Translate

11 Nisan 2019 Perşembe

Kendini Bil

İnsan kaynaklı sorunların temelinde insanın kendini bilmemesi ve bilgisizliği yatar.
İnsanın kendini bilmesi, aynı zamanda varoluşun getirdiği insan gereksinimlerinin en temel belirleyicisidir.
İnsanın kendini bilme ve tanıma yolculuğu aynı zamanda kişinin kendi iç sesiyle mücadeleye girmesi ve kendini bağımlı kılan bir çok şeyden kurtulması demektir.

Altı’ncı yüzyılda yaşayan ve halkın kendini tanrılaştırdığı Yedi Bilge arasında yer alan Spartalı Khilon tarafından ilk kez Delfi’deki Apollon Tapınağı’na yazılmıştır bu sözler: “Kendini Bil.”

İlk bakışta ”Kendini bil” farklı bir ifade gibi gelir insana. Oysa her insanın içinde bir çok parçanın bulunduğu ve bu parçalardan hangisini daha çok kullanılması gerektiğinin çoğu zaman farkına varmayız. Bu nedenle kendini tanıma bir yerde bu parçaları anlama, güçlü ve zayıf yanlarının farkına varma uğraşıdır.

Kendini tanımak, öncelikle insanın iç dünyasıyla, başka bir deyişle kendisiyle iletişime geçmesidir. İnsanoğlunun kendi dışındaki dünyayı anlamlandırabilmesi için de önce kendini bilmesi gerekmektedir; ancak o zaman bütün varlıkların anlamı ve amacı konusunda derinlikli bir bakış açısına sahip olur.
Kendini bilmek aynı zamanda, insanlarla güçlü iletişim kurmayı sağlıyor ve olayların, dünyanın farkında olup bunları doğru değerlendirme bilgeliği katıyor. Çünkü, insan tek başına medeniyet ve kültür oluşturamaz.

Bunun yanında, kendini bilmeyen insan, herşeyi bildiğini sanır, bilmediği konularda ahkam kesilir.
Sokrates: ”Bildiğim tek bir şey var, o da hiçbir şey bilmediğimdir” derken, aslında hayatın anlamıyla ilgili sağlam bir kavrayıştan bahseder.
Kendini bilen insanın akılla bağlantılı bir eylemi vardır. Kendine özgü bir canlı olmanın da ötesine geçerek insanca yaşama anlam katar buda haddini bilme, bilgi sahibi olma ve yürekliliktir. Bu olumlu özelliklerin varlığıyla belli bir zihinsel olgunluğa erişince insan, sahip olunan bilgileri anlamlı ve sağlıklı kullanma, yaşamı doğru ve anlamlı bir şekilde yorumlayabilme bilgeliğine de ulaşmış oluyor. Hayatın anlamına da derinlikli bir bakış açısı kazandırıyor.

Kendini bilmenin yaratacağı bilgeliği anlatan Fars dörtlüğünde ki uyandırmayı, izlemeyi, şahitlik etmemeyi görmemek mümkün mü?

”- ki, bilmiyor ama biliyor bilmediğini; çocuktur, onu eğitin/yetiştirin.
– ki, bilmiyor ama bilmiyor bilmediğini; cahildir, ondan uzak durun.
– ki, biliyor ama bilmiyor bildiğini; uykudadır, onu uyandırın.
– ki, biliyor ama biliyor bildiğini; bilge kişidir, onu izleyin.”

Dünyanın en büyük temel sorununun, insanın kendini bilmemesinden kaynaklanan bilgisizlikten ve bilgiye duyulan ilgisizlikten kaynaklandığını söyleyebiliriz.

Türkiye felsefe kurumu başkanı, ulusal ve uluslararası yirmiye yakın derneğin aktif üyesi olan İoanna KUÇURADİ' nin seslenişi oldukça manidardır.

''Neden acı çekiyoruz'' Çok kestirme bir cevap vermem gerekirse ''bilgisizlikten'' diyebilirim; bilgisizlikten ve bilgisizliğin yarattığı sonuçlardan..''

Yunus Emre’nin dizelerinde hayat bulan ”Kendini Bilmek” deki hikmetin güzelliğine hayran olmamak mümkün mü?

”İlim ilim bilmektir
İlim kendin bilmektir
Sen kendini bilmezsin
Ya nice okumaktır”

”İnsan niçin okur? Hem kendi, hem de başkalarının “hakkı”nı bilmek için. Yani “kul hakkını ve sınırlarını” bilmek için. Bu, Tanrı’nın da insanlardan isteğidir. Gönül dünyasında da, toplum yaşayışında da düzen ve huzur böyle sağlanacaktır. İnsan okuyor ama “hak-hukuk” bilmiyorsa, kul hakkı yiyorsa her şey boştur. Kuru, işlevsiz bilgi yüklemesidir yapılanlar.”

Kendini bilmeyen, hatta aramayan kişi, yaşamını da boşa geçirmiş, eserini verememiş ve kendini gerçekleştirememiştir. İnsanın hayattaki en büyük başarısı kendini bilmesidir. Bilgi, her şeyden önce insanın kendini bilmesini sağlamalıdır. Kendini bilmek de önümüzü aydınlatır. İnsanın kendisini bilmesi kadar büyük nimet yoktur.

Olcay Kasımoğlu

HAYIR DİYEBİLMEK İNSANCA BİR HAKTIR


Neden bazı insanlar, hayır demekte zorlanırlar ? Hayır diyebilmek neden bu kadar önemlidir?
İnsanlarla bir arada yaşamak için, işbirliği ve dayanışma yapmak önemlidir. Bunun için, evet ve hayırların bir seçiciliği ve dengesi olmalıdır.
Başkalarını gücendirmeyelim derken, kendi kendimizi gücendirmeye başlarız. Doğru bildiğimiz şeylere bile sahip çıkamaz, kendi ilkelerimizden ödün vermeye başlarız. Hayatın her boyutunda, bize gerekli olan denge unsuru, burada da karşımıza çıkıyor böylece.
İnsanın, kendi özünde ki benliği özümsemesi, olaylar ve sorunlar karşısında takındığı tutum ve davranışla kendini belli eder.
Herkes aynı koşul ve imkanlarda yetişmiyor. Herkesi farklı aile yapılarında büyüyor, farklı davranış kalıplarına sahip bireyler olarak yetişiyor. Olayları algılama, anlamlandırma ve olaylar karşısında takındığımız tutum ve davranışlarda, bu farklılıklar çerçevesinde şekilleniyor.
Bu farklılıkların bize kattıkları doğrultusunda; bize söyleneni, gördüğümüz ve algıladığımız kadarıyla yapabiliyoruz.
İnsan zamanla oluşur, tıpkı nehirler gibi. Çağlayan bir şelale mi, yoksa cılız bir dere mi olacak, bunu zaman gösterir? Bunu da, yetiştiği aile ortamı, yaşadıkları, içinde bulunduğu sosyal ve toplumsal kimlikler karşısındaki tutumları belirliyor.
Hayır demek, diğer anlamıyla ret etme hakkını kullanmak, öğretilmiş davranışları kırmak, inanmadığımız, onaylamadığımız düşüncelerin arkasında olmamak demektir. Kendi kararlarımıza güvenmek ve bağımsızlaşmanın bir gereğidir aynı zamanda.
Birey olmuş, bir üst kimliğe ulaşmış, doyumlu ve olgun insanlar, nerede ne zaman hayır demesini çok iyi bilirler.
Ömrümüz boyunca; bir çoğumuz, mükemmel bir eş, sorunsuz bir öğrenci, iyi bir vatandaş, iyi bir evlat olmak adına, unuturuz kendi fıtratımızı. Denge ve huzuru korumakla, kendimizi hiçleştirmek arasındaki sınırı çizemez hale geliriz.
Hayır demek, kişinin kendi iç disiplini ile yakından alakalıdır. İnsan, sağlam bir kişiliğe sahip ise, zaaflarını törpülemişse, kendini ve yaşamı iyi okumuşsa; ne zaman, kime, neden hayır denilmesi gerektiğini bilir.
İnsan hayır derken, karşıdakini kırmak, dökmek zorunda değil. Sadece tercih hakkını kullanmanın çok insancıl bir seçim olduğunu hissettirsin.
Karşısındaki insan, insanlarında, kendilerine çeki düzen vermelerine neden olacak bir tavır ve duruş sergilesin. Her hayır, kendi içinde bir tutarlılığa sahip olsun.
Hayır demek bir tutumdur, sadece kişi ve kişiler üzerinden anlam ifade etmez.
Hayır dediğimiz için, bir insanı mutsuz edebiliriz lakin bizden dolayı sadece mutsuz olmaz.
Kendi evetinin, hayır’ ının farkındalığına sahip olmayan bir insandan, seçicilik beklemek en büyük yanılgıdır.
Toplumun temel birimi olan ailenin, dolayısıyla her insanın bir değerler sistemi ve bir yaşam felsefesi vardır.
Başkalarının dayattığı kurallara ve değerlere göre yaşıyoruz. Yalanları sorgulamadan kabul ettikçe, hayır demedikçe içimizdeki sızı ve yalnızlık daha da artıyor.
Her şeye sahip olmak için uğraştıkça, hayatlarımıza sahip olunuyor. Düşlerimize birer birer el koyuyorlar. Her şeyin ucuz bir metaya dönüştürüldüğü, alınıp satıldığı bir ortamda; sevgiyi, dostluğu, bilgiyi, güveni, içtenliği; parayla, imajlarla satın almaya ve mutlu olmaya çalışıyoruz.
Kimse yuvasında değil, herkes başkasının kapısını çalmakta, başka hayatlarla avunmakta, hazıra konmayı amaç edinmekte, hazır söylemlerle yaşama sarılmakta, ne olduğunu bilmeden, kendine sunulan yaşam tarzlarını benimsemekte.
Bu tarz insanlar, onaylanmanın, kabul görmenin; ebeveynlerinin istediği gibi davranmaktan geçtiğini çok küçük yaşta öğreniyor ve kendi duygularını bastırıp, anne ve babasının takdir edeceği şekilde davranmayı yine o yaşlarda öğreniyorlar.
Hayır diyebilmek, anlamlı ve gerekli bir davranış kalıbıdır.
Hayır diyebilmeyi bilen çocuk ve ergen ,önüne çıkabilecek pek çok yaşamsal tehdit karşısında çok daha güçlü ve donanımlı olacak, kendisini pek çok tehlikeden koruyabilecektir.
Biraz cesaret, biraz sezgi, biraz algı ve kendine saygı aslında.
Doğru bulmadığımıza hayır diyemediğimiz için, gerçek benliklerimizi oluşturamıyor, sınırlarımızı koruyamıyoruz.
Sosyal statüsü, ekonomik durumu, kabul görmeme korkusu, imaj kaygısı, kaybetme korkusu gibi bir çok nedenden ötürü, hayır demekte zorlanan, kendi istekleri ile çevresindekilerinin istekleri arasında sıkışıp kalan bireyler yetişiyor.
Korkup susan ve sessizce acı çeken, eşinin ve ailesinin baskısına ‘’el alem ne der’’ korkusuyla, sineye çeken insanlarla dolu toplumumuz.
İstek ve ihtiyaçlarımızın ne olacağını, başkalarının belirlediği, öğretilerin hakim olduğu yapıların içinde yaşıyoruz.
Zamanla mutsuz ve amaçsız hale gelip, çözümü ya antidepresan ilaçlarda yada hayatı hem kendimize, hemde hayatı bizimle paylaşanlara zehir ediyoruz.
Hayır demeyi öğrenmenin ve ‘gerektiğinde’ hayır demenin insan yaşamına getireceği yenilik, gelişim paha biçilemez değerdedir.
Karşımızda ki insanlara, içtenlikle ve samimiyetle özveride bulunduğumuzda, bunun karşınızda ki insan için bir anlam ve mana hissetmediği hissine kapıldığımız her durum, hayır demek için bir nedendir.
İnsanlar, bizden yapabileceklerimizin üstünde bir beklenti içerisine girdikleri an açık ve net bir şekilde hayırlarımız olmalı.
Yoksa, kırıcı ve incitici olabiliriz, oysa kesin bir hayır, daha samimi ve dürüst bir iletişim kurmamızı sağlar.
Yeter ki sağlam bir dayanağı olsun hayırlarımızın.
Eğip bükmeden, amasız, keşkesiz hayır demek, hem kendi yaşamımızı, hem de başkalarının yaşamını kolaylaştırır.
Her zaman, kendi ihtiyaç, istek ve beklentilerimizle, diğer insanlarınkini dengeleyerek kuracağımız ilişkiler, daha sağlıklı zeminlere oturacaktır.
Yeterki neye hayır diyebileceğimizi, neyi kesip atmamız gerektiğini bilelim.
Çünkü ‘’Hayır’’ diyebilmek, insanca bir haktır.

