Translate

26 Ekim 2018 Cuma

Çocuklarımıza bizden daha yakın kim olabilir? 

Kim onları hayatla tanıştırırken; sevgiye emeği de katarak yanında koşulsuz durabilir?
Biz onların hayata akan köprüleriyiz.
Kendi kendine yetmenin verdiği mutluluğu anlatalım, kendi ayakları üzerinde durmanın önemini, saygınlığın, erdemin, öz güvenin aydınlığını anlatalım.
Namuslu olmanın ''cinsiyet üzerinden değil'' erdemli, onurlu olmanın süzgecinden geçtiğini, geçerken de kimseyi kirletmediğini ve en büyük namusun beyinde olduğunu öğretelim.
Namusu etek boyuyla izah eden her türlü düşünceye hayır diyen bir bilinç geliştirmesinin önünü açalım.
Kıyafetlerin mistik sevincini sevdiren, incelten zevkini yaşatalım..
Sahip çıkmakla,sahiplenmenin aynı şeyler olmadığını öğretelim.
Kıskanılmanın, güvenle karıştırılmayacak o nezih çizgisini sindire sindire anlatalım.
Sevdiği ile gurur duymanın içtenliğini, faziletini ve birliktelikleri nasıl büyüttüğünü anlatalım; anlatalım ki, duvarlar arkasında entrika çevirenleri, bencil egosuna hapis eden zihniyeti iyice tanısın.

Kendine güveni olmayandan, güven beklemenin zaman kaybı olduğunu,
kendine saygı duymayandan; saygı beklemenin nasıl bir aldanış olduğunu anlatalım.
Eğitimin yaşam şekli olduğunu, insana yapılan en büyük yatırımın eğitim olduğunu anlatalım.
Hiç kimsenin kölesi olmadan; fikri hür, vicdanı hür insan olmanın erdemleri üzerine bir yaşam kurmanın en büyük zenginlik olduğunu anlatalım.

El,etek öpmeden, yaşama sıkı sıkı sarılmanın en büyük mucize olduğunu
ve sevdiği için, sevdikleri için, koşulsuz sevgilere durmanın iç huzurunu anlatalım.
Ve en önemlisi bunları anlatırken kendimizi güncelleyip, söylediklerimizi yaşama geçirerek, verdiğimiz sözlerin arkasında durarak, yemin etmeden sözümüzü inanılır kılarak, eylemlerimizi dürüstçe çocuklarımıza yaşatalım.
Ancak o zaman anlattığımız,söylediğimiz, örnek verdiğimiz şeyler anlam kazanacak yoksa çocuklar büyüklerine güvenmeden, onların yaşam manifestosuna saygı göstermeden, söylenen hiç bir şeye inanmazlar.
İnanmadıklarını kalplerine indirmezler.
Kalplere inmeyen her şey zamanla unutulur, unutulmayanlar eylemlerdir.
Yarının büyüklerine, kinden,nefretten arınmış bir dünya bırakmak bizim elimizde.
Olcay Kasımoğlu
                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                    Sanat İfade özgürlüğüdür.
Herhangi bir konuda tarafsız değerlendirme yaparken, özellikle ''kişisel görüşümüzü'' değerlendirmenin dışında tutmak çok önemlidir.
Bir çok insan; hiç kimsenin ya da hiçbir görüşün etkisi altında kalmadan, olayları olması gerektiği gibi objektif değerlendirmek ve yorumlamak olgunluğuna, bilgeliğine sahip değildir.
Özellikle kendi düşüncesi konusunda fanatik, eleştiriyi kaldıramayan, insanlara zarar veren, em-pati yoksunu insanların verdiği zarar tahminler ötesidir.
Ne olursa olsun, kendi kişiliğimiz ve değer yargılarımız olsun.
Vicdanlı ve dürüst olmak, çıkarcı olmaktan iyidir.
Durduğumuz yerin ve yaptığımız eylemlerin farkındalığında olalım.
Rengimiz belli olsun; açık, anlaşılır ve net olalım. 

Neyi savunduğumuz, neyin yanında yer aldığımız ve nasıl bir dünya görüşüne ve inancına sahip olduğumuz, eylemlerimiz bizim nasıl bir insan olduğumuzu ortaya koyar. Kapalı kutular içinde yaşayarak engin olunmaz. Sadece büyümüş bedenlerin içinde kendimize gizli saklı yaşıyoruz, yüreğimiz üşüyor, ne garip değil mi ?
Etliye - sütlüye karışmadan, her iki tarafa da basmamak gayreti içerisinde, çizgi üstünde yürümek, her ortamın abisi/ablası havalarında gezip caka satan kimselerin büründükleri kılık olsa olsa bir sirk palyaçosunun oynadığı oyun kadar sürer...Er yada geç o kaleler yerle bir oluyor olmasına olana kadar da bir çok insan zarar görüyor.
Tarafsızlığın, renksizliğin, vurdumduymazlığın, neme lazımcılığın kurbanı yüz binlerce insan var.

Şairin dediği gibi "bir mutluluk hastalığıdır şiir, kırılan dalın türküsü/dür."
Kendimize göre bakarsak hayata, sadece kendimize ait tarafını görürüz.
Genele bakmak için ise evrensel olanı düşünmeliyiz.
Ancak o zaman dünya vatandaşı oluruz, ancak o zaman üreten,sorgulayan,yaşama anlamlar katan bireyler oluruz.
Her evrim gibi insan şiire muhtaçtır.
Böylesine öfke ve nefret dolu bir dünyada, şiir yazarken,okurken kalbim heyecanla çarpar her defasında tekrar tekrar aynı duyguyu hissetmekten alıkoyamam kendimi.

Yeryüzünün tüm bu uğultusuna rağmen; çağının ve içinde yaşadığı toplumun problemlerine çözümler getiren gerçek bir aydın ve gönül adamı olan herkes önyargıların, haksızlıkların karşında bir duruş sergilemeli. Bu bizim kendimize ve insanlığa karşı sorumluluğumuzdur.

Bu ister yerel ister, büyük medya kuruluşları olsun, emeğin önünde ki en büyük engeli ''çıkar ilişkileri, egoları, küçük hesapların, kabaran adamlarını'' artık atmalıyız üstümüzden.
Bütün hizmet birimleri değerlidir, önemsenmeli, imkan verilmeli.
Ülkemizde gerek yerel basın, gerekse kendi imkanlarıyla hizmet vermek için çaba sarf eden yerel medya devlet politikalarıyla desteklenmeli.
Üreten ve yaşama incecik dokunuşlar bırakan bütün edebi paylaşımların gerçek sahiplerini saygıyla selamlıyorum.

25 Ekim 2018 Perşembe

Ey gitmek, bitmez mi yolun...


aşkın yağmurla ıslandığı yerlerden
inceden katılmak için damlalar aşk diline
dilimse bir kalbin eşiğinde beklerken seni
kimi zaman ateşe su
kimi zamanda ateşe rüzgar oldum
dil yandı gül yandı
ey aşk...
uğruna dünya yandı
uçurumlara nazır sözlerim
düşmek üzere iken gözlerden
biliyordu ağaçtan dökülen mevsim
sular, seller...
biliyordu kum tanesine saklı zaman
An be an cayır cayır aşk
çöl yandı...
ateşin çemberinden
sen geldin...
Yüreğiyle konuşan insanlarla bir arada yaşamanın güzelliğini sevdim; bana koşulsuz yürekle geldikleri için...
Ben en çokta hayata inanmanın mutluluğunu sevdim; mutluluğun iyiliğini bana sevdirdikleri için...
Cesur insanları sevdim; zalimlere fırsat vermedikleri için...
Onurlu insanları sevdim; hayata anlam kattıkları için...
En çokta ellerini sevdim; benimle hayatı sımsıkı tuttukları için...
'Bana hissettirdiklerini seviyorum, sanki hersey mümkünmüş gibi..''
Olcay Kasımoğlu
Hepimiz bir çığlığın peşindeyiz
Uyan ey can
Düşü eşit bölen bir ruhla
yaslan gecenin duvarına
Baki hüzünlerle
Gecenin çanları bizim için çalıyor
Duy ey can
Bu doyumsuz hayatta
Suskunluğum
kendi çıplaklığında titrediğinde
Bil ki ben seni seviyorum hala
Ve gece;
lekesiz üzüntülerimi dolduruyor yıldızlarla
Gör ey can
Gecenin gölgeleri
Senin düşlerini yeşertip çoğaltmak için
bir çift kızıl karanfili
kırlangıçlara ödünç veriyor
Gül ey can
Yeniden doğuşun
Saf ruhuyla çırpınan göğsünü
Sıcak ve hilesiz bir sevgiye kilitleyip
Tenin altındaki ruha yoldaş olmaya geliyorum
Sevgi ve Özgürlük


 Yaşamın köhne alışkanlıklarına bağımlı olmak, sınırlara ve öğretilere boyun eğmek doğaya aykırıdır.
Dünyayı özgürleştirmek, hırstan, nefretten, kibirden, hoşgörüsüzlükten kendimizi arındırmak için, sağduyulu bir dünya için çalışalım.
Unutmayalım ”yalnızca dünyayı aşmış olanlar” iyi bir dünya yaratabilirler.
İyi bir dünya ”mutlu ve dingin insanlarla” süreklilik arz eder.
Yaşamın ruhsal derinliğinde hatalar yoktur, yalnızca dersler vardır ve büyümek bir deneyim sürecidir. Başarı kadar yenilgiler de bu sürecin bir parçasıdır ve kendimizi araştırıp keşif ettikçe, yaşamın bize sunduğu bilgelik payıdır, bu bilgelik, yaşama dokunmak ve dokumaktır.
Ve sevgi her zaman hissettiğimiz, özgürlük ise her zaman istediğimiz bir şeydir. Özgürlük gelenekleri, toplumdaki sözleşmelerimizi yener. Kesinlik akılla açıklanabilr, ama duygular taşıyan insan karşısında kesinliğin hiçbir kıymeti yoktur. Sevgi bir düşünce ürünü değildir, sevgi bir zeka oyunu da değildir. Sevginin özgürlüğe ihtiyacı vardır, ama sevgi özgürlük değildir. Sevgi ancak özgürlüğün yarattığı verimli ortamlarda büyür.

Düşleri aydınlatan maviler var
Deniz kıyı dağ ve doruk
Sonsuz hepsi
Ya ben;
Ben öyleyim sende...

SEVGİYE İMAN

Parantez içine alınmış bir noktalama işareti değil yaşam.
Nice acılardan anılardan hüzünlerden süzülmüş gelmiş bir ömrün haritası duruyor önümde.
Dağ çiçeklerinin kokusu sinmiş tenine, umudu bereketli, gözleri ışık deryası. Direncin, bilincin tarlası aklımı kır çiçeklerinin serinliğiyle rüzgarın kanadına verdim, götürsün umuda hasret yüreklere.
Karanfil kokulu bir özgürlüğün zincirlere vurulmuş diyarlarında zulme yoldaş olmak benim işim değil
Her şey bu kadar direngen ve sesliyken yüreğimin dehlizlerinde bırak gitsin nereye isterse gitsin, sevgisiz bir ruhun içtenliği kuru bir çölden farksızdır.
Ben cesaretin, içtenliğin dehlizlerinde insanlığın ekmeğini damıtmaya yeminli bir yürek taşıyorum.
Bıkkınlığın, sefilliğin, çürümüşlüğün, sığ suların, kısır döngülerin yamaçlarında değil doru atların kişnediği dağların eteklerinde soluklanan bir yüreğin savaşçısıyım.
Düşünün gül kokusunu, yaprağını, dikeninin, vazgeçmek mümkün mü gülün kokusundan, dikeni var diye .
Hangi yorgun düşün kurbanı olursan ol, hangi vedaların rüzgarıyla savrulursan savrul yaşam her zaman yeniliğe gebe.
Ve sen vazgeçmediğinde daha güzelsin. ne yaşarsak yaşayalım, öze inmemişsek kolaydır gitmeler.
Bir satıra, kuru bir söze tav olmamışsa yürek, bırakırmı tuttuğu eli ?
Takım tutar gibi, dudağında ki ruju siler gibi tutulmuşsa sevgiye, bir şimşek bir gök gürültüsüyle ufalır gider adına sevda dediği her ne ise !
kasırgalardan, yüreğin depreminden topuklamışsa hemen yürek, bırak gitsin.
İnsan sevdiği eli yüz bin kere parmak uçlarına dolar.
Korunmasız gözleri alır uyutur koynunda. Sevdaya tutulmuşsa savrulmaz fırtınalarda, tutulmuşsa gönül köküyle budanmaz seyri zamanda sessiz koylarda, susmak da sevdaya dair,
Olcay Kasımoğlu
Işıl ışıl ten

