Translate

24 Aralık 2018 Pazartesi

Hayat Cesurları Sever
Hayat bizi yargılamaz, kendi içinde ki öze ulaştırmak için, bütün evreni kalbimizle dinlemeye davet eder.
İnsan yetmezlik içinde bile mutlu ve dingin olabilir.
Her şey doymazlık da gizlidir. Büyük irdeleme ve küçük yürüyüş başlamasın bir kere, her an yaşam fışkırır hücrelerimizden. En kırılgan zamanlarda,en puslu havalarda bile.
Harika bir dünya sahnesi var ve herkese yetecek kadar görev dağılımı. İster seyirci olalım ister yönetmen veya oyuncu, yeter ki insan olalım.
İnsan olmak en mühimi ve sevmek, sevgiyi seçmek en güzeli !
Yeter ki öze dokunsun, candan olsun.
aşkın
umudun
en masum en hilesiz haliyle
yüreği kendi kabından taşacak kadar
billur ışık da görünen sevgili
katıksız sevincin düşünde
kırmızı güller yedireyim parmaklarına
kalbimin en derin yerinden
buğulu bir atlastan
katıksız sevincin düşünü göreyim
yükümüzü sıcaklar taşısın derken
hangi sıcak demetinde kırıldı düşlerimiz
söyle
söyle de bileyim
bileyim de en güzel bahtı sunayım sana
kendi derinliğine akan bir ırmak gibi
tut ömrümün dallarından
seninle tomurcuklara durmuş ekin olayım
Olcay KASIMOĞLU




KENDİYLE BARIŞIK OLAN HERKESLE OLUR♥
Başkalarının kendi olabilme haklarını ihlal etmeden yaşamı yaşanılır kılmak ve anlamlı yaşamak istiyorum diye bilmektir yaşamak.
Ve yazmak, yaşamın anlamını bırakmaktır satır aralarına.
Sadece acı mıdır yaşadıkları elbette değil, hele hele acıya teslimiyet hiç değil, satır aralarından okuduğumdan olsa gerek hissettim... O en içten olan, o denli sahici ...
''İnanmak
Uçurumunun kıyısında
Bilmeye çevirdi yüzünü''...
Ölmekle gömülmeyecek bir sözün olsun hayata dair derken buna inanan ve yaşayan insan olmanın samimiyetiyle, hayata yüreğimden bir eyvallah demenin içtenliğiyle ''Hayatta hiçbir şeyden korkmadım, korkmayacağım'' demeyi ve kalbime seçtiklerimi almayı ve bana eşlik edenlerle yoluma devam etmek varlığıma en güzel armağandır...
Söz cambazlığına gerek duymadan,hayatına davet ettiklerin, yaşama sevinci ve direnç vermeli ya da umudu tazelemeli.
İzleri ve yansımaları yalın ve sade bir dille, karanlığı aydınlığa çeviren  ruhsal güzelliğin adı sevgi ve direnç olmalı.
Doğunun dağ yelinden süzülen gün gibi
Üstüne titrediğim sev beni durul kıyılarımda 
Büyüme öyle gülüşü gamzeli kal...

Her insan ikinci bir şansı hakeder, ama aynı hata için değil.
Yılmaz Erdoğan'ın yazdığı, Altan Erkekli'nin ''Bana bir şeyhler oluyor'' oyununda seslendirdiği;
''Yaşamak dedi tek marifetiniz, biraz özen gösteriniz!..''
Devam etti;
''Yalnızlık,
Her kimliğe doğuştan yazılı tek uğraşıdır insanın bir yaşama sırasında...
Tek sermayesi, sahip olduğu tek şeydir, kıymetini bilmelidir, dedi...
Yalnızdır insan, hep kalabalıklara karışma telaşı bundandır.
Kalabalık yalnızlıklar, yalnız kalabalıklar oluşur, şehir şehir, ülke ülke.
Kalabalık arttıkça, artmaktadır yalnızlıklar.
İnsan, bir ölümü istemez, birde ondan beter bir yalnızlığı, ama ikiside muhakkak gelir başına bir yalnız yaşama sırasında.
Ölümün değil ama yalnızlığın bir tek çaresi var, dedi...
Tek çaresi aşk'tır bir yalnız yaşama sırasında nefes almanın.
Aşkta zaten iki yalnızın, ortak bir yalnızlıkta buluşmasıdır, dedi...
Aşık olun, gösterin birbirinize yalnızlıklarınızı.
Nasılsa ayrılık insanın kendi tek kişilik yalnızlığını özlemesi.
Sade ölüm değil, ayrılıkta yaşamın emri.
Evet söyledi, ya da ben duydum.
Duyduğuma göre elbet bir ses söyledi bu söylendikçe usulen söylenir olan sözleri.
Evet duydum söyledi,
Her duyduğumda ağladım ve çok ağlayışım sırasında duydum,
Kalbim tutarak tuttu duyduklarıma,
Soruldu dedi cevap alındı,
Yaşamak dedi, tek marifetiniz; biraz özen gösteriniz.
Zulüm; kimse zalimlik yapmayınca biter, mazlumlar dahil dedi...
Ama yapmayın o daha bi çocuk dedi Tanrı...
Ya gördüm neyleyim, insanlar vardı duvarın içinde.
Ya ben hep duvara konuştum, ya da duvar değil konuştuğum, içinde insanlar var.
Nedense beni anlasın istedim içinde insan olan duvarlar...
Bilmiyorum, belki de ben gerçekten delirdim, onlar; haklı belki de,
İçinde değil duvarların insanlar, SADECE ARASINDALAR.''
Aynı şeyi farklı şekillerde yaparak aynı sonuçları almak bizi genişletmiyor. Zaman artık, hızlı hazırlanan ve yavaş sindirilen yiyeceklerin; büyük adamlar ve küçük karakterlerin; yüksek kârlar ve sığ ilişkilerin zamanı olsa da; geçmişin izleri halen bizimle yüz yüze. Yeter ki yüzümüzü, yüreğimizi çevirelim  içsel güzelliklere. Onurlandıralım evrenin göğsüne sanatı işleyip gidenleri. Bize bırakanlara minnetle, bizde geleceğin kuşaklarına kültür mirasımızı devredelim. 
''Her zaman, komşunuzu da kendiniz gibi sevin- ama önce, kendini seven birileri olun.'' diyen Neitzsche'ye hak vermemek mümkün mü!
Dokuna dokuna, anlam ve mana katat kata, Katanlara minnetle...
Olcay Kasımoğlu


