Translate

10 Şubat 2019 Pazar

Yürek ve Niyet

Yaşam, seçimlerle ve yorgunluklarla geçerken, bazen olmadık zamanların zincir halkaları bizleri hem bağlar hem çözer...
Her seçim bir kaybediştir ya da en doğru seçimdir, bunu bazen bilemeyiz bu nedenle biraz kendi seyrine bırakmak gerekir olayları, gidişatı ve insanları...Su akar yolunu bulur misali...
Ey mutluluğumun kırçiçeği
Kokular ve ışıklar ülkesinden geldim
Saklı bin bir nefesle
Sevgi sözcüklerindeki sessizlikler kadar çıplağım
Sormuyorum;
Baharmısın kışmısın diye
“Aklımdasın diyen balıklar,
Ömrümsün diyen kelebekler gördüm.”
Silkenişe yeni bir çağrı gibi
Varlığımda ki cilveli aşk ile
*Bastığın yere baş koyacağım usulca*
Taa ötesinden zamanın...
Her insanın yaşamı, onu kendine götüren bir yol denemesidir.
Hepimiz aynı derinliklerden çıkıp geliriz, her birimiz kendi öz amacımıza varmak için uğraşıp didiniriz. Paylaştığımız ortak alanlarda birbirimizi anlayabiliriz, ama yorumlamaya gelince herkes yalnızca kendisini yorumlayabilir.
Hayat ne kadar zor olursa olsun; inandıktan ve hayata dört elle sarıldıktan sonra aşılmayacak engel yoktur. Bugün olmazsa da yarın her şey yoluna girecektir.
Bu dünyada hiçbirimiz gözyaşlarımızdan utanmamalıyız; çünkü katı kalplerimizi çölleştiren kumların üzerine dökülen yağmur gibidir gözlerimizin yaşı..
Hepimizin içinde, ortaya çıkmak için belirli koşulları bekleyen, gizlenmiş mucizeler vardır.
Olcay Kasımoğlu
''Furuğ

Hayalın gerçeğe değdiği yerde


Yaşam, insanın ancak dünyanın verdiklerinin üstünde ve ötesinde bir şey yaratınca hak kazandığı bir ödül olarak kabul edilebilir.

Söyle
Kaç yenilgi sonrası yorgun savaşçı 
Kaç sevdadan sonra
Gönül kapıları suskun
Kaç sözün son durağında
Lal olur dil

Kaç acıdan sonra
Yüreğin dili kılıç
Kaç telaşlı bakışa
Söz geçiremez olur yürek

Kaç defa
Hep son deyişimiz
Kaç defa
Hayata eyvallah edişimiz

Kaç defa ölür insan
Kaç defa
Yenilgilerini yengi gibi gösterir
Ve kaç defa
Yeniden doğar küllerinden söyle

Bu yürek
Can pazarı değil ki
Yorgunum
Asıl sessizliğime
Sevgi vermektir yalnızca almak değil

Olcay Kasımoğlu

İyi şeyler asla ölmez

İnsan hayati olumlu-olumsuz, küçük ya da büyük başarısızlıklarla doludur. Fakat yaşadığımız başarısızlıkların bizi daha güçlü kıldığı zamanlar da olur. Karşılaştığımız engeller yeteneklerimizi biler. Hiç farkında olmadığımız yeteneklerimizi keşfetmemizi sağlar. Karmaşık ilişkiler içinde var olmaya çalışmak bize hayat dersleri verir.

Başarısız insanlar, genelde yeteneksiz oldukları için değil, hayat onları zorluklara hazırlamadığı için başarısız olurlar. Sorunlar ve zorluklar bu anlamda en değerli öğretmenlerdir. Birçok başarılı insanın mutlu olmaması bundandır. Önemli olan sadece hedefe varmak değil, vardığımız yerde kendimizle barışık olmak ve gerçekte ne yaptığımız, ne söylediğimizin farkında olmak daha önemlidir. Yaşamımız karmaşık ve ne istediğimizi bilmiyorsak her zaman mutsuz olup mutsuz edeceğiz. Önce kendimize karşı dürüst olalım. Dürüstlük ve erdem, kişiler ve kişisel çıkarlar değil değerler üzerinden verilen mücadeleyle gerçekleşir.
Hırsların ve ihtirasların başladığı yerde saf duygular sona erer. Doğal yapıya ters olduğundan, dünyadaki nüfusun büyük çoğunluğu, açıktan yalan söylemez. Onun yerine dolaylı yollardan yalan söylemeyi seçerler. Hiçbir zaman özgür iradeleriyle yaşam üretemezler. Üretmeyenlerin değerinden söz edemeyiz. Doğal yaşamakla ve yaşamsal hakka saygı duymakla, kendini bilmekle başlar anlamlı yaşamak…
Harika bir dünya sahnesi var ve herkese yetecek kadar görev dağılımı. İster seyirci ol, ister yönetmen veya oyuncu, yeter ki insan olalım. ‘İnsan olmak’ en mühimi ve sevmek, sevgiyi seçmek en güzeli… Yeter ki öze dokunsun ve candan olsun, hakka, adalete, sevgiye ve demokrasiye inanalım.

”Limon ağacıyla limonlar, nar ağacında nar ve illaki güneşte kızarmak isteyen üzümler. Sonra yukarıda başımızın değmediği gök, ayağımızın bir basamadığı toprak ve denizler uçsuz bucaksız. Gerisi boş, yalan, insana ait olan. Gerisi boş, biz geçerken var hepsi…” demiş Sohrap Seperi'miz.

Hayat bizi yargılamaz, kendi içinde ki öze ulaştırmak için, bütün evreni kalbimizle dinlemeye davet eder. Yeter ki kendin ol. Kendi hikayenin kahramanı ol ve başkalarını ışığınla aydınlat. Olman gereken değil, olmak istediğin insan ..

Olcay kasimoğlu

2 Şubat 2019 Cumartesi

Bir Türlü Vazgeçemediğim - Ahmet ORMANCI

Şiiri okumak herkesin harcı değildir. Ya duygusu eksik kalır ya da okuyan o şiire o hissiyatı veremez.
Değerli Ahmet Ormancı'ya ses tonu ve vurgularıyla şiirime kattığı derinliğe içtenlikle teşekkür ediyorum.
'Bir Türlü Vazgeçemediğim' elimde kalan bir avuç yaşamı kavruk güneşe tutup, rüzgarın kamçısıyla şahlanan günü eteklerime döken bir şiir.

Takvimler dökerken hırçın yüzünü
Bir şafakla yeniden doğar gökyüzü
Her gün bir tomurcuk gibi açar yeryüzü
Benim ise artık güz seyri seferde gençliğim
İçimde yılgın yılların ayak sesleri
...*kendi ezgisine suskun, coşkusuna bozgun*
O zaman, bu neyin meydan okuması şimdi
Suyla susuzluk arası
Aranıp dururken
Geçip giden gençliğimi
Acısı acemi çocukluğumu
Hiç bir yere demir atmayan düş kırıklığı mı
Aranıp dururken
İçimin duvarları yıkılıyor
...yanıyor canım yanıyor ömrüm
Oysa şimdilerde
...bir yolculuk düşüyor aklıma
Yüzüm de bir ömrün atlası
Çetelesi olmayan
Çıkıp gitsem diyorum dönüşü olmayan limanlara
Acıları sabırla bezeyen içim
Ey içim bu yolculuk nereye kadar soruyorum
Sonra hayat fısıldıyor
Zamanı mı olurmuş gitmenin
Bir düşü toplamadan daha
Çevir soluğunu göğe
Nefesinle aydınlansın gökyüzü
...daha bitmedi umut
Edilmedi son tango
Yıllar yüzünü dökmedi daha
Yaşam gelip
...çeviriyor içimin dümenini
Yürü dostum diyor
Geçmişin şehrine bakıp durmakta
...neyin nesi
Beni alıp senin koylarına getiriyor
Sonra gözlerin düşüyor aklıma
Demli bir çay gibi içimi ısıtıyor
Sahi hangi kır çiçeğine sevdalısın
Avucunda hangi yıldızlar var
Hangi yoldur yürüdüğün
Yollar değil midir yıllara eşlik eden
*Ölmemiş binlerce öykünün serüvencisi gibi*
Yüzünün atlası hangi iklimden
Biliyorum bir şeyler var
Senden bana gelip
İçimi maviye boyayan
Bir ışık yumağı gibi
...yıldızlı geceyle buluşturan
Bir şeyler var bir türlü vazgeçemediğim..
Olcay Kasımoğlu

1 Şubat 2019 Cuma

Profesör ve Seyis

Sadece kitap okumak yetmez bazen meydan okumayı da bilmeli insan.
Çok özel iki yazı.
 ''Bir profesör konferans vermek üzere salona girmiş. Ama bakmış ki salon, ön sırada oturan seyis dışında boşmuş. Konuşup konuşmama konusunda tereddüde düşen profesör sonunda seyise sormuş: -Buradaki tek kişi sensin. Sana göre konuşmalı mıyım, yoksa konuşmamalı mıyım? Seyis cevap vermiş: -Hocam ben basit bir insanım, bu konulardan anlamam. Fakat ahıra gelseydim ve bütün atların kaçıp bir tanesinin kaldığını görseydim, yine de onu beslerdim. Bu sözlere hak veren Profesör konferansa başlamış. İki saatin üzerinde konuşmuş durmuş, konferanstan sonra da kendini mutlu hissetmiş, dinleyicisinin de konferansın çok iyi olduğunu onaylanmasını isteyerek sormuş: Konuşmamı nasıl buldun? Seyis cevap vermiş: -Hocam sana daha önce basit bir adam olduğumu ve bu konulardan pek anlamadığımı söylemiştim. Gene de eğer ahıra gelir, biri dışında tüm atların kaçtığını görseydim, onu beslerdim; ama elimdeki tüm yemi ona verip de hayvanı çatlatmazdım.''


Verilen mesaj ne kadar önemli !
Her insanın değeri ve değerleri vardır. Değeri belirleyen, statü ve makamlar değildir, kaldı ki statüler insana değer katmaz, makam ve statülere değer katan insandır.
Yaşamımızın her alanı, ilişkilerimiz, bize kim olduğumuzu hatırlatmak adına ışık tutarken; yaşamımıza hakim olan düşünce tarzlarımız, davranışlarımız, inançlarımız,duygularımız, tepkilerimiz; bizim yaşam üzerinde ki rollerimizi de belirleyici kılar.

Yaşam içerisinde her insanın yaptığı iş, ürettiği değer bizim için önemlidir..
Sadece bir insanın var olması, üretmesi bile yaşama ciddi bir destektir.
Bu bilince sahip olduğumuzda ”sıfatlar ve makamlar değil” insanın yaşama kattıkları ve aslolanın insan olduğu önem kazanacak..

Şair Pablo Neruda/ Postacı Filmi

1950' li yıllarda şair Pablo Neruda politik nedenlerden ötürü küçük bir İtalyan adasına sürgün edilir.
Neruda'nın gelişi ile artan posta işlerine çare olması umuduyla yaşlı bir balıkçının işsiz oğlu işe alınır.
Bu getir götür sırasında şairin dostluğunu kazanır.
Metaforu , şiiri , aşkı ve hayatı anlamaya, anladıkça sorgulamaya başlar.
Bir balıkçı kasabasında doğanların balıkçı olması gerektiği düşüncesini kendi içinde yıkıp, o da bir dünya insanı olmanın gereklerini yapmaya başlar.
Şiire duyduğu hayranlık, aynı zamanda Mario'noyu yeni bir yolculuğa çıkartır.
Neruda; postacıya kendi şiirlerini kullandığı için çıkıştığında, postacı ona : " Şiir yazarına değil ihtiyacı olana aittir. " cevabını veriyor.
Şiirden, güzel insanlardan beslenmenin, insanı engin ve geniş kıldığını kim inkar edebilir !
Şiir denen şey, hayatı mümkün olduğu kadar gerçek kılmak için çaba sarf etmenin diğer adıdır.
Yine filmde, Paplo Neruda ile postacı Mario Ruoppolo'nun deniz kıyısındaki konuşmalarından bir bölüm;
"Metafor ne demek sayın Neruda?"
"Bir şey söylerken, başka bir şeyi ima etmektir sevgili Mario."
"Nasıl yani, sayın Neruda?"
Neruda denizle ilgili bir şiir okur.
"Bu şiirdeki deniz, hayatın metaforu olarak kullanılmıştır Mario, nasıl buldun şiiri?"
"Çok güzeldi sayın Neruda, sanki içinde tekne salınıyordu."
"Bak sen de metafor yaptın Mario!"
"Ne zaman yaptım?"
"Şimdi...'tekne salınıyordu içinde dedin'."
"Tekne bir metafor yani..."
"Evet..."
"Deniz bir metafor, gökyüzü bir metafor, o zaman tüm dünya, başka bir şeyin metaforu sayın Neruda..."
"Sevgili Mario bu sorunun cevabını denize girip biraz düşünmek istiyorum."
Denizden çıktığında Marioyu kendi kendine konuşur bulur:
"Metafor...Metafor"
                                                                                                            Ve beni en çok etkileyen, Mario'nun, yaşadığı yere ait söyleyebileceği şeyleri sözle değil ''Dalgaların, sessizliğin, gökyüzünün, yeryüzünün, yıldızların ve taşların sesini'' kayda çeker. Her varlığın bir kalp ritmi olduğunu düşünüp bunları bant kaydıyla Nerudaya göndermek istemesi çok özel bir anlayışıda beraberinde taşıyor.
İzlenmeli, en azından şiirin insana dair, yaşama dair yaptığı hiç bir haksızlık yok. Bunun yanında yaşayan ve var olan, olmayan her şeye dair söyleyeceği, duyacağı, koklayacağı, dokunacağı çok şey var.
Tamamen, büsbütün içine alan saran, sarmalayan engin bir yolun yolcusu olmasının ince ayrıntıları, insana engin bakış açıları kazandırıyor.
Bununda ne sınırları, ne etniği, ne kökeni, ne milleti, ne sarayları, ne şatoları, nede kralları var.
İnsan, böyle bir seslenişe nasıl kayıtsız kalabilir:
Ne yapayım ben şimdi?
Tasarlanabilir mi dünya
her yanına ektiğin çiçekler olmadan
Nasıl yaşamalı seni örnek almadan,
senin halk zekanı, ozanlık gücünü duymadan?
Böyle olduğun için teşekkürler,
teşekkürler türkülerinle yaktığın ateş için.

Şiirin yoluna yoldaş olanlara, yolu sevgiden geçenlere, şiirle yaşam büyütenlere selam ile görmeden bakan, duymadan dinleyen, hissetmeden dokunan, düşünmeden konuşan,sevmeyi bilmeyen insanlardan uzaklaşıp dinlenelim şiirin kollarında...


