Translate

25 Ekim 2018 Perşembe

·
Bencillik zor mesele

Allı telli bir bulut olup olup ta
Sökülsem kırılan yerlerimden..
İnsanlar gerçeklerden uzaklaştıkça, gerçeği hatırlatanlardan nefret eder oldu.
Eteklerimizde taşlar ve ruhumuzda yaralar var oldukça kanayacak hep bir yerler.
O zaman taşlarımızı ayaklarımıza düşürmeden, kanamadan geçebilir miyiz bu hayatın içinden ve kimseler incinmeden geçmişin acılarını çıkarabilir miyiz gün yüzüne ?
Yaşanan toplumsal olayları incelemeden, irdelemeden, sorgulamadan, sağlam gerekçelere dayandırmadan suçlamak ve yargılamak sağduyudan, öngörüden uzak insanların işidir.
Hiç kimse, yaşanan toplumsal olayların üzerinde durup düşünmüyor. . Herkes, yarın sabah çekip gidecekleri bir handaymış gibi yaşıyor. Herkes bencilce kendini düşünüyor.
Peki, hangimiz; özgürleşmek için korkularımızdan arınmaya, yada kendimizle yüzleşmeye hazırız?
Kim olduğumuzu keşfetmeye, özgürleşmeye ve hatalarımızla-eksikliklerimizle yüzleşmeye hazır olmak, en üst anlamıyla kendi benliğimizin farkına varmaktır.
Arınmanın olduğu yerde, yeni tomurcuklar filizlenir, öfke kin nefret fışkırmaz..
Herkes yüzleşmeli ve silkelenmeli tarihin küf kokan odalarından, çıkarmalı yalanı-dolanı,kıyımı...
Ancak o zaman; demokrasiden, insan haklarından, korkmadan,ürkmeden,sancılı rüyalar görmeden bahsedebiliriz..
İnsanın kendiyle yüzleşmesi bir yerde geçmişin gerçekleri değil, bunların bizim için ne ifade ettiğidir.
Kim olduğumuzu keşfetmeye, özgürleşmeye ve hatalarımızla-eksikliklerimizle yüzleşmeye hazır olmak, en üst anlamıyla kendi benliğimizin farkına varmaktır.
Yaşamın en olumlu ve doğal amacı kaynaktan almayı ve yaşamın süreçlerine neşeyle katılarak kaynağa vermeyi öğrenmektir.
Buda başka yaşamları anlamamıza, ön yargıları törpülemem-ize, sağlıksız öğretilere karşı duruş ve tavır almamıza yardım eder. Daha sevgi dolu, anlayışlı, ne istediğini bilen hoşgörülü bireyler yetişir.
Sevgi ve anlayış dolu yüreklerin, her yere yansıdığı bir dünya, kime huzur vermez ki !

olcay kasımoğlu

Her insan bir dünyadır

Her olay ve insan bir sebeple ortaya çıkar. Rastlantı diye bir şey yoktur.
İnsan tanımak gerçekten ince bir sanattır ve bu sanatın ciddi parametreleri vardır.
Çaba ve inanç gerektirir. Yoksa, payımıza hep yanılgı ve hayal kırıklıkları düşer. İnsanlardan darbe yediğimizi, ,insanların ne kadar güvensiz olduğunu ve hep aldatıldığımızı, şanssız olduğumuzu söyler dururuz o zaman.
Oysa, önce kendimize, var olan bakış açımıza,hayat deneyim ve tecrübelerimize biraz kafa yorsak, bu yanılmalarda aslında ne kadar çok kendi payımız olduğunu görüp şaşıracağız.
Her insan bir dünyadır ve bu dünyanın şekillenmesinde; çocukluğu, yaşadığı bölgenin yaşam koşulları, tercihleri,seçimleri, aldığı eğitim, seçtiği kişi ve kişiler, bir yaşanmışlık bırakmıştır.
Ne kadarını kendinde topladığı, ne kadarında demlendiği, belli davranış kalıpları içerisinde kalıp kalmadığı; bize yansıttığı geri bildirimlerde, tutum ve davranışlarda kendini ele verir.
Daha dikkatli baktığımızda muhakkak göreceğiz. Bunun içinde önce kendimizin, engin ve dingin bir yaşamla iç içe ve kendimizle barışık olması gerekiyor.
Önyargılarından azade, geniş bir bakış açısıyla, insanlarla iletişim kurduğumuzda daha doyumlu ve uyumlu birliktelikler oluştururuz.
İnsan tanıdıkça ya yaklaşır yada uzaklaşmaya başlar.
Bu ince çizgiyi çok iyi tanımlamak lazım. Bazen insanlar kendilerini tanımlamakta gerçekten zorlanırlar. İfade ve tanımlama yoksunluğu yaşarlar. Bunun içinde, insanlarla ortak yaşam alanları olsun, paylaşılan mekanlar olsun, beraber çıkılan bir yolculuk olsun yada beraber bir olayın şahitliğini yapmak ve onun üzerinden beden dili ve sözel tanımlamalar olsun, algısı açık insana çok şey verir aslında.
Hani büyüklerin kullandıkları yaşamsal deneyler vardır.
Birini tanımak için;
''Yolculuk yapın
*Emanet teslim edin
*Sırlarınızı paylaşın
*Bilerek fikirlerine karşı çıkın
*İçki sofrasını paylaşın
*Borç para verin
* Sevmediği konularda açık yürekli konuşun
* Çocuklar ve korunmaya muhtaç insanlar hakkında düşüncesini sorgulayın''
Liste uzar gider. Sonuçta kişi ve kişilerin etki ve tepkileri kişilik ve karakterleri hakkında bize bir fikir verebilir.
Tabii ki bunları yaparken, rencide etmeden, kırmadan, dökmeden içten ve samimiyetle yapalım.
Biz ne savcı, ne hakimiz. Zaten sağlıklı gelişen birlikteliklerin; savcıya, hakime,avukata, doktora, polise ihtiyacı olmaz.
Yaşam sanatla değerlidir



Kültürel ve sanatsal ”öksüzlüğün kol gezdiği” bir toplumda, çağdaş değerlerden bahsedilemez.
Bilim, ilim ve sanat, insanın insan olma özünü en yatkın biçimde yansıtan değerlerdir.
Çağdaş değişimsel anlayışın önünü açan, bu ütopyanın gerçekleştirilmesine katkıda bulunan bilim ve sanat; aydınlanmadan yana olmayan kan emicileri rahatsız eder.
Düşünce ve duyguların bir arada eylemlere yönelmesi, hayatımızın en önemli noktalarından biridir. Bizi bağımsız, aydınlanmış, sorumluluk bilinci gelişmiş bireyler yapar.
Bağımlı olmak ise cesareti yok eder.
Sindirmenin, susturmanın ve yoksunluğa mahkum etmenin en iyi yolu, sömürüye hizmet eden faşizan kapitalist sistemi desteklemektir.
*Kapitalist zihniyet, kendine sorgusuz itaat edecek bağımlı insanlar ister. Bunun içinde, bir sürü oyunlar tertip edilir.
*Silah tüccarları savaşı körükler, evrensel değerler üzerinden insan duygu ve düşünceleri yozlaştırılıp, toplumu birbirine bağlayan ortak değerler, bütünsellikten çıkarılıp, bireylerin tekeline verilir.
*Egemenler, güdülmeye hazır bir toplum yaratmak için önce kamu kurum ve kuruluşlarını etkisizleştirerek, akademik çalışmaların önüne engeller koyarak, medyayı satın alarak, bilgilenme ve aydınlanmanın önünü kapatırlar.
* İnanç kültürünün ve dinsel korku dürtülerinin yarattığı kısır döngü, toplum yaşamına egemen olmaya başlar.
*Eğitimsiz, okumayan, araştırmayan, sorgulamayan, menfaatlerini insan yaşamının üstünde gören; bencil, kendine namuslu insanların yaşadığı bir toplumda kul ve efendi ilişkisi başlar.
*Bilinç düzeyi eksik insanlar, kendilerini bağımlı hale getiren sisteme körü körüne bağlı olmaya yatkındırlar, eleştiriye asla tahammül göstermezler. Burada ki ilişki de, gelene ağam gidene paşam dönemi başlar.
Napolyon ”Eleştiriden feyz almak akıllılıktır, almamak sinirlenmek ancak başarısızlığını ve beceriksizliğini kapatmaya çalışan insanların yaptığı tepki olmalı” demiş
Bizim istediğimiz, herkesin emeği oranında pay alabildiği, adaletli bir üretim, hiç bir ayrımcılığın ve ötekileştirmenin olmadığı, sevgi barışın egemen olduğu bir toplum düzeni.
Özellikle; kurumlar kokuşmuşsa, yürekler nasırlaşmışsa, ortak değerler kişi ve kişiler üzerinden ifade ediliyorsa, yatırım ranta dönüşüyorsa, bunun adı da ”gelişme ve hizmet” olarak insan anlayışına empoze ediliyorsa, hangi adaletten, haktan, hukuktan bahsedebiliriz ki?
Bilmezler ki sonlu olan sonsuz olanın bedelidir.
Toplumun iletişim mekanizmalarını şahsı menfaatleri için kullananlar, kendilerine imtiyazlı sorumluluk tanıyanlar, toplumun önünü tıkamak için her türlü alavereyi-dalavereyi yapmaktan çekinmiyenler bu yetmezmiş gibi bunları haklı gerekçelere dayandırarak, insanların zihinlerine perde çekenler;
*İnsan olma hakkımızı çalandır, yaşamımıza yasaklar koyan, onu yok edendir.
*Halkları birbirine düşman edip, bu düşmanlıktan çıkarları beslenenlerdir.
*Üreteni ve sorgulayanı suskun köleler haline getirmeyi hedefleyen Kapitalizmin emir erliğini yapanlardır.
Özellikle TV başında pembe dizilerin, kadını onursuzlaştıran, eşya gibi alınıp-satılan bir obje gibi sunan programların, şiddeti ve öfkeyi; savunma ve korunma aracı olarak insan algısına sunan filmlerin, çağdaş uygarlık yolunda tökezlediği kesindir.
Bu çelişkilere, bu serzenişlere, bu yarım yamalak öykünmelere bakınca;
Kendini arayanlar, kendini bulamayanlar nereden beslenecekler. Bu insanlara, insanca köprüler inşa etmesen, nereden geçecekler.
‘sorgulayamayan insan cahil,sorgulatmayan insanda zalimdir’ bu zihniyete en uygun tanımlama bu olsa gerek.
Toplumun yaşamsal kazanımları önemli, bunun içinde herkese önemli görevler düşüyor.
İbn-i Sina’nın dediği gibi ‘ bilim ve sanat iltifat görmediği ülkeleri terkeder’ diyor
Bilimsellik ve sağlıklı düşünen bir toplum anlayışı bütün kesimleri kucaklar.
Bir ülke de 30 milyon insan aç ve yoksulluk sınırında yaşıyorsa, sadece siyası kimliği üzerinden iş buluyorsa, inancı üzerinden değer görüyorsa, zulme- yalana sesini çıkarmıyorsa, kadınlar hunharca öldürülüyorsa, çocukların geleceği katlediliyorsa, erkek egemen kültürüne destek veriliyorsa ve insan sadece kendi egosuna hizmet ediyorsa, ben insan değilim.
Bizler, kimliği sadece insan olanlar;
*Egemenlerin, kendi şahsı çıkarlarını korumak için ”şiddeti ve insan açlığını” gizliden gizliye desteklemelerini reddediyoruz.
*Dünya yüzünde birbirine düşman halklar yaratılarak, egemenlerin amaçlarına hizmet için suni gündemler yaratıldığını biliyoruz, bu oyunda piyon olmayı reddediyoruz.
*Kadınların, çocukların ve savunmasızların, siyasetin malzemesi olmalarını reddediyoruz.
*Yaşayan her insanın insanlığa ve evrene karşı sorumlulukları var.
Emek ve sermaye çelişkisinin gerçekliğine suskun kalamayız. Emeğin özne olduğu, sınıfsız bir yaşamın mümkün olduğu bilinciyle ” Dünya herkese yeter” anlamının içtenliğiyle, egemenlerin oyunlarına hayır diyoruz.
Körü körüne bir şeye inanmak onu haklı ve ahlaklı yapmaz.
*Üreterek yaşamlarını anlamlandıran, sadece kendisi için değil herkes için ”daha güzel, eşit, adil, özgür” bir yaşam kurmak için mücadele eden, haklıdan yana tavır alanlar;
Sorgulamadan inanmanın, anlamadan yorumlamanın, araştırmadan bilmeden ahkam kesilmenin bütün olumsuz taraflarını reddediyoruz.
Ne olursa olsun, yaşamak, kulun kula kulluğu değildir. Onurunla, namusunla, halkınla, şerefli, bağımsız yaşamaktır, yaşamak.
Emeğin hiç bir zaman sorgulanmadığı bir yaşam ve sağlıklı sevgi anlayışıyla büyümek, ahlaki olgunluğa erişmek, iyiliğin, sevginin parçamız olduğunu bilmek, insanın asıl doğasına ait tüm özellikleri unutmadan, varoluşumuzun, özümüzün güzelliklerinden utanmadan yaşama yürümek, yaşamı değerli ve anlamlı kılıyor.
Öte yandan, hayatta en iyi ve en mutlu yaşam, olumlu düşüncelerdeki yaşamdır. Bu nedenle iyi, yapıcı ve yaratıcı düşüncelerin insana verdiği mutluluğu hayatta hiçbir şey veremez.
Velhasıl yaşamak ve yaşatmak ince bir iştir...


Olcay Kasımoğlu

24 Ekim 2018 Çarşamba


                          Hayatımın Fısıltılarından                       
                                                                                     

Yerle yeksan olmuşluğundayken çoğu güzellikler;
"Dünyada güzele, çirkine, hüzne sevince dair ne varsa her şeyden beslenip bu kavramları anlamlı bir kaideye diken biricik canlı yine insandır."
Tabiatın en vazgeçilmez öğreti ve heyecanları; yaşama tutunanlara dönüktür.
Vazgeçenlerle, pişman olanlarla işi yoktur. Evrenin sadece arka fonu tamamlamakla görevlidir onlar...
Doğa; görebilen gözlere, hissedebilen yüreklere aittir.
En önemli özelliği de çeşitlenmesi ve öykünmesidir, tıpkı sanat gibi.
Bize bilginin tohumlarını verir, her şeyi en çıplak haliyle gözlerimizin önüne serer.
Mevsimleri bize sunuşu muhteşemdir.
Bunu yorumlamak için fizik kanunları yetmez.
Ona; aklın, yüreğin, sesli harfler eklemesi gerekir
Derelerin ve ırmakların içinden geçerken pırıldayan sular yalnız su değildir.
Güneşin yüzünü yeryüzüne sürüşü yalnız sıcaklık değildir.
Gökyüzünde parlayan yıldızlar sadece yıldız değildir.
Yediğimiz ekmekten, içtiğimiz suya, soluduğumuz havaya kadar her şey doğanın bize verdiği hediyelerdir.
Hayatimin fısıltılarindan,
iklimlerin dilinden, doğanın yüreğinden öğrendim; insan hayatına anlam katan biricik şeyin, bir ağacın dallarına hayat veren kökün, toprağa can veren ''kutlu bir müjde gibi'' yağmurlarla, güneşle, poyrazla, sevgiyle beslenmesini, hayat da öyle...
Bukowski'nin dediği gibi;
"Düşündüm de, insan kendi yaşamının yağmurlarında ıslanma fırsatını kaçırmamalı…"
Ah insanlar bunu bir anlasalar..!
Anlamaya yakın, çok yakın olduğu halde anlamamak ne hazin...
Olcay Kasımoğlu

Nerede olursak olalım gökyüzü bizimdir.

''Herkes en iyi tarafta olduğuna inanıyor; ne garip duygu...
Bir sahne ve bir sanatçı haykırıyor Willam Shakespeare'den;
'Hepimiz acıkmayız mı? Hepimizin uykusu gelmez mi? Bıçağı batırsak hepimizin kanı akmaz mı?'
Velhasıl haykırış hiç bitmeyecek; tıpkı, herkes ve herkesim hep en iyi tarafta olduğunu sanma şaşkınlığını bitirmediği sürece...''
Evrensel bir yolun sesi olmasını bilen önce alacak ve sonra verecektir tüm aldığını ki, alması tamamlansın.
Almasını bilmeyen ise bu sofradan aç kalkacaktır. Onlar için henüz vakit gelmemiştir.
Belki başka bir zaman yine bu sapağa gelecekler ya da başka bir yoldur onları bekleyen.
Biliyorum, nereden biliyorsun diye sorar gibisiniz.
Sevgi tamamlanmaktan başka bir şey istemez ki !
Bunu bilmek için hanlara, şatolara, diplomalara ihtiyacımız yok.
Sevgiden şımarma-yanlar, halen sevgi için gözyaşı dökenler kıymetlidir nazarımda.
Sevebilmek, kin ve nefret beslememek, kendime ve bütün varlıklara sevgiyle, hoşgörüyle, samimiyetle, içtenlikle bakabilmek çok önemlidir yüreğimin yurdunda.
Ve yüzümdeki gülüşün beslendiği içsel seyahatimin yolu şiirlere minnetle....
Sen
Benim sol yanıma düşen
Emeğinde sömürülmeyen
Gecelerinde aydınlığı bulan
Ekmek gül ve hürriyet gibisin
Sen
Paranın padişahlığını
Karanlığın yobazlığını bozan
Öfkelerimi yatırdığım
Yürek sarayımın savaşçısı
Sen
En çok da yaralarıma
Tuz diye bastığım tohumların
Yeşillenmiş dallarında
Başaklarıyla yüreğimde açansın
Sen
Yüreğimdeki ağır yenilgilerin
Suskun ağlayan sazendelerine
İyileştiren tarafınla dokunansın
Sen
Kimselerin bilmediği içimdeki
Güneşin gök evine ağırladığı ateş
Yeryüzüne yüreğini serensin
Sen
Bütün mevsimlerin güleç yüzüyle gelip
Taze baharla içime düşen sevim
Yüreğimde sakladığım son sözüm
Sen benim yüreğim-sin…
''Yüreğimde Sakladığım Son Sözüm'' şiir kitabımdan.

22 Ekim 2018 Pazartesi

Dostumsun Diyen Diller !