Hiçbir inkarın lekeleyemediği
Yumuşak titremelerle
İnsan sıcağı bilgeliğini
Yaşamın gizli çiğini
Kendinden fışkırır gibi damlat 
Çözülsün aşkın zarif ilmeği
Karşılıklı sükun içinde
İç çekişleri ve fısıltıları ile
Bir vaat var havada
Kışkırtıcı gözleriyle çağırır durur sevgiyi
Sıcak bir aydınlık içinde
Varlığının gizini suskuyla saklayan yar

Sevginin milyarlık hatırına
Bana yüreğimi ısıtacak ateşi ver
İçimde ki çocuk sevincin çığlığında
ışıl ışıl ten ve sonsuz bakışlarla
Alıp soluğuma işliyorum sesini

Yaşam durağan değildir, doğanın yasasına aykırıdır. Her şey birbiriyle değişim içerisindedir.
Hayatımızı, başarımızı, mutluluğumuzu belirleyen bizim kendi davranışlarımızdır. Başımıza gelen her şeyle, onlara verdiğimiz tepki ve yanıt arasında geniş bir hareket alanı vardır.
Olcay Kasımoğlu
·
Bencillik zor mesele

Allı telli bir bulut olup olup ta
Sökülsem kırılan yerlerimden..
İnsanlar gerçeklerden uzaklaştıkça, gerçeği hatırlatanlardan nefret eder oldu.
Eteklerimizde taşlar ve ruhumuzda yaralar var oldukça kanayacak hep bir yerler.
O zaman taşlarımızı ayaklarımıza düşürmeden, kanamadan geçebilir miyiz bu hayatın içinden ve kimseler incinmeden geçmişin acılarını çıkarabilir miyiz gün yüzüne ?
Yaşanan toplumsal olayları incelemeden, irdelemeden, sorgulamadan, sağlam gerekçelere dayandırmadan suçlamak ve yargılamak sağduyudan, öngörüden uzak insanların işidir.
Hiç kimse, yaşanan toplumsal olayların üzerinde durup düşünmüyor. . Herkes, yarın sabah çekip gidecekleri bir handaymış gibi yaşıyor. Herkes bencilce kendini düşünüyor.
Peki, hangimiz; özgürleşmek için korkularımızdan arınmaya, yada kendimizle yüzleşmeye hazırız?
Kim olduğumuzu keşfetmeye, özgürleşmeye ve hatalarımızla-eksikliklerimizle yüzleşmeye hazır olmak, en üst anlamıyla kendi benliğimizin farkına varmaktır.
Arınmanın olduğu yerde, yeni tomurcuklar filizlenir, öfke kin nefret fışkırmaz..
Herkes yüzleşmeli ve silkelenmeli tarihin küf kokan odalarından, çıkarmalı yalanı-dolanı,kıyımı...
Ancak o zaman; demokrasiden, insan haklarından, korkmadan,ürkmeden,sancılı rüyalar görmeden bahsedebiliriz..
İnsanın kendiyle yüzleşmesi bir yerde geçmişin gerçekleri değil, bunların bizim için ne ifade ettiğidir.
Kim olduğumuzu keşfetmeye, özgürleşmeye ve hatalarımızla-eksikliklerimizle yüzleşmeye hazır olmak, en üst anlamıyla kendi benliğimizin farkına varmaktır.
Yaşamın en olumlu ve doğal amacı kaynaktan almayı ve yaşamın süreçlerine neşeyle katılarak kaynağa vermeyi öğrenmektir.
Buda başka yaşamları anlamamıza, ön yargıları törpülemem-ize, sağlıksız öğretilere karşı duruş ve tavır almamıza yardım eder. Daha sevgi dolu, anlayışlı, ne istediğini bilen hoşgörülü bireyler yetişir.
Sevgi ve anlayış dolu yüreklerin, her yere yansıdığı bir dünya, kime huzur vermez ki !

olcay kasımoğlu

Her insan bir dünyadır

Her olay ve insan bir sebeple ortaya çıkar. Rastlantı diye bir şey yoktur.
İnsan tanımak gerçekten ince bir sanattır ve bu sanatın ciddi parametreleri vardır.
Çaba ve inanç gerektirir. Yoksa, payımıza hep yanılgı ve hayal kırıklıkları düşer. İnsanlardan darbe yediğimizi, ,insanların ne kadar güvensiz olduğunu ve hep aldatıldığımızı, şanssız olduğumuzu söyler dururuz o zaman.
Oysa, önce kendimize, var olan bakış açımıza,hayat deneyim ve tecrübelerimize biraz kafa yorsak, bu yanılmalarda aslında ne kadar çok kendi payımız olduğunu görüp şaşıracağız.
Her insan bir dünyadır ve bu dünyanın şekillenmesinde; çocukluğu, yaşadığı bölgenin yaşam koşulları, tercihleri,seçimleri, aldığı eğitim, seçtiği kişi ve kişiler, bir yaşanmışlık bırakmıştır.
Ne kadarını kendinde topladığı, ne kadarında demlendiği, belli davranış kalıpları içerisinde kalıp kalmadığı; bize yansıttığı geri bildirimlerde, tutum ve davranışlarda kendini ele verir.
Daha dikkatli baktığımızda muhakkak göreceğiz. Bunun içinde önce kendimizin, engin ve dingin bir yaşamla iç içe ve kendimizle barışık olması gerekiyor.
Önyargılarından azade, geniş bir bakış açısıyla, insanlarla iletişim kurduğumuzda daha doyumlu ve uyumlu birliktelikler oluştururuz.
İnsan tanıdıkça ya yaklaşır yada uzaklaşmaya başlar.
Bu ince çizgiyi çok iyi tanımlamak lazım. Bazen insanlar kendilerini tanımlamakta gerçekten zorlanırlar. İfade ve tanımlama yoksunluğu yaşarlar. Bunun içinde, insanlarla ortak yaşam alanları olsun, paylaşılan mekanlar olsun, beraber çıkılan bir yolculuk olsun yada beraber bir olayın şahitliğini yapmak ve onun üzerinden beden dili ve sözel tanımlamalar olsun, algısı açık insana çok şey verir aslında.
Hani büyüklerin kullandıkları yaşamsal deneyler vardır.
Birini tanımak için;
''Yolculuk yapın
*Emanet teslim edin
*Sırlarınızı paylaşın
*Bilerek fikirlerine karşı çıkın
*İçki sofrasını paylaşın
*Borç para verin
* Sevmediği konularda açık yürekli konuşun
* Çocuklar ve korunmaya muhtaç insanlar hakkında düşüncesini sorgulayın''
Liste uzar gider. Sonuçta kişi ve kişilerin etki ve tepkileri kişilik ve karakterleri hakkında bize bir fikir verebilir.
Tabii ki bunları yaparken, rencide etmeden, kırmadan, dökmeden içten ve samimiyetle yapalım.
Biz ne savcı, ne hakimiz. Zaten sağlıklı gelişen birlikteliklerin; savcıya, hakime,avukata, doktora, polise ihtiyacı olmaz.
Yaşam sanatla değerlidir