10 Nisan 2019 Çarşamba

Yok mu koşulsuz bir yürek

Adalet herkes içindir.
Küçük sevgi için çok büyüdüm/ ve büyük sevgi için çok küçüldüm/ gözlerimi açık tutmak için çok yorgunum/ ve uyumak için çok kaygılı./Erich Fried
Devlet, vatandaşına; yasaların yürürlüğü ve koruyuculuğu hakkında olsun, çıkan kanun,yasa ve tüzükler hakkında olsun, vatandaşını basın yoluyla bilgilendirmek zorundadır.
Bunun içinde; düşünce ve ifade özgürlüğünü, basın özgürlüğünü, halkın haber alma hakkını, bilgi edinme hakkını, söz, eylem ve örgütlenme özgürlüğünü, sendikal hak ve özgürlüklerini güvence altına alarak vatandaşına, sorma ve sorgulama hakkını verir.
Ahmet Selçuk İlhan, şiirinde soruyor, yok mu koşulsuz bir yürek ?
''Yorgun çürümüş yalanlardan
Suya yazılmış yazılardan
Üzerindeki yıllanmış tozlardan
Ve gündelik yaz- bozlardan
Üç günlük aşklar
Keyifli mekanlar
Yemek tarifleri
Gece kulüpleri
Ziyafetler
Kıyafetler
Rezaletler
Ve en acısı
Faili meçhul cinayetler
Katil kim
Suçlu kim
Günahkar kim
Yok mu bu izi sürecek bir yürek''
Demokrasi ile yönetilen ülkeler vatandaşına bu sosyal adalet anlayışını sunar.
Haber alma ve yorumlama hakkına saygı duyar bu bilinçle hareket eder...
Olcay Kasımoğlu

Farklılıklara saygı

Hangi çiçek diğerini sarı açtı diye ayıplar
Hangi kuş farklı ötünce diğerine yasak koyar
Derisinden, dilinden ötürü öldürülüyor insanlar
Ah insanlar, her şeyi bulup kendini bulamayanlar.
Şerafettin Taş
İnsanların; fikirlerine, yasam tarzına, hayata bakış açısına saygı göstermek ''farkındalık'' duygusundan kaynaklanan ''olgun davranışların'' toplamıdır.
İnsanları; sırf kendi tercihlerinden, seçimlerinden dolayı yargılamamak, ön yargılı ve kişisel yaklaşmamak gerekir. Çünkü saygı bir davranış biçimidir, dar bir görüş değildir.
Bizim sorguladığımız saygı; değer vermektir, güvenmektir, samimi olmaktır.
Farklılıklara saygılı olmak ve bunları zenginlik olarak görmek önemlidir.
Her şeyden önce; her birey saygıya değer bir varlıktır bu nedenle hiç kimse kendinden faklı olanı hor görmeye ve ötelemeye hakkı yoktur.
Hangi dinden, dilden, coğrafyadan, düşünce ve fikirden olursa olsun her kesin, yaşama, kendini tanımlama ve değerli kılma hakkı vardır.
İnsanların; değerleri, yaşam tarzları, olaylara bakış açısı, inançları, beklentileri inançları, zevkleri ve dünyayı algılama ve yorumlama şekilleri farklı olabilir.
Bunlar, dünya hayatının zenginlikleridir. Siyahla-beyazın dışında ara renklerdir. Bunlar hayatın lunaparklarıdır. Ne kadar çeşit o kadar yaşamı renkli ve anlamlı kılmak...
Bu nedenle olsa gerek; toplum yaşamında olsun, ikili ilişkilerde olsun
olaylara bakış açıları farklı farklı olabilir. Bu farklılık bir ayrışma sebebi olmamalı, farklılıklar zenginliğimiz olmalı.
Bu kilim desenlerine benzer her ilmek nakış nakış işlenirken ara renkler serpiştirilir. Hepsinde ayrı bir görsellik ve emek vardır, bu emeğe saygı duyarız, değer veririz, anlamlı kılarız.. İnsana saygıda budur...görmemezlikten gelemezsin yada senin farklılığın beni rahatsız ediyor dediğin an dünya senin tekelindeymiş gibi olur.
Ne sevgi ne saygı, hiç biri hiç kimsenin tekelinde değildir.
Farklılıklara tahammülü olmayan insanların muhakkak kişilik problemleri vardır. Bencil olurlar, paylaşım duygusundan yoksun ve sevgi anlayışları kısırdır. Birey olamamışlardır ben merkezli yaşarlar, cesur değillerdir.
En küçük çatışmada çirkinleşirler ve korkaktırlar. Yenilikten, bilimden,ilimden korkarlar.
Bu korkular, yaşamın zenginliğini durduran perdeler değil midir.
Biz ancak ''kendimizin, insanlığın, çevremizin fakındalığına'' vardığımızda bu perdeler içeriden açılır.
O zaman ''gönlümüz, aklımız'' insanların ''değerini'' renkleriyle, dilleriyle, cinsiyetleriyle ve maddi güçleriyle ölçmekten vazgeçtiğinde bu dünya yaşanılası bir yer olacaktır.
İnsanların yaşam tarzlarına müdahale etmenin, dışlamanın insan onuruna yakışmadığını, insana saygının bir erdem olduğunu anlayan, algılayan insanlar, hayatın içinde ''saygının'' bir ''kültür'' olduğunu benimsemişlerdir.
Buda; onlara empatı yapmayı ve bunun üzerinden insanlara ulaşmanın kapılarını açar...ne güzel değil mi !
Saygı; toplum yaşamı için, aile yaşamı için çok önemlidir ve yaşamın, insan olmanın onurudur, olmazsa olmazıdır...
Öyle ki; bizim ilişkilerimizi, sosyal ve dini ritüelleimizi, cinsel tercihlerimizi, kendimize saygımızı, durduğumuz yerin farkındalığını, konuşma yetkinliğimizi, insanlara verdiğimiz değeri düzenleyen çok önemli bir ''yaşam anahtardır'' saygı...
Saygı bir erdemdir ve erdemin olduğu her yerde bizi güzelliğe yönelten davranışlar olur.
Korkudan kaynaklanan, göstermelik bir saygı da erdem yoktur.
En önemlisi; karşıdakini tanımak ve anlamak onu kendi değer yargıları içerisinde ''muhasebe etmek'' söz konusu değildir.
Saygı aynı zaman da; karşında ki insanı değerli kılmaktır, önemsemek, dinlemeyi bilmek gibi ve anlamaya niyetli olmak !
Kendine saygı duymayan bir insanın, başkasına saygı duyması mümkün değildir.
Yaşamı anlamlı kılan her birey kendine ve yaşama saygılıdır.
Otorite ya da korku karşında ceket ilikleme tutumunu saygı olarak algılayamıyorum.
Bu bana hep saygı konusun da çelişkiler sunmuştur ve bu konuda kendimi de çok eleştirmişimdir.
Çocukken olsun yetişkin olduğumuz dönemler olsun bize her kese saygı göstereceksin, her kesin düşüncesine saygılı olacaksın denildi, öğretildi.
Çoğu zaman bu saygı kavramı bende çelişkiler yarattı...
Büyüğe saygı deniliyordu, bana, her büyüğe saygı duymam gerektiği anlayışını empoze eden zihniyeti zamanla sorguladım. Bir insanın yaşama hakkına saygı gösterebilirsin lakin topluma ve kendine faydalı olmayan bir insana saygı duymanın nasıl bir izahı olabilirdi ?
İyi bir insan olmadığı bilindiği halde sırf büyük olduğu için saygı duymam isteniyordu.
Saygı duymuyordum o zaman nasıl saygı gösterecektim, burada bir belirsizlik vardı. Saygı karşındaki insanın varlığını kabul etmekse ben bu çelişkiyi samimi bulmuyordum.
Bir şeyin yada kişinin varlığını kabul ettiğinizde ona yok muamelesi yapamazsınız.
Yaşamla birlikte ''saygının'' hiç bir zaman yanlışa toleranslı davranmak, görmemezlikten gelmek, katlanmak demek olmadığının öğreniyorsun.
Ve saygının; insanın, gerek ruhsal dünyasında gerekse çevresinde sevgi ile barışık yaşadığı ''farkındalık'' duygusu olduğunun ayrımına varıyorsun.
Bu nedenle ''erdemli saygı'' bir korku imparatoru yaratmaz.
Faklılıkları anlamaya çalışır, ön yargısız tutum sergiler.
Hümanist ve evrensel insanların en büyük özelliğidir saygıyı kendilerine ilim olarak seçmeleri çünkü karşılarında ki insanlara ''ölçülü, seviyeli ve kibar davranırlar'' ön yargılı ve yargılayıcı değildirler. Farklılıklara saygıyı, toplum yaşamın en önemli bağı olarak görürler. Kendi düşünce ve yaşam tarzını her şeyin üstünde tutan insanlarla gönül bağı kuramazlar...
Otoriteye bağlı olan saygının hiç bir zaman samimi ve içten olmadığını bilirler.
Ne olursa olsun; karşımızda ki insanın fikri, düşüncesi, tercihleri bir başkasının yaşamını yok etmeye yönelik olmadığı sürece bir arada yaşamanın muhakkak yolu vardır yeter ki önce insan olalım. İnsan olmak onurlu olmaktır. Şayet ''Yolumuz birbirimizi anlamaktan geçmiyorsa, hiçbir yere varamayacağız demektir..''

Özgür ve Özgün Bir Dünya

Duydun mu barış
Güle kan değmiş
*Bunak düzen kan istiyor
su değil*
Soğuk ve terli duvarlar arasında ödenmiş bedeller ve niceleri, yazılması gereken bir gerçeklik ve bunlar yaşandı, yaşanıyor.
Ölüme kan bulaşarak bu dünyadan göçenler, üzerinde yaşadığımız evren kadar gerçek. Bir dönemin gözyaşları kadar şeffaf ve barışın renkleri kadar somut olan gerçekler.
Çoğu zaman, işlevsiz kılınmış üç organın sahipleriyiz bizler.
Bunca yaşanan kıyıma, zulme karşı; duymayan kulak zarlarını, görmeye kapalı göz organını, konuşmayan dilin tüylerini hareketlenmeye çağırmak biricik görevimiz olmalı.
Portakal ağacı bile bahar ayında, öldürülmeye çalışılan doğa için savaşıyor. Belki de tüm insanlık portakal çiçeğinin yaydığı kokuyu hissetmekle başlamalı…
Sadece ölenler değil ya yaşayan ruhların bedenlerinde kaybettikleri, evlatlarına akıttıkları gözyaşları ne olacak; ya onların yüreğinde ki acılar, kocasını, babasını, kardeşini, akrabasını işkencede, faali meçhul cinayetlerde kaybeden yüz binlerce insanın beden ve ruh acılarının bedelini kim ödeyecek.
Çağımızın güvensizliğine karşı durabilmemizi sağlayacak yöntemler bulmak, içimizde ki güç merkezini ortaya çıkarmak gerekiyor.
İnsana Duran Siyaset;
Her şeyi olduğu gibi devam ettirmek için değil ”olması gerekenleri” gerçekleştirebilmek için yapılmalıdır.
Hırslardan,egolardan arınmış, ilim ve barışın eşliğin de insana duran, birleştiren,ayrıştırmayan,nefreti körüklemeyen; aydınlanmanın ışığın
da güven ortamı oluşturup, herkesi; bulunduğu toprağa ait olma duygusuyla harmanlayan, inancını tevvekülden çıkarıp; yobazların cehaletine terk etmeyen
bir siyaset anlayışı olmalı…
Aydınlanmış insan;
İdollere değil, evrensel değerlere sıkı sarılıp, putlaştırılmış inanç ve değerler yerine açık, basit, anlaşılır vicdani değerleri yaşatıp büyütmeli.
Bugün her şey nasıl var idiyse dünde vardı, yarınlarda da evrimsel olarak var olacak.
Önemli olan duyu organlarının algılayamadığı nesnel gerçeklikleri yok saymamak ve ruhumuzu, gönlümüzü, zihnimizi; eş güdümlü-koordineli çalıştırmak, sezgilerimize ve sağduyuya önem vererek…
İnsan mümkün olabileceğine inanmıyorsa, yenileşmeyi gerçekleştiremez.
Sürekli yenilenme kabiliyetine sahip bir insan geleceğe güvenle bakar, yeni düşünceleri ve geleceğin getirebileceği değişiklikleri de hoşgörüyle karşılar. Dünyanın her yerinde gelecek ufku olmayan insanların hayata karşı tutumları, çaresizlik içinde bilinmeyeni beklemektir. Geleceğe yönelmeyen hiçbir insan kendisini yenileyemez
Bunun içinde; inandığımız, güven duyabileceğimiz değer ve amaçlara ulaşabilmemizi sağlayacak içsel bütünlüğün, kültürle yaşama dokunmuş bilincin, mücadele ruhuyla beslenmiş cesaretin, kendini bulmuş benliğimizin ”özgür ve özgün” olması gerekiyor.
Ve kesinlikle geçmişin korkularıyla yaşama tutunmak değil, her-şeyiyle yüzleşmek gerekiyor.
İnsan kendini yeniledikçe, düşünceler de yenilenir, yenilendikçe de güven duygusu, değerli olma bilinci gelişir, geliştikçe de; insanları birbirine yaklaştırır, sevgiyi, saygıyı artırır. Bilinçlendikçe, başkalarının yaşam hakkının talan edilmesine, budanmasına seyirci kalmaz, kalamayız zaten.
Tıpkı bir heykeltıraş gibi, yaşamlarımızı şekillendiriyoruz ve ortaya çıkan biçimden biz sorumluyuz.
Ne olursa olsun; karşımızda ki insanın fikri, düşüncesi, tercihleri bir başkasının yaşamını yok etmeye yönelik olmadığı sürece bir arada yaşamanın muhakkak bir yolu vardır yeter ki önce insan olalım..İnsan olmanın birinci koşulu ”insan olma yanımızdan” sorumlu olmaktır. Yaşamı anlamlı kılan her birey kendine ve yaşama saygılıdır.
Şayet ”Yolumuz birbirimizi anlamaktan geçmiyorsa, hiçbir yere varamayacağız demektir..”
Düzenin köleleri olmamak için,
Amacımız, yaşamı ”beklentileri yüksek olmayan bir bakış açısı ve arayışları ince bir ruhla” anlamlı kılmak olmalı..
Ve insanca bir arada yaşamanın olmazsa olmazı demokrasi;
Demokrasi, halkın sesine kulak vermektir. Bu seste medyanın özgürlüğü, kurum ve kuruluşların özgürlüğü yoksa ve kendini tanımlama yolu kapalıysa toplum kendi düzenini yaratır. Bu boşluklar düzeni, her zaman;, çetelerin, marjinal grupların, kişisel hırsların ve ucuz siyasetin sevdiği adreslerdir, muhakkak kendine yer arar ve sızar. Bu yolda, doğruyu arayacak bilinç yoksa , o bilgeliğe sahip değilseler akacak kandır.
Bir ülke akıl ve mantıkla yönetilir.Akıl ve mantığı dogmatik düşüncelere kurban edersek kutuplaşmalar olmaya başlar. Ülkeler dayatmayla yönetilmez, sorumluluk ve evrensel değerlere saygı ister. Demokrasi ve özgürlük alanları yaratılmadığından şiddet olur. Kısıtlanan alanlarda enerji kısıtlaması olur.
Her birey onurlu bir vatandaştır. Her bireye saygı göstermek zorundayız. Kinle, öfkeyle iyiye doğruya kim yol almış ?
Anayasal,yasal sorumluluk bilinci olan toplumlarda mezhep ve etnik kökene dayalı anlayış, demokrasiler de kabul görmez…
Dar döngülerden kurtulmak için, kendimizi sorgulamalıyız.
İnsan olmak, vatan sevgisi; Türk olmak, Kürt olup olmamak değildir.
Din, dil, ırk ,cinsiyet ”üzerinden geçen” ideolojik fikirler, siyası tercihler, dostluklar; bana her zaman samimiyetsiz gelmiştir.
İnsanı, insanlıktan sorumlu kılan tek şey vardır; yaşam hakkına saygı.
Biz ancak ”kendimizin, insanlığın, çevremizin fakındalığına” vardığımızda bu perdeler içeriden açılır.
O zaman ”gönlümüz, aklımız” insanların değerini; renkleriyle, dilleriyle, cinsiyetleriyle ve maddi güçleriyle ölçmekten vazgeçtiğinde bu dünya yaşanılası bir yer olacaktır.
İnsanların, insanca yaşadıkları bir dünya düzeninde birleşmek dileğiyle…

ÖFKE ATEŞTİR

Öfken sevginden büyükse ''dünyanın neresine gidersen git'' yüreğin hep üşüyecek....
Yenilmesi gereken ilk düşmanımız kontrolsüz ÖFKEDİR:
Hiç kimse, öfkesi buzdan ateşe benzeyen birinin yanında serinlemek istemez.
Öfkenin de kendi bilinci vardır, o bilinci nasıl beslediğimiz çok önemlidir.
Haksızlığa, çalmaya, talana, yalan öfke duymayan bir insanın taştan ne farkı var?
Doğru yerde, doğru kişiye, doğru şekilde öfkelenmeyen insan, erdemli sayılmaz.
İnsanoğlu "öfkesini" "öfkelileri" ve "öfkeyi" bir duygu olarak kabül edip, bununla baş edebilme becerilerini geliştirmeli.
Öfkenin kontrol edilebilir olduğu anlatılmalı, bununla ilgili, eğitim amaçlı bütün kamu kurum ve kuruluşlarında eğitim seminerleri verilmeli.
Hiç bir duygu kötü değildir onu kötü yapan bizim onu kullanış tarzımızdır, burada üslüp en önemli iletişim basamağıdır.
Bu öğrenilebilir,geliştirile bilir. İnsanlar anlaşıldıklarını,önemsendiklerini, değerli olduklarını hissettikleri zaman kendilerine çeki düzen vermede daha istekli olurlar.
Kontrolsüz öfke; istenmeyen sonuçlara ve karşılanmayan beklentilere verilen insani bir tepkidir.
Kontrolden çıkıp yıkıcı hale dönüştüğünde kişinin yaşamında son derece önemli sorunlara yol açabilmektedir.
Öfkenin* kontrollü bir biçimde ifade edilebilmesi* gerekmektedir.
Yoksa, öfke bir problem çözme aracı, intikam yolu, suçlama biçimi veya başkalarını kontrol etme yolu değildir. Sağlıksız öfkenin insana kazandırdığı hiç bir veri girişi yoktur.
Kontrolsüz öfkede ''insan'' sözlerini tartmadan, düşünmeden,nereye varacağını hesaplamadan konuşur, dlinin ayarı yoktur.
Sadece kendi söyledeiklerinin doğruluğu üzerinden iletişim kurmaya ve bunu devam ettirmeye çalışır.
Öfke başlı başına kontrol edilmesi gereken bir durumdur, gerek kendi sağlığımız gerekse başka insanlarla olan ilişkilerimizde, öfkeyi kontrol altına almak çok önemlidir.
Öfkeyi; agresif davranışlar şeklinde de ifade edebiliriz. Bu da kişisel olsun,
sosyal olsun,ilişkilerimizi yıpratır. Başkalarının bize davranışlarında hoş
olmayan durumlarla karşılaşırız. Kendimizi anlaşılmaz, sorunlu,yorgun ve mutsuz hissederiz.
İnsan olmanın en büyük özelliği de gelişmiş bir korteksimizin olmasıdır.
Düşünme, problem çözme, ileriyi görme, beynin kontrolü yani duyguların kontrolü de korteks sayesinde gerçekleşiyor.
Beyin; duyguları ve görüntüleri de tanımlar, sınıflandırır. Önemli olan uyumlu ve dengeli çalışmasıdır.
Bu denge uyumlu bir yaşam için gereklidir.
Öfke anında salgıladığımız kortizol ve adrenalin bir süre sonra bizim sağlıklı düşünce mekanizmamızı bozuyor, sağ beynimizin çalışmasını baskılıyor.
Yani duygusal beynimiz sekteye uğruyor. Bunun sonucunda, insanları anlamak ve değerlendirmek için gerekli olan empati becerilerimizi de kullanamaz oluyoruz. Buda bizi öfkenin tsunamisinden korumaya yetmiyor.
Zhinsel yapımız nedeni ile öfke bize yarar değil, zarar veriyor.
Bunları başlıklar altında sıralarsak;
* Öfkeyle beraber vücudumuza gönderdiğimiz stres tüm iç organlarımıza zarar verir.
* Bağışıklık sistemimizi zayıflatıp vücudun hastalıklara karşı direncini azaltır.
* İnsanlarla iletişim sorunu yaşamaya başlarız.
*Öfkeli insanlar genelde gergin ve agresif olurlar, hayata bakış açıları negatif olduğundan hayat kaliteleri duygusal açıdan düşer, motivasyon yeteneklerini kaybederler. hayatı olumlama ve anlamlandırma sorunları yaşarlar.
* Öfkeyle alınan kararlar çoğu zaman sağlıksız sonuçlar doğurur, objektiflikten uzaklaştırır, yanlış kararlar alınmasına neden olabilir.
* Hiç kimse öfkesini kontrol etmeyi bilmeyen bir insanla samimi,içten bir dostluk kuramaz, buda zamanla kişiyi yalnızlaştırır.
* Öfkeli insan çevresine,kendine zarar verir, genele yayılan bu negatif enerji insan ilişkilerini olumsuz etkiler.
* Öfke tıpkı rüzgârın bir anda şiddetlenip tozu dumana kattıktan sonra dinmesine benzer, rüzgâr çabucak dinmiştir dinmesine ama geride pek çok kırık dal bırakmıştır. Ne yaparsa yapsın kırılan,dökülen nasibini alımış,sırtını dönen dönmüştür.
Öfkenin birde toplumsal ve ailesel boyutu var; Öğretilmiş bir kişilik, toplum kaide ve kuralları, bazen öfke patlamalarına neden olabiliyor. Hayatın bize sundukları birde bizim hayata sunduklarımız vardır. Yaşam içerisinde ki bu döngü ''doğum ve ölüm'' arasında seyrederken, kaybetmekten korkar öfkeleniriz, içimizdeki öfkeden korkar, başkalarının alanlarına saldırırız, Başka insanların yaşam tarzları bize batar öfkeleniriz.
Toplumsal kural ve kaideler canımızı sıkar öfkeleneriz. Yaşarken; hayatı sadece seyredenler vardır, boşa ömür tüketirler. Evrenin enerjisine haksızlıktır bu ama onlar bunun farkında bile değillerdir. Bize yansıttıklarından nasibimizi alır sinirleniriz.
Öfke iki temel nedenle ortaya çıkabiliyor. ..
*Birincisi bireyin kendisinden,
*İkincisi ise karşısındaki bireylerin onda oluşturduğu duygulardan kaynaklanabiliyor.
Öfke, ister bireyin kendisiyle ilgili ister karşısındakiyle ilgili bir nedenden kaynaklansın, özenle üzerinde durulup çözümlenmesi gereken bir duygudur. Toplumda ki şiddet olaylarının hemen hepsi öfke patlaması sonucu meydana gelir..Öfkesine kontrol etmeyi başaran her insan, yaşamın her alanında sağlıklı kararlar alabilir.Öfke de tıpkı üzüntü ve mutluluk gibi bir duygudur. Bu duygunun olumluya motive edilmesi gerekiyor. Özellikle öfkeye neden olan sepepler tesbit edilip çözüm yoluna gidilmeli, ancak o zaman bu duygu insana olumlu fayda sağlar.
Bu hikayede; insanın bir anlık öfkesine uyarak, sonunu düşünmeden kalkıştığı işlere atıfta bulunuyor.
Hikâyeye göre kasabın biri veresiye et satarmış. Çırağı olan bir çocuk da dükkânda veresiyeleri yazarmış. Kasap “filan bu kadar borç aldı, filanda bu kadar alacağımız var, sen onları yaz” dermiş Günün birinde leş yiyen bir kuş uçup gelmiş, dükkândan bir parça et kapıp havalanmış gitmiş. Kasap çırağına, “Etin dörtte bir parçası şu leş yiyen kuşta, onda da bu kadar alacağımız var, bunu da yaz” demiş.
Bir başka gün, leş yiyen kuş âdet edindiğinden yine gelip, et kapmaya uğraşmış. Kasap daha önceden bir tuzak kurmuş… Kuş tuzağa tutulunca başını koparıp, öbür kuşlara ibret olsun diye asmış. Çırak çocuk ustasına, “Usta! Senin kuştaki alacağını yazmıştım, şimdi de kuşun sende alacağı var, ne kadar yazayım?” Usta, yenini yakasını yırtarak demiş ki: “Etin hesabı
kolay, fakat baş isterlerse ne yapacağım ben.
İnsanın nefsinden kaynaklanan öfke, kin ve hiddet gibi duygular kişinin gözüne ve aklına perde olur. Buda her zaman istenmeyen sonuçlara neden olur ve çoğunun da telafi edilme gibi ikinci bir şansı yoktur. Sevdiklerimizi kırarız, öyle zamanlar olur ki öfkeyle söylediğimiz bir sözün mebalı büyük olur.
Özellikle öfke kontrolünde amaç; öfkeyi doğru ifade etme becerisini kazanmaktır. Saldırganlıktan uzak, şiddet içermeyen, kişinin kendisine ve çevresindekilere zarar vermeyecek şekilde duygusunu ifade etme becerisini kazanmasıdır.
Bireyin hiç öfkelenmemesi değil, kişiye duygu ve düşüncelerini doğru ifade etmesine yardım etmek esas olmalıdır.Bu kontrolsüz gücü dizginleyebilmek; insanın kendini kontrol etmesiyle,
erdemle olur. Erdem ve bilgi insanı doğru yola ulaştırır ''sağlıklı toplumlar kişilerle değil kişilikli insanlardan oluşur'' denilirken boşa söylenmemiş...
''İnsanlar, değerlerinin varolma nedenini unuttular önemli olmaya Kimileri kinle, kimileriyse kontrolsüz öfkeyle bayağılaşırlar. Asıl küyüklük ''öfkeyi'' kontrol altına alabilmektir.
Ne olursak olalım, toplum da ''kin ve öfke tohumlarını eken değil'' yaşamı olumlayan insanlardan olalım.İnsan olmanın birinci koşulu ''insan olma yanımızdan'' sorumluyuz.
Bir trakya atasözü derki; yaşattıkların yarına kalabilir ama yanına kalmaz, herkes ederini er geç bulur (!)

Olcay Kasımoğlu

5 Nisan 2019 Cuma

YAŞAM BİZE TUVAL SUNAR

Bir insan yeni doğduğunda, zayıf ve esnektir.
Öldüğü zamansa, kaskatı ve duygusuzdur.
Bir ağaç büyürken, körpe ve yumuşaktır.
Ama kuru ve sert hale geldiğinde, ölüp gider.
Sertlik ve güç, ölümün arkadaşlarıdır.
Esneklik ve zayıflık, varoluşun tazeliğinin ifadeleridir.
Kendini sertleştiren hiçbir şey kazanmayı başaramaz”
Stalker / Tarkovski.
Kendin olmak, kim olacağını ve nasıl davranacağını belirlerken, aynı zamanda, kendi eylemlerinin sorumluluğunu da üzerine almaktır.
Simone weil/ Mistik bir özgürlükçü' de bunu çok güzel tanımlamış;
''Aynı sözler söyleniş biçimine göre sıradan ya da olağanüstü olabilir. söylenme biçimi, istenç işe karışmaksızın, insanın içinde bu sözlerin geldiği yerin derinliğine bağlıdır. şaşırtıcı bir uyumla bu sözler, onları işitenin içinde de aynı derinliğe işler. böylece duyan kişi sezgi gücü varsa, sözlerin taşıdığı değeri anlayacaktır. "
Yaşam bize tuvali sunar, resmi biz yaparız. Eğer yaşamımıza ve kendimize sahip çıkamasak, resmi başkaları yapacaktır.
Yaşamın ruhsal derinliğinde hatalar yoktur, yalnızca dersler vardır ve büyümek bir deneyim sürecidir ”başarı” kadar “yenilgiler” de bu sürecin bir parçasıdır ve
Kendimizi araştırıp keşif ettikçe, yaşamın bize sunduğu ”bilgelik payıdır” bu bilgelik, yaşama dokunmak ve dokumaktır.

Sanat hiç kimsenin malı değildir

''Yürekle aramak gerekir. Hakikat, göremediklerimiz-dedir.''
Sanat: egosu tavanlara, onanma ihtiyacı içinde kavrulanlara, laf ebeliği yapanlara, kendini dev aynasında görenlere hiç bir şey katmıyor.
Sanat istikrarı seviyor.
Ve sanatın işlevselliğini bir bütün olarak dünyayla iç içe geçme ve özdeşleşmenin bir sonucu olarak görüyorum.
Bununla birlikte yaşama biçimimizin dışsal herhangi bir olgusu değişmeyecek belki, ama bizim bu olguları kavrayişimiz derinleşecek.
Yaşama bağliliğimiz artacak. Buda sanatın en temel işlevidir.
Aİ WeıWei' ne güzel özetlemiş sanati, o dingin, engin dernliğiyle;
"Benim sanat anlayişim hep aynı kaldı.
Sanat ifade özgürlüğüdür, yeni bir iletişim biçimidir.
Sanat müzelerde sergilenmek ya da duvara asılmak için yapılmaz.
Sanat gönüllerde yaşamalıdır.
Sıradan insanlarda herkes gibi sanatı anlayabilmelidir.
Sanatın elit ya da gizemli olduğunu düşünmüyorum.
Sanatı politikadan ayırma niyeti son derece politik bir niyettir..."
Bütünlüğün esasında bende farklı düşünmüyorum.
Sanat hiç kimsenin tekelinde değildir kaldı ki sanat hiç kimsenin mali da değildir.
"Yaşamı tek bilinmeyenli bir denklem gibi ele almak, altı boş kulağa hoş sloganlarla konuşup, zamana göre kendini geliştirmeyen, saplantı slogan hükümlere göre yaşamak ve mevzi alıp dayatmaya çalışmak kolaycılığı hiç kimseyi ve de toplumları bir yere götürmez..."
Kral Gılgamış'ın gözü karalığından, Simurg’u arayan kuşların hiç azalmayan azminden, Odyseus’un mücadele ruhundan, Don Kişot’un çılgınca cesaretinden, Santiago’nun masum hayallerinden nasibimizi almadan hiçbirimiz hedefimize ulaşamayız. Zafer bu uzun ve çileli yolculuğu tamamlamayı başaranlarındır.

3 Nisan 2019 Çarşamba

Sevgili Dost

Sevgili Dost,
Herkesin seviyormuş gibi yaptığı, ancak sevginin ne olduğunu pek az kimsenin bildiği bir zamanda yaşıyoruz.
Halbuki sevgi Ayrık otları gibi rastgele büyümemeli kalbimizde. İtinayla seçilmeli toprak; ağacı görmek istediğimiz yere ekilmeli tohum..
Yazın buharlaşmayacak, kışın donmayacak, sonbaharda yapraklarını dökmeyecek, yani hep aynı kalacak ya da hep artacak sevgi.
Altını görünce gümüşten, gümüşü görünce bakırdan vazgeçmeyecek.
Tagore gibi “ İstediğin zaman lambayı söndür. Senin karanlığını da tanır ve severim.” diyecek.
İstediğin zaman lambayı söndür. Ben senin karanlığını da tanır ve severim..
Ruhun gücünü tükettiği menzillerde işin ne?
Böyle dostluklar hiç bir rüzgardan etkilenmez ama oraya varana kadar ne yol gidilir kim bilir? Dostluğa, insana inancım sürüyor ama darbeli, şimdilik pert değil. Özenerek sakladıklarım, ömürlüklerim hatırına...
Sevgi var bir de, en çok ona üzülüyorum. Hesap kitaba yenik düşmüş, böyle bir değişik olmuş, erkenden çökmüş insan gibi yorgun sevgiler. Oysa çocuk olmak yakışır sevgiye hem masum hem enerjik hem hep aynı. Koptun sen diyenler olabilir, ne güzel kopuş. Başka neyle tutunuyoruz hayata?  Kimisi çocukları kimisi sevdiği kimisi kedisi ile kimisi de soyut bir şeyleri yücelterek aleminde dolduruyor kalbini.


d e r d i n d e r m a n d ı r s a n a ..