Olcay Kasımoğlu

Düşünmek/ Düşünme/ Okumak

Yaşam bir bütündür. Her şeyin özüne gitmeli insan, görünene değil. Bazen bildiklerimiz, gördüğümüz kadardır. Gördüğümüz baktığımız kadar ve baktığımız düşündüğümüz kadardır. Baktığımızı görmez, gördüğümüzü düşünmezsek eğer, gördüğümüzün bildiğimize sığmadığını da göremeyiz.
Bunun içinde;
Bilinen en tanıdık tanımıyla, kültürümüzü geliştirmek, olaylara farklı açılardan bakabilmek için aydın bir kimsenin iyi bir okuma alışkanlığına ve okuma bilincine sahip olması gerektiğini söyleyebiliriz.
Peki, doğru ve düzgün bir düşünce yapısına sadece kitap okumakla vara bilirmiyiz ?
Yaşadığı topluma duyarsız olan, inisiyatif alması gereken yerde mazeret üreten, kendi yaşamı dışında ki yaşamların yaşama hakkına saygı duymayan, kendi rahatını her şeyden üstün gören insanlar sadece kitap okuyarak yaşama bir zenginlik katabilirler mi ?
Bilgilenmek, bilgi sahibi olmak için şüphesiz temeli sağlam bir düşünce gereklidir.
Bunun içinde, neden okumamız gerektiğini bilmemiz gerekiyor. Seçici, tarafsız, bilim yolunda ufkumuzu açan, bizi daha iyiye ve doğruya götüren yazın dünyasına uzanmak için sadece okumak tek başına yetmiyor.
Niçin okuduğumuzun farkında olmak ve okuduğumuzu anlamak, bize sunulan bakış açılarını iyi sorgulamak gerekiyor.
Buda ancak düşünce sürecini iyi analiz etmekle mümkün görünüyor.
‘´Düşünce süreci, bir sorun ile karşılaşma, sorunun sınırlarını belirleme ve netleştirme, muhtemel bir çözüm bulma, çözümü mantıksal olarak uygulama ve sonuçları elde etme gibi, önyargılardan uzak olma, açık fikirli olma ve şüpheci olma aşamalarını içerir.´´ Bu içeriğiyle de meramımızı net ve duru anlatmaya yetiyor.
O zaman can alıcı bir soru sorabiliriz ? Okumasak nasıl bu bilgilere ulaşabiliriz ?
Yaşamın bütün dinamikleri, insana ‘Oku ve Manaya ulaş” diye sunulmuştur. Bunu sadece kitap okumaktan ibaret sayanlara yaşam bir şey katmaz.
Doğanın senfonisi, hayvanlar, çocuklar, savaşlar, toplumsal ve sosyal olaylar, bilimsel çalışmalar, sanatın bütün dalları ve daha bir çok şey evrende varlığının anlam ve tanımını bilen insana ”Gördüklerinden ibaret sayma bizi, içindeki mesajı oku,” diyen evrenin orkestra şefleriyle birlikte yaşamın bütün kanallarından kendini göstermektedir.
Galaksiden bi haber yaşayan, kafa yormayan, istişarede bulunmayan, kendine ve yaşadığı hayata hiçbir sorumluluk duymayan insan, sadece kitap okumakla doğru-düzgün bir düşünce ve temeli sağlam düşünmeye sahip olamaz.
Bu durumda, düşüncenin insan varoluşunun en önemli boyutlarından birisi olduğu gerçeğini yadsıyamayız.
Bu haliyle bakıldığında düşünme nedir diye bir sorgulamayla karşı karşıya kalıyoruz?
İncelemek, kıyaslama yapmak, muhakeme etmek, öngörüde bulunmak, tasarlamak, gözlemlemek, bunların hepsi düşünmeyi tanımlayabilir.
O zaman düşünme bir eylem ise düşünce de bu eylemin bir sonucudur.
Bu konuda beni en çok etkileyen Arthur Schopenhauer‘in düşüncesidir.
”Okunan şeyler ancak derin bir düşünmeyle hazmedilebilir, nasıl ki aldığımız gıdalar bizi yemekle değil sindirimle beslerse, eğer bir kimse daha sonra üzerinde durup düşünmeksizin sürekli okursa, okudukları kök salmaz, büyük bölümü itibariyle kaybolur.”
O zaman şunu diyebilir miyiz?
Sağlıklı sorgulamak, okuduklarımızı anlamak ve yorumlamak için;
Düşüncenin insan varoluşunun en önemli boyutlarından birisi olduğu gerçeğini yadsıyamayız.
Bu açıdan bakıldığında, sağlıklı düşünceyle beraber sağlam düşünme devreye giriyor.
Bu durumda da düşünme boyutunda analitik ve kritik düşünme önem kazanıyor. Analitik ve kritik düşünme bir beceri ve bilinç işidir. Aynı zamanda bir tutumdur ve bilişsel bir aktivitedir
Bu durumda, analitik ve kritik düşünme bireyin karar verirken akla uygun ve derinlemesine düşünebilme sürecidir diyebiliriz.
Analitik ve kritik düşünmeyi bilen bir insan, iyi bir kitabın kendine ne kazandıracağını yada hangi kitabi seçeceğini, bir yerde doğru soruları sora bilmesinden geçtiğini de bilmesi demektir.
Doğru sorular bizi sağlam ve doğru sonuca götürür. Kendimizi tanımayı ve zamanı etkin kullanmayı öğreniriz.
Düşünce boyutumuz genişledikçe, düşünme boyutumuz zenginleşir.
Genişledikçe doğru sorular sormaya başlarız. Hayatımıza yeni soluklar, yeni bakış açıları getiririz.
Neyi neden, niçin, niye yaptığımızın farkına varmaya başlarız.
Özellikle kritik (eleştirel) sorular yol gösterir bize.
Daha iyi seçenekler, ön yargıdan uzak doğru kararlar ve yargılar için bizi teşvik eder.
Bir kitabı okurken, bir filmi sorgularken, kendi özel yaşantımıza ait kararlar alırken, alışveriş yaparken, siyası ve politik tercihlerimizi belirlerken doğru sorular sorabilmeli ve doğru ve düzgün düşünebilmeliyiz.
İşte o zaman kitap okumak olsun, hayatı okumak olsun, insanı okumak olsun bir değer ve anlam ifade eder.
İnsan sorgulayan, yenilenen ve sonra yeniden yenilenen bir varlıktır.
Kendine değer ve mana katan her şeyi kucaklamalı. Döngünün bizden istediği de budur.