Kültürel ve sanatsal ”öksüzlüğün kol gezdiği” bir toplumda, çağdaş değerlerden bahsedilemez.
Bilim, ilim ve sanat, insanın insan olma özünü en yatkın biçimde yansıtan değerlerdir.
Çağdaş değişimsel anlayışın önünü açan, bu ütopyanın gerçekleştirilmesine katkıda bulunan bilim ve sanat; aydınlanmadan yana olmayan kan emicileri rahatsız eder.
Düşünce ve duyguların bir arada eylemlere yönelmesi, hayatımızın en önemli noktalarından biridir. Bizi bağımsız, aydınlanmış, sorumluluk bilinci gelişmiş bireyler yapar.
Bağımlı olmak ise cesareti yok eder.
Sindirmenin, susturmanın ve yoksunluğa mahkum etmenin en iyi yolu, sömürüye hizmet eden faşizan kapitalist sistemi desteklemektir.
*Kapitalist zihniyet, kendine sorgusuz itaat edecek bağımlı insanlar ister. Bunun içinde, bir sürü oyunlar tertip edilir.
*Silah tüccarları savaşı körükler, evrensel değerler üzerinden insan duygu ve düşünceleri yozlaştırılıp, toplumu birbirine bağlayan ortak değerler, bütünsellikten çıkarılıp, bireylerin tekeline verilir.
*Egemenler, güdülmeye hazır bir toplum yaratmak için önce kamu kurum ve kuruluşlarını etkisizleştirerek, akademik çalışmaların önüne engeller koyarak, medyayı satın alarak, bilgilenme ve aydınlanmanın önünü kapatırlar.
* İnanç kültürünün ve dinsel korku dürtülerinin yarattığı kısır döngü, toplum yaşamına egemen olmaya başlar.
*Eğitimsiz, okumayan, araştırmayan, sorgulamayan, menfaatlerini insan yaşamının üstünde gören; bencil, kendine namuslu insanların yaşadığı bir toplumda kul ve efendi ilişkisi başlar.
*Bilinç düzeyi eksik insanlar, kendilerini bağımlı hale getiren sisteme körü körüne bağlı olmaya yatkındırlar, eleştiriye asla tahammül göstermezler. Burada ki ilişki de, gelene ağam gidene paşam dönemi başlar.
Napolyon ”Eleştiriden feyz almak akıllılıktır, almamak sinirlenmek ancak başarısızlığını ve beceriksizliğini kapatmaya çalışan insanların yaptığı tepki olmalı” demiş
Bizim istediğimiz, herkesin emeği oranında pay alabildiği, adaletli bir üretim, hiç bir ayrımcılığın ve ötekileştirmenin olmadığı, sevgi barışın egemen olduğu bir toplum düzeni.
Özellikle; kurumlar kokuşmuşsa, yürekler nasırlaşmışsa, ortak değerler kişi ve kişiler üzerinden ifade ediliyorsa, yatırım ranta dönüşüyorsa, bunun adı da ”gelişme ve hizmet” olarak insan anlayışına empoze ediliyorsa, hangi adaletten, haktan, hukuktan bahsedebiliriz ki?
Bilmezler ki sonlu olan sonsuz olanın bedelidir.
Toplumun iletişim mekanizmalarını şahsı menfaatleri için kullananlar, kendilerine imtiyazlı sorumluluk tanıyanlar, toplumun önünü tıkamak için her türlü alavereyi-dalavereyi yapmaktan çekinmiyenler bu yetmezmiş gibi bunları haklı gerekçelere dayandırarak, insanların zihinlerine perde çekenler;
*İnsan olma hakkımızı çalandır, yaşamımıza yasaklar koyan, onu yok edendir.
*Halkları birbirine düşman edip, bu düşmanlıktan çıkarları beslenenlerdir.
*Üreteni ve sorgulayanı suskun köleler haline getirmeyi hedefleyen Kapitalizmin emir erliğini yapanlardır.
Özellikle TV başında pembe dizilerin, kadını onursuzlaştıran, eşya gibi alınıp-satılan bir obje gibi sunan programların, şiddeti ve öfkeyi; savunma ve korunma aracı olarak insan algısına sunan filmlerin, çağdaş uygarlık yolunda tökezlediği kesindir.
Bu çelişkilere, bu serzenişlere, bu yarım yamalak öykünmelere bakınca;
Kendini arayanlar, kendini bulamayanlar nereden beslenecekler. Bu insanlara, insanca köprüler inşa etmesen, nereden geçecekler.
‘sorgulayamayan insan cahil,sorgulatmayan insanda zalimdir’ bu zihniyete en uygun tanımlama bu olsa gerek.
Toplumun yaşamsal kazanımları önemli, bunun içinde herkese önemli görevler düşüyor.
İbn-i Sina’nın dediği gibi ‘ bilim ve sanat iltifat görmediği ülkeleri terkeder’ diyor
Bilimsellik ve sağlıklı düşünen bir toplum anlayışı bütün kesimleri kucaklar.
Bir ülke de 30 milyon insan aç ve yoksulluk sınırında yaşıyorsa, sadece siyası kimliği üzerinden iş buluyorsa, inancı üzerinden değer görüyorsa, zulme- yalana sesini çıkarmıyorsa, kadınlar hunharca öldürülüyorsa, çocukların geleceği katlediliyorsa, erkek egemen kültürüne destek veriliyorsa ve insan sadece kendi egosuna hizmet ediyorsa, ben insan değilim.
Bizler, kimliği sadece insan olanlar;
*Egemenlerin, kendi şahsı çıkarlarını korumak için ”şiddeti ve insan açlığını” gizliden gizliye desteklemelerini reddediyoruz.
*Dünya yüzünde birbirine düşman halklar yaratılarak, egemenlerin amaçlarına hizmet için suni gündemler yaratıldığını biliyoruz, bu oyunda piyon olmayı reddediyoruz.
*Kadınların, çocukların ve savunmasızların, siyasetin malzemesi olmalarını reddediyoruz.
*Yaşayan her insanın insanlığa ve evrene karşı sorumlulukları var.
Emek ve sermaye çelişkisinin gerçekliğine suskun kalamayız. Emeğin özne olduğu, sınıfsız bir yaşamın mümkün olduğu bilinciyle ” Dünya herkese yeter” anlamının içtenliğiyle, egemenlerin oyunlarına hayır diyoruz.
Körü körüne bir şeye inanmak onu haklı ve ahlaklı yapmaz.
*Üreterek yaşamlarını anlamlandıran, sadece kendisi için değil herkes için ”daha güzel, eşit, adil, özgür” bir yaşam kurmak için mücadele eden, haklıdan yana tavır alanlar;
Sorgulamadan inanmanın, anlamadan yorumlamanın, araştırmadan bilmeden ahkam kesilmenin bütün olumsuz taraflarını reddediyoruz.
Ne olursa olsun, yaşamak, kulun kula kulluğu değildir. Onurunla, namusunla, halkınla, şerefli, bağımsız yaşamaktır, yaşamak.
Emeğin hiç bir zaman sorgulanmadığı bir yaşam ve sağlıklı sevgi anlayışıyla büyümek, ahlaki olgunluğa erişmek, iyiliğin, sevginin parçamız olduğunu bilmek, insanın asıl doğasına ait tüm özellikleri unutmadan, varoluşumuzun, özümüzün güzelliklerinden utanmadan yaşama yürümek, yaşamı değerli ve anlamlı kılıyor.
Öte yandan, hayatta en iyi ve en mutlu yaşam, olumlu düşüncelerdeki yaşamdır. Bu nedenle iyi, yapıcı ve yaratıcı düşüncelerin insana verdiği mutluluğu hayatta hiçbir şey veremez.
Velhasıl yaşamak ve yaşatmak ince bir iştir...


