Translate

7 Mayıs 2018 Pazartesi

                                           BAZEN HER ŞEY O KADAR ANLAMSIZ GELİR Kİ…


“ İçimizdeki ıssızlığı doldurmaz hiçbir oyun. Korkarsınız sözcüklerden, sessizlikten, bakamazsınız aynalara…”
İnsanların eylemleri ve söylemleri hiç şüphesiz ki, hayatla olan ilişkilerinin rengini ve biçimini tayin ediyor. Şiir yazarken, okurken kalbim heyecanla çarpar.
 Her defasında, tekrar tekrar aynı duyguyu hissetmekten alıkoyamam kendimi. Aynı anda, o kadar çok şeye aşk duydum ki; çocuklarıma, aileme, acılarıma, olgunlaşmama, sevginin şifacılığına, göldeki nilüfere, gökteki kuşa, yerdeki ağaca. 
Sanatı, doğayı, insanı, yaşamayı seviyorum. Yazarken evrenle kurduğum bağı seviyorum.
 Kitaplara sarılmak, dostlarla konuşmak, yazıya oturup sonu gelmeyen cümleler kurmak, camdan dışarı bakıp şarkılar mırıldanmak, ruhuma dinginlik veriyordu. 
Böyle zamanlarda, her şey birbirinin yerini alıyor.
Bazen de, her şey o kadar anlamsız gelir ki, içimizdeki ıssızlığı doldurmaz hiçbir oyun. 
Korkarsınız sözcüklerden, sessizlikten, bakamazsınız aynalara. Boş bir çuval gibi, eski bir çerçeve gibi, hani unutsam her şeyi dersiniz. Yeni bir iklime, yeni bir kente, başımıza gelmiş bir felakete dayanmak ve katlanmak için silkelerken, bütün benliğimizi; bir anın, yalnızca bir anın, bütün bir hayatımızı nasıl kapladığını anlarız.
Bitmez sandığımız hayat, günü gelince sormadan alır kendini bizden. Bitmez sandığımız kadar uzun değilmiş diye şaşarız. Giden herkesin arkasından bakarak. Kirpiklerimizin birbirine değmesi kadar kısa olmasına bir kez daha şaşırırız…Kapattım defterimi, derin bir soluk aldım.

SİMURG OLMAK ZAMANI ROMANINDAN

Olcay Kasımoğlu

                                      DANS ET BENİMLE...


''Büyük bir acı insanları aynı sessizlik içine çekip almadıkça, arka plandaki ezgiyi, biri daha çok, biri daha az işitir..''



Sorunlardan, kendimize yaptığımız haksızlıklarla bu dünyadan göçüp gitmek, bu yaşama en büyük haksızlık değilde nedir ?

Hayatın kalbi bir ritimdir ve o ritim herkesde var, önemli olan o ritme yön verebilmek ve içimizde ki çocuğu kaybetmemek. Kilometrelerce bir yolculuk bile, tek bir adımla başlarken, yaşamak bu kadar güzelken ve saniyelere bağlıyken; neyin telaşında, neyin kavgasındayız ?

Yaşamı ıskalamadan hakkını vermek gerek, dönüşü yok yaşananların.
Yaşam içerisinde ‘hayatın anlamını’ hep uzaklarda ararız.
Yaşamı çok fazla ciddiye alırız, içine neşe katmayız. Ciddiyet ile eğlenmeyi, cesur olmakla temkinli yaşamayı ve bir çok şeyi birbirine karıştırırız.

Hayatın anlamını ertelemeden, anları yaşamayı kendimize yaşam rehberi kabul edersek yaşamın anlamına da hak ettiği değeri vermiş olacağız.

Fındık kabuğunu doldurmayacak sorunlarla hayatımızı heba ederken, yaşamın anlara bağlı olduğunu unutup, hep sınırsız zaman diliminde yaşıyormuşuz gibi nefesimizi gereksiz ayrıntıların içinde bitiririz.
Yaşam şansı elimizdeyken, hep amortiye oynarız.

Hayat bize her zaman fısıldar ”ömür dediğin bir nefes” bunu doğru anlamak tamamen bize kalmıştır, çünkü hayat ‘’olumlu bakışlarımızla’’ anlam kazanır.
Yaşamın anlamını sadece tek bir şeye bağlamak da çoğu zaman hayata haksızlıktır.


Olcay Kasımoğlu

3 Mayıs 2018 Perşembe


BİZ SEVMEYİ NE ZAMAN UNUTTUK...
İnsan, kendi öğretisinin tutsağıysa, ona yaşamdan nasıl söz edebiliriz ki?
Ne acıklı bunu görüp de haykırmamak
Ama anlamayanlara dil dökmek daha acı
Hiç ilişki kalmadı gerçekle söz arasında…


''Yönetenlerin söylemleri, yönetilenlerin suskunluğu'' ile
Yeryüzü çocukları pay edilirken kurtlar sofrasında,
Komut verenle komut alan bir-örnek,
ikisinin de dünya umurunda değil.
Pablo Picasso/ İnsanın kendi gerçekliğine yabancılaşmasını ne güzel tasvir ediyor.
Resim yağlı boya olmasına rağmen siyah beyazdır.
"Guernica nedir? Guernica tablosunun kısa hikayesi
Yıl 1937 yer İspanya , Francisco Franco başta ve kanlı bir iç savaş devam etmekte. Franco İspanya'nın kuzeyinde Hitler'e hava kuvvetlerinin yeni silahlarını bu bölgede bulunan, Guernica isimli köy üzerinde deneme izni veriyor.
O güne kadar görülmemiş şiddette olan bombalama sonrası Guernica yerle bir oluyor. O sıralar Paris'de yaşayan İspanyol sanatçı Picasso bu kanlı bombalamayı anıt boyutunda bir tuvale resmediyor.
Sanatçının resimde kullandığı semboller uluslar arası,böylece tüm dünyada olan savaşların dili oluyor bu tablo adeta.
Guernica'da, acı çeken insanlar ve hayvanlar ile kaos içindeki yıkılmış binalar betimlenmiştir.
Tüm sahne bir odanın içindedir, sol tarafta yer alan büyük gözlü boğa, kucağındaki ölü çocuğa ağlayan bir kadının üzerinde durur.
Resmin merkezinde acı içinde yıkılmak üzere olan, mızrakla vurulmuş bir at bulunur.
Atın burnu ve üst dişleri, bir insan kafatası şeklindedir.
Atın altında bir askerin parçalanmış cesedi vardır. Asker, üzerinde çiçeklerin büyüdüğü kırılmış bir kılıç tutmaktadır.
Acı çeken atın üzerinde, göz şeklindeki çıplak bir ampül parlamaktadır.
Atın sağ üst tarafında, bu vahşi sahnelere tanıklık ederek camdan içeri girmekte olan, korku dolu bir kadın figürü vardır. Kadın, elinde yanan bir gaz lambası taşır.
Korku içindeki bir başka kadın sağdan yalpalayarak merkeze doğru ilerlemektedir. Kadın, parlayan ampüle boş gözlerle bakmaktadır.
Boğanın, atın ve çocuk için ağlayan kadının dilleri olarak çizilmiş olan hançerler çığlıkları simgeler.
Atın ayakları altında ezilmiş asker figürü
Sağ uçta, dehşet içinde kollarını kaldırmış bir adam, yukarıdan ve aşağıdan ateşlerle sarılmıştır.
Resmin sağ ucunda, açık bir kapıyla sonlanan siyah bir duvar vardır.
Ortada sırtında mızrak olan at, insaniyetin kaba kuvvet karşısında pes edişini sembolize ediyor. Boğanın yanında belli belirsiz gözüken güvercin barışı temsil ediyor ama olanlara ağlamaktan başka yapabileceği bir şey yok. Atın yanına düşmüş sürücünün kırılmış kılıcı yenilgiyi sembolize ediyor..
Kucağındaki ölü çocuğuna ağlayan kadın
Tabloyu bir gecede yapan Picasso bir sergisi sırasında ''Bu tabloyu siz mi yaptınız'' diyen bir genarele '' Hayır, siz yaptınız'' demiştir.
Bazı eleştirmenler Guernica’yı 20. yüzyılın en önemli tablosu olarak görür. En ünlü savaş karşıtı tablo olduğuysa kesin. Guernica, sadece İspanya İç Savaşı’nın vahşetinin değil, modern savaşın neden olduğu ıstırabın da bir simgesi oldu."

Hiç kimse kendi içinde yaşamadıkça, başkalarının ruhundaki kıpırtıyı duyumsayamaz...

Olcay kasımoğlu
                       http://yenisoluk.com/saracak-sarsacak-iletisim/

                SAĞLIKLI BİR İLETİŞİM MUTLULUĞUN ANAHTARIDIR


Düşündüğünüz, söylemek istediğiniz,
Söylediğinizi sandığınız, söylediğiniz,
Karşınızdakinin duymak istediği, duyduğu,
Anlamak istediği, anladığını sandığı/ Sylviane Herpin
Günlük hayatta, iletişim içinde olduğumuz insanlarla değişik olaylar yaşarız. Kimisiyle birlikte çalışır kimisiyle de sadece selamlaşıp geçme şeklinde münasebetlerimiz olur. Bazılarıyla da dertlerimizi, sevinçlerimizi paylaşırız. Hayallerimizi, isteklerimizi anlatırız. Dostluğu, arkadaşlığı, kardeşliği, sırdaşlığı paylaşırız. Bazen de kırılırız birbirimize, yanlış anlaşılmalar yaşarız. Bütün bu yaşananlar içerisinde önemli olan samimiyet ve içtenliktir. Olaylara bakış açımız ve anlamaya niyetli olmak sorunların çözümünde en önemli noktadır. Gerçekten anlamak isteyen insan, hem duygusal zekasıyla hem aklıyla konuyu gerçek bağlamından saptırmadan, özünü yozlaştırmadan, karşısında ki kişiyi potansiyel suçlu ilan etmeden, yargılamadan anlamaya niyetli olmalı.
Sadece kendi penceremizden değil, karşımızda ki insanın da penceresinden bakarak objektif olabiliriz. Bize yanlış gelen onun doğrusu olabilir, hem kime, neye göre doğru ? Bir eğriden doğruya giden yolda olabilir, kim bilir! Hem bazen bazı şeylerin mantıklı bir izahı da yoktur. Yeter ki marazi ve psikopatlık derecesinde olmasın davranışlar.
İnsanın karakterinde mütevazılık, hoşgörü, hakkaniyet, cesaret, sabır, çalışkanlık, sadelik gibi vasıflar varsa, bunlar insanda güven uyandırır. Fakat bunların bir insanda olması sağlıklı bir ilişkinin ve iletişimin devamı için yeterlimidir ? İyi insan olmak, her zaman doğru davranacağımız anlamına da gelmez. Çok zeki, medeni ve çağdaş düşünen bir insan olabiliriz. Yeri gelir çok ince bir detayı görmeyiz. Başkası açısından taşıdığı hassasiyeti anlayamayız. Kaldı ki çok önemli olmayabilir de üzerinde durduğumuz şeyler. İnsanız ve sevdiklerimiz için bazen hiç istemediğimiz şeyleri de yaparız. Yaptıklarımız, söylediklerimiz bazen kendimizi aşar, fazla kasmaya gerek yok, insanız.
Her istediğimi söylerim, her istediğimi yaparım diye bir dünyada yok. Kaldı ki böyle bir anlayışın içinde samimiyet ve içtenlikte yok. Birini eleştirirken yada size yanlış gelen bir davranışı onaylamadığınızda önce kendinize bir bakın acaba ben on numarayıyım, benim hiç mi eksikliklerim yok, karşımda ki insan ve insanlar beni severken hep iyi yönlerimden dolayı mı seviyorlar? Onaylamadığım yada anlayamadığım bir davranıştan dolayı onu yargılamam, hoş görmemem onu kötü biri mi yapıyor.? Liste uzar gider. Amacınız ilişkiyi bitirmekse, yaşamınızdan çıkarmaya niyetliyseniz karıncayı fil yaparsınız. Yoksa, insan eksileriyle, artılarıyla bir bütündür. Sevgi dolu insan olun, iyi niyetli olun yeter.
Bunun yanında hiç kimse kusursuz değildir. İnsanız, zaaflarımızla, tutkularımızla, hatalarımızla, sevaplarımızla, dedik ya her şeyden önemlisi samimiyet ve içtenlik. Özellikle ikili ilişkilerde her zaman olmasa da bazen duygusal zeka ağır basar. Bütün ilişkiler nihayetinde güven ve samimiyet üzerinden anlam ifade eder. Ne olursa olsun hepimiz insanız, bazen doğru olmadığını bilsek de Müslüm Gürses’in ‘’Sev Beni’’ şarkısında olduğu gibi içten ve korkusuz bağırırız sev beni. Yeter ki sevmeye ve geçinmeye niyetiniz olsun. Bütün yanlış anlaşılmaları, huysuzlukları tuzla buz edersiniz.
Kendinize kusursuz bir insan arıyorsanız, yerin altı bunlarla dolu. Güvenin ve sevin, sağlıklı sevgi bilincine sahip çıkan çok az insan kaldı günümüzde. Çoğunluk, söylemlerin peşinden gidiyor. Sevgiyi kutsamak yerine, gösteriş ve şatafat içinde bir yaşamı insan kardeşlerinin gözlerinin içine sokuyor. Sevgiden bıkıyorlar, sıkıldım diyorlar, nasıl olsa ortalık benim gibi sıkılanlarla dolup taşıyor yani sıkılanı karşılayan da, uğurlayan da çok. Kimse sevginin diliyle konuşmuyor. Sadece sevin ya sevin, bu kadar kasıntı niye ? Sevdiğinize seslenmek için başka sözcüklere de ihtiyaç yok, sade ve duru olun yeter. Sevdiğinizi marazı değil sıcak, sımsıcak kıskanın, sağlıklı kıskanmayı bile özgürlüğe müdahale olarak algılayanlarla bir daha istişare edin, görmüyorlar sevginin özünde ki balı ve çeşit çeşit çiçekleri, oynaşan kediler gibi sokulgan kelimelerin kıymetini.

Değil mi ki gönül ilişkilerin pazarlık payı olmaz yoksa eksik ve yavan kalır. İnsan duyguları naiftir, incedir, esnektir. Esnek olduğu için hoşgörü ve anlayışla beslenir. Sadece mantık ve akıl yoluyla açıklarsanız esnekliğini yitirir, sevginin devinimi ticari bir birlikteliğe döner. Anlaşılır olmak çok büyük bir lezzettir. Her ilişki özen ve itina ister.
Anlaşılır Olmak
Dünya yeterince karışık, gelin anlaşılır ve tutarlı olalım. Birlikte olduğumuz insanlar kendilerini güvende hissetsinler. Anlaşılır olmak hayatta yeni fikirlere açık olmayı kolaylaştırır. Sağlam ve anlaşılır olmak, insanların güvenle bir arada çalışmalarını, risk almalarını ve kendileri olmalarını sağlar. Anlaşılır ve tutarlı olmak karşımızda ki insanlara rahatlık hissi verir, güven duygusu sağlar. Bunun için akıl oyunlarına ihtiyacımız yok. Samimi ve içten olmak yeter.
Ne kadar ayrı fikirlerde olursak olalım insanları birleştiren duygulardır. Sevgi her zaman hissettiğimiz, özgürlük ise her zaman istediğimiz bir şeydir. Özgürlük öğretileri ve toplumdaki sözleşmelerimizi yener. Kesinlik akılla açıklanabilir ama duygular taşıyan insan karşısında, kesinliğin hiçbir kıymeti yoktur. Sevgi bir düşünce ürünü değildir, sevgi bir zeka oyunu da değildir. Sevgi nesnelleştiğinde, bir metaya ve ego tatminine döndüğünde bütün mecrası değişir. Özellikle sevgiyle kurulan bağlarda en etkili iletişim gönül birliğidir buda nihai noktada hayat birliğini oluşturur burada samimiyet yoksa gönüldaşlık olmaz.Üstüne basın, adına çağdaşlık denilen safsata içi boş söylemlerin.
Bütün ilişkilerde olumsuz diye nitelendirdiğimiz davranışları kişiye yamamadan, kişiselleştirmeden tamamen teorik düzeyde anlatmak önemli. Özellikle ikili ilişkilerinizde anlaşılmadığınızı, yanlış anlaşıldığınızı hissediyorsanız bunu sadece mantıkla izaha gitmeyin lütfen. Sevdiğiniz ve değer verdiğiniz biriyse anlamaya çalışın. Duygusal iletişimin yoğun olduğu gönül ilişkilerinde bazı şeylerin mantıklı bir izahı yoktur.
Kendini insanlardan bir insan olarak görmek bütün egoları, meziyetsiz meziyetleri siler temize çeker. Birde açık iletişimde açık sözlü olmakla, patavatsız olmayı birbirine karıştırmamak lazım. Herkese sevgi, saygı ve samimiyetle muamele etmek Hz. Ali ne güzel demiş: “İnsanlar içinde bir insan ol.” Sade, yumuşak ve sevecen.
Dinlemesini Bilmek ve Anlamak İçin Dinlemek
Kendimizi ve doğayı tanımak için, duyguları, düşünceyi ve eylemi uzlaştırmak için, bireysel ve toplumsal yaşamı uyumlaştırmak için, bencilliğe karşı cömertliği anlamak ve yaşamak için, ayrımların karşısına bütünleşme fikrini koyarak; hoşgörü, sevgi, anlayış, saygı gibi değerleri anlamak ve yaşamak için, yaşamın bilinçli bir kaşifi olabilmek için, daha iyi bir dünya ve iyi bir yaşam için; insan olduğunun farkına varan, maddi ve manevi faaliyeti sırasında hem kendi hem de toplum hayatının şartlarını oluşturan motivasyon ve eğilimlerini iç çatışmaları azaltacak şekilde örgütleyip kaynaştıran; diğer kişilik ve karakterlere karşı uyumlu davranış sergileyen, başkalarını türlü açılardan ve değişik yöntemlerle değerlendirebilen kişilikli insanlara ihtiyacımız var.
Ve dinlemesini bilen insan, sorunların tespiti ve çözümünde daha az hata yapar. Dinleyerek daha iyi gözlemler yapar. Farklı bakış açıları edinir. Ön-yargıdan uzak objektif kararlar verebilir. Problemlere yeni çözüm yolları bulur. İnsan kendi iç sesini dinlediği zaman başkalarının sesine de derinlik kazandırır. Empati yeteneğini geliştirir. Başkalarını duygu ve düşüncelerine, kim olduğuna ve neler yaşadığına daha derinlemesine yaklaşır.
Kendimizi dinlediğimiz de güçlü ve zayıf yanlarımızı keşif ederiz böylece başkalarının da artı ve eksilerine yaklaşım tarzımız değişir. Daha insanı bakış açıları kazanırız. Dinlemek öze inmektir, bakılan ama görünmeyenlere dokunmaktır. Karşımızda ki insanlara gönül gözüyle dokunduğumuz da biz onun en yakını oluruz. İnsanların duygularını anlamak kendimize olan güveni artırdığı kadar başkalarının da bize güven duymasına neden olur. İlişkilerin kırılganlığını ve insanlar açısından taşıdığı önemi anladığımız zaman daha dikkatli ve özverili oluruz. Başkalarının duygularını örselemeden onları anlamaya çalışırız. Kendimize ve başkalarına kulak verdiğimiz zaman evrende bizi dinler.
Yoksa, neden ve niçinlerle, endişe ve kuruntularla geçen bir yaşamın değer ve anlamı ne kadar olabilir ? Mutluluğu sağlayan en temel duygu, sevgi ve ona yol açan anlayıştır. Belki de yeniden öğrenmemiz gereken budur…
Olcay Kasımoğlu
                         ÖLÜ OZANLAR DERNEĞİ
            http://www.altyazilifilmizle.org/olu-ozanlar-dernegi-izle.html

Sinema hiçbir şeyi değiştirmez; ama insanların bir çok şeyi anlamalarını sağlar. Dünyayı değiştirecek olan şey filmler değil, o filmleri izleyen insanlardır.”Krzysztof Kieslowski
Çok uzun zaman önce izlediğim bir filmdi, ”Ölü Ozanlar Derneği” tekrar izleme şansına sahip oldum. Ölü Ozanlar Derneği filmi Willams’ın unutulmaz filmlerinden.
N.H. Kleinbaum’un romanından derlenen film; kalıplaşmış yapıyı, düşüncenin sığlığını ele alıyor. Özellikle öğretmenlerin, öğrencilerinin yaşamlarında, sıkıntılarla ve engellerle baş edebilme konusunda belirleyici ve önemli bir unsur olduklarını sanırım çoğumuz biliyoruz. Kendileri de bazen sisteme uymak zorunda kalsalarda, değiştirebildikleri, yenileyebildikleri beyinler gelecek için birer umut ve toplumun gelişmesine vesile olacaktır.
Filmin repliklerinden bir kısım:
”Pitts: “Henüz vaktin varken tomurcukları topla.
Zaman hala uçup gidiyor.
Ve bugün gülümseyen bu çiçek,
yarın ölüyor olabilir.”
Keating: Sağ olun, Bay Pitts.
“Henüz vakit varken tomurcukları topla.” Bu duygunun Latince ifadesi, Carpe Diem. Ne demek olduğunu bilen var mı?
Meeks: Yaşadığın günü kavra.
Aptalca hayaller peşinde koşmayan bir kalp gösterin, ben de size mutlu bir insan göstereyim.
Keating: Yaşadığın günü kavra!
Henüz vakit varken tomurcukları topla. Yazar bunu neden yazmış?
Öğrenci: Acelesi var.
Keating: Bilemediniz. Ama önemli olan yarışmaktı. Çünkü hepimiz solucan yemi olacağız, arkadaşlar! Buna ister inanın, ister inanmayın, her birimiz bir gün nefes almayı kesecek ve öleceğiz. Şimdi öne doğru bir adım atın. Ve geçmişten gelen bu yüzleri biraz inceleyin. Onlara daha önce ciddi olarak bakmadınız. Sizden pek farklı değiller. Aynı saç modeli. Tıpkı sizler gibi hormonlara sahipler. Sizler gibi yenilmez hissediyorlar!
Dünya onlar için bir istiridye. Çok büyük şeyler başaracaklarına inanıyorlar. Sizler gibi gözleri umutla dolu. Peki yapabileceklerini yapmak için yaşamaya acaba çok geç mi başladılar? Çünkü bu oğlanlar artık çiçeklere gübre oldu. Ama eğer dikkatle dinlerseniz size fısıldadıklarını duyarsınız. Yaklaşın. Dinleyin! Duyuyor musunuz? Carpe… Carpe… Carpe Diem… Yaşadığınız günü kavrayın, çocuklar. Hayatınızı olağandışı yapın!

Neil: Eğer biz gölgeler haddimizi aşmışsak, her şeyin tatlıya bağlandığını düşünün. Aslında bu görüntüler oluşurken, siz kazara burada bulundunuz. Bu zayıf ve garip tema, bir rüyadan başka bir şey olamaz. Baylar, hemen üzülmeyin. Siz affederseniz, her şeyi düzeltiriz.
Çünkü ben dürüst Puck’ım. Ve haksız yere şanslıyım. Şimdi ejderin dilini kazıyacak her şeyi tatlıya bağlayacağız. Aksi halde, Puck’a yalancı deyin. O yüzden hepinize iyi geceler. Bana elinizi verin dost olalım. Ve Robin her şeyi tatlıya bağlasın.” Katı kuralların, katı eğitmenlerin, çocuklara hiç bir şey katmadığını ve gelecek düşlerini de ellerinden aldığını biliyoruz..
Oysa; bay Keating, öğrencilerine, kendi duvarlarını aşmalarını, kendi kabuklarını kırmalarını sağlar. Onlara, özgürleşmenin dıştan değil içten dışa doğru olduğunu öğretir.
Hayatın bütününe baktığımız zaman George Charlin’in de söylediği gibi;
“Hükümetler, eleştirisel düşünebilme kapasitesi olan bir nüfus istemezler.
Onlar yalnızca makineyi çalıştırabilecek kadar, zeki ve içinde bulundukları durumu kabul edecek kadar aptal olan itaatkar işçiler isterler.”
Ne olursa olsun, insan yaşamı değerlidir ve öncelikler konusunda topyekun bir hesaplaşmaya ihtiyacımız var. Bireysel olarak ışığımızı korumamız gerekiyor.  Olanı doğru değerlendirmek karamsarlık olmadığı gibi, iyi olanı korumak ve umut da hayalperestlik değildir. Olanı tüm yalınlığı ile görmek ve anlamak, iyi bir kalbi ve umudu korur.  Eğer iyi kalbi, umudu ve her şeyden önemlisi şefkati ve cömertliği koruyamazsak acı çekenlerden olacağız.
İnsanlığın başına gelen kötü olayların en önemli iki sebebi var, ”Açgözlülük ve kibir.” Bunlar ise, neyin eğri, neyin doğru olduğunu ayıramayan bir cehaletten besleniyor. Kendimizi ve aklımızı cömertlik ve şefkat ile koruyalım. Merak etmeyelim, bu karanlık inanılmaz bir aydınlığa gebe. Kalbimizi ve aklımızı arındırmayı sürdürelim. Sadece eleştirmeyelim, sürekli yakınmayı bırakalım. Ya kabul edelim ya da eyleme geçelim. Tüketime kanmayıp, sadece doğru değerleri satın alalım. Maddeye değil, deneyime ve içsel ilerlemeye yatırım yapalım.
Kötülükle, mülkiyet aşkıyla, hırslarla, egolarla yaşam huzurlu bir dinginlik vermiyor insana ! Yaşamak için gözlemlemek, gözlemlerken yenilenmek, yenilenirken ilerlemek gerekir, ancak o zaman ön yargılarımızdan arınabiliriz. Arınan insan özgür insandır, özgür insan kendini yeniler, vicdanının sesine kulak verir. Kaldı ki özgürlük kendini bilmektir, farkındalıktır, onurlu yaşamaktır.
Ön yargıdan, inat ve kibirden uzak, evrensel değerlerin kendine yer bulduğu akıllı insan bahçesidir. Arkasından koştuğumuz bir yudum yaşam… Belki de her daim gerisinde kaldığımız şey…
Oysa;
Bilince, bakışa ve suskunluğa, bir tek yürek ve vicdan yeter.
Kaldı ki bu dünya herkes için.
Mesele bu kadar açık ve net…

#Olcay Kasımoğlu

HAYAT YAŞAMAYA DEĞER

Kötü yaşarım korkusuyla, hiç yaşanmadan biten hayatlar var.
Evren hareketi sever, hiç bir şey yapmadan seyredenlere, üretmeden mazeret üretenlere bir şey katmaz.
Sığ düşünceleri bize empoze eden zihniyete ”bilgi çeşitliliğimizle, derinliğimizle” karşı çıkabiliriz.
Kalemlerimizin uçları, nar çiçeği tazeliğinde sesleniyor bize;
Ağaç ekelim, savaşlara hayır diyelim, din bezirganlarını yeryüzünden silelim.
Eğitimi cehalete teslim etmeyelim, cinsiyet ayrımcılığını yok edelim.
Vicdani hür, aklı hür eğitmenler yetiştirelim.
''Irk, din, etnik, renk, dil, cinsiyet'' bunlarda aranmaz doğruluk.
Dünya üzerinde, iyi insan kötü insan, faydalı insan faydasız insan vardır.
Öğretelim çocuklarımıza, insan değerinin etiket fiyatı olmadığını.
Farkında olmalılar; kendisinin, hayatın, olayların, sanatın ve yaşamın.
Gidişatın Farkında Olmalılar; yoksa nasıl aydınlanacak dünya ?
Çocuklarımıza, ''aydın,aydınlanmış, mutlu, sevgi dolu'' olmayı öğretelim...

Olcay Kasımoğlu
Hepimiz aynı yollar dan olmasa da aynı niyetin durakların da nefesleniyoruz,sonra sonrası...


''ÜÇ ŞEY..
Alsa geri dönmeyecek üç şey:
Zaman, sözcükler ve fırsattır.
Hayatta hiçbir zaman kaybedilmemesi gereken üç şey:
Barış,umut ve dürüstlüktür.
Hayatta en değerli üç şey:
Sevgi,kendine güven ve arkadaşlardır.
Hayatta hiç emin olunamayacak üç şey:
Düşler,başarı ve zenginliktir.
Hayattta insanı geliştiren üç şey:
Çok çalışma,samimiyet ve başarıdır.
Hayatta insanı mahveden üç şey:
Cesaretsizlik,gurur ve öfkedir.''
Bunların farkına varmak ta bir ömür alıyor.!..

#Olcay.

2 Mayıs 2018 Çarşamba

Topraktan,
Ateşten ve demirden
Mavi eller tırpan olsun zulme
Hiç bir şey insandan daha önemli değil

Çağımızın güvensizliğine karşı durabilmemizi sağlayacak yöntemler bulmak, içimizde ki güç merkezini ortaya çıkarmak gerekiyor.
Bunun içinde; inandığımız, güven duyabileceğimiz değer ve amaçlara ulaşabilmemizi sağlayacak içsel bütünlüğün, kültürle yaşama dokunmuş bilincin, mücadele ruhuyla beslenmiş cesaretin, kendini bulmuş benliğimizin ”özgür ve özgün” olması gerekiyor.

Ne güzel demiş;
Kadın inci gibidir Isabel. Bazen senelerce, bazen de bir ömür boyu bir istiridyenin içinde saklar kendini. Fakat bir kez gün ışığı gördü mü çabucak unutur geçmişini. Geçmişte ne kadar saklanmışsa o kadar seyredilmek ister; ne kadar kapalı kalmışsa o kadar açığa çıkmak ister. İşte o an çıkıp geldiğinde artık ona kimse mani olamaz. Kendi bile...

İnsan bir şeye gerçekten gereksinim duyuyor ve istiyorsa, bunu ona sağlayan şey rastlantı değildir; kendi içindeki istek ve zorunluluk onu çekip, istediği her ne ise ona doğru götürmüştür.

Aslında, dışımızda gördüğümüz şeyler de içimizdekilerin aynısıdır.
Bu gerçeğe bu kadar aykırı bir yaşam sürmemizin nedeni, kendi dışımızda ki her şeyi gerçek sayıp, içimizde ki dünyaya söz hakkı vermememizdir.

Oysa insan bir kez işin bilincine vardı mı, çoğunluğun izlediği yolu seçmesi diye bir şey söz konusu olamaz. O zaman bunu kader, yazgı diye de kabul etmez. Yeter ki bir kez olsun içinde ki dinamiklerle yaşamını buluştursun.

Olcay Kasımoğlu
YAZMAKLA BİTER Mİ BU ÇİRKİN DÜZEN/ ŞİDDETİN HER TÜRLÜSÜNE HAYIR!
Kadın, üzerinde siyası otorite kuracağınız bir denek de değildir. 
Kadın insan, eş, arkadaş, dost ve annedir
Kadın; politik, dini bir simge değildir. 
Kadın önce insan, sonra kadın, eş, arkadaş, dost ve annedir.
Ve ne hikmetse ''ülkemizde'' namus denilince, akla hep kadınlar geliyor.
Oysa ahlak, sadece ''örtünmekle'' kazanılan bir değer değildir.
Kaldı ki ahlak anlayışı, dinin tekelinde olan bir değerde değildir.
''Ateist bir insanında ahlaki algısı ve değerleri vardır.
Namus; insanın vicdanıdır, namus kimsenin tekelinde değildir.'' Sahi, namus kavramı neden hep kadın üzerinden kurgulanmaktadır ? Dünyada; namusu kadının bedeni üzerinden tanımlayan eril zihniyetin; algıladığı, yargıladığı fikir ve düşünce yolculuğunda, nasıl bir adalet ve hakkaniyetten bahsedilebilir ?
Peki "namus" ne demektir, bir ölçüsü, kıstası var mıdır, toplumdan topluma değişir mi ?
Bir toplum da, namus; kanun, nizam, dürüstlük, doğruluk,edep,fazilet gibi değerleri ifade ederken, neden hep kadın üzerinden bu değerler ifade edilir?
Namus; cinsiyet üzerinden mi değer kazanır, yoksa adam gibi adam olmakla mı değer kazanır ?
Sahi Nedir Namussuzluk ?
Kirli, dekolte beyinlerin; ak bedenler üzerinden, yüreklere hançer indirirken, hayalleri tüllerinden ayırırken, çocuk bedenleri cinsel obje gibi görürken hangi namustan bahseder bu insanlar ?
En büyük namussuzluk Allahın verdiği cana eziyet değil midir ? 
Çalmak, yalan, dolan, iftira buda bir namussuzluk değil mi ?
Bu nasıl bir çelişkidir ki, yamanmak istenir kirli emellerin tezgahına, yalan gülleri yeşersin de kör etsin bizi, görmeyelim namussuzların dünyayı nasıl zehirlediklerini !
Günümüz dünyasın da namus kavramı öylesine iki yüzlü ve öylesine pervasız ki bu kavramın içini, insanlar nasıl bu kadar boşalta-bilmişler diye şaşırıp kalıyorsun.
Kadınların yaşamak hakkı erkeklerin elindeymiş gibi... Oysa akıllı ve vicdanlı kadınlar her şeyin farkında, sadece toplumsal örf ve adetlerin getirdiği toplumsal ahlak yasaları ''kadınların ayağını bir pabuca sığdırıyor, canı acımış acımamış'' kimin umurunda !
Namus; sadece cinsellikle, törelerle ölçülebilecek bir kavram değildir. 
Etrafımız da namus dedektiflerine bakınca aklıma bir anekdot geliyor.
Napolyon'a düşmanlarından biri "siz para için savaşıyorsunuz biz onurumuz için" demiş
Napolyon cevap vermiş, "herkes kendinde olmayana ulaşmak için savaşır"
Rahat bir vicdan, namus ve erdem ancak ''namusu kadın cinselliğine bağlayan anlayıştan'' çıkardığımız da korunabilir.
Çünkü, herkesin "bir" ve "eşit" olduğunu anlayamayan insanlar, namusu cinsellikle tarif ederler. 
Buda vicdanı, yardım severliği, iyiliği ve ahlakı yok saymak değilde nedir ?
Olcay Kasımoğlu

Kim çalıyor uykularımı
Nasılda soluk soluğa kalbim/  Düşbaz...

"İnsan vatanından başka nereye gider" diye sormuştu Kavafis. Fotoğraftaki kişi 70 yaşındaki Mohammad Mohiedine, Halep'ten. Bombardıman sonucu harabeye dönen evinde müzik dinliyor, piposunu içiyor, içi ve dışı sorularla dolu. 
Fotoğrafı AFP'den Joseph Eid çekmiş. 
Şüphesiz ki bir film karesi olsa dünyanın en etkileyici sahnesi olurdu ama yaşamın içinden gerçek bir kare..''

Zaman, büyük adamlar ve küçük karakterlerin; yüksek karlar ve sığ ilişkilerin zamanı olsa da'' bizler birer makine değil, insanız.
Kendi içinde enginliği ve derinliği olmayan, insana durmayan, ırkçı,faşizan, güzelliği sabote eden her türlü düşünce ve ideoloji değişmeli.

Yaşamın köhne alışkanlıklarına bağımlı olmak, sınırlara ve öğretilere boyun eğmek doğaya aykırıdır.
Dünyayı özgürleştirmek, hırstan, nefretten, kibirden, hoşgörüsüzlükten kendimizi arındırmak için, sağduyulu bir dünya için çalışmalıyız.
Unutmayalım ”Yalnızca dünyayı aşmış olanlar” iyi bir dünya yaratabilirler.
İyi bir dünya ”Mutlu ve dingin insanlarla” süreklilik arz eder.

Olcay Kasımoğlu

1 Mayıs 2018 Salı



KENDİYLE BARIŞIK BİREYİN PORTRESİ

Her an bir umutla
Her an bir ışıkla
Ve her son bir hüzünle perçinlenirken
Binlerce kök salarak kavramalıyız hayatı yeniden...
''Simurg olmak zamanı'' kitabımdan...
''Gençken bağ kurabileceğin birçok insan olacak sanıyorsun. Sonra bunun hayatta sadece bir-kaç kez olduğunu anlıyorsun.''
Yıllar boyu gerek özel yaşamımda, gerek arkadaş çevremde, geçmişe takılmak yerine, olumsuz koşulları aşmayı bilen, bireysel gelişimlerine önem ve öncelik veren insanlar tanıdım. Bu insanlara saygı, sevgi ve hayranlık duydum.
Bu insanların ortak noktası; kültürlerini arttırmak ve bilinçlerini geliştirmek için verdikleri çaba ve emek ile ezberci eğitimin dışında kazanılan bir yaşam deneyimiydi. Bu sadece diplomayla, etiketlerle yada parayla kazanılacak bir şey değildi. Kültür, insanın ve yaşamın kalitesini arttıran en önemli unsur ve bir yaşam manifestosudur.
Yaşamı anlamak ve kendiyle barışık yaşamak isteyen her insan da mutlaka belli bir kültür birikimine sahip olmalıdır.
Birikim yollarından aklımıza ilk gelenler gözlemek, dinlemek, okumak ve yaşamaktır.
Bu dört ana unsur birbirlerini tamamlayıcı etkiye sahiptirler. Bu etkiler aynı zamanda kendiyle barışık bireyin portresinin nasıl olabileceği üzerine bize farklı bakış açıları sunar.
Öncelikle birey olmak nedir ?
”Kendinin farkında olmak, kendi değerlerinin bilincinde olmak, olumlu ve olumsuz yanlarını, davranışlarını değerlendirebilmek, çevresi ile ilişkilerinde kendi varlığını duyumsamak, yanlışlarını kabul edebilmek, sorumluluk alabilmek, aldığı sorumluluğu taşıyabilmek, çevresiyle ilişkilerine doğru mesafeler koyabilmek, başkalarıyla ortak çalışmalarda yapıcı bir verimliliği paylaşabilmek, kendini kontrol edebilmek, demektir.”
Yaşamdan heyecan duyup, ondan alabileceği her şeye istek duyarak yaşamak ve yaşamın her yönünü yaşamaya çalışarak, ondan alınabilecek her şeyi almaya çalışmak, sağlıklı bireyin portresini oluşturur.
Belirli koşulların değiştirilmesi gerekiyorsa hemen işe koyulur ve yaptıklarından hoşlanır… Hastalık, dedikodu, mal-mülk, şan, şöhret vb… bunlardan sürekli şikayet ederek ya da “keşke böyle olmasaydı” diyerek zamanını boşa harcamaz… Yaşanmış ve bitmiş olan olaylar ve kötü duyguların geçmişi değiştiremeyeceğini bilir.. Geçmişten pişmanlık duymaz: “neden bu işi şöyle yapmadım” veya “utanmıyor musun?” gibi aptalca sorularla başkalarının suçluluğu seçmesine çabalamaz. Geçmişten ders almanın, ondan şikayet etmekten daha yararlı olduğunu bilir….
Kendiyle barışık birey;
Ailesine karşı güçlü bir sevgi bağı olmasına rağmen tüm ilişkilerinde bağımsız olmaya özen gösterir. Özel yaşamına değer verir. Sürekli sevgili değiştirmez, aşk konusunda seçicidir aynı zamanda derin ve duyarlı aşk yaşar.
Sevdiği insanların bağımsız, kendi tercihlerini yapan, kendilerine güvenen insanlar olmalarını ister. Olgun bir ilişkide bağımlı olmayı kesinlikle reddeder, dürüst konuşur, üsluba önem verir, nezaket ve incelik dolu bir ruha sahiptir. Bütün ilişkilerin özen ve itina ile; hoşgörü ve samimiyetle, gönül tokluğuyla beslendiğinin farkındadır. Başkalarının gözünde aramaz değerini..Toplum yaşamının önemli bir parçası olduğunu bilir ve buna rağmen onun tarafından yönetilmeye ya da kölesi olmaya karşı çıkar. İnsan olduğunu ve bunun belirli nitelikler getirdiğini bilir. Kendine saygısı vardır, anlamsız ve öylesine yaşamaz. Ne istediğini bilmeyen, daldan dala sıçrayan, görünüşleri ayrı, içsel dünyaları farklı insanlardan mümkün mertebe uzak durur.
Özellikle:
”Bir dönem, psikolojide “duygularını serbest bırak, istediğin gibi yaşa, hoşlandığın şey iyidir, hoşlanmadığın şey kötüdür, zincirleri kır, duvarları yık, özgür yaşa” gibi süslü sözler çok itibar kazanmıştı.
Çağa hakim olan görüş; kişinin duygularını serbest bırakmasını öğütlüyordu. Bunun sonucunda bencil, kendini beğenmiş, tüketici genç tipi ortaya çıktı. Sorumluluk istemeyen, zevki kutsallaştırmış bu insan tiplemesine çözüm olarak, duyguları dengeleme yöntemi gerekliydi.”
Duyguların özgür olmasından önemlisi, duygulardan özgür olmaktı. Çünkü insanda kötülük yapmaya da müsait bir genetik altyapı var. O nedenle insanın duygularının denetimine girmesi değil, duygularını denetim altına alması gerekiyordu. Vahşi güdü ve dürtülerini bir atı ıslah eder gibi eğitmeliydi.
Kişisel gelişimde; kişiliğin yönetilmesi, dengeli tutum ve davranışlar büyük önem taşır. Ancak duyguların kontrolünde de denge gerekli. Fazla bastırılmış duygular kişiyi depresif yaparken, denetlenmeyip kontrolden çıkan duygular, hem kişilikte hem çevre ile ilişkide hasar oluşturur. İnsanın her zaman mutlu olmasını beklemek mümkün değil, bu doğru da değil zaten.”
İşte tamda bu nokta da, ne istediğini bilmeyen, daldan dala sıçrayan, görünüşleri ayrı, içsel dünyaları farklı insanlardan mümkün mertebe uzak durur, duruyorum.
Kendiyle barışık insan;
Olumsuz iklim koşullarından şikayet etmez. Doğayı ve doğal yaşamı sever. Kendisinin ve başka insanların duygu ve davranışlarını çok iyi anlar, anlayışla ve incelikle yaklaşır. Çoğu insanı yoran, üzen bir çok olaya gülüp geçer.
Bu onu duyarsız yapmaz aksine insanların kendilerine verilen zamanı boşa harcamalarına karşıdır. Gereksiz kavgalarda asla taraf olmaz. Başkalarının söyledikleriyle dolduruşa gelen insan değildir, gereksiz kavgalara asla girmez. Kavga etmekle, bir konu üzerinde tartışmanın farkındalığını bilecek kadar derinliği olan bir insandır. İnsanları görünümleriyle, makamlarıyla, statüleriyle yargılayan yüzeysel insan değildir. Bilir, özde güzel olanın, yüreğinin kısır ve yavan olmayacağını! Ve anlamak ile yargılamak arasında çok ince bir çizgi olduğunun.
Kendiyle barışık insanın;
”Kişilik şekillenmeleri içseldir ve sorumluluklarını başkalarına yüklemez. İnsanlar hakkında değil, insanlarla konuşur. Öz disiplinleri vardır, olay ve insanların kendi yargılarına oturması için bir takıntıya sahip değildir. Etkisiz olduğuna asla inanmaz: çocuk, büyük, hayvan, bitki, her şeyden ve herkesten öğrenir. Öğretmen değil, öğrencidir, ukalalık yapıp üstünlük taslamaz. Buna da ihtiyaç duymaz, sade ve anlaşılırdır.
Kendisini her şeyden önce insan olarak niteler. Kahramanları ya da putlaştırdıkları insanları yoktur. Herkesi insan olarak görür. Duygularınıza önem verirler, yanlarında kendinizi güvende hissedersiniz.”
Elbette ki herkesin sorunları vardır. Önemli olan bu sorunların bizi aşağıya çekmesine izin vermemek.
Ve mutluluğun, insanın değiştiremeyeceği şeyleri kabul etmesinde, değiştirebileceği şeyler için harekete geçmesinde ve ikisinin arasındaki farkı görebilmesinde yatıyor.
Görmeden bakan, duymadan dinleyen, hissetmeden dokunan, düşünmeden konuşan insanlardan uzaklaşarak;
Tabiatın en küçük kımıldanışlarını sezerek, hayatın sarsılmaz bir mantık ile akıp gidişini seyrederek, herkesten daha çok daha kuvvetli yaşadığını, bir ana bir ömür kadar çok hayat doldurduğunu bilerek yaşamak, dünyanın en büyük hazinelerinden daha değerlidir.
Böyle dostlarınız varsa tutkular ten olur, düşünce tenleşir/ Ruhlar özgürleşir, yok olur prangalar..
Yaşam demişken… yaşama ait olan bir pasajla bitirmek istiyorum:
“Biz,bizler sadece hoş olduğu için şiir okuyup yazmıyoruz. ''İnsan ırkının bir ferdi olduğumuz için şiir okuyup yazıyoruz; çünkü insan ırkının içinde coşkular vardır. Tıp, hukuk, ticaret, mühendislik yaşamak için gerekli olan asil birer meslektir; ama şiir, güzellik, aşk, sevgi…'' Biz bunlar için hayattayız.
''Hayatın anlamını arayan sorular, inançsızların sonsuz sırası, aptallarla dolu şehirler… Bunlar arasında yaşamanın anlamı nedir ki hayat?”
Cevap ver bana, cevap!
İşte cevap:
Siz buradasınız!
Hayat var ve hep olacak.
Basitçe “Her şey yolunda, biz yalnızca farklıyız, anlaşmak zorunda değiliz” der, hayat !''
Sokrates´ de der ki;
''İnsanlar barışır, deniz durulur,
Rüzgar diner,
Bir uykudur iner dertler üstüne..
Peki ya, sizin dizeniz ne olacak?''
Hayat, kirpiklerin birbirine değmesinden daha kısa, inanın bana.
Ben deneyimledim. Hamdim, piştim, pişmeye devam…ama yanmadan, kırmadan, dökmeden... Kendimizle barışık birey olmada, yaşamla birlikte hepsini gerçekleştiremeyebiliriz ama denemeye değer, kendimize inanalım yeter !
Kaldı ki konuşmak; her zaman iletişim kurmak demek değildir.
Hayatta asıl önemli olan; hala yaşıyorken ,asla geç olmadığına inanmaktır.
Okuduklarımdan bana kalan;
Hiç bir kitap bize ne düşünmemiz gerektiğini söyleyemez.
Düşünmek, anlamak anladığını yorumlamak önemlidir.
Hoşlukla, dostlukla kalın...







İşçileriz biz... Devrimcileriz biz... Çağ yenmeyecek bizi...
Söyleniyor özgürlük şarkıları
''Yarın yanağından gayrı
paylaşmak her şeyi derken'' bile
Biliyorlardı
Karanlıkta aydınlık ağırdı
Ağıtlar sessiz, kimsesizdi
Dünya;
Emeğe düşmanları bağrında tuttukça
Sefaletin ziyafeti bitmedi bitmeyecekti
Ete, kana, paraya o sefil doymazlıkla
Kendini satan bu kadar iblis varken
Kediler sofrasına tamah etmediler
Demokrasi İçinse Haklar,
Yaşasın 1 Mayıslar.!

29 Nisan 2018 Pazar



Christina's World (Türkçe: Christina'nın Dünyası) Amerikalı realist ressam Andrew Wyeth'in en popüler tablosu. Bu tablo aynı zamanda 20. yüzyılın popüler tabloları arasında da yer alır. 1948'de yapılmıştır, şu anda New York'ta bulunan Museum of Modern Art'ta (Modern Sanat Müzesi) sergilenmektedir. Tablo belden aşağısı tutmayan, büyük olasılıkla çocuk felci geçirmiş Christina Olson isimli bir kadının bahçesinde çiçek toplamak için sürünmesini gösterir. Christina Olson, Wyeth'in diğer tablolarında da yer alan bir karakterdir.
Wyeth, Cushing, Maine'da bir evde otururken bu tabloyu etkileyen bir sahne görmüştür. Christina'nın süründüğü yerin rengiyle evin etrafını çerçeveleyen yerin renginin birbirinden farklı olması, Christina'nın kollarının inceliği ve güçsüzlüğü tabloya tedirgin edici bir hava katmaktadır.



Tablonun ismi "İnci Küpeli Kız" olsa bile, benim odak noktam bu isimsiz kızın yüzüne ve bakışlarına kayıyor. Bende aynı etkiyi küpe olmadan da oluştururdu sanırım. Arka plan tamamen karanlık, bu da ister istemez odaklanma noktasını kıza çekiyor zaten. Sanki bir anlık seslenişle size dönüp bakıyormuş gibi, yüzünde sakin, durgun bir anın donmuşluğu var; masumiyeti yansıtırcasına. Bu dingin anın büyüsünün bozulmasından dolayı bir tedirginlik oluşuyor içimde.


 Bu tablo, anı dondurmuş, ancak her an kutsallık bozulacakmış gibi bir ötesi için huzursuzum. İlginç bir koruma güdüsü oluşuyor içimde. Yine de şekilsel güzelliğin yanıltıcı olma ihtimali de var; güzelliğin bir aldatmaca olabileceği kuşkusu barındırıyor içinde. (Çoğu zehirli bitkinin çok güzel bir deseni ve şekli olması gibi). Buna rağmen yine de temkinli bir düşünce için "insan"ın içindeki güzeli ve narin olanı koruma arzusunun bulunması bizler için bir kıvançtır, kanaatimce.

27 Nisan 2018 Cuma




Bazen;
içi gülen gözler
gül bahçesine götürür bizi
aşk kıblegâhı
aşka müptelâ
gülün özü gözler
düşünsene
ölüm döşeğinde bile
helallik sözü
bir bakışın içinde
bazen içimizi delen
sırlara saklı bir yürek
onulmaz yaralara merhem
bazen tamaşa eder
bilmecelere yatırır kendini
yaradılış gayesini çözmeye çalışır
bazen;
bütün duyguları kendine misafir
içinde güneş sarı sıcak
bazen kin kusar bir bakış
dağlara nispet
vakardan uzak
kibirli bir duruş
bir serzeniş, bir ağıt
görünmez dipsiz bir kuyu
bazen;
bir bakış
deşer yarayı kanatır sözleri
gönül titretir
yürek hoplatır
bazen;
yayla gözler
engelleri dümdüz eder
hayat iksiri
yüreğe akan
bazen;
göz ağlar
bu nasıl dünya
insanlar neden kula kul
içinde ki şehlâ gözler
ağlar gördüklerine ...


#Olcay Kasımoğlu.



 Şiir benim ruhumun mimarıdır😊
Çoğu zaman, gözlerimde ki şiirin ışığı kalbime sığmıyor.
Bazen kalbimin içinde yaşıyorum ''eskimeyen'' hep yeni kalan duyguların sağanağında kendimi temize çekiyorum.
Şiirin; yağmuruna, güneşine ve acılarına sığınmak ne güzel şey.
Alıp beni düş bahçelerine götürüyor... yürüyorum; yalın ayak, toprakla öpüşüyor ayaklarım, ruhum dinginleşiyor, arınıyorum dünyanın bütün kirlerinden.
İçime yaşam sevinci doluyor...
Düşümden daha büyük dünya bahçeleri yok, hepsi vehmim de güzel.
Bakmayın kalemin yarenliğinde su gibi akan, çoğu zaman aşkı sulayan dizelerime.
Herkes gibi benimde acılarım oldu ve hayatı yudumlayan sevinçlerim, vefasız dostlarla yürüdüğüm yolların ayrılması kadar o yollarda bana ahde vefayı yudum yudum içtiren dostlarım...
Şiirin içinde ki yolculuklarımda kimi zaman yüklenip bulutu yağdım toprağa, kimi zaman asi bir rüzgar oldum savruldum diyar diyar. Düşman kalelerini yerle bir ettim, ihtiyarladı silahlar, hiç bir değer parayla satın alınamadı, dizelerim de...
Zaman oldu ; yalanın, talanın, onursuzun, fesattın üzerine dizelerimle baş kaldırdım.
Kiminin gözlerinde içtim güneşi kiminin mavi saçlarında yıldız oldum kimi zaman da anılar bahçesinde yaşsız bir kalple hayata gülümseyen bir albümün yüzü...
Diyar diyar sevda üfledim dizelerime, üfledikçe aşkdan başka bir şeye inanmıyorum.
Dizlerimde ki bütün kokular aşktandır.
Aşk bizim içimizin nakışıdır...
Acıyı da aşka yatırdım, sabahına umutla uyansın diye !
Şiir benden ne kadar çekerse çeksin;
Toprak kokusu olmayan yağmur, tuzsuz bir yemek, kafeinsiz kahve, yolu olmayan bir dağ, mavisiz gökyüzü, dalgasız deniz, aşksız hayat nasılsa... şiirsiz bir hayatta bana öyledir..!
Benim ruhumun sahibi şiir; bütün yeryüzü çizgilerinin hepsini şiir diye yudum yudum içtim.
Şiir dünyamda; elimde avucumda kalan tek şey ''içimde ki çocuk''.
Zincirleri yok, ülkesi yok, yıkandığı nehir benim ruhum ve o ruh hiç kimseye kul değil..!
Yaşamın içinde gürül gürül akan dingin bir nehir..!

#Olcay KASIMOĞLU