Ey vakit kıpırdat küllerini,söndüm çünkü ben,unuttum şarkı söylemeyi ve yinele Nuvais'in söylediğini:
d e r d i n d e r m a n d ı r s a n a ...
Adonis

"Neyi yitirmişse, en güzel onun türküsünü söylermiş insan…"
Sesinde ki hüzün...
"Selam en sevgiliye, en güzele,"
Kalbimi ışıklarla dolduran meleğe.''  
Pencerelerde bekleyen bendim
Sessizliğe bürünürdü her şey o vakit
''sevgi neydi sahi
sevgi sahip çıkmaktı
sevgi insan eli, insan emeğiydi
sevgi iyilikti , sevgi emekti...''
Sahi kim götürdü yüreğinden sevgiyi
Kim uyandırdı içindeki kırık dökük viraneyi
Uyan uyan yürü yeniden gün doğumlarına
Omzum bir dağ yamacı çekilsem yıkılacaksın...

''Cengiz Aymatov  

ÇALIN KALBINIZIN ZİLLERINI💙

İnsan tanımak gerçekten ince bir sanattır. 
Bu sanatın ciddi parametreleri vardır.
Çaba ve inanç gerektirir. Yoksa, payımıza hep yanılgı ve hayal kırıklıkları düşer. İnsanlardan darbe yediğimizi, ,insanların ne kadar güvensiz olduğunu ve hep aldatıldığımızı, şanssız olduğumuzu söyler dururuz o zaman.
Oysa, önce kendimize, var olan bakış açımıza, hayat deneyim ve tecrübelerimize biraz kafa yorsak, bu yanılmalarda; aslında ne kadar çok kendi payımız olduğunu görüp şaşıracağız.
Her insan bir dünyadır ve bu dünyanın şekillenmesinde;
Cocukluğu, yaşadığı bölgenin yaşam koşulları, tercihleri, seçimleri, aldığı eğitim, seçtiği kişi ve kişiler bir yaşanmışlık bırakmıştır.
Ne kadarını kendinde topladığı, ne kadarında demlendiği, belli davranış kalıpları içerisinde kalıp kalmadığı; bize yansıttığı geri bildirimlerde, tutum ve davranışlarda kendini ele verir.
Daha dikkatli baktığımızda muhakkak göreceğiz. Bunun içinde önce kendimizin, engin ve dingin bir yaşamla iç içe ve kendimizle barışık olması gerekiyor.
Önyargılarından azade, geniş bir bakış açısıyla, insanlarla iletişim kurduğumuzda; daha doyumlu ve uyumlu birliktelikler oluştururuz.
İnsan tanıdıkça, ya yaklaşır yada uzaklaşmaya başlar. Bu ince çizgiyi çok iyi tanımlamak lazım. Bazen insanlar kendilerini tanımlamakta gerçekten zorlanırlar. İfade ve tanımlama yoksunluğu yaşarlar. Bunun içinde, insanlarla ortak yaşam alanları olsun, paylaşılan mekanlar olsun, beraber çıkılan bir yolculuk olsun yada beraber bir olayın şahitliğini yapmak ve onun üzerinden beden dili ve sözel tanımlamalar olsun, algısı açık insana çok şey verir aslında.
Hani büyüklerin kullandıkları yaşamsal deneyler vardır. Birini tanımak için;
*Yolculuk yapın
*Emanet teslim edin
*Sırlarınızı paylaşın
*Bilerek fikirlerine karşı çıkın
*İçki sofrasını paylaşın
*Borç para verin
* Sevmediği konularda açık yürekli konuşun
* Çocuklar ve korunmaya muhtaç insanlar hakkında düşüncesini sorgulayın
Liste uzar gider, sonuçta kişi ve kişilerin etki ve tepkileri kişilik ve karakterleri hakkında bize bir fikir verebilir.
Tabii ki bunları yaparken, rencide etmeden, kırmadan, dökmeden içten ve samimiyetle yapalım.
Biz ne savcı, ne hakimiz.
Zaten sağlıklı gelişen birlikteliklerin; savcıya, hakime, avukata, doktora, polise ihtiyacı olmaz.
Olcay Kasımoğlu

2 Nisan 2019 Salı

İnsan yüreğiyle yaptığı her şeyin tadını alır.....

Edebiyatın kapılarına adım attığından beri şiirin ve yazı yazmanın gönül sırdaşlığını keşif ettim.
Yazının ve şiirin yolcusuyum. Aşka, insana,doğaya ve kendine duran bir yolcu...
Baktığım her şeyin iç yüzünü görmeye başladım. Kelimelerin içlerine sakladığı arka odalar da dolaşmayı öğreniyorum.
Kitapların insanı nasıl silkelediğini, yeni bakış açıları kazandırdığını ve kendiyle yüzleştirdiğini gördükçe, okumanın gücüne inanıp bende kendimi şiirle, yazıyla yenilemeye gayret ediyorum...
.Bir insan olarak kendimizi bir kağıt üzerinde düşünelim ve kendimizi o sayfanın içine bırakalım.
Neler yazardık; ben yazdım.
Mesela; hiç hayvanlara kötü davranmadım onları hep korunmasız olarak gördüm ve dedim ki benim merhametime ne kadar muhtaçlar tıpkı insan yavruları gibi. Hiç kimseye bilerek, isteyerek kötülük etmedim. Anneme babama hep vefayla yoğrulmuş sevgiyle, saygıyla karıştım. Öğretmenlerime karşı hep saygılı oldum.
Bunun yanında kendi fikir ve düşüncelerimi de söylemekten kaçınmadım. Hiç kimseye beddua etmedim. Biri üzülürken aman banane demedim.
İhtiyacı olan biri para istediğinde olduğu halde yok demedim.
Kimseyi keyfi işlerim için çalıştırmadım.Yapamayacağım şeyler için kesinlikle söz vermedim.
Hiç kimsenin ne namusu nede ekmeğiyle oynamadım. Sırf gösteriş olsun diye giyinip seslenmedim. Kaliteyi severim ama hiç markacı olmadım.
Benim yüzümden hiç kimse işinden olmadı. Birilerine şirin görünmek için hiç yalan söylemedim.
Hiç bir zaman dünya görüşümü nerede olursam olayım, hangi koşulda bulunursam bulunayım gizlemedim, farklı söylemedim,
bundan dolayıda hep saygı gördüm.
Geldiğim yeri hiç unutmadım, bulunduğum yerinde farkındayım.
Kendi çıkarlarım için adam satmadım, hiç kimse yede dalkavukluk yapmadım. İnsanları sınırlara hiç bölmedim. Önce hayata kattıklarına baktım, eylemlerine baktım. Bazen bu konularda eleştiride aldım lakin kendine ve yaşadığı coğrafyaya, insanlığa hizmet eden, faydalı herkes benim kıymetlidir.
Baktığım yer şimdiye kadar yanıltmadı yola devam dedim.
Ben en çokta içimdeki benle barışık yaşamayı sevdim ve hiç kimsenin kötü yaşamasına, kötü olmasına sevinmedim.
Keşkelerim olduysa da kalbimdeki iyilikleri büyütmek için
kendime söz verdim...
Tek kimliğinin kendi vicdanı olduğunu ve o vicdanının sözcüsü olmak derken, kendini bir tomurcuk olarak görüyor, elinin değdiği yerlere fideler ekiyor ve biliyor ki merhamet ve adaletli olmak yaşamın en büyük erdemi.
Tercihi mi insandan ve yaşama hakkından yana kullanırken bu tercihlere sahip olmanın faziletine inanıyor ve diyorum ki !
Bu dünya herkese yeter....güneşte, ayda, yıldızlarda herkesin üzerine eşit düşer...
Bugünler de bunu dilinden düşürmüyor ve yine diyor ki; gözü aç olana dünyayı ver yetmez. Her dem umman olsa yine az gelir kendi payına düşen..
O zaman bütün mesele kendimizde, nefsimizde derken ben kendimi kağıdın beyazına bırakırken, yazdıklarım; yapmak istediklerim ve yapabildiklerim derken hayatta çürük elmaları arkaya, olgunlarını öne koymadım...ya göründüğün gibi ol yada olduğun gibi görün felsefesinden....
Bir damla iyilik de benden düştüyse yeryüzüne ne mutlu bana.!.