BİRLİKTE ÜRETİLİR

http://siyasalyasam.com/yazarlar/birlikte-uretilir/

Eğlendirirken, düşündürmeye, hayatı göstermeye, ayna tutmaya kadar uzanan geniş bir yelpazeye yerleşir tiyatronun önemi ve varlık gerekçesi.
İstanbul Göle kadın meclisinin kadınları olarak bu etkinliğin en önemli işlevi; gösterimden elde edilen gelirin okuma imkanı olmayan çocuklar için toplanması...
Ve;
Cinsiyet ayrımcılığının en yoğun hissedildiği bölgelerin sorunlarını bizzat yaşamış kadınların rol aldiği bir tiyatro olması başlı başına önem arz ediyor.
Kendi yaşamamış olsa bile kendinden önce ki kuşağı, kuşaklar yaşamış.
Her zaman dile getirdiğim bir şeydir.
Yaşamayan sadece dinler, duyarlılık adına empati kurmaya çalışır. Lakin yaşayanlar hissettirir. Gözlerinde ki yaş, seslerinde ki ritm, acının ve sevincin yerküresidir.
Bugün çoğumuzun yakındığı, yaşadığımız sorunların temelinde, sosyalleşememenin ve insan eğitimi eksikliğinin olduğunda hepimiz hemfikiriz.
Elimizi taşın altına koyalım, sahip çıkalım.
Coğrafya kader olmamalı.
Eğitim ve öğretim bir kesimin ayrıcalığı olmamalı. Hele ki,paranın koşullarında alınacak bir duruma getirilmişse en acısı da bu işte.
''Kendimize kim olduğumuzu hatırlatmak için hepimizin aynalara ihtiyacı var.''
Her akşam televizyon dizilerinin başında, hayatlarını başkalarının hikayeleri üzerinden yaşayanlar, dizi kahramanlarıyla özdeşleşerek gerçeklik algısını yitirenler, kendi hayatlarına ne kadar ilgi gösterirler veya kendi hayatlarının sözcüsü olabilirler?
“Hissetmediğimiz yaraları iyileştiremeyiz.” demiş S.R.Smalley.
”Başkalarından uzak durabilirsiniz ama kendinizden değil. İçinizdeki bildiğiniz değil, bilmediğiniz sizi yönetir. Önce içinize sonra çevrenize bakın ve ilgi gösterin; yıkıcı bir sona doğru gitmemek için”
Bizim çocuğumuz iyi bir eğitim alabilir. Ya o uzak dediğiniz, dediğimiz; okula, öğretmene ihtiyacı olan çocuklar, onlar bir gün gelip sormayacak mı 'Eğitim bir haksa' biz bu haktan nasıbımızı niye almadık?''
Umursamazlık almış başını gitmiş, şiddet ve ölüm haberlerin, etkili bir korku filmi tadında izleyen seyircinin “kurban etkisi” denilen şiddete kayıtsız kalma durumuna dönüşmüşse yeniden silkelen meliyiz !
Kendi hayatının anlamını değil, başka hayatların anlamı üzerinden yaşama yürüyenler, kendi hayatlarının yaratıcısı nasıl olabilirler?
Şiddetin her türlüsüne karşıyım. Kayıtsızlık da bir şiddettir. İnsanlar acı çekerken, eğitim hakkından yoksun bırakılırken bundan rahatsız olmuyorsan, yaşam içerisinde aslında yoksun.
Acılar zamanla dilsizleşir, unutur geldiği yeri. Bıçak gibi keser,
İnsan olmak onurdur, onurlu olmak insan olmaktır.
Yaşatmak, yaşamak bir değerse, duyarlılık da bu sürecin tamamlayıcısıdır.
Onuru ve sağlıklı bilinci olan herkes haktan ve adaletten yana tavır alır.                                                                                                       
Sevemedim yarım yamalak insanları, yarım yamalak sevdaları, yarım yamalak iyilikleri, yarım yamalak yaşanan hayatları, dilin altında dönen dolapları,.
Gösteriş budalası kuklacıları, kendini bulamayan aymazları sevemedim..
Yaşamak ve yaşatmak hakkının akla karanın tam ortasında kalmasını sevemedim..
Sevemedim kendine namusluları, kendi kapısına gelinceye kadar üç maymunu oynayanları sevemedim..
Ne güzel demiş Dante;.,
“Başkalarının ekmeği acı,
başkalarının merdivenlerinden
çıkmak eziyetlidir.”
Dünyanın her yerinde gelecek ufku olmayan insanların hayata karşı tutumları, çaresizlik içinde bilinmeyeni beklemektir. Geleceğe yönelmeyen hiçbir insan kendisini yenileyemez...
Hayat eylemleri sever...