Olcay Kasımoğlu

24 Ekim 2018 Çarşamba


                          Hayatımın Fısıltılarından                       
                                                                                     

Yerle yeksan olmuşluğundayken çoğu güzellikler;
"Dünyada güzele, çirkine, hüzne sevince dair ne varsa her şeyden beslenip bu kavramları anlamlı bir kaideye diken biricik canlı yine insandır."
Tabiatın en vazgeçilmez öğreti ve heyecanları; yaşama tutunanlara dönüktür.
Vazgeçenlerle, pişman olanlarla işi yoktur. Evrenin sadece arka fonu tamamlamakla görevlidir onlar...
Doğa; görebilen gözlere, hissedebilen yüreklere aittir.
En önemli özelliği de çeşitlenmesi ve öykünmesidir, tıpkı sanat gibi.
Bize bilginin tohumlarını verir, her şeyi en çıplak haliyle gözlerimizin önüne serer.
Mevsimleri bize sunuşu muhteşemdir.
Bunu yorumlamak için fizik kanunları yetmez.
Ona; aklın, yüreğin, sesli harfler eklemesi gerekir
Derelerin ve ırmakların içinden geçerken pırıldayan sular yalnız su değildir.
Güneşin yüzünü yeryüzüne sürüşü yalnız sıcaklık değildir.
Gökyüzünde parlayan yıldızlar sadece yıldız değildir.
Yediğimiz ekmekten, içtiğimiz suya, soluduğumuz havaya kadar her şey doğanın bize verdiği hediyelerdir.
Hayatimin fısıltılarindan,
iklimlerin dilinden, doğanın yüreğinden öğrendim; insan hayatına anlam katan biricik şeyin, bir ağacın dallarına hayat veren kökün, toprağa can veren ''kutlu bir müjde gibi'' yağmurlarla, güneşle, poyrazla, sevgiyle beslenmesini, hayat da öyle...
Bukowski'nin dediği gibi;
"Düşündüm de, insan kendi yaşamının yağmurlarında ıslanma fırsatını kaçırmamalı…"
Ah insanlar bunu bir anlasalar..!
Anlamaya yakın, çok yakın olduğu halde anlamamak ne hazin...
Olcay Kasımoğlu

Nerede olursak olalım gökyüzü bizimdir.

''Herkes en iyi tarafta olduğuna inanıyor; ne garip duygu...
Bir sahne ve bir sanatçı haykırıyor Willam Shakespeare'den;
'Hepimiz acıkmayız mı? Hepimizin uykusu gelmez mi? Bıçağı batırsak hepimizin kanı akmaz mı?'
Velhasıl haykırış hiç bitmeyecek; tıpkı, herkes ve herkesim hep en iyi tarafta olduğunu sanma şaşkınlığını bitirmediği sürece...''
Evrensel bir yolun sesi olmasını bilen önce alacak ve sonra verecektir tüm aldığını ki, alması tamamlansın.
Almasını bilmeyen ise bu sofradan aç kalkacaktır. Onlar için henüz vakit gelmemiştir.
Belki başka bir zaman yine bu sapağa gelecekler ya da başka bir yoldur onları bekleyen.
Biliyorum, nereden biliyorsun diye sorar gibisiniz.
Sevgi tamamlanmaktan başka bir şey istemez ki !
Bunu bilmek için hanlara, şatolara, diplomalara ihtiyacımız yok.
Sevgiden şımarma-yanlar, halen sevgi için gözyaşı dökenler kıymetlidir nazarımda.
Sevebilmek, kin ve nefret beslememek, kendime ve bütün varlıklara sevgiyle, hoşgörüyle, samimiyetle, içtenlikle bakabilmek çok önemlidir yüreğimin yurdunda.
Ve yüzümdeki gülüşün beslendiği içsel seyahatimin yolu şiirlere minnetle....
Sen
Benim sol yanıma düşen
Emeğinde sömürülmeyen
Gecelerinde aydınlığı bulan
Ekmek gül ve hürriyet gibisin
Sen
Paranın padişahlığını
Karanlığın yobazlığını bozan
Öfkelerimi yatırdığım
Yürek sarayımın savaşçısı
Sen
En çok da yaralarıma
Tuz diye bastığım tohumların
Yeşillenmiş dallarında
Başaklarıyla yüreğimde açansın
Sen
Yüreğimdeki ağır yenilgilerin
Suskun ağlayan sazendelerine
İyileştiren tarafınla dokunansın
Sen
Kimselerin bilmediği içimdeki
Güneşin gök evine ağırladığı ateş
Yeryüzüne yüreğini serensin
Sen
Bütün mevsimlerin güleç yüzüyle gelip
Taze baharla içime düşen sevim
Yüreğimde sakladığım son sözüm
Sen benim yüreğim-sin…
''Yüreğimde Sakladığım Son Sözüm'' şiir kitabımdan.

22 Ekim 2018 Pazartesi

Dostumsun Diyen Diller !

Her şeyi, anladığım her şeyi, yalnızca sevdiğim için anlıyorum.
''Fani dünyanın baki padişahı değiliz. Biz parçalanmış gönül hırkalarını yamar dikeriz. Biz dostlarla ağlar dostlarla güleriz.''
Bazen hayatımızın sekteye uğradığı, işlerin ters düz olduğu zamanlar olur bu dönemlerde sanki her şey üst üste geliyormuş gibi hissederiz.
Hayatın bir anlamı kalmamış, hiçbir beklentiniz karşılanmamış gibi de hissedebiliriz. Her ne olmuş olursa olsun insan bu dönemde dost dediklerinden vefa bekler.
Bir insanın benim dosta ihtiyacım yok demesi kadar vahim ve elim bir şey olamaz. Böyle bir insanın dostluktan yana umudunu kaybetmesi kendisinde bir eksiklik olduğunu gösterir. Sağlıklı bir insanın, dostluğa gereksinim duymaması mümkün değildir.
Koşullar ve imkanlar her zaman yer değiştirir, değiştirebilir.
Vefalı dostlar hayatta en çok ihtiyacımız olduğu anlarda en güzel gülüşleri,en samimi bakışlarıyla ışık tutarlar yolumuza.
Zaten dostluğun iyi yada kötü günü olması şartı yoktur, olmamalı. Ne zaman, neye ihtiyacın varsa o yanındadır. Dostluk değerdendir !
Ve hayat; bazen bizi yorganıyla örter, bazende bu yorganı üstümüzden kaydırır, çeker, atar ortada bırakır. Öyle şeyler yaşarız ki içimiz üşür ve her şeyde bir o kadar üzerimize gelir.
Böyle günlerde insanlar güneş olur, yağmur olur yada tipi boran olur alır seni savurur.
Üşürsün ''kimsesiz''kendi acılarınla baş başa kalırsın, sızlanır isyan edersin yada dediğimiz gibi güneş olurlar ısıtırlar seni, yalnızlık duygusundan alıp sulu sepken acılarının üzerine yağarlar, dökülür gider acıların.
Bu yüzden unutmayız kötü gün dostlarımizi bu nedenle unutmayız iyi gün dostlarını, onlar ki bizi bize gönüllü kılan. Cemal Süreyya'nın dediği gibi "En koyu yalnızlık bile bir tanığa ihtiyaç duyar"
Sadece 'kötü gün dostu' olmanın tanığı olmayalım, acılar paylaştıkça nasıl hafifler, azalırsa ''sevinçlerde'' paylaşıldıkça çoğalır.
Bunun yanında; dostluklar vardır gönülden gönüle, güneşle gölgenin dostluğu gibi, nasıl gölge güneşsiz yerini bilmez, onsuz düşmez hiç bir yere samimi ve içten insanların dostluğu da öyledir.
Birde uzak görünen dostluklar vardır hiç görmesen de hayatının içinde olmasalar da, histen köprüler kurarsın, mesafelerin anlamı kalmaz, yüreğin konuşur gözlerin görmese de...dostluğunun mesafesi yoktur.
Bazı dostlar da denizlerin yosun tutan taşlarıyla, dağların üzerine düşen karlar gibidirler/Dostluklarını gündüz kuşlarla, gece yıldızlarla iletirler birbirlerine.
Yine dile gelmeyen dostluklar vardır;dokunmanın sessizliğine bırakılmış, sadece yüreğin hissettiğine yazılmış, her şeyden konuşur sessizce.
Kopmak istesen de kopamadığın dostluklar vardır; gecenin sabaha mecburiyeti gibi, birbirine benzemeyen ama terk saati değişmeyen dostluklar.
Ayak uyduramazlar birbirlerine ama günün devranında, dönüşü birlikte tamamlayan...
Birde mevsimlere benzeyen dostluklar vardır, günü gelince bir bahçede açan gülün, kış gelince cemalini saklaması gibi..
Yada kocaman ellerin kopardığı güllerin bahçeden ayrılması gibi, vakitsiz gelen dostluklar vardır.
Elimize bırakılan, emeksiz sahip olduğumuz ama en küçük fırtınada sahip çıkamadığımız, geldiği gibi vakitsiz biten dostluklar vardır.
Zamanın getirdiği türlü türlü sıkıntılarla; dertlere, kederlere bürünüyor insan. Kırılıyor gönlü, tarumar oluyor avuç kadar yüreği.
Dedik ya ''dostluk değerdendir' o zaman yaşamımıza mana katanları, gitmeyenlerin sadakatini ve sarılıp bırakmayanların sıcaklığını, içtenliğini,vefasını hiç unutmayalım (!)
.../kar suları, yüzün gibi/ temiz, pak...sevilesiydi/ sen dostumdun, tereddütsüz yüreğime kilimler serip oturttuğum/ oysa şimdi, yürek pür yare/ kurtlar,kuşlar figanda/ sesin bir buz dağına çarpmış gibi/ konuştukça zemheri soğuğu/ üşüyor, dostumsun diyen diller/olduğun yer neresi, söyle/dostum değil misin/ benim yüreğim senin olduğun yer /neredeysen, oraya yüreğimi sermek isterim/...

Olcay KASIMOĞLU
İnsandan insana usul usul mutluluk !



*Özenle sakladığınız bir sarı lira gibi ömrünüz
Vakit gelip, sandıktan çıkardığınızda
Bir de bakıyorsunuz ki, tedavülden kalkmış*

O zaman bu kadar kasıntı, bu kadar yaşam kaygısı niye ?

Bir çok insan çağ yorgunu ve mutluluğu ”görsellik ve maddiyatla” ilişkilendiriyor.

Oysa bunlar bizi mutlu eden değil, bizi mutluluğa taşıyan araçlardır sadece. İçsel olarak mutluysak aldığımız hazlar bize mutluluk verir.

Yaşamı anlamlı ve anlaşılır kılmak için; evrenden, doğadan, çevremizden ve kendimizden öğreneceğimiz çok şey var.

Mutluluk bir duygudur, bu duygunun oluşumu ise düşünce şeklimizdir.
İnsan nasıl düşünürse öyle hisseder.

Margaret Lee Runbeck’ ne güzel tanımlamış insan mutluluğunu;

“Mutluluk, varmanız gereken bir istasyon değildir, seyahat sırasındaki tutumunuzdur.”

Gerçekten de, mutluluk; kişinin kendi içinde ki ”memnuniyetin” ve bakış açısında ki ”derinliğin” ahengidir.

İnsanın kendini güncellemesi, yaşamının bir amacı olması; bunun için çaba göstermesi, olayların olumsuz tarafına değilde olumlu taraflarını öne çıkarmaya niyetli olması; topluma, kendi yaşamına ve dünyaya katkısı olduğunu bilmesi; kişiyi mutlu ve dingin yapıyor.

Daha güzel bir dünya ve dingin bir mutluluk için; öğreti ve baskıya dayalı inanç ve değerler yerine ”açık, anlaşılır, vicdani” değerleri yaşatmak ve geliştirmek hedefimiz olmalı.

Bunlar oldukça gerçek sevgiye ulaşılır, mutluluk içimizdedir, yaşamımızın temel amacıdır.

Mutluluk, hiçbir sıkıntının ya da zorluğun bulunmadığı yer demek de değildir, bütün bunların içinde bile yüreğimizin huzur bulabilmesidir.

*Karanlık geceye rağmen buğulanmış pencere camına güneşi çizebilmek.*

Umut etmekten, mutlu olmaktan hiç vazgeçmemek, yaşam sevincini sürdürebilmektir mutluluk…

Olcay Kasımoğlu

Helal Sana Waffle 
Ya olmasaydı yaşamak
Görünüşümüz,sözlerimiz ve tavırlarımız kendimiz olma bütünlüğüdür.
Ve hayat, olması gerektiği gibi değildir, olduğu gibidir: onu değiştiren onunla başa çıkma biçimimizdir.
Gidilmeye değer hiç bir yolun kestirmesi yoktur.
Kendimizi mutlu eden biri olmak, yaşamı göğüslemek, mişli bir yaşamla değil, gerçekten severek,gönüllü hayata karışabilmek ve kendi farkındalığımızın ışığında yaşama anlam katabilmek; yaşamı anlamak ve kendi varlığımıza sevgi, saygı göstermek, değer katmak, değerli olmak, bende varım bu hayatın içinde diyerek !
Hataların insanlara mahsusu olduğunu, hata yapma hakkımız olduğunu bilip, yaşamın içinde karamsarlığa süreklilik vermeden, dip yaptığımız yerlerde fazla kalmadan; hayata bir eyvallah gülüşü vermeyi unutmadan, zamana gereksiz yükleri bindirmeden, yaşamın içine; içimizde ki çocukla karışmaya devam edeceğiz.
Alain Badiou ‘Çağdaş sanat üzerine on beş tez’de şöyle diyordu : “ Küreselleşme bize soyut bir evrensellik sunar. Paranın, iletişimin, iktidarın evrenselliği. Günümüzün evrenselliği budur. Peki paranın ve iktidarın evrenselliğine karşı, sanatın meselesi nedir, sanatsal yaratımın işlevi nedir? Benim tavrım şöyle: Bugün sanatsal yaratım yeni bir evrensellik önermelidir, sadece beni veya cemaati ifade etmemeli, insanlığa yeni tür bir evrensellik sunmalıdır. Ben buna “hakikat” diyorum.” Küresel kapitalist dönemin evrenselliğine karşı dünyayı ve insanı sorgulayan, felsefenin ve sanatın hakikat arayışı gibi bir ‘çağdaş sanat’ diyorum - ben de.
Görünüşümüz,sözlerimiz ve tavırlarımız kendimiz olma bütünlüğüdür.
Ve hayat, olması gerektiği gibi değildir, olduğu gibidir: onu değiştiren onunla başa çıkma biçimimizdir.
Gidilmeye değer hiç bir yolun kestirmesi yoktur.
Kendimizi mutlu eden biri olmak, yaşamı göğüslemek, mişli bir yaşamla değil, gerçekten severek,gönüllü hayata karışabilmek ve kendi farkındalığımızın ışığında yaşama anlam katabilmek; yaşamı anlamak ve kendi varlığımıza sevgi, saygı göstermek, değer katmak, değerli olmak, bende varım bu hayatın içinde diyerek !
Hataların insanlara mahsusu olduğunu, hata yapma hakkımız olduğunu bilip, yaşamın içinde karamsarlığa süreklilik vermeden, dip yaptığımız yerlerde fazla kalmadan; hayata bir eyvallah gülüşü vermeyi unutmadan, zamana gereksiz yükleri bindirmeden, yaşamın içine; içimizde ki çocukla karışmaya devam edeceğiz.
Olcay KASIMOĞLU
Bütün yaşamlar değerlidir

Yerini bulmamış içtenliğin, yerine getirilmemiş vaatlerin hükmü yok !
Kızılderili Nez Perce ulusunun lideri Şef Joseph'in tarihe geçen sözleri gibi.!
"Bir çok söz duydum ama hiçbiri yapılmadı..
..Güzel sözler uzun sürmedikçe bir şey ifade etmezler...
...Sözler benim ölülerimi geri getiremez...
Beyaz adam istila ettiği ülkemin de karşılığını ödeyemez...
...Onlar babalarımızın mezarlarını korumaz...
..Atlarımız ve hayvanlarımızın değerini ödemez...
Güzel sözler bana çocuklarımı geri vermeyecek ve onlar ölümleri durdurmayacak...
...Güzel sözler halkıma istedikleri yerlerde özgür ve mutlu yaşamaları için bir vatan vermeyecek...
....Konuşmaktan yoruldum ve bunlar kalbimi yaraladı..
...Bir çok güzel söz ve yerine getirilmeyen söz hatırlıyorum.
.......Bunlar konuşmaya layık olmadıkları halde konuşanların sözleriydi."
Çoğu zaman, başkalarının dayattığı kurallara ve değerlere göre yaşıyoruz. Yalanları, oyun bozanları, sorgulamadan kabul ettikçe içimizdeki sızı ve yalnızlık daha da arttı.
Her şeye sahip olmak için uğraştıkça, hayatlarımıza sahip olundu.
Düşlerimize birer birer el koydular.Her şeyin ucuz bir metaya dönüştürüldüğü, alınıp satıldığı bir ortamda; sevgiyi, dostluğu, bilgiyi, güveni, içtenliği parayla satın almaya ve mutlu olmaya çalışıyoruz.
Kimse yuvasında değil, herkes başkasının kapısını çalmakta, başka hayatlarla avunmakta, hazıra konmayı amaç edinmekte. hazır söylemlerle yaşama sarılmakta, ne olduğunu bilmeden kendine sunulan yaşam tarzlarını benimsemekte.
Hırsların kirlettiği, kibirlerin körlettiği binlerce canın düş kırığı haykırıyor..
Dar bir inancın
Ağır bir aldanışın coğrafyasında
Türkülerin ateşini kurutanlar
Kökünden sökemezsiniz umudu
Bütünlüklü bir sevgiyle
Mavi eller tırpan olsun zulüme
Hiç bir şey insandan daha kutsal değil


Bir Aldanış Çağı Yaşadığımız;


dünyaya hakim olmaya çalışan insan zihniyetine bakıyorum, susuyor *insan onurlu bir kelimedir* diyen sözcükler.
*Görmeyi, hissetmeyi, aydınlanmayı bilmeyen insanların elinde yanlış anlaşıldı bütün bilgiler* ne kadar doğru bir tesbit.
Hayat: düşünceye, duyguya dayalı olduğu oranda; sağlam, doğru, yaşanılası olur.
Bunun yanin da duyudan yoksun olan kimse, ister yargı nitelikli, ister tasarım nitelikli olsun duyuya dayanan bütün bilimlerden yoksun olur.
Hayatın içinde duyularımızın çoğunu kaybettik, kalanlarda yaralı.
Baktığımız her şeyde bir ikilem yaşar olduk.
Acabalarımız, kuşkularımız amansız bir hastalık gibi yayılıyor.
Baktığımız,gördüğümüz her şeye karşı negatif enerjiyle doldurulmuşuz gibiyiz.
Yüzümüzde ki gülüşün ifadesinden bile şüphe duyar olduk.
Haklının ''haksızlığa'' sesini yükselttiği yerde kulaklarımızı tıkayıp, körleri oynuyoruz..
Bir bahanecilik aldı başını gidiyor. Hani bana dokunmayan yılan sonsuz yaşasın der gibi.
Yanımızda ki adam gibi adamlardan bile şüphe duymaya başladık, yok canim bir insan bu kadar iyi olamaz, diye.!
Yaşadığımız çağa ve yaşanılan bunca vahşete bakınca: sözcüklerin arasında çöl rüzgarları esiyor.
Olmuyor, hangi diyara bağdaş kurarsak kuralım, sapa kalıyor çorak düşlerin eksik umutları.
Olmuyor, söz dolanıyor boğazımıza; sanki yüzyıllık sessizlik.
Ve tarih kendi sahnesini yeniden kuruyor, yaşam kendi döngüsünü tamamlıyor.
Bir aykırı duruş gibi, sesimizde şiir, düşsel rüzgarlardan geçip, geleceği yeniden bahara teslim edeceğiz.
Dönüp, dünya tarihine bir yolculuk başlattığımızda bunu görmek mümkün.
İnsanoğlu dersini ezber ediyor lakin ezber bozmuyor.
Sahne yine aynı sahne, sadece oyuncular değişmiş.
Alkışlayan zihniyet yine aynı, ezber bozan zihniyet yine aynı.
Göğüslemek için karanlık yarınları... toknolojiyi geliştirirken, önce insandan başlamalı (!)
Olcay Kasımoğlu
Gönül ektiğini biçer/ Anlayış aitliği besler💙

''Neye sahip olduğumuz değil, neyin keyfine varabildiğimizdir mutluluğu yaratan.'' Ben buna yaşamsal fark ediş diyorum.
Yaşamsal fark ediş her şeyden önce insanın kendini bilmesini sağlamalıdır.
İster bir gün, ister bir yüzyıl yaşayalım, asıl soru hep var olur, ”Kendini bilmek nedir?”
Varlığının anlamını içselleştirmişsen sorgulamanın gücünü fark ediyorsun. Kendini fark ettikçe yaşamsal fark edişin önemini kavramaya başlıyorsun.
Hayatımızdaki herhangi bir şeyi değiştirmek istediğimizde bakacağımız tek bir yer var, ”Kendi içimiz.” Yaşamsal fark edişin en önemli ayağını oluşturuyor.
Gerçekten anlaşıldığımızı hissettiğimiz zaman kendimizi, diğer ruhun güvenine ve sığınağına bırakmak konusunda özgür hissederiz.
Öğreniyor insan zamanla, hayatına kimleri alacağını, neleri azaltacağını ve kimlerle yola devam edeceğini öğreniyor.
Öğrendikçe sadeleşiyor, arınıyor.
Yaşamımızda ki seçimleri yaparken özellikle cesaret olmazsa olmaz dediğimiz iç disiplin ve nüfuz edici ve doğru kavrayan bir zeka, sevgi dolu bir kalp ve bunlara uygun olarak iyi bir vicdan çok önemli ve sevmeyi başarmak, aşkın yarattığı her şey ile anlaşmaktır.
Öğreniyor insan ve ben biliyorum,
biliyorum bir gün aradığım yeri bulacağımı...
Olcay Kasımoğlu