her şey doymazlıkta gizlidir

Sözcüklerin sanatına sığınmak önemlidir.
Yeter ki söz maksadını aşmasın.
Durugörünün anlamini bile unuttuğumuz bu zamanda yaşam dediğimiz şeye körpe ruhumdaki sevgiyle bakarken, uzakların yumuşak maviliğini yudumlayan gözlerim yaşardı.
Şu an ruhuma serpiştirilen ilk baharın buğusuna ilişmek ve yakınların soğukluğunu biraz olsun unutmak, kırları, bayırları seyretmek...
İçinde sevgi ve sağlıklı bilgi olan hiçbir şeyden korkmamayı, aşk için çaba sarf-etmek gerektiğini öğreneli hayli bir zaman oldu.
Nefretle hiç bağım olmadı.
Ve dar döngülerden kurtulmak için;
"Yaşamın devinimleri her daim esnekliği, esnemeyi, inisiyatif almayı ve önce karşısındakini anlamayı hak ediyor... Hiç kimse sonsuz minnet, saygı, sevgi içerisinde yanıp tutuşmuyor; eğer ki genlerinde, nöronlarında tanrısal bir korku onun ruhunu hapsedememişse..."
Olaylara, insanlara bakış açımız seçenekleri görmemize, değişmemiz gerektiğinde kendimizi güncellememize yardim eder.
İnsanları tanımak, anlamaya çalışmak ve yaşamı iyileştirmek, insana yakışır hale getirmeye katkı da bulunmak da yaşama sanatıdır.
Eğer insan, sağlıklı bir ruhsal olgunluğa ulaşmışsa; yetmezlik içinde bile mutlu ve dingin olabilir. Her şey doymazlikda gizlidir.
Kaldi ki;
"Sev-danında; küskünlüğe, bekleyişe, kaybedişe muhtaç olduğunu, eğriden doğruya, parçacıklardan büyük görkemli olana eşsiz ve sonsuz bir yolculuğun içinde sıfır hacimden büyük patlama ve büyük genişleme içinde kendi boyutu ve evren galaksisi içinde bir yer edinme telaşı, hüneri olacağını öğreniyor..." insan zamanla... diyen yazarın seslenişi gibi..
Öğreniyoruz her gün yeniden.
İnsan dünyasının yine insan eliyle yapıldığını ve değişime açık olduğunu ve insan kaderinin gene insan olduğunu...
İnsan dönüştükçe, sevgiyi özümsedikçe;
Bilgili, cesur ve sevgi dolu bir dostun, bütün kuru kalabalıklardan daha önemli olduğunu anlıyor.
Bunun farkında olanlar, buna özen gösterenler, emek verenler, sahip çıkanlar... aklı ve kalbiyle yaşam buyütenler...
Hayat bizi yargılamaz. Kendi içinde ki öze ulaştırmak için bütün evreni kalbimizle dinlemeye davet eder.
Ve tercihlerimizden bizi sorumlu kılar.
Dostluktan, aşktan, sanattan ve farkliliklarmizin farkında olmayıp, bütün bunlardan düştüysek uzağa, çığlıksız bir kuyudan öte bir şey değildir bu dünya...
Olcay KASİMOĞLU
  

Evrenin vazgeçenlerle işi yoktur


"Değmez bu yangın yerinde, avuç açmaya değmez."
Hayatın ne olduğunu görmek için önce içimizdeki kargaşadan sıyrılmak gerekiyor...
İnsan onurunun ayaklar altında çiğnendiği; nefret söylemleriyle, insanların kutuplaştığı, kapitalist düzenin egemen olduğu bir dünyada; kıyımlar, hırslar, kılıç gibi yontarken ömrümüzü !
Sevemedim yarım yamalak insanları, yarım yamalak sevdaları, yarım yamalak iyilikleri, yarım yamalak yaşanan hayatları, dilin altında dönen dolapları,.
Özgürlüğü sığ sularda arayanları, parayı amaç yapanları,
statü, mevki için el etek öpenleri sevemedim..
Gösteriş budalası kuklacıları, yarim yamalak fırıldakçıları, kendini bulamayan aymazları sevemedim..
Yaşamak ve yaşatmak hakkının akla karanın tam ortasında kalmasını sevemedim..
Sevemedim kendine namusluları, kendi kapısına gelinceye kadar üç maymunu oynayanları sevemedim..
Sadece kendi işleri için çalışan, yaşadığı dünyaya hiç bir özveride bulunmayan, bunun yanında zarar da vermeyen bir insanin ''Zararsız'' ve ''Yararsız''yaşaması olması iyi olabilir mi ? Bence iyi olmanın da bir bilinci olmalı.
Bir başkasının canı yandığın da sesi çıkmıyorsa, konuşulması gerektiği yerde susuyorsa tamda o noktada insan olma sorumluluğuna sahip çıkmıyorsa bunun neresi iyi olabilir. İyi olmanın da bir onuru olmalı.
Kendine, ait olduğun çevreye ve ortak alanları paylaştığın bu dünyaya vefa borcun olmalı. Yoksa etliye,sütlüye karışmadan ''Yararsız'' insan olmanın neresi zararsızlıktır...
Tabiatın en vazgeçilmez öğreti ve heyecanları, yaşama tutunanlara dönüktür.
Vazgeçenlerle, pişman olanlarla işi yoktur evrenin.
Sadece arka fonu tamamlamakla görevlidir onlar...
Olcay Kasımoğlu

Zafer inanlarındır

Pek çok insan hayata bakar, ama onu yaşamaz… Onların gördükleri hayatın gölgesidir… Onlar ne hayatı yaşamaya cesaret ederler ne de hayatın ruhunu, kendilerine sunulduğu gibi anlarlar.
Hayatta tek başına inzivada kalarak, sadece kendi sesimizin yankısını duyarak yaşamın anlamını keşfedemeyiz. Kültürel ve sanatsal anlamda farkındalık oluşturmamış bir toplumda çağdaş değerlerden, bireylerden bahsedemeyiz.
Bilim ve sanat insanın insan olma özünü en yatkın biçimde yansıtan değerlerdir ve her birey yaşamak, maddi, manevi varlığını korumak, geliştirmek hakkına sahiptir. Bu haklar insanın doğuştan sahip olduğu, insanın insanca yaşayabilmesi için gerekli olan haklardır. Bunlar: ”Düşünce ve kendini ifade etme özgürlüğü, basın, din ve vicdan özgürlüğü, sağlık ve eğitim de seçme ve ret etme hakkı, haberleşme, bilgi alma, seyahat etme, seçme-seçilme hakkı, bilim ve sanat özgürlüğü hakkıdır.” diyebiliriz.
Özellikle çağdaş toplumların yapması gereken, bu farklılıkların farkında olmak ve uzlaşılabilecek ortak değerler zemininde iletişim kurarak toplumsal kültüre katkı sağlamak olmalı. Böyle bir atmosferde kendi zenginliklerini karşı tarafa göstermek daha kolay olabileceği gibi, evrensel barış ve huzur ortamının tesisine daha fazla katkı sağlama imkanı da yakalanmış olacaktır. Bu da düşünce ve duyguların bir arada eylemlere yönelmesine zemin hazırlarken bizi bağımsız, aydınlanmış, sorumluluk bilinci gelişmiş bireyler yapar.
Hepimiz bir ve bütünüz. Hepimiz bütünün bir parçasıyız ve hepimiz aynıyız. Seçimlerimizin sorumluluğunu ve kendimize yaşatmış olduğumuz bu hayatı sevgiyle kabul edip yolu beraber yürüdüğümüz insanların insanca yaşam haklarına tecavüz etmediğimiz, ellerinden almadığımız sürece bu yaşamda hepimiz biriz. Tercihlerimizi değiştirme hakkına her an sahibiz ve her an seçim yapabiliriz. Sevgiyle çoğalmak ve anlamak yaşamın her alanında olmazsa olmazımız olmalı. Sonuçta düzeni iyileştirmek istiyorsak, kendimize, yaşamımıza, yaşamımızda var olan her şeye sahip çıkmalıyız. Sanat ve bilim de insanın ufkunu aydınlatıp, farklı bakış açıları kazandırıp, yaşamla ilişkilendirerek bize tercih hakkı sunar.
Bunun yanında ”Dünyanın küresel köy olarak adlandırıldığı ve herkesin dijital ağlarla birbirine bağlandığı günümüzde öteki ile karşılaşmak ve iletişimde bulunmak her zamankinden daha kolay ve kaçınılmaz hale gelmişken, insanlar arası ilişkilerde fiziki şartların ve mekanın birer engel olmaktan çıktığı günümüzde, birlikte yaşamanın gerekliliği açıkça ortada olduğu halde dünyanın çeşitli yerlerinde insanlar arası farklılıklar çatışma gerekçesi olmaya devam etmektedir.
Bugün, her zamankinden daha çok tehdit altında bulunan dünyayı, insanın yaşamasına uygun kılmak ve evrensel barışın egemen olmasını sağlamak için insanların, toplumsal ve kültürel farklılıklarını birer zenginlik olarak gören anlayışa ve birlikte yaşama sanatını öğrenmeye büyük bir ihtiyaç bulunmaktadır.” Yaşamın, yaşamsal önem taşıyan bütün odaklarına dokunmayı hedeflemek sanatla, bilimle mümkündür. Bütün bunları kitapla, resimle, şiirle, sinemayla, romanla, tiyatroyla ifade etme yoluna gitmek ve insanla buluşturmak insani sorumluluklarımızdan ve toplumsal yaşamın daha sağlıklı işlemesi açısından olmazsa olmazlarımızdan biri olmalı. Hepsinin kendi içinde ayrı bir çekim kuvveti vardır ve hayatın anlamına, bütünlüğüne güzellik katmaktır.
İnsanların halen sanattan, bilimden uzak ‘dil, ırk, mezhep’ gibi yaşamda pek karşılığı olmayan gerekçelerle çatışma ortamına sürüklenerek yaşamdan kopmaları, hayatın anlamına da büyük haksızlıktır. Söz konusu farklılıklar tarih boyunca insanlar arasında eşitsizlik ve toplumlar arasında çatışma sebebi olarak değerlendirilmiştir. Oysa ulaştığımız uygarlık düzeyi çerçevesinden olaylara baktığımız zaman, farklılıkların birer ayrılık ve çatışma sebebi değil aksine zenginlik, paylaşma ve bütünleşme vesilesi olabilecekleri kolayca görülebilmektedir. Bunu da en iyi sanatla icra edebiliriz. Çünkü, ne yalnız başına övgü ne de sövgü yaşama bir şey katmaz.
İnsan kendi duygularından emin değilse, düşüncelerinin arkasında duramıyorsa, egolarından arınmamışsa sığ sularda yüzmeye mahkum olacaktır. Sanat ve sanatın dallarına gereken ilgi ve alakayı göstermeyen toplumlar her zaman çağın gerisinde kalmaya devam edecektir. Okumayan toplumlar ne geçmişleriyle yüzleşebilirler nede geleceğin inşasında inisiyatif alabilirler.
Değişim, yenilenmek hayata ve kendimize karşı görevlerimizdendir. Gerçeğimizin farkında olmak, iyi insan olmanın gereğidir. İnsan yaptıklarından ve yapamadıklarından sorumludur. İnsanın eylemlerinde ki güzelliği yaşamın hakkını verdiği oranda bir önem taşır. Ve insan her koşulda enerjisini olumlu olana harcayarak yaşamı daha sağlıklı ve anlamlı kılabilir. Her günün yeni bir gün ve yeni bir başlangıç olduğunun farkında olanlar yaşamdan beslenirler.
Çağdaş değişimsel anlayışın önünü açan, yeniliklerin gerçekleştirilmesine katkıda bulunan bilim ve sanat, aydınlanmadan yana olan toplumların yaşamsal kaynaklarıdır. Bugün, her zamankinden daha çok tehdit altında bulunan dünyayı, insanın yaşamasına uygun kılmak ve evrensel barışın egemen olmasını sağlamak için insanların toplumsal ve kültürlerin farklılıklarını birer zenginlik olarak gören anlayışa ve birlikte yaşama sanatını öğrenmeye büyük bir ihtiyaç bulunmaktadır.
Okuyalım, kitap sadece yazıdan ibaret değil aynı zaman da bir ülke, bir vatandaştır. Kitap okuyunca ufkumuz genişler. Araştırmak, kültürel geziler yapmak insanin hayata bakış açısını günceller, yenilenir insan.
Her günün yeni bir gün ve yeni bir başlangıç olduğunun farkında olanlar sanattan beslenirler.
Diğer türlüsü, ‘Ya yaşamın tanığı yada seyircisi’’ olurlar…
O yüzden ülkemizde olsun, dünyada olsun bilimin ve sanatın önünü tıkayan her türlü düşünce ve fikir değişmeli.
Yeniden sorgulanmalı. Sanatın olduğu yerde nefret, kin, kan olmaz.
Yeniden sorgulanmalı, yeniden barışın ve sevginin dili hakim olmalı dünyaya.
Sizler, bizler, hepimiz ortak aklın ortak iradeyi hakim kıldığı bu etkinlikte buluşmak dileğiyle;
Sanatı ve bilimi yaşam felsefesi yapanlara minnetle…
  