http://siyasalyasam.com/yazarlar/birlikte-uretilir/

22 Aralık 2018 Cumartesi

Ayrılık yaman 

Ayrılığın ne olduğunu yaşadıkça eleyen insanlar, öğrendiler ki ayrılık ne araya yolların girmesi ne alınan biletlerle uzak diyarlara gidilmesi !
İnsanın kendini anlatmaktan vazgeçmesidir ayrılık.
Yollara yatırdığı gözlerini düş kırıklılıklarıyla toplaması içine.Dışarıda güneşli bir gökyüzü,cıvıl cıvıl kuşlar,ışıldayan nehirler,denizler hepsi nafile gözlerinin gördüklerine küs halini hüzünle yüreğine yedirmesidir ayrılık.

Türküler dinlerken sesinin dost sesiyle çoğalmaması, coşkuya hasret kendi sesinde boğulmasıdır ayrılık. ayrılık gözlerinin dünyaya değmesinden vazgeçtiğin andı sualsiz cevapsız tüm sorgulamaların suskunluğa kendini teslim etmesiydi. çaresiz çocukların kimsesizliğin de gözlerine düşen yaş gibi umarsız ve çaresizdi büyük insan ayrılığı.

İnsan gidişi ayrılık değildir sadece ayrılmadır için de umut bırakır belkiler bırakır asıl ayrılık insanın kendi içinden vazgeçmesidir. Bilirim yaz ortasında kar yağdırmadığını,Bir ağacın dalından yaprağının ayrılmasının ayrılık olmadığını bilirim. 

Ayrılığın geleceğe ışık düşüren gülüşlerde saklı olmadığını biliyorum. Biliyorum ki ışıklı gülüşler ayrılmanın sadece bir daha ki sefere gamzelerde hasretle bekleşmesidir.

Ömrüm azalarak önümden akarken,her yer birbirine bu kadar benzerken ve her şey bu kadar gerçeğin inceliğin de benim korkularımı desteklerken;


Hepimizin vuslata yenik yaraları var ama hiç bir şey ebedi değil.
Nasıl dünya faniyse acılar da fanıdır.
İnsanın toparlanması zaman alır, biliyorum...
''Her yara kendi ağacın da büyür, her yara kendi ağacın da budanır.''
Bitmez sandığımız hayat günü gelince sormadan alır kendini bizden.
Bitmez sandığımız kadar uzun değilmiş diye şaşarız, giden herkesin arkasından bakarak.
Kirpiklerimizin birbirine değmesi kadar kısa olmasına bir kez daha şaşırırız...

içimde ki çocuk bağırıyor...
neredesin?
kanadı kırık kuşlar gibi çaresizim
kimsesiz yüreğim üşüyor sevdiğim
umutsuzluk dehilizinde boğdular beni
yolum şaşırmış yolunu...
neredesin?
bütün söylenmemiş sözlerin hasretinde bitirdin beni
tut bırakma ellerimi desem gelir misin?
beni can diye sarsan yaralarım iyileşir mi
hasretinle daldığım geceler benim değil ki
can yanar dil susar özleyen beden değil ki
gelirim kapının eşiğine, yüz sürerim bastığın yerlere
sen bunun farkında değilsin ki
kururum,yanarım kalırım eşiğinde
sen bu dünyadan vazgeçemezsin ki
neredesin?
hangi bağın bahçıvanısın, söyle ?
ben hasretinde ben umudunda
söyle, sen hangı gül dalının bülbülüsün ?
yağmur bulutlarına karışıp,bütün yenilgilere inat
sevda diye yağacağım üzerine, bekle...

Olcay Kasımoğlu.
Sen tuz ben deniz
mavi bir deniz de
biz seninle pupa yelkeniyiz
martı gibi umut ve sevinç yüklüyüz
güzelliklerin dokunulmamış gizemin de
düşlenmemiş renklerin çılgınlığın da
kulaklarımıza binlerce ses dökülürken
saçlarımıza üşüşürken papatyalar
içimizdeki ışıltılardan
sevgi çelenkleri örüyoruz
yüreğimiz şarkı faslında tılsımlı
yeni bir bahar yeşeriyor tenlerimiz de
doğanın tüm pınarları sen diye akıyor
toprak bütün suları biz diye içine çekiyor
doğa yediveren renkleri kıyılarımıza taşıyor
bin bir arzuyla köpüren dalgalar
gelip kıyılarımızda renklerimizle buluşuyor
dünyanın ihanete durmuş
bütün çirkinliklerinden uzak
senle ben biz olmanın telaşında
aşkın maviliklerinde umuda yelken açıyoruz
huzur ve yosun kokusu
okyanusun tuzlu esintisi
dalgaların uzaklardan gelen tınısı ve rüzgar
işte böyle delicesine bir şey
işte böyle coşkulu bir şey seni yaşamak...
Olcay Kasımoğlu
FELSEFE ZADE

İnsanoğlu bir gün;
Virgülü kaybetti:
Söyledikleri birbirine karıştı.
Noktayı kaybetti:
Düşünceleri uzayıp gitti, ayıramadı onları.
Ünlem işaretini kaybetti bir günde:
Sevincini, öfkesini, bütün duygularını kaybetti.
Soru işaretini kaybetti bir başka gün:
Soru sormayı unuttu.
Her şeyi olduğu gibi kabul eder oldu.
İki noktayı kaybetti bir başka gün:
Hiçbir açıklama yapamadı.
Hayatının sonuna geldiğinde
Elinde sadece tırnak işareti kalmıştı.
“İçinde de başkalarının düşünceleri vardı yalnızca."
//Alex Kanevsky

Yüreğinde sevgi olanlar ve bunu yaşayanlar; hiç bir zaman yalnız değildirler.
Onların verdiği güç, ruhsal güçtür.
Bu ruhsal güç tüm yaşamın başlangıcıdır; güneşi, ayı, yıldızları, dağları, okyanusları, tüm yaşamı ve içindeki her şeyi şekillendiren güçtür...
Ve hoşgörü,yüreklerde tutuşmuş sevgidir.
Taşla dolu olan çok sayıda kalp var. Kalpleri taşla dolu insanlarla birlikte yaşamak kolay değil. Bu tarz insanların düşünceleri çarpıktır, düşleri kuraktır.
Bilgeliğe, akla, kendilerine ait olan sevgiye bile ulaşamazlar.
Bütün mesele; bunları şu dünyanın içinden bulup çıkarmak.
Sevginin kendi gerçeğini keşfettiği, ruhun sevgiyle demlenip insanların yüreklerinde iyilik tohumları olarak başak verdikleri gün-günler ''onurlu yaşamın'' sevinçli günleri olacak...İnanıyorum, olacak...

Olcay Kasımoğlu
Duyarlı olmak zorundayız
Ä°lgili resim
Dünyada ki bütün kötülükler neredeyse her zaman cehaletten kaynaklansa da bazen olması gerekenler yeterince anlatılmamışsa ve aydınlatılmamışsa, iyi niyet de kötülük kadar zarar verebiliyor.
Yapılan araştırmalar da öncelikle Çocuklar için en büyük tehlikenin;
1. Şeker
2. Sevgisizlik
3. Televizyon
4. Bilgisayar oyunları, olduğu üzerine ciddi göstergeler mevcut.
Özellikle eğitmenlerin, ebeveynlerin kendi dimağlarını törpülemeler-inin, kendilerini bilimle, eğitimle yetiştirmelerinin ne kadar önemli ve elzem olduğunu bilmemiz gerekiyor.
Eğitim politikamızın çağın gerekleriyle uyuşmadığını hatta çeliştiğini, çığ gibi gelişen ve ilerleyen teknoloji karşısında nasıl yetersiz ve bilgisiz durduğunu görüyoruz.
Dünya geliştikçe,insanda kendini yenilemeli,güncellemeli yoksa çocuklarımıza, geleceğin anne-babalarına nasıl bir kültür mirası bırakabiliriz.

Değerin,erdemin para ile statü ve mevki ile itibar gördüğü bir yerde çocuklarımıza analıtık düşünmeyi, yaşamı sorgulamayı ve kendi ayakları üzerinde durmayı nasıl gösterebiliriz, anlatabiliriz.
Çocukların yaşamı, oyun oynayarak keşif ettikleri sahaları her gün biraz daha küçültürken, korkularla,ayıplarla, günahlarla toplumsal yaşamın gereklerini savsatalarla beyinlerine nakil ederken, gelecek vaatlerimiz nasıl aydınlık olabilir ki. 

Kendine yetmeyi, başkalarının yaşamına saygıyı, evrene ve doğaya adil olmayı biliyorsak ve inandığımız gibi yaşıyorsak geleceğin bireylerine bir şeyler verebiliriz. Bu sadece okumakla kazanılan bir değerde değildir. Her şeyden önce, insan vicdanın ahlak yasasını çocuklarımıza öğretelim.
Bunun içinde bütün kurum ve kuruluşlar, öğretmenler, ebeveynler ve devletin eğitim polıtıkaları geleceğin büyüklerine ,insana yatırım yapacak.

Olcay Kasımoğlu

 SUYUN AYAK SESİ

Annemin sessiz geceleri için!
Kaşan şehrindenim
Fena sayılmaz halim,
Bir lokma ekmeğim var, biraz aklım,
İğne ucu kadar da zevkim.
Annem var, ağaç yaprağından daha güzel,
Dostlar, akan sudan daha iyi
Ve Allah, burada yakındadır,
Şebboylar arasında, uzun çamın altında
Suyun bilincinde,
Bitkilerin kanununda.
Ben müslümanım.
Kıblem bir kırmızı güldür,
Namazlığım bir pınar,
Mührüm ışıktır,
Ova seccadem.
Penceremi titreştiren ışık ile abdest alırım.
Namazımın içinden ay geçer, tayf geçer,
Namazımın bütün zerreleri billurlaşır,
Namaz kaybolur taş görünür,
Rüzgâr, selvilerin üstünde ezan okuduğunda,
Namaz kılarım ben.
Otların tekbirinden sonra,
Denizdeki dalganın kamedinden sonra
Namaz kılarım.
Kâbem su kıyısında,
Kâbem akasyaların altındadır.
Kâbem bir esinti gibi bahçeden bahçeye,
Şehirden şehre gider.
Hacerülesvetim bahçenin aydınlığıdır.
Kaşan şehrindenim.
İşim resim yapmaktır.
Bazen bir kafas boyar,
Size satarım.
Orda mahpus çayırkuşu, sesiyle
Yalnız gönlünüzü tazelesin diye.
Bu bir hayal, bu bir hayal, …
Biliyorum,
Tuvalim cansızdır,
İyi biliyorum,
Çizdiğim havuz balıksızdır.
Kaşan şehrindenim.
Soyum belki
Hint’de bir bitkiden gelir,
Belki “Sialk” toprağından yapılmış bir çömlekten,
Soyum belki de
Buharalı bir fahişeden gelir.
Babam, kırlangıçların iki kere gelmelerinden önce,
İki kardan önce
Babam terastaki iki uykudan önce,
Babam zamanlar önce ölmüştü.
Babam öldüğü zaman, gökyüzü maviydi.
Annem birden kalktı uykudan, kızkardeşim güzelleşti
Babam öldüğü zaman, bekçilerin hepsi şairdi.
Kaç kilo kavun istiyorsun? Diye sordu manav bana.
Sordum: Gönül hoşluğunun gramı kaça?
Babam ressamdı
Saz yapar, saz çalardı.
Üstelik iyi bir hattattı.
Bahçemiz bilginin gölgesindeydi.
Bahçemiz duyguyla bitkinin karıştığı yerdi.
Bahçemiz bakışın, aynanın ve kafesin kesiştiği noktaydı.
Bahçemiz belki de yeşil saadet çemberinin bir parçasıydı.
Tanrının ham meyvasını çiğniyordum o gün uykuda,
Suyu felsefesiz içiyor,
Dutu, bilgisiz topluyordum.
Nar dalında yarıldığında,
Elim tutkudan bir şadırvan olurdu.
Çayırkuşu şakıdığında,
Gönlüm dinleme hazzıyla yanardı.
Kâh yalnızlık, yüzünü camın arkasına dayar,
Kâh heyecan, elini duygunun boynuna dolardı.
Düşünce oyun oynardı.
Bayram yağmuru gibi bir şeydi yaşam,
Sığırcıklarla dolu bir çınar.
Işık ve taşbebek alayıydı yaşam,
Bir kucak özgürlük idi,
Yaşam, musıki havuzuydu o zaman.
Çocuk yavaş yavaş uzaklaştı yusufçuklar sokağından.
Kendi yükümü bağlayıp,
Hafif hayallerin şehrinden çıktım,
Yüreğim yusufçuk gurbetiyle dolu.
Ben dünya misafirliğine gittim.
Ben sıkıntı ovasına,
Ben irfan bağına,
Ben bilim ışığının balkonuna gittim.
Dinin basamaklarını çıktım.
Şüphe sokağının sonuna kadar,
Gönül doygunluğunun serin havasına,
Islak sevda akşamına kadar.
Ben birini görmeye gittim,
Aşkın öbür ucuna
Gittim, gittim kadına kadar,
Lezzet ışığına kadar,
Tutkunun sessizliğine,
Yalnızlığın kanat sesine kadar.
Yer üstünde neler gördüm:
Bir çocuk gördüm ay kokluyordu.
Kapısız bir kafes gördüm,
İçinde, aydınlık kanat çırpıyordu.
Bir merdiven gördüm,
Üzerinde aşk melekler âlemine çıkıyordu.
Bir kadın gördüm, havanda ışık dövüyordu.
Öğle, onların sofrasında ekmekti,
Sebzeydi, şebnem tepsisiydi,
Sıcak sevda kâsesiydi.
Bir dilenci gördüm, çayırkuşundan bir şarkı için,
Kapı kapı dolaşıp, dileniyordu.
Bir çöpçü, kavun kabuğuna secde ediyordu.
Bir kuzu gördüm, uçurtmayı yiyordu.
Bir eşek gördüm yoncayı anlıyordu.
“Nasihat” otlağında bir inek gördüm, doymuştu.
Bir şair gördüm, konuşurken bir zambağa “siz” diyordu.
Bir kitap gördüm, kelimeleri billurdan.
Bir kâğıt gördüm, ilkbahardan.
Müze gördüm yeşillikten uzak,
Cami gördüm sudan uzak.
Umutsuz bir fakih gördüm,
Başucunda sorularla dolu bir testi vardı.
Bir katır gördüm yazı ile yüklü.
Bir deve gördüm, “nasihat ve misal”in boş sepetiyle yüklü.
Bir arif gördüm “ya hu” ile yüklü.
Aydınlık götüren bir tren gördüm,
Fıkıh götüren bir tren gördüm,
Nasıl da yavaş gidiyordu.
Siyaset götüren bir tren gördüm,
(ne de boş gidiyordu)
Nilüfer tohumları ve kanarya şarkıları götüren
bir tren gördüm,
ve bir uçak, binlerce metre yüksekteyken
Penceresinden toprak göründü;
Hüthüt kuşunun tepeliği,
Kelebek kanatlarının benekleri,
Kurbağanın havuzdaki aksi,
Ve yalnızlık sokağından bir sineğin geçişi.
Bir serçenin çınardan yere indiğindeki arayış.
Ve güneşin ergenliği,
Ve oyuncak bebeğin sabah ile kucaklaşması
Basamaklar şehvet serasına gidiyordu.
Basamaklar içki mahzenine iniyordu.
Basamaklar kırmızı gülün fesat kanununa
Ve hayat matematiğinin anlamına
Basamaklar aydınlanmanın damına,
Basamaklar tecelli kürsüsüne gidiyordu.
Aşağıda, annem,
Nehrin hatırasında çay bardaklarını yıkıyordu.
Şehir görünüyordu:
Büyüyen çimento, demir, taş geometrisi,
Güvercin taşımayan yüzlerce otobüs.
Çiçekçi çiçeklerini mezata götürüyordu.
İki yasemin ağacı arasına,
Salıncak kuruyordu bir şair,
Çocuğun biri okul duvarına taş atıyordu.
Bir diğeri erik çekirdeğini,
Babasının renksiz seccadesine tükürüyordu
Ve bir keçi haritadaki “Hazar”dan su içiyordu.
Çamaşır ipi göründü, sallanan bir sutyen.
Bir at arabasının tekerleği, atın durmasına hasret,
At, arabacının uykusuna hasret,
Arabacı ölüme hasret.
Aşk göründü, dalga göründü.
Kar göründü, dostluk göründü.
Kelime göründü.
Su göründü, eşyaların sudaki aksi…
Kanın sıcaklığında, hücrelerin serin gölgeleri.
Hayatın rutubetli tarafı.
Sıkıntılı Doğu insanının yaratılışı.
Kadın sokağında serserilik mevsimi.
Mevsim sokağında yalnızlık kokusu.
Yazın eli bir yelpaze gibi göründü.
Tohumun çiçeğe,
Sarmaşığın evden eve,
Ayın, havuza yolculuğu,
Hasret çiçeğinin topraktan fışkırışı.
Körpe asmanın duvardan dökülüşü.
Şebnemin uyku köprüsü üstüne yağışı.
Neşenin ölüm hendeğinden atlayışı.
Sözün ardında geçen hadise.
Bir pencere ile ışığın savaşı.
Bir basamak ile güneşin büyük ayağının savaşı.
Yalnızlık ile bir şarkının savaşı.
Armutlar ile boş bir sepetin güzel savaşı.
Nar ile dişlerin kanlı savaşı.
“Naziler” ile naz çiçeğinin sapının savaşı.
Papağan ile güzel konuşmanın savaşı.
Alın ile soğuk mührün savaşı.
Camideki çinilerin secdeye saldırışı.
Sabun köpüğünün yükselmesine rüzgârın saldırışı.
Kelebek ordusunun “ilaçlama” programına
Yusufçuk alayının kanal işçilerine saldırışı.
Kamış kalem taburunun kurşun harflere saldırışı.
Kelimenin şairin çenesine saldırışı.
Bir devrin fethi, bir şiir eliyle,
Bir bahçenin fethi, bir sığırcık eliyle,
Bir sokağın fethi, iki selam eliyle,
Bir şehrin fethi, üç dört tahta süvari eliyle,
Bir bayramın fethi, iki oyuncak bebek ve bir top eliyle.
Bir çıngırağın katli, ikindi yatağının başında,
Bir hikâyenin katli, uyku sokağının başında,
Bir hüznün katli, bir şarkı emriyle,
Ayışığının katli, neonların emriyle,
Bir söğüdün katli, devlet eliyle,
Bir umutsuz şairin katli, bir kar çiçeği eliyle.
Yeryüzü tümüyle belirdi:
Yunan sokağında düzen gidiyordu.
Başkuş “Babil bahçelerinde” ötüyor,
Rüzgâr, Hayber yamacından, doğuya
Tarihin çer çöpünü sürüklüyordu.
Durgun “Negin” gölünde bir kayık çiçek götürüyor,
Benares’te her sokağın başında ebedi ışık yanıyordu.
Halklar gördüm.
Şehirler gördüm.
Ovalar, dağlar gördüm.
Suyu gördüm, toprağı gördüm.
Işık ve karanlık gördüm.
Bitkileri ışıkta ve bitkileri karanlıkta gördüm.
Hayvanları ışıkta ve hayvanları karanlıkta gördüm.
Ve insanı ışıkta ve insanı karanlıkta gördüm.
Kaşan şehrindenim
Ama, benim şehrim değil Kaşan.
Benim şehrim kayboldu.
Telaşla ve pür heyecan,
Gecenin öbür tarafına bir ev yaptım.
Ben bu evde,
Kimsenin adını bilmediği nemli otlara yakınım.
Bahçenin nefesini duyuyorum.
Ve karanlığın sesini bir yapraktan düştüğünde.
Ağacın arkasında aydınlığın öksürük sesini.
Her taşın deliğinde suyun aksırığını.
Baharın çatısında kırlangıcın sesini.
Ve açıp kapanan yalnızlık penceresinin saf sesini.
Ve müphem aşkın deri değiştirmesinin temiz sesini.
Kanatta uçmak zevkinin toplanmasını,
Ruhun kendi kendini tutarken çatlamasını.
Ben tutkunun adımlarını duyuyorum.
Ve damardaki kan kanununun
Ayak sesini duyuyorum.
Güvercinler kuyusunda seher çırpıntısı
Cuma gecesinin kalp çarpıntısı,
Düşüncede karanfil çiçeğinin akışı
Hakikatin, uzaktan saf kişnemesi.
Ben uçuşan maddenin sesini duuyorum.
Ve coşku sokağında inanç ayakkabısının sesini.
Ve aşkın ıslak gözkapakları üstündeki,
Ergenliğin hüzünlü musıkisi üstündeki,
Nar bahçelerinin türküsü üstündeki yağmurun sesini.
Ve gece içinde neşe şişesinin kırılmasının,
Güzelliğin kâğıt gibi parçalanmasının
Gurbet kâsesinin rüzgârdan dolup boşalmasının sesini.
Ben dünyanın başlangıcına yakınım.
Çiçeklerin nabzını tutuyorum.
Suyun ıslak kaderine,
Ağacın yeşil olma adetine aşinayım.
Ruhum nesnelerin tazeliklerine akar,
Benim ruhum, gençtir.
Ruhum bazen heyecandan kekeler,
Benim ruhum, işsizdir:
Yağmur damlalarını, duvardaki tuğlaları sayar,
Ruhum bazen yol ağzında duran bir taş gibi gerçektir.
Ben birbirine düşman iki çam görmedim,
Gölgesini yere satan bir söğüt de görmedim
Karaağaç kovuğunu bağışlar kargaya.
Nerde bir yaprak varsa, içim açılır.
Afyon çiçeği yıkadı beni varoluşun selinde.
Bir böcek kanadı gibi, seherin ağırlığını biliyorum.
Bir saksı gibi ,yeşermenin musıkîsini dinliyorum.
Bir sepet dolusu meyva gibi,
Olgunlaşmak için sabırsızlanıyorum.
Uyuşukluk sınırında bir meyhane gibiyim.
Deniz kenarında bir bina gibi,
Ebedi dalgalardan endişeliyim.
İstediğin kadar güneş, istediğin kadar bağlılık,
İstediğin kadar çoğalma.
Ben bir elmayla hoşnutum,
Ve bir papatyanın kokusundan.
Ben bir ayna, bir saf bağlılıkla yetiniyorum.
Bir balon patlasa, gülmüyorum,
Bir felsefe ay’ı ikiye bölerse, gülmüyorum.
Ben bıldırcın tüylerinin sesini tanıyorum,
Toy kuşunun karnındaki renkleri,
Dağ keçisinin ayak izlerini.
Nerde ravent yetişir, iyi biliyorum.
Sığırcık ne zaman gelir, keklik ne zaman öter,
Şahin ne zaman ölür,
Çölün uykusunda ay nedir,
Tutku sapındaki ölüm.
Ve sevişmenin ağızda bıraktığı ahududu lezzeti.
Yaşam hoş bir adettir,
Yaşamın ölüm genişliğinde kanatları vardır,
Aşk kadar sıçrayabilir,
Yaşam, alışkanlık rafına kaldırıp
Unutulacak bir şey değildir.
Yaşam elin çiçek koparma isteğidir.
Yaşam turfanda siyah incirdir,
Yazın ağzında buruk bir tat.
Yaşam böceğin gözünde ağacın boyutudur.
Yaşam yarasanın karanlıktaki tecrübesidir.
Yaşam bir göçmen kuşun gariplik duygusudur.
Yaşam uykunun dönemecinde bir tren düdüğüdür,
Yaşam uçak penceresinden bir bahçeyi görmektir.
Füzenin uzaya fırlatıldığı haberi,
Ayın yalnızlığına dokunuş,
Başka bir gezegende çiçek koklamak fikri.
Yaşam bir tabak yıkamaktır.
Yaşam sokakta bir metelik bulmaktır.
Yaşam aynanın “karesi”dir.
Yaşam çiçek “üstü” sonsuzdur.
Yaşam yer “çarpı” yüreğimizin çarpıntısıdır.
Yaşam basit ve eşit nefesler geometrisidir.
Nerede olursam olayım
Gökyüzü benimdir.
Pencere, fikir, hava, AŞK, yeryüzü benimdir.
Ne önemi var
Bazen büyürse
Gurbet/in mantarları?
Bilmiyorum, neden
“At soylu hayvandır, güvercin güzeldir.” derler?
Ve neden hiç kimse yarasayı kafese koymuyor.
Yoncanın ne eksiği var kırmızı laleden.
Gözleri yıkamalı, başka türlü görmeli.
Kelimeleri yıkamalı.
Kelime rüzgâr olmalı, yağmur olmalı.
Şemsiyeleri kapatmalı.
Yağmur altında yürümeli.
Düşünceleri, hatıraları yağmur altına getirmeli.
Şehir bütün halkıyla yağmur altına gitmeli.
Dostu yağmur altında görmeli.
Aşkı yağmur altında aramalı.
Yağmur altında bir kadınla sevişmeli.
Yağmur altında oyun oynamalı.
Yağmur altında yazmalı, konuşmalı, nilüfer dikmeli.
Yaşam sürekli ıslanmaktır.
Yaşam “şimdi” havuzunda suya girmektir.
Çıkaralım giysileri:
Suya bir adım var.
Aydınlığı tadalım.
Bir köy gecesini, ahunun uykusunu tartalım.
Leylek yuvasının sıcaklığını hissedelim.
Çimenlerin kanununu çiğnemeyelim.
Bağbozumunu tadalım.
Ve eğer ay çıkarsa ağzımızı açalım
Ve gecenin uğursuz olduğunu söylemeyelim.
Ateş böceğinin bahçenin bilgeliğinden
Yoksun olduğunu sanmayalım.
Sepeti getirelim
Biraz kırmızı biraz yeşil toplayalım.
Sabahları ekmekle ebegümeci yiyelim.
Her sözün başında bir fidan,
İki hecenin arasında sessizlik tohumu ekelim.
İçinde rüzgâr esmeyen kitabı okumayalım,
Ve içinde ıslak şebnem yüzeyi olmayan kitabı
Hücreleri canlı olmayan kitabı okumayalım ve
Sineğin tabiatın parmağından uçmasını istemeyelim.
Ve panterin yaratılış kapısından dışarı çıkmasını.
Ve eğer solucanlar öldüyse,
Yaşamda bir şeyin eksildiğini bilelim.
Eğer ağaçbiti yoksa, ağaç kanunları zarar görmüştür.
Ve eğer ölüm olmasaydı, neyin peşine koşacaktık.
Ve eğer ışık olmasaydı, uçuşun mantığı değişecekti.
Ve mercandan önce
Denizlerin düşüncelerinde boşluk vardı.
Ve nerdeyiz diye sormayalım,
Hastahanenin taze çiçeklerini koklayalım.
Ve geleceğin fıskiyesi nerde diye sormayalım,
Ve neden hakikatın kalbi mavidir diye
Ve dedelerimizin esintileri nasıl, geceleri nasıldı
Diye sormayalım.
Geçmiş artık canlı değil.
Geçmişte kuş şakımıyor.
Geçmişte rüzgâr esmiyor.
Geçmişte çamın yeşil penceresi kapalı.
Geçmişte bütün kâğıt fırıldakların yüzü tozlu.
Geçmişte tarihin yorgunluğu kaldı.
Geçmiş dalganın hatırasında,
Sahile vurmuş hareketsiz soğuk sedeflerdir.
Deniz kıyısına gidelim,
Sulara ağ atalım,
Suların tazeliğini çekelim.
Yerden bir çakıl taşı alıp,
Varolmanın ağırlığını hissedelim.
Eğer ateşimiz çıkarsa ayışığına söylenmeyelim.
(Bazen ateşim varken ay’ın aşağı indiğini görürüm,
Elimin melekler katına eriştiğini,
İspinozun daha iyi öttüğünü.
Ayağımdaki yara,
Yerin inişli çıkışlı olduğunu öğretti bana.
Çiçeğin hacmi kaç misline çıktı, hasta yatağımda,
Daha da büyüdü turuncun çapı, fenerin ışığı)
Ve ölümden korkmayalım,
(ölüm güvercinin sonu değildir.)
Bir cırcır böceğinin ters dönmesi ölüm değildir.
Ölüm akasyanın aklından geçer.
Ölüm düşüncenin güzel ikliminde yaşar.
Ölüm köy gecesi derinliğinde sabahı anlatır.
Ölüm üzüm salkımı ile gelir ağzımıza.
Ölüm gırtlağın kızıl hançeresinde fısıldaşır.
Ölüm kelebek kanatlarındaki güzellikten sorumludur.
Ölüm bazen reyhan koparır.
Ölüm bazen votka içer.
Bazen gölgede oturur ve bize bakar.
Ve hepimiz lezzetin ciğerinin,
Ölüm oksijeni ile dolu olduğunu biliriz.
Çitlerin arkasında yaşayan sesi var kaderin
Yüzüne kapıyı kapatmayalım.
Perdeyi açalım:
Bırakalım duygular soluk alsın.
Bırakalım ergenlik her ağacın altında yuva kursun.
Bırakalım içgüdü oyun oynasın.
Yalınayak mevsimlerin peşinde,
Çiçeklerin üstünde uçsun.
Bırakalım yalnızlık,
Türkü söylesin,
Birşeyler yazsın,
Sokaklara çıksın.
İçten olalım.
İçten olalım,
Bankada da bir ağacın altında da içten olalım.
Bizim işimiz değil kırmızı gülün sırrını anlamak.
Bizim işimiz belki de:
Kırmızı gülün büyüsünde yüzmektir.
Bilimin ötesine çadır kuralım,
Bir yaprağın cezbesiyle elimizi yıkayıp
Sofraya oturalım,
Sabah güneş doğarken doğalım,
Heyecanları serbest bırakalım,
Uzayın, rengin, sesin, pencerenin
Anlamını tazeleyelim,
Varlığın iki hecesi arasına, gökyüzünü yerleştirelim,
İçimizi ebediyetle doldurup boşaltalım,
Bilimin yükünü kırlangıçların sırtından alıp yere koyalım,
Bulutların, çınarın, sivrisineğin, yazın ismini geri alalım,
Sevdayı yağmurun ıslak basamaklarından
Yükseltelim,
Kapıyı insana ve ışığa ve bitkiye ve böceğe açalım.
Bizim işimiz belki de,
Nilüfer çiçeği ve çağımız arasında,
Hakikat şarkısının peşinde koşmak/tır.

