Translate

18 Aralık 2018 Salı

Sevgi illa ki yolunu bulur, yeter ki insanlar cesur ve yürekli olsun...

Ağzında lafi eveleyip geveleyenlerden oldum olası haz etmem...
Yetmezlik içinde bile mutlu ve dingin olabilir insan. Her şey, doymazlık da gizlidir.
Büyük irdeleme ve küçük yürüyüş başlamasın bir kere; her an yaşam fışkırır hücrelerimizden; en kırılgan zamanlarda, en puslu havalarda bile. 
Ağzında lafi eveleyip geveleyenlerden oldum olası haz etmem...
Yetmezlik içinde bile mutlu ve dingin olabilir insan. Her şey, doymazlık da gizlidir. Büyük irdeleme ve küçük yürüyüş başlamasın bir kere; her an yaşam fışkırır hücrelerimizden; en kırılgan zamanlarda, en puslu havalarda bile.
Bunları yazgı, töre diye yutturanların suratına kalemimle, bilinçle haykırmak istiyorum.
Ve evren eşlik eder, kendi kokumuza, düşlerimize, en olmadık zamanlarda bile.
Yazdığım şiirlere soluk katmak, düşlerin terzisi olmak, çocuklarımın büyüdüğüne şahitlik edip, onlarla yenilenmek ve ruhumun eşini, can yoldaşımı, yaşam sofrasında ağırlamak istiyorum.
Başkalarının gözlerinde aramıyorum düşlerimi. Hayata ve insanlara beklentisiz bakıyorum.
Pek çok insan yalnız gördüğüyle dünyayı algılar, aldığı kadarıyla yorumlar. Aslında her şeyin kendi içinde bir dili vardır ve her şey bir o kadar doğurgandır yaşamda.
Yaşam felsefeme baktığımda: insanca yaşamak, insanı sorumluluğumu yerine getirmek, doğaya, yaşama saygılı davranmak, bu dünyadaki konukluğumu güzelliklerle taçlandırmaktır dileğim.
Duygusal ve spiritüel bakışın dışına çıkıp, reel kalıplar içinde analiz ettiğimde çevremi; dışarıda gürül-gürül bir mavi-yeşildir gidiyor.dünya.
Büyüleyen bir zekanın tasarladığı, üstün yetenekli bir ressamın her sabah tekrar çizdiği,
dünya ölçekleriyle kabul görmüş bir tablo gibi mucizevi güzellikte.
Bu tablonun tadına varabilmenin vahasına çıkabilmek için,aşk ve samimiyet kaynaklı bir zarafet koridorundan süzülmek-çözülmek gerekiyor...
Bir dostun muhabbetinden,bir aşkın nefesinden düştüysen uzağa;
pırıltısız, kanatsız, çığlıksız bir kuytudan öte bir şey değildir dünya.
Harika bir dünya sahnesi var ve herkese yetecek kadar görev dağılımı.
İster seyirci ol, ister yönetmen veya oyuncu; yeter ki insan olalım. 'İnsan olmak' en mühimi ve sevmek, sevgiyi seçmek en güzeli !
Yeter ki öze dokunsun ve candan olsun, hakka, adalete, sevgiye ve demokrasiye inanalım.
"Limon ağacıyla limonlar, nar ağacında nar ve illaki güneşte kızarmak isteyen üzümler.
Sonra yukarıda başımızın değmediği gök, ayağımızın bir basamadığı toprak ve denizler uçsuz bucaksız. Gerisi boş, yalan, insana ait olan. Gerisi boş, biz geçerken var hepsi !"
Hayat bizi yargılamaz, kendi içinde ki öze ulaştırmak için, bütün evreni kalbimizle dinlemeye davet eder.
Yengilerimizi de, yenilgilerimizi de cesaretle karşılayıp, yeri geldiğinde, hoşçakal demenin zerafeti de bir başka.
Yeterki canlar sağolsun, kalpler kırılmasın.
Olcay Kasımoğlu
"Simurg Olmak Zamanı" Romanından
''Düşmüşüm elden ayaktan kaldır beni beni, beni dost''

