Translate

14 Mayıs 2018 Pazartesi

SELAM OLSUN KEDERLİ YÜZÜN ŞÖVALYESİNE..


YAŞAM FISILTILARLA DOLU♥İNSANLAR SESSİZ, KUŞLAR ÇIĞLIK ATIYOR..

''Sen dünyaya her dokunmamda/ Gün gibi yeniden başlayansın..''

Sinema'nin toplum yaşamında ki yeri çok önemlidir.
Sinema, kitle iletişim araçları içerisinde en etkin olanlarından birisidir.
Okuma yazması olmayan kimselere bile hitap edebilen, hareketli resim ve müzikle oluşmuş bir anlatım olanağına sahiptir.
Sinema bir ülkenin toplumsal problemlerini, gençlik sorunları, mülkiyet, aile, cinsel sorunlar, işçi sorunları, göçler, kadın, suçluluk, siyasal-politik, ekonomik sorunlar gibi problemleri ele alarak 'bunların olumsuz-olumlu yönlerini işleyerek farkındalık oluşturur. Bakış açısı sunar.
Evet ,''Kederli yüzün Şövalyesi'' olan Don Kişot' u izlemek de ayrı bir lezzet.
Hani yalnıza ''Neden'' diyen düşünceli gözler neden öldüklerini değil, nede yaşadıklarını soruyorlardı.
Hayatı olması gerektiği gibi görmek değil, olduğu gibi görmektir belki delilik, diyordu.
Sonra, sonrası bana gökyüzünü gösterdin, nazik deliliğin öfkemi çaldı ve bana umutsuzluk verdi. Bu durumda ben hiç kimseyim, ben bir hiçim, diyordu.
Hey duyuyor musun beni;
Basit mutluluklar her geçen gün sıradanlaşıyor. Eğer arayışın peşinden giderseniz kazanmanın yada kaybetmenin bir önemi yoktur, derken insanin kendine yürümesine alkış tutuyor.
''İmkansız düşü düşlemek, saf ve iffetli olmayanı sevmek, yiğitlerin gitmeye cesaret edemedikleri yere koşmak'' işte mutluluk boruları şimdi bana kalkmamı söylüyor, diyen Don Kişot hayal olabilir miydi?
Ya şu seslenişe ne demeli;
''Gaye hep çok uzakta olsa da, yol yorgunu ve bitkin de olsan denemek, erişilmez yıldıza erişmek, inanılmaz yukarıda olduğunu bilsen de kalbinle yukarıya doğru çabalayarak yaşamak.
Daima ileriye bakarak yaşamak, ''Geçen yılkı yuvalarda bu yıl kuş yok'' diyen kederli yüzün şövalyesi, Dulcinea'sina;
Bahtsız yüreğimin prensesi, sizin aşkiniz yüzünden acılara gömülen, köleniz olan bu yüreğin hatırına,''Ruhundan başka hiç bir şeyi kendin kabul etme, seni tanıyorum, seni kalbimde gördüğümde anladım,'' demesi görkemli bir yumuşaklığı çağırıştırıyor.
En derin seslenişini de ''Kadın erkeğin ruhudur, yolunu aydınlatan nurudur, kadın mutluluktur, diyen Donkişotumuz ''Demirden bir dünyaya geldim, altından bir dünya yaratmak için'' derken, gürültü içinde sere serpe sonsuzluğu düşünüyordu.
''Adalet için savaşmak sorgusuz sualsiz, bu şerefli arayışa ancak kalbim huzurlu ve dingin olursa sadik kalabilirim,''demesi, temiz olmak için zengin olmak gerekmiyor anlayışını bana aşılıyor...
Fimin büyüleyici gizemini ''DONKİŞOT'UN AKŞAMI'' şiiriyle bitirmek istiyorum.
Dulcinea seni en çok andığım
Bu garip bu bilinmez akşamlardır
Büyülü kırık dökük hanları
*
Kral saraylarına dönüştüren
Anlaşılmaz gizidir akşamların
Zor zamanlarımda düşlediğim
Sen bütün sezgilerimde varsın
*
Olsaydın belki yarım kalırdım
Bir uzak köyde un eleyen süt sağan
Bilinmez biri olman
Kesinlikle kanıtlamaz yokluğunu
Sen dünyaya her dokunmamda
Gün gibi yeniden başlayansın
*
Olmazlıkta kurar insan sevincini
Tutku her şeyi yeniler
Yüreklilik bir çeşit yalnızlıktır
*
O aptal yeldeğirmenlerine gelince
Sen onları benden iyi tanırsın
Aldı mı yere vurur adamı
Kaldı ki sen onlardan da kahramansın
*
Aşılmazlığınla aydınlat yolumu
Dulcinea doğallığım sevincim anayurdum
Dünya gün gelip anlayacak
Sende gerçek büyüklüğe kavuştuğumu...
Afşar TİMUÇİN
Dünya her gün değişiyor, Her dakika ve her an.
Güçlü olabilmek için öncelikle köklerimizi yokluğun içine gömmeli ve kimsesiz yalnızlığımızla yüzleşmeyi öğrenmeliyiz.
Nedir ki bu hayat, kısa ve öz;
Otur nehrin kenarına ve seyret geçen ömrünü ki dünyadan gidenlerin işareti yeter bize !

Olcay Kasımoğlu

https://unutulmazfilmler.co/man-of-la-mancha.html




                                                                           KADINLARIMIZ



 Hayata karşı kırık dökük başlattığımız kadınlarımız, annelerimiz..!
Her şeyden önce ''kadın'' politik, dini bir simge değildir. 
Kadın, üzerinde siyası otorite kuracağınız bir denek de değildir. Kadın önce insan, sonra kadın, eş, arkadaş, dost ve annedir.Sahi, namus kavramı neden hep kadın üzerinden kurgulanmaktadır ? Dünyada; namusu kadının bedeni üzerinde gören erkek zihniyetinin algıladığı ve yargıladığı fikir ve düşünce yolculuğunda, nasıl bir adalet ve hakkaniyetten bahsedilebilir ?Peki "namus" ne demektir, bir ölçüsü, kıstası var mıdır, toplumdan topluma değişir mi ?Bir toplum da, namus; kanun, nizam, dürüstlük, doğruluk,edep,fazilet gibi değerleri ifade ederken, neden hep kadın üzerinden bu değerler ifade edilir? Namus, cinsiyet üzerinden mi değer kazanır, yoksa adam gibi adam olmakla mı değer kazanır ?Sahi Nedir Namussuzluk ?
En büyük namussuzluk Allahın verdiği cana eziyet değil midir ?
Çalmak, yalan, dolan, iftira buda bir namussuzluk değil midir ?
Bu nasıl bir çelişkidir ki, yamanmak istenir kirli emellerin tezgahına, yalan gülleri yeşersin de kör etsin bizi, görmeyelim namussuzların dünyayı nasıl zehirlediklerini..!
Günümüz dünyasın da namus kavramı öylesine iki yüzlü ve öylesine pervasız ki bu kavramın içini, insanlar nasıl bu kadar boşalta-bilmişler diye şaşırıp kalıyorsun.
Kadınların, yaşamak hakkı erkeklerin elindeymiş gibi... Oysa akıllı ve vicdanlı kadınlar her şeyin farkında, sadece toplumsal örf ve adetlerin getirdiği toplumsal ahlak yasaları ''kadınların ayağını bir pabuca sığdırıyor, canı acımış acımamış'' kimin umurunda.
Düşünsenize; tecavüze uğrayan bir kızın tecavüzcüsüyle evlendirilmesi en büyük namussuzluk değil midir ? Ortaya çıkan durum tecavüzcünün eseriyken ! Hangi din bunu kabul eder, yaradan böyle bir kaderi yazmaz...
Buna zemin hazırlayan insanlar ya cahildir ya da zalimdir.
Namus; sadece cinsellikle, törelerle ölçülebilecek bir kavram değildir.
Etrafımız da namus dedektiflerine bakınca aklıma bir anekdot geliyor.
Napolyon'a düşmanlarından biri "siz para için savaşıyorsunuz biz onurumuz için" demiş
Napolyon cevap vermiş, "herkes kendinde olmayana ulaşmak için savaşır"

Para karşılığı satılan körpe bedenler sürüsü ve kadına, onu sürdürme misyonu verilen namus, kadının özgür irade edimini elinden alan, sadece soyut bir kavramın ötesinde, ete/kana bürünen bir uygulama olmanın ötesine varamamıştır.
Şimdi bu zihniyet mi, küçücük bedenleri pazarlayan kocaman ağızlı adamlar mı namuslu ?
Namusun ''kadına özgü olduğu anlayışını'' erkeğe empoze eden sistemin hiç mi suçu yoktu ?
Namusun bedene mal edildiği, namus bekçileri hep bir ağızdan türkülerini söylediler ''kadınsın, namus sana özgü''
Sen yapınca namussuzluk ben yapınca elimin kiridir, yıkarım geçer, toplumda bunu onaylamıştır. Vay ki vay, nasıl bir çelişkidir bu...Kadın yapınca namussuz erkek yapınca elinin kiri...
Adına namus dediler 14 inde 60 yaşında adamlarla evlendirdiler.
Adına namus dediler berdellere kurban verdiler.
Adına namus dediler bir kaç koyuna peşkeş çektiler, sattılar körpeliğini, saflığını.
Var oluşunda ki özü hep karaladılar adına da namus cinayeti dediler, bilmiyorlar ki insanlıktı ölen ve kadınlık.
Oysa ki kadın duygusu ölürse erkeklerin bahçesinde dikenden geçilmez.
Neyi niçin yaptığını bilmeyen psikopat insan sürüsü biraz daha çoğalır, çoğaldıkça çirkefleşir.
Hırpalanan, susturulan görmezden gelinen kadınlar... biliyoruz, oradasınız ?

Kirli, dekolte beyinlerin; ak bedenler üzerinden yüreklere hançer indirirken, hayalleri tüllerinden ayırırken, hangi namusdan bahseder bu insanlar...
Bak şu penceresi demirden adamların işine;
Adına namus dediler okutmadılar, erkeklerle bir arada ne işi olabilir ki ?
Adına namus dediler 14 inde 60 yaşında adamlarla evlendirdiler.
Adına namus dediler berdellere kurban verdiler.
Adına namus dediler bir kaç koyuna peşkeş çektiler, sattılar körpeliğini, saflığını.
Var oluşunda ki özü hep karaladılar adına da namus cinayeti dediler, bilmiyorlar ki insanlıktı ölen ve kadınlık.
Oysa ki kadın duygusu ölürse erkeklerin bahçesinde dikenden geçilmez.
Neyi niçin yaptığını bilmeyen psikopat insan sürüsü biraz daha çoğalır, çoğaldıkça çirkefleşir.
Hırpalanan, susturulan görmezden gelinen kadınlar... biliyoruz, oradasınız ?
Olcay KASIMOĞLU

"BU MEMLEKET BIZIM..."



Sanat, edebiyat nasıl bir yoldur diye sorsun çocuklarımız!
Şiiri- şairi, resimi-ressamı, romanı- yazarı kendi yaşadığı coğrafyayı, sanatı, daha iyi tanıdıkça, okudukça, gözlem yaptıkça sağlıklı düşünceyi ve düşünmeyi öğrenecek çocuklarımız.
Hayat, ikinci kez çağrılmayacağımiz bir oyun ve bazı şeyler, bir fotoğraf olmaktan çok öte...
Bunun farkındayım ve bu farkındalıkla yaşamın içinde ki rolümü içtenlikle, samimiyetle, koşullu sevmelerden arınmış, koşulsuz sevginin ne demek olduğunu bilecek kadar yaşamla iç içe yaşamaya gayret edenlerdenim.
Sevginin, öğrenmenin, değer katmanın; belli bir inancı, ülkesi, kalıbı, yaşı yok.
İnsanların eylemleri ve söylevleri şüphesiz ki, hayatla olan ilişkilerinin rengini ve biçimini de tayin eder..
Kartal belediyesinin düzenlediği "Çocuk kitaplari etkinliği" ine katilmaktan, çocuklarla birlikte olmaktan çok mutlu oldum.
Etkinlikte değerli dostum Beytüllah hocamda var.
Çocuklar kuş civiltilariyla geliyor
, hadi bu geleceğin ebeveynleri önünde ayağa kalkalım dedim.
Kalkıp aralarına karıştık, unuttuk herşeyi...
Bir ara gözleriyle beni süzen kara elmas iki gözün önüne bağdaş kurdum.
İsmin ne dedim;
Yazgülü, dedi.
Vaay, ne güzel bir isimdir bu... içim şenlendi.
Gözlerinin içi güldür güldür, sarildim bedenine, öptüm gözlerinden.
Sevdiğin bir şair, şairler varmi Yazgül, dedim..
"Mehmet Akif Ersoy" dedi.
Harikasın, istiklâl marşımızı yazan, değil mi?
Eveet, eveet...
Başka varmi bildiğin?, biraz mahçup, yok dedi.
O zaman bugünün anısına beraber Nazim Hikmet'ten bir şiir okuyalım mi?
Bütün çocuklar, bir ağızdan evet dedi;
"Bu Memleket Bizim,
Dört nala gelip uzak Asyadan
Akdenize bir kısrak başı gibi uzanan
Bu memleket bizim
Bilekler kan içinde
Dişler kenetli
Ayaklar çıplak
Ve ipek bir halıya benzeyen toprak
Bu cehennem, bu cennet bizim
Kapansın el kapıları
Bir daha açılmasın
Yok edin insanın insana kulluğunu
Bu davet bizim
Yaşamak bir agaç gibi tek ve hür
Ve bir orman gibi kardescesine
Bu hasret bizim.."
Şiirlerde buluşmak umuduyla el salladık birbirimize..
Bütüne varmanın ince kıvrımlarında eşelendikçe, ruhların yansımasında hayata dokunarak, adanmışlıkla...
Kesinlikle adanmışlık; hiç bir koşula bağlı olmadan..
Evreni dinleyen yüreğimizin sesine şarkılar, türküler, şiirler kattıkça, aklımızı arındırdıkça, vicdanımızın kapılarını açık tuttukça, düşünce özgürleştikçe ‘sevginin’ bütün evreni kuşatacağına inanıyorum.
Evet, kalben inanıyorum.
Sevginin gücüne sahip olmayana, hayatta hiç bir şey güç vermez...
Koşulsuz sevin seveceğiniz herşeyi, sapla-samanı karıştırmadan sevin...
Sevmış olmak için değil, sevilme ihtiyaci içinde değil, dişinizle, tirnağinizla cesur, cömert, koşulsuz sevin.
Sadece güçlü bir ruh sevgi sunabilir sadece güçlü bir ruh alçak gönüllü olabilir aitlik içinde..
Bu davet bizim, bu çocuklar bızim..


Olcay Kasımoğlu

9 Mayıs 2018 Çarşamba

                       
                                                        BİR DUYGU OKYANUSU

Balkanların Fellini'sinden. Emir Kustirica'nın 'Underground Tango' filminin unutulmaz gerçeküstücü ögelerle süslü masalsı sahne ve güzel müzikleri eşlik etsin mi?

Savaşta akan kanların, savaşın bulunduğu zaman diliminden taşması ve günümüze kadar gelmesi sahnesiyle şok edici bir film.


Kustirica şöyle der; 'Madem savaşlar vardır. Öyle ise neden savaş sonrası sahte barışlar yapılır'.


Mariama şarkısı; ''aşağı gitmek istiyordum bu yol seninle şimdi uzun bir zaman ve ben atlıyordum buldun gururunu yutmanın bir yolu ve şimdi zamanı bırak .... yeraltı gidelim bulunamadığımız yer ve etrafımızdaki dünyayı unutun sevgilim göremiyor musun? sadece sen ve ben var mı? bu yüzden havalılarını senin ayakkabılarından daha iyi yeraltı gidelim nerede bulabiliriz ve etrafımızdaki tüm kötü şeyleri unutun, Burada kimsenin olmadığını göremiyor musun bu yüzden serinlerinizi blues'larından ayakkabılarınızdan daha fazla lalalaaaaa la lalalaaaa şimdi sürükleniyoruz birbirlerine doğru ve bir duygu okyanusu kanımı kırıyor, sen beni gösterdiğinde ben yükseliyorum senin sıcaklığın ve düşüncelerinle ve sahip olduğun tüm aşk ve çok uzak değil kıyıdan kıyıya kapımdan kapınıza çok uzak değil kalbimden çok uzak değil, sevgilim burası güvenli hadi gidelim hadi gidelim bulunamadığımız yerlere gidelim ve etrafımızdaki dünyayı unutun sevgilim göremiyor musun? sadece sen ve ben var mı? bu yüzden serinlerinizi blues'larından daha çok ayakkabılarınızdan ayırın

                         ZORBA/NİKOS KAZANCAKİS

https://unutulmazfilmler.co/zorba-the-greek.html


Zorba'nın hayat felsefesi; yenilgileri umursamamaktır. .

Muhakkak okunması ve iyi özümsenmesi gereken çok değerli bir kitap.
Her satırında evrensel bir boyutu yakalamanız mümkün.
İnsana dair o kadar çok şeyi bir arada, birlikte ilişkilendirerek okuyucusuyla buluşturmuş ki, insanin şapka çıkarası geliyor. Ben çıkardım ve saygıyla eğildim.

Okuyalım, boş zamanlarımızı değerlendirmek için değil, boş zihinlerimizi şarj ve deşarj etmek için okuyalım.
Başımızı kuma gömerek değil, sadece okumuş olmak içinde değil, okuduğumuzu sindirerek, özümseyerek ve en önemlisi bakış açımızı güncelleyerek, farkındalık oluşturmak adına okuyalım.
Kaç kitap okuduğumuz değil, okuduğumuzdan ne anladığımız daha önemli. Kitaplar insani bir yakadan diğer yakaya taşımıyorsa, başkalarının acılarına duyarlı kılmıyorsa, hepsinden daha değerlisi; sevgi, barış, ortak yaşam alanlarına duyarlı kılmıyorsa, bilgelik aşılamıyorsa, çıkarmıyorsa bizi aydınlığa ne anlamı var?

Kitaptan alıntıları paylaşmaktan son derece mutluyum.

1."Herkes kendi yolunu izler. İnsan bir ağaç gibidir. Neden kiraz vermiyor diye incir ağacını hiç azarladığın oldu mu?"

2."Yağmur yağarken insanın kalbi acı çeker," dedi Zorba.

3."Dünyayı bugünkü durumuna getiren nedir, bilir
misin? yarım işler, yarım konuşmalar, yarım
günahlar, yarım iyiliklerdir. sonuna kadar git be
insan.!"

4."Bir zamanlar diyordum ki: Bu Türktür, bu Bulgardır, bu Yunanlıdır. Ben vatan için öyle şeyler yaptım ki patron tüylerin ürperir; adam kestim, çaldım, köyler yaktım, kadınların ırzına geçtim, evler yağma ettim... Neden? Çünkü bunlar Bulgarmış, ya da bilmem neymiş... Şimdi kendi kendime sık sık şöyle diyorum, hay kahrolasıca herif, hay yok olası aptal! Yani akıllandım, artık insanlara bakıp şöyle demekteyim: Bu iyi adamdır bu kötü adamdır. İster Bulgar olsun, ister Rum, isterse Türk. Hepsi bir benim için. Şimdi iyi mi kötü mü yalnız ona bakıyorum. Ve ekmek çarpsın ki, ihtiyarladıkça buna da bakmamaya başladım. Ulan ister iyi ister kötü olsun be. Hepsine acıyorum işte... Boşversem bile bir insan gördüm mü içim cız ediyor. Nah diyorum bu fakir de yiyor, içiyor, seviyor, korkuyor,(...) o da kıkırdayacak ve dümdüz toprağa uzanacak, onu da kurtlar yiyecek... Hey zavallı hey! Hepimiz kardeşiz be... Hepimiz kurtların yiyeceği etiz.''

5."Onları belki kurtaramayız," diye ekledi. Ama kurtaralım derken, biz kurtuluruz. Öyle değil mi? Bunları söylemek istemiyor musun hocam? Kendini kurtarmanın tek yolu başkalarını kurtarmak için çabalamaktır.

6.Burada insanı şaşırtan bir şey oluyor patron...Bu tuhaflık içinde aklın şaşıyor. Biz çetelerin yaptığı bütün o alçaklıklar, hırsızlık, kıyımlar, Girit'e Prens Yorgus'u yani özğürlüğü getirdi"
Gözleri iyice açılmış şakınca baktı.
"Sır!" diye mırıldandı. "Büyük sır! Dünyaya özğürlüğün gelmesi için bu kadar cinayetler ve alçaklıklar mı gerekli yani?

7.Ruhum" diyordum, "şimdiye kadar gölgeye bakıp doyuyordun; şimdi seni tene götürüyorum.
8.Gübre ve pislikten bir çiçek nasıl filizlenip beslenir? Varsay ki Zorba, insan gübre, özgürlük de çiçektir.

9.'' Ruhumu tenle, tenimi ruhla doldururdum; kısacası, içimde barıştırırdım bu yüzyıllık iki düşmanı...

10.''Hayır özgür değilsin," dedi. “Senin bağlı bulunduğun ip, öbür insanlarınkinden daha uzun; hepsi bu kadar...''

Zorba karakteri, temel insani özgürlüğün, toplumsal boyunduruğa başkaldırının bir sembolü olarak görülebilir.
Başkaldırının, özgürlüğün ve bütün bir insanlığın simgesi olmuştur.

Haksızlığa, üzüntüye ve sevince karşı santuruyla, dansıyla karşılık veren bir adamın hikayesidir zorba.

''Hayata karşı yenilebiliriz..
Sevgiye ve dansa karşı asla!
Sevgiden boğulduğunu hissettigin an..
Koş ve dans et!

"Bana dans etmeyi öğret.
Dans mı?
Hadi bakalım delikanlı.
Beraber
Başlıyoruz
Hop!
Tekrar Hop!
Çök
Haydi bre!
Patron sana anlatacak o kadar çok şeyim var ki..
Seni sevdiğim kadar hiç bir adamı sevmedim.
Hop!
Hey patron!
Bundan daha muhteşem bir çöküş gördün mü?
Görüyor musun?
Sen de gülebiliyor musun?
Sen de gülüyorsun be!
Gördün mü? Nasıl kaçtıklarını.
Özellikle de şu keşişlerin.
Üçüncü posta:En iyisi üçüncü postaydı.
Her şey dümdüz oldu.
Daha hızlı..
Hop! Hop! ''

Nikos Kazancakis'in usta kurgusuyla okunmayı ve yönetmen Mihalis Kakoyannis'in muhteşem yetkinliğiyle izlenmeyi hak ediyor.

https://unutulmazfilmler.co/zorba-the-greek.html

Olcay Kasımoğlu

7 Mayıs 2018 Pazartesi

                                           BAZEN HER ŞEY O KADAR ANLAMSIZ GELİR Kİ…


“ İçimizdeki ıssızlığı doldurmaz hiçbir oyun. Korkarsınız sözcüklerden, sessizlikten, bakamazsınız aynalara…”
İnsanların eylemleri ve söylemleri hiç şüphesiz ki, hayatla olan ilişkilerinin rengini ve biçimini tayin ediyor. Şiir yazarken, okurken kalbim heyecanla çarpar.
 Her defasında, tekrar tekrar aynı duyguyu hissetmekten alıkoyamam kendimi. Aynı anda, o kadar çok şeye aşk duydum ki; çocuklarıma, aileme, acılarıma, olgunlaşmama, sevginin şifacılığına, göldeki nilüfere, gökteki kuşa, yerdeki ağaca. 
Sanatı, doğayı, insanı, yaşamayı seviyorum. Yazarken evrenle kurduğum bağı seviyorum.
 Kitaplara sarılmak, dostlarla konuşmak, yazıya oturup sonu gelmeyen cümleler kurmak, camdan dışarı bakıp şarkılar mırıldanmak, ruhuma dinginlik veriyordu. 
Böyle zamanlarda, her şey birbirinin yerini alıyor.
Bazen de, her şey o kadar anlamsız gelir ki, içimizdeki ıssızlığı doldurmaz hiçbir oyun. 
Korkarsınız sözcüklerden, sessizlikten, bakamazsınız aynalara. Boş bir çuval gibi, eski bir çerçeve gibi, hani unutsam her şeyi dersiniz. Yeni bir iklime, yeni bir kente, başımıza gelmiş bir felakete dayanmak ve katlanmak için silkelerken, bütün benliğimizi; bir anın, yalnızca bir anın, bütün bir hayatımızı nasıl kapladığını anlarız.
Bitmez sandığımız hayat, günü gelince sormadan alır kendini bizden. Bitmez sandığımız kadar uzun değilmiş diye şaşarız. Giden herkesin arkasından bakarak. Kirpiklerimizin birbirine değmesi kadar kısa olmasına bir kez daha şaşırırız…Kapattım defterimi, derin bir soluk aldım.

SİMURG OLMAK ZAMANI ROMANINDAN

Olcay Kasımoğlu

                                      DANS ET BENİMLE...


''Büyük bir acı insanları aynı sessizlik içine çekip almadıkça, arka plandaki ezgiyi, biri daha çok, biri daha az işitir..''



Sorunlardan, kendimize yaptığımız haksızlıklarla bu dünyadan göçüp gitmek, bu yaşama en büyük haksızlık değilde nedir ?

Hayatın kalbi bir ritimdir ve o ritim herkesde var, önemli olan o ritme yön verebilmek ve içimizde ki çocuğu kaybetmemek. Kilometrelerce bir yolculuk bile, tek bir adımla başlarken, yaşamak bu kadar güzelken ve saniyelere bağlıyken; neyin telaşında, neyin kavgasındayız ?

Yaşamı ıskalamadan hakkını vermek gerek, dönüşü yok yaşananların.
Yaşam içerisinde ‘hayatın anlamını’ hep uzaklarda ararız.
Yaşamı çok fazla ciddiye alırız, içine neşe katmayız. Ciddiyet ile eğlenmeyi, cesur olmakla temkinli yaşamayı ve bir çok şeyi birbirine karıştırırız.

Hayatın anlamını ertelemeden, anları yaşamayı kendimize yaşam rehberi kabul edersek yaşamın anlamına da hak ettiği değeri vermiş olacağız.

Fındık kabuğunu doldurmayacak sorunlarla hayatımızı heba ederken, yaşamın anlara bağlı olduğunu unutup, hep sınırsız zaman diliminde yaşıyormuşuz gibi nefesimizi gereksiz ayrıntıların içinde bitiririz.
Yaşam şansı elimizdeyken, hep amortiye oynarız.

Hayat bize her zaman fısıldar ”ömür dediğin bir nefes” bunu doğru anlamak tamamen bize kalmıştır, çünkü hayat ‘’olumlu bakışlarımızla’’ anlam kazanır.
Yaşamın anlamını sadece tek bir şeye bağlamak da çoğu zaman hayata haksızlıktır.


Olcay Kasımoğlu

3 Mayıs 2018 Perşembe


BİZ SEVMEYİ NE ZAMAN UNUTTUK...
İnsan, kendi öğretisinin tutsağıysa, ona yaşamdan nasıl söz edebiliriz ki?
Ne acıklı bunu görüp de haykırmamak
Ama anlamayanlara dil dökmek daha acı
Hiç ilişki kalmadı gerçekle söz arasında…


''Yönetenlerin söylemleri, yönetilenlerin suskunluğu'' ile
Yeryüzü çocukları pay edilirken kurtlar sofrasında,
Komut verenle komut alan bir-örnek,
ikisinin de dünya umurunda değil.
Pablo Picasso/ İnsanın kendi gerçekliğine yabancılaşmasını ne güzel tasvir ediyor.
Resim yağlı boya olmasına rağmen siyah beyazdır.
"Guernica nedir? Guernica tablosunun kısa hikayesi
Yıl 1937 yer İspanya , Francisco Franco başta ve kanlı bir iç savaş devam etmekte. Franco İspanya'nın kuzeyinde Hitler'e hava kuvvetlerinin yeni silahlarını bu bölgede bulunan, Guernica isimli köy üzerinde deneme izni veriyor.
O güne kadar görülmemiş şiddette olan bombalama sonrası Guernica yerle bir oluyor. O sıralar Paris'de yaşayan İspanyol sanatçı Picasso bu kanlı bombalamayı anıt boyutunda bir tuvale resmediyor.
Sanatçının resimde kullandığı semboller uluslar arası,böylece tüm dünyada olan savaşların dili oluyor bu tablo adeta.
Guernica'da, acı çeken insanlar ve hayvanlar ile kaos içindeki yıkılmış binalar betimlenmiştir.
Tüm sahne bir odanın içindedir, sol tarafta yer alan büyük gözlü boğa, kucağındaki ölü çocuğa ağlayan bir kadının üzerinde durur.
Resmin merkezinde acı içinde yıkılmak üzere olan, mızrakla vurulmuş bir at bulunur.
Atın burnu ve üst dişleri, bir insan kafatası şeklindedir.
Atın altında bir askerin parçalanmış cesedi vardır. Asker, üzerinde çiçeklerin büyüdüğü kırılmış bir kılıç tutmaktadır.
Acı çeken atın üzerinde, göz şeklindeki çıplak bir ampül parlamaktadır.
Atın sağ üst tarafında, bu vahşi sahnelere tanıklık ederek camdan içeri girmekte olan, korku dolu bir kadın figürü vardır. Kadın, elinde yanan bir gaz lambası taşır.
Korku içindeki bir başka kadın sağdan yalpalayarak merkeze doğru ilerlemektedir. Kadın, parlayan ampüle boş gözlerle bakmaktadır.
Boğanın, atın ve çocuk için ağlayan kadının dilleri olarak çizilmiş olan hançerler çığlıkları simgeler.
Atın ayakları altında ezilmiş asker figürü
Sağ uçta, dehşet içinde kollarını kaldırmış bir adam, yukarıdan ve aşağıdan ateşlerle sarılmıştır.
Resmin sağ ucunda, açık bir kapıyla sonlanan siyah bir duvar vardır.
Ortada sırtında mızrak olan at, insaniyetin kaba kuvvet karşısında pes edişini sembolize ediyor. Boğanın yanında belli belirsiz gözüken güvercin barışı temsil ediyor ama olanlara ağlamaktan başka yapabileceği bir şey yok. Atın yanına düşmüş sürücünün kırılmış kılıcı yenilgiyi sembolize ediyor..
Kucağındaki ölü çocuğuna ağlayan kadın
Tabloyu bir gecede yapan Picasso bir sergisi sırasında ''Bu tabloyu siz mi yaptınız'' diyen bir genarele '' Hayır, siz yaptınız'' demiştir.
Bazı eleştirmenler Guernica’yı 20. yüzyılın en önemli tablosu olarak görür. En ünlü savaş karşıtı tablo olduğuysa kesin. Guernica, sadece İspanya İç Savaşı’nın vahşetinin değil, modern savaşın neden olduğu ıstırabın da bir simgesi oldu."

Hiç kimse kendi içinde yaşamadıkça, başkalarının ruhundaki kıpırtıyı duyumsayamaz...

Olcay kasımoğlu
                       http://yenisoluk.com/saracak-sarsacak-iletisim/

                SAĞLIKLI BİR İLETİŞİM MUTLULUĞUN ANAHTARIDIR


Düşündüğünüz, söylemek istediğiniz,
Söylediğinizi sandığınız, söylediğiniz,
Karşınızdakinin duymak istediği, duyduğu,
Anlamak istediği, anladığını sandığı/ Sylviane Herpin
Günlük hayatta, iletişim içinde olduğumuz insanlarla değişik olaylar yaşarız. Kimisiyle birlikte çalışır kimisiyle de sadece selamlaşıp geçme şeklinde münasebetlerimiz olur. Bazılarıyla da dertlerimizi, sevinçlerimizi paylaşırız. Hayallerimizi, isteklerimizi anlatırız. Dostluğu, arkadaşlığı, kardeşliği, sırdaşlığı paylaşırız. Bazen de kırılırız birbirimize, yanlış anlaşılmalar yaşarız. Bütün bu yaşananlar içerisinde önemli olan samimiyet ve içtenliktir. Olaylara bakış açımız ve anlamaya niyetli olmak sorunların çözümünde en önemli noktadır. Gerçekten anlamak isteyen insan, hem duygusal zekasıyla hem aklıyla konuyu gerçek bağlamından saptırmadan, özünü yozlaştırmadan, karşısında ki kişiyi potansiyel suçlu ilan etmeden, yargılamadan anlamaya niyetli olmalı.
Sadece kendi penceremizden değil, karşımızda ki insanın da penceresinden bakarak objektif olabiliriz. Bize yanlış gelen onun doğrusu olabilir, hem kime, neye göre doğru ? Bir eğriden doğruya giden yolda olabilir, kim bilir! Hem bazen bazı şeylerin mantıklı bir izahı da yoktur. Yeter ki marazi ve psikopatlık derecesinde olmasın davranışlar.
İnsanın karakterinde mütevazılık, hoşgörü, hakkaniyet, cesaret, sabır, çalışkanlık, sadelik gibi vasıflar varsa, bunlar insanda güven uyandırır. Fakat bunların bir insanda olması sağlıklı bir ilişkinin ve iletişimin devamı için yeterlimidir ? İyi insan olmak, her zaman doğru davranacağımız anlamına da gelmez. Çok zeki, medeni ve çağdaş düşünen bir insan olabiliriz. Yeri gelir çok ince bir detayı görmeyiz. Başkası açısından taşıdığı hassasiyeti anlayamayız. Kaldı ki çok önemli olmayabilir de üzerinde durduğumuz şeyler. İnsanız ve sevdiklerimiz için bazen hiç istemediğimiz şeyleri de yaparız. Yaptıklarımız, söylediklerimiz bazen kendimizi aşar, fazla kasmaya gerek yok, insanız.
Her istediğimi söylerim, her istediğimi yaparım diye bir dünyada yok. Kaldı ki böyle bir anlayışın içinde samimiyet ve içtenlikte yok. Birini eleştirirken yada size yanlış gelen bir davranışı onaylamadığınızda önce kendinize bir bakın acaba ben on numarayıyım, benim hiç mi eksikliklerim yok, karşımda ki insan ve insanlar beni severken hep iyi yönlerimden dolayı mı seviyorlar? Onaylamadığım yada anlayamadığım bir davranıştan dolayı onu yargılamam, hoş görmemem onu kötü biri mi yapıyor.? Liste uzar gider. Amacınız ilişkiyi bitirmekse, yaşamınızdan çıkarmaya niyetliyseniz karıncayı fil yaparsınız. Yoksa, insan eksileriyle, artılarıyla bir bütündür. Sevgi dolu insan olun, iyi niyetli olun yeter.
Bunun yanında hiç kimse kusursuz değildir. İnsanız, zaaflarımızla, tutkularımızla, hatalarımızla, sevaplarımızla, dedik ya her şeyden önemlisi samimiyet ve içtenlik. Özellikle ikili ilişkilerde her zaman olmasa da bazen duygusal zeka ağır basar. Bütün ilişkiler nihayetinde güven ve samimiyet üzerinden anlam ifade eder. Ne olursa olsun hepimiz insanız, bazen doğru olmadığını bilsek de Müslüm Gürses’in ‘’Sev Beni’’ şarkısında olduğu gibi içten ve korkusuz bağırırız sev beni. Yeter ki sevmeye ve geçinmeye niyetiniz olsun. Bütün yanlış anlaşılmaları, huysuzlukları tuzla buz edersiniz.
Kendinize kusursuz bir insan arıyorsanız, yerin altı bunlarla dolu. Güvenin ve sevin, sağlıklı sevgi bilincine sahip çıkan çok az insan kaldı günümüzde. Çoğunluk, söylemlerin peşinden gidiyor. Sevgiyi kutsamak yerine, gösteriş ve şatafat içinde bir yaşamı insan kardeşlerinin gözlerinin içine sokuyor. Sevgiden bıkıyorlar, sıkıldım diyorlar, nasıl olsa ortalık benim gibi sıkılanlarla dolup taşıyor yani sıkılanı karşılayan da, uğurlayan da çok. Kimse sevginin diliyle konuşmuyor. Sadece sevin ya sevin, bu kadar kasıntı niye ? Sevdiğinize seslenmek için başka sözcüklere de ihtiyaç yok, sade ve duru olun yeter. Sevdiğinizi marazı değil sıcak, sımsıcak kıskanın, sağlıklı kıskanmayı bile özgürlüğe müdahale olarak algılayanlarla bir daha istişare edin, görmüyorlar sevginin özünde ki balı ve çeşit çeşit çiçekleri, oynaşan kediler gibi sokulgan kelimelerin kıymetini.

Değil mi ki gönül ilişkilerin pazarlık payı olmaz yoksa eksik ve yavan kalır. İnsan duyguları naiftir, incedir, esnektir. Esnek olduğu için hoşgörü ve anlayışla beslenir. Sadece mantık ve akıl yoluyla açıklarsanız esnekliğini yitirir, sevginin devinimi ticari bir birlikteliğe döner. Anlaşılır olmak çok büyük bir lezzettir. Her ilişki özen ve itina ister.
Anlaşılır Olmak
Dünya yeterince karışık, gelin anlaşılır ve tutarlı olalım. Birlikte olduğumuz insanlar kendilerini güvende hissetsinler. Anlaşılır olmak hayatta yeni fikirlere açık olmayı kolaylaştırır. Sağlam ve anlaşılır olmak, insanların güvenle bir arada çalışmalarını, risk almalarını ve kendileri olmalarını sağlar. Anlaşılır ve tutarlı olmak karşımızda ki insanlara rahatlık hissi verir, güven duygusu sağlar. Bunun için akıl oyunlarına ihtiyacımız yok. Samimi ve içten olmak yeter.
Ne kadar ayrı fikirlerde olursak olalım insanları birleştiren duygulardır. Sevgi her zaman hissettiğimiz, özgürlük ise her zaman istediğimiz bir şeydir. Özgürlük öğretileri ve toplumdaki sözleşmelerimizi yener. Kesinlik akılla açıklanabilir ama duygular taşıyan insan karşısında, kesinliğin hiçbir kıymeti yoktur. Sevgi bir düşünce ürünü değildir, sevgi bir zeka oyunu da değildir. Sevgi nesnelleştiğinde, bir metaya ve ego tatminine döndüğünde bütün mecrası değişir. Özellikle sevgiyle kurulan bağlarda en etkili iletişim gönül birliğidir buda nihai noktada hayat birliğini oluşturur burada samimiyet yoksa gönüldaşlık olmaz.Üstüne basın, adına çağdaşlık denilen safsata içi boş söylemlerin.
Bütün ilişkilerde olumsuz diye nitelendirdiğimiz davranışları kişiye yamamadan, kişiselleştirmeden tamamen teorik düzeyde anlatmak önemli. Özellikle ikili ilişkilerinizde anlaşılmadığınızı, yanlış anlaşıldığınızı hissediyorsanız bunu sadece mantıkla izaha gitmeyin lütfen. Sevdiğiniz ve değer verdiğiniz biriyse anlamaya çalışın. Duygusal iletişimin yoğun olduğu gönül ilişkilerinde bazı şeylerin mantıklı bir izahı yoktur.
Kendini insanlardan bir insan olarak görmek bütün egoları, meziyetsiz meziyetleri siler temize çeker. Birde açık iletişimde açık sözlü olmakla, patavatsız olmayı birbirine karıştırmamak lazım. Herkese sevgi, saygı ve samimiyetle muamele etmek Hz. Ali ne güzel demiş: “İnsanlar içinde bir insan ol.” Sade, yumuşak ve sevecen.
Dinlemesini Bilmek ve Anlamak İçin Dinlemek
Kendimizi ve doğayı tanımak için, duyguları, düşünceyi ve eylemi uzlaştırmak için, bireysel ve toplumsal yaşamı uyumlaştırmak için, bencilliğe karşı cömertliği anlamak ve yaşamak için, ayrımların karşısına bütünleşme fikrini koyarak; hoşgörü, sevgi, anlayış, saygı gibi değerleri anlamak ve yaşamak için, yaşamın bilinçli bir kaşifi olabilmek için, daha iyi bir dünya ve iyi bir yaşam için; insan olduğunun farkına varan, maddi ve manevi faaliyeti sırasında hem kendi hem de toplum hayatının şartlarını oluşturan motivasyon ve eğilimlerini iç çatışmaları azaltacak şekilde örgütleyip kaynaştıran; diğer kişilik ve karakterlere karşı uyumlu davranış sergileyen, başkalarını türlü açılardan ve değişik yöntemlerle değerlendirebilen kişilikli insanlara ihtiyacımız var.
Ve dinlemesini bilen insan, sorunların tespiti ve çözümünde daha az hata yapar. Dinleyerek daha iyi gözlemler yapar. Farklı bakış açıları edinir. Ön-yargıdan uzak objektif kararlar verebilir. Problemlere yeni çözüm yolları bulur. İnsan kendi iç sesini dinlediği zaman başkalarının sesine de derinlik kazandırır. Empati yeteneğini geliştirir. Başkalarını duygu ve düşüncelerine, kim olduğuna ve neler yaşadığına daha derinlemesine yaklaşır.
Kendimizi dinlediğimiz de güçlü ve zayıf yanlarımızı keşif ederiz böylece başkalarının da artı ve eksilerine yaklaşım tarzımız değişir. Daha insanı bakış açıları kazanırız. Dinlemek öze inmektir, bakılan ama görünmeyenlere dokunmaktır. Karşımızda ki insanlara gönül gözüyle dokunduğumuz da biz onun en yakını oluruz. İnsanların duygularını anlamak kendimize olan güveni artırdığı kadar başkalarının da bize güven duymasına neden olur. İlişkilerin kırılganlığını ve insanlar açısından taşıdığı önemi anladığımız zaman daha dikkatli ve özverili oluruz. Başkalarının duygularını örselemeden onları anlamaya çalışırız. Kendimize ve başkalarına kulak verdiğimiz zaman evrende bizi dinler.
Yoksa, neden ve niçinlerle, endişe ve kuruntularla geçen bir yaşamın değer ve anlamı ne kadar olabilir ? Mutluluğu sağlayan en temel duygu, sevgi ve ona yol açan anlayıştır. Belki de yeniden öğrenmemiz gereken budur…
Olcay Kasımoğlu
                         ÖLÜ OZANLAR DERNEĞİ
            http://www.altyazilifilmizle.org/olu-ozanlar-dernegi-izle.html

Sinema hiçbir şeyi değiştirmez; ama insanların bir çok şeyi anlamalarını sağlar. Dünyayı değiştirecek olan şey filmler değil, o filmleri izleyen insanlardır.”Krzysztof Kieslowski
Çok uzun zaman önce izlediğim bir filmdi, ”Ölü Ozanlar Derneği” tekrar izleme şansına sahip oldum. Ölü Ozanlar Derneği filmi Willams’ın unutulmaz filmlerinden.
N.H. Kleinbaum’un romanından derlenen film; kalıplaşmış yapıyı, düşüncenin sığlığını ele alıyor. Özellikle öğretmenlerin, öğrencilerinin yaşamlarında, sıkıntılarla ve engellerle baş edebilme konusunda belirleyici ve önemli bir unsur olduklarını sanırım çoğumuz biliyoruz. Kendileri de bazen sisteme uymak zorunda kalsalarda, değiştirebildikleri, yenileyebildikleri beyinler gelecek için birer umut ve toplumun gelişmesine vesile olacaktır.
Filmin repliklerinden bir kısım:
”Pitts: “Henüz vaktin varken tomurcukları topla.
Zaman hala uçup gidiyor.
Ve bugün gülümseyen bu çiçek,
yarın ölüyor olabilir.”
Keating: Sağ olun, Bay Pitts.
“Henüz vakit varken tomurcukları topla.” Bu duygunun Latince ifadesi, Carpe Diem. Ne demek olduğunu bilen var mı?
Meeks: Yaşadığın günü kavra.
Aptalca hayaller peşinde koşmayan bir kalp gösterin, ben de size mutlu bir insan göstereyim.
Keating: Yaşadığın günü kavra!
Henüz vakit varken tomurcukları topla. Yazar bunu neden yazmış?
Öğrenci: Acelesi var.
Keating: Bilemediniz. Ama önemli olan yarışmaktı. Çünkü hepimiz solucan yemi olacağız, arkadaşlar! Buna ister inanın, ister inanmayın, her birimiz bir gün nefes almayı kesecek ve öleceğiz. Şimdi öne doğru bir adım atın. Ve geçmişten gelen bu yüzleri biraz inceleyin. Onlara daha önce ciddi olarak bakmadınız. Sizden pek farklı değiller. Aynı saç modeli. Tıpkı sizler gibi hormonlara sahipler. Sizler gibi yenilmez hissediyorlar!
Dünya onlar için bir istiridye. Çok büyük şeyler başaracaklarına inanıyorlar. Sizler gibi gözleri umutla dolu. Peki yapabileceklerini yapmak için yaşamaya acaba çok geç mi başladılar? Çünkü bu oğlanlar artık çiçeklere gübre oldu. Ama eğer dikkatle dinlerseniz size fısıldadıklarını duyarsınız. Yaklaşın. Dinleyin! Duyuyor musunuz? Carpe… Carpe… Carpe Diem… Yaşadığınız günü kavrayın, çocuklar. Hayatınızı olağandışı yapın!

Neil: Eğer biz gölgeler haddimizi aşmışsak, her şeyin tatlıya bağlandığını düşünün. Aslında bu görüntüler oluşurken, siz kazara burada bulundunuz. Bu zayıf ve garip tema, bir rüyadan başka bir şey olamaz. Baylar, hemen üzülmeyin. Siz affederseniz, her şeyi düzeltiriz.
Çünkü ben dürüst Puck’ım. Ve haksız yere şanslıyım. Şimdi ejderin dilini kazıyacak her şeyi tatlıya bağlayacağız. Aksi halde, Puck’a yalancı deyin. O yüzden hepinize iyi geceler. Bana elinizi verin dost olalım. Ve Robin her şeyi tatlıya bağlasın.” Katı kuralların, katı eğitmenlerin, çocuklara hiç bir şey katmadığını ve gelecek düşlerini de ellerinden aldığını biliyoruz..
Oysa; bay Keating, öğrencilerine, kendi duvarlarını aşmalarını, kendi kabuklarını kırmalarını sağlar. Onlara, özgürleşmenin dıştan değil içten dışa doğru olduğunu öğretir.
Hayatın bütününe baktığımız zaman George Charlin’in de söylediği gibi;
“Hükümetler, eleştirisel düşünebilme kapasitesi olan bir nüfus istemezler.
Onlar yalnızca makineyi çalıştırabilecek kadar, zeki ve içinde bulundukları durumu kabul edecek kadar aptal olan itaatkar işçiler isterler.”
Ne olursa olsun, insan yaşamı değerlidir ve öncelikler konusunda topyekun bir hesaplaşmaya ihtiyacımız var. Bireysel olarak ışığımızı korumamız gerekiyor.  Olanı doğru değerlendirmek karamsarlık olmadığı gibi, iyi olanı korumak ve umut da hayalperestlik değildir. Olanı tüm yalınlığı ile görmek ve anlamak, iyi bir kalbi ve umudu korur.  Eğer iyi kalbi, umudu ve her şeyden önemlisi şefkati ve cömertliği koruyamazsak acı çekenlerden olacağız.
İnsanlığın başına gelen kötü olayların en önemli iki sebebi var, ”Açgözlülük ve kibir.” Bunlar ise, neyin eğri, neyin doğru olduğunu ayıramayan bir cehaletten besleniyor. Kendimizi ve aklımızı cömertlik ve şefkat ile koruyalım. Merak etmeyelim, bu karanlık inanılmaz bir aydınlığa gebe. Kalbimizi ve aklımızı arındırmayı sürdürelim. Sadece eleştirmeyelim, sürekli yakınmayı bırakalım. Ya kabul edelim ya da eyleme geçelim. Tüketime kanmayıp, sadece doğru değerleri satın alalım. Maddeye değil, deneyime ve içsel ilerlemeye yatırım yapalım.
Kötülükle, mülkiyet aşkıyla, hırslarla, egolarla yaşam huzurlu bir dinginlik vermiyor insana ! Yaşamak için gözlemlemek, gözlemlerken yenilenmek, yenilenirken ilerlemek gerekir, ancak o zaman ön yargılarımızdan arınabiliriz. Arınan insan özgür insandır, özgür insan kendini yeniler, vicdanının sesine kulak verir. Kaldı ki özgürlük kendini bilmektir, farkındalıktır, onurlu yaşamaktır.
Ön yargıdan, inat ve kibirden uzak, evrensel değerlerin kendine yer bulduğu akıllı insan bahçesidir. Arkasından koştuğumuz bir yudum yaşam… Belki de her daim gerisinde kaldığımız şey…
Oysa;
Bilince, bakışa ve suskunluğa, bir tek yürek ve vicdan yeter.
Kaldı ki bu dünya herkes için.
Mesele bu kadar açık ve net…

#Olcay Kasımoğlu

HAYAT YAŞAMAYA DEĞER

Kötü yaşarım korkusuyla, hiç yaşanmadan biten hayatlar var.
Evren hareketi sever, hiç bir şey yapmadan seyredenlere, üretmeden mazeret üretenlere bir şey katmaz.
Sığ düşünceleri bize empoze eden zihniyete ”bilgi çeşitliliğimizle, derinliğimizle” karşı çıkabiliriz.
Kalemlerimizin uçları, nar çiçeği tazeliğinde sesleniyor bize;
Ağaç ekelim, savaşlara hayır diyelim, din bezirganlarını yeryüzünden silelim.
Eğitimi cehalete teslim etmeyelim, cinsiyet ayrımcılığını yok edelim.
Vicdani hür, aklı hür eğitmenler yetiştirelim.
''Irk, din, etnik, renk, dil, cinsiyet'' bunlarda aranmaz doğruluk.
Dünya üzerinde, iyi insan kötü insan, faydalı insan faydasız insan vardır.
Öğretelim çocuklarımıza, insan değerinin etiket fiyatı olmadığını.
Farkında olmalılar; kendisinin, hayatın, olayların, sanatın ve yaşamın.
Gidişatın Farkında Olmalılar; yoksa nasıl aydınlanacak dünya ?
Çocuklarımıza, ''aydın,aydınlanmış, mutlu, sevgi dolu'' olmayı öğretelim...

Olcay Kasımoğlu
Hepimiz aynı yollar dan olmasa da aynı niyetin durakların da nefesleniyoruz,sonra sonrası...


''ÜÇ ŞEY..
Alsa geri dönmeyecek üç şey:
Zaman, sözcükler ve fırsattır.
Hayatta hiçbir zaman kaybedilmemesi gereken üç şey:
Barış,umut ve dürüstlüktür.
Hayatta en değerli üç şey:
Sevgi,kendine güven ve arkadaşlardır.
Hayatta hiç emin olunamayacak üç şey:
Düşler,başarı ve zenginliktir.
Hayattta insanı geliştiren üç şey:
Çok çalışma,samimiyet ve başarıdır.
Hayatta insanı mahveden üç şey:
Cesaretsizlik,gurur ve öfkedir.''
Bunların farkına varmak ta bir ömür alıyor.!..

#Olcay.

2 Mayıs 2018 Çarşamba

Topraktan,
Ateşten ve demirden
Mavi eller tırpan olsun zulme
Hiç bir şey insandan daha önemli değil

Çağımızın güvensizliğine karşı durabilmemizi sağlayacak yöntemler bulmak, içimizde ki güç merkezini ortaya çıkarmak gerekiyor.
Bunun içinde; inandığımız, güven duyabileceğimiz değer ve amaçlara ulaşabilmemizi sağlayacak içsel bütünlüğün, kültürle yaşama dokunmuş bilincin, mücadele ruhuyla beslenmiş cesaretin, kendini bulmuş benliğimizin ”özgür ve özgün” olması gerekiyor.

Ne güzel demiş;
Kadın inci gibidir Isabel. Bazen senelerce, bazen de bir ömür boyu bir istiridyenin içinde saklar kendini. Fakat bir kez gün ışığı gördü mü çabucak unutur geçmişini. Geçmişte ne kadar saklanmışsa o kadar seyredilmek ister; ne kadar kapalı kalmışsa o kadar açığa çıkmak ister. İşte o an çıkıp geldiğinde artık ona kimse mani olamaz. Kendi bile...

İnsan bir şeye gerçekten gereksinim duyuyor ve istiyorsa, bunu ona sağlayan şey rastlantı değildir; kendi içindeki istek ve zorunluluk onu çekip, istediği her ne ise ona doğru götürmüştür.

Aslında, dışımızda gördüğümüz şeyler de içimizdekilerin aynısıdır.
Bu gerçeğe bu kadar aykırı bir yaşam sürmemizin nedeni, kendi dışımızda ki her şeyi gerçek sayıp, içimizde ki dünyaya söz hakkı vermememizdir.

Oysa insan bir kez işin bilincine vardı mı, çoğunluğun izlediği yolu seçmesi diye bir şey söz konusu olamaz. O zaman bunu kader, yazgı diye de kabul etmez. Yeter ki bir kez olsun içinde ki dinamiklerle yaşamını buluştursun.

Olcay Kasımoğlu
YAZMAKLA BİTER Mİ BU ÇİRKİN DÜZEN/ ŞİDDETİN HER TÜRLÜSÜNE HAYIR!
Kadın, üzerinde siyası otorite kuracağınız bir denek de değildir. 
Kadın insan, eş, arkadaş, dost ve annedir
Kadın; politik, dini bir simge değildir. 
Kadın önce insan, sonra kadın, eş, arkadaş, dost ve annedir.
Ve ne hikmetse ''ülkemizde'' namus denilince, akla hep kadınlar geliyor.
Oysa ahlak, sadece ''örtünmekle'' kazanılan bir değer değildir.
Kaldı ki ahlak anlayışı, dinin tekelinde olan bir değerde değildir.
''Ateist bir insanında ahlaki algısı ve değerleri vardır.
Namus; insanın vicdanıdır, namus kimsenin tekelinde değildir.'' Sahi, namus kavramı neden hep kadın üzerinden kurgulanmaktadır ? Dünyada; namusu kadının bedeni üzerinden tanımlayan eril zihniyetin; algıladığı, yargıladığı fikir ve düşünce yolculuğunda, nasıl bir adalet ve hakkaniyetten bahsedilebilir ?
Peki "namus" ne demektir, bir ölçüsü, kıstası var mıdır, toplumdan topluma değişir mi ?
Bir toplum da, namus; kanun, nizam, dürüstlük, doğruluk,edep,fazilet gibi değerleri ifade ederken, neden hep kadın üzerinden bu değerler ifade edilir?
Namus; cinsiyet üzerinden mi değer kazanır, yoksa adam gibi adam olmakla mı değer kazanır ?
Sahi Nedir Namussuzluk ?
Kirli, dekolte beyinlerin; ak bedenler üzerinden, yüreklere hançer indirirken, hayalleri tüllerinden ayırırken, çocuk bedenleri cinsel obje gibi görürken hangi namustan bahseder bu insanlar ?
En büyük namussuzluk Allahın verdiği cana eziyet değil midir ? 
Çalmak, yalan, dolan, iftira buda bir namussuzluk değil mi ?
Bu nasıl bir çelişkidir ki, yamanmak istenir kirli emellerin tezgahına, yalan gülleri yeşersin de kör etsin bizi, görmeyelim namussuzların dünyayı nasıl zehirlediklerini !
Günümüz dünyasın da namus kavramı öylesine iki yüzlü ve öylesine pervasız ki bu kavramın içini, insanlar nasıl bu kadar boşalta-bilmişler diye şaşırıp kalıyorsun.
Kadınların yaşamak hakkı erkeklerin elindeymiş gibi... Oysa akıllı ve vicdanlı kadınlar her şeyin farkında, sadece toplumsal örf ve adetlerin getirdiği toplumsal ahlak yasaları ''kadınların ayağını bir pabuca sığdırıyor, canı acımış acımamış'' kimin umurunda !
Namus; sadece cinsellikle, törelerle ölçülebilecek bir kavram değildir. 
Etrafımız da namus dedektiflerine bakınca aklıma bir anekdot geliyor.
Napolyon'a düşmanlarından biri "siz para için savaşıyorsunuz biz onurumuz için" demiş
Napolyon cevap vermiş, "herkes kendinde olmayana ulaşmak için savaşır"
Rahat bir vicdan, namus ve erdem ancak ''namusu kadın cinselliğine bağlayan anlayıştan'' çıkardığımız da korunabilir.
Çünkü, herkesin "bir" ve "eşit" olduğunu anlayamayan insanlar, namusu cinsellikle tarif ederler. 
Buda vicdanı, yardım severliği, iyiliği ve ahlakı yok saymak değilde nedir ?
Olcay Kasımoğlu

Kim çalıyor uykularımı
Nasılda soluk soluğa kalbim/  Düşbaz...

"İnsan vatanından başka nereye gider" diye sormuştu Kavafis. Fotoğraftaki kişi 70 yaşındaki Mohammad Mohiedine, Halep'ten. Bombardıman sonucu harabeye dönen evinde müzik dinliyor, piposunu içiyor, içi ve dışı sorularla dolu. 
Fotoğrafı AFP'den Joseph Eid çekmiş. 
Şüphesiz ki bir film karesi olsa dünyanın en etkileyici sahnesi olurdu ama yaşamın içinden gerçek bir kare..''

Zaman, büyük adamlar ve küçük karakterlerin; yüksek karlar ve sığ ilişkilerin zamanı olsa da'' bizler birer makine değil, insanız.
Kendi içinde enginliği ve derinliği olmayan, insana durmayan, ırkçı,faşizan, güzelliği sabote eden her türlü düşünce ve ideoloji değişmeli.

Yaşamın köhne alışkanlıklarına bağımlı olmak, sınırlara ve öğretilere boyun eğmek doğaya aykırıdır.
Dünyayı özgürleştirmek, hırstan, nefretten, kibirden, hoşgörüsüzlükten kendimizi arındırmak için, sağduyulu bir dünya için çalışmalıyız.
Unutmayalım ”Yalnızca dünyayı aşmış olanlar” iyi bir dünya yaratabilirler.
İyi bir dünya ”Mutlu ve dingin insanlarla” süreklilik arz eder.

Olcay Kasımoğlu