Sohrab Sepeh


Kötü yaşarım korkusuyla, hiç yaşanmadan biten hayatlar var.
Evren hareketi sever, hiç bir şey yapmadan seyredenlere, üretmeden mazeret üretenlere bir şey katmaz.
Sığ düşünceleri bize empoze eden zihniyete ”bilgi çeşitliliğimizle, derinliğimizle” karşı çıkabiliriz.
Kalemlerimizin uçları, nar çiçeği tazeliğinde sesleniyor bize;
Ağaç ekelim, savaşlara hayır diyelim, din bezirganlarını yeryüzünden silelim.
Eğitimi cehalete teslim etmeyelim, cinsiyet ayrımcılığını yok edelim.
Vicdani hür, aklı hür eğitmenler yetiştirelim.
''Irk, din, etnik, renk, dil, cinsiyet'' bunlarda aranmaz doğruluk.
Dünya üzerinde, iyi insan kötü insan, faydalı insan faydasız insan vardır.
Öğretelim çocuklarımıza, insan değerinin etiket fiyatı olmadığını.
Farkında olmalılar; kendisinin, hayatın, olayların, sanatın ve yaşamın.
Gidişatın Farkında Olmalılar; yoksa nasıl aydınlanacak dünya ?
Çocuklarımıza, ''aydın,aydınlanmış, mutlu, sevgi dolu'' olmayı öğretelim...


Olcay Kasımoğlu