Yalanın, vefasızlığın, hainliğin, kindarlığın, sinsiliğin tavan yaptığı bu hain çağda;
Yüreklerinde körükledikleri iyilik ateşiyle halen sevgiyi, aşkı, masumiyeti, dostluğu küçük hesaplara yedirmeyenlere, esen yele sevdiğinin kokusunu emanet edenlere gelsin bu türkü...
herkesin derdi bir başka
kiminin ekmeği yavan
kiminin tuzu kuru
kiminin pırlantası ufak
kiminin yürekleri daracık
kimi de
biat etmişken dolar tanrısına
hayat işte
''ne sevgi sığıyor içine
nede insanlık...''
yaşamak için
özgürlük için
bu dünyalık dışı usuma
gökyüzünün mavi giysisi altında
gönül sığınağı verin
yürek başka bir şey nasıl olsa...
Her şey mümkündür
Gittikçe arınıyorum kendimden...
Hayatımıza bir bütünlük içerisinde baktığımızda, eğitim ve öğretimin yaşam fenerimiz olduğunu görüyoruz.
Bununla birlikte çocuklarımızı sevgi diliyle yetiştirmek, onlara rol model olmak, aklı ve vicdanı hür kişilikli bireyler yetiştirmek için önce kendimizin kişilikli ve sevgi dolu olması gerekir.
Yetiştiğimiz çevrenin imkan ve koşulları kısıtlı olabilir. Bu aslında çok da önemli değildir. Hepimiz, toplum ve sistemin getirdiği kurallarla bir çocuğun yetişmesinde köprü görevi üstleniriz. Önemli olan onları geleceğe hazırlarken çocuklarımızı donanımlı yetiştirmektir.
Okula başlama çağı gelen çocuk, ailesi tarafından kendine öğretilen davranış modelleriyle ve duygu birikimiyle yaşamın başka bir kapısından içeri giriş yapar. Yeni insanlarla tanışır. Bu tanışmanın en önemli ayağı öğretmendir.
Öğretmenin dünya görüşü, bakış açısı, yaşama ve insanlara yüklediği anlam çok önemlidir. Evinde anne ve babasını örnek alan çocuk için artık öğretmen bir adım öne geçmiştir.
Özellikle ilköğretim aşamasındaki çocukların kahramanları ilkokul öğretmenleridir. Bu yüzden çok önemlidir bir öğretmenin sağlıklı bir ruh yapısına sahip olması.
Bununla birlikte yaşadığı bölgeyi tanıması ve toplumun yapısını bilmesi de çok önemlidir. Nitelikli bir öğretmen eğitimin sadece okuma -yazma öğretmek olmadığını bilir.
Sorgulayan, araştıran, yaşama anlam katan, üreten ve ezber bozan, fark yaratan bireyler yetiştirmenin önemini kavramış iyi bir öğretmen, aynı zamanda iyi bir vatandaştır.
Diğer türlüsü sadece verilen müfredatı uygulayıp, mesaisini tamamlayıp, arkasına bakmayan sıradan bir devlet memurudur.
İyi yetişmiş öğretmenlere ihtiyacımız var.
Nitelikli öğretmenler iyi bir insanın yetişmesinin, emekle, sabırla ile işleneceğini bilir. Bizlerin bu hedefe ulaşmada etkin olabilmesi için de önce kendimizi güncelleyip, yenilememiz gerekiyor.
Eğitim sisteminin uygulayıcısı öğretmenler olsa da sizler olmadan bizler eksiğiz. Bu yüzden öğretmenlerin sorumluluklarını yerine getirecek şekilde hazırlanmaları yaşamsal bir önem taşırken, sizlerinde bizimle birlikte olmanız gerekir.
İyi bir vatandaş yetişmesinden sorumlu olması gereken insanın, sorumsuz olması kadar vahim bir şey olamaz. Özellikle eğitim kurumları, sağlık ve yargı tümüyle politikadan bağımsız olmalı. Vicdanı ve aklı hür, adaletli insanlar öğretmenlik yapmalı. .
Para eğitimin kalitesini belirlememeli. Kaldı ki sosyal devletin vatandaşına vermek zorunda olduğu sosyal bir haktır eğitim.
Çocuklarınızın da en doğal hakkıdır.
Çocukları sadece okutmak önemli değildir. Okumak isteyen çocuk okur, okumayı öğrenmek isteyen bir şekilde okumayı öğrenir. Önemli olan bu çocuklara okuduklarını sorgulamayı öğretmektir.
Hayatın sorumluluğunu yüklenmemenin, hiç bir şey yapmadan seyretmenin en büyük tehlike olduğunu ve cehaletin olduğu yerde hiç bir güzelliğin yeşeremeyeceğini öğretmektir.
Kızlarımızı okul yoluna yasaklı kılan cehaleti, kadınları eksik gören zavallı zihniyeti, aydınlanmaktan korkan yobazları, siyaseti tekelleştiren sistemi yok etmenin tek yolu, sağlıklı düşünen ve yaşadığı dünyaya değer katan bireyler yetiştirmekle mümkündür.
Eğitimin bilginin anahtarı olduğunu, bu anahtarı kullanmayı öğrendikçe arkasından cesaretin ve mutluluğun geleceğini ve eğitimi bir yaşam biçimi haline getirmemiz gerektiğini öğretmeliyiz.
Öğretirken de iyi rol modeller olmalıyız.
Bu sadece öğretmenlerin görevi değildir. Hepimizin görevi ve sorumluluğudur. Eğitimin olmadığı yerde cehalet olur. Hem bu bir günlük bir şey değil tam tersine iyi gençler yetiştirmek için okumak, gözlemlemek ve kritik yapmak bir ömür boyu süren yolculuktur. Eğitim ömür boyu devam eden bir süreçtir.
Düşünceyi ve eylemi uzlaştırmak için, bireysel ve toplumsal yaşamı uyumlaştırmak için, bencilliğe karşı cömertliği anlamak ve yaşamak için, ayrımların karşısına bütünleşme fikrini koyarak; hoşgörü, sevgi, anlayış, saygı gibi değerleri anlamak ve yaşamak için sağlıklı düşünen beyinlere ihtiyacımız var.
Yaşamın bilinçli bir kaşifi olabilmek için, daha iyi bir dünya ve iyi bir yaşam için; insan olduğunun farkına varan; maddi ve manevi faaliyeti sırasında hem kendi hem de toplum hayatının şartlarını oluşturan motivasyon ve eğilimlerini iç çatışmaları azaltacak şekilde örgütleyip kaynaştıran; diğer kişilik ve karakterlere karşı uyumlu davranış sergileyen, başkalarını türlü açılardan ve değişik yöntemlerle değerlendirebilen kişilikli insanlara ihtiyacımız var...
Bu bağlamda üzerime düşen sorumluluğu gerek meslek yaşamımda olsun gerekse sosyal ve toplumsal olaylarda aldığım rollerde, yazın dünyasına verdiğim emekle ve kendime duyduğum sevgi ve saygı çerçevesinde, insanların duygularını istismar etmeden, üzerime düşeni yerine getirmeyi insanı sorumluluğum olarak görüyorum.
İnsan yaptıklarından ve yapamadıklarından sorumludur.
Bende bir şeyler yapmak adına pedagojik formasyon eğitimi aldım.
Umarım güzel işlerde bize rehberlik eder..
Sevgi ve Saygılarımla...

Bazı hikayeler yarımdır

Anlamadıysan yeniden yaşarsın
Fark ettiysen yenisini yaşarsın.
Mevsim sonbahar, göçmen kuşlar çekildi yuvalarına. Tomurcuklar başını gömdü toprağın karnına ve her şey bir o kadar suskun bahara..!
Ya insan, insan kendiyle boğuşuyor, çelişiyor unutuyor insan olduğunu.
Her şey yaşamak üzerine kurgulanmışken, tüm şarkılar, türküler buram buram yaşam ve sevda kokarken, insanlar da bir dünya, bir mal mülk edinme telaşı!
Yaşarken mi öldürüyoruz sevdiklerimizi, yada gülde dikeni unutan biz miyiz ?
Dokundukça ''Ah'' diyen sese kulaklarımız sağır, yüreğimiz kör, kapılarımız kilitli, ruhlarımız sakat.
Bir dünya telaşına kapılmışız, bir ben bilirim, bir ben haklıyım nidalarıyla kendi içimize yuvalanır dururuz.
Telaş dediğinde, maldan mülkten, mevkiden, diplomalardan, başkalarının gözünde değerli olma, onanma sancılarıyla etrafımıza örülmüş bir cendere.
Sevmiyoruz kendimizi.
Yaşamı kutlamak değil, ölümü kutsamak öğretiliyor bize.
Ölüme dair, Seneca’nın seslenişi oldukça etkileyicidir;
“Ölümün olduğunu öğrenir öğrenmez, hayattan çekilmeye karar vermemişsek, burada bulunmamızın tek nedeni var mutlu olmaktır.
O zaman, üçgenin ille de üç kenarı olacak diye bir kural koymaya biliriz…” Ama insanoğlu kural koyar, insan oğlu nefsinin kölesidir, çok azı nefsini terbiye eder. ben ben diye bağırır durur, bencildir.
Kendimize adil, kendimize namuslu, kendi egolarımız tavan oldukça , aramızdan usul usul kayanları göremeyeceğiz, sessiz çığlıkları duyamayacağız.
Ozanın dediği gibi, “Hayat sunulmuş bir armağandır insana.” ama ne kadarımız bu armağanın değerini biliyor, ona hakkını veriyoruz?
Yoksa, hoşumuza gitmeyen bir armağan gibi, onu bir kenara koyup, eskimesini, yok olmasını mı bekliyoruz?
Ya da kaybetmek midir ölüm?
Varlığın esas olan huzura, serbestliğe kavuşması mıdır?
Her ölüm, erkendir diyen şair yanıldı mı bir yerde?
Esas olan, yaşamın ne manaya geldiğini çözemeden ayrılmanın garip yoksulluğu mu, yoksa sonsuzluk dediğimiz, aslında yaşamdaki sonsuzluk değerinde bir an mıdır?
"Çoğumuz ömürlerimizi sadece minik bir "kelebek etkisi" için yaşıyoruz belki de. Ama o etkiyi yaratacak dönüşümlerden ya da çabadan fersah fersah uzağız. Haliyle dünya bir bumerang gibi bize geri dönüyor bu durumda, hiç değişmeden... İşte bizim trajedimiz bu, içten dışa büyüyen bir kısır döngü."
Oysa, insanın huzur ve memnuniyeti dışarıda değil içindedir.
Ve bizler ölümlü dünyaya, bitimli hayatlar almaya çalışıyoruz, birde bakıyoruz ki;
“Özenle sakladığınız bir sarı lira gibi ömrümüz, vakit gelip, sandıktan çıkarttığımızda bakıyoruz tedavülden kalkmış.
Evren bile tamamlanmamış hiç bir şey bırakmazken, eksiğe müsemma gösterir mi yaşam sizce?
Bitmemiş aşklardan düğümlere, yaşanmamış duygulardan tatmin olunmamış ilişkiye, dengesi şaşan terazinin eksik kalan kefesine, gizliye saklıya, arkadan iş çevirene, hırsından delirene, tutkusuna yenik düşene, can yakana, can alana, dönüşüme direnene, dönüştüremeyene, ben deyip bize geçemeyene yaşam bir şey verir mi sizce?
Bir insanın yaşama kattıkları, kültürü, ahlak anlayışı, ait olma bilinci kendine namuslulardan olmamalı.
Yaşama kırgın, kendimize küs, umutları ayağından vurup, bir ipe dolayıp boynumuzu yada kör bir kurşunla hoş çakal diyenler kadar, yaşarken kendini bulamayanlarda beni bir o kadar üzer...
Olcay kasımoğlu
17.12.2018

17 Aralık 2018 Pazartesi


DOĞRU OLAN YAŞAMDIR

Yaşamınızda her neyi deneyimliyorsanız, onun ötesine geçmek ve yeni bir kapı açmak üzere deneyimlediğinizi bilin ve bunu hatırlayın. Zira tüm zorluklar sizi pişiren, hamlığınızı alan ve olgunlaştıran bir etkiye sahiptir.
''Bir delinin haykırışı/ Andrei Tarkovsky...'' O derinlikli ve yenilmez bir özgünlüğe sahip...
''Birbirimizi anlayabiliriz, ama yorumlamaya gelince herkes yalnızca kendisini yorumlayabilir''
Çağ yorgunuyuz, insanların çoğu konuşmuyor,”Bağırıyor” bilmeden konuşuyor, başkalarının söylediklerini mantık süzgecinden geçirmeden kabulleniyor, birkaç kez duyduğu, izlediği şeyleri kendi fikriymiş gibi söylemeye başlıyor.
Aydınlamanın farkındalığına, farkındalık yaratmaya; hayatı deneyimleyerek, yıldızları, kuşları ve bilgeleri açık kalple dinleyerek ulaşabiliyor insan...
Kimsenin kalbini kırmamak ya da sevimli görünmek adına, olur olmaz her isteğe, doğru bulmadığımız düşünce ve fikirlere “evet” demeyi bıraktıkça; neyin değerli neyin daha az değerli olduğunu anlamaya başlıyoruz.
Bu algı oluşunca da;
İhtiyacı olanı istemekle, muhtaç olmak arasında çok ince bir fark olduğunu fark etmeye başlıyoruz.
İnsanın kendini tanıması, hayatına sahip çıkması, yapması gerekenleri kendi iradesiyle yapması kadar güzel bir şey olamaz.
Emeğin hiç bir zaman sorgulanmadığı bir yaşam ve sağlıklı sevgi anlayışıyla büyümek, ahlaki olgunluğa erişmek, iyiliğin, sevginin parçamız olduğunu bilmek, insanın asıl doğasına ait tüm özellikleri unutmadan, varoluşumuzun, özümüzün güzelliklerinden utanmadan yaşama yürümek, yaşamı değerli ve anlamlı kılıyor.
Öte yandan, hayatta en iyi ve en mutlu yaşam, olumlu düşüncelerdeki yaşamdır. Bu nedenle iyi, yapıcı ve yaratıcı düşüncelerin insana verdiği mutluluğu hayatta hiçbir şey veremez.
Ve hiç bir şey ölmüyor yaşamda. Ölen, insanların kendi kafalarında, kalplerinde öldürdükleri aslında..
Velhasıl yaşamak ve yaşatmak ince bir iştir.
Olcay Kasımoğlu

16 Aralık 2018 Pazar

Yaşamdan beslenenler
Ne yalnız başına övgü ne de sövgü, yaşama bir şey katmaz.
İnsanı insan yapan; üretim, paylaşım ve doğa ile bir bütünlük içinde, huzurlu ve güven ortamında, yaşama devam etmek, hayatın anlamına, bütünlüğüne güzellik katmaktır.
İnsanların; dil, ırk, mezhep gibi, yaşamda pek karşılığı olmayan gerekçelerle çatışma ortamına sürüklenerek, yaşamdan kopmaları, hayatın anlamına da büyük haksızlıktır.
Her günün yeni bir gün ve yeni bir başlangıç olduğunun farkında olanlar, yaşamdan beslenirler.
Değişim ve yenilenmek; hayata ve kendimize karşı görevlerimizdendir.
Gerçeğimizin farkında olmak, iyi insan olmanın gereğidir.
O halde insan her koşulda, enerjisini olumlu olana harcayarak yaşamı daha sağlıklı ve anlamlı kılabilir.
İnsan; yaptıklarından ve yapamadıklarından sorumludur.
İnsanın eylemlerinde ki güzelliği, yaşamın hakkını verdiği oranda bir önem taşır.
Ya yaşamın tanığı yada seyircisi olur..


Olcay KASIMOĞLU



Yüreğinle sevmek

''Ağaçların sallanışı
kuşların kanat çırpışı, kim der sesi yok diye''
Kalbimde evi, kim der yok diye...
Bitmemiş aşklardan düğümlere, yaşanmamış duygulardan tatmin olunmamış ilişkiye;
gizliye saklıya, arkadan iş çevirene, hırsından delirene, tutkusuna yenik düşene, can yakana, can alana, dönüşüme direnene, ben deyip bize geçemeyene yaşam bir şey verir mi sizce?
Ne olursa olsun, yaşımız kaça vurursa vursun kendimizle barışık değilsek, hiç bir şeyden zevk almayız. yaşamayı bilmek bir kültürdür. Bugün binlerce insan eğlence değince akıllarına ilk önce para geliyor. Para olmadan nasıl eğleneceğiz deniliyor. Öyle bir algı oluşturulmuş ki, yaşamak para olmadan mümkün değilmiş gibi !
Oysa bir sürü sanatsal etkinlikler bedava, çok cüzzi bir bütçeyle sinemaya,tiyatroya gitmek mümkün. Manzara seyretmek, kuşların sesini dinlemek, güneşin doğuşuna şahitlik etmek, gece yıldızlarla oynaşıp hoş beş etmek bedava. Dostlarla bir çay içip, sohbet etmek, birine iyi davranmak, gülümsemek bedava.
Güneşin, rüzgarın, denizin, sanatın, sevginin fiyatı yok. Keşke kötü gün parası diye biriktirdiğiniz o gayrimenkuller, bankadaki kabarık hesaplarınız kadar olmasa da, yaşama aşkla,sevgiyle dokunsak, mutlu anılar bıraksak. İçimizde kalmayan ukdeler, cıvıl cıvıl bir yaşam dökülse eteklerimizden.
Bunlara sahip olmak ancak kültürle mümkündür. Para kazanmaya emek verdiğimiz kadar kültür edinmeye de emek verelim.

Hayatımı sana harcadım, senin için saçımı süpürge ettim söylemlerinden kurtulup, seninle yaşamak ne büyük lezzet, seninle yaşamak ne büyük lezzetti diyebilsek, daha güzel ve anlamlı olmaz mı dünya ?
Hem seven sevdiğinin yaşamını heba etmez ki ! Bu çocuklarımız olsun, sevdiklerimiz olsun, hiç kimse kendi yaşamını acıya kedere boğarak feda etmesin kendini.. 
Bunun adı adanmışlık da değil.
Mutsuz çoğunluklara dönüp baktığımızda bunu açık ve net görmekteyiz.
Hayat, şimdiki zamana indirgenir ve mekanikleşmeye başlar.Kişi kendisini ve diğerlerini değerli görmekten vazgeçer.
Sosyal ilişki seviyesi minimuma iner, kişiler umutsuz ve yönünü kaybetmiş gibi hissederler.

Bir dostun muhabbetinden, bir aşkın nefesinden düştüysen uzağa;
pırıltısız,kanatsız,çığlıksız bir kuytudan öte bir şey değildir dünya.
Ve harika bir dünya sahnesi var, herkese yetecek kadar da görev dağılımı. İster seyirci ol, ister yönetmen veya oyuncu, yeter ki önce insan ol...
'İnsan olmak' en mühimi ve sevmek, sevgiyi seçmek en güzeli... Yeter ki öze dokunsun ve candan olsun...
Bir dostun muhabbetinden, bir aşkın nefesinden düştüysen uzağa;
pırıltısız,kanatsız,çığlıksız bir kuytudan öte bir şey değildir dünya.
Ve harika bir dünya sahnesi var, herkese yetecek kadar da görev dağılımı. İster seyirci ol, ister yönetmen veya oyuncu, yeter ki önce insan ol...
'İnsan olmak' en mühimi ve sevmek, sevgiyi seçmek en güzeli... Yeter ki öze dokunsun ve candan olsun... · 
Severken seni
sevda bu
dile kolay
gözleriyle örterken geceyi
çocuk yanımı kurgular düşlere
evrenin
en güzel
yüzüne dokunmuşum gibi
parmak uçlarıma kokusunu getirir
çiçekli dallara binmiş gibi
sıcak bir düşün terinde
içim
sana sırılsıklam
sahi
birer gül inceliğinde mi
ömrünün hikayesi
buğulu bir nasihat mı
içinde ki çocuk gözlerin
severken seni,
düşlerimi süsleyişin
yağmur sonrası
bir bahar sabahı gibi
öpüyorum
alnının
ışıklı yamaçlarından
bir ağacın
dal budak saldığı kökler gibi
sende yeniden doğuyorum

