Translate

14 Ekim 2018 Pazar

                                                              Her şeye rağmen


İnsanca yaşamak için, gösterişe, baskıya değil; bilinçli özgürlüğe ve koşulsuz sevgiye ihtiyaç var.

Sorumlulukları bilinçli, komplekslerinden arınmış, yaşamındaki kötü deneyimleri, talihsizlikleri hayata fatura etmeden olgunlukla göğüsleyebilmeli insan. 
Evet insan sadece sevilmek ihtiyacı içinde olmamalı.
Sevmek ,sevilmek,mutlu olmak ve mutlu etmek istiyorum diyorsa yaşamda bir duruşu vardır.
Ben buna yaşamın aşuresi diyorum, hepsinden biraz. Önemli olan o hepsinden birazla lezzeti yakalamak da marifet.
Bir insanın yaşama kattıkları, kültürü, ahlak anlayışı, ait olma bilinci kendine namuslulardan olmamalı.
Dünya, onun gözünde nasıl değerli ve kıymetli kılacağını bilir.
Yeter ki özündeki insan olma ve sevgi bilinci mışlı yaşamdan uzak anlamlı, yaşanılası olsun.
Ve görmesini bilene zifiri karanlıkta bile bir nokta ışık, umut vardır.

Hayatımıza giren insanlara yüreğimizden söyleyebileceğimiz en güzel dörtlük bu olsun...

Seni "Eğer" diye sevmedim
Beklentiler olduğu için.
Seni "Çünkü" diye sevmedim
Çıkarlar olduğu için.
Seni "Rağmen" sevdim
Her şeyinle olduğun gibi,
Her şeye "Rağmen"...

Evet, iyi bir insan olduğun için, her şeyine rağmen seviyorum, seveceğim diyebilmek; bence yaşamda ki en büyük ödüldür.

Olcay KASIMOĞLU
                                                        Çocukluğumuzun masalları


Teknoloji’nin henüz evimizi talan etmediği günler de anneler evde, babalar işte, biz de yaşımızın gerektirdiği yerlerde yaşamın içindeydik.
Benim çocukluğum da eve gelirken evi anahtarla açtığımızı hiç hatırlamam. Evde yaşayan hiç kimse de anahtar olmazdı varsa da bir tane oda herkesin bildiği bir yerde sadece başka bir diyara gidersek usule uygun kilit kapıya vurulurdu o kadar. Kapı öyle çelikten falan da değildi.

En büyük eğlence sokaklar, oyuncaklar sınırsızdı sanki evren bizim için yaratılmıştı. Oynamak için belli bir yerin olması şartı yoktu. Hiç kimse bize oyunu para karşılığın da satmazdı. Arkadaşlarımızın hepsi birbirinin aynısıydı zengin, fakir farkımız yoktu, biz aramıza sınırlar koymayı öğrenmemiştik. Bizim oyunlarımız hepimize eşit mesafedeydi.
Servisi bilmezdik. Eskiyen ayakkabılara inat tüm yolları arşınlardık. Yol sadece yürümek, bir yerlere varmak için değildi. Yol arkadaşlığının ne çok eğlencesi ne çok oynaşması olur bizim gibi yol arkadaşlığına duranlar bilir.
Çantalarımız muşambadan, en kalitelisi şile bezinden bir ötesi kumaştan ama hepsi gösterişten uzak bizim çocukluğumuza gölge etmeyen sırtımızın taşıyıcılarıydı. Okuldan döner dönmez kaldırım kenarları çantaları bekler, bir-iki oyun oynadıktan sonra eve girerdik. Kirlenmek bizim ruhumuzu açığa çıkarır, dingin, yorgun kendimizi evde bulurduk.
En çokta sokakta oynarken ekmek arası yer birde kimin evi yakınsa peşi sıra aynı bardaktan suyu içerdik. 

Bize ait özel eşyalarımız çantamızın üzerinde dururdu kimse dokunmazdı, hiç kimse çalınır korkusu bilmezdi. Sokaklar evimiz gibi güvenliydi.
Hiç bir zaman çocuk kavgalarımız karakol yüzü bilmezdi. En fazla saç, baş olur,tekme atar,eşekli küfürlerle kavgayı bitirir ama kin gütmezdik en fazla başka bir oyunda yine buluşurduk. Çocuk yanımız örselenmemiş çiçekler gibiydi. Dikeni de gülü de başka güzeldi.
Yaralarımız ekmekle şifa bulurdu, kırılan kafalarımız şekere bulanırdı bunlar bile bize oyun gibiydi.
Yaz temizlikleri, halı yıkamalar hepsi mahallede şölen havasında geçerdi. Biz temizlikçi kadın diye bir şeyde bilmezdik. Komşunun odununu taşır elimize konulan şekere bayram ederdik.
Evlerimiz insan, anne, kardeş kokardı. Çok lüks yaşamazdık ama doğal hayattı bizim ki. İnsanı insanla buluşturan, geceleri yıldızlarla konuşturan içimizin aynası gülen gözlerimiz.
Şimdi çok lüks evler var içi insansız, parklar sürüyle içinde çocuklar yok. Her yıl sökülüp yenilenen kaldırımlar var. Sokaklar kimsesiz çocuğa hasret. her tarafımız beton yığını, sol tarafımız kimsesiz, yapay insanlar sürüsü gibiyiz.

Koca çınarlar dediğimiz dedeler, neneler yok sanki yeraltı dünyasında yaşıyorlar sahi atamıza, pirlerimize ne oldu ? Kapılarımız kapalı, yüreklerimiz yaralı, taksitlere bölünmüş yaşamın biçare bekçileri bizler, her yerimiz talana dönmüş. Ne oldu bize ?
Birbirimize yabancı, birbirimize yasaklı. Biz mi istemiştik? Yoksa birileri mi böyle istedi?..
"Her toplum hak ettiği gibi yönetilir" derler ya,biz mi böyle olmasını istedik,biz mi dünyaya yeni ferman verdik,yeni dünyalar,yeni buluşlar için insanlığın suyuna kibrit suyu başka ne denilebilir ki !

Yine sokaklarda top koştursam
Yine köşelerinde saklambaç oynasam
Yine en kuytu köşeyi ben buldum sevincine girsem
Hani yine paçaları kısa,burnu sümüklü o çocuk ben olsam

Düşmekten dizlerim yara bere içinde kalsa
Çıktığım elma ağaçlarının yine dalı kırılsa
düşsem bir taraflarım acısa
Varsın oyun bozan desinler kurdukları bütün kuleleri yıksam
Onlarda tekrar tekrar yapsa bende gülüşlerde kaybolsam
Onlarda peşi sıra arkamdan taş yağmuruna tutsalar
Cam kırmanın keyfini ancak çocuklar bilir
Oyunlara kurban verdiğimiz canım pencereler
Ah yeniden, yeniden çocuk olsam
 Bakkal amcanın leblebi tozuna kattığı una tekrar şahit olsam

Topraktan çamur yaptığımız sonra hayatlar inşa ettiğimiz
O canim hayallerimi yaptığım hünerli ellerime tekrar kavuşsam
Hani hep derler ya tahtadan oyuncaklar bizimki
Tahtayla hayat bulmuş nice buluşlar vardı oyun soframızda
Ah yeniden çocuk olsam, olsam da

Şekere sakıza hasret düşlerimi avutsam
Sonra rengarenk bilyeler imin sayısını unutmasam
Torbamda taşımanın haklı gururunu yaşasam
Yaşasam da anlatsam çocuk olmanın sınırları yok bu dünyada

Olcay Kasımoğlu.
Görünüşümüz, sözlerimiz ve tavırlarımız kendimiz olma bütünlüğüdür.

İnsanın içinin zenginliği yüzünü güzelleştirir derken cismi güzellikten ziyade sevecenlik,sevimlilik ve hoşa giden ifadeler anlamın da kullanılır.
Her canlının bedeninin tüm devinimlerinde ve her türlü davranışlarında iç zenginliğin görebiliriz.
Görünüşümüz,sözlerimiz ve tavırlarımız kendimiz olma bütünlüğüdür.
Bedenimiz yuvamız,gözler onun pencereleri, sözlerimiz de onun bildiricileridir.

Hepimizin iç dünyasın da dile gelmeyen sözler var. Aslın da ağlayışımızdan farklı değildir sırlarımız.
İnsan özgür doğar sonra kalıpların içine alınır. Mülkiyetin değer kazandığı kapitalist düzen de ,mülkiyete sahip olanlar,olmayanların üzerin de adaletsiz yöntemlerle kendilerine bağımlı kılarlar. Bu tarz insanlar bilim ve eğitimi özel mülkiyetli sistemin eline vererek maddi ve ahlakı gelişmeyi kendi tekelinin dışın da oluşmasına izin vermezler. Buda yetkili mercilerin sözsüz ve sorgusuz bir insan topluluğu yaratılması amacına hizmet eder.
Aslın da şey birbirine bağlıdır. Dünya üzerin de her şeyin bir karşıtı vardır. Biz buna karşıtların mücadelesi diyoruz.Bütün değişimlerin kaynağı da budur. Dünyayı doğru yorumlamaya başladığımız andan itibaren sırlara nail olmanın ve değişimlerin dünya üzerinde ki gücünü ve nedenlerini kavradığımız da nicel birikimler nitel sıçramalara neden olacaktır.

Kapitalist toplumlar da başkaları için çalış ya da başkaları senin için çalışsın. Böyle bir toplum düzenin de yetişen insanlarda şöyle bir anlayış,ruh halı oluşur. Ya çalışan ya çalıştıransın. Tek fark ne kadar adıl olduğundur.
Hakim olduğun bu anlayış sistemin de kişinin onurunu koruma hassasiyeti yalanı sevmemesinden kaynaklanır. Çünkü yalan söylemek her zaman korkaklıktan beslenir ve muhakkak kişiye bedel ödetir. Onurlu insanın bedeli kesinlikle ikiyüzlülük değildir.

İnsan bedeni bir bütüne hizmet eder. Duygu ve düşünceleri iyi olmayan bir insanın yüz güzelliği olsa dahi zaman içerisin de duygu ve düşüncelerinin boyutun da kendine yer bulur. Bir insanı yıllar sonra tekrar gördüğün de yüzüne dikkatli bakarsak hayata ne kattığını yüz çizgilerinden,sesinden,bakışından,el-kol hareketlerinden anlayabiliriz. Bunun için bilim adamı yada alim olmamız şart değil. Yeter ki insana duran gözümüz içe ,derine kendi derinliğiyle bakmaya niyetlensin. Yoksa insanları anlamak,anlamaya çalışmak çok zor değil. Bir insanı tanımak için çok uzun mesafeler katledilmesi gerekmiyor. Bazı anlar ve yaşamlar vardır. Kişinin koyduğu tavır,davranış,söz kendi mizacını,karakterini gözler önüne serer.
En çokta insanlar kayıpların da yüreğinde kileri açığa çıkarırlar. En zayıf ve naif taraflarıyla tanışırlar. Hiç üzülmeme dediklerine yas tutarlar. 

İnsanlar yaşadıkça anlamlaşır. Bazen bir kalemin kağıt üzerine karaladığı mürekkebe benzerler .
Bir bardak su dökülünce akan mürekkebe, dökülür giderler. Bazıları da yaşlı çınar gibidirler. Üzerlerine kızgın yağ dök,köklerini buda ne yaparsan yap buradayım derler. İnsanlar aynı hamurun teknesinden gelseler de can,beden aynı bütün de öze durmuyor. 
Bu doğada ki çiçeklere benziyor. iklimin de açan çiçeklere. İnsanlar da kendi iklimlerin de yaşama dururlar. İyi bir insanın kötü bir insanla bir ömür aynı ortamı paylaşması yaşam da verilecek en büyük cezaymış gibi olur. Düşünsenize iyi ve kötü aynı ortamın havasını alsa da aynı çeşmelerin suyunu içse de aynı halaylar da düğünlere dursa da, aynı bayramları paylaşsa da hatta hatta aynı yollardan geçseler de birlikte maneviyat denilen ruhani hiç bir paylaşımda yolları kesişmez, sevinçleri yüzlerinde ki çizgilerde gülüşlere dönmez. Aynı şeye mutlu olmaları neredeyse imkansızdır.

Hayat yaşam koşullarına göre göze çerçeve vermiş. Şimdi yaşam standartlarına doğuştan sahip bir insanın yaşam da aldığı hayat yoluyla ,doğarken aynı iyi yaşam koşullarına sahip olmayan bir insanın aldığı yaşam yolu birbirine ne kadar benzer. yada ne kadar aynıdır.

Bu hoşgörüye benzer. Kime neye. ne kadar hoşgörü...İnsanları anlamaya başladığımız da sadece kendi yaşam standartlarımız içerisin de anlamanın gafleti çok hazin olur. Karıncanın yuvasıyla, çakalın yuvası ne aynı kokar ne aynı çabaya sahiptir. İnsanlar da buna benzer. O zaman bize düşen insan olma erdemlerini çok iyi analız etmek ve empatiyi asla ve asla elden bırakmamak gerekir. Yoksa insan yüreğinin yurdu yürek nelere kadir. Yeter ki gönül gözleriyle görelim. Dünyanın hem içiyle hem dışıyla hem tepesin den hem uçurumun dan hem ovasından ama her yerinden bak. Bak ki ne çok farklı bakış açılarının toplamın da insan bir derya deniz sonuçta...
Olcay kasımoğlu

12 Ekim 2018 Cuma

                                                                       Öğrenirsin !!

öyle bir yerdeyim ki
yine umutlar çağırır beni
yine vurur dizime yüzüme yüreğime
esen yelden yarın sesinden haber getirir
umutsuzlukta senin neyine der gibi...

Dünya var olduğundan beri; her şey bir ''değişim'' içerisindedir. İnsanlar da, hep bir gelişim içinde var olmaya, var olanı devam ettirme çabasındadır.
İnsanlar ; eylemleriyle ve ona eşlik eden söylemleriyle kendilerini ele verirler.
Yaşam da nasıl bir duruş sergilediklerini; yaşam tarzlarına, seçimlerine bakarak anlamak mümkündür. Bazende, yaşanan bir olay yada durum karşısın da sergiledikleri tavır ve davranışlar, sözler, onlar hakkında ip uçları verir.
Yaşam içerisin de her şey yolunda giderken gün olur ''çıkarlar'' çatışır...yollar ayrılır, ilişkiler biter, bitebilir.
İnsanın ahlakı ve kişisel özellikleri ''su yüzüne'' burada çıkar.
Doğrusu ve yanlışı kendine hatırlatılınca; bir insan ''öfkesine'' hakim olabiliyorsa, kendi eksikliklerini ''olgunlukla'' göğüsleyebiliyorsa, yetişkin bir birey olmayı başarabilmiştir.
Ve yaşadıkça öğrenirsin; her şey gibi zaman da avuçlarından kayan kum tanesi ve gidenlerin hesabı hiç bir zaman geleceğe yazılmaz. 
Sana ağırlık veren her şeyi elemeden ''heybeye'' yenileri katılmaz...
Ve bir süre sonra anlarsın ''vaatlerle'' gönül kapısı aralanmaz, sevdanın sözleşmesi olmaz.
Öğrenirsin; seni yakan her şey ''sen istemediğin sürece'' bir daha senin bahçeni tarumar etmez.
Yaşadıkça öğrenirsin; yürüdükçe öğrenir, öğrendikçe yürürsün.
Baharın nefesini, kışın tipisini, yağmurun kalbinin atışını öğrenirsin.
Hani diyordu ya şarkıda "açmadığın dalda sözün geçer mi, dünyada ölümden başkası yalan."
Her şey gelir ve geçer, öğrenirsin. Bu hayatta hiç kimse kimsenin ne devşirmesi nede stepnesidir ''sen istemediğin sürece'' öğrenirsin.
Öğrenirsin; yazmak, yaşamın anlamını bırakmaktır satır aralarına.
Ölmekle gömülmeyecek bir sözün olsun ''hayata dair derken'' buna inanan ve yaşayan insan olmanın haklı gururuyla, hayata yüreğinden bir eyvallah demenin içtenliğiyle ''hayatta hiçbir şeyden'' korkmadım, korkmayacağım demeyi ve kalbine seçtiklerini almayı ve sana eşlik edenlerle yoluna devam etmeyi öğrenirsin.
Bilirsin artık ''seni yarı yolda gördüğüne değişenlerle'' hiç bir zaman yol arkadaşlığına durulmayacağını, öğrenirsin.
Fakat çok zor sahip olduğun dostlarını çok kolay yollamayacağını da öğrenirsin.
Ben bu yüzden hiç kimseden gidemem, gitmem... Ama gidersem geri gelmem...demenin ne demek olduğunu öğrenirsin.
Neye ihtiyacın varsa onu almalı, varsa vermeli; ciddiyet, samimiyet bu olmalı...ÖĞRENİRSİN...
Olcay KASIMOĞLU
Sevmiyoruz kendimizi !

''Bazı kelimeler soğuk, bazı insanlar uzak, bazı hikayeler yarımdır..''

Mevsim ilkbahar, toprak kımıl kımıl, tomurcuklar açtı açacak, her şey çığlık çığlığa ve her şey bir o kadar direngen..!

Ya insan, insan kendiyle boğuşuyor, çelişiyor unutuyor insan olduğunu.
Her şey yaşamak üzerine kurgulanmışken, tüm şarkılar, türküler buram buram yaşam ve sevda kokarken, insanlar da bir dünya telaşi, bir mal mülk edinme telaşı!

Yaşarken mi öldürüyoruz sevdiklerimizi, yada gülde dikeni unutan biz miyiz ?

Dokundukça ''Ah'' diyen sese kulaklarımız sağır, yüreğimiz kör, kapılarımız kilitli, ruhlarımız sakat.
Bir dünya telaşına kapılmışız, bir ben bilirim, bir ben haklıyım nidalarıyla kendi içimize yuvalanır dururuz.
Telaş dediğinde, maldan mülkten, mevkiden, diplomalardan, başkalarının gözünde değerli olma, onanma sancılarıyla etrafımıza örülmüş bir cendere.

Sevmiyoruz kendimizi.
Yaşamı kutlamak değil, ölümü kutsamak öğretiliyor bize.

Ölüme dair, Seneca’nın seslenişi oldukça etkileyicidir;

“Ölümün olduğunu öğrenir öğrenmez, hayattan çekilmeye karar vermemişsek, burada bulunmamızın tek nedeni var mutlu olmaktır.
O zaman, üçgenin ille de üç kenarı olacak diye bir kural koymaya biliriz…” Ama insanoğlu kural koyar, insan oğlu nefsinin kölesidir, çok azı nefsini terbiye eder. ben ben diye bağırır durur, bencildir.

Kendimize adil, kendimize namuslu, kendi egolarımız tavan oldukça , aramızdan usul usul kayanları göremeyeceğiz, sessiz çığlıkları duyamayacağız.

Ozanın dediği gibi, “Hayat sunulmuş bir armağandır insana.” ama ne kadarımız bu armağanın değerini biliyor, ona hakkını veriyoruz?
Yoksa, hoşumuza gitmeyen bir armağan gibi, onu bir kenara koyup, eskimesini, yok olmasını mı bekliyoruz?

Ya da kaybetmek midir ölüm?
Varlığın esas olan huzura, serbestliğe kavuşması mıdır?
Her ölüm, erkendir diyen şair yanıldı mı bir yerde?
Esas olan, yaşamın ne manaya geldiğini çözemeden ayrılmanın garip yoksulluğu mu, yoksa sonsuzluk dediğimiz, aslında yaşamdaki sonsuzluk değerinde bir an mıdır?

"Çoğumuz ömürlerimizi sadece minik bir "kelebek etkisi" için yaşıyoruz belki de. Ama o etkiyi yaratacak dönüşümlerden ya da çabadan fersah fersah uzağız. Haliyle dünya bir bumerang gibi bize geri dönüyor bu durumda, hiç değişmeden... İşte bizim trajedimiz bu, içten dışa büyüyen bir kısırdöngü."

Ve bizler ölümlü dünyaya, bitimli hayatlar almaya çalışıyoruz, birde bakıyoruz ki;
“Özenle sakladığınız bir sarı lira gibi ömrümüz, vakit gelip, sandıktan cikarttiğimizda bakiyoruz tedavülden kalkmış.

Yaşama kırgın, kendimize küs, umutları ayağından vurup, bir ipe dolayıp boynumuzu, yada kör bir kurşunla hoşçakal diyenler kadar yaşarken kendini bulamayanlarda beni bir o kadar üzer...

#Olcayķasimoğlu

11 Ekim 2018 Perşembe


Şiddetle güç kanıtlayan barışa, sevgiye hasret kalır
                                                                                                                                                                                                      Gelin biraz da biz kafa yoralım bu yangını tütmeyen bacasız evlere...

• Kişi önce kendinden başlayacak.

• Hiç bir şeyi suçlamadan kendi kattıklarına.Sonra bir evliliğe başlarken beklentilerinin bulduklarıyla orantısına bakacak.Evlilik umduklarından ziyade hayatındaki insanla neleri paylaştığıyla şekilleniyor. Her şeyden önce kesin kararlar almadan önce kişi kendi duygu ve düşüncelerini karşısındaki insana ne kadarını yaşatıp ne kadarını hissettirdiği konusunda kesin olmasa da tatminkar bir fikre sahip olmalı. Bu kararından sonra hiç bir şekilde suçlayıcı olmadan, haklı olduğunuzu kabul etmeye zorlamadan yaşadığınız duyguları söyleyin. Önce neden mutsuz olduğunu anlamaya çalışınkı kendi mutsuzluğunuzu da ifade ederken haksızlık yapmamış olursunuz. Hemen her şeyin değişeceği beklentisine girmeden yalnız birbirinizi anlamaya çalışmak amacıyla birbirinizden beklentilerinizi ifade edin.

• Sonra eşinizle geçirdiğiniz güzel günleri düşünün. Neydi o anları geçimli kılan?Tutum ve davranışlarınızın sizi nasıl mutlu,yapıcı kıldığı o anları gözden geçirin. İyi geçindiğiniz dönemlerde birbirinize yönelik tutum ve davranışlarınızı belirleyerek, bunları daha çok gösterebilmenin yollarını bulmaya çalışın.

• Kesinlikle eşinizin ruhsal bir rahatsızlığı olup olmadığını belirlemeye çalışın.Bu çok önemlidir.Kişi ruhen hastaysa muhakkak psikolojik desteğe ihtiyacı vardır.İlerleyen zamanlarda tedavi edilmeyen psikolojik hastalıklar daha vahim sonuçlara neden olabilir. Maalesef ülkemizde bu çok ciddi boyutlardadır ve buna gereken özen gösterilmemektedir.Bilinç altı yaralı insanlar er geç bir yerleri kusarak kirleteceklerdir .Bir çok kez medyada bunun örneklerini görmekteyiz. Cinnet geçirdi eşini,çocuklarını öldürdü. Acaba tek suçlu o evlilik kurumu muydu? Kesinlikle bu çok ciddi toplumsal bir yaradır.Sağlıklı yetiştirilmeyen çocuklar ileriki yaşamlarında tuşlarına basıldıklarında bilinç altında yatan her şey ortaya çıkıyor.Sonuçlarda yıkıcı ve acı oluyor.Bu nedenledir-ki eşiniz tedavi olmak istiyorsa birlikte ruh sağlığı uzmanlarına başvurun.

• Şiddete maruz kalanların ruh sağlıkları da zamanla bozulmaktadır.

• Maalesef ülkemizde şiddet denilince büyük bir çoğunluğun aklına dayak gelmektedir.Oysaki şiddetin sınırları yoktur.İnsanı yüreğinden yaralayan,aşağılayan,kendine bile acındıran her şey şiddeti barındırır.Bunun en büyük faturası kadın ve çocuklara düşer.Oysaki kadınlar yuvamızı yapan dişi kuşlarımız.Nasıl kıyıyoruz onların kanatlarına?Çocuklar ki geleceğimiz,hayallerimizi eyleme dönüştürecek yaşam kaynaklarımız.O zaman neden budarız onları neden kıyarız onlara?Öfkemiz sevgiden büyükse adamlığımız nerede kalır?Bize koçum derler,erkeğim derler derlerde derler o zaman neden bize hayat veren dallara kıyarız?Sorun erkekte mi yoksa onu yetiştiren sistemde mi? Bunu tekrar düşünüp evliliğimize birde erkeğin gözüyle bakalım.Bakalım görelim nasıl sıkıştırmışız toplumun görmek istediği o kemikleşmiş erkek modeline?

• Birde okumuş cahillerimiz vardır.

• Sadece öğretim çocukları olmuşlardır davranışlarında eğitimi göremezsiniz.Diplomalı cahiller okumamışlar-dan daha zordur.Asarlar,keserler...Bildikleri en iyi yol ben bilirim.Egoları tavandır.Bu insanlar evliliklerinde isteklerini yaptırmaya çalışırlar,engelle karşılaştıklarında en basit ve kolay yola(dayağa) başvururlar.

• Bana göre bir evliliğin en önemli ve can alıcı noktası eşin nasıl bir kişilik yapısına sahip olduğunun bilinmesi.

• Bunu bilmek inanın bir çok kapıyı nasıl açacağımız konusunda bize yol gösterici olacaktır.Kişilik yapısını bildiğinde o yapıya ters bir davranışın geri dönüşümünü tahmin etmek her akıllı insanın bileceği bir şeydir.Bu da en başından bir çok olumsuz olayları yaşamadan sonucunu tahmin etme bakışı kazandırır.

• Bir de kadınların en çok yaptıkları ve hevesli oldukları bir şey var:ben bu adamı değiştiririm.Bu beraberinde hayal kırıklıkları getirir.Biz bir yetişkinle evleniyoruz,çocukla değil.Kendi kişilik yapısına saygı bekliyen bir insan dış müdahaleyi kabul eder mi?Oysa ortak paydada buluşmak, paylaşmak olduktan sonra beraber büyümenin,hayata akmanın kime ne zararı olabilir ki. Buda hayat bilinciyle birlikte sevgi bilincine ulaşmış olgun bir insanla mümkün olabilir.Yoksa istediğin gibi bir birey yaratmak evlilikte sadece kişilik çatışmalarına yol açar.O zaman seçimlerimizi yaparken o kişideki beğeniler üzerine yapalım kendi mumyamızı yaratmak için değil.

• Tabi erkeklerde nasıl olsa değişmez,etliye sütlüye karışmaz tamda aileme göre.

• Annem-ede benziyor. Tamda burada başlar erkeğin kafasındaki kadın modeli.Oysa aynı çatı altında almadılar toplamlarını. O bir birey,insan sonra eş,anne.Kurmayın birileri üzerine seçimlerinizi. Tamamen kendi öz iradenizle,beyninizle,yüreğinizle seçimlerinizi yapın.Bırakın birileri üzülecekse üzülsün hiç değilse başından üzülürler emin olun kötü sonlardan daha kötü değildir.İnsanlar değişimle gelişir.Kişinin tamamen kendi dünya görüşüyle alakalıdır.Herkes kendi penceresinin rengini kendi yaratır.
Buradan itibaren muhtelif şekillerde anne babalarında evliliğe yaptıkları çeşitli etkiler vardır.
Kadın evlilikte umduklarını bulmadığında baba kapısı çalınır. Ailesi adetlere göre hayır der; yeni ailesi bunaltır; kocası anlamaz; derken bir de çocuk gelir.Hamilelik sıkıntıları doğum ve loğusalık psikozları eşliğinde daha da berbatlaşır. Hele bazı yerlerdeki inanışlardaki gibi bu zor anlarda kız tarafı değil de erkek tarafı aktifse genç anne Erkekler aile töreleri adetleri icabı karşı gelemez; karısını koruyamaz yada kendi kişiliğinde eşini itaate zorlar. Ve ev içi şiddet uzar gider...Birde karısını seven onu haklı bulan ama ailesine ses çıkaramayan erkekler vardır.Arada kalan erkek ne yapacağını şaşırır. Mutsuzdur hiç bir tarafı kırmak istemez. Anne-baba ''karı köylü'',karısından pısırık damgası yer. Ne kadar kötü bir psikoloji. Adamı verem eder.
Birde aşırı seve,  koruyan anne ve babalar vardır.Eyer dozu aşılırsa buda başka türlü sıkıntılara neden olur.

Kim olursak olalım ne olursak olalım bir yerlerde bize umut kapısı varsa onu fark edelim.
O farkındalık ışığını asla yok etmeyelim.Uğruna savaş verdiğimiz yeni bir yaşamın kapılarını açan o ışıkları içeriye alalım. Ama asla bir yerler de size umut ile parıldayan insanların size sunduğu farkındalık ışığını yok etmeyin, aksine onu fark edin.

Göreceksiniz; uğruna savaş verdiğiniz bu farklı yaşam biçimi; Sizi yeni bir sabahın ardında, yeni insanlar ve yeni olay biçimi ile karşılayacaktır. Geç kaldığınız, zamanın içinde ki yaşamı fark edin… Hayat bize verilen en büyük armağandır. O armağana sıkıca sarılalım.Hepimiz gökyüzündeki ışıklar kadar parlak,güneş kadar sıcağız. Yeter ki zincirlere vurmayalım.Zincire vuranlara suskun kalmayalım...

Olcay Kasımoğlu

Son söze direnir hayat

Yaşarken fısıltısını duymadığımız o kadar çok şey var ki, yanımızdan sessizce akıp giden.
Yaşam; bize, kendi gücünüzü keşfetmeye cesaret edin diye bağırıyor.
Bunları; dört mevsimle ''yağmurla, karla, rüzgarla, güneşle'' bize sık sık hatırlatıyor.
Bu yaşamı ertelemeyelim, bir başka uygun anı beklemeyelim.
Şimdi yaptığımız seçimler küçük görünse de, kendimizi olduğumuz halimizle kucaklamanın ödülü, bize özgürlüğümüz olarak dönecektir.
Yeter ki buna inanalım, inanmak tamamen bize kalmış. Ne dersiniz, çok geç olmadan, yaşamın yüreğine, yüreğimizi değdirmeye değmez mi?
Kanatlarımızı enginlere açmaya, keşkeleri olumlamaya, kalbimize aldıklarımızla, aydınlık bir umuda, elele yürümeye değmez mi ?
Sahi;
Bunca telaştan artakalan
Buğulu bir nasihat mı çocuk gözlerin
Birer gül inceliğinde mi ömrünün hikayesi
Sağır zaman duymazmısın aç sesimi
Henüz hazır değilim ölüme
Yaşamın narin tazeliği ile
Soluğumda ki;
Sessiz ve derin yaşam bizi birleştiriyor
Kırpamam ki kara gecenin kanadından zamanı
Nasıl olsa insan için liman yok
Zaman için kıyı yok
O geçer biz göçeriz bu dünyadan
Yeşil bir meşe olup
Çağıralım usta yeşil düşleri çağımıza
Bağlayalım gözlerimizi güneşe
Soyup zamanın tenini
Işık içelim
Sevişelim
Barışalım
Son söze direnir hayat nasıl olsa
11 Ekim "Birleşmiş Milletler Dünya Kız Çocukları Günü."


Eyleme dönüşmeyen, emek verilmeden, mücadele edilmeden kazanılan her şey zamanla kendi kısır döngüsüne dönüyor.
Hayatımıza bir bütünlük içerisinde baktığımızda ise yadsınamaz bir gerçeğin ”eğitim-öğretim”in bizim ”yaşam fenerimiz” olduğunu görüyoruz.
Eğitim ve öğretimin ulaşamadığı yerlerde binlerce kızımız, oğlumuz var.
Onlara ellerimizi uzatalım, koşulların fakiri olabilirler lakin fikrin fakiri değiller.
Kızlarımızı okutalım ki insanlığa aydın evlatlar yetiştirsinler.
Kızlarımızı okutalım, işini aşını kendisi kazansın, kocasını kendisi seçsin.
Eğitimin gücüne inansın, ailesinde ve işinde söz sahibi olsun.
Birey olmanın farkındalığını öğretelim, öğretirken de örnek olalım.
Sözde söylemlerden öteye gitmeyen bir eğitimin hiç kimseye bir faydası olmaz.
Şişirilmiş bilgilerle değil, hayatın gerçekleriyle de yüzleşmenin o ince çizgilerini de anlatalım.
Yaşam mücadele edenleri sever, mücadele ruhunu ateşleyelim..
Balık tutmaya gitmeden, balığın dünyasına girmenin püf noktalarını anlatırken hayatın kirli bir savaş olmadığını, yaşamın bin bir güzellikle donatıldığını ve bunu besleyen ''SANATIN' gücünü, çocuklarımıza anlatalım, örnek olalım.
Özellikle kız çocuklarını yetiştiren anne ve babalara bu konuda çok büyük görevler düşüyor.
Sevgi ve paylaşmayı,cinselliği; insanı istek ve arzuları, ayıp ve günah kavramıyla çocuğun kafasına zikir eden bir zihniyet en küçük fırtınada alkole, uyuşturucuya sığınan çocuklarını kötü çocuk ilan ederken hiç mi vicdanları sızlamaz.
Hiç mi ben bu olayın neresindeyim diye kendine yönelmez.
Doğrudur, bu toplumda kadın olmak lakin ''insan olmadan'' ne kadın ne erkek, mutlu ve huzurlu birliktelikler kuramayacaklardır.
Çocuğun kafasında, kadını; politik, dini bir simge gibi işleyen bir ebeveynin yaşama ve topluma nasıl bir katkısı olabilir ?
Kadın, üzerinde siyası otorite kuracağınız bir denek de değildir.
Kadın insan, eş, arkadaş, dost ve annedir.
Düşünen, sorgulayan, yaşama karışırken kendine bile hayran bırakacak gülüşleri onların yüzüne yerleştirelim.
Mahsun çocuk gözleri yaşam dolu, umutlu ve bir o kadarda yürekleri korku dolu, gelecek korkusu, tutalım onların ellerinden.
Eğitimi yaşam biçimi olarak seçmiş insanlar, birey olmanın ruhsal olgunluğun da dünya vatandaşıdırlar, hümanist ve evrensel olurlar.
Onlar için sadece iyi adam kötü adam vardır. Kafaların da insanları sınırlara bölmezler.
Bu nedenle eğitim; yaşamın rengidir, bilgiye köprüdür, cesaret verir.
Kız çocukları,erkek çocukları;geleceğin ekinleri. Bu başakların yüzü güneşe dönük olsun. Kendi zaaflarımızla, bencilliklerimizle,egolarımızla onların tomurcuklarına lütfen zehir akıtmayalım. Bu hem kendi çocuklarımıza hem insanlığa hemde kendimize karşı biricik görevimizdir.

Olcay KASIMOĞLU

Ne Güzel Demiş;Onlar Oluşurlar

"Tanıdığım en güzel insanlar, yenilgiyi, acıyı, mücadeleyi ve kaybı yaşamış olan ve diplerden çıkış yolunu kendileri bulmuş romantik ve anarşist olan insanlardır. Bu kişiler yaşama karşı geliştirdikleri kendine has takdir, direniş, duyarlılık ve anlayışla ; şefkat, nezaket, bilgelik ve derin sevgiden kaynaklanan bir ilgi ve sorumlulukla doludurlar. Güzel insanlar öylece ortaya çıkmazlar ; onlar oluşurlar "
Elisabeth Kubler Ross
Acıda insanı eğitir, olgunlaştırır doğrudur..
Lakin ''olgunlaşmak'' sadece acı çekmekle olmaz, olmamalı !
Acıyla tanışmak acıyı yaşamak insanları eğitir eğitmesine ama tek başına '' yaşam olgunluğu için'' elzem değildir.
Ders alabiliyorsak yaşadığımız şeylerden ancak o zaman olgunlaşırız..
Yaşadıklarımızın sorumluluğunu üstümüze alabiliyorsak yaşama dik yürürüz...
Bunu acı- tatlı diye sınıflamak yersiz, ancak ikisini de birlikte yaşarsak, deneyimleyebilir sek olgunlaşırız.
Ne yani hayatta hiç mi gülmeyeceksin?
Güldüğün zamanda sana ders veren, seni çocukça düşüncelerinden çekip olgunca düşündürmeye sevk eden, kısacası güldürürken olgunlaştıran bir çok film, kitap, tiyatro var bu hayatta... Zaten hayatın kendisi çoğu zaman bir tiyatrodur.
Gülerken, içimizin nasırlaşmış kuytularına enerji göndeririz, eritiriz gülüşlerimizin içinde bize acı veren yaşanmışlıkları.
Aslında hayat bir senfonidir ve bu senfonin bütün parçalarından nasiplenmek akıl işidir.
Lütfen ! sevdiklerinize, çocuklarınıza sadece acıyla olgunlaşır insanlar demeyelim..
Aksi takdirde hepsi mazoşist, hepsi pesimist olgun olacaklar..
Yaşadığı, üzerinde bulunduğu dünyanın ağırlığını hissedip, bir köşede fazlaca olgunlaşıp çürüyecekler.
Bunu hiçbirimiz istemeyiz, olmasında zaten...
Yoksa; sadece ''acıyla, kederle'' olgunlaşan ruhların bir tarafı hep üşüyecektir.
Bu insanların yalnızlığı, dilsizlerin yalnızlığına benzer...
Acılar insana sebat katar katmasına lakin sevinçlerdir bizi hayata harmanlayan,umudu diri tutan !!

Olcay KASIMOĞLU

10 Ekim 2018 Çarşamba

ÇALIN KALBINIZIN ZİLLERINI💙



İnsan tanımak gerçekten ince bir sanattır.
Bu sanatın ciddi parametreleri vardır.
Çaba ve inanç gerektirir. Yoksa, payımıza hep yanılgı ve hayal kırıklıkları düşer. İnsanlardan darbe yediğimizi, ,insanların ne kadar güvensiz olduğunu ve hep aldatıldığımızı, şanssız olduğumuzu söyler dururuz o zaman.
Oysa, önce kendimize, var olan bakış açımıza, hayat deneyim ve tecrübelerimize biraz kafa yorsak, bu yanılmalarda; aslında ne kadar çok kendi payımız olduğunu görüp şaşıracağız.
Her insan bir dünyadır ve bu dünyanın şekillenmesinde;
Cocukluğu, yaşadığı bölgenin yaşam koşulları, tercihleri, seçimleri, aldığı eğitim, seçtiği kişi ve kişiler bir yaşanmışlık bırakmıştır.
Ne kadarını kendinde topladığı, ne kadarında demlendiği, belli davranış kalıpları içerisinde kalıp kalmadığı; bize yansıttığı geri bildirimlerde, tutum ve davranışlarda kendini ele verir.
Daha dikkatli baktığımızda muhakkak göreceğiz. Bunun içinde önce kendimizin, engin ve dingin bir yaşamla iç içe ve kendimizle barışık olması gerekiyor.
Önyargılarından azade, geniş bir bakış açısıyla, insanlarla iletişim kurduğumuzda; daha doyumlu ve uyumlu birliktelikler oluştururuz.
İnsan tanıdıkça, ya yaklaşır yada uzaklaşmaya başlar. Bu ince çizgiyi çok iyi tanımlamak lazım. Bazen insanlar kendilerini tanımlamakta gerçekten zorlanırlar. İfade ve tanımlama yoksunluğu yaşarlar. Bunun içinde, insanlarla ortak yaşam alanları olsun, paylaşılan mekanlar olsun, beraber çıkılan bir yolculuk olsun yada beraber bir olayın şahitliğini yapmak ve onun üzerinden beden dili ve sözel tanımlamalar olsun, algısı açık insana çok şey verir aslında.
Hani büyüklerin kullandıkları yaşamsal deneyler vardır. Birini tanımak için;
*Yolculuk yapın
*Emanet teslim edin
*Sırlarınızı paylaşın
*Bilerek fikirlerine karşı çıkın
*İçki sofrasını paylaşın
*Borç para verin
* Sevmediği konularda açık yürekli konuşun
* Çocuklar ve korunmaya muhtaç insanlar hakkında düşüncesini sorgulayın
Liste uzar gider, sonuçta kişi ve kişilerin etki ve tepkileri kişilik ve karakterleri hakkında bize bir fikir verebilir.
Tabii ki bunları yaparken, rencide etmeden, kırmadan, dökmeden içten ve samimiyetle yapalım.
Biz ne savcı, ne hakimiz.
Zaten sağlıklı gelişen birlikteliklerin; savcıya, hakime, avukata, doktora, polise ihtiyacı olmaz.
Olcay Kasımoğlu
                              Bir Aldanış Çağı Yaşadığımız;

Dünyaya hakim olmaya çalışan insan zihniyetine bakıyorum, susuyor *insan onurlu bir kelimedir* diyen sözcükler.
*Görmeyi, hissetmeyi, aydınlanmayı bilmeyen insanların elinde yanlış anlaşıldı bütün bilgiler* ne kadar doğru bir tesbit.
Hayat: düşünceye, duyguya dayalı olduğu oranda; sağlam, doğru, yaşanılası olur.
Bunun yanin da duyudan yoksun olan kimse, ister yargı nitelikli, ister tasarım nitelikli olsun duyuya dayanan bütün bilimlerden yoksun olur.
Hayatın içinde duyularımızın çoğunu kaybettik, kalanlarda yaralı.
Baktığımız her şeyde bir ikilem yaşar olduk.
Acabalarımız, kuşkularımız amansız bir hastalık gibi yayılıyor.
Baktığımız,gördüğümüz her şeye karşı negatif enerjiyle doldurulmuşuz gibiyiz.
Yüzümüzde ki gülüşün ifadesinden bile şüphe duyar olduk.
Haklının ''haksızlığa'' sesini yükselttiği yerde kulaklarımızı tıkayıp, körleri oynuyoruz..
Bir bahanecilik aldı başını gidiyor. Hani bana dokunmayan yılan sonsuz yaşasın der gibi.
Yanımızda ki adam gibi adamlardan bile şüphe duymaya başladık, yok canim bir insan bu kadar iyi olamaz, diye.!

''Düşünce eksik, düş eksik. Saplantıları çıkartacak cesaret eksik. Eğ başı, güçlü olanı taçlandır ve sonra;tamamlanamayan yolculuğun kahramanı ol! Böyle bir şey olur mu? Böyle bir kahramanlık? Benim canım kıymetli ama canı yananlara "fakat" ile yaklaşma...''
Yaşadığımız çağa ve yaşanılan bunca vahşete bakınca: sözcüklerin arasında çöl rüzgarları esiyor.
Olmuyor, hangi diyara bağdaş kurarsak kuralım, sapa kalıyor çorak düşlerin eksik umutları.
Olmuyor, söz dolanıyor boğazımıza; sanki yüzyıllık sessizlik.
Ve tarih kendi sahnesini yeniden kuruyor, yaşam kendi döngüsünü tamamlıyor.
Bir aykırı duruş gibi, sesimizde şiir, düşsel rüzgarlardan geçip, geleceği yeniden bahara teslim edeceğiz.
Dönüp, dünya tarihine bir yolculuk başlattığımızda bunu görmek mümkün.
İnsanoğlu dersini ezber ediyor lakin ezber bozmuyor.
Sahne yine aynı sahne, sadece oyuncular değişmiş.
Alkışlayan zihniyet yine aynı, ezber bozan zihniyet yine aynı.
Göğüslemek için karanlık yarınları... teknolojiyi geliştirirken, önce insandan başlamalı (!)

Olcay Kasımoğlu
                                 Deli olan gönüldür




Aşkın , devasa Fransız şairi Jacques Prévert 'in bu şiirinde olduğundan daha iyi bir tarifi var mıdır sizce? Bence yok ... Tam da böyle bir şey işte aşk, tam olarak böyle!

Defalarca paylaştığım ve paylaşacağım bu eşsiz Prévert şiiri, bu kez benim "küçük dev adamım" Serge Reggiani 'nin dehşetengiz yorumuyla yer alıyor Seyir Defterimde ...

İyi ki her ikisi de bu dünyadan geçmişler, iyi ki! Arkalarında derin izler bırakarak hem de ... 

Bilmiyorum neden, bir Frankofon olmamama rağmen, şiirin orijinal dildeki yorumu çok daha fazla etkiliyor beni ... Aşkın dilinin Fransızca olduğuna inandığımdandır belki... Kim bilir ...






Bu sevda
Birdenbire saran içimizi
Bu narin
bu sımsıcak
Bu umutsuz
Sevda
Gün gibi güzel
Ve kabaran deniz gibi
Çalkantılı
Bu sevda
O kadar gerçek
O kadar güzel
O kadar mutlu
O kadar sevinçli
Ve karanlıkta korkudan titreyen bir çocuk gibi
Gülünç
Ve gecenin ortasında sakin bir adam gibi
Kendinden emin
Başkalarının yüreğine korku salan
Benizlerini solduran
Dillerini çözen bu sevda
Gözetlediğimiz için gözetlenen
Yaraladığımız
Ayaklar altına aldığımız
İnkar ettiğimiz unuttuğumuz için
Kovalanmış yaralanmış ayaklar altına alınmış
İnkar edilmiş unutulmuş
Bu kocaman sevda
Gene dipdiri
Gene güneşli
Senin sevdandır bu
Benim sevdamdır
Hep var olan
Durmadan yenilenen
Ve değişmeyendir
Bir bitki kadar gerçek, bir kuş kadar ürkek
Yaz güneşi kadar diri ve sıcaktır
İkimiz de gidebiliriz
Sonra dönüp
Derin uykulara dalabiliriz
Acı çekebiliriz uyanınca
İhtiyarlayabiliriz
Sonra tekrar dalabiliriz uykuya
Ölümü düşleyebiliriz
Oysa
Başucumuzda
Gülerek bakıyor bize
Durmadan tazelenen bu sevda
Ayak diriyor yaşamakta
Arzu kadar diri
Bellek kadar zalim
Pişmanlık kadar budala
Hatırlamak kadar tatlı
Mermer gibi soğuk
Gün gibi güzel
Bir çocuk gibi narin
Bize bakıyor gülümseyerek
Ve hiçbir şey söylemeksizin
Konuşuyor bizimle
Ve ben ürpererek dinliyorum onu
Bağırıyorum
Senin için
Kendim için
Bağırıyorum bizim için
Gitme kal
Dur orda
Ayrılma yerinden
Kal orda
Kımıldama
Gitme
Biz ki sevmiştik birbirimizi
Unuttuk seni
Bari sen unutma bizi
Bir sen varsın yeryüzünde bizim için
Terk etme bizi
Buz bağlamasın yüreklerimiz
Ne kadar uzakta
Ve nerde olursan ol
Duyur bize kendini
Bir çalı dibinde
Hatıralar ormanında
Birdenbire çıkıver karşımıza
Uzat elini bize
Ve kurtar bizi.


Jacques PRÉVERT

9 Ekim 2018 Salı


                                     Yaşamalı ve sevmeli


Güzel sözün eyleminde yaşamak, anlaşılmak, gerçekten bir ödüldür hepimiz için, anlatabilmek ise yetenek.
En güzel birliktelikler en ince çizgide gönüllere yazılır. Bunlar damla damla yüreklere damıtılır. Sevginin cesareti ve gücü burada başlar.
En küçük bir esintide yok olup gitmez.
Hepimiz sevgiyiz ve ''sevgi'' sahip olduklarımızı paylaşır.
Sevgi her şeydir..
Çünkü sevgidir kalplerimizi ortaya çıkaran güç.
Sevgiyi ortaya çıkaran, kalplerimiz değildir.
Zaten hakiki sevgiler aydınlatandır.
İnsan tuttu mu elini sevdiğinin, bütün evren ona yol verir.
Öptü mü yüreğinden sevdiğinin, ruhunun kapıları, tokmağını sonuna kadar açar.
Öylesine değil, öylesine derin sevmeli.

Hayatınızdaki tüm insanlar ve eylemler ''bir özelliğimize'' ayna tutmaktadır.
Oysa sevgisiz insanlar ''tsunami gibidirler'' dokundukları her şeyi yakar, yıkarlar.
Ne mutluluk verirler nede huzur. Sürekli şikayet eden,sorun çıkaran hep kaderi suçlayan, mazaretlere sığınan, geçmişi deneyimlemeyip sürekli geleceğe taşıyan sevgisiz insanlar hayatımızdan çalarlar.
Bu insanlar kardeşimiz olsun, arkadaşımız olsun vs er geç kendi uzaklıklarını yaratırlar.
İyi insanlar ise çoğu zaman ''yanında olmasalar da'' histen köprüler kurarsın, mesafelerin anlamı kalmaz, yüreğin konuşur, gözlerin görmese de.
Aynı amaç için çarpar kalbin, acısının içinde olamasan da...sarılırsın, aynı acıya ağlarsın, onun kaybı senin kaybındır, yaralarına tuz basmazsın,gönüllü paylaşırsın yaşamı.
Hayatımızdan gün çalanlarla değil, hayatımıza anlam katanlarla çoğalmak hayatın içinde, sevgiyle-umutla...
İnanıyorum ki dünyada *sevgisizlikle birlikte, yanlışlığın hükmü başlar*
'YAŞAMALI VE SEVMELİ'' yüreklilik ve güç verir insana..
Şafak vakti kanatlanmış bir gönülle uyanmak sözün hale ayanıdır ve onu yaşamak tamamen bizim algı ve bakış açımızla kendine yer bulur.
Ne mutlu elleri gönülleri kafaları sevgiyle işleyenlere...

Olcay KASIMOĞLU
                                                                          
                                                       Her doğan günle yenilenmek...


İnsan yaşadıkça; sır yerkürenin içinde ki mananın sırrına tam muvaffak olamasa da, bir çok şeyi doğru yerden görmeyi ''ÖĞRENİYOR'' yaşamı sorgulayıp, paylaştıkça !
Yaşadıkça; yaşamın içine aktıkça, içinde ki öz söyleşir, gönül penceresi açar kapılarını.
Zamanla birlikte; sorular doğruysa hangi duvar yıkılmaz, hangi gönül penceresinden tülü kaldırmaz !
İnsanların içinde; iyiler ve kötüler olduğunu, her insanin içinde,
iyilik ve kötülük bulunduğunu görürsün.
Bu ikilemi, kişinin nasıl yontabildiğini ve hangısını öne çıkarabildiğini etkileşime geçtikçe, yaşadıkça anlarsın.
Sonra insan tenini o tenin altında bir ruh bulunduğunu, ruhun tenin üstünde olduğunu görürsün.
Aydınlanmanın yollarını ararsın; görürsün ki, aydınlanmadan, karanlığın yırtılmayacağını...
Birlikte yaşamanın önemli olduğunu, bunun için ''bölüşmeyi,hakkaniyeti,sosyal adaleti'' öğrenmenin yaşı olmadığını ve insanca yaşamak için elzem olduğunu öğrenirsin.
İnsanların; kendilerine rağmen, gidecek yol bulabildiklerini görür, şaşırırsın.
Kalıplar içinde düşünmenin, düşünce boyutlarını nasıl örselediğinin farkına varırsın...
Gerçeklerin; kimine göre gerçek, kimine göre değil bunu öğrenirsin.
Baktığın yerle, durduğun yer arasında nasıl ince ayarlar olduğunu anlarsın.
Senin doğrunla benim doğrumun, aynı evren de, farklı olabileceğinin şaşkınlığını yaşarsın.
Kapalı pencerelerin ardından hayata bakmakla, gökyüzünde uçan bir kuşun bakışıyla bakmanın farkına, farkındalığına yaşadıkça varırsın.
İnsanın insana üstünlüğü nedir diyen sorular içerisinde bulursun kendini.
Sonra; üstünlüğün kıstaslarında kendine bir yol bulmaya çalışırsın, kendi yüzünü aynada görmeye başlarsın, gördüğün seni yanıltmaz, kendine aydın, kendine adıl kendine insaflı olmayı öğrenirsin.
Kendine yolculuklar başlar...olgunlukla birlikte, kendine saygısı olmayanın yanında saygı aramazsın, mücadele etmekle, gereksiz kavgaları birbirinden ayırırsın...
Ve sabrın,değenler için bir mücevher olduğunu, gereksizlere harcandığında ise yerini keşkelere bıraktığını anlarsın....
Vicdan sahibi olmak, vefa...bunlar var ise diğerleri zaten eşlik eder...farkına varırsın.
Namusun ''insan vicdanı'' olduğunu anlarsın ve yalanın ocağı olmadığını, iyiliğe duran hiç bir yerde yeşermediğini.
VE sevmenin yazılı hiç bir kuralı olmadığını, sevmenin yaşamanın ruh kapısı olduğunu anlarsın.
Anlarsın ''CESARET'' edip yaşamadan, hiç bir gerçekliğin farkına tam olarak varamazsın, yaşadıkça, deneyimledikçe anlarsın !

8 Ekim 2018 Pazartesi

                               Çemberleri kapatmak


İnsanların duygularını anlamak; kendimize olan güveni artırdığı kadar, başkalarının da bize güven duymasına neden olur.
İlişkilerin kırılganlığını ve insanlar açısından taşıdığı önemi anladığımız zaman, daha dikkatli ve özverili oluruz.
Başkalarının duygularını örselemeden, onları anlamaya çalışırız. Kendimize ve başkalarına kulak verdiğimiz zaman evrende bizi dinler.
Paulo Coelho'nun bir çok kitabını okumuş biri olarak ona ait okuduğum en güzel alıntı bu desem abartmış olmam.
''Çemberleri tamamlamak, kapıları kapatmak, bölümleri sona erdirmek – ne isim verirseniz verin; önemli olan yaşamda bitmiş olan anları arkada bırakabilmektir.''
''Bir insan her zaman sahnenin bittiğinin, perdenin indiğinin farkında olmalı. Gereken zamandan daha uzun kalmak için ısrar ederseniz, mutluluğu ve oynamamız gereken diğer sahnelerin anlamını da yitiririz.
Çemberleri tamamlamak, kapıları kapatmak, bölümleri sona erdirmek – ne isim verirseniz verin; önemli olan yaşamda bitmiş olan anları arkada bırakabilmektir.
İşinizi mi kaybettiniz? İlişkiniz sona mı eriyor? Ailenizin evinden mi ayrıldınız? Yurtdışına yaşamaya mı gittiniz? Uzun süren bir dostluk aniden bitti mi? Bunun neden olduğunu düşünerek uzun zaman geçirmek mümkün.
Kendinize yaşamınızda bu denli önemli ve büyük yer tutan şeylerin bir parmak şaklatması süresinde toza dönüşmesinin nedenlerini anlamadan yaşamınızda bir adım daha atmayacağınızı söyleyebilirsiniz. Ama bu yaklaşım, yaşamınızı paylaşan herkes için dehşetli biçimde stresli olacaktır:
ebeveynleriniz, eşiniz, dostlarınız, çocuklarınız, kardeşiniz.
Herkes kitabın bölümlerini kapar, yeni sayfaları açar, yaşamına devam ederken sizi durağan bir biçimde görmek hepsini kötü hissettirecektir.
Şeyler olur ve geçer ve bazen elimizden gelen en iyi şey onların gitmesine izin vermektir.
Bu yüzden, ne kadar acı da verse, hatıralardan arınmak bazen iyidir, küçük şeyleri yok etmek, eşyaları yetimhanelere bağışlamak, kitaplarınızı satmak ya da ödünç vermek.
Bu dünyada görünür olan her şey, aslında görünmeyen dünyanın ifadesidir, yüreklerimizde yer alan şeylerin bir izdüşümü. —Ve hatıralardan arınmak, bazen yeni hatıralar için yüreklerimizde yer açmak anlamına gelir.
Bırakın gitsinler. Azat edin onları. Arının onlardan.
Kimse hayatı işaretli iskambil kâğıtları ile oynamaz, yani bazen kazanır ve bazen de kaybederiz. Geri dönüş beklemeyin her zaman, emeklerinizin takdir edilmesini, dehanızın keşfedilmenizi, aşkınızın anlaşılmasını.
Kendi duygusal televizyonunuzda aynı kanalı izlemeyi bırakın. Bir kayıptan ne kadar acı çektiğinizi gösteren o programı artık izlemeyin. O sizi sadece zehirliyor, başka bir şey değil.
Hiçbir şey, kırık aşk öykülerini kabul etmekten daha tehlikeli değildir hayatta; başlama tarihi olmayan söz verilmiş işlerden veya sizi “ ideal zamanı ” beklemeye sürekli mecbur eden SEÇİMLERDEN.
Yeni bir fasikül açılmadan, önceki bitirilmelidir: Kendinize geçmiş olanın tekrar geri gelmeyeceğini söyleyin…
KENDİNİZE Bir zamanlar o şey veya o kişi olmaksızın yaşayabildiğinizi hatırlatın – hiçbir şey yeri doldurulamaz değildir; bir alışkanlık bir ihtiyaç değildir.
Bu çok belirgin görülebilir, hatta zor olabilir, ancak çok önemlidir.
Çemberleri kapatmak. Gururunuz nedeniyle, yoksunluğunuz veya öfkeniz nedeniyle değil, artık ona hayatınızda yer kalmadığı için.
Kapıyı kapatın, müziği değiştirin, evi temizleyip tozu silkeleyin.
Eskiden olduğunuz kişi olmayı bırakın ve şimdi olduğunuz kişiye dönüşün.
Paulo Coelho…
                                Sevgiyle Çalkalanmadıkça Dünya !




Yaşam, avuçlarımız da sıcacık dururken, uzaklarda aramak ne hazin...
Bunu ancak ölümün kıyısında bir nefes soluklanıp dönenler bilir..
Broch' da böyle seslendirmiş;
''Birlikteliği, aşkı, uzaklıkları ancak ölümün eşiğine ulaşmış olanlar bilebilir..''
'Sevgiyle çalkalanmadıkça dünya
Huzur da, rüya mutluluk da'
Olaylara, insanlara bakış açımız;
Seçenekleri görmemize, değişmemiz gerektiğinde kendimizi güncellememize yardım edecektir.
Kendimizi tanımadan, birey olmadan, özgür olamayız.
Kendimize karşı ''açık, sade, duru olmak'' her zaman kendimizi ''İFADE'' etmemizde, gereksiz olanların elenmesine yardım edecektir...
İçsel motorlarımızın çalışması için, zihin kıyaslamalardan tamamen özgür olmalı ( ben hiç kimseyim, ben kimim) arınmalı kendini bulmalı.
Çalışan iç motorlar; zamanı, zamanları, zamansız kılıyor, kaldırıyor aradan tülleri.
Ancak o zaman içimizde gömülü olan yaşamı gözlemleyebilir, kendimizi öğrenebiliriz.
Kendimizi bilmek, başkalarını da anlamamızı kolaylaştırır.
Yaşamı anlamlı ve üretken kılar.
Başkalarının üzerinden yaşama tutunmakla, başkasını oynamakla olmuyor.
Dar döngülerden kurtulmak için, kendimizi sorgulamalıyız!
Ve inandığımız, kalbimizin götürdüğü yere gidelim, kalbimizin sesini dinleyelim.
''Gün olur güneşler doğar
Gün olur karanlıklar parçalanır
Yeter ki sen yaşama sevgili
Sevgiliye can ol
Ol ki “kendin” ol
Ol ki yaşamın kendisi ol''...
Bu evren her gece ayı, yıldızı misafir eder. Kimi düşünü, kimi sevgilisini hayal eder. Kimi güne, kimide geceye eşlik eder.
Nice nimete duran canlar, gözünü açınca, ayrı bedenlerde bir tene can olur gider...
Özün söze muhabetinde tek güzel şey yaşamak.
Oda. ömür dediğin zemheriyse, başı duldasız zamana yenilir gider......

Olcay Kasımoğlu