1 Nisan 2019 Pazartesi

Cehalet

Cehalet, aydınlanmanın ışığını yok sayıp, toplumun birey olamamış kişilerini arkasına alıp bireye yürü kulum seni kim tutar anlayışıyla kişinin kendine olan güvenini yapay olarak artırır.
Sorgulama nedeni olmayan, itaate dayanan, öz güvenden eksik kulluğun birey de yarattığı cahil cesaretiyle istediğin her şeyi yaptırabilirsin. İtaat ettiren için bilgi değil, kıymetli olan sorgusuz, sualsiz kulluktur.
Bu dünya yalan, bu insanlar fani derken
Aydınlıklar içinde karanlığa durmuş akıl fukaraları görmüşüz
Cahillerden cehaleti görüp, teklifsiz, pervasız, işkilsiz
Hallerinden uzak, mesut insanlık için, bu dünya üzerinde
Cahillerin yüzyıllar boyunca safların da
Haksız ve cömert yaşayan el-etek öpücülerimizi
Kınadık, yüz çevirdik, düşman kesildik
Yaşamak aşkına, bilim aşkına
Ekmek aşkına, emek aşkına
Cehaleti gömeriz zindanlara derken
Bir masada oturmuş, insanlık bozan düzenbazlar
Kılıçtan keskin olmuş söz, şeytana ortam hazırlar
Cehaletin kesmediği bir baş, savaşsız bir dünya derken
Marifetten bilgelik olsun dağarcığımız
Kalksın sınırlar, ekilsin toprağa insanlık sevgisi
Ve onurlu yaşamanın bilinçli aydınlığında
Yıkacağız bilinç dışının karanlık yanı cehaleti...
olcay kasımoğlu

SEN YİNEDE DURMA HAYAT

Kuyularım var kendime seçtiğim
Düşlerimi biriktirdiğim kuyularım
Söze hacet bırakmayan duldasız bir beldede ıslık çalmak gibi
Bilse karanlıkları rüzgar utanırdı uğultusundan
Bekliyorum seni hayat karanlığın gözleri açıldığında uyandır beni
Uyandır zihnimi çok sustum,yandım yangınlarda
Söze düşmeyen yüreğimin yangın yerlerinde
Doğuruyorum içimde ki bütün kekeme haykırışları
Düşlerimde ki çocuk üşümesin diye geceleri
O sıcak uykuları sallıyorum lorki beşiğinde
Şekerin,zehre ezildiği günlerden kalma sözlerim
Sözlerim ki baldıran kesiyorsa
Ruhumun ağrıları kendime seçtiğim kuyularda
Biraz münzevi sayıklamalara kalmışsa da
Her başlangıçta bir anlam vardır
Bel ki biraz habibim
Biraz da yitiğim kendi sedamda
Gel gör ki
Kendi içimiz de çatışıyoruz seninle bıraktığımız koylarda
Sonunda güneşe batırılmış sevinçlerim eritiyor buz kesmiş kederleri
Hadi gel diyorum düşlerimdeki yaşamak haykırışlarına
Kaldır sesinde ki tülleri
Sussun kötülüğün hoyrat esişleri
Şimdi dünyaya şiirden resimler çizeceğim
İnandırmak için içimdekilerin sahiciliğini
Acılara kefen giydirdim yolladım bilinmezliğe
Varsın yağmur damlalarında sağanağa duran acılarımdan yıkansın
Alsın bu diyarlar da duran bütün öfkeleri
Beldeler çiçeğin diyarına dursun açsın gamzeler de
Nasılsa yürekte hüzünlü gölgeleri verdim kuytulara
Sen yine de durma hayat
Son kozlarımla asıldım yaşamın kollarına.!...

Olcay Kasımooğlu.

29 Mart 2019 Cuma

Beethoven'in En Meşhur Eseri



Sevgi içime çekebileceğim hava,
Sevgi kırılgan yanımızın en büyük tesellisi 
Soğuk ve renksiz dünya da içimize değen huşu
Ruhsal yaşamın güzelliklerini tadan zümrüdü anka
Taşla dolu olan çok sayıda kalbın içinde kevser...

Olcay Kasımoğ

27 Mart 2019 Çarşamba

Sanat İstikrarı Seviyor: Cem Adrian

Sanat İstikrarı Seviyor: Cem Adrian: ''Dünya bir sanrıdır" diyor birisi "belki bir sancı" kim bilir ! ''Bugünlerde, konuşmak değil istediğim.....

Cem Adrian


''Dünya bir sanrıdır" diyor birisi "belki bir sancı" kim bilir !
''Bugünlerde,
konuşmak değil istediğim..
Kendimi bulduğum bu derinlikte, hissettiklerimi hissedebilen biriyle susmaya ihtiyacım var..''
Hepsi bu...


''Sevgili Dost,
Herkesin seviyormuş gibi yaptığı, ancak sevginin ne olduğunu pek az kimsenin bildiği bir zamanda yaşıyoruz.
Halbuki sevgi Ayrık otları gibi rastgele büyümemeli kalbimizde. İtinayla seçilmeli toprak; ağacı görmek istediğimiz yere ekilmeli tohum..
Yazın buharlaşmayacak, kışın donmayacak, sonbaharda yapraklarını dökmeyecek, yani hep aynı kalacak ya da hep artacak sevgi.
Altını görünce gümüşten, gümüşü görünce bakırdan vazgeçmeyecek.
Tagore gibi “ İstediğin zaman lambayı söndür. Senin karanlığını da tanır ve severim.” diyecek.
İstediğin zaman lambayı söndür. Ben senin karanlığını da tanır ve severim..

, ruhun gücünü tükettiği menzillerde işin ne?
Böyle dostluklar hiç bir rüzgardan etkilenmez ama oraya varana kadar ne yol gidilir kim bilir? Dostluğa, insana inancım sürüyor ama darbeli, şimdilik pert değil. Özenerek sakladıklarım, ömürlüklerim hatırına...
Sevgi var bir de, en çok ona üzülüyorum. Hesap kitaba yenik düşmüş, böyle bir değişik olmuş, erkenden çökmüş insan gibi yorgun sevgiler. Oysa çocuk olmak yakışır sevgiye hem masum hem enerjik hem hep aynı. Koptun sen diyenler olabilir, ne güzel kopuş. Başka neyle tutunuyoruz hayata? ... Kimisi çocukları kimisi sevdiği kimisi kedisi ile kimisi de soyut bir şeyleri yücelterek aleminde dolduruyor kalbini.''