Olcay Kasımoğlu

30 Ocak 2019 Çarşamba

Bu ülke hepimizin

Kalemiyle yaşamı sorgulayanlar;
Kişi ve kişilerin statülerini sağlam kılmak için yazmazlar.
Kimi zaman tüm çevrenin ve şartların tarafsız bir gözle resmini çizemeyiz, değerlendiremeyiz.
''Düşünmek ya da doğru düşünmek konusu tarihe mal olmuş pek çok lider, bilim adamı ve filozof için de belli bir önem taşır.
Mustafa Kemal Atatürk ''Sαmimi ve meşru olmαk şαrtıylα her fikre hürmet ederiz.
En büyük hαkikαtler ve terαkkiler, fikirlerin serbest ortαyα konmαsı ve teαti edilmesi (kαrşılıklı αlınmαsı, verilmesi) ile meydαnα çıkαr ve yükselir, demiştir.
Honoré de Balzac’ın “Düşünmek görmektir,” deyişi, Confucius’ün “Doğru düşünen haddini bilir,” ya da “Düşünerek yapılan her işin sonu hayırlıdır,” diyen Socrates hemen aklıma gelen bir kaç örnek...''
Aldığımız eğitim, niyetlerimiz, olaylara bakış açımız, menfaatlerimiz sorunların ve gerçeklerin karşısında “gözümüze perde” indirebilirler. Dış dünyayı algılamamız ya da dünyanın görüntüsü bulanık olabilir. Bu görüntüleri tam berrak hale getirebilmek için okumak, akıllı insanlarla konuşmak, tartışmak, düşünce sanatını öğrenmek gerekiyor. Özellikle düşünce sanatını...
Düşüncelerimiz bir şekilde ''Ses ya da yazı ile'' ifade edilmezse kültürel katkısı olmaz. Sözcükler esastır ve ilişki doğru kelimelerle kurulmalıdır. Böylece anlaşmazlık, çatışma, yanlış anlama gibi küçük ya da büyük karmaşaların oluşması önlenebilir. Kullandığımız kelimeleri yalnızca bizim değil, karşımızdakinin de anlaması, aynı anlamı yüklemesi halinde uzlaşma sağlanabilir ve iletişim kurulabilir.''
Düşünceyi ve eylemi uzlaştırmak için, bireysel ve toplumsal yaşamı uyumlaştırmak için, ayrımların karşısına bütünleşme fikrini koyarak; hoşgörü, sevgi, anlayış, saygı gibi değerleri anlamak ve yaşamak için, yaşamın bilinçli bir kaşifi olabilmek için, daha iyi bir dünya ve iyi bir yaşam için düşünceyi değerli kılan insanlara ihtiyacımız var.
İnsan olduğunun farkına varan, maddi ve manevi faaliyeti sırasında hem kendi hem de toplum hayatının şartlarını oluşturan motivasyon ve eğilimlerini iç çatışmaları azaltacak şekilde örgütleyip kaynaştıran, diğer kişilik ve karakterlere karşı uyumlu davranış sergileyen, başkalarını türlü açılardan ve değişik yöntemlerle değerlendirebilen kişilikli insanlara ihtiyacımız var...
Gerçek kurtuluş, doğru şeyler için uğraş vermek, dürüst kişilere destek olmak; yanlış yapmamak ve kötülere karşı mücadele etmek olunca sağlanacaktır.

29 Ocak 2019 Salı

Her insan bir dünyadır.

Umuda ve sevgiye olan inancımı hiç kaybetmedim
Her insanın yaşamı, onu kendine götüren bir yoldur, bir yol denemesidir.
Hepimiz aynı derinliklerden çıkıp geliriz. Derinliklerden çıkıp gelen bir varlık olarak, her birimiz kendi öz amacımıza varmak için uğraşıp didiniriz. Birbirimizi anlamaya çalışırız ama yorumlamaya gelince herkes yalnızca kendisini yorumlayabilir.
Bilincinde olduğum acılardan çok, acının bilincimdeki yansımasını biliyorum diyebilecek kadar bende acılarla inişli çıkışlı bir hayat yaşadım diyebilirim.
Bazı acıların, öyle incelikleri vardır ki ruhtan mı yoksa bedenden mi kaynaklanırlar, hayatın boşluğu karşısında ki rahatsızlığımızı mı yansıtırlar anlamayız.
Kim bilir, kaç kez, kaygılı bir umutsuzluğun karmaşık çökeltilerine karışarak, ruhumun karardığını hissetmişimdir. Kaç kez, var olmak canımı yakmıştır.
.Ama ne olursa olsun karamsar değil, hüzünlü olabilirdim. Belirli, hatta belirsiz bir hüzün bile değildir bu. Bu ifadeler ne hissettiklerimi tam olarak anlatmaya yetmez çoğu zaman.
Her insan bir dünyadır. Bunu ben demiyorum çünkü eşsiz olmak her varlığın sıradan bir niteliğidir. Eşsiz olmak kıyaslama yapmaya bir neden bırakmaz. Nefes almak kadar doğaldır. Hayat geriye yaşanmaz. O her gün yeni bir günle tekrar tekrar doğar ve kendine hiç şaşmaz. Şaşan da, şaşırtan da toplumu oluşturan insanların niyetleridir...
Hissettiklerimin derinliğinin farkında olacak ve anlayacak kadar yaşamla iç içeyim. Bu ahkam kesilmek anlamına gelmesin...
Anlamak ile görmek aynı şey değildir, anlamak değişimdir ve
yanlışa hayır diyebilmek, sağlam bir karakter ve sağlıklı bir ruhsal olgunluk ister.
Yaşam bir deneyimdir ve yaşamda doğruları bulmanın yolu, doğru soruları sormakla başlar.
İnsan kendi iç sesine yöneldikçe, içsel sorgulamaların ve yeniden uyanışa geçen bir ruhun çığlığını duymaya başladıkça; kendine yetebilmeyi, ayakta kalmayı, farklılıkları kabullenmeyi, kendini eleştirmeyi, kendiyle yüzleşmeyi amaç edindiğinde, yaşamı yeniden sorgulamaya başlıyor.
Varlık felsefesinin de temel taşlarını oluşturan bu sorgulamalar insanoğlunun ruhsal evrim sürecindeki aydınlanmanın da ilk kıvılcımlarını oluşturmaktadır.
Özgürlüğün, eşitliğin, akılcı bilimsel düşüncenin, hak ve hukukun, barış, dostluk ve umudun hakim olduğu bir dünya inşa etmeye kararlı tüm zihin ve beden emekçilerinin aydınlanmasında ki bu kıvılcımların oluşmasında ideal ve amaçlar çok önemli bir yer tutmaktayken umuda ve sevgiye olan inancımı hiç kaybetmedim...
Önce kendimize inanalım, kendimizi sevelim, kendimize saygımız olsun...
Kendine adil olmayan, kendine yürümeyen yüreğinde sevgi yeşertemez, kendi dışında ki hayatlara adil olamaz...

