derin sevmeli.

Hayatınızdaki tüm insanlar ve eylemler ''bir özelliğimize'' ayna tutmaktadır.
Oysa sevgisiz insanlar ''tsunami gibidirler'' dokundukları her şeyi yakar, yıkarlar.
Ne mutluluk verirler nede huzur. Sürekli şikayet eden,sorun çıkaran hep kaderi suçlayan, mazaretlere sığınan, geçmişi deneyimlemeyip sürekli geleceğe taşıyan sevgisiz insanlar hayatımızdan çalarlar.
Bu insanlar kardeşimiz olsun, arkadaşımız olsun vs er geç kendi uzaklıklarını yaratırlar.
İyi insanlar ise çoğu zaman ''yanında olmasalar da'' histen köprüler kurarsın, mesafelerin anlamı kalmaz, yüreğin konuşur, gözlerin görmese de.
Aynı amaç için çarpar kalbin, acısının içinde olamasan da...sarılırsın, aynı acıya ağlarsın, onun kaybı senin kaybındır, yaralarına tuz basmazsın,gönüllü paylaşırsın yaşamı.
Hayatımızdan gün çalanlarla değil, hayatımıza anlam katanlarla çoğalmak hayatın içinde, sevgiyle-umutla...
İnanıyorum ki dünyada *sevgisizlikle birlikte, yanlışlığın hükmü başlar*
'YAŞAMALI VE SEVMELİ'' yüreklilik ve güç verir insana..
Şafak vakti kanatlanmış bir gönülle uyanmak sözün hale ayanıdır ve onu yaşamak tamamen bizim algı ve bakış açımızla kendine yer bulur.
Ne mutlu elleri gönülleri kafaları sevgiyle işleyenlere...

Olcay KASIMOĞLU
                                                                          
                                                       Her doğan günle yenilenmek...


İnsan yaşadıkça; sır yerkürenin içinde ki mananın sırrına tam muvaffak olamasa da, bir çok şeyi doğru yerden görmeyi ''ÖĞRENİYOR'' yaşamı sorgulayıp, paylaştıkça !
Yaşadıkça; yaşamın içine aktıkça, içinde ki öz söyleşir, gönül penceresi açar kapılarını.
Zamanla birlikte; sorular doğruysa hangi duvar yıkılmaz, hangi gönül penceresinden tülü kaldırmaz !
İnsanların içinde; iyiler ve kötüler olduğunu, her insanin içinde,
iyilik ve kötülük bulunduğunu görürsün.
Bu ikilemi, kişinin nasıl yontabildiğini ve hangısını öne çıkarabildiğini etkileşime geçtikçe, yaşadıkça anlarsın.
Sonra insan tenini o tenin altında bir ruh bulunduğunu, ruhun tenin üstünde olduğunu görürsün.
Aydınlanmanın yollarını ararsın; görürsün ki, aydınlanmadan, karanlığın yırtılmayacağını...
Birlikte yaşamanın önemli olduğunu, bunun için ''bölüşmeyi,hakkaniyeti,sosyal adaleti'' öğrenmenin yaşı olmadığını ve insanca yaşamak için elzem olduğunu öğrenirsin.
İnsanların; kendilerine rağmen, gidecek yol bulabildiklerini görür, şaşırırsın.
Kalıplar içinde düşünmenin, düşünce boyutlarını nasıl örselediğinin farkına varırsın...
Gerçeklerin; kimine göre gerçek, kimine göre değil bunu öğrenirsin.
Baktığın yerle, durduğun yer arasında nasıl ince ayarlar olduğunu anlarsın.
Senin doğrunla benim doğrumun, aynı evren de, farklı olabileceğinin şaşkınlığını yaşarsın.
Kapalı pencerelerin ardından hayata bakmakla, gökyüzünde uçan bir kuşun bakışıyla bakmanın farkına, farkındalığına yaşadıkça varırsın.
İnsanın insana üstünlüğü nedir diyen sorular içerisinde bulursun kendini.
Sonra; üstünlüğün kıstaslarında kendine bir yol bulmaya çalışırsın, kendi yüzünü aynada görmeye başlarsın, gördüğün seni yanıltmaz, kendine aydın, kendine adıl kendine insaflı olmayı öğrenirsin.
Kendine yolculuklar başlar...olgunlukla birlikte, kendine saygısı olmayanın yanında saygı aramazsın, mücadele etmekle, gereksiz kavgaları birbirinden ayırırsın...
Ve sabrın,değenler için bir mücevher olduğunu, gereksizlere harcandığında ise yerini keşkelere bıraktığını anlarsın....
Vicdan sahibi olmak, vefa...bunlar var ise diğerleri zaten eşlik eder...farkına varırsın.
Namusun ''insan vicdanı'' olduğunu anlarsın ve yalanın ocağı olmadığını, iyiliğe duran hiç bir yerde yeşermediğini.
VE sevmenin yazılı hiç bir kuralı olmadığını, sevmenin yaşamanın ruh kapısı olduğunu anlarsın.
Anlarsın ''CESARET'' edip yaşamadan, hiç bir gerçekliğin farkına tam olarak varamazsın, yaşadıkça, deneyimledikçe anlarsın !