Her şeyi, anladığım her şeyi, yalnızca sevdiğim için anlıyorum.
''Fani dünyanın baki padişahı değiliz. Biz parçalanmış gönül hırkalarını yamar dikeriz. Biz dostlarla ağlar dostlarla güleriz.''
Bazen hayatımızın sekteye uğradığı, işlerin ters düz olduğu zamanlar olur bu dönemlerde sanki her şey üst üste geliyormuş gibi hissederiz.
Hayatın bir anlamı kalmamış, hiçbir beklentiniz karşılanmamış gibi de hissedebiliriz. Her ne olmuş olursa olsun insan bu dönemde dost dediklerinden vefa bekler.
Bir insanın benim dosta ihtiyacım yok demesi kadar vahim ve elim bir şey olamaz. Böyle bir insanın dostluktan yana umudunu kaybetmesi kendisinde bir eksiklik olduğunu gösterir. Sağlıklı bir insanın, dostluğa gereksinim duymaması mümkün değildir.
Koşullar ve imkanlar her zaman yer değiştirir, değiştirebilir.
Vefalı dostlar hayatta en çok ihtiyacımız olduğu anlarda en güzel gülüşleri,en samimi bakışlarıyla ışık tutarlar yolumuza.
Zaten dostluğun iyi yada kötü günü olması şartı yoktur, olmamalı. Ne zaman, neye ihtiyacın varsa o yanındadır. Dostluk değerdendir !
Ve hayat; bazen bizi yorganıyla örter, bazende bu yorganı üstümüzden kaydırır, çeker, atar ortada bırakır. Öyle şeyler yaşarız ki içimiz üşür ve her şeyde bir o kadar üzerimize gelir.
Böyle günlerde insanlar güneş olur, yağmur olur yada tipi boran olur alır seni savurur.
Üşürsün ''kimsesiz''kendi acılarınla baş başa kalırsın, sızlanır isyan edersin yada dediğimiz gibi güneş olurlar ısıtırlar seni, yalnızlık duygusundan alıp sulu sepken acılarının üzerine yağarlar, dökülür gider acıların.
Bu yüzden unutmayız kötü gün dostlarımizi bu nedenle unutmayız iyi gün dostlarını, onlar ki bizi bize gönüllü kılan. Cemal Süreyya'nın dediği gibi "En koyu yalnızlık bile bir tanığa ihtiyaç duyar"
Sadece 'kötü gün dostu' olmanın tanığı olmayalım, acılar paylaştıkça nasıl hafifler, azalırsa ''sevinçlerde'' paylaşıldıkça çoğalır.
Bunun yanında; dostluklar vardır gönülden gönüle, güneşle gölgenin dostluğu gibi, nasıl gölge güneşsiz yerini bilmez, onsuz düşmez hiç bir yere samimi ve içten insanların dostluğu da öyledir.
Birde uzak görünen dostluklar vardır hiç görmesen de hayatının içinde olmasalar da, histen köprüler kurarsın, mesafelerin anlamı kalmaz, yüreğin konuşur gözlerin görmese de...dostluğunun mesafesi yoktur.
Bazı dostlar da denizlerin yosun tutan taşlarıyla, dağların üzerine düşen karlar gibidirler/Dostluklarını gündüz kuşlarla, gece yıldızlarla iletirler birbirlerine.
Yine dile gelmeyen dostluklar vardır;dokunmanın sessizliğine bırakılmış, sadece yüreğin hissettiğine yazılmış, her şeyden konuşur sessizce.
Kopmak istesen de kopamadığın dostluklar vardır; gecenin sabaha mecburiyeti gibi, birbirine benzemeyen ama terk saati değişmeyen dostluklar.
Ayak uyduramazlar birbirlerine ama günün devranında, dönüşü birlikte tamamlayan...
Birde mevsimlere benzeyen dostluklar vardır, günü gelince bir bahçede açan gülün, kış gelince cemalini saklaması gibi..
Yada kocaman ellerin kopardığı güllerin bahçeden ayrılması gibi, vakitsiz gelen dostluklar vardır.
Elimize bırakılan, emeksiz sahip olduğumuz ama en küçük fırtınada sahip çıkamadığımız, geldiği gibi vakitsiz biten dostluklar vardır.
Zamanın getirdiği türlü türlü sıkıntılarla; dertlere, kederlere bürünüyor insan. Kırılıyor gönlü, tarumar oluyor avuç kadar yüreği.
Dedik ya ''dostluk değerdendir' o zaman yaşamımıza mana katanları, gitmeyenlerin sadakatini ve sarılıp bırakmayanların sıcaklığını, içtenliğini,vefasını hiç unutmayalım (!)
.../kar suları, yüzün gibi/ temiz, pak...sevilesiydi/ sen dostumdun, tereddütsüz yüreğime kilimler serip oturttuğum/ oysa şimdi, yürek pür yare/ kurtlar,kuşlar figanda/ sesin bir buz dağına çarpmış gibi/ konuştukça zemheri soğuğu/ üşüyor, dostumsun diyen diller/olduğun yer neresi, söyle/dostum değil misin/ benim yüreğim senin olduğun yer /neredeysen, oraya yüreğimi sermek isterim/...

Olcay KASIMOĞLU
İnsandan insana usul usul mutluluk !



*Özenle sakladığınız bir sarı lira gibi ömrünüz
Vakit gelip, sandıktan çıkardığınızda
Bir de bakıyorsunuz ki, tedavülden kalkmış*

O zaman bu kadar kasıntı, bu kadar yaşam kaygısı niye ?

Bir çok insan çağ yorgunu ve mutluluğu ”görsellik ve maddiyatla” ilişkilendiriyor.

Oysa bunlar bizi mutlu eden değil, bizi mutluluğa taşıyan araçlardır sadece. İçsel olarak mutluysak aldığımız hazlar bize mutluluk verir.

Yaşamı anlamlı ve anlaşılır kılmak için; evrenden, doğadan, çevremizden ve kendimizden öğreneceğimiz çok şey var.

Mutluluk bir duygudur, bu duygunun oluşumu ise düşünce şeklimizdir.
İnsan nasıl düşünürse öyle hisseder.

Margaret Lee Runbeck’ ne güzel tanımlamış insan mutluluğunu;

“Mutluluk, varmanız gereken bir istasyon değildir, seyahat sırasındaki tutumunuzdur.”

Gerçekten de, mutluluk; kişinin kendi içinde ki ”memnuniyetin” ve bakış açısında ki ”derinliğin” ahengidir.

İnsanın kendini güncellemesi, yaşamının bir amacı olması; bunun için çaba göstermesi, olayların olumsuz tarafına değilde olumlu taraflarını öne çıkarmaya niyetli olması; topluma, kendi yaşamına ve dünyaya katkısı olduğunu bilmesi; kişiyi mutlu ve dingin yapıyor.

Daha güzel bir dünya ve dingin bir mutluluk için; öğreti ve baskıya dayalı inanç ve değerler yerine ”açık, anlaşılır, vicdani” değerleri yaşatmak ve geliştirmek hedefimiz olmalı.

Bunlar oldukça gerçek sevgiye ulaşılır, mutluluk içimizdedir, yaşamımızın temel amacıdır.

Mutluluk, hiçbir sıkıntının ya da zorluğun bulunmadığı yer demek de değildir, bütün bunların içinde bile yüreğimizin huzur bulabilmesidir.

*Karanlık geceye rağmen buğulanmış pencere camına güneşi çizebilmek.*

Umut etmekten, mutlu olmaktan hiç vazgeçmemek, yaşam sevincini sürdürebilmektir mutluluk…

Olcay Kasımoğlu

Helal Sana Waffle 
Ya olmasaydı yaşamak
Görünüşümüz,sözlerimiz ve tavırlarımız kendimiz olma bütünlüğüdür.
Ve hayat, olması gerektiği gibi değildir, olduğu gibidir: onu değiştiren onunla başa çıkma biçimimizdir.
Gidilmeye değer hiç bir yolun kestirmesi yoktur.
Kendimizi mutlu eden biri olmak, yaşamı göğüslemek, mişli bir yaşamla değil, gerçekten severek,gönüllü hayata karışabilmek ve kendi farkındalığımızın ışığında yaşama anlam katabilmek; yaşamı anlamak ve kendi varlığımıza sevgi, saygı göstermek, değer katmak, değerli olmak, bende varım bu hayatın içinde diyerek !
Hataların insanlara mahsusu olduğunu, hata yapma hakkımız olduğunu bilip, yaşamın içinde karamsarlığa süreklilik vermeden, dip yaptığımız yerlerde fazla kalmadan; hayata bir eyvallah gülüşü vermeyi unutmadan, zamana gereksiz yükleri bindirmeden, yaşamın içine; içimizde ki çocukla karışmaya devam edeceğiz.
Alain Badiou ‘Çağdaş sanat üzerine on beş tez’de şöyle diyordu : “ Küreselleşme bize soyut bir evrensellik sunar. Paranın, iletişimin, iktidarın evrenselliği. Günümüzün evrenselliği budur. Peki paranın ve iktidarın evrenselliğine karşı, sanatın meselesi nedir, sanatsal yaratımın işlevi nedir? Benim tavrım şöyle: Bugün sanatsal yaratım yeni bir evrensellik önermelidir, sadece beni veya cemaati ifade etmemeli, insanlığa yeni tür bir evrensellik sunmalıdır. Ben buna “hakikat” diyorum.” Küresel kapitalist dönemin evrenselliğine karşı dünyayı ve insanı sorgulayan, felsefenin ve sanatın hakikat arayışı gibi bir ‘çağdaş sanat’ diyorum - ben de.
Görünüşümüz,sözlerimiz ve tavırlarımız kendimiz olma bütünlüğüdür.
Ve hayat, olması gerektiği gibi değildir, olduğu gibidir: onu değiştiren onunla başa çıkma biçimimizdir.
Gidilmeye değer hiç bir yolun kestirmesi yoktur.
Kendimizi mutlu eden biri olmak, yaşamı göğüslemek, mişli bir yaşamla değil, gerçekten severek,gönüllü hayata karışabilmek ve kendi farkındalığımızın ışığında yaşama anlam katabilmek; yaşamı anlamak ve kendi varlığımıza sevgi, saygı göstermek, değer katmak, değerli olmak, bende varım bu hayatın içinde diyerek !
Hataların insanlara mahsusu olduğunu, hata yapma hakkımız olduğunu bilip, yaşamın içinde karamsarlığa süreklilik vermeden, dip yaptığımız yerlerde fazla kalmadan; hayata bir eyvallah gülüşü vermeyi unutmadan, zamana gereksiz yükleri bindirmeden, yaşamın içine; içimizde ki çocukla karışmaya devam edeceğiz.
Olcay KASIMOĞLU
Bütün yaşamlar değerlidir

Yerini bulmamış içtenliğin, yerine getirilmemiş vaatlerin hükmü yok !
Kızılderili Nez Perce ulusunun lideri Şef Joseph'in tarihe geçen sözleri gibi.!
"Bir çok söz duydum ama hiçbiri yapılmadı..
..Güzel sözler uzun sürmedikçe bir şey ifade etmezler...
...Sözler benim ölülerimi geri getiremez...
Beyaz adam istila ettiği ülkemin de karşılığını ödeyemez...
...Onlar babalarımızın mezarlarını korumaz...
..Atlarımız ve hayvanlarımızın değerini ödemez...
Güzel sözler bana çocuklarımı geri vermeyecek ve onlar ölümleri durdurmayacak...
...Güzel sözler halkıma istedikleri yerlerde özgür ve mutlu yaşamaları için bir vatan vermeyecek...
....Konuşmaktan yoruldum ve bunlar kalbimi yaraladı..
...Bir çok güzel söz ve yerine getirilmeyen söz hatırlıyorum.
.......Bunlar konuşmaya layık olmadıkları halde konuşanların sözleriydi."
Çoğu zaman, başkalarının dayattığı kurallara ve değerlere göre yaşıyoruz. Yalanları, oyun bozanları, sorgulamadan kabul ettikçe içimizdeki sızı ve yalnızlık daha da arttı.
Her şeye sahip olmak için uğraştıkça, hayatlarımıza sahip olundu.
Düşlerimize birer birer el koydular.Her şeyin ucuz bir metaya dönüştürüldüğü, alınıp satıldığı bir ortamda; sevgiyi, dostluğu, bilgiyi, güveni, içtenliği parayla satın almaya ve mutlu olmaya çalışıyoruz.
Kimse yuvasında değil, herkes başkasının kapısını çalmakta, başka hayatlarla avunmakta, hazıra konmayı amaç edinmekte. hazır söylemlerle yaşama sarılmakta, ne olduğunu bilmeden kendine sunulan yaşam tarzlarını benimsemekte.
Hırsların kirlettiği, kibirlerin körlettiği binlerce canın düş kırığı haykırıyor..
Dar bir inancın
Ağır bir aldanışın coğrafyasında
Türkülerin ateşini kurutanlar
Kökünden sökemezsiniz umudu
Bütünlüklü bir sevgiyle
Mavi eller tırpan olsun zulüme
Hiç bir şey insandan daha kutsal değil