Resim: Utagawa Hiroshige
1797 - 12 Ekim 1858
Japonya


13 Aralık 2018 Perşembe

Yine Yeniden Hermann Hesse

Almanya'da doğmuş İsviçreli yazar ve ressam. 20. yüzyılın en önemli yazarlarından biri olan Hesse, ilk şiirini yirmi beş yaşında yazmıştır. 1904'te serbest yazarlığa başlamış olup romanları, öyküleri, denemeleri, şiirleri, politik makaleleri ve kültür alanındaki eleştirel yazılarıyla tüm dünyada 100 milyonu aşkın okura ulaşmıştır.
Kendini kanıtlama, kendi olma, yazarın kendini yansıtması, bireyin kendini aşması gibi temaları içeren Bozkırkurdu, Siddharta, Peter Camenzind, Demian, Narziss ve Goldmund, Çarklar Arasında ve Boncuk Oyunu romanları, yazarın en tanınan edebi eserleridir.
Hesse gibi oldukça manevi konuları ustalıkla işleyen bir yazarın en sevilen 24 alıntısını sizlerle paylaşıyoruz;
"
1. ''Yalnızlık bağımsızlıktır."
"Yalnızlığı arzulamış, uzun yıllar içinde onu ele geçirmiştim. Soğuktu bu yalnızlık, orası öyle, ama sessizdi, yıldızların içinde dolanıp durduğu uzay gibi harikulade sessiz ve büyük."
2. Yaşamın müziği...
Yaşamın müziği...
"Siddhartha kulak verip dinledi. Bütünüyle kulak verip dinleyen biri kesilmişti şimdi, kendini tümüyle dinlemeye vermiş, tümüyle boşalmış, tümüyle soğurup içine alan biri olmuştu. Dinleme sanatında öğrenilecek her şeyi öğrendiğini hissediyordu. O zamana kadar bütün sesleri sık sık işitmişti, ırmağın çıkardığı bu pek çok sesi; ama sesler bugün bir başka yankılanıyordu. Pek çok sesi birbirinden ayırt edemiyordu artık, neşelileri gözü yaşlılardan, çocuksuları erkeksilerden ayıramıyordu, bir bütünlük oluşturuyordu hepsi, özlemin yakınması ve bilen kişinin gülüşü, öfkenin haykırışı ve ölen kişilerin iniltisi, hepsi birdi şimdi, hepsi içi içe geçmişti, birbirine bağlanmış, binlerce kez birbirine sarılıp dolanmıştı. Ve tümü, bütün sesler, bütün amaçlar, bütün özlemler, bütün çileler, bütün hazlar, bütün iyi, bütün kötü şeyler, tümü birden dünyayı oluşturmaktaydı. Tümü birden yaşamın müziğiydi."
3. "Ve tüm şan ve şöhretler, tüm akıllılıklar, tüm ussal kazanımlar, insanlığın yücelik, büyüklük ve kalıcılığına yönelik tüm atılımlar yıkılıp gidiyor, maskaraca bir oyuna dönüşüyor."
"
4. "Yaşam konusunda bir fikrin vardı; içinde bir inanç, bir beklenti yaşıyordu; eylemlere, acılara, özverilere hazırdın."
"Ama yavaş yavaş anladın ki, dünya hiç de senden eylemlerde ve özverilerde bulunmanı istemiyor; yaşam, kahraman rollerine ve benzeri şeylere yer veren bir kahramanlık destanı değil, insanların yiyip içmeler, kahve yudumlamalar, örgü örmeler, iskambil oynamalar, radyo dinlemelerle yetinip hallerine şükrettikleri rahat bir orta sınıf evidir."
5. "Geçmişte olan, gelecekte olan hiçbir şey yoktur; her şey vardır sadece, şu an içinde varlık sahibidir."
6. "Sızlanıp yakınacaksın da eline ne geçecek? Her şeyin hayırlı bir yol izleyip olması gerektiği gibi olduğunu, hiçbir şeyin başka türlü olamayacağını gerçekten göremiyor musun?"
7. "Müzik gibisi var mıdır!"
"Müzik gibisi var mıdır!"
"Durup dururken bir melodi gelir aklına, söylemeye başlarsın, sessiz, içinden yalnızca, varlığını melodi ile içirip doyurursun, melodi tüm güçlerine el koyar -ve sende yaşadığı sürece içindeki tesadüfi, kötü, kaba, kasvetli ne varsa silip atar, dünyayı da alır kapsamına, zoru kolaylaştırır, donup kalmış nesneleri kanatlandırır. Bir halk ezgisinin melodisi üstesinden gelebilir bütün bunların. Hele armoni! Katıksız bir uyumla bir araya getirilmiş seslerin kulağa hoş gelen ahengi, örneğin bir çan sesinde, insanın gönlünü tatlılık ve hazla besleyip doyurur; daha öncekilere gelip eklenecek her yeni sesle büyür, güçlenir bu ahenk, bazen insanın yüreğini öylesine yangına verir, hazla öylesine titretip ürpertir ki, bu kadarı başka hiçbir zevkin harcı değildir."
8. "Senin ruhun bütün dünyadır."
9. "Evet, geride kalmıştı hepsi, kadeh içilip boşaltılmış, onu yeniden dolduran çıkmamıştı."
"Yazıklanılacak bir şey yoktu, geçip gitmiş hiçbir şeye yazıklanmamak gerekiyordu. Yazıklanılacak tek şey şimdi'ydi, bugün'dü, yitirdiğim, sadece edilgen bir tutumla katlandığım, bana ne armağanlar sunmuş, ne beni fazla sarmış bu sayısız saatler ve günlerdi."
10. Her sevişmeden sonra...
Her sevişmeden sonra...
"Haz vermeden haz alınamayacağını, her jestin, her okşayışın, her dokunuşun, her bakışın ne kadar küçük olursa olsun vücuttaki her köşenin kendine özgü bir gizle donatıldığını, bu gizi keşfetmenin, keşfeden kişiyi mutlu kılacağını öğrendi. Her sevişmeden sonra sevgililer birbirlerinden, biri ötekine hayranlıkla bakmadan ayrılmamalıydılar; hem yenmiş hem yenilmiş olmalı, herhangi birinde aşırı doymuşluk ya da bıkkınlık duygusu uyanmamalı, sömürdükleri ya da sömürüldükleri duygusuna kapılmamalıdır."
11. "Bilgelik keşfedilebilir, bilgelik yaşanabilir ama bilgelik başkasına anlatılamaz ve öğretilemez."
12. "Asla bir insan ya da bir eylem tümüyle Sansara, tümüyle Nirvana değildir."
"Asla bir insan ya da bir eylem tümüyle Sansara, tümüyle Nirvana değildir."
"Asla bir insan tümüyle kutsal ya da tümüyle günahkar olamaz."
13. "Günaha pek çok gereksinim olduğunu kendi bedenimde ve kendi ruhumda yaşadım..."
"...diretmekten vazgeçip dünyayı sevmeyi öğrenmek, onu kendi arzuladığım, kendi hayalimde yaşattığım bir dünyayla, kendi uydurduğum bir mükemmellikle karşılaştırmayıp nasılsa öyle bırakmak ve onu sevmek, gönülden onun içinde yer almak için şehvete, mal ve mülke, kendini beğenmişliğe gereksinim duydum, en rezilce umarsızlıklara kapılmayı gereksindim."
14. "Evet, benim mezarımın başında cübbeleri ve duygusal hristiyan kardeşler sözleriyle o leş kargalarından hiçbiri bulunmayacaktı!"
"Ah, nereye baksam, düşüncelerimi nereye yöneltsem, hiçbir yerde beni bekleyen bir sevinç, bana yollanmış bir çağrı, beni kendine çekecek birşey yoktu. Herşeye kokuşmuş bir kullanılmışlığın, kokuşmuş yarı memnunlukların pis kokusu sinmişti; herşey eskimiş, sararıp solmuştu, gri, peltemsi, tükenmiş durumdaydı herşey."
15. "Bu, kayıkçının en büyük erdemlerinden biriydi: Dinlenmesini onun kadar iyi bilen az kişi çıkardı."
"Hiç bir şey söylemese bile, konuşan kişi, ağzından çıkan sözlere Vasudeva’nın nasıl suskun, açık yürekli, bekleyerek ruhunun kapılarının açtığını, konuşulan sözlerden nasıl hiçbirini kaçırmadığını, hiç sabırsızlık göstermediğini, ne övgü, ne yergiye başvurduğunu, yalnızca dinlediğini hissederdi hemen. Siddhartha böyle bir dinleyiciye açılmanın, böyle bir dinleyicinin yüreğine kendi yaşamını, kendi arayışlarını ve çilelerini gömmenin nasıl bir mutluluk olduğunu seziyordu."
16. "İlk kez tadıyordum ölümü ve ölümün tadı acıydı, çünkü doğmaktı ölüm, korkunç yenilikler karşısında duyulan dehşet ve ürküntüydü."
"İlk kez tadıyordum ölümü ve ölümün tadı acıydı, çünkü doğmaktı ölüm, korkunç yenilikler karşısında duyulan dehşet ve ürküntüydü."
17. "Hiçbir insan yüzde yüz kendisi olamamıştır ama yine de herkes gücü yettiğince ilerler bu yolda, kimi biraz daha gözü açık, kimi biraz daha gözü kapalı."
18. "Oysa ben hep dışarıdaydım, hep kıyıda kenarda kalacaktım; tek başıma, güven duygusundan uzak, içi sezgilerle dolu ve bir kesinlikten yoksun yaşayıp gidecektim hep."
19. "Erkekleri görüyordum; bugün arzuyla, yarın bıkkınlıkla kahroluyor, yana yakıla seviyor, sevgilere hoyratça son veriyor, hiçbir sevgiye güven beslemiyor, hiçbir sevgide mutluluğu bulamıyorlardı."
"Kadınları görüyordum sevgiden yanıp tutuşan; aşağılanmaları ve dayakları sineye çekiyor, sonunda kapı dışarı ediliyorlar, ama bağlandıkları erkekten yine de kopamıyor, kıskançlıkları ve horlanmış sevgileriyle onurları çiğnenmiş, köpeksi bir sadakat sergiliyorlardı."
20. "Her insanın yaşamı, onu kendine götüren bir yoldur, bir yol denemesi, bir yol taslağıdır."
"Hepimiz aynı derinliklerden çıkıp geliriz ama bir taslak, derinliklerden çıkıp gelen bir yaratık olarak her birimiz kendi öz amacımıza varmak için uğraşıp didiniriz."
21. "İnsanların büyük çoğunluğu, düşen bir yaprak gibidir, kapılıp gider rüzgarın önüne, havada süzülür, dönüp durur, sağa sola yalpalar vurarak iner yere.."
"Pek az kişi de vardır, yıldızlara benzer, belli bir yörüngede ilerler durur, hiçbir rüzgar varamaz yanlarına, kendi yasalarını ve izleyecekleri yolu kendi içlerinde taşırlar."
22. "Bilinmesi gereken şeyleri insanın kendisinin tatması daha iyidir."
"Dünya zevklerinin ve dünya malının insana hayır getirmeyeceğini daha çocukken öğrendim. Hanidir biliyordum bunu, ama ancak şimdi yaşadım. Ve şimdi biliyorum, belleğimle değil, gözlerimle, yüreğimle, midemle biliyorum böyle olduğunu. Ne mutlu bana ki, biliyorum artık!"
23. "Bir babadan çocuğuna burnu, gözleri, hatta zekası kalıtım yoluyla geçebilir, ama ruhu asla. Her insan yeni bir ruh taşır kendisinde."
24. "Zaman gerçek değildir."
"Asla bir insan tümüyle kutsal ya da tümüyle günahkar olamaz. Böyle gibi görünmesi, yanılmamızdan, zamana gerçek bir nesne gibi bakmamızdandır. Zaman gerçek değildir. Zaman gerçek değilse, dünya ile sonsuzluk, acı ile mutluluk, kötü ile iyi arasında var gibi görünen çizgi de bir yanılgıdan başka bir şey değildir."
Saklı öykünmelerle

İnsan, kendi öğretisinin tutsağıysa, ona yaşamdan nasıl söz edebiliriz ki? Aydınlamanın bilincine, farkındalık yaratmaya; hayatı deneyimleyerek, yıldızları, kuşları, bebekleri ve bilgeleri açık kalple dinleyerek ulaşabiliyor insan...
Mor bir karanfil akşamında
Ruhum yalın ayak
Süzülürken geceye
İçimde ki çocukla
İstedim
Kalayım bir ömür yanında

Yürekte küçücük bir sıyrık 
Çatlak 
Buğu olmadan
Usul usul
Sindire sindire 
Seyrine dalayım senin yıllarca

İncelikli bir duyguyla 
Al mavi kanatlarının altına 
*Ne varsa işitilen koklanan 
Desin ki; seviştiler*
Yetmezlik içinde bile mutlu ve dingin olabilir insan. Her şey, doymazlık da gizlidir, büyük irdeleme ve küçük yürüyüş başlamasın bir kere; her an yaşam fışkırır hücrelerimizden; en kırılgan zamanlarda,en puslu havalarda bile. Bunları: yazgı, töre diye yutturanların suratına kalemimle, bilinçle haykırmak istiyorum. Ve evren eşlik eder, kendi kokumuza, düşlerimize, en olmadık zamanlarda bile. Yazdığım şiirlere soluk katmak, düşlerin terzisi olmak, çocuklarımın büyüdüğüne şahitlik edip, onlarla yenilenmek ve ruhumun eşini, can yoldaşımı, yaşam sofrasında ağırlamak istiyorum.
Başkalarının gözlerinde aramıyordum düşlerimi. Hayata ve insanlara beklentisiz bakıyordum, koşullu sevgilerim hiç olmamıştı. Pek çok insan yalnız gördüğüyle dünyayı algılar, aldığı kadarıyla yorumlar. Aslında her şeyin kendi içinde bir dili vardır ve her şey bir o kadar doğurgandır yaşamda. Yaşam felsefeme baktığımda: insanca yaşamak, insanı sorumluluğumu yerine getirmek, doğaya, yaşama saygılı davranmak, bu dünyadaki konukluğumu güzelliklerle taçlandırmaktı dileğim.
Duygusal ve spiritüel bakışın dışına çıkıp, reel kalıplar içinde analiz ettiğimde çevremi,dışarıda gürül-gürül bir mavi-yeşildir gidiyor.dünya büyüleyen bir zekanın tasarladığı,üstün yetenekli bir ressamın her sabah tekrar çizdiği,
dünya ölçekleriyle kabul görmüş bir tablo gibi mucizevi güzellikte.
Bende ise bu tablonun tadına varabilmenin vahasına çıkabilmek için,aşk ve samimiyet kaynaklı bir zarafet koridorundan süzülmek-çözülmek gerekiyor...
Bir dostun muhabbetinden,bir aşkın nefesinden düştüysen uzağa;
pırıltısız,kanatsız,çığlıksız bir kuytudan öte bir şey değildir dünya.
Harika bir dünya sahnesi var ve herkese yetecek kadar görev dağılımı; ister seyirci ol, ister yönetmen veya oyuncu;yeter ki insan olalım. 'İnsan olmak' en mühimi ve sevmek, sevgiyi seçmek en güzeli ! Yeter ki öze dokunsun ve candan olsun, hakka, adalete, sevgiye ve demokrasiye inanalım.
Limon ağacıyla limonlar, nar ağacında nar ve illaki güneşte kızarmak isteyen üzümler.
Sonra yukarıda başımızın değmediği gök, ayağımızın bir basamadığı toprak ve denizler uçsuz bucaksız. Gerisi boş, yalan, insana ait olan. Gerisi boş, biz geçerken var hepsi !
Hayat bizi yargılamaz, kendi içinde ki öze ulaştırmak için, bütün evreni kalbimizle dinlemeye davet eder. Yengilerimizi de, yenilgilerimizi de cesaretle karşılayıp, yeri geldiğinde, hoş çakal demenin zarafeti de bir başka.

Olcay Kasımoğlu
 HERMANN HESSE'DEN SEÇMELER

''Hermann Hesse 1877 Almanya doğumlu. Birinci Dünya Savaşı sırasında Alman militarizmini protesto etmek için İsviçre'ye yerleşti. İkinci Dünya Savaşında kitapları Naziler tarafından yakıldı. Çocukluğunda ve gençliğinde intihara meyilli olduğu için hastane ve kliniklerde yattı. Jung'un öğrencisi Lang tarafından ona uygulanan psikanaliz iç dünyasını zenginleştirdi.
İnsancıllığı, barışseverliği ve insan yaşamını irdeleyen felsefesi ; bilhassa "Bozkırkurdu" ve "Sidarta" romanlarında belirgindir. 1946 yılında Nobel Edebiyat Ödülü aldı. Doğu edebiyatına olan yatkınlığı ve bu konudaki bilgi ve etkinliği, özellikle 1960'lı yıllarda Amerika'da canlanan Budizm ve Zen Budizm akımları sırasında, en çok okunan yazarlar arasına girmesine neden oldu. 1962 yılında İsviçre'de öldü...
Onun "İnanç da, Sevgi de Aklın Yolunu İzlemez" adlı deneme kitabından seçtiklerim....
...Bir insandan nefret edip ona kin duyuyorsak, aslında onun şahsında kendi içimizdeki bir şeyden nefret ediyor, buna kin duyuyoruz demektir. Kendimizde var olmayan bir şey bizi kızdırmaz...
...Birbirimizi anlayabiliriz, ama yorumlamaya gelince herkes yalnızca kendisini yorumlayabilir..
...Dünyaya ayak uyduramayan kişi, kendi kendini bulmaya yakın olandır. Dünyaya ayak uyduran kişi ise kendini bulamaz, ama parlamentoda milletvekili olabilir...
...Yasalar ve kurallar bireyler için değil, çokluklar, sürüler, halklar ve kolektif içindir. Gerçek kişilik sahiplerinin yeryüzünde işleri zordur ama güzeldir. Beri yandan, sürünün koruyuculuğundan yararlanamasalar da kendi hayal güçlerinin hazlarını tadarlar...
...Hiç kimse kendi içinde yaşamadıkça başkalarının ruhundaki bir kıpırtıyı duyumsayamaz...
...Kendi ruhunun kuşkularla dolup taştığını bilen biri, başkaları hakkında yargılar verip onları eleştirmeyi aklından geçirmez...
...Sonuna kadar yaşanıp çözümlenmemiş her sorun, dönüp dolaşıp ileride yeniden karşımıza çıkar...
...Sevdiğimiz, hoşlandığımız şeye dönüp dolaşıp sarılır, tutunur ve bu davranışımızın da sadakat sayıldığını düşünürüz ; oysa uyuşukluktan başka bir şey değildir...
...Bir insanın eğitim düzeyi ne kadar yüksekse, yararlandığı ayrıcalıklar o kadar fazla olur ; beri yandan, dar zamanlarda göstereceği özveriler de o kadar büyük olmak zorundadır...
...Anlamsızlık nasıl bir solucan için bir üzüntü kaynağı oluşturmuyorsa, insanların çoğu için de asla bir üzüntü sayılmaz. Ne var ki, bu üzüntüyü duyup bir anlam arayışına soyunan az sayıdaki kişiler insanlığın anlamını oluşturur...
...İnsanı dışarıdaki kör bir gücün oyun topları değil, doğarken yanında getirdiği yeteneklerin, güçsüzlüklerin ve diğer kalıtımsal özelliklerin bir toplamıdır. Anlamlı bir yaşamın amacı içteki sesin çağrısını işitmek ve bu çağrıya elden geldiğince uymaktır. Dolayısı ile, izlenecek yol, kendi kendini tanımak, ama kendini yargılayıp değişmek istemek değil, yaşamı, içimize sezgi olarak önceden yerleştirilmiş biçimine elden geldiğince yaklaştırmaya çalışmaktır...
...Bir yetişkin, fazla bir anlayıştan yoksun, içini güçlülük duygusuyla dolduran bir üstünlük edasıyla davranır çocuğa. Derken bir an gelir ; üstünlük duygusunun sadece karşısındaki varlığı tanımamasından kaynaklandığı görülür...
...Çocuktaki pek çok şey anne ve babaları rahatsız ettiği için huysuzluk sayılır ; oysa çocuk kendisi için doğal ve masum davranışları bir vicdan rahatlığıyla sergilemektedir...
.
...Dinlerden birini ötekisine üstün tutamam. Bu yüzden de düşünsel yücelik ve özgürlüğe rastlanmayan, kendisine ötekilerin hepsinden üstün, biricik doğru din gözüyle bakan, kendisine mensup olmayanları yolunu şaşırmış gören hiçbir dinin inananları arasında yerim yoktur...
...Doğanın armağan ettiği yeteneklerle kendi kendisini gerçekleştirmeye çalışan bir insan, en yüce ve biricik anlamlı davranışta bulunmuş olur...
...Dindarlık güven duygusundan başka bir şey değildir. Güven duygusuysa çocuklar ve ilkel insanlardaki gibi sade, sağlıklı, kendi halindeki insanlarda bulunur...
...Yaşama anlam kazandıracak tek şey varsa, o da sevgidir. Sevme ve özveri gücümüz ölçüsünde yaşamımız anlam kazanır...
...Korkunç bir sefalet ya da ince bir duygulanmışlık kulaklarımızı açıp kalplerimizi yeniden sevgilere güçlü kıldığı zaman anlar, biliriz ki, Tanrı her birimizin içinde yaşamaktadır. Yeryüzündeki her karış toprak, bizim yurdumuz, vatanımız, her insan bizim yakınımız, bizim kardeşimizdir. İnsanların değişik ırklara, değişik dinlere ve partilere ayrılması bir hayal ürünü, bir aldatmacadır...
...Kişi, alnına yazılmışsa, bir gün gelip kendisini öylesine yalnız, öylesine koyu bir yalnızlık içinde bulur ki, varlığının alabildiğine derinliğindeki "ben"inin içine çekilmekten başka bir şey gelmez elinden. Ama derken yalnızlığın sona erdiğini görür ansızın. Varlığımızın alabildiğine derinliklerindeki "ben", aklın kendisidir. Tanrı'dır, bölünüp parçalanmaz olandır. Böylece daha önceki yalnız kişi kendini yine dünyanın ortasında bulur. Dünyanın bin bir türlü netameli nesnelerinden korunmuş durumdadır artık. Çünkü dünyada ne varsa benliğinin derinliklerinde hepsiyle birlik ve beraberlik içinde duyumsar kendini...
...Bilgi başkalarına iletilebilir, bilgelikse hayır..Bilgelik aranıp bulunabilir, yaşanabilir, bilgelikle dolabilir insanın içi ; bilgelik insanı taşıyabilir, ama dile getirilemez, öğretilemez bilgelik..Bir doğru ancak tek yanlı olması durumunda açığa vurulabilip sözcüklere dökülebilir. Düşüncelerle düşünülebilip sözcüklerle söylenebilen her şey tek yanlıdır ; bütünlükten, yetkinlikten, birlikten yoksundur. Ne var ki, dünya, içimizde ve çevremizdeki varlık, asla tek yanlı değildir...
...Üzerinde konuşulmaya görsün, en yalın şey bile hemen çetrefil ve anlaşılmaz nitelik kazanır..
...Hiçbir şey düşünmeden dalgın okumak, güzel bir kırda gözleri bağlı olarak gezmeye benzer. Kendimizi ve günlük yaşamımızı unutmak için değil, bilinçli ve olgun bir tutumla kendi yaşamımızı yeniden sağlam ellerimize almak için okumalıyız. Ürkek öğrencilerin soğuk bir öğretmenin karşısına çıkışı, ipsiz sapsız birinin içki şişesine el atışı gibi yaklaşmamalıyız kitaplara. Kitapların karşısına çıkışımız, kaçaklar ve gönülsüz yaşayanlar gibi değil, dağcıların Alpler'e tırmanışı, savaşanların silah ve cephane deposuna koşuşu gibi olmalıdır...
...İstemelerin bakışı saflıktan uzak ve çarpıtıcıdır. Ancak hiçbir istekte bulunmadığımız, ancak bakışımız katıksız bir şeyin niteliğini kazandığı zamandır ki nesnelerin ruhu kapılarını açar önümüzde, güzellikleri karşımızda buluruz. Satın almayı düşündüğüm, ağaçlarını kestirmek istediğim bir ormana baktım mı, ormanı değil, yalnızca onunla benim isteğim arasındaki ilişkiyi görürüm. Ama ormandan beklediğim bir şey yoksa, kafamda belli bir düşünceye yer vermeksizin yeşil derinliklerinden içerilere uzanır bakışlarım ; ancak o zaman gördüğüm orman gerçek ormandır, doğadır, bitkidir ve güzeldir...
...Çocuklar yüce kalpli varlıklardır. Hayal güçlerinin büyüsüyle ruhlarında karşıt nesneleri bir arada barındırmanın üstesinden gelirler ; oysa büyüklerin kafasında söz konusu nesnelerin birbiriyle çatışması en çetin savaşlara ve ikilemlere yol açar...
...Mutluluğu yaşamak her şeyden önce zamandan, dolayısı ile gerek korku, gerek umuttan bağımsızlığı gerektirir ; bu yeteneği de insanlar geçip giden yıllarla birlikte elden çıkarır...
...Bir an uğruna kendini gözden çıkarabilmek, bir kadının gülümsemesi uğruna kendini feda edebilmek, işte budur mutluluk !...
...Dünyada her şeyi taklit edebilir, sahtesini yapabilirsiniz, sevgiyi hayır. Sevgiyi çalamaz, taklit edemezsiniz. Kendini tümüyle karşısındakine verebilen kalptir sevginin yeri. Bütün sanatın kaynağı da budur...
...İnsanın ölümü öylesine ağır bir tempoyla gerçekleşiyor ki !.. Gıdım gıdım ölüyor insan.. Dişlerden, kaslardan ve kemiklerden her biri, sanki sizinle arası çok iyiymişçesine özel bir vedayla size veda ediyor...
...Biz yaşlılara düşen, yeni gençliği yadsımak, şu ya da bu şekilde onları aşağılamak değil, kendilerini anlamak, elimizden geldiğince kendilerini tanıyarak sevmesini öğrenmektir...''
Çimenlerde ki çıplak ayaklar
.Hiç kimse kendi içinde yaşamadıkça başkalarının ruhundaki bir kıpırtıyı duyumsayamaz...
''Büyük kederleri unutturacak büyük mutluluklar bulmak,derin ve keskin acılar yaşamakta olan insanlar için neredeyse imkânsızdır. Taşınması zor bir azabın altında ezilen insanlar, bazen büyük bir mutluluk ihtimali kapılarını çalsa da o kapıyı açacak gücü ve cesareti kendilerinde bulamazlar. Hatta sessizce durup kapılarını çalan bu beklenmedik yolcu gitsin diye beklerler. Kederli insanları yeniden hayata döndürüp yüzlerini gülümsetecek tılsım, küçük, ani ve kısa sevinçlerde gizlidir.
Temennimiz ne peki?
Tabii ki merkezi yerde bir büfe veya Sayısal’dan çıkacak olan para değil. Şükür ki, parayla mutlu olunamadığını da gördüm; parasızlıkla daha da mutsuz olunacağını da.
Yetecek kadarı, hayatta kalabilecek kadarı…
On tane evin de olsa birinde oturabileceğimizi anladığımız, beş tane arabamız da olsa aynı anda hepsini süremeyeceğimizi algıladığımız, milyarlık telefonlarımıza bir “Özledim” mesajı gelmediğini fark ettiğimiz anda, tüm modern insanlar olarak şunu istediğimize karar verdim:...
Öyle büyük şeylerde gözüm yok hiç;
Küçük mutluluklar diliyorum, küçücük…
Bir çocuk saflığında gülüşler,
Islanmış çimenlerin kokusu,
Çimenlerdeki çıplak ayaklar,
Bahçedeki gül ağacı, mis kokulu çiçekler,
Gıcırdayan salıncak,
Çocukken oynadığımız oyunlar tadında sımsıkı sarılışlar,
Ruhumuza dokunan şarkılar,
Akordu bozulmayan bir yaşam bestesi,
Maskelerden arınmış yüzler,
Sımsıcak kahkahalar,
Çatılmayan kaşlar,
Gün doğumları,
Hepsi bu!''
Yıl 2008 İstanbul Kadıköy, rıhtımda vapur beklerken bir kağıda karalamışım.
Hiç düzeltme yapmadan o ilk haliyle bir çalışma♥

''Bu Şehir Aynasız
Kış ortasında
Kocaman güneş görürdüm gökyüzünde
Ufak adımlar atardım her gizini sindireceğim diye
Beynimin kıvrımları gibi ezbere bilmek isterdim her karesini
Gözümde tüm insanlar kardeşti
Oysa tüm aynalar sırça kürede dibe vurmuştu bu şehirde
Kol-kanat geziyordu görüntüsüz her türlü işkence
Bir şeyler vardı bir eksiklik ki her şeyi silen
Sevda yoktu bu şehirde içtenlik çamurlaşmıştı
Ses yalan söz yalan söylüyordu eller karanlık gibi kördü
Baştan sona sefalet ve haksızlıklarla dolu bu şehirde
Kıyım kahramanlık gösterisi olmuştu
Neyine düşüne uyanır ki insan bu şehirde
Mutluluğun resmi düşlerde kalmış üşüyor insan içi
Bu şehir yüreğimin sessizliğine hüzün tohumları ekiyor
Yürekten geleni ayıp sayıp kurtlar sofrasına övgüler diziyor
Bu çelişkiler bir nehrin tükenişine benziyor yavaş yavaş ölüyor bu şehir...''
Resim; Eski İstanbul esnaf çarşısından
Mayakovski aşktır


''20.yy Fütürist akımın en önemli temsilcileri arasında yer alan Vladimir Mayakovski,1893 yılında Gürcüstan’da doğdu. Babası öldükten sonra annesiyle birlikte Moskova’ya taşınan Mayakovski, henüz 14 yaşında olmasına rağmen sosyalist düşüncelerden etkilendi ve bu yönde propaganda çalışmaları yapmaya başladı. Annesi o yılları şöyle anlatır: ”Okula gitti ancak, zamanının çoğunu derslere vermek yerine propagandaya ayırdı. Daha 14 yaşında idi ancak 19 yaşında biri gibi davranıyordu ve çok ateşli idi. Parti üyeleri onunla görüşmeye geliyor, onunla buluşuyor ve devrim için ondan faydalanıyorlardı. Vladimir adeta yaşlanmıştı.”
“Paris’te ölebilirdim
Moskova diye bir kent olmasa”
Mayakovsky ve ailesi
Mayakovski ve ailesi
Mayakovski, katıldığı eylemlerden dolayı okuldan atılır ve bir süre sonra örgüt propagandası yapmaktan evi basılır. Bu esnada gizli bilgilerin de yazıldığı not defterini yutar. Daha 15 yaşında12 ay bir hücreye kapatılır, hapisten çıktıktan sonra Moskova Resim ve heykel okuluna kaydolur.
Gezegenimiz
Sevinç duymaya
Fazla elverişli değil daha.
Sevinci
Gelecek günlerden
Koparıp almamız gerekiyor.
Kurmaca romanları sıkça okuyan Mayakovski, bir taraftan da sürekli yazılar yazmaya başlar. Halkçı çalışmaları onu okuldaki diğer öğrencilerden farklı olmasını sağlamıştır.
vladimir-mayakovski
Nazım Hikmetin etkilendiği şairler arasında yer alan Mayakovski, 1911 yılında Fütürist harekete katılır ve burjuvayı eleştiren, sarsıcı edebi eserler ortaya çıkarır.
“Birey!
Ne saçma şey!
Bireyin sesi hafiftir, cıvıltıdan bile.
Kim işitir onu?
Karısı mı?
Belki.
Tabii o da,
Çarşıda değilse.
Şiir, oyun, film ve tiyatro alanında pek çok eser ortaya çıkaran Mayakovski’yle ilgili; Gorki’nin eşi Maria anılarında şu şekilde bahseder: “1918’de Mayakovski’yi sahnede izledim. Bana göre o eğer bu meslekte ilerlese idi müthiş bir oyuncu olabilirdi”. Eski sanat anlayışını da kökten yıkılması gerektiğini savunan Mayakovski, sokaklar fırçamız, alanlar paletimizdir” sloganı ile sanatı kitlelere ve sokağa indirmiştir. Bu anlayışla, Sovyetlerin sokakları, meydanları sloganlar ve fütürist resimlerle donandı.
Mayakovskinin_odasi
Myakovski’nin çalışma odası
Ama
Baküs gibi kandan sendeleyerek
bir savaş başlasa bile,
hiç solmaz aşk sözleri.
Sevgili Almanlar!
Bilirim,
sizin dudaklarınızda Goethe’nin
Greten’i var.
Ekim devrimiyle birlikte ünü gittikçe yayılan Mayaokoski’den övgüyle bahseten Lenin, bir konuşmasında “Mayakovski’nin şiirlerinden pek bir şey anlamıyorum ancak onun meydanlarda savaşacak bir uzman olduğunu hissediyorum. Onun yazdıkları siyasi açıdan belki tartışılabilir. Şiirlerinde çok fazla politik bir şey yok, insanları bir şeye davet eder bir hava yok. Şiiri komünistleri birleştirmeye yetmez. Ama politik bakış açısının doğru olduğuna inancım sonsuz” demiştir.
Russia-2000-stamp-Vladimir_Mayakovsky-için-basılan-posta -pulu
Mayakovski için basılan posta pulu
1925’te yakın dostu Sergey Yesenin intihar eder. Yesenin’in, son şiirini okuyan Mayakovski çok etkilenir.
”Hoşçakal, dostum, el sıkışmadan, konuşmadan
Hüzünlenme ve eğme kaşlarını, mutsuz;
Yeni bir şey değil ölüp gitmek bu yaşamdan,
Ama yaşamak da daha yeni değil kuşkusuz.”
sergey-yesenin
Sergey Yesenin
Kendisi de Yesenin’e itafen bir şiir yazar.
“Sürer mi ölümü
Hiç insan
Tebeşir tozu gibi
Yanaklarına?
Şu yaşamda
En kolay iştir ölmek
Asıl güç olan
Yeni bir hayata
Başlamak…”
Mayakovski, dostu Yesenin’in ölümünden 5 yıl sonra 1930’da bir mektup bırakarak silahla intihar eder.
Hepinize!
İşte ölüyorum. Kimseyi suçlamayın bundan ötürü. Hele dedikodudan, unutmayın ki merhum nefret ederdi… Anacığım, kardeşlerim, yoldaşlarım! Bağışlayın beni. İş değil bu, biliyorum (kimseye de öğütlemem), ama benim için başka bir çıkar yol kalmamıştı. “Bir varmış bir yokmuş” derler hani :
aşkın küçük sandalı hayat ırmağının akıntısına kafa tutabilir mi! dayanamayıp parçalandı işte sonunda…
Kadiri mutlaksın sen, iki kol yarattın
Bir kafa uydurdun
Her birimize, peki,
Peki ama neden acı çekilmeden
Sevişilmez, sevişilmez, sevişilmez ki…''