8 Ekim 2018 Pazartesi

                               Çemberleri kapatmak


İnsanların duygularını anlamak; kendimize olan güveni artırdığı kadar, başkalarının da bize güven duymasına neden olur.
İlişkilerin kırılganlığını ve insanlar açısından taşıdığı önemi anladığımız zaman, daha dikkatli ve özverili oluruz.
Başkalarının duygularını örselemeden, onları anlamaya çalışırız. Kendimize ve başkalarına kulak verdiğimiz zaman evrende bizi dinler.
Paulo Coelho'nun bir çok kitabını okumuş biri olarak ona ait okuduğum en güzel alıntı bu desem abartmış olmam.
''Çemberleri tamamlamak, kapıları kapatmak, bölümleri sona erdirmek – ne isim verirseniz verin; önemli olan yaşamda bitmiş olan anları arkada bırakabilmektir.''
''Bir insan her zaman sahnenin bittiğinin, perdenin indiğinin farkında olmalı. Gereken zamandan daha uzun kalmak için ısrar ederseniz, mutluluğu ve oynamamız gereken diğer sahnelerin anlamını da yitiririz.
Çemberleri tamamlamak, kapıları kapatmak, bölümleri sona erdirmek – ne isim verirseniz verin; önemli olan yaşamda bitmiş olan anları arkada bırakabilmektir.
İşinizi mi kaybettiniz? İlişkiniz sona mı eriyor? Ailenizin evinden mi ayrıldınız? Yurtdışına yaşamaya mı gittiniz? Uzun süren bir dostluk aniden bitti mi? Bunun neden olduğunu düşünerek uzun zaman geçirmek mümkün.
Kendinize yaşamınızda bu denli önemli ve büyük yer tutan şeylerin bir parmak şaklatması süresinde toza dönüşmesinin nedenlerini anlamadan yaşamınızda bir adım daha atmayacağınızı söyleyebilirsiniz. Ama bu yaklaşım, yaşamınızı paylaşan herkes için dehşetli biçimde stresli olacaktır:
ebeveynleriniz, eşiniz, dostlarınız, çocuklarınız, kardeşiniz.
Herkes kitabın bölümlerini kapar, yeni sayfaları açar, yaşamına devam ederken sizi durağan bir biçimde görmek hepsini kötü hissettirecektir.
Şeyler olur ve geçer ve bazen elimizden gelen en iyi şey onların gitmesine izin vermektir.
Bu yüzden, ne kadar acı da verse, hatıralardan arınmak bazen iyidir, küçük şeyleri yok etmek, eşyaları yetimhanelere bağışlamak, kitaplarınızı satmak ya da ödünç vermek.
Bu dünyada görünür olan her şey, aslında görünmeyen dünyanın ifadesidir, yüreklerimizde yer alan şeylerin bir izdüşümü. —Ve hatıralardan arınmak, bazen yeni hatıralar için yüreklerimizde yer açmak anlamına gelir.
Bırakın gitsinler. Azat edin onları. Arının onlardan.
Kimse hayatı işaretli iskambil kâğıtları ile oynamaz, yani bazen kazanır ve bazen de kaybederiz. Geri dönüş beklemeyin her zaman, emeklerinizin takdir edilmesini, dehanızın keşfedilmenizi, aşkınızın anlaşılmasını.
Kendi duygusal televizyonunuzda aynı kanalı izlemeyi bırakın. Bir kayıptan ne kadar acı çektiğinizi gösteren o programı artık izlemeyin. O sizi sadece zehirliyor, başka bir şey değil.
Hiçbir şey, kırık aşk öykülerini kabul etmekten daha tehlikeli değildir hayatta; başlama tarihi olmayan söz verilmiş işlerden veya sizi “ ideal zamanı ” beklemeye sürekli mecbur eden SEÇİMLERDEN.
Yeni bir fasikül açılmadan, önceki bitirilmelidir: Kendinize geçmiş olanın tekrar geri gelmeyeceğini söyleyin…
KENDİNİZE Bir zamanlar o şey veya o kişi olmaksızın yaşayabildiğinizi hatırlatın – hiçbir şey yeri doldurulamaz değildir; bir alışkanlık bir ihtiyaç değildir.
Bu çok belirgin görülebilir, hatta zor olabilir, ancak çok önemlidir.
Çemberleri kapatmak. Gururunuz nedeniyle, yoksunluğunuz veya öfkeniz nedeniyle değil, artık ona hayatınızda yer kalmadığı için.
Kapıyı kapatın, müziği değiştirin, evi temizleyip tozu silkeleyin.
Eskiden olduğunuz kişi olmayı bırakın ve şimdi olduğunuz kişiye dönüşün.
Paulo Coelho…
                                Sevgiyle Çalkalanmadıkça Dünya !