Bir Aldanış Çağı Yaşadığımız;


dünyaya hakim olmaya çalışan insan zihniyetine bakıyorum, susuyor *insan onurlu bir kelimedir* diyen sözcükler.
*Görmeyi, hissetmeyi, aydınlanmayı bilmeyen insanların elinde yanlış anlaşıldı bütün bilgiler* ne kadar doğru bir tesbit.
Hayat: düşünceye, duyguya dayalı olduğu oranda; sağlam, doğru, yaşanılası olur.
Bunun yanin da duyudan yoksun olan kimse, ister yargı nitelikli, ister tasarım nitelikli olsun duyuya dayanan bütün bilimlerden yoksun olur.
Hayatın içinde duyularımızın çoğunu kaybettik, kalanlarda yaralı.
Baktığımız her şeyde bir ikilem yaşar olduk.
Acabalarımız, kuşkularımız amansız bir hastalık gibi yayılıyor.
Baktığımız,gördüğümüz her şeye karşı negatif enerjiyle doldurulmuşuz gibiyiz.
Yüzümüzde ki gülüşün ifadesinden bile şüphe duyar olduk.
Haklının ''haksızlığa'' sesini yükselttiği yerde kulaklarımızı tıkayıp, körleri oynuyoruz..
Bir bahanecilik aldı başını gidiyor. Hani bana dokunmayan yılan sonsuz yaşasın der gibi.
Yanımızda ki adam gibi adamlardan bile şüphe duymaya başladık, yok canim bir insan bu kadar iyi olamaz, diye.!
Yaşadığımız çağa ve yaşanılan bunca vahşete bakınca: sözcüklerin arasında çöl rüzgarları esiyor.
Olmuyor, hangi diyara bağdaş kurarsak kuralım, sapa kalıyor çorak düşlerin eksik umutları.
Olmuyor, söz dolanıyor boğazımıza; sanki yüzyıllık sessizlik.
Ve tarih kendi sahnesini yeniden kuruyor, yaşam kendi döngüsünü tamamlıyor.
Bir aykırı duruş gibi, sesimizde şiir, düşsel rüzgarlardan geçip, geleceği yeniden bahara teslim edeceğiz.
Dönüp, dünya tarihine bir yolculuk başlattığımızda bunu görmek mümkün.
İnsanoğlu dersini ezber ediyor lakin ezber bozmuyor.
Sahne yine aynı sahne, sadece oyuncular değişmiş.
Alkışlayan zihniyet yine aynı, ezber bozan zihniyet yine aynı.
Göğüslemek için karanlık yarınları... toknolojiyi geliştirirken, önce insandan başlamalı (!)
Olcay Kasımoğlu
Gönül ektiğini biçer/ Anlayış aitliği besler💙

''Neye sahip olduğumuz değil, neyin keyfine varabildiğimizdir mutluluğu yaratan.'' Ben buna yaşamsal fark ediş diyorum.
Yaşamsal fark ediş her şeyden önce insanın kendini bilmesini sağlamalıdır.
İster bir gün, ister bir yüzyıl yaşayalım, asıl soru hep var olur, ”Kendini bilmek nedir?”
Varlığının anlamını içselleştirmişsen sorgulamanın gücünü fark ediyorsun. Kendini fark ettikçe yaşamsal fark edişin önemini kavramaya başlıyorsun.
Hayatımızdaki herhangi bir şeyi değiştirmek istediğimizde bakacağımız tek bir yer var, ”Kendi içimiz.” Yaşamsal fark edişin en önemli ayağını oluşturuyor.
Gerçekten anlaşıldığımızı hissettiğimiz zaman kendimizi, diğer ruhun güvenine ve sığınağına bırakmak konusunda özgür hissederiz.
Öğreniyor insan zamanla, hayatına kimleri alacağını, neleri azaltacağını ve kimlerle yola devam edeceğini öğreniyor.
Öğrendikçe sadeleşiyor, arınıyor.
Yaşamımızda ki seçimleri yaparken özellikle cesaret olmazsa olmaz dediğimiz iç disiplin ve nüfuz edici ve doğru kavrayan bir zeka, sevgi dolu bir kalp ve bunlara uygun olarak iyi bir vicdan çok önemli ve sevmeyi başarmak, aşkın yarattığı her şey ile anlaşmaktır.
Öğreniyor insan ve ben biliyorum,
biliyorum bir gün aradığım yeri bulacağımı...
Olcay Kasımoğlu
Saygınlık ve Saygı...


Bir insanı size saygısızlık ettiği için mahkemeye verebilirsiniz ama sevmediği için veremezsiniz, değil mi !
Saygı bir kültürdür, bir davranış biçimidir, dar bir görüş değildir.
Aynı zamanda ;kişi ve kişilerin, birbirlerinin yaşam alanlarına, yaşam haklarına, fikirsel ve düşünsel farklılıklarına ön yargısız tutum sergilemeleridir.
''Her birey, saygıya değer bir varlıktır bu nedenle hiç kimse kendinden faklı olanı hor görmeye, ötelemeye hakkı yoktur.
Hangi dinden, dilden, coğrafyadan, düşünce ve fikirden olursa olsun herkesin; yaşama, kendini ifade etme ve değerli kılma hakkı vardır''.
Saygı kavramı; genellikle kişi ve kişiler üzerinden tanımlansada; değerliliği ve yararlığı olan, üreten, başkalarının yaşam alanlarına rahatsızlık vermekten çekinen ve evrene karşı sorumluluk duygusuyla hareket eden bir duygudur.
Gösterilen saygının da bir erdemi ve güzelliği olmalı.
*Özellikle bilim adamlarına ve onları yetiştiren öğretmenlere
*Gelecek adına; aklı, vicdanı hür evlatlar yetiştiren ebeveyinlere
* Doğayı ,hayvanları,insanları yaşamın bir bütünü olarak gören bilince
* İnsanların ”değerini” renkleriyle, dilleriyle, cinsiyetleriyle ve maddi güçleriyle ölçmeyen bilinç ve algıda ki seçiciliğe sahip olanlara
*Haksızlığa, yalana, talana sessiz kalmayanlara
*Üretenlere, değer katanlara
* Evrensel ve humanist insanlara
*Sevgiyi, saygıyı kendine yaşam biçimi edinmiş insanlara
SAY/GI DUY…
Beğenmesende, işine gelmesede ”yaşamak sorumluluktur” yaşama saygı, bu sorumluluğu duymaktır.
Kendimizden, toplumdan, çocuklardan, büyüyen ağaçtan, akan sudan sorumlu olmaktır.
Ve bize emek veren, sabır gösteren, bu dünyanın iyiliği için çalışan insanlara saygı duymak gibi bir sorumluluğumuz vardır.
Sevgiye saygı, barışa, çiçeğe, denize,toprağa saygı, evet o kadar elzem bir olgudur ki, bilmek ve anlamak gerekir.
Yaşamak, doğuştan bir hakkıdır; yaşam hakkına, eğitim alma hakkına, sağlıktan faydalanma hakkına, eşit ve adil eğitim alma hakkına, sonuna kadar saygı duyuyor ve sahip çıkıyorum.
Olcay Kasımoğlu

                          Sağlam kişilik

İnsanların; birbirini gammazladığı, çamurlaştığı, sattığı böyle bir dünya düzeninde ''insanlığın parayla ölçüldüğü yerde'' haktan söz edilebilir mi?
Haklının ''mevki ve ıtıbarla'' belirlendiği yerde adaletten söz edilebilir mi?
Dostluğun '' görüntüden, sahtelikten'' beslendiği yerde insanlıktan söz edilebilir mi? 
Erdemin ''çıkar ilişkisi üzerine'' bağlandığı yerde onurdan söz edilebilir mi?
Emeğin kapı dışarı edildiği ''kazancın hileyle büyüdüğü yerde'' alin terinden söz edilebilir mi?
Bütün bunlara karşı bir duruş sergilemedikten sonra ''ben erdemliyim, onurluyum'' demekle, erdemli, onurlu olunmuyor.


İnsan olma yanımız; ne zaman, yanımızdakilere yapılan saygısızlığa, zulme,haksızlığa, kötülüğe ses çıkarırsa o zaman insanlığımız başlar.
Yoksa, hiç kimse; çevresine mavi boncuk dağıtarak dürüst olamaz.
Işığımızı engelleyen duvarları aşmak, tamamen ortadan kaldırmak gerekir.
Bunun içinde ''sağlam bir kişilik'' her zaman çıkar ilişkilerinin panzehiridir.


Sağlam kişilik; hayatın bir anlamı olduğunu bilir, değerini sorgular.
Değerler ise; hayatla ilgili kararlarımızı kolaylaştırır, yolumuzu belirler.
Çıkarcı insanların menfaatlerine hizmet etmeyiz, kul olmayız.
Hangi yoldan gideceğimizi bildiğimizde ise, hiç kimsenin stepnesi olmayız.
Yoksa ''nereye gideceğini bilmiyorsan, gideceğin yerin hiç bir anlamı yoktur'' insanlığa da bir faydan yoktur.

Olcay KASIMOĞLU

16 Ekim 2018 Salı

                                      Bilinç ve kendine aydınlanma !

                                        
               

ey acılarımın önündeki dilsiz kapı,
gör artık bu karanlıkların bizi ateşlere yaktığını
ve hasretten ten değiştiren yüzüm
ben istemedim bu kahrolası ayrılıkları
al beni mavi düşlerin ıssızlığına götür...
Körü körüne bir şeye inanmak onu ''haklı ve ahlaklı'' yapmaz.
Burada ki bilinç; kişinin bir nevi kendisini aynada görmesidir.
Bilinçli olmak; bir insanın kendi varlığını, benliğini, kendisini, diğer varlıklardan ayırt etmesi demektir, buda birey olma bilinci aşılar.
Bu bilinç; sorgulamadan inanmanın,anlamadan yorumlamanın, araştırmadan, bilmeden ahkam kesilmenin bütün olumsuz taraflarını ret eder.
Düşünce ve duyguların bir arada eylemlere yönelmesi hayatımızın en önemli noktalarından biridir.
Bizi; bağımsız, aydınlanmış, sorumluluk bilinci gelişmiş bireyler yapar.
Bağımlı olmak ise ''cesareti'' yok eder.
Bilinç düzeyi eksik insanlar kendilerini bağımlı hale getiren sisteme körü körüne bağlı olmaya yatkındırlar.
Bilmezler ki sonlu olan sonsuz olanın bedelidir.
Bu nedenle bedeli ne olursa olsun, yaşamak; tek başına bir şey değildir.
Yaşamak iki kişiyle de yaşamak değildir.
Yaşamak, kulun kula kulluğu değil;onurunla, namusunla, halkınla, şerefli bağımsız yaşamaktır.
Öte yandan; hayatta en iyi ve en mutlu yaşam, olumlu düşüncelerdeki yaşamdır.
Bu nedenle iyi ve yapıcı, yaratıcı düşüncelerin insana verdiği mutluluğu hayatta hiçbir şey veremez.
Buda sağlıklı toplumların oluşmasını sağlar, sağlıklı toplumlarda erdemli insanlardan oluşur.
Gönül isterdi ki bütün dünyada; bilinçli, erdem sahibi insanlar ülke yönetiminde söz sahibi olsunlar..
Olsun ki yaşam, Nazım ustanın dediği gibi; ''bir ağaç gibi hür ve kardeşçesine''olsun.
Olsun gözümün nuru olsun, varsın şikayetimiz sadece ölümden olsun(!)
Olcay KASIMOĞLU
ALAMAZSIN DELİ ZAMAN ..
Kalabalıkların içinde
Örtün üzerimize serin karanlıkları
Sabahına kar aydınlığında uyanalım
Biz sevdikçe ağarsın karanlıklar
Söylensin seherin eridiği mavilikte türküler
Havada konuşamamanın kahrolası hüznü kalsın.
Dinlemesini bilen insan, sorunların tespiti ve çözümünde daha az hata yapar. Dinleyerek daha iyi gözlemler yapar,
farklı bakış açıları edinir. Ön yargıdan uzak objektif kararlar verebilir. Problemlere yeni çözüm yolları bulur.
İnsan kendi iç sesini dinlediği zaman, başkalarının sesi-nede derinlik kazandırır, empati yeteneğini geliştirir. Başkalarının duygu ve düşüncelerine, kim olduğuna ve neler yaşadığına daha derinlemesine yaklaşır. 
Kendimizi dinlediğimiz de güçlü ve zayıf yanlarımızı keşif ederiz böylece başkalarının da artı ve eksilerine yaklaşım tarzımız değişir.
 Daha insanı bakış açıları kazanırız. Dinlemek öze inmektir, bakılan ama görünmeyenlere dokunmaktır. Karşımızda ki insanlara gönül gözüyle dokunduğumuz da biz onun en yakını oluruz.
Ne kadar ayrı fikirlerde olursak olalım insanları birleştiren duygulardır...
Olcay Kasımoğlu

14 Ekim 2018 Pazar


Eksilenleri topladım

Bölüşürken suskunluğu
Kim çizdi hikayemize bunca yol ayrımını
Ya duvarlarını indir
ya vazgeçmeyi öğren
ya da sevmeyi..
İnsan ancak doğru anlayışla özü kavrayabilir...
Yaşamımızda her neyi deneyimliyorsak, onun ötesine geçmek ve yeni bir kapı açmak üzere deneyimlediğimizi bilmek ve bunu hatırlamak önemli.. Zira tüm zorluklar bizi pişiren, hamlığımızı alan ve olgunlaştıran bir etkiye sahiptir.
Kendimiz olma hali ve yaşamı göğüsleme direncini ancak yaşayanlar bilir...
Gülten Akın'da yaşamış... sen, ben gibi;
“biz azaldık” dedim, “dünya da eksildi”
çapaklar kılçıklar temizlendi aramızda
uzaklık mı gerek peki, aşk nerede
“aşk sessiz dolaşır” dedi O
“bir yerlere yağmur yağıyordur, öyle”
eksilenleri topladım, işte, hepsi
geride az bir şey kaldı''
Kimi zaman tüm çevrenin ve şartların tarafsız bir gözle resmini çizemeyiz, değerlendiremeyiz. Bu nedenle, eskilerin deyimi ile, “Mülahaza kapısı”nı açık bırakmalıyız. Yeni düşünce ve alternatifleri dinlemeye, yeniden düşünmeye ve sonuç çıkarmaya açık olmalıyız.
Düşünmek ya da doğru düşünmek konusu tarihe mal olmuş pek çok bilim adamı ve filozof için de belli bir önem taşır.
Honoré de Balzac’ın “Düşünmek görmektir,” deyişi, Confucius’ün “Doğru düşünen haddini bilir,” ya da “Düşünerek yapılan her işin sonu hayırlıdır,” diyen Socrates hemen aklıma gelen bir kaç örnek...
Aldığımız eğitim, niyetlerimiz, olaylara bakış açımız, menfaatlerimiz sorunların ve gerçeklerin karşısında “gözümüze perde” indirebilirler.
Dış dünyayı algılamamız ya da dünyanın görüntüsü bulanık olabilir. Bu görüntüleri tam berrak hale getirebilmek için okumak, akıllı insanlarla konuşmak, tartışmak, empati yapmak, başkalarının duygu ve düşüncelerini önemsemek ve düşünce sanatını öğrenmek gerekiyor.
Düşüncelerimiz bir şekilde ''Ses ya da yazı ile'' ifade edilmezse kültürel katkısı olmaz.
Sözcükler esastır ve ilişki doğru kelimelerle kurulmalıdır.
Böylece anlaşmazlık, çatışma, yanlış anlama gibi küçük ya da büyük karmaşaların oluşması önlenebilir.
Kullandığımız kelimeleri yalnızca bizim değil, karşımızdakinin de anlaması, aynı anlamı yüklemesi halinde uzlaşma sağlanabilir ve sağlıklı iletişim kurulabilir.
Yaşam bir avuç, zaman mutlak.
Kasıntıya, mala-mülke, üne, statüye tamah yorar insani...
Olcay Kasımoğlu

       Ben kapı tokmağı sen paslı bir anahtar

Dünya var olduğundan beri; her şey bir ''değişim'' içerisindedir.
İnsanlar da, hep bir gelişim içinde var olmaya, var olanı devam ettirme çabasındadır.
İnsanlar ; eylemleriyle ve ona eşlik eden söylemleriyle kendilerini ele verirler. 

Yaşam da nasıl bir duruş sergilediklerini; yaşam tarzlarına, seçimlerine bakarak anlamak mümkündür. Bazende, yaşanan bir olay yada durum karşısın da sergiledikleri tavır ve davranışlar, sözler, onlar hakkında ip uçları verir.
Üsluplar, ilişkiler ipek gibi '' kalbe giden yolda'' çiçeklerle bezenmiş olacak...
Bunun yanında; değerlerin, ilkelerin çelik gibi olacak, olacak ki en küçük kıvılcımda eriyip gitmesin...
Yaşam içerisin de her şey yolunda giderken gün olur ''çıkarlar'' çatışır...yollar ayrılır, ilişkiler biter, bitebilir.
İnsanın ahlakı ve kişisel özellikleri ''su yüzüne'' burada çıkar. 

Doğrusu ve yanlışı kendine hatırlatılınca; bir insan ''öfkesine'' hakim olabiliyorsa, kendi eksikliklerini ''olgunlukla'' göğüsleyebiliyorsa, yetişkin bir birey olmayı başarabilmiştir.
Acaba ne yapsam da alt etsem diye firavunlaşmaz ''adil ve adaletlidir'' kompleksli ve bencil değildir.
Vicdanı ve merhameti; zamana ve koşullara yenilmez.
Zaten; vicdanın ve hakkaniyetin, yaşı ve koşulları olmaz...
Kendini dürüstçe ifade edebilenler, yaşadığı dünyaya değer kata bilenler, bilim yolunda üretenler kendilerinden söz etsinler.
Yoksa başkalarının bize biçtiği yaşamlar, oluşturduğu kaleler er veya geç bir yerinden başlıyor sökülmeye...
Olcay KASIMOĞLU