''Simurg Olmak Zamanı'' Kitabımdan

28 Ocak 2019 Pazartesi

Doydum Dünyanın Pervasız Sözlerine

Elleri, yüreği ve kafasıyla çalışan insanları seviyorum.
Hayatımızdan gün çalanlarla değil, hayatımıza anlam katanlarla çoğalmak hayatın içinde, sevgiyle-umutla...
Güzel sözün eyleminde yaşamak, anlaşılmak, gerçekten bir ödüldür hepimiz için, anlatabilmek ise yetenek.
Yaşadığımız evrende dengeler öylesine alt üst olmuş ki, anlamak istemeyene, başını kuma gömene 'neyi nasıl' anlatabilirsin ki ?
İnsanların birbirini gammazladığı, çamurlaştığı, sattığı, yalanın kirli sularda yüzdüğü böyle bir dünya düzeninde; insanlığın parayla ölçüldüğü yerde haktan söz edilebilir mi?
Haklının mevki ve ıtıbarla belirlendiği yerde adaletten söz edilebilir mi?
Dostluğun görüntüden, sahtelikten, gösterişten beslendiği yerde insanlıktan söz edilebilir mi?
Erdemin, çıkar ilişkisi üzerine bağlandığı yerde onurdan söz edilebilir mi?
Emeğin kapı dışarı edildiği, kazancın hileyle büyüdüğü yerde alin terinden söz edilebilir mi?
İnsan onurunun sudan sebeplerle ayaklar altına alındığı yerde, onurdan bahsedilebilir mi ?
Vicdanın olmadığı yerde samimiyetten, merhametten söz edilebilir mi ?
Yalanın, talanın yaşama hükümdar olduğu yerde, hakkaniyetten, adaletten söz edilebilinir mi ?
Ölümün bu kadar ucuzladığı yerde umuttan, sevinçten, güvenden bahsedilebilir mi ?
Hırsların ve ihtirasların başladığı yerde saf duygular sona erer.
Ve her şeyin para ve erk ile ölçüldüğü bir yerde toplumsal adaletten, huzurdan hiçbir zaman bahsedemeyiz.
Karanlıklar için de kalan serzenişlerin hiç kimseye hayrı yok.
Böyle bir çağda:
Hayatı sadece seyretmek yetmez, onu anlamak gerekir.
Hayatı anlamak ise yürek ister, akıl ister, değişim ister.
Hayatımızdaki tüm insanlar ve eylemler bir özelliğimize ayna tutmaktadır.
Milan Kundera'nın bununla ilgili çok güzel bir tespiti var.
"Her biri kendi alçaklığını bir ötekinde gördüğü için birbiriyle kardeşçe geçinen insanlar kadar hiçbir şeyden tiksinmedim.
Çünkü onları kötülük bir arada tutar, onları birbirine kötülük bağlar."
Gerçekten öyledir. Bir insan bir yerde kalmakta ısrar ediyorsa dikkat edin, muhakkak kendinden bir şey buluyordur.
Sevgisiz insanlar tsunami gibidirler, dokundukları her şeyi yakar, yıkarlar.
Ne mutluluk verirler, ne de huzur.
Beylik sözlerle, içi boş kavramlarla, sevginin cömertliğinden uzak içi kof söylemlerle dünyayı kurtarırlar.
Oysa;
Dünya da en büyük zenginlik sevgi dolu bir yürek ve sadeliktir.
İyi insanlar yanında olmasalar da histen köprüler kurarsın, mesafelerin anlamı kalmaz, gözlerin görmese de yüreğin konuşur.
Aynı amaç için çarpar kalbin, acısının içinde olamasan da sarılırsın, aynı acıya ağlarsın; onun kaybı senin kaybındır, yaralarına tuz basmazsın, gönüllü paylaşırsın yaşamı.
Yalanı, kibri, nefreti yüreğinde taşımayanlar gelsin gönül yurdumuza.
Sizi bir başkasına tercih edenlere, yalanını, pervasızlığını bildiği halde hanesinde misafir edenlere çevirin yüzünüzü....
Sevgi ve dostluk onu hak edenlerin yanında kalmalı.
Yüreği kocamanların olduğu bir dünyada; kırmadan, dökmeden GÜLÜMSEYEREK ve GÜLÜMSETEREK geçenlere selam olsun ...
Sen duymuyor musun
Dünyada var olan en güzel şeyin
Yürekten yüreğe söylediği;
Dilsiz sessiz melodiyi
Her şey sevmekten geçer diyor...

26 Ocak 2019 Cumartesi

Aklını sanatın yüceliğiyle beslemeli insan

Birde değişime direnenler vardır.
Teknolojiye, yeni oluşumlara, yeni fikirlere şiddetle karşı çıkarlar.
Değişimi ihanet olarak algılarlar. Toplumdan, aileden aldıkları öğretilerle yaşamlarına yön verirler.
Bunun aksi davranış gösterenleri erdemsizlikle suçlarlar, saygısız ve dönek diye nitelendirirler.
Mademki, değişme dünyanın temel koyucu kuralı ise, niçin değişmeme, değişmemekte direnme ve değişmediği için de kişi erdemli kabul edilmekte?
O zaman, yıllarca sağcı olup daha sonra solcu olan bir insanı nasıl değerlendiririz.
Ya da tuttuğu takımı değiştiren bir insana hangi gözle bakarız.
Tutucu ve kapalı bir yaşamı olan bir insanın radikal bir kararla yaşamının bütün yönünü değiştirmesine nasıl anlamlar yükleriz
Bu kavramlar üzerinden soruların yanıtını aradığımızda bu kavramlar ana ilkeler midir, ana ilke deyince ne anlıyoruz?
Milliyetçilik, solculuk,sağcılık, gibi bir sürü kavram ana ilke midir.
Diyelim ki ana ilkedir, bunları tümüyle terk etmek, değiştirmek bir gelişme midir, yoksa belli bir kesimin tanımıyla döneklik midir?
Ben hiç değişmedim önce neysem, bugün de oyum demek ‘tutarlı’ ve tutarlı oldukları içinde ‘erdemli’ sayılmak, bunun gerekçesi ne ?
Aslında sorun değişmemekte değil, değişmenin nasıl gerçekleştiğindedir.
O zaman, tutarlılık bağlamında erdem; değişmemeyi değil de, değişmenin tarzıyla ilişkilidir.
Dünya görüşünün değişmesini ”mazur” gösterebilecek ”makul” gerekçeler her zaman vardır.
Gençliğinde belli bir siyasal görüşü savundu diye, yaşamının sonuna kadar o görüşü savunmasını tutarlılık saymak, savunmadı ve değişti diye de döneklikle suçlamak haksızlıktır.
Burada ki en hassas ayrıntı ise ”siyası ve politik tercihlerin değişimi” rüzgarın yönüne göre esiyorsa, ‘yükselen değerleri” kollayan bir ideolojik kaypaklık içerisinde ise, sadece kendi egosuna hizmet edecek bir yol çiziyorsa; böyle bir değişimi ”varoluşun temel koyucu ilkesidir” diye izah edebilir miyiz?
Tabii ki edemeyiz, kaldı ki, mazeret; makul gerekçelere dayandırıldığı sürece kabul edilebilir.
İnsanlar yaşamla birlikte inandığı şeyleri sorgulayabilir, yaşadıkları; aldığı kararı bozdurabilir, kaldı ki gerekçe sağlamsa bu ayıp da değildir.
Zaten mantığı ve gerekçeleri açıklanamayan bir değişimin içinde ne samimiyet nede içtenlik olur çünkü değişim bir süreçtir, sağlam gerekçeleri ve mantığı vardır, sabahtan, akşama veya akşamdan sabaha olmaz.
Değişim; başkalarının yaşam hakkına daha hoş görülü, daha insancıl bakış açıları getiriyorsa, bu gelişime kim dur diyebilir.
Yeter ki “insan hayatına saygı, doğaya ve içinde ki bütün canlıların yaşamak hakkına saygı olsun.
Evrensel değerler dışında; benim için değişmeyecek şey yoktur.
Sığ düşünce, katı anlayış, insana ve evrene bir şey katmaz.
Kendi içinde enginliği ve derinliği olmayan, insana durmayan, güzelliği sabote eden her türlü düşünce ve ideoloji değişmeli.
İnsan yaşamına gereken özeni göstermeyen, sadece kendi varlığına hizmet eden, saygı göstermeyen, doğal ve sosyal çevreyi kirleten; her türlü düşünce faydacı değildir. İster değişmeden kalsınlar, isterlerse her gün değişsinler ne fark eder.
Dünyaya bir güzellik bırakmadıktan sonra, başkasının canı yanarken sesin çıkmıyorsa, ateşi sana gelene kadar kapını kapatıyorsan, hangi düşünceden olursan ol, hangi değişimin içinde bulunursan bulun, benim için hiç bir anlam ifade etmez.
Ne kadar çok bizi destekleyen olumlu, yararlı ve güçlü düşüncemiz varsa, o kadar başarılı seçimler yaparız. Buda; yeni değişimlere bizi açık kılar ve olumlu gelişmeyi sağlar.
Olumsuz, yararsız düşüncelerse, bizi yeterince güçlü bir halde tutamadığı için yaşamımızda başarılı seçimler yapamaz ve yaşamımızın sorumluluğunu alamayız.
Konfüçyüs ise 'Sadece en akıllı ve en aptal insanlar hiç bir zaman değişmez' diyor, ne güzel özetlemiş… Algıda seçicilik yoksa değişim olmaz…

Olcay KASIMOĞLU

23 Ocak 2019 Çarşamba

İlla ki insanca…

Bir insanı tanımak için çok uzun mesafeler katledilmesi gerekmiyor. Bazı anlar, yaşamlar, olaylar vardır.
Kişinin koyduğu tavır, davranış, söz kendi mizacını, karakterini gözler önüne serer.
En çokta insanlar; kayıplarında, ayrıldıklarında, yüreğinde-kileri açığa çıkarırlar. En zayıf ve naif taraflarıyla tanışırlar.

Velhasıl insanlar yaşadıkça, yaşamı bir bütün olarak algılar ”bakış açısı ve farkındalık” varsa tabii

O zaman bize düşen, insan olma erdemlerini çok iyi analız etmek, empatiyi ve vicdanın ahlak yasasını elden bırakmamak; kapitalist düzenin oluşturduğu tek tip insan olma modelini şiddetle reddederek, nutuk atmadan, ben her şeyin en iyisini bilirim demeden, yanılma ve hata payını unutmadan yaşama yeni bakış açıları getirerek katılmak gerekir.

İnsanlara kuş bakışıyla değil aklın-mantığın-kalbin ve ruhun bakışıyla anlamaya çalışmak gerekir.

Dünyanın hem içiyle hem dışıyla hem tepesinden hem uçurumundan hem ovasından ama her yerinden bakarak; illa ki insanca…
Öykümüz çok güzel özetlemiş; hayata ne verirsen, oda sana onu verir.

''Küçük bir kasabanın dört ayrı mahallesi varmış. Birinci mahallede Evet ama’lar yaşıyormuş. Evet ama’lar ne yapılması gerektiğini bildiklerini düşünürlermiş. Yapma zamanı geldiğinde ise “evet, ama” diye cevap verirlermiş. Cevapları hep yanlış olurmuş. Suçu başkalarına atmakta da ustaymışlar.

 İkinci mahallede Yapıcam’lar yaşarmış. Ne yapacaklarını bilirlermiş. Kendilerini yapacakları şeye adım adım hazırlarlarmış, ama yapacakları sırada şanslarını kaçırdıklarının farkına varırlarmış. Bu mahallede insanların dizleri dövülmekten yara bere içindeymiş.
Yaşamı ertelememek için verdikleri kararı bile ertelerlermiş.

 Üçüncü mahallede yaşayan Keşkeci’lerin, hayatı algılama güçleri mükemmelmiş. Neyin yapılması gerektiğini daima en isabetli şekilde bilirlermiş ama, her şey olup bittikten sonra. Keşke’cilerin de başları kanarmış hep, duvarlara vurmaktan! Kasabanın en yeşil bölgesinde, en güzel evlerin olduğu mahallede ise İyiki yaptım’lar otururmuş.

Keşkeci’ler bu mahallede yürüyüşe çıkar, etrafa hayranlıkla bakarlarmış.

Yapıcam’lar Keşkeci’lerle birlikte bu mahallede yürüyüşe çıkmak ister ama bir türlü fırsat bulamazlarmış.

Evet, ama’lar ise mahallenin güzelliğini görmek yerine, ağaçların gölgelerinin yeterince geniş olmadığından, güneşin daha erken saatte doğması gerektiğinden şikayet ederlermiş.

İyi ki yaptım mahallesindeki insanların kusuru da, beyinlerinde mazeret üretme merkezlerinin olmayışıymış!

Şimdi; yaşamın güzelliklerden payını alamayanların kurduğu bu düzeni neye yormalı !

Böyle duvar olmakla, katı olmakla, tavır almakla, mazeretlerin arkasına saklanmakla bulamayız yaşamın o incecik yolunu…

Olcay Kasımoğlu

Sükutla sohbet arasında

'Bir suskunluksun cevabı olmayan' dedi Yabancı Adam kadına.
"Evet" dedi Kadın." İnsanlar kendilerini riske atmalı, Ağaçlar için, dağlar için, aşk için, kuşlar, yaylalar....Sevgi sadece insanlar demek değildir, ayrıca ağaçlar, hayvanlar ve çiçekler demektir. Ve de kadınlara kıymamalı hoyratça erkekler... Bu haksızlık giderilmediği sürece ağlamayı, konuşmayı erteliyorum."
''İnsan değiştirmek istediklerini değiştiremediğinde, umuttan çok umutsuzluğa mahkum hissettiğinde, kederi artık varlık nedeni haline geldiğinde yani kendisini değersizleştirdiğinde bir “hiç” gibi hisseder. Ve bu doğaldır ancak bize “hiç” gibi hissettirenleri de göz ardı etmemek gerekir belki de.''
İnsan, çoğu zaman kendine bile susa biliyor. Canının yandığı yerleri bile bile yüzüne gülüşler yerleştiriyor. 
Bazen kelimeler bile yetmiyor, dil susuyor, sözler dolanıyor. O zaman geriye anlatılamayanın sessizliği kalıyor. Bazen daha fazladır her şey. Hepimizin su alan, incinen duvarları var. Yeter ki kalbimizde ki sağanaklara hayat vereni, verenleri fark edelim. Işığa ve akışa gizemli bir geçiş sağlayan, bütün mışlardan, muşlardan arınmış olarak...
Bırakalım girsin içeri ışık..Yaşam bir nefes,...

21 Ocak 2019 Pazartesi

KANATLAN SEVGİYE♥

Sevgi ve farkındalık, iki yol budur…
Kendi yolunu aramalısın, herkes kendi yolunu aramalı.
hayat yorgunu kirpiklerden
müebbete hüküm giymiş gibi
görmez olur kalbinde sevdayı unutanlar
sağırdırlar
kördürler artık sevdaya
bilmezler
kısacık bir ömrün sığınağında
bin yıla sığmayacak kadar
içimizden sevda geçtiğini
oysa elleri;
aşk denizine taş atarken
ellerinde deryalar
sular
ağaçlar görürüm
varsın bilmesin mevsimler
yıllar ömürler
bin yıla sığmayacak kadar
içimizden sevda geçtiğini
bir yol bulmalıyız derken
aşkın
umudun
en masum en hilesiz haliyle
yüreği kendi kabından taşacak kadar
billur ışık da görünen sevgili
katıksız sevincin düşünde
kırmızı güller yedireyim parmaklarına
kalbimin en derin yerinden,
buğulu bir atlastan
katıksız sevincin düşünü göreyim
yükümüzü sıcaklar taşısın derken
hangi sıcak demetinde kırıldı düşlerimiz
söyle
söyle de bileyim
bileyim de en güzel bahtı sunayım sana
saymıyorum artık
bu çağ yalnızlıklarını
kalabalıklar içerisinde yağan yağmurun
yanaklarımıza bıraktığı hazin damlaları
ister gel
ister gelme
ben çoktan unuttum kalbimi göğsünün kafesinde
yüreğinin tamamını yedirmeye hazırsan
bir lafa tamah etmeden
gül yüzünü göm göğsüme
orada ihlal ve iflah olmaz sevdalar var
yaşama tüten çiçekler gibi
tut ömrümün dallarından
dolaşma artık kaybedilen zamanlarda
göğünde kartalların turnaların süzüldüğü
yazgısı türkülere yoldaş bir atlastan geldim
gerçek mutluluk kanattır kanatlan sevgiye
mavilere dolanmış gökyüzü kadar cesurum artık
Olcay KASIMOĞLU

Mutlu olamazlar ki değerini bilmeyenler mutluluğun.

İnsan, en çok kendisinden korkar.

Kendi duygularından, güçsüzlüklerinden, zaaflarından, acılarından, coşkularından ürker.
Onun için kaçar yaşamdan, aşktan, öfkeden, sevinçten, kendisinden kaçar.
Sonra yaşam, hepimizi kendi sofrasında ağırlar.
İnsan, hayatı keşif etmeye, değişmeye başlar.
Hayatın özü değişimken değişmemek, dönüşmemek için direnmek bir çiçek tohumunun hayır ben büyümeyeceğim böyle kalmak istiyorum demesine benzer...
Oysa;
Yaşam bir bütündür.
Her şeyin özüne gitmeli insan, görünene değil.
Bazen bildiklerimiz, gördüğümüz kadardır.
Gördüğümüz baktığımız kadar ve baktığımız düşündüğümüz kadardır.
Baktığımızı görmez, gördüğümüzü düşünmezsek eğer, gördüğümüzün bildiğimize sığmadığını da göremeyiz.
Ve;
''Hayatın hedefi özgürlüktür. Özgürlük olmadan hayatın anlamı yoktur. Özgürlük politik, sosyal ya da ekonomik özgürlük anlamına gelmez. Özgürlük zamandan, zihinden, arzudan özgür olmaktır. Zihnin varolmadığı anda evrenle bir olursun; evren kadar sınırsız ol. Doğal olarak yaşa.''
Kendimizi ve diğer insanları; mutlu etmeyi seçtiğimizde ‘’bilgelik, hakikat, neşe kaynağı ve ruhsal güç’’ ile, bütünlük ve bağlantı içine sokabiliriz.
''Bunun içinde çok büyük beklentiler içerisine girmeden, ihtiyacımız olan;
barış, özgürlük, sevgi dolu aile-arkadaş, dostlar, yetecek kadar gıda, giyecek ve barınacak yer, ulaşılabilir bir amaç ve geleceğe dair umut olması, insanların yaşamlarını devam ettirmelerine yeter.''
Gereksiz endişe, şiddet, öfke, karamsarlık ve egolardan çekip alır.
Önemli olan, nelere değer verdiğimiz ve neleri öncelikli bulduğumuzdur aynı zamanda.
Her şeyi ona göre duyar, görür ve hissederiz.
”Sakin ve neşeli bir huy, duru, canlı, nüfuz edici ve doğru kavrayan bir zeka, ılımlı-yumuşak bir arzu, sevgi dolu bir kalp ve bunlara uygun olarak iyi bir vicdan”…
Dünyaya sevgi dolu bakmanın yolu, başta bu iç yolculuktan geçiyor.
İnsan, yaşamında mutsuzsa, sevgi üretmiyorsa, ne yaparsa yapsın, nereye giderse gitsin, yüreği hep üşüyecek, değil mi ki sesi müziğe dönüştüren sevgidir.
Hayal gücümüz ve düşlerimiz önemli, hayatı sevme hissi ve coşkusu verir.
Bunlar, yerini hiçbir rütbenin ya da maddi zenginliğin dolduramayacağı üstünlüklerdir.
Cemal Süreya’nın dediği gibi ”Hayat kısa, kuşlar uçuyor” o zaman bu kısacık konuklukta mutlu olmak yaşamın biricik amacı olmalı..
Yaşamın biricik anlamını unutup, mutlu olmak için çok büyük beklentiler içerisine girip kendi varlığının anlamını unutan boş insanlar, yaşamı nasıl heba ettiklerinin çoğu zaman farkına bile varmazlar.
''Özenle sakladığınız bir sarı lira gibi ömrünüz
Vakit gelip, sandıktan çıkardığınızda
Bir de bakıyorsunuz ki, tedavülden kalkmış''
O zaman bu kadar kasıntı, bu kadar yaşam kaygısı niye?
Mutluluk, hiçbir sıkıntının ya da zorluğun bulunmadığı yer
demek de değildir, bütün bunların içinde bile yüreğimizin huzur bulabilmesidir.
Ne güzel demiş,düşünür;
''Karanlık geceye rağmen buğulanmış pencere camına güneşi çizebilmek.''
Umut etmekten, mutlu olmaktan hiç vazgeçmemek, yaşam sevincini
sürdürebilmektir mutluluk…
Mutluluk: kendin olmak, sevebilmek, üretebilmek, güven ve huzurdur.
İnsan, kendi dar sınırlarından çıkıp daha zengin bir yaşam deneyimine ulaştıkça, bakış açısı da değişiyor.
''Yaşamınızı bir baş yapıta dönüştürün
Her insan,
daimi olarak,
sadece tek bir başyapıt
üzerinde çalışmakla yükümlü olan bir sanatçıdır,
bu başyapıt kendisidir.''
İnsan özellikle karşındakini anlamak için, onda olanı anlamaya niyetli olmalı. Buda kuru bilgiden uzak, açık bir zihin ve sevgi ile biçimlenen bir anlayışla mümkündür.

20 Ocak 2019 Pazar

Koşulsuz tek sevgi, anne sevgisidir🌹


https://yenisoluk.com/cocuklarimiza-bizden-daha-yakin-kim-olabilir
Kim onları hayatla tanıştırırken; sevgiye emeği ve şefkati katarak yanında koşulsuz durabilir?
Biz onların hayata akan köprüleriyiz.
Kendi kendine yetmenin verdiği mutluluğu anlatalım. Kendi ayakları üzerinde durmanın önemini, saygınlığın, erdemin, öz güvenin aydınlığını anlatalım.
Namuslu olmanın 'cinsiyet üzerinden değil' erdemli, onurlu olmanın süzgecinden geçtiğini, geçerken de kimseyi kirletmediğini ve en büyük namusun beyinde olduğunu öğretelim.
Namusu etek boyuyla izah eden her türlü düşünceye hayır diyen bir bilinç geliştirmesinin önünü açalım.
Kıyafetlerin mistik sevincini sevdiren, incelten zevkini yaşatalım..
Sahip çıkmakla, sahiplenmenin aynı şeyler olmadığını öğretelim.
Kıskanılmanın, güvenle karıştırılmayacak o nezih çizgisini sindire sindire anlatalım.
Sevdiği ile onur duymanın içtenliğini, faziletini ve birliktelikleri nasıl büyüttüğünü anlatalım; anlatalım ki, duvarlar arkasında entrika çevirenleri, bencil egosuna hapis eden zihniyeti iyice tanısın.
Kendine güveni olmayandan, güven beklemenin zaman kaybı olduğunu,
kendine saygı duymayandan; saygı beklemenin nasıl bir aldanış olduğunu anlatalım.
Eğitimin yaşam şekli olduğunu, insana yapılan en büyük yatırımın eğitim olduğunu anlatalım.
Hiç kimsenin kölesi olmadan; fikri hür, vicdanı hür insan olmanın erdemleri üzerine bir yaşam kurmanın en büyük zenginlik olduğunu anlatalım.
El,etek öpmeden, yaşama sıkı sıkı sarılmanın en büyük mucize olduğunu
ve sevdiği için, sevdikleri için bilinçli sevgilere durmanın iç huzurunu anlatalım.
Ve en önemlisi bunları anlatırken kendimizi güncelleyip, söylediklerimizi yaşama geçirerek, verdiğimiz sözlerin arkasında durarak, yemin etmeden sözümüzü inanılır kılarak, eylemlerimizi dürüstçe çocuklarımıza yaşatalım.
Ancak o zaman anlattığımız,söylediğimiz, örnek verdiğimiz şeyler anlam kazanacak. Yoksa çocuklar büyüklerine güvenmeden, onların yaşam alanlarına saygı göstermeden, söylenen hiç bir şeye inanmayacaklar.
İnanmadıklarını kalplerine indirmezler.
Kalplere inmeyen her şey zamanla unutulur, unutulmayanlar eylemlerdir.
Yarının büyüklerine, kinden,nefretten arınmış bir dünya bırakmak bizim elimizde.
Önce biz kendimize ayna olalım. Önce biz kendimize adil ve güzel olalım. Sevginin, iyiliğin, şefkatin etiket fiyatı olmadığını içselleştirdiğimiz  zaman çocuklarımız yanlış insanlara zamanlarını harcamayacaklar.
Bu bence çok önemli. 
Olcay Kasımoğlu


19 Ocak 2019 Cumartesi

''Yüreğimde Sakladiğim Son Sözüm'' Şiir Kitabının Ön Sözü


Kendini anlatırken; yaşamın zor koşulların da düşlerin gücünü keşif etti. Kalabalık bir aile içinde geçen çocukluk yılların da düş kurmayı öğrendi.
Gençliğinde düşlerinin peşine düştü çoğu zaman zorluklar bedenini istila etse de hiç vazgeçmedi.
Zaman oldu, oda yalancı baharlara aldandı.
Esrik bir ruhla sevimli aptal aşıklar gibi dolaştığı yerler de kendini buldu.
En çokta insanların sızlayan yerinden sevmeye çaba gösterdi. Nedendir bilinmez hep acı çekenlerin yanında kendini buldu.
Ne zaman kendine dönse, muhakkak bir çıkmaz yol çıkar ve dolanır, dolanır sonra kendine çıkardı. Kendine çıkan yollar da hep mücadele ve Sabir vardı. Sanki hayat kendi rönesansını ona hep mücadele den yana çizmişti.
Fikir bahçesinin kendine açtığı zamanı hatırlamıyordu, kendini bildi bileli fikir bahçesine yolunu çizmişti.
Edebiyatın kapılarına adım attığından beri de; şiirin ve yazı yazmanın gönül sırdaşlığını keşif etmişti, biliyordu söz derinler de ve en çok yaralar da bu derinler de köze dönerdi.
Artık yazının ve şiirin yolcusuydu.
Aşka, insana,doğaya ve kendine duran...
Artık baktığı her şeyin iç yüzünü görmeye başlamıştı. Kelimelerin içlerine sakladığı arka odalar da dolaşmayı öğrendi.
Bir gülümsemenin, tatlı bir sözün en katı kalplerde ki değişimini gördü.
Nice insan yüreğinin, hiç öpülmemiş, sevilmemiş olduğuna şahit oldu. Mesleği gereği çok insan tanıdı ve hayatlarının görünmeyen taraflarına şahit oldu. Dünyaya gelen bir çok çocuğun ilk nefeslerini içine çekti.
İnsan hakları bildirgesi”ni okudu,Kuranı-kerimin mealini, Tevrat , İncil, Zebur, siyası, toplumsal içerikli bir çok kitap okudu. Kitapların insanı nasıl silkelediğini,yeni bakış açıları kazandırdığını ve kendiyle yüzleştirdiğini gördü, okumanın gücüne inandı.
En çokta şiirle geçirdiği saatler kısa, şiirden uzak geçirdiği dakikalar uzun geldi.
Yazarken içinde ki duyguları telden,süzgeçten geçirdi. En na-mahrem duygularını sınava çekti.
Hayatın da yaşadığı hiç bir şeyden pişmanlık duymamayı öğrendi. Yanlış seçim ve sonuçlarını yaşamak akabin de yaşadığın üzerin den tecrübe ve deneyimin olmazsa olmazlarını öğrendi.Ve geçmişini bir “öğretmen” olarak kabul etti.

Henüz cevaplayamadığı bir çok soru olsa da yaşamın aydınlığın da insanlara durmayı seviyor. Yaşamın çok özel bir hediye olduğuna, yaşanması gerektiğine, yaşı kaça vurursa vursun yüreğinde ki çocukla inanıyor. Çocukluğunda ki yaylaların serin esen rüzgarlarını,ilkbahar da açan kardelenleri ve yere uzanıp gecenin karanlığın da kendine seçtiği yıldızın yüreğine göz kırpan dostluğunu özlüyor.
Şimdiler de en büyük hayalı; Savaşsız bir dünya ve açlıktan ölmeyen çocuklar ve şiddetin olmadığı mutlu yuvalar, insan olmanın erdemine yakışır bir dünya düzeni.
İlerde sallanan bir koltukta, denizin karşısında dalıp gideceği günler.!..
Sevimsiz duyguları, yalanları  dar ağacına asacağını söylüyor.
Yaşamda ki yükü ağır; içine süzüldüğü dünyanın eşit olmayan dengelerine ve doğuştan verilen hakların sadece fikirden yoksun,paradan zengin insanların elinde olmasına çok kızıyor. Yaşam hakkının ,haktan anlamayan cahillerin elinde olmasına kızıyor. Hakkaniyetin derin sulardan sudan sebeplerle çıkartılmasının öfkesini taşıyor, bir de adam olmayanların adammış gibi libaslara sarılmasına kızıyor.
Her şeye rağmen dilinden türküler düşmüyor.
Her gece kirpiklerine düşen yıldızlara göz kırpıyor. Hiç öpülmemiş,sevilmemiş yüreklere dokunuyor. En çokta insanların acıyan yerlerine dokunuyor. Hep acı çekenlerin yanında kendini buluyor.
Hala içinde ki masum çocuk gözleriyle yıldızlara göz kırpıyor. İçinde kimselerin bilmediği bir lisanı var. Bütün güzel şeyleri içinde ki sesle dinliyor.
Hala vaktinden önce açıyor yapraklarını...
Ne olursa olsun 'Hala bir yani umudu yeşil,bir yanı mavi'
Yaşamın çok özel bir hediye olduğuna inanıyor.
İşte bu nedenle olsa gerek; aç gözlülükten uzak, esir olmadım kimseye. Hiç kimse h tutsak edemedi beni kul kapısına.
Olur da bir gün merdivensiz kuyulara düşersem, içimdeki;
görmek isteyenlerin gördüğü, satılık olmayan, değer biçilemeyen, elden ele geçmeyen, takası yapılmayan, içinde güzel şiirler okunabilen, en güzel ve en zor olanını "YAŞAMAK" sanatına dönüştüren yüreğimi çıkarın gün ışığına yeter...

Nede olsa yürek bahar yeri...

23.08.2012/ İstanbul/ ''Yüreğimde Sakladığım Son Sözüm''

Şiir Kitabı Önsözü