Yaşam, avuçlarımız da sıcacık dururken, uzaklarda aramak ne hazin...
Bunu ancak ölümün kıyısında bir nefes soluklanıp dönenler bilir..
Broch' da böyle seslendirmiş;
''Birlikteliği, aşkı, uzaklıkları ancak ölümün eşiğine ulaşmış olanlar bilebilir..''
'Sevgiyle çalkalanmadıkça dünya
Huzur da, rüya mutluluk da'
Olaylara, insanlara bakış açımız;
Seçenekleri görmemize, değişmemiz gerektiğinde kendimizi güncellememize yardım edecektir.
Kendimizi tanımadan, birey olmadan, özgür olamayız.
Kendimize karşı ''açık, sade, duru olmak'' her zaman kendimizi ''İFADE'' etmemizde, gereksiz olanların elenmesine yardım edecektir...
İçsel motorlarımızın çalışması için, zihin kıyaslamalardan tamamen özgür olmalı ( ben hiç kimseyim, ben kimim) arınmalı kendini bulmalı.
Çalışan iç motorlar; zamanı, zamanları, zamansız kılıyor, kaldırıyor aradan tülleri.
Ancak o zaman içimizde gömülü olan yaşamı gözlemleyebilir, kendimizi öğrenebiliriz.
Kendimizi bilmek, başkalarını da anlamamızı kolaylaştırır.
Yaşamı anlamlı ve üretken kılar.
Başkalarının üzerinden yaşama tutunmakla, başkasını oynamakla olmuyor.
Dar döngülerden kurtulmak için, kendimizi sorgulamalıyız!
Ve inandığımız, kalbimizin götürdüğü yere gidelim, kalbimizin sesini dinleyelim.
''Gün olur güneşler doğar
Gün olur karanlıklar parçalanır
Yeter ki sen yaşama sevgili
Sevgiliye can ol
Ol ki “kendin” ol
Ol ki yaşamın kendisi ol''...
Bu evren her gece ayı, yıldızı misafir eder. Kimi düşünü, kimi sevgilisini hayal eder. Kimi güne, kimide geceye eşlik eder.
Nice nimete duran canlar, gözünü açınca, ayrı bedenlerde bir tene can olur gider...
Özün söze muhabetinde tek güzel şey yaşamak.
Oda. ömür dediğin zemheriyse, başı duldasız zamana yenilir gider......

Olcay Kasımoğlu
                                        Küçük duyarlılıkların sırrına erişmeli insan...


Kim demiş, kar sadece yeryüzüne yağar,
Ya bizim içimize yağan kara ne demeli ?
Yağar, içimizde ki cana yağar,
Yağar da yıkar yeşile durmuş bahçelerimizi..
Karların altında kalan toprağın, buzları bize hakikati hatırlatan salçım saçakları altın da, serçelerin dallara tünemiş büzük hallerinde, biz soğuk diyarların yüzümüze vuran poyrazlarında, hayalleri bir çift potine sarılı, yürekleri buzdan sıcak, gözleri derinlerde közlere yatırılmış sancılı diyarların ekmeğe, soğana talim çocuklarıydık.
Yağdıkça üzerimize karlar, içimizin yangını büyür, yoksul bir yaşamın cenderesinde sadece açık yaralarımız üşürdü.
Ne zamandı vakit bilmem... önce miydi, sonra mıydı, üşüdükçe içimize sisler çökerdi hani öyle çökertmeden Halil'im türküsünden çok uzak ve kekeremsiydi bizimki.
Hayat yüzümüze poyrazlarla dokunurdu, yoktu bolluk, kıtlık kıran girmişti, sanki unutulmuştu bu diyarlar.
Vefasızdı bizi yönetenler, aranmak, sorulmak, hatırlanmak düşmemişti payımıza. Bize çıkan bir yolculuk yoktu, unutulmuştuk, kimsesizler resminin oyuncularıydık. 

Yüzümüzde ki gülüşlerin tek sahibi kendimize çıktığımız yollarda bulduklarımızın sahipleriydi.
Hep yüreğimizde saklı tuttuk yaşamın umutlarını, gözlerimizde, yüzümüzün hüznünde saklı tuttuk...

Gökyüzünü doldurup soluğumuza, isyanımızı kilometrelere zincirleyip idam ettik geçmişimizi...
Gidenler de dönmedi, yaralı uçurumları birer birer koşarak, boş yere yollara baktık, türküler yaktık.
Kurudu göz pınarlarımız, yüreğimizle ağladık.
Hasret ki, göçmen kuşların kanadında taşıdığı gamdan bir dağ gibi oturmuş gözlerimize...Kime ne anlatabiliriz ki !

Ağızdan çıkan her söz yaralıyor yüreğimizi...
Ve hayat donuyordu ayak uçlarımızda, ellerimiz toplarken karı.. Kanıyorduk vazgeçilmiş umutlara...
Biz ki soğuk iklimlerin; güneş gözlü, ay yüzlü, saçlarına yıldız düşmüş güzelleriyle bir aykırı duruş gibi sesimizde şiir, düşsel rüzgarlardan geçip gelir geleceği, yeniden doğururduk.
Oysa şimdi, sözcüklerin arasında çöl rüzgarları esiyor. Olmuyor, hangi diyara bağdaş kurarsan kur, sapa kalıyor çorak düşlerinin eksik umutları.

Olmuyor, söz dolanıyor boğazına, sanki yüzyıllık sessizlik...
Ne zaman bahara dönsen yüzünü, unuttuğun geçmiş, eteklerinin filelerinden sarkıyor.
Söyleyemediklerimiz ise ince bir sızı gibi açık yarada bir ayaz şimdi.

Sesimizde, anıların sessizliği hep içerlere işler durur, kime, ne söylersin der gibi.
Gidenler de dönmedi, dönemedi, acımız yitik, yüreğimiz boran yeri...

İşte sen, tam bu yüzden büyüsende sarkıyorsun kışın penceresinden. Rotasını kendi çizen bir kar olup tanelerinden sözcükler çalıyorsun soğuk iklimin çocuklarından bir hatıra olsun diye...biliyordun çünkü; biz kar tanelerinin masun çocuklarıydık, umutları ağaç dallarında şarkı söyleyen ... (!)

Olcay kasımoğlu

                                     Her gün yeni bir mucize 
                                               
                         Neden herkes güzel olmaz, yaşamak bu kadar güzelken?

İnsan;
Küçük duyarlılıkların sırrına erişmeli.
"Sen hür adam; seveceksin denizi her zaman...” demişti Baudelaire.
“Ben sizinle sarmaş dolaş olmuşum dalgalar...” demişti Rimboud.
“Ben deniz değil miyim?” diye sormuştu Seferis Sahnede şiirinde...
Yurdundan uzak bir Nazım Şiiri vardı ki; öleceksem denizde ölmek isterim, derdi hasretle, hüzünle...
Dert yanardı Ritros, “Denize bakmadan yazıyorsam eğer, titrer kalemimin ucu...” diyerek...
''Kim inkar edebilir, hepimizin bir balıkçı; hepimizin dalga, fırtına, denizyıldızı olduğunu...
Hangimiz sonsuz denizlere baktığımızda denizin kucağında olmayı düşlemedik?
Yaralarımıza, “ölü bir albatros olmak” istediğimizi yazmadık mı?
Sevgililerimiz, bir görünüp bir kaybolan ve belki de imkansızlığını içinde taşıyan deniz-kızları değil miydi?
Güneş bile, gömülmek için, okyanusları seçmemiş miydi?''
Zamanın akışını yumuşatmak, tüm varlıklarla genişlemek ve bütün bunları anlatacak bir insanın mevcut olduğunu düşünerek şımarmak da, çocukluğumuzdaki ruha misafirliğe gitmektir ki bu yüzden içimiz hiç bir zaman yoksul değil..

6 Ekim 2018 Cumartesi


                                Ah kendini bulamayanlar...


Anlamak, paylaşmak, düşünmek, inandığı gibi yaşamak, ilkelerinin arkasında olmak, RUHSAL OLGUNLUK ister.
Bu dünyada; sadece kendi için değil herkes için adaleti korumak, sahip çıkmak, GÜÇLÜ BİR İRADE ister.
Nefsin arzularından arınıp, inandıklarını sorgulayabilmek,sorgulayarak inanmak, YÜREK ister...

Hayatında yaşadığı olumsuzlukların sorumluluğunu üstüne almayan, faturayı başkalarına kesen bir insanın hayatı olumlama gibi bir olgunluğu olamaz zaten.
 Her zaman suçlayıcı, kaderci, zayıf ve depresiftir.

Sorunları bahane ederek mutsuzluğa ve umutsuzluğa kilitleniyoruz, oysa her karanlık, kendisini sonlandıracak ışığın tohumlarını içinde taşır.

Ne olursa olsun, herkes hayata kendi yürek penceresinden bakar ve sadece görmek istediğini görür.
Hayata olumlu bakan insan, olumlu bakıştan üreyen umut ve cesaretle, daha cesur ve sevgi dolu oluyor. 

İnsanların eylemleri ve söylemleri hiç şüphesiz ki, hayatla olan ilişkilerinin rengini ve biçimini tayin ediyor. 
Gerçek sevgiyi ve anlayışı bilen, bunu da başkalarıyla paylaşabilen insan aranmaktadır günümüzde.
Hepimiz kendi renklerimizle bu dünyanın döngüsüne hizmet ederiz.

Mevlana ne güzel demiş;

''gel, gel, ne olursan ol yine gel,
ister kafir, ister Mecusi, ister puta tapan ol yine gel,
bizim dergahımız, ümitsizlik dergahı değildir,
yüz kere tövbeni bozmuş olsan da yine gel…”.

Burada ki sevginin en önemli özelliği ''beraberinde anlayışı da barındırmasıdır'' lakin burada ki anlayış, yanlışa tolerans değildir.
Mutluluğu sağlayan en temel duygu ''sağlıklı sevgi'' ve ona yol açan anlayıştır.
Hoşgörü diye yıllardır nitelendirilip durulan ancak bir türlü kavuşulamayan duygunun ortaya çıkmakta zorlanmasında ki temel etken de budur.
Çünkü: sadece hoşgörü ile ''sevgi anlayışına'' varabilmemiz mümkün değildir.
Burada ki davetin; çoğu zaman yanlış anlaşıldığını düşünmüşümdür. 

Burada ki çağrı ''kötüde olsan, namussuz da olsan, hakta yesen, zalimde olsan'' gel değildir. 
Burada ki anlayış tamamen insan oğlunun dünya evi üzerinde ki siyası, dini kimliklerin hangisinde karar kılmış olursan ol bizim dergahımız iyilik, umut,sevgi yolu gel diyor, kaldır aradan engelleri...
Ve en önemlisi; herkesi sevemeyeceğini de her şeyi bilemeyeceğini de fark edebilmeli insan, her şeye sahip olamayacağı gibi.

Her şey için çok geç olmadan, kendi özümüzle tanışmak ve varlığın diliyle yeniden doğabilmek için ötelediğimiz, ertelediğimiz ne varsa hayata geçirmeli, hepsinden önce ''bilgilenip'' sonra ''fikir sahibi'' olmalıyız.

İnsan: özgür yaratılmış iken, bitip tükenmek bilmeyen bencil arzularına yenik düşünce, zaaflarının esaretinde bir köle olarak yaşadığını fark edemez bile.
Artık fedakarlığın hakikatinde ''kendimize'' emek vermenin vaktidir.
Her şey insanın kendi ruhuna yapacağı yolculukla başlar...

Olcay Kasımoğlu
                                              Sevgisizlik ağır bir yüktür...


Hayat der ki;
Duruşunu doğru bildiğine sarıl ısrarla.
Çünkü;
Sevgisizlik ağır bir yüktür !
Hayatımızdan gün çalanlarla değil, hayatımıza anlam katanlarla çoğalmak hayatın içinde, sevgiyle-umutla...
Güzel sözün eyleminde yaşamak, anlaşılmak, gerçekten bir ödüldür hepimiz için, anlatabilmek ise yetenek.
Sevgiyi hayatımızdan kovduk ''yerine'' parayı, mevkiyi, etiketi, statüyü koyduk.
Etiketlerle, makamlarla, egoyla sağlıklı üretimler oluşturamayız.
''Daha çok para kazanmak için eğitim görüyoruz, para için meslek ediniyoruz, para için çalışıyoruz, para için birbirimizi çiğniyoruz, para için birbirimizi aldatıyoruz, para için savaşıyoruz.''
Parayla gelen gücü, insanları ezmek için kullanıyoruz.
Haklının değil ,güçlünün yanında yer alıyoruz.
Bütün söylemlerimizi, paraya övgüyle taçlandırıyoruz.
Geldiği yeri hazmedememiş insanlara methiyeler diziyoruz
Para, fiziksel, biyolojik ihtiyaçlarımızı karşılamak için aracıyken, yaşamın amacı haline geldi..
Sevgimiz olmadıktan sonra; daha çok paramız olsa, mevki-makam bizim olsa, daha çok toprağımız, evimiz arabamız, malımız olsa ne olur?
Yürek işlerinin pazarlık payı olmaz...
Sevgimiz yoksa hiç bir şeyimiz yok.
Belki de yeniden öğrenmemiz gereken budur...

                                                         Sen duyuyor musun ?                

Elleri Yüreği Ve Kafasıyla Çalışan İnsanları Seviyorum !!
Hayatımızdan gün çalanlarla değil, hayatımıza anlam katanlarla çoğalmak hayatın içinde, sevgiyle-umutla...
Güzel sözün eyleminde yaşamak, anlaşılmak, gerçekten bir ödüldür hepimiz için, anlatabilmek ise yetenek.
Oysa yaşadığımız evrende dengeler öylesine alt üst olmuş ki anlamak istemeyene, başını kuma gömene ''neyi nasıl'' anlatabilirsin ki ?
İnsanların birbirini ''gammazladığı, ,çamurlaştığı, sattığı, yalanın kirli sularda yüzdüğü'' böyle bir dünya düzeninde ''insanlığın parayla ölçüldüğü yerde'' haktan söz edilebilir mi?
Haklının ''mevki ve ıtıbarla'' belirlendiği yerde adaletten söz edilebilir mi?
Dostluğun '' görüntüden, sahtelikten'' beslendiği yerde insanlıktan söz edilebilir mi?
Erdemin ''çıkar ilişkisi üzerine'' bağlandığı yerde onurdan söz edilebilir mi?
Emeğin kapı dışarı edildiği ''kazancın hileyle büyüdüğü yerde'' alin terinden söz edilebilir mi?
İnsan onurunun ''sudan sebeplerle'' ayaklar altına alındığı yerde, onurdan bahsedilebilir mi ?
Vicdanın olmadığı yerde '' samimiyetten, merhametten'' söz edilebilir mi ?
Yalanın, talanın ''yaşama hükümdar olduğu'' yerde, hakkaniyetten, adaletten söz edilebilinir mi ?
Ölümün bu kadar ucuzladığı yerde '' umuttan, sevinçten'' bahsedilebilir mi ?
Her şeyin para ve erk ile ölçüldüğü bir yerde ''toplumsal adaletten, huzurdan'' hiçbir zaman bahsedemeyiz.
Karanlıklar için de kalan serzenişlerin hiç kimseye hayrı yok.
Böyle bir çağda:
Hayatı sadece seyretmek yetmez, onu anlamak gerekir.
Hayatı anlamak ise yürek ister, akıl ister, değişim ister.
Hayatınızdaki tüm insanlar ve eylemler ''bir özelliğimize'' ayna tutmaktadır.
Sizin aynanız hangisi ise onu görürsünüz !!
Sen duymuyor-musun
Dünyada var olan en güzel şeyin
Yürekten yüreğe söylediği;
Dilsiz sessiz melodiyi
İçimde mis kokulu bir gül var sevgiye akın eden
Her şey sevmekten geçer diyor..!
Oysa sevgisiz insanlar ''tsunami gibidirler'' dokundukları her şeyi yakar, yıkarlar.
Ne mutluluk verirler nede huzur.
İyi insanlar ise ''yanında olmasalar da'' histen köprüler kurarsın, mesafelerin anlamı kalmaz, yüreğin konuşur, gözlerin görmese de.
Aynı amaç için çarpar kalbin, acısının içinde olamasan da...sarılırsın, aynı acıya ağlarsın, onun kaybı senin kaybındır, yaralarına tuz basmazsın,gönüllü paylaşırsın yaşamı.
Böyle bir dünyada; kırmadan,dökmeden GÜLÜMSEYEREK ve GÜLÜMSETEREK geçenlere selam olsun (!)
Olcay KASIMOĞLU
                                     Bir ince iştir yaşamak dediğin!

Mal-mülk yormasın yaşam keyfinizi, arzular nefsin kölesi olunca bükülür insan beli.
Iskalamamak için yaşamı; hayatın her zaman planlandığı gibi olmasında ısrar etmeyip, yüreğimizi o anda “olanlara” açık tutmak düşüncesi de olmalı.
Hayatın bize çelme takmasının, iç motorlarımızın arıza yapmasının en büyük nedeni; çoğu zaman istek ve arzularımızın çıtasını yüksek tutma ve gerçekte olduğundan farklı hale getirme ısrarından kaynaklanmaktadır.
Hayat her zaman istediğimiz gibi gitmez; virajları vardır, dipleri yaşarsın, üst katlarda alt katlarda dolaşırsın.
Bütün mesele bunları nasıl karşılayıp, yaşamımıza nasıl uyarladığımız ve o anın gerçeğini ne kadar kabul edebildiğimizdir.
Bunun içinde; ruhsal olgunluk ve sağlıklı bir sevgi anlayışına sahip olmak gerekir.
Yüreğinizi bu şeklide açarken amacınız yakınmalardan, reddedilmekten, ya da, başarısızlıktan hoşlanıyormuş gibi görünmek olmamalı sadece, hayat umduğunuz gibi gitmediğinde iç motorlarımızı çalıştırıp, ben ne yapabilirim, bana düşen ne, nasıl başa çıkabilirim olmalı ?
Yoksa ben bittim, lanet olsun, ''neden ben'' gibi serzenişlerin hiç kimseye faydası yok.
Hayat hiç kimseyi kayırmaz, torpil yapmaz.
Yaşamın içinde, hayatın her zaman aynı çizgide gitmeyeceği bilincine sahip olduğumuzda perspektifimiz derinleşir.
Hayat anlaşılır ve eğlenceli olur. Her şeye,her şeyine rağmen !

Olcay KASIMOĞLU
                                                                                HEPİMİZ SEVGİYİZ..!






Öyle bir yaşamın içinde güne durdum ki, cenneti de gördüm cehennemide
Aşklar geldi... yüreğimin en diplerinde yelkene durdu.
Hiç sarsılmadı sevdaya inancım, göğsüme hep sağanaktı sevda
İnsan yanımı hiç satmadım dünya malına
Yangınlara durdum; rüzgarda bendim, suda... 
Yaşam bir bütünmüş, anladıkça, ezber bozmuşum
Kalbime giden yol nereyi mesken tutarsa
Kitaba, şiire, sevdaya...sıcak insan koylarına
Ben oralara aktıkça, kendime dolmaktayım
Bazen şaşırdım hallerime... 
Sonra dedim ki söz ver kendine,
Gökyüzünü seviyorsan Aç kanatlarını uçsuz, bucaksız havalansın
Dalgalar martılarla dans etsin...
Sevdiğinin sinesinde aşka durduysan, bırak sinende aşk çoğalsın... 
Yalnızlık kimsesizlik değildir, yalnızlık başka insanların anlamını kavradıkça aşilirmiş. 
Kendime bitmeyen yolculuklar yapmaya başladığımda, bütünlüğüme sahip çıktıkça yalnızlığı kendime sevdirdim. 
Öyle çok değerliymiş ki zaman Kendimi sevdikçe anladım 
Usta,sevgiyi seçen kişiymiş Her durumda, her koşulda. Anladım...
Hepimiz sevgiyiz. Ve sevgi sahip olduklarımızı paylaşır... Sevgi her şeydir...

Sen istemedikten sonra, içinde ki yaralar güneşe çıkmaz...
Sen istemedikten sonra, kim dokunabilir acılarına ?
Kim mutlu edebilir seni, sen istemedikten sonra ?
Sen kendini sevmedikten sonra,hangi sevda yüreğinde açar söyle ?
Sen görmek istemedikten sonra, bütün dallar çiçeğe dursa ne olur
Yeter ki yürekli ol, içindeki dünyayı tüketme !
İçindeki yaşama sevincine gülüşlerini yatır, yaşam senin elinde...



Olcay Kasımoğlu

Nefret bulaşıcıdır

                          

SEBASTİO SALGADO, BİR BELGESEL FOTOĞRAFÇISI OLMANIN ÇOK ÖTESİNDE..


''İnsanoğlu toprağın tuzudur'' belgeselini izlerken, insanlık için yola çıkanların, yaşamı ve yaşamın hangi süreçlerden geçtiğini çok iyi irdelemek gerektiğini ve insanların hırs ve egolarının nasıl bir çağ yarattığını, çektiği fotoğraf kareleriyle çok iyi gözlemleyip, irdeleyip, eylemsel bir senfonisiye çevirmiş.
Bir belgesel fotoğrafçısı ve insanlık aleminin yakın bir tanığı olarak yaptığı işi sorgularken, çekimler fotoğraf olmanın çok ötesine taşınmış.

Altının kölesi olanlar, fox'ları kareye alırken o şafağın doğuşu, açlıktan suratları yaşlanan insanlar, yola çıkan yalnız çocuğun direngen duruşu, sınır tanımayan doktorların mücadelesi, yakın tarihde ki Saddam' ın, petrol kuyularını ateşe verince; kanatları yapış yapış olan kuş sürülerini görüntüye alması, savaşlar, kıtlıklar, küresel pazarlama yüzünden yaşanan acıları objektifiyle bütün dünyanın gözlerinin önüne sermek için verdiği mücadeleyi hayranlıkla izledim.
Özellikle ''Türümüzün tehlikeli olduğunu görmek için herkes bu fotoğrafları görmeli' kısmına kesinlikle katılıyorum.

Karanlığın kalbini gören ve nefretin nasıl bulaşıcı olduğunu çektiği fotoğraflarıyla anlatmaya, uyandırmaya ve şahitliğini yapmaya gönüllü bu adamı hayranlıkla izledim.
.
Olcay Kasımoğlu

4 Ekim 2018 Perşembe

                               İNSANLAR ÖLMÜYOR, ÖLDÜRÜLÜYOR.!

''SAVAŞ; bir kaplanın pençesinde, zalimlerin kin ve öfkesine benzer, tarumar eder bütün bahçeleri... ...Ne kuşlar kalır nede çiçekler açar... Ne mavi ne yeşil, bütün doğa küllü griye bürünür ...Kanların aktığı yerler bahar ölüsü.! Savaş, kanunların sustuğu, haramilerin sahaya çıktığı yer...''
sen, paranın bahşettiği silahları satın alırken,
kaç çocuk ateş altında,
cılız bedenleri kurşunlara yenik.
parmakların parayı sayarken,
kaç insan,suçsuz yere,
bombaların kucağında parçalanıyor.
insanlar öldürülüyor...
yuvam dediği evlerin duvarları,
kurşunlarla delik deşik, alevler içinde.
oysa bu savaşın sebebi kendi de değil.
nedenini niçinini bilmeden çoğu kez,
insanlar öldürülüyor...

gökyüzü hep griye mavi,
dumanlar içinde çaresiz,kimsesiz.
aldılar elimizden mavileri.
yürekler yangın yeri.
kimi için bu savaş,bu vahşet.
insanlar öldürülüyor...
bütün dünya katliam izliyor.
sanki insanlığın kaderiymiş gibi.
oysa yaradan yazmaz böyle kaderi.
insanlardır birbirinin kurdu.
sevgi erdeminden,
o denli uzak kalmışlar ki !
tüm suçu, tanrıya atmak en kolayı.
insanlar öldürülüyor...
sen kendini satarken paraya,
el etek kula hizmet,
başının üstünde pervaneyken!
tarih, yazık ki ölenlerin,
kanlarıyla yazılıyor.
daha doğmamış bebeklerin,
beşiğine renk verecek ninniler,
ağıtlarla karışıp,
sonsuzluğa hançer gibi saplanıyor.
insanlar ölmüyor,
insanlar öldürülüyor...

barışın olduğu her yer,
benim yüreğimin ülkesi derken
yüreği kara zindan insanlar,
hep savaşı isteyecek.
zalimleri,katilleri,
kurbanlarından ayıracak,
keskin kalemin zaferi,
güneşi balçıkla sıvayanlardan,
hesap soracak bir gün...

Olcay Kasımoğlu
                                    UTANCINDAN ÖLECEK SAVAŞLAR



















Bombalar eşkıya
Anaların göğsü gömütlük
Pencere ölümle örtülü 
Perdelerde yok günün izi
Yıldızlar, güneş, onlar için değil artık
Düşüncenin ateşli ruhu ısıtamaz ellerini
Dedelerinin diktiği çınar ağacıda yok artık
Gökyüzü kuşlarıyla sürgün
Ölülerle dolu toprak nefret kokuyor
Dudaklarımızda ilençli sözcükler
Yüreğimizin kendi öz sessizliğine çarpıyor
Türkülerin ateşini kurutanlar
Kökünden sökemezsiniz umudu
Sevgi büyük sözü söyleyince;
Gök mavisinden yeni bir aşk doğacak,
Milliyeti belirsiz
Yaşanmış acılar
Susmuş yüreklerin intikamı
Aşkın rüzgarıyla öpüşürken
Utancından ölecek savaşlar
Var olmanın soylu yasası:
Barış, sevgi, umut
Tazele kurtar bu pis hesaplardan varlığımızı
Yeniden anlamalı,
Yeniden dinlemeli
Binlerce kök salarak kavramalıyız hayatı...

Olcay Kasımoğlu