Translate

10 Nisan 2019 Çarşamba

Özgür ve Özgün Bir Dünya

Duydun mu barış
Güle kan değmiş
*Bunak düzen kan istiyor
su değil*
Soğuk ve terli duvarlar arasında ödenmiş bedeller ve niceleri, yazılması gereken bir gerçeklik ve bunlar yaşandı, yaşanıyor.
Ölüme kan bulaşarak bu dünyadan göçenler, üzerinde yaşadığımız evren kadar gerçek. Bir dönemin gözyaşları kadar şeffaf ve barışın renkleri kadar somut olan gerçekler.
Çoğu zaman, işlevsiz kılınmış üç organın sahipleriyiz bizler.
Bunca yaşanan kıyıma, zulme karşı; duymayan kulak zarlarını, görmeye kapalı göz organını, konuşmayan dilin tüylerini hareketlenmeye çağırmak biricik görevimiz olmalı.
Portakal ağacı bile bahar ayında, öldürülmeye çalışılan doğa için savaşıyor. Belki de tüm insanlık portakal çiçeğinin yaydığı kokuyu hissetmekle başlamalı…
Sadece ölenler değil ya yaşayan ruhların bedenlerinde kaybettikleri, evlatlarına akıttıkları gözyaşları ne olacak; ya onların yüreğinde ki acılar, kocasını, babasını, kardeşini, akrabasını işkencede, faali meçhul cinayetlerde kaybeden yüz binlerce insanın beden ve ruh acılarının bedelini kim ödeyecek.
Çağımızın güvensizliğine karşı durabilmemizi sağlayacak yöntemler bulmak, içimizde ki güç merkezini ortaya çıkarmak gerekiyor.
İnsana Duran Siyaset;
Her şeyi olduğu gibi devam ettirmek için değil ”olması gerekenleri” gerçekleştirebilmek için yapılmalıdır.
Hırslardan,egolardan arınmış, ilim ve barışın eşliğin de insana duran, birleştiren,ayrıştırmayan,nefreti körüklemeyen; aydınlanmanın ışığın
da güven ortamı oluşturup, herkesi; bulunduğu toprağa ait olma duygusuyla harmanlayan, inancını tevvekülden çıkarıp; yobazların cehaletine terk etmeyen
bir siyaset anlayışı olmalı…
Aydınlanmış insan;
İdollere değil, evrensel değerlere sıkı sarılıp, putlaştırılmış inanç ve değerler yerine açık, basit, anlaşılır vicdani değerleri yaşatıp büyütmeli.
Bugün her şey nasıl var idiyse dünde vardı, yarınlarda da evrimsel olarak var olacak.
Önemli olan duyu organlarının algılayamadığı nesnel gerçeklikleri yok saymamak ve ruhumuzu, gönlümüzü, zihnimizi; eş güdümlü-koordineli çalıştırmak, sezgilerimize ve sağduyuya önem vererek…
İnsan mümkün olabileceğine inanmıyorsa, yenileşmeyi gerçekleştiremez.
Sürekli yenilenme kabiliyetine sahip bir insan geleceğe güvenle bakar, yeni düşünceleri ve geleceğin getirebileceği değişiklikleri de hoşgörüyle karşılar. Dünyanın her yerinde gelecek ufku olmayan insanların hayata karşı tutumları, çaresizlik içinde bilinmeyeni beklemektir. Geleceğe yönelmeyen hiçbir insan kendisini yenileyemez
Bunun içinde; inandığımız, güven duyabileceğimiz değer ve amaçlara ulaşabilmemizi sağlayacak içsel bütünlüğün, kültürle yaşama dokunmuş bilincin, mücadele ruhuyla beslenmiş cesaretin, kendini bulmuş benliğimizin ”özgür ve özgün” olması gerekiyor.
Ve kesinlikle geçmişin korkularıyla yaşama tutunmak değil, her-şeyiyle yüzleşmek gerekiyor.
İnsan kendini yeniledikçe, düşünceler de yenilenir, yenilendikçe de güven duygusu, değerli olma bilinci gelişir, geliştikçe de; insanları birbirine yaklaştırır, sevgiyi, saygıyı artırır. Bilinçlendikçe, başkalarının yaşam hakkının talan edilmesine, budanmasına seyirci kalmaz, kalamayız zaten.
Tıpkı bir heykeltıraş gibi, yaşamlarımızı şekillendiriyoruz ve ortaya çıkan biçimden biz sorumluyuz.
Ne olursa olsun; karşımızda ki insanın fikri, düşüncesi, tercihleri bir başkasının yaşamını yok etmeye yönelik olmadığı sürece bir arada yaşamanın muhakkak bir yolu vardır yeter ki önce insan olalım..İnsan olmanın birinci koşulu ”insan olma yanımızdan” sorumlu olmaktır. Yaşamı anlamlı kılan her birey kendine ve yaşama saygılıdır.
Şayet ”Yolumuz birbirimizi anlamaktan geçmiyorsa, hiçbir yere varamayacağız demektir..”
Düzenin köleleri olmamak için,
Amacımız, yaşamı ”beklentileri yüksek olmayan bir bakış açısı ve arayışları ince bir ruhla” anlamlı kılmak olmalı..
Ve insanca bir arada yaşamanın olmazsa olmazı demokrasi;
Demokrasi, halkın sesine kulak vermektir. Bu seste medyanın özgürlüğü, kurum ve kuruluşların özgürlüğü yoksa ve kendini tanımlama yolu kapalıysa toplum kendi düzenini yaratır. Bu boşluklar düzeni, her zaman;, çetelerin, marjinal grupların, kişisel hırsların ve ucuz siyasetin sevdiği adreslerdir, muhakkak kendine yer arar ve sızar. Bu yolda, doğruyu arayacak bilinç yoksa , o bilgeliğe sahip değilseler akacak kandır.
Bir ülke akıl ve mantıkla yönetilir.Akıl ve mantığı dogmatik düşüncelere kurban edersek kutuplaşmalar olmaya başlar. Ülkeler dayatmayla yönetilmez, sorumluluk ve evrensel değerlere saygı ister. Demokrasi ve özgürlük alanları yaratılmadığından şiddet olur. Kısıtlanan alanlarda enerji kısıtlaması olur.
Her birey onurlu bir vatandaştır. Her bireye saygı göstermek zorundayız. Kinle, öfkeyle iyiye doğruya kim yol almış ?
Anayasal,yasal sorumluluk bilinci olan toplumlarda mezhep ve etnik kökene dayalı anlayış, demokrasiler de kabul görmez…
Dar döngülerden kurtulmak için, kendimizi sorgulamalıyız.
İnsan olmak, vatan sevgisi; Türk olmak, Kürt olup olmamak değildir.
Din, dil, ırk ,cinsiyet ”üzerinden geçen” ideolojik fikirler, siyası tercihler, dostluklar; bana her zaman samimiyetsiz gelmiştir.
İnsanı, insanlıktan sorumlu kılan tek şey vardır; yaşam hakkına saygı.
Biz ancak ”kendimizin, insanlığın, çevremizin fakındalığına” vardığımızda bu perdeler içeriden açılır.
O zaman ”gönlümüz, aklımız” insanların değerini; renkleriyle, dilleriyle, cinsiyetleriyle ve maddi güçleriyle ölçmekten vazgeçtiğinde bu dünya yaşanılası bir yer olacaktır.
İnsanların, insanca yaşadıkları bir dünya düzeninde birleşmek dileğiyle…

Hiç yorum yok: