Translate

24 Şubat 2019 Pazar

Sevgi eylemi çözüm getirir

''insan olduğunun farkında'' sadece huzur değil, anlamdır aradığımız.
Ve bir kültürdür bütün ilişkiler, içinde çok şeyler barındırır,yepyeni tohumlar çıkar ortaya, teşekkür ediyorum bu güzel ve anlamlı anlatıma...
Şimdi değilse ne zaman ?
Hepimizin kendine ait veya başkalarından alıp sımsıkı sakladığı sırları vardır.
Peki, hangimiz özgürleşmek için korkularımızdan arınmaya ya da kendimizle yüzleşmeye hazırız?
“…o şimdiden hayatının ilk önemli kararını almıştı. Dünyaya varacağı ana kadar korkularından arınacak, yaşamının hiçbir parçasında annesi gibi sırlardan surlar kurmayacak ve kendisiyle yüzleşmek için her zaman savaşacaktı.”
“…önemli olan insanın ne yaşadığı değil, yaşadığı acı karşısındaki tavrıdır. Hayatının hiç beklemediğin bir anında mutsuz olabilirsin. Seni her zaman güçlü kılacak olan, olaylar karşısında soğukkanlılığını kaybetmeden durabilmektir.”
Kim olduğumu keşfetmeye ve özgürleşmeye hazırım diyorsanız bu romanı okumak, bu yolda attığınız ilk önemli adım olacak.
Yaşamak seçim yapmaktır ve her durum bir seçimdir.
Yaşamımızda her şey güzelce akıp giderken hoş ve olumlu olmak kolaydır.
Ama yaşamın akışı değişip de geçici olarak bizi güçsüz bırakırsa, işte o zaman gerçek gücümüz ortaya çıkar.
''Bu durum da; sevgi bize “neden ben” diyerek zaman kaybetmemeyi, onun yerine, “şimdi ne yapmalı?” demeyi öğretir''
Bu nedenle; çok iyi düşünüp iyi analiz edip kararlarımızı günü kurtarmak adına değil yarınlarımıza sarılmak ve hayatın içinde sevgi dolu bireyler olarak yaşama eşlik etmeliyiz.
Yeterince iyi olamadığımız zannından korkmamalı ve kendimizle yüzleşmeliyiz. Korkularımız ancak birer birer masaya yatırıldığında ve onlarla yüzleşebilmek cesareti gösterebildiğimiz de hayatımızdan çekilirler.
Korktuğumuz ve kendinizden uzak tutmak için uğraştığımız şeylere bilinçsizce karşı direnç oluşturarak kendimize çekiyor, yaşamımıza sokuyoruz.
Korkularımızın samimi anlamda farkına varabildiğimizde, realitemizi değiştirmiş olacağız.
Unutmayalım;
Sevgi eylemi çözüm getirir; sevgimizin gücü, sorunlarla ve düş kırıklıklarıyla nasıl başa çıktığımızda kendini gösterir.
Her şeyi belki yapamayız ama kendimize saygılı bireyler olarak bu hayatın içinde değerli, üreten, paylaşan, sevdiğine omuz olan başlar olabiliriz.
Bunu için hiç bir zaman geç değildir yeter ki biz kendimize geç kalmayalım...
Kendimizle kurduğumuz diyaloğun niteliği, kendimize dair hissettiklerimizi doğrudan etkiler.

olcay kasımoğlu

Uslu değildi zaman

''Bazı kadınların yüzü ağır bir hikayenin yaşandığı sokaklar gibidir.
Kalbiyle bakmayı bilen herkes o sokakların her tarafına sinmiş keskin kokulu hüzünleri fark eder...''
terk edilmiş rıhtımlarda
hırçın kimlikler gördüm
gün karasında suya vuran
eprimiş gölge gibiydiler
ya ben
ben...
tende çıplak ruhumla
silik gölgelerin içinde
gamzelerine saklandım
uslu değildi zaman
döküldü
ruhsuz sözcüklerin sıvası
güle
suya
ışığa karıştım...
Resim: Muzaffer Oruçoğlu
''Ali Lidar

Düşlerini yasaklama

''Bütün mesele hazır olmakta
Yoksa alem niye görmesin sevincimizi?''
Kendin olmanın nasıl bir şey olduğunu kimse sormamıştı bize.
Yaşama dair hissettiklerimizi, içimizde ki denizi, saçlarımızda ki rüzgarı nasıl karşıladığımızı kimse sormamıştı bize.
Sonra tanıdığım onca insanı düşündüm ve gördüğüm, yaptığım onca şeyi.
İnsanlar neden yıpranmış yalanların yüküyle devam ederler hayata?
Dışarıda fırtına kopuyor kulakları sağır edercesine, ya insanlar; insanlar gizli, saklı yaşıyor aşkı.
Köşe kapmaca bir doyumsuzluk. Hatsız, çapsız, korkarım çağın vebası bu.
Sevgi, dostluk kelimesi dillerden düşmüyor.
O zaman niye üşüyor yürekler?
İnsan yüreği, gümbür gümbür sevmekten korkuyor.
Sevginin naif sorumluluğundan korkuyor.
Sahip çıkmakla, sahiplenmenin ince ayarına akordu bilmiyor.
Bir sağır türkü dillerde yüreklere inmiyor.
Gölgelerin silik oyunları dolaşıyor gölgelerinin üstünde. Hep bir geç kalınmışlık hikayesi, hep keşkeler, amalar kaplıyor bir sis gölgesi gibi dört bir yanımızı.
Oysa dudaklarımızın bırakmayı ret ettiği gülüşleri var.
Mantığa, gerçeğe, sevgiye ve insan dayanışmasına olan inancımız var...
Şhakespeare' in manalı seslenişinde ki gibi;
Kanın coşkun akıyorsa damarlarında boyun eğme olup bitenlere.
Yüreğimizde ki çocuk büyüyecek..
Hükmü müebbet acımızda bal köpüğü, sevincimizde ki giz yazılacak sevdaya...
Göğsünde sevgiyi biriktiren çiçek yeni bir güne doğup, yeni bir filiz sürecek hayata...
Yapraklanacak dallar, devrilecek dağlar, geçilecek sevda tarafına...
Yeter ki sen çocuksu düşlerini yasaklama, umutsuz yaşanmıyor....
Olcay Kasımoğlu
Resim: Muzaffer Oruçoğlu

Klişe olanın zamanı geçti

Başkalarıyla bir arada olmak, illa ki onlara benzememizi, onlara öykünmemizi ya da onların istediği gibi olmamızı gerektirmiyor.
İnsan kendi iç sesine yöneldikçe, içsel sorgulamaların ve yeniden uyanışa geçen bir ruhun çığlığını duymaya başladıkça; kendine yetebilmeyi, ayakta kalmayı, farklılıkları kabullenmeyi, kendini eleştirmeyi, kendiyle yüzleşmeyi amaç edindiğinde, yaşamı yeniden sorgulamaya başlıyor.
İnsanın kendini tanıması, hayatına sahip çıkması, yapması gerekenleri kendi iradesiyle yapması kadar güzel bir şey olamaz.
Her bireyin doğasında kendi güzelliği vardır ve her aklın kendi yöntemi muhakkak olmuştur, olacaktır.
Zaten gerçek insan kurallar sayesinde asla bir şey elde etmez.
Bağırmakla, çağırmakla, demagojiden öte gitmeyen söylemlerle dünya güzelleşmiyor...
“Dekor gerçeğe uyum göstermez, gerçeğin de dekora ihtiyacı yoktur.”
Bugün uygar denilen Amerika'nın, İngiltere'nin ve Avrupa'nın ve birçok Avrupa ülkesinin “Özgürlük ve Demokrasi” sözü sadece bir dekordur..
Gerçeği görmek isteyenler orta-doğuya baksınlar yeter..
İnsan, yaşamsal değer taşıyan hiç bir şeyi unutmamalı.
Seçmeci olanın, klişenin zamanı çoktan geçti.
Hakiki bilgi ve öğreni yalın ve sahicidir, bunun öğrenilmesi zaman almaktadır.
Sabırla, emekle kendimizi donatmalıyız..
Geleceğin ebeveynlerinin bize ihtiyacı var. Çocuklarımızın geleceği için kendimize ve geleceğimize sahip çıkmalıyız!
Resim: Muzaffer Oruçoğlu

3. Tuzla Kitap Fuarı

Yaşam bir bütündür. Her şeyin özüne gitmeli insan, görünene değil.
Bazen bildiklerimiz, gördüğümüz kadardır.
Gördüğümüz baktığımız kadar ve baktığımız düşündüğümüz kadardır. Baktığımızı görmez, gördüğümüzü düşünmezsek eğer, gördüğümüzün bildiğimize sığmadığını da göremeyiz.
Bunun içinde;
Bilinen en tanıdık tanımıyla, kültürümüzü geliştirmek, olaylara farklı açılardan bakabilmek için aydın bir kimsenin iyi bir okuma alışkanlığına ve okuma bilincine sahip olması gerektiğini söyleyebiliriz.
Bilgilenmek, bilgi sahibi olmak için şüphesiz temeli sağlam bir düşünce gereklidir.
Bunun içinde, neden okumamız gerektiğini bilmemiz gerekiyor. Seçici, tarafsız, bilim yolunda ufkumuzu açan, bizi daha iyiye ve doğruya götüren yazın dünyasına uzanmak için sadece okumak tek başına yetmiyor.
Niçin okuduğumuzun farkında olmak ve okuduğumuzu anlamak, bize sunulan bakış açılarını iyi sorgulamak gerekiyor.
Buda ancak düşünce sürecini iyi analiz etmekle mümkün görünüyor....
Bir kitabı okurken, bir filmi sorgularken, kendi özel yaşantımıza ait kararlar alırken, alışveriş yaparken, siyası ve politik tercihlerimizi belirlerken doğru sorular sorabilmeli ve doğru ve düzgün düşünebilmeliyiz.
İşte o zaman kitap okumak olsun, hayatı okumak olsun, insanı okumak olsun bir değer ve anlam ifade eder.
               sorgulayan, yenilenen ve sonra yeniden yenilenen bir varlıktır.
Kendine değer ve mana katan her şeyi kucaklamalı. Döngünün bizden istediği de budur.

3. Tuzla kitap fuarında 'Tuzla Kent Konseyi Kadın Meclisi''nde değerli arkadaşlarımla birlikte olmaktan onur duydum.

Öylesine sonsuz ki!

“Dünyanın düşleyenlere de ihtiyacı var, yapanlara da. Ama düşlediğini yapanlara daha çok ihtiyacı var…” demiş S. Breathnach. 
Resim sanatının ruhuna minnetle...
Yaşamın en zengin ve en özel duygusu, yaptığımız bir şeyin yalnız bizim hayatımız için değil; diğer insanların hayatlarına da bir katkı sağlayabileceğini biliyor olmamızdır...
Bilim ve sanat, insanın insan olma özünü en yatkın biçimde yansıtan değerlerdir.
Bu kadar emek verilerek hazırlanan, insan dokumalarıyla oluşturulmuş bu sergilerin daha çok kitleye ulaşmasını arzu ediyorum.
Karşı duruş geliştirenler, dünyada ki varlığını mal-mülk telaşından yana kullanmayanlar, bu dünyaya dokunarak geçmişler.
Baktıkça, dokundukça,anlamaya niyetli oldukça daha çok hissediyoruz.
Bize uzanan kolları, nefesleri, kelamları, çizimleri öylesine güzel, canlı ve öylesine sonsuz ki... kılcal damarlarımıza, insan hücrelerimize yürüyor...

En iyi öğretmen zamandır

Bazı insanları acı büyütür ve yaşatır.
Acı çekmeden; daha doğrusu yeterince acı çekmeden, yitirmeden, o korkunç yalnızlığı tatmadan kendisi olamaz bazı insanlar.
Ne zaman ki en sevdikleriniz yan çizer, ne zaman ki birer birer düşürür herkes maskesini, ne zaman ki yalnızlıktaki o muhteşem gücü keşfedersiniz, o zaman başlarsınız gerçekten yaşamaya.
Charles Bukowski
Büyük yenilenmeler, büyük sevdalar aynı zamanda kayıplara, hatalara da muhtaçtır.
Anlaşılmak, bütün yıkımlara rağmen geçilecek patikaların olduğunu anlatmaktır aynı zamanda.
Bir şeyler var hala içimizde diri tutmaya çalıştığımız
Alamayacakları ve dokunmayacakları bir şeyler...
Ve İliklerine dek aşkın yaralamadığı insanlar sevdadan ne anlar...
.
''Yaşamdaki bir doğru da şudur:
Özgürleştirmediğiniz hiçbir-şeyi tam manasıyla sizin yapamazsınız.''
karanfil çiçeği
ve çağımız arasında
tenimizi kesen bu rüzgarlar
gül rengi ışıklara
aşkın öyküsünü okuyor
karanlık
susku dolu zulada
bir yaşam türküsü
suluyor parmaklarıyla umudu
derviş aydınlığında
yosun kokulu bir umutla
sokulmalı yaşamın bağrına
inanmalı çocukça
yaşama
aşka
umuda
gülümsemeli
bu çarkı bozuk dünyaya...
Olcay Kasımoğlu
'Yalındır yaşam
Ve sevgi büyük bir yaşamdır
Gel ey yar
Ömrümüzün demine geç kalma…

@[100000726724225:2048:Olcay Kasımoğlu]'

20 Şubat 2019 Çarşamba

Dürüst olmaktan korkma...

Neden herkes güzel olmaz, yaşamak bu kadar güzelken/ Bu sefil doymazlık ta ''kar düşüyor sesime'' üşüyor insan yanım...

İnsan söz ve davranışlarıyla, hayatın içinde kattıklarıyla kendine ayna olur.
Dürüstlük:İnsan onurunun ve sağlıklı toplumların olmazsa olmazıdır. İnsanın kendisine verdiği sözü tutmasıdır.
Dürüst insan verdiği sözün farkındadır ve sorumluluk getirdiğini bilir.
Haksızlık yapmaz, yapana da o fırsatı vermez.
Ezileni ezmez ezene de seyirci kalmaz.
Haksız olduğunda kendi aleyhine karar verir, yanlışının sorumluluğunu ve sonuçlarını üzerine alır.
Başkalarına fatura etmez, yalanlara sığınmaz.
Dürüst insan:Cesur, merhametli ve vicdanının sesini dinler.,bencil değildir.
Bütün bunların akabinde dürüst olmak kadar doğru dürüst olmakta ayrı bir erdemdir.
Çünkü çoğu zaman dürüst olmak yetmiyor.
Kendimiz için kurallara uygun doğrularımız vardır ve bu kuralları savunuruz.
Savunduklarımızda samimiyizdir.
başka insanların doğrularını desteklediğimiz zaman yanlışsız, dürüst insan oluruz.
Eksik bedenlerin içinde bilge bir ruh olmayı başaramadık.
Dilimiz yüreğiyle konuşmuyor.
Gelin sadece dürüst değil doğru dürüst insanlar olalım. Bilge yanlarımıza daha çok bilgelik katalım. Unutmayalım her gönül başka bir gönülde ışığa durur ve ışığıyla dünyayı aydınlatır. Bir kızıl dereli atasözü derki: ''Yanlışı gören ve önlemek için elini uzatmayan kişi, yanlışı yapan kadar suçludur.'' O zaman doğru dürüst olduğumuz zaman,kendimizle barışık insanlar olarak doğruların yanında ışığı aydınlatanlardan oluruz.
Kalbinizde her şeye yer olabilir ama yalana,ihanete yer olmamalıdır! yalanın nedeni olmaz… Bedeli olur!
"Bir insan ya dürüsttür ya da ikiyüzlüdür" diye eski bir deyim vardır. Burada kişi ikiyüzlü karışıyorsa hayata ona güvenilmez. İçinde samimiyet yoktur. Samimiyetin oluşması içinde dürüstlük gereklidir.
Her zaman doğru dürüst insan olmak,sevimli ve hoşgörünmek anlamına gelmiyor.Her şeyin kendi içinde muhakak kapalı bir tarafı vardır.Bu dürüst olmanın ve doğru davranmanın da bir parçasını kapsar.
Ne olursa olsun hem kişisel ilişkilerimizde, toplumsal sorumluluklarımız da doğru dürüst insanlar olarak yaşamda söylediklerimizle,yaptıklarımız arasın da bir tutarlılık olmalı.Doğru dürüst olmanın aksi eğri yalan olur.
Zenginlik,güç talihin verdiği hediye olabilir ama iyi ve dürüst olmak tamamen kişinin kendi erdemlerinin sonucudur.

Olcay Kasımoğlu

Sanat İstikrarı Seviyor: Bir güz sabahında umut ekmeli tarlaya.Ne dersiniz;...

Sanat İstikrarı Seviyor: Bir güz sabahında umut ekmeli tarlaya.Ne dersiniz;...: Bir güz sabahında umut ekmeli tarlaya. Ne dersiniz; Kadınlar, Erkekler? Sadece başarmak önemli değildir, asıl önemli olan çabalamak...

''Hepimizin iyiliği için, kadın olmanın anlamını değiştirelim.''

Bir güz sabahında umut ekmeli tarlaya.
Ne dersiniz;
Kadınlar, Erkekler?
Sadece başarmak önemli değildir, asıl önemli olan çabalamaktır.
Şimdiye kadar kadın söylemleri üzerinden bir çok makale ve kitap okudum. Hayatın içinde içi boş söylemlerden mümkün mertebe uzak durdum.
Gördüklerim, duyduklarım, yaşadıklarım, beni bir birey olarak etkilediği kadar, sorumluluk almamı ve kendimi güncellemem için mücadele vermem gerektiğini  öğretti. Ancak o zaman, ‘’Kendin olmak’’ anlamını içselleştirmenin ne kadar önemli olduğunu sorgulamaya başladım.

İnsan yaşamının karmaşık ve düzensiz olmaması adına bir takım kural ve kaideler koyarız. Bu bağlamda baktığımızda yanlış da değildir. Taa ki, bu kural ve kaideler toplumun ahlak yasasını bencil ve eril toplum düzenine dönüştürünceye kadar. 
Çifte standarttın tavan yaptığı bir yerde hak ve hukuktan ve toplumsal huzurdan bahsetmekte bence iki yüzlülük ve riyakarlıktır. Kaldı ki kadının gelişimi, bağımsızlığı, özgürlüğü; başkalarının ona biçtiği değerdeyse, sorgulanması gereken çok şey var demektir.

Bir erkeğin kendi kişisel rahatlığı, hoyratlığı bir kadının yaşamını kabusa çeviriyorsa, batsın bütün toplumsal kaide ve kurallarınız. Batsın saman alevine dönen sevgi sözleriniz, batsın ya benimsin ya kara toprağın diyen o bencil, o hastalıklı sevgileriniz.

Bütün bunların yanında o kadar çok kanıksanmış erkek şiddeti var ki, neresinden tutarsan tut elinde kalıyor. Kadını kendi malı gibi gören, sürü bilinciyle kadını namusun temsilcisi sayan cinsiyetçi eril düşünce sistemi içinde, bütün bu sorunları çözmek çok zor görünüyor. 
Kaynağına gidilmeden, en diplerde ki yaralar iyileştirilmediği sürece bütün bağırmalar, bütün bu çağırışlar söylemlerden öteye gitmeyecek. Kendine saygısı olmayandan saygı beklemek gibi bir şey bu.
Bununla birlikte kadında kendisini; bir obje değil, bir kişilik olɑrɑk ortɑyɑ koymalı, kendi kurtuluşunu başkalarının gözünde aramamalı.

Hɑyɑtını derin ve anlamlı kılɑrɑk, kendi bedeni üzerinden bɑşkɑlɑrının iddia ettiği tüm hɑklɑrɑ karşı koyarak, kendi bedeni üzerinden prim yapmaya çalışan bütün otoritelere karşı duruş sergileyerek insan olma erdemine ulaşabilir. Tüm bunları, bedenimizle, duygularımızla, ruhumuzla ve zihnimizle iletişime geçerek yapmalıyız. Ruh ve beden bütünlüğünün bilimsel dayanaklarıyla, algısal ve duygusal farkındalıklarımızla kendimiz olabiliriz.

Kadınlar, önce insan ve kadın olduğunu unutmadan, kendi varlığının tanımına bilinçli sahip çıkmadıkça, hak ve özgürlüğün hiç kimsenin malı olmadığı bilincini içselleştirmediği sürece, kendine değer ve mana katmadığı sürece, kendi sefaletinin devamına bir zincir halkası da kendi koyacaktır.

Kadın olmak, erkeklere düşman olmak demek de değildir. Özgürlüğün, kadın olmanın anlamını ezici bir üstünlük kurma, erkekleri ezme üzerine oluşturmuşsa kendi olmayı unutsun. Kayıp kimliklerin en büyük zaafıdır,  kendilerine yapılanın aynısını, kendilerine reva görenlere yaşatmak. Oysa dünya üzerinde kadın-erkek demek, iki farklı hayat demek değil, tam tersine birbirlerinin yaşam kaynaklarını sulamak demektir.

''Hepimizin iyiliği için, kadın olmanın anlamını değiştirelim.'' 

Erkeklere  giydirilen toplumsal-sosyal etiketleri söküp atalım. Bunu yaparken, birbirimize düşman değil, birbirimiz için hava ve su kadar gerekli olduğumuzu yine sevgi, bilgi ve görgüyle birbirimize hissettirelim. Herkes kendi durduğu yerin farkındaysa, cesur ve yürekliyse, kendi olma olgunluğuna ulaşmışsa, yaşama ve içindekilere değer katar, saygı duyar, sevgiyle dokunur, anlayış ve görgüyle taçlandırır. Bunun için hanlara, şatolara ihtiyacımız yok. Önce kendimize karşı dürüst olalım. Bırakalım güneş girsin içeri, her zaman denenecek, söylenecek bir şeyler vardır mutlaka. Tecavüzün, şiddetin, cinsiyet üzerinden söylemlerin, içi boş, yavan gösterişlerin egemen olduğu bir toplumda insanca yaşamdan söz etmek mümkün değildir. İnsan yaşamına kazandıracağı hiç bir kazanım yoktur, olamazda.
Putlaştırdığınız törelerinizle, kadını aşağılayan söylemlerinizle kendi acizliğinizle yüzleşmenin zamanıdır artık. Hayatta tek başına inzivada kalarak, sadece kendi sesinizin yankısını duyarak yaşamın anlamını keşfedemezsiniz.

Hepimiz bir ve bütünüz, hepimiz bütünün bir parçasıyız ve hepimiz aynıyız. Seçimlerinizin sorumluluğunu ve kendinize yaşatmış olduğunuz bu hayatı sevgiyle kabul edip, yolu beraber yürüdüğünüz insanların insanca yaşam haklarına tecavüz etmediğiniz, ellerinden almadığınız sürece bu yaşam da  hepimiz biriz. Tercihlerimizi değiştirme hakkına her an sahibiz ve her an seçim yapabiliriz.
 Sevgiyle çoğalmak ve anlamak; yaşamın her alanında olmazsa olmazımız olmalı. Sonuçta, eril düzeni iyileştirmek istiyorsak, kendimize, yaşamımıza, yaşamımızda var olan her şeye sahip çıkmalıyız. Hayatlarımızın sözcüsü başkaları olmasın. İnsanca yaşamak bir haktır, bunun cinsiyeti olamaz. Kaleme arzu hal ettiklerimiz sadece kadınlara özgü değil, erkekleri sömüren, meta olarak gören kadınlar içinde geçerlidir.

Büyük tabloyu görüp, küçük ayrıntılarda kaybolmayı, oyalanmayı, kalıpları bırakalım. Kurban rolünden çıkıp; yaşamınızın, seçimlerimizin farkına varalım. Kendimizi başkalarından dinlemeyi, cezalandırmayı, acı çekmeyi bırakalım, yaşamın sorumluluğunu üzerimize alalım. Hiç kimseye altın tepsinin içinde anlamlı bir yaşam verilmez. Yaşamak, anlamlı bir çaba ve anlamak için de özveri ve emek ister.
Yaşamımızdaki kimliklerle kendimize değer katmayı bırakalım. Sürekli yargılamayı ve suçlamayı bırakalım.Yaşamınızda hiç kimsenin veya hiçbir olayın bizi yönetmesine izin vermeyelim. Yaşamınıza sahip çıkalım. Eril düzenin oluşmasında ne kadar pay sahibi olduğumuzu kendimize söylemekten korkmayalım. Hiç bir şey tek başına oluşmaz. Tüm bu durumlardan nasıl özgürleşebiliriz? Önce bunun cevabını kendimize dürüstçe verelim.
İşe, kendi özümüzde ki coğrafyayı keşfi etmekle başlayabiliriz. Bize biçilen yazgıları, öğretilen ezber kalıpları, zorla yutturulan o içi boş kavramları yeniden sorgulayarak başlayabiliriz. Sorgularken önce insan olduğumuzu, sonra kadın olduğumuzu unutmadan, sözü silah-top-tüfek olarak kullanmadan, bir bütünlük içerisinde samimi ve içten olarak yol arkadaşlarımıza sahip çıkabiliriz.

Erkek düşmanlığı yapmadan; yanlışa, körü körüne kadınları yok sayan zihniyetlere sevgimizle, içtenliğimizle, samimiyetimizle, onurumuzla karşı duruş geliştirebiliriz. Farkımız yok birbirimizden. Nihayetinde hepimiz ölümlü ve hepimiz etten kemikteniz. Bizim tek görevimiz insanların yaşamlarına, yaşadıkları deneyimlere saygı duyarak olduğu gibi kabul etmektir. Bir bütün olamazsak yaşamın içinde tam olarak var olamayız.

Kadını eksik gören zihniyetiniz değişmedikçe, hiçbir zaman gönülden sevilmeyeceksiniz, buna inanın. İçinde nefreti, öfkeyi, kini taşıyan hiçbir insan sahici bir sevgiyle sevilemez.
Kızlarınız sizin kızınız da ya eşleriniz, onlarda başka bir babanın kızı. Kıyamazken kızınıza, nasıl kıyarsınız bir başkasının kızına. Arının bütün hoyrat, zalim, zalimane duygularınızdan. Sahici sevginin olduğu yerde hiçbir olumsuz olay, duygu yaşanmaz.

En uzun yol insanın içidir. 
En az gittiği, içindekileri görmeye korktuğu yer yine kendi içidir. Yürüyün kendi içinize, yürüyün sevgiyle çarpan yüreklerin içine. Yaşam dediğin bir soluk, onunda cinsiyeti yok. İnsan bütün cesaretiyle, yaşamın kendi tanıklığını ve çıraklığını yapabilmeli. Başımızı kuma gömerek, dokunmaktan, hata yapmaktan, düşünmekten korkarak takip edemeyiz hayatın izini. Sürekli bir kurtarıcı bekleyerek, sürekli suçlayarak, bahanelerin arkasına saklanarak bulamayız yaşamın o ince, narın anlamını. Korkan ruhlarımız zifiri karanlık, bedenlerimiz çelimsiz olur.

 Hayatın akışına tutunup, her yerde kök salıp, mevsimlerle yeşillenip döngüyü tamamlamak ne harika olur. Korkunç derece de kirlenen insan sürüsü içerisinde birbirimizi boğazlamaktan, kimlik savaşları yaratmaktan, paranın efendisi olmaktan bir an önce vazgeçmesek çocuklarımıza iyi bir gelecek bırakamayacağız...
 Yaşam bizi kusturup içinden atmadan, yaşamla beraber aklı, vicdanı hür insanlar olalım. Her şeye, her şeyine  rağmen insanız sadece insan...

Olcay kasımoğlu

16 Şubat 2019 Cumartesi

Sanat İstikrarı Seviyor: Fikir namusu hakikati aramaktan vazgeçmez

Sanat İstikrarı Seviyor: Fikir namusu hakikati aramaktan vazgeçmez: Günümüz dünyasın da namus kavramı öylesine iki yüzlü ve öylesine pervasız ki bu kavramın içini, insanlar nasıl bu kadar boşalta-bilmişler...

Fikir namusu hakikati aramaktan vazgeçmez

Günümüz dünyasın da namus kavramı öylesine iki yüzlü ve öylesine pervasız ki bu kavramın içini, insanlar nasıl bu kadar boşalta-bilmişler diye şaşırıp kalıyorsun.
Kadınların, yaşamak hakkı erkeklerin elindeymiş gibi... Oysa akıllı ve vicdanlı kadınlar her şeyin farkında, sadece toplumsal örf ve adetlerin getirdiği toplumsal ahlak yasaları ''kadınların ayağını bir pabuca sığdırıyor, canı acımış acımamış'' kimin umurunda !
Namus; sadece cinsellikle, törelerle ölçülebilecek bir kavram değildir.
Etrafımız da namus dedektiflerine bakınca aklıma bir anekdot geliyor.
Napolyon'a düşmanlarından biri "siz para için savaşıyorsunuz biz onurumuz için" demiş
Napolyon cevap vermiş, "herkes kendinde olmayana ulaşmak için savaşır"
Namus kavramı anlatılırken, bakın düşünürler için, "fikir namusundan'' bahsedilir, edilmeli de.
Eyer bir adamda ki namussuzluk topluma zarar veriyorsa bunun en büyük hasar vereni ''fikir adamında ki'' namussuzluktur.
Fikir namusu hakikati aramaktan vazgeçmez ''kendine dürüst olmak zorundadır'' rahat bir vicdan, namus ve erdem ancak ''namusu kadın cinselliğine bağlayan anlayıştan'' çıkardığımız da korunabilir.
Çünkü, herkesin "bir" ve "eşit" olduğunu anlayamayan insanlar, namusu cinsellikle tarif ederler.
Buda vicdanı,yardım severliği, iyiliği ve ahlakı yok saymak değilde nedir ?
Artık aramızda olmayan, olamayan kadınlara ithafen bir şiir.
Hırpalanan, susturulan görmezden gelinen kadınlar... biliyoruz, oradasınız ?
Kadınlar
Kırın kabuğunuzu
Doğrulun, yürüyün kendinize
Açın kapıyı, aralayın perdeyi
Koşun aydınlığa...
Bırakın bağlanan rüzgarı  özgür kalsın
Koyun elinizi taşın altına
 Bende varım deyin
Kendi çıkarları uğruna, 
Başkaları yönetmesin sizi
Keşfet kendini kimsin, nesin
Koyun değilsiniz güdülecek
Mal değilsiniz alınacak, satılacak
İnsansın, kadınsın 
Annesin, eş, bacı, kardeş
Güzel yüzünü neden saklarsın ?
Saklayacak ne var? 
Hangi ayıbın gölgesin-desin
Sen ki güneşsin, etrafına ışık veren
Sen ki bereketin, doğuşun sembolü
Farkında değil misin akıp gittiğinin 
Asırlardır
Onu yapma, bunu yapma
 günahtır diye diye
ölçerler, biçerler etek boyunu
Görücü usulü üç şartla alan
boşar dokuz ile ülkemde kadını
İnanma, bu kaderdir diyenlere 
İnanma, yazgıya boyun eğenlere 
Cahil, aciz kalmasın diye
Bu oyunlar sürmesin diye
Kalk silkelen
Kimsenin tekelinde değil namusun
Sen insan sen kadın sen nakış
En güzel armağansın bu dünyaya...
Olcay Kasımoğlu


15 Şubat 2019 Cuma

''Ben” deyince bir boşluk duygusuna kapılıyorum

Değerlerin kaybına medeniyet diyorlar...
Kör bilici; yaşasın teknoloji, yaşasın ezbere yaşamak diye fısıldar.
Oysa, iklimlerin dilinden,doğanın yüreğinden öğrendim; insan hayatına anlam katan biricik şeyin, bir ağacın dallarına hayat veren kökün, toprağa can veren ''kutlu bir müjde gibi'' yağmurlarla, güneşle, poyrazla, sevgiyle beslenmesini, hayat da öyle

kara gözlerin
tan kızıllığın da
şafakta kendine yol bulurken
gökyüzü kar hasadına durmuş
başka renkte bulutlar
bütün doğa
beyazın grisinde karar kılmış
renkler yoluk
dokunmuyor tenine
soğuk bir aklık düşüyor
merhamet edercesine
bense
başka bir iklimden
yüreğimden
soluk kattım içine
her şey
kara boyanmışken
pus beyazı sabahta
yaşamı sebebim
sevdam
nerelerde güne uyanmış
gözlerine durmadığım dünya
benim hapishanem
şifasız bir nazar
susuşum ne söyledi yüreğe
kar
ıssızlık
kör abdal...
cana ne kaldı
kim çizdi hikayeme
bunca yol ayrımını
su damlası güzelliğini
bin ahin toz bulutları içinde yıkarken
bana kalan tan kızıllığında
kara gözlerini...
Gözü karalık değil, bize lazım olan düşünmektir.
Hemde ''her kıyıdan'' süzülüp, şarlatanlık yapmadan, sözcüklerin insanı çarpan ''yıkıcı'' tarafından değil, insanları bir arada toplayan düşüncenin hakikatinde uzanmalıyız insanların arasına...
Zaten; kendisi ile savaşı bitmemiş, kendi olma olgunluğuna erişmemiş insanın, insanların kimseye faydası yoktur.
Unutmayalım; güzel olan her şey sevmekten ve yenilenmekten geçer.
Olcay Kasımoğlu

Hissetmekten çok daha fazla önemsiyorum.

SEKSENLER DİZİSİ
''SEVGİLER, SEVMELER ÜZERİNE'' İNSAN HOŞLUĞUNA VE ZARAFETİNE NE GÜZEL BİR SOLUK OLMUŞTU.
İNSANA KENDİNİ ÖZEL HİSSETTİREN, BİLİNCİ OLAN SEVGİLER...
Bir kahve içimi sohbetle arkadaşlarımın söylediklerine kulak kesildim. Sanki gizemli bir toplulukla baş başa gibiydim.
Bir anda binlerce soru dikildi karşıma.
Günün konusu ''14 Şubat Sevgililer Günü.''
''Bazen ruhumuza çakılan yapay perçinleri, kınayan gözlerin gölgesi altından çekerek çıkartırız gerçeğin beyaz ışığına.''
Bende bütün bu söylenenleri pür dikkat dinlerken, her seslenişi, sitemi ön yargısız anlamaya çalışıp, beyaz ışığa çıkarmaya kararlıydım.
Niçin sevgiden, sevmekten, sevdiğimizi söylemekten bu kadar çok korkuyoruz? Oysa sevgi yokken hayat hiçbir anlam taşımaz, sevgisiz eylemler anlamsızdır.
Sevgi olmadan hayatın içinde şiir yoktur. Sevgi olmadan dans edemezsin. Sevgi olmadan evler sadece evdir. Ve sevgisiz geçen hayat israftır.
Konuşma akıp giderken;
Kırmızı kazaklı arkadaşım diyor ki ''Bana kolye aldı,'' nedense içim şenlenmedi. Hediyesini verirken sadece kutlu olsun dedi.
Diğer sarı bluz giyen arkadaşım da ''Bana kocaman bir çiçek buketi yaptırmış'' nedense benim de içim hoş olmadı. Buketi elime verdi, sevgililer günün kutlu olsun dedi.
Mavi gömlek giyen arkadaşım ise, ''Cem karacanın CD'sini almış'' dinleyeyim diye.
Sen seversin Cem Karacayı, bugüne özel olsun diye aldım,
Daha ne istiyorsunuz arkadaşlar dedim, hatırlamışlar günün anlam ve önemini size göstermek içinde hediye almışlar.
''O öyle dediğin gibi değil, dedi mavi kazaklı. İnsan bazen duymak ister sevildiğini, değer verildiğini.''
Kırmızı kazaklı da hemen atladı lafın üstüne
'Evet, ben duymak istedim. Yer gök aşk ve sevgi sözcüklerini fısıldarken oda ruhuma fısıldasın istedim.'
Sözü sarı bluzlu arkadaşım aldı 'Katılıyorum, insan bazen, yürekte köze dönen o sevginin cızırtısını sesinde duymak ister.'
Sözün buğulandığı yerde devreye mavi kazaklı arkadaşım girdi, 'Değil mi yani, insan bazen buna ihtiyaç duyar. Hem bir insana 24 saat seviyorum diyemezsiniz, kaldı ki bu sevgi de olmaz. Benim beklentim buda değildi zaten. Bunu anlamayacaksa boşuna konuşmuş olurum zaten.
Cem karaca' nın şarkılarını dinledim, keşke o bana kendi sesinden '' Ela gözlü nazlı dilber''im deseydi, ihtiyacım olan buydu, dedim ya içim hoş olmadı.'
İçeriye mor hırkalı başka bir arkadaşımız girdi. Tabi herkes koro halinde sende durumlar ne ?
Gülümsedi 'Biliyorsunuz, altı ay oldu yurt dışına gideli, telefonla görüşüyoruz.
Yanımda olmasa da, bana bir seslenişi var dünyalara değişmem.'
Herkes merak içinde! Hadi söyle dercesine gözlerimizle biçiyoruz mor hırkalı arkadaşımızı.
''Sevgililer gününde beni aradı ve dedi ki, ''Varlığıyla can olduğum, iyi ki varsın, seni her şeyden öte seviyorum.''
Kırmızı kazaklı arkadaşım atıldı söze 'Yeni sevgilisiniz anlaşılan, yoksa söylemezdi'
'Ne münasebet' dedi mor kazaklı 'Yedi yıldır beraberiz ve her sevgi sözcüğünün bir canı olduğuna beraber inanırız. Gösteriye ihtiyaç duymayan en güzel şeydir iyi ki varsın, iyi ki seni seviyorum demek, eksiltmez insanı. Var olan eksilmez zaten. Tabi gerçekten, yüreğinizle seviyorsanız, ona değerli olduğunu hissettiriyorsanız. Hem bir ilişkinin niteliği zamanla tartılmaz, gösterilen özenin niteliğiyle tanımlanır.' dedi...
Odanın bütün havası toz duman oldu. Göz göze bakıştık. Duyduklarımız, çıplak alnın içinde bir düşünceydi sanki !
Doğru, insan o bilincine sahipse ne önemi var hediyelerin, emek sadece elle olmaz ki !
Sevgi emekti, değer vermekti, iyi hissettirmekti. Onun için neler yaptığın ve onun için nelerden vazgeçtiğindi.
Ona herhangi biri gibi davranmak değildi.
Bir asmanın taşlan sevgisiyle kucaklayın, soluğunuzla sarın sarmalayın sevdiklerinizi..
Yarın diye bir şey yok...
Bütünlüklü bir sevgiyle
Yüreğinize derinlik ekleyerek sevin
Sığ sularda oynak olmasın sevdanız...
Yunus Emre’nin 'sevelim sevilelim' sözündeki sırrını kuşanarak az ya da çok değil güzel sevelim...
Yollara-yolculuklara, sevgilere, üşürken ısınmalara; tadını bütün bunlardan alan hakiki sevmelere, kendi sıcaklığımızı gönderiyoruz...
Işığınızın ve sevginizin önce sizi, sonra yaşamınızı ve tüm evreni aydınlatması dileklerimle sevgi bilinci olan insanlarla sevgi dolu bir yaşam diliyorum...

BİR İNCE İŞTİR YAŞAMAK DEDİĞİN

Duymazdım önceleri durgun suların türkülerini/ oysa; yüreğimi gün ışığına çıkardığım dan beri/ bütün türküler sesimin rengi 
Mal-mülk yormasın yaşam keyfini, arzular nefsin kölesi olunca bükülür insan beli.
Iskalamamak için yaşamı; hayatın her zaman planlandığı gibi olmasında ısrar etmeyip, yüreğimizi o anda “olanlara” açık tutmak düşüncesi de olmalı.
Hayatın bize çelme takmasının, iç motorlarımızın arıza yapmasının en büyük nedeni; çoğu zaman istek ve arzularımızın çıtasını yüksek tutma ve gerçekte olduğundan farklı hale getirme ısrarından kaynaklanmaktadır.
Hayat her zaman istediğimiz gibi gitmez; virajları vardır, dipleri yaşarsın, üst katlarda alt katlarda dolaşırsın.
Bütün mesele bunları nasıl karşılayıp, yaşamımıza nasıl uyarladığımız ve o anın gerçeğini ne kadar kabul edebildiğimizdir.
Bunun içinde; ruhsal olgunluk ve sağlıklı bir sevgi anlayışına sahip olmak gerekir.
Yüreğinizi bu şeklide açarken amacınız yakınmalardan, reddedilmekten, ya da, başarısızlıktan hoşlanıyormuş gibi görünmek olmamalı sadece hayat umduğunuz gibi gitmediğinde iç motorlarımızı çalıştırıp, ben ne yapabilirim, bana düşen ne, nasıl başa çıkabilirim ?
Yoksa ben bittim, lanet olsun, neden ben gibi serzenişlerin hiç kimseye faydası yok.
Hayat hiç kimseyi kayırmaz, torpil yapmaz.
Yaşamın içinde, hayatın her zaman aynı çizgide gitmeyeceği bilincine sahip olduğumuzda perspektifimiz derinleşir.
Hayat anlaşılır ve eğlenceli olur. Her şeyine rağmen !!!
Olcay KASIMOĞLU

Bekleyişler bulur sahibini

İnsan ilişkilerini bir ağacın dallarına benzetirim. Dikkatli baktığında aynı kök üzerine kurulu bu dalların hiç biri, yön olarak, ebat olarak birbirine benzemezler. Bir kısmı gölgede bir kısmı güneşe doğru bir kısımda yere yakındır. 
İnsan yaşamının koşullara ve imkanlara göre nasıl çeşitlendiğini hatırlatır.
Hepimiz insanız lakin hayatın içinde düştüğümüz kareler bile aynı rüzgarın yönüyle esmez..Kimimiz hayata 1/0 yenik başlar kimi el bebek gül bebek, kimine sokaklar kimine de hayatı sadece seyretmek düşer ve insan, en çok kendisinden korkar.
Kendi duygularından, güçsüzlüklerinden, zaaflarından, acılarından, coşkularından ürker.
Onun için kaçar yaşamdan, aşktan, öfkeden, sevinçten, kendisinden kaçar.
Ve sonra yaşam, hepimizi kendi sofrasında ağırlar.
İnsan; hayatı keşif etmeye, değişmeye başlar.
Hayatın özü değişimken değişmemek, dönüşmemek için direnmek bir çiçek tohumunun hayır ben büyümeyeceğim böyle kalmak istiyorum demesine benzer.
Değişmek, gelişmek insan olmanın anlamıdır, beyinde başlar; düşün karar ver ve uygula.
Hayat mazeretlere kurban edilemeyecek kadar kısa öyle ise durma, geçmişinle barış kendinle barış korkularınla yüzleş ve değiştikçe geliş.
Hayatın özü değişimken değişmemek, dönüşmemek sadece yerinde sayanlara göredir. Yoksa anlamlı yaşamak isteyenler değişimin ve gelişimin, yeni şeyleri keşif etmenin ve yaşamın en büyük macera olduğunu, yaşama verdiği enerjinin önemini bilirler.
Hayat bir maceradır derken burada devam eden bir macera, bilinmeyene doğru sürekli bir serüven var.
İnsanlar, mevsimler gibidir; yaşamadığımız sürece anlamayız nedir, neye kadirdirler...
Eğer bir fırtınada, çıkan fırtınaya teslim olursan arkasından açacak güneşten nasiplenemezsin yada sağanak yağan bir yağmurun ardından doğan yediveren gök kuşağını göremezsin...
Tıpkı kasvetli ve bulutlu bir havanın ardından kendini gösteren güneş gibi olabiliriz...
Mevsimler gibiyiz, hayatın bütünlüğünden vazgeçemeyiz, her mevsimin hakkını vereceğiz...
Düşe kalka,yana yana, gülerek,ağlayarak,insan yanımızla !
Değişimi inkar insanın kendini inkarıdır, kendine yapacağı en büyük haksızlıktır. Fiziksel, biyolojik, psikolojik değişimler hayatımızın dizgileridir.
Önemli olan her değişimin dönüşümünü, yaşantımıza faydalı eylemlere dönüştürebilmektir.
Her şeyin bir bedeli var derken şarkılar, değmez mi ''yaşamın'' yaşamak gibi bir anlamı varken, yaşamı kucaklamaya, kendin için, herkes için iyi bir şeyler yapmaya ve direngen bir umutla sevgiye sarılmaya,değmez mi?
Olcay KASIMOĞLU

Mışlı yaşamdan uzak yaşamak

İnsanca yaşamak için, gösterişe, baskıya değil; bilinçli özgürlüğe ve sevgiye ihtiyaç var.
Sorumlulukları bilinçli, komplekslerinden arınmış, yaşamındaki kötü deneyimleri, talihsizlikleri hayata fatura etmeden olgunlukla göğüsleyebilmeli insan.
Evet insan sadece sevilmek ihtiyacı içinde olmamalı.
Sevmek ,sevilmek,mutlu olmak ve mutlu etmek istiyorum diyorsa yaşamda bir duruşu vardır.
Ben buna yaşamın aşuresi diyorum, hepsinden biraz. Önemli olan o hepsinden birazla lezzeti yakalamak da marifet.
Bir insanın yaşama kattıkları, kültürü, ahlak anlayışı, ait olma bilinci kendine namuslulardan olmamalı.
Dünya, onun gözünde nasıl değerli ve kıymetli kılacağını bilir.
Yeter ki özündeki insan olma ve sevgi bilinci mışlı yaşamdan uzak anlamlı, yaşanılası olsun.
Ve görmesini bilene zifiri karanlıkta bile bir nokta ışık, umut vardır.
Hayatımıza giren insanlara yüreğimizden söyleyebileceğimiz en güzel dörtlük bu olsun...
Seni "Eğer" diye sevmedim
Beklentiler olduğu için.
Seni "Çünkü" diye sevmedim
Çıkarlar olduğu için.
Seni "Rağmen" sevdim
Her şeyinle olduğun gibi,
Her şeye "Rağmen"...
Evet, iyi bir insan olduğun için, her şeyine rağmen seviyorum, seveceğim diyebilmek; bence yaşamda ki en büyük ödüldür.
Olcay KASIMOĞLU

14 Şubat 2019 Perşembe

Az yada çok değil, güzel sevin !

Özgün, dingin ve yaşamaya değer ömürler, iç sesini dinleyen,gerçek istek ve ihtiyaçlarını fark edip; gereklerini yerine getirme cesareti gösterenlere özgüdür. Hiç yorulmadan, her yaptığımızı sanki yaşamımızın son eylemi imişçesine yapmak, anlatmak, bıkmadan...
Kapitalizmin sirkinde, paranın padişahlığında, bu günün tüccarlığa tezgah açmasına karşı olsamda, var olan bir gerçeği de göz ardı edemiyorum, burada kişi ve kişilere zorlama yok.
Ne olursa olsun;
Mutluluk, büyük isteklerin, şöhretin, paranın ve ihtişamın ardında gizli değildir.
Mutluluğu sağlayan en temel duygu, sevgi ve ona yol açan anlayıştır.
Yürek işlerinin pazarlık payı olmaz/ Sevgimiz yok hiç bir şeyimiz yok.
Belki de yeniden öğrenmemiz gereken budur...
14 şubat'ımızı ağırlayan reklamlara, vitrin şamatasına bakınca, asıl mesele; insanın bunu algılama, yorumlama ve uyarlama şeklinde.
İçten bir gülüşle, bir dokunuşla ”rengin, sesin” anlamını tazelemenin hiç kimseye zararı yok.
14 şubatın cinsiyeti de yok, sadece kadınlara özel bir günmüş gibi algı yaratılıyor. Asıl Sorun, maddeciliğe, şekilciliğe, gösterişe döktüğümüzde ”özel gün olmaktan” çıkıyor.
Önemli olan, sevgiyi korumak; anlamak, özen göstermek.
Sevgi, çoğu zaman: yaşanılan anları, anlamlı kılmaktan ziyade, bir beklentiye dönüşüyor. Birlikte yaşadığımız insanlardan, bizi her koşulda mutlu etmesini bekliyoruz. Bizim İçin bir şeyler yapmaları gerektiğine inanıyoruz. Bu bir yerde karşımızdakini bizim istediğimiz yola sokma çabasından başka bir şey değildir.
İstediğimiz bir kalıba sokarak kendi öz yapısını görmemezlikten geliyoruz. Bu karşımızda ki insana haksızlık getirdiği kadar, kendi varlığını yok saymakta denilebilir.
Buda ilişkilerimizde karşımızda ki insanı ne kadar özgün haliyle kabul ettiğimizi ortaya çıkarıyor.
Kendi içsel ilişki kalıplarımızın izin verdiği ölçüde iletişim kuruyor, beklentiye giriyoruz.
İletişim halinde olduğumuz insanlardan beklentilerimizin ayrımında olmak çok önemlidir. İnsanlar kendi istediklerini yaptırmak adına, karşısında ki insanın yaşam koşullarını, imkânlarını ve ne kadarına gücü yetebilir bunun farkın da değilse tam bir aymazdır.

Bunun yanında acı çektiğimizde, kızdığımızda yanlış anlaşıldığımızda dahi sevgi sunabiliyorsak; ruhumuzu huzura kavuşturmayı bilen, iç dünyasında kendisi ile barışık olmayı seçen ve düşünce biçiminde pozitifliği benimsemiş birey olma yolunda, biz sevgi adamı olmayı seçmişiz demektir.
Sevgi her zaman anlamayı da gerektirmez, sevgi bir akıştır. İçinde özgürlük, birey olma bilinci yoksa insana durmaz.
Ne olursa olsun, biz önce kendimizin içsel ilişki kalıplarını bilelim, kendimize ayna olalım.
İlişkilerde ki gerçek bağ, herkesin kendi olduğu haliyle, yapmacıksız bütünlüğe katılmasıdır.
Birçok insan, koyulan kalıplar ve denetimler altında sevdikleri insanları boğarak, engelleyerek, sevgiye sonsuza dek sahip olma yanılsamasını yaşarlar. Ve sonuç olarak darbe alır, zedelenir, yaralanır,tüketilir sevgiler.
Her insan kendi doğasına, duygu ve düşüncelerine göre seçim yapmak ister.
O zaman hayatı ve karşımızdakileri beklentisiz ve olduğu gibi deneyimleyebilmeyi öğrenmeliyiz.
Friedrich Nietzsche der ki, “Hediyelerle hak elde edilmez.” ona sevginizi hediye ettiniz diye o da size sevgisini sunmak mecburiyetinde değil. O nedenle alınganlık göstermek, kapris yapma, suçluluk psikolojisi yaratma hakkımızın olmadığını unutmayalım.
Her şeyden önce sevdiğiniz insanın, siz sevdiğiniz için size karşı borçlu hissetmesini gerektirecek bir şey yok. Sevgi gönülden vermedir, karşılık beklemez. Verirken böyle bir beklentiye girmek koşullu sevgidir, burada gerçek sevgiden bahsedilemez.
Bu dünyaya istediğimiz gibi gelmemiş olabiliriz ama istediğimiz şekilde yaşamayı, paylaşmayı öğrenebiliriz.
Paracelsus’ ne güzel demiş '‘Tıpkı gökyüzünde yıldızlaɾın olması gibi, insanın içinde de yıldızlaɾ vaɾdıɾ. Evɾende hiçbiɾ şey yoktuɾ ki benzeɾi mikɾokozmos’ta da bulunmasın.
Her toplumsal olayın bir kökeni vardır. Neden ne olursa olsun, nereden geliyorsa gelsin, eğer insanlık adına bir toplumsal değer olarak ”kazanım sağlıyorsa” bize de saygı duymak düşer.
İnsanın insan üzerindeki ekonomik, sosyal, cinsel, dinsel, etnik, vb. her türden baskı, şiddet ve sömürünün ortadan kalktığı ”Dünya Sevgi Günlerinin” karnaval havasında yaşandığı bir dünyada buluşmak dileğiyle…

Sanat İstikrarı Seviyor: Sevgiyi tanımayan adama, sevgiyi öğretmeye çalışıy...

Sanat İstikrarı Seviyor: Sevgiyi tanımayan adama, sevgiyi öğretmeye çalışıy...: Kişinin sahip olduğu düşünce tarzı, bakış açısını belirler !!! Ve kendisini bilmek; Kendisinde olanı bilmektir. Güçlü ve zayıf yanlarını bi...

Sevgiyi tanımayan adama, sevgiyi öğretmeye çalışıyorum...

Kişinin sahip olduğu düşünce tarzı, bakış açısını belirler !!!
Ve kendisini bilmek;
Kendisinde olanı bilmektir.
Güçlü ve zayıf yanlarını bilen ve onları kabullenendır.

Herkes kendi başının çaresine bakmaya başlayınca bireysellik zedelenmektedir.
Bağımsızlık, özgürlük tutkusu, hoşgörü, hakkaniyet duygusu gibi en beğendiğimiz insani özellikler bireysel olduğu kadar toplumsal özelliklerdir.
Sağlıklı toplumlar sağlıklı nesillerin yetiştirilmesinde daha etkin ve belirleyici olur. Gelişmemiş toplumlarda, bu süreç daha uzun ve yorucu.
Farkındalığı yaratmak çok önemli. Bunu başardığımız da birey olmayı ve kendi varlığımızın anlam ve önemini daha iyi kavrayabiliyoruz.
Bireyin kendine sahip çıkması ve kendini bir değer olarak görmesi de çok önemli..
Pek çok insan yalnız gördüğüyle dünyayı algılar, aldığı kadarıyla yorumlar.
Kararları kesin ve sorguya açık değildir. Kendi doğrularının mutlak doğru olduğuna inanır.
Bakış açılarının ekseni çok dar ve derin algılama ve sorgulamadan çok uzaktır.
İç dünyaları yavan ve sığdır. Bu tarz eksik bilinç algılamasına sahip insanlarla gönüllü bir paylaşım ve hoşgörü ortamı oluşturamazsınız.
Başkalarını incelediğimizde; deneyim ve tecrübelerimizle birlikte bilgin,
kendimizi incelediğimizde, aydınlanmış insanlar oluruz.
İlişkilerin kırılganlığını ve insanlar açısından taşıdığı önemi anladığımız zaman daha dikkatli ve özverili oluruz.
Başkalarının duygularını örselemeden onları anlamaya çalışırız.
Kendimize ve başkalarına kulak verdiğimiz zaman evrende bizi dinler...

Ne güzel demişti filmde Münir Özkul' umuz;
"Bak beyim, sana iki çift lafım var. Koskoca adamsın. Paran var, pulun var, her şeyin var. Binlerce kişi çalışıyor emrinde. Yakışır mı sana ekmekle oynamak? Yakışır mı bunca günahsızı, çoluğu çocuğu, karda kışta sokağa atmak, aç bırakmak? Ama nasıl yakışmasın! Sen değil misin, öz kızına bile acımayan, bir damlacık saadeti çok gören? Anlamıyor musun beyim, bu çocuklar birbirini seviyor ama ben boşuna konuşuyorum. Sevgiyi tanımayan adama, sevgiyi öğretmeye çalışıyorum. Sen, büyük patron, milyarder, fabrikalar sahibi Saim Bey!
Sen mi büyüksün? Hayır, ben büyüğüm! Ben, Yaşar Usta!
Sen benim yanımda bir hiçsin, anlıyor musun, bir hiç! Gözümde pul kadar bile değerin yok ama şunu iyi bil, ne oğluma ne de gelinime hiçbir şey yapamayacaksın, yıkamayacaksın, dağıtamayacaksın, mağlup edemeyeceksin bizi çünkü biz birbirimize parayla pulla değil, sevgiyle bağlıyız. Bizler birbirimizi seviyoruz. Biz bir aileyiz. Biz güzel bir aileyiz. Bunu yıkmaya senin gücün yeter mi sanıyorsun? Dokunma artık aileme! Dokunma çocuklarıma! Dokunma oğluma! Dokunma gelinime! Eğer onların kılına zarar gelirse, ben, ömründe bir karıncayı bile incitmemiş olan ben, Yaşar Usta, hiç düşünmeden çeker vururum seni! Anlıyor musun, vururum ve dönüp arkama bakmam bile!"
Uyuyan bilinç; toplum olaylarına duyarlı değildir.
Ben merkezcilik ve bencillik hakimdir. ''Bana dokunmayan yılan bin yıl yaşasın'' onun için en uygun baş slogandır yada anlamının doğurdu gibi duyarsız, insancıl olmayan yaklaşımlar içerisinde kendi dünyasını haklı kılmaya çalışır.
Eylemlerinden sorumlu bir varlık olmak, bir kişinin ne yapması gerektiğini belirlemeyi de içermektedir ki, bu da bilgi sahibi olmayı, güdüler üzerinde düşünmeyi gerekli kılar.
Yoksa körü körüne bir şeye inanmak onu doğru ve ahlaklı yapmaz.
İnsanın kendi değerleri kendini değerli kılar.
Bütün davranışlar değer yargılarına dayanır. Bunu yanın da tüm değer yargıları ya kendimize aittir ya da başkalarından edinilmiştir.
Bazen toplum içerisin de kendi değer yargılarımızdan ziyade başkalarının hoşuna gidecek rolleri üstleniriz. Bu rol modele o kadar aşına oluruz ki çoğu zaman bizim doğamız haline gelir.
Oysa; kendi değer yargılarımız, bizim kendi kişilik yapımızın temel taşları olmalı.
Genellikle çocuklukta edindiğimiz yargılara ömür boyu bağlı kalırız.
Şayet, kendimizin derinliğine aydınlanmasak orada kalır, yeniliğe, ilime, bilgiye kendimizi güncellemeden; hayatı seyrederiz.
Düşünme sistemimizde ki bu vesveseler/ kuruntular da bedenimizi, ruhumuzu çürütür !
Olcay Kasımoğlu