Translate

17 Temmuz 2019 Çarşamba

Bu dünyadan gülümseyerek ve gülümseterek geçenlere selam olsun!

Elleri, yüreği ve kafasıyla çalışan insanları seviyorum !!
Hayatımızdan gün çalanlarla değil, hayatımıza anlam katanlarla çoğalmak hayatın içinde, sevgiyle-umutla...
Güzel sözün eyleminde yaşamak, anlaşılmak, gerçekten bir ödüldür hepimiz için, anlatabilmek ise yetenek.

Oysa yaşadığımız evrende dengeler öylesine alt üst olmuş ki anlamak istemeyene, başını kuma gömene ''neyi nasıl'' anlatabilirsin ki ?
İnsanların birbirini ''gammazladığı, ,çamurlaştığı, sattığı, yalanın kirli sularda yüzdüğü'' böyle bir dünya düzeninde ''insanlığın parayla ölçüldüğü yerde'' haktan söz edilebilir mi?
Haklının ''mevki ve ıtıbarla'' belirlendiği yerde adaletten söz edilebilir mi?
Dostluğun '' görüntüden, sahtelikten'' beslendiği yerde insanlıktan söz edilebilir mi?
Erdemin ''çıkar ilişkisi üzerine'' bağlandığı yerde onurdan söz edilebilir mi?
Emeğin kapı dışarı edildiği ''kazancın hileyle büyüdüğü yerde'' alin terinden söz edilebilir mi?
İnsan onurunun ''sudan sebeplerle'' ayaklar altına alındığı yerde, onurdan bahsedilebilir mi ?
Vicdanın olmadığı yerde '' samimiyetten, merhametten'' söz edilebilir mi ?
Yalanın, talanın ''yaşama hükümdar olduğu'' yerde, hakkaniyetten, adaletten söz edilebilinir mi ?
Ölümün bu kadar ucuzladığı yerde '' umuttan, sevinçten'' bahsedilebilir mi ?
Her şeyin para ve erk ile ölçüldüğü bir yerde ''toplumsal adaletten, huzurdan'' hiçbir zaman bahsedemeyiz.
Karanlıklar içinde kalan serzenişlerin hiç kimseye hayrı yok.
Böyle bir çağda:
Hayatı sadece seyretmek yetmez, onu anlamak gerekir.
Hayatı anlamak ise yürek ister, akıl ister, değişim ister.
Hayatınızdaki tüm insanlar ve eylemler ''bir özelliğimize'' ayna tutmaktadır.
Sizin aynanız hangisi ise onu görürsünüz !!
Sevgi dolu bir yürek en büyük zenginliktir.
Sen duymuyor-musun
Dünyada var olan en güzel şeyin
Yürekten yüreğe söylediği;
Dilsiz/ sessiz melodiyi
İçimde mis kokulu bir gül var/sevgiye akın eden
Her şey sevmekten geçer diyor..!
Oysa sevgisiz insanlar ''tsunami gibidirler'' dokundukları her şeyi yakar, yıkarlar.
Ne mutluluk verirler nede huzur.
İyi insanlar ise ''yanında olmasalar da'' histen köprüler kurarsın, mesafelerin anlamı kalmaz, yüreğin konuşur, gözlerin görmese de.
Aynı amaç için çarpar kalbin, acısının içinde olamasan da...sarılırsın, aynı acıya ağlarsın, onun kaybı senin kaybındır, yaralarına tuz basmazsın,gönüllü paylaşırsın yaşamı.
Böyle bir dünyada; kırmadan,dökmeden GÜLÜMSEYEREK ve GÜLÜMSETEREK geçenlere selam olsun (!)
Olcay KASIMOĞLU

16 Temmuz 2019 Salı

Mavilere dolanmış gökyüzü kadar cesurum

İnsanların seçimlerinin farkındalığıdır dünyayı çeviren.
Bunun içinde inandığımız, güven duyabileceğimiz değer ve amaçlara ulaşabilmemizi sağlayacak içsel bütünlüğün; espri ve hayal gücüyle bezenmiş aklın, kültürle yaşama dokunmuş bilincin, mücadele ruhuyla beslenmiş cesaretin, kendini bulmuş benliğimizin özgür ve özgün olması gerekiyor.

Yaşamla ilgili seçimlerimizin sorumluluğu, seçtiğimiz hayatı yaşamaktır.
Kendimizle, evren barışık olalım, ruhumuza gereken özeni gösterelim.
Çünkü seçimlerimizle, düşüncelerimizle, yaşamımızı şekillendiriyoruz.

Kendimizle, evren barışık olalım, ruhumuza gereken özeni gösterelim.
Çünkü seçimlerimizle, düşüncelerimizle, yaşamımızı şekillendiriyoruz.


müebbete hüküm giymiş gibi 

görmez olur
kalbinde sevdayı unutanlar
sağırdırlar,
kördürler sevdaya
kısacık bir ömrün sığınağında
bin yıla sığmayacak kadar
içimizden sevda geçtiğini
aşk denizine taş atarken
ellerin de deryalar
sular
ağaçlar görürüm
varsın bilmesin mevsimler
yıllar,
ömürler
bin yıla sığmayacak kadar
içimden sen geçtiğini
aşkın;
umudun;
en masum en hilesiz haliyle
yüreği kendi kabından
taşacak kadar
billur ışık da görünen sevgili
katıksız sevincin düşünde
kırmızı güller yedireyim parmaklarına
kalbimin en derin yerinden,
buğulu bir atlastan
katıksız sevincin düşünü göreyim
hangi sıcak demetinde kırıldı düşlerimiz
söyle,
söyle de bileyim
bileyim de en güzel bahtı sunayım sana
bu çapulcu yalnızlıkları
kalabalıklar içerisinde yağan yağmurun
yanaklarıma bıraktığı hazin damlaları
ister gel
ister gelme
ben çoktan unuttum kalbimi göğüs kafesimde
yüreğinin tamamını yedirmeye hazırsan
bir lafa tamah etmeden
gül yüzünü göm göğsüme
ihlal ve iflah olmaz sevdalar var
kendi derinliğine akan bir ırmak gibi
yaşama tüten çiçekler gibi
sarıya sıcak buğday tarlaları gibi
tut ömrümün dallarından
seninle
tomurcuklara durmuş ekin olayım
göğünde kartalların
turnaların süzüldüğü
yazgısı türkülere yoldaş bir atlastan geldim
yoldaşın olacak kadar derindir hissettiklerim
gerçek mutluluk kanattır
kanatlan sevgiye
mavilere dolanmış gökyüzü kadar cesurum
büyüt beni severek...



Gerçekten yaşamak isteyen, seçimlerine dikkat etmeli ve ruhuna gereken özeni göstermeli.

Yaşamımızda ki seçimleri yaparken özellikle cesaret olmazsa olmaz dediğimiz ”iç disiplin” ve nüfuz edici ve doğru kavrayan bir zeka, sevgi dolu bir kalp ve bunlara uygun olarak iyi bir vicdan çok önemli.
Kolaya kaçmadan ,kendine değer vermenin en büyük kaynağıdır iç disiplin ve disiplinli bir yaşam özsevgiyi, özsaygıyı ve özgüveni beraberinde getirir. Buda seçimlerimizi fazlasıyla etkiler. Her şeyi ona göre duyar, görür ve hissederiz.
Hayatın dinamikleriyle hayatın içerisine akarken, yaptığımız seçimler de sonuçları belirler.
Bu nedenle ne olursa olsun, yaşama ve insana dair bütün seçimlerimiz güzel ve anlamlı bir yaşamı destekliyorsa farkındalık yaratır.
Kendi değerlerimizle,bütünlüğümüzle örtüşen her seçimimiz, yaşamımızı daha değerli ve coşkulu kılar.
İnsan kendini yeniledikçe, düşünceler de yenilenir, yenilendikçe de güven duygusu, değerli olma bilinci gelişir, geliştikçe de; insanları birbirine yaklaştırır, sevgiyi, saygıyı artırır, daha özenli ve dikkatli oluruz.
Tıpkı bir heykeltıraş gibi, yaşamlarımızı şekillendiriyoruz ve ortaya çıkan biçimden biz sorumluyuz. Üretebilmek, güven ve huzur; ancak evrenin diliyle, bütüne varmak ve bütün ilişkilerde özen ve itinayı elden bırakmadan; farkındalık yaratmakla ve yeni bakış açılarına kapalı olmamakla mümkündür..
Bu konuda Steve Jobs ne güzel demiş;
Bir gün öleceğinizi hatırlamak, kaybedecek bir şeyleriniz olduğunu sanma tuzağından sizi kurtarır. Çünkü çoktan çıplaksınızdır. Bu yüzden kalbinizin sesini dinlememeniz için hiçbir nedeniniz kalmaz.” 

hayat yorgunu kirpiklerden
sevgiye kanatlan
kaybedilen zamanlarda dolaşma artık
sevdiğim sevdiceğim...

Olcay Kasımoğlu

Nasıl bir insandan bahseder Terentius?.

''Terentius, "Onunla her şeyi paylaşmak zevkinden mahrum kalınca, hiçbir zevki tatmamaya karar verdim" demiş, yitirdiği bir dostunun ardından.
Nasıl bir insandan bahseder Terentius?.
Karşısında zavallı gibi görünmekten korkmadığımız, bizi değiştirmeye değil zenginleştirmeye çalışan, yargılayan değil, kendimizi sorgulamamıza yardımcı olan biri midir yitirilen? 
Sabahın üç'ünde çaldığımız kapısını açtığında, tek kelime etmeden kollarına atılıp ağlayabileceğimiz bir insan mıdır? Terentius'un acısını bu şekilde dillendiren?
Nedenlerini merak etse de, göz yaşlarımızın dinmesini bekleyecek kadar anlayışlı, titrek sesimiz ve telaşlı cümlelerimizi sükunetle dinleyecek kadar sabırlı, acımızın bir kısmını kendine yük edinecek kadar cömert ve yürekli insanlar mıdır dost diye seçtiklerimiz?
Sadece sohbeti değil, sessizliği de sıkıcı olmayan; yalnızlığımızı unutmak için varlığı, eksikliğini hissetmemiz için yokluğu kafi gelen insanlara mı dostum deriz?
Başımıza gelen güzel bir şeyin coşkusu yüreğimize sığmadığında, saate aldırmayıp telefona sarıldığımız ve karşımızdaki uykulu sese "Kulaklarına inanamayacaksın!" diye bağırdığımızda, "Sabahı bekleyemez miydin?" demeyen biri midir gerçek bir dost?
Güzel bir film izlediğimizde, keşke O da olsaydı dediğimiz, okuduğumuz bir kitaptan bahsedebildiğimiz ve en mahrem sırlarımızı anlattıktan sonra rahatça uykuya dalabildiğimiz bir sırdaş mıdır yoksa?
Konuşurken gözlerimizi kaçırmadığımız, kendimizi saklamadığımız ve yüzümüze en acı gerçekleri haykırırken bile darılmadığımız yalnızlığımız mıdır dost dediğimiz insanlar?
Ne bileyim, aynı fikirde olmasak da uzlaşabildiğimiz, köprüleri atmadan da tartışabildiğimiz, her savaştan birlikte ve biraz daha güçlenmiş bağlarla çıktığımız insanlar mıdır dost payesi verdiklerimiz?
Tanıdığımızı sanırken, daha keşfedilmeyi bekleyen nice el değmemiş duygular ve düşünceler taşıdığını gördüğümüz; sürekli bizi şaşırtan kendimiz midir onlarda sevdiğimiz?
Aristo haklı mıdır; "Dostluk bir ruhun iki ayrı bedende yaşamasıdır" derken ve Terentius, başka bir bedende toprağa verdiği ruhunun yaşını mı tutmaktadır?
Paylaştığı her şeye ölüm de mi dahildir?
Acaba, neyi kaybedeceğini, dostu ölmeden önce fark etmiş midir?
Ya biz; her şeyi paylaşmanın, iddialı ve gerçek dışı geldiği günümüzde, sahip miyiz gerçek bir dosta?
Ya da adımızın önüne dost sıfatı koyan insanlar var mıdır hayatımızda?
Yoksa kendimizi sevmeyi başaramadığımızdan, şaşırıyor muyuz bizi sevdiğini söyleyen birinin varlığına, inanamıyor muyuz yanımızda kalmasına ve uzaklaştırıyor muyuz içten içe bizi sevmesini istediğimiz insanı kendimizden?
Ve bir gün, bir el daha kayıp gittiğinde avuçlarımızdan, kendi mezarımızın başında ağlayacağımızı biliyor muyuz?
İş işten geçmeden önce teşekkür edebiliyor muyuz sevdiğimize, hiç değilse bizi sevdiği için...'' diyen Can Dündar'ı okurken düşüncelerime sinen, kalbimi titreten dostlarıma minnet duydum.
Ve Abdurrahman Karakoç'un dizelerine sarıldım bir dosta sarılır gibi.
''İçimde uzayan her yol
Çıkar gider dosta doğru
Nergis. ıtır, menekşe, gül
Kokar gider dosta doğru
Zamanım yoğrulur gamla
Birleşir sabah akşamla
Ilık kanım damla damla
Akar gider dosta doğru
Gel bende gör, sen gel beni
Durduramaz engel beni
Görmediğim bir el beni
Çeker gider dosta doğru
Beynim fırın, bağrım tandır
Yanarım hayli zamandır
Sevgim bir yavru ceylandir
Çeker gider dosta doğru
Ne saklarım ne gizlerim
Yalnızca onu özlerim
Tabutta bile gözlerim
Bakar gider dosta doğru''
Dost sadece bir kelime değil, yaşamın bütünüdür aslında. Ve hep aradığımız. Çoğumuzun zaaflarına kurban verdiği, içinde yeşertemediği ya fazla ya az verip öldürdüğü.!

Özgürlük kendini bilmektir.

Bazen neye ihtiyacın olduğunu onu bulunca anlarsın.
İnsan özgürlüğü;
İlgi ve beğenilerini seçme, kendi kişilik özelliklerine uygun şekilde hayat planı yapma ve tercihlerinin sonuçlarını yaşama iradesidir.
Özgürlük;
Varlığına ve nasıl olacağına duyulan sorumluluğun en güzel koruyucusudur
Özgürlük;
 Yaşamın sorumluluğunda sevgiyle, yüreğinizin sizi götürdüğü yere gidebilme cesareti ve bilgeliğidir.
Özgürlük kendini bilmektir, farkındalıktır, onurlu yaşamaktır. İnat ve kibirden uzak, evrensel değerlerin kendine yer bulduğu akıllı insan bahçesidir.
Sağ duyu sahibi her insan kendi hür iradesini ortaya koyarak, mazeretlere sığınmadan yaşamı okur, sorgular, mevcut sistemin aksayan yönlerini yüksek sesle söyler ve hakta karar kılar.
Ve özgürce yaşamak için, öncelikle aklın insanı tutsak edercesine tutku haline gelebilecek her türlü menfaat, hırs ve korku esaretinden kurtulması gerekir.
Karl Popper‘in dediği gibi;

*Bilim gibi akıl da karşılıklı eleştiri ile büyür, o nedenle aklın büyümesini planlamanın tek mümkün yolu düşünce özgürlüğünü koruyan kurumları geliştirmektir.*
O zaman, özgür toplumun felsefi temellerini yeniden entelektüel bir konu haline getirmeliyiz.
Yoksa: mal, makam, şehvet, şöhret, parti, ideoloji ve kullara esir olmuş akıl ve ruhun bedeni özgür olamaz.
Bedenden önce akıl ve vicdanların özgür olması gerekir. Gerçek Özgürlük ancak bu şekilde anlam ifade edebilir.
Eyleme, kültüre dönüşmeyen her şey, kendi kendini yok ediyor. Bu dünyaya ait hiç bir iz bırakmadan. Özgürlük, bir kültür ve yaşam biçimi olduğunda anlam ifade eder.
Bir yerlere varmak için de önce kendine uğramalı insan…
Değilmi ki;
Ve sevgi gibi özgürlükte kör biyolojiden özgürleşmektir…
Yaşamımızın her alanı, ilişkilerimiz, bize kim olduğunuzu hatırlatmak adına ışık tutar.
Hayatımızda, ayrıntılarla uğraşarak sığ sularda boğuluyoruz.
Yaşamımıza hakim olan düşünce tarzlarımız, davranışlarımız, inançlarımız,duygularımız bizim yaşam üzerinde ki rollerimizi de belirleyici kılıyor.

''Yaşam içerisinde her insanın yaptığı iş çok önemli. Hepimiz bir şekilde birbirimizden sorumluyuz..
Sadece bir insanın var olması bile yaşama destektir..Her insan bir değerdir.
Vermiş olduğumuz  hizmeti sevgiyle vermek,  ışığımızı ve sevgimizi bulunduğumuz yerde yükseltmektir... Her insan bunu yaptığında işte o zaman tablo büyük, resim ışıl ışıl parlar.

Kim, kimi kendinden küçük veya üstün görebilir ki? Kimden sevgimizi, saygımızı esirgiyoruz? Kimi yargılıyoruz ki? Bağırıp çağırma hakkına nasıl sahip olabiliyoruz ki? 
Sen neysen karşındaki insan da o... Ve her insan bizi tamamlayan bütünün bir parçası. Biz genellikle bunu unutur sahip olduğumuz kariyer, özellikler ile kendimize değer katmaya çalışırız, özümüzdeki gerçek değerliliği unutarak... Ve bir gün gelir o değer kattığımız özelliklerimizi kaybettiğimizde kendimizi kötü hissederiz... Bu yüzden ilk başta insanları sadece insan olarak görmek, her insanı olduğu gibi kabul ederek sevgi, saygı duymak gerekir.
Bazen ne kadar çok şey bildiğimizin ve öğrendiğimizin bir önemi kalmıyor. Hayat öyle bir ders ile çıkıyor ki karşımıza… Mesele ne kadar kendin olduğun ve ne kadar kendi gerçekliğinin içinde bulunduğundur.''

Kim olduğumuzu keşfetmeye, özgürleşmeye ve hatalarımızla-eksikliklerimizle yüzleşmeye hazır olmak, en üst anlamıyla kendi benliğimizin farkına varmak gerekiyor.
Sevginin, umudun gücüne sahip olmayana, hayatta hiç bir şey güç vermez.
Ancak o zaman tamamen özgür ve sevgi dolu bireyler olabiliriz.

Olcay Kasımoğlu

12 Temmuz 2019 Cuma

"Hüzün ki en çok yakışandır bize"

Ne yaparsak yapalım kimilerine hayat öğretir ,kimilerine ise hayat da öğretemez..
Yanlış yaşam biçimleri hem insanın kendisine hem de çevresine zarar vermeyi sürdürür gider.. 
 Birde ortam zehirleyici insan tipleri var ki yaşamı zorlaştırır hatta kimi zaman mekan ve yer değişikliğine BİLE neden olurlar. 
Okuyalım bakalım;
.''Kendi ihtiyaçlarını diğerlerinden daha önemli ve acil zanneden “benciller”,
• Kuralların kendileri için değil de diğerleri için koyulmuş olduğunu düşünen “asiler”,
• Sorumluluk üstlenmekten kaçan, sürekli etrafını suçlayan “hamlar”,
• Kendi istedikleri olmayınca sorun çıkaran “huysuzlar”,
• Öfkeli, sivri dilli, saldırgan tavırlı “kavgacılar”,
• İğneleyici ve küçümseyici sözlerle etrafta sürekli negatif bir hava estiren “kibirliler”,
• Hemen her konuda kendi görüşünü herkese kabul ettirmek isteyen “çokbilmişler”,
• Her durumu dramatikleştiren, sürekli sızlanan ve her şeyden şikayet eden “mızmızlar”,
• Egoları şişkin, kendilerini mükemmel zanneden ”narsistler”,
• Her şeyi kontrol altında tutmaya çalışan ve etrafındaki herkesi bu aşırı kontrolle kasıp kavuran “obsesif-kompulsifler”,
• Her durumda mutlaka olumsuz bir yön bulan felaket tellalları.''
İçlerindeki kötülüğü zapt edemeyen insanlar hepimizin çevresinde var. Kendilerine yenik düştükleri yetmiyormuş gibi bizi de zehirlerler.  Onlar hayatın zaten var olan zorluklarını bir kat daha artırırlar. Bulundukları ortamda kamplaşma, kutuplaşma ve çatışma yaratırlar…
Önemli olan da bunların farkında olup bu zehirli tiplerden mümkün mertebe kendimizi korumak.

Kültürel endüstri tüketimi, finans ağlarının eklemlendiği yaşamlar, çarpıcı, yarıcı, bölücü kutuplaşmalar ,gurme restoranlar, cam kuleler -rezidanslar ... açlık, sürgünler, ırkçılık tüm bunların hakim olduğu korkutucu tüketimin şiddeti ........ölümler, çocuklar, kadınlar, gençler..paranın şiddetinin altında ezilen yükü taşıyamayanlar yeni dünya vatandaşlığı bu mu?
Dünün, bugünün, geçmişin tüketilmesinden çok yorulduk. Barış, umut, insan yan yana gelemiyor.
Her yeri kirletiyoruz ,çevrelerin kirliliği duygularımıza, düşüncelerimize, düşlerimize yansıyor.
Dışımızın kiri içimize, iç dünyalarımıza, içimizin kiri dışımıza vuruyor. Kabalık, sığlık, duyarsızlık...Tükendiğimiz yaşam çevreleri, düşler, düşünce ortamları....birbirimize rastlıyoruz ama karşılayamıyoruz. Onun için her zaman çok sevdiğim ve her gün kendime söylediğim "hüzün ki en çok yakışandır bize" diyorum tüm kötülüklere, kalınlıklara karşı... zamanı hayata kaptırmadan başka yerlerinden sökmeyi becerebilmek başarı olsa gerek...sıcak sevgiler dileğiyle, içimde hiç kimse için nefret yok...
Olcay Kasımoğlu

'Yüreği yananın avlusunda güneş doğmaz'

                                                                             
Ülkemin yaman hallerini şaşkınlıkla izliyorum, üzülüyorum.
Gerçekten kendimizi yaşamak istiyorsak hayatımızın sözcüsü başkaları olmasın. Yolumuzu, bizi yok sayarak belirlemelerine izin vermeyelim.
Kayıtsızlık “Yapamam, değiştiremem ” düşüncesinin ürünüdür ve bu anlayış toplum için, gelecek için en büyük sorunlardan biridir.
Umursamazlık almış başını gitmiş, şiddet ve ölüm haberlerini etkili bir korku filmi tadında izleyen seyircinin “kurban etkisi” denilen şiddete kayıtsız kalma durumuna dönüşmüşse yeniden silkelen meliyiz !
Kendi hayatının anlamını değil, başka hayatların anlamı üzerinden yaşama yürüyenler, kendi hayatlarının yaratıcısı nasıl olabilirler ?
Ölümün kanıksandığı, sizden bizden algısına dönüştüğü yerde hangi vicdandan bahsedebiliriz ?
Kendi sosyal statüsünü kaybetmekten korktuğu için susmak, yaşanan kıyımları görmemezlikten gelmek ve her şeyi akışına bırakmak, bana dokunulmasın da ne halleri varsa görsünler düşüncesi hakim olmaya başladıkça; amaçsız, bencil, hoyrat benlikler çoğalmaya devam ediyor.
Özellikle eğitim ve kültür-sanat alanındaki gündelik politikalara, bilimle-sanatla asla yan yana gelemeyecek tutumlara, dayatmalara ve anti-demokratik yasalara, yoksullaşmaya, sadaka kültürünün normalleştirilmesine baktığımızda; toplumda yaratılan algı ile insanlar da sürü bilinci hakim olmaya başlıyor.
Yaşama hakim olmaya başlayan bu zihniyetle neyi,nasıl çözebiliriz ?
Seçimin riski de, zaferi de insanındır.
Ah insanlar, her-şeyi bulup kendini bulamayanlar, halen ötekiler deyip, o ötekilerin gölgesinde yaşayanlar; ötekilerin icatlarını, buluşlarını kullanıp, birde günahtır diyenler yok mu,ne çok çelişkiye gebedirler.
''Fanatizm ve cahillik daima açtır ve beslenmeye ihtiyaçları vardır.
Bütün mesele, bu boşluklar bilimle sanatla beslenilmediğinde, sapkınlık, sapıklık ve zulümle beslenir.''
Hayatı belli kalıplar içerisinde tanımlayanlar, yaşamın, biricik anlamını ıskalayıp, bir sürü neden ve bahane arasında yaşam serüvenlerini bitirecekler. Oysa yaşam bir kirpik arası, yada kısacık bir rüya.
Her ne olursa olsun, heba edilmeyecek kadar da güzel..Makamla,etiketlerle, mülkiyet telaşı ve hırslarla avunulmayacak kadar da sade ve hoş aslında..
''Hangi yöne gitmeye karar verirsen ver, hata yaptığını söyleyenler muhakkak çıkacaktır''
Üreten insanların saygısını, dürüst eleştirilerin takdirine layık olmak ve güzelliği takdir edebilmek, başkalarındaki “en iyiyi bulabilmek” ve dünyayı olduğundan biraz daha iyi bırakarak terk etmek, sırf siz yaşadınız diye '' bir insanın'' daha rahat soluk almış olduğunu bilmek… İşte “başarmış olmak” budur.
Değil mi ki; kalbimizin çıkarttığı sesin bile bir anlamı olmalı.
Değil mi ki; dilimiz söylediğinde, kalbimizin sesinde, dolup boşalmasında herhangi bir değişiklik olmuyorsa, ne anlamı var ki,o söylenenlerin !
Yaşarken karanlığı yırtmayıp hep aydınlık yakada yaşayanlara imrenerek yaşayıp ölmek ne acı !
Yaşamı büyütenlerin kanatlarından öpüyorum !
hep aynı sessizlik 
hep aynı yalan masal 
ah ki ah hep aynı çıkışlar 
değişmiyor melodisi
aynı yüzlerde farklı sesler 
anlamıyor bendeki yürek 
söyle yarım kalan yanım 
dile gelmeyen sözlerim 
ısınmayan ellerim
sen benim söze eksik yerim
güneşe çektiğim perdelerim 
aydınlanmayan yanım
korktuğum korkular 
şimdiler de düşüyor kuyulara
yolum yolunda kayboluyor 
kapanıyor yüzüm aydınlığa
sen benim kirpiğe düşen 
hüzün çemberim 
görünmeyen yaralarıma gül diye sürdüğüm
 hayat bir şans daha verelim.. 
Olcay KASIMOĞLU

İnsanların seçimlerinin farkındalığıdır dünyayı çeviren.


Bunun içinde inandığımız, güven duyabileceğimiz değer ve amaçlara ulaşabilmemizi sağlayacak içsel bütünlüğün; espri ve hayal gücüyle bezenmiş aklın, kültürle yaşama dokunmuş bilincin, mücadele ruhuyla beslenmiş cesaretin, kendini bulmuş benliğimizin ”özgür ve özgün” olması gerekiyor.
Gerçekten yaşamak isteyen, seçimlerine dikkat etmeli ve ruhuna gereken özeni göstermeli.
Yaşamla ilgili seçimlerimizin sorumluluğu, seçtiğimiz hayatı yaşamaktır.
Kendimizle, evren barışık olalım, ruhumuza gereken özeni gösterelim.
Çünkü; seçimlerimizle, düşüncelerimizle, yaşamımızı şekillendiriyoruz.
Yaşamımızda ki seçimleri yaparken ”özellikle cesaret’‘ olmazsa olmaz dediğimiz ”iç disiplin” ve nüfuz edici ve doğru kavrayan bir zeka, sevgi dolu bir kalp ve bunlara uygun olarak iyi bir vicdan çok önemli.
Kolaya kaçmadan ,kendine değer vermenin en büyük kaynağıdır iç disiplin ve disiplinli bir yaşam,”özsevgiyi, özsaygıyı ve özgüveni” beraberinde getirir. Buda seçimlerimizi fazlasıyla etkiler. Her şeyi ona göre duyar, görür ve hissederiz.
Hayatın dinamikleriyle hayatın içerisine akarken, yaptığımız seçimler de sonuçları belirler.
Ne olursa olsun, yaşama ve insana dair bütün seçimlerimiz güzel ve anlamlı bir yaşamı destekliyorsa farkındalık yaratır.
Kendi değerlerimizle,bütünlüğümüzle örtüşen her seçimimiz, yaşamımızı daha değerli ve coşkulu kılar.
İnsan kendini yeniledikçe, düşünceler de yenilenir, yenilendikçe de güven duygusu, değerli olma bilinci gelişir, geliştikçe de; insanları birbirine yaklaştırır, sevgiyi, saygıyı artırır, daha özenli ve dikkatli oluruz.
Tıpkı bir heykeltıraş gibi, yaşamlarımızı şekillendiriyoruz ve ortaya çıkan biçimden biz sorumluyuz. Üretebilmek, güven ve huzur; ancak evrenin diliyle, bütüne varmak ve bütün ilişkilerde özen ve itinayı elden bırakmadan; farkındalık yaratmakla ve yeni bakış açılarına kapalı olmamakla mümkündür...
Steve Jobs' ın seslenişinde olduğu gibi;
.“Bir gün öleceğinizi hatırlamak, kaybedecek bir şeyleriniz olduğunu sanma tuzağından sizi kurtarır. Çünkü çoktan çıplaksınızdır. Bu yüzden kalbinizin sesini dinlememeniz için hiçbir nedeniniz kalmaz.” 

Sevgiye kanatlan
hayat yorgunu kirpiklerden
müebbete hüküm giymiş gibi
görmez olur
kalbinde sevdayı unutanlar
sağırdırlar,
kördürler sevdaya
bilmezler,
kısacık bir ömrün sığınağında
bin yıla sığmayacak kadar
içimizden sevda geçtiğini
oysa elleri;
aşk denizine taş atarken
ellerinde deryalar
sular
ağaçlar görürüm
varsın bilmesin mevsimler
yıllar,
ömürler
bin yıla sığmayacak kadar
içimden sen geçtiğini
bir yol bulmalıyız derken
aşkın;
umudun;
en masum en hilesiz haliyle
yüreği kendi kabından
taşacak kadar
billur ışık da görünen sevgili
katıksız sevincin düşünde
kırmızı güller yedireyim parmaklarına
kalbimin en derin yerinden,
buğulu bir atlastan
katıksız sevincin düşünü göreyim
yükümüzü sıcaklar taşısın derken
hangi sıcak demetinde kırıldı düşlerimiz
söyle,
söyle de bileyim
bileyim de en güzel bahtı sunayım sana
saymıyorum artık
bu çapulcu yalnızlıkları
kalabalıklar içerisinde yağan yağmurun
yanaklarıma bıraktığı hazin damlaları
ister gel
ister gelme
ben çoktan unuttum kalbimi göğüs kafesimde
yüreğinin tamamını yedirmeye hazırsan
bir lafa tamah etmeden
gül yüzünü göm göğsüme
orada
ihlal ve iflah olmaz sevdalar var
kendi derinliğine akan bir ırmak gibi
yaşama tüten çiçekler gibi
sarıya sıcak buğday tarlaları gibi
tut ömrümün dallarından
seninle
tomurcuklara durmuş ekin olayım
kaybedilen zamanlarda dolaşma artık
göğünde kartalların
turnaların süzüldüğü
yazgısı türkülere yoldaş bir atlastan geldim
yoldaşın olacak kadar derindir hissettiklerim
sevdiğim sevdiceğim
gerçek mutluluk kanattır
kanatlan sevgiye
mavilere dolanmış gökyüzü kadar cesurum
büyüt beni göğsünde severek..

Olcay kasımoğlu

8 Temmuz 2019 Pazartesi

Birbirimize sevgiyle bağlıyız

Görüntünün olası içeriği: 5 kişi, ayakta duran insanlar

Sevdiklerim''AİLEM''<3
İnsan, hep ne satın aldığının fiyatı üzerinden koşar yaşamın içine, oysa bir yap boz tahtası değildir yaşam.
Samimi, içten, gösterişten uzak kendimiz olamadıktan sonra, bütün evrenin bilgilerine sahip olsak ne yazar.
Oysa sevdiklerimizin kokuları, tabiatın rüzgarı gibidir;bir aralık, bir içtenlik görmeye görsün, hemen sızar; ışığın sızdığı gibi,rüzgarın estiği gibi...
İnsan yaşarken; olayların,insanların farkında olmalı; farkındalık yaratmalı...
Bu evrende ki varlığının anlamının farkında olmalı.
Zengin ve yoksul olmanın, biçili ve biçimsiz kalıplarını fark etmeli.
Paranın zenginliği ile kültür ve farkındalık zenginliğinin o ince çizgisini keşif etmiş olmalı.
Güzelliği uzaklarda değil, kendi varlığının özünde aramalı.
Çocukların sadeliğini, ihtiyarların yaşanmışlıklarını, sanatın ve bilimin yeşerdiği yerleri, üreten ve anlam katan insanların yaşamında kendine yollar çizmeli.
Bir nefes alıp, etrafımızda bize hayat verenleri fark edelim. Bir nefes daha alıp etrafımızdaki yaşam sesini duyalım. Tolstoy’ un dediği gibi, “Tek bir zaman var, o da şimdi.” Kudret sahibi olduğumuz biricik zaman bu.
O halde ömür dediğin bir gündür o da bugündür.
Sevdiklerimize koşulsuz sevgiyle sarılalım...
Sevgi ve dostluk ,çıkarlarla rekabetin olduğu yerde barınamaz. Para ve üstünlüğün gücüne güvenenler y a l n ı z sınız ve ne yazık ki çıkış yolunuz yok, çünkü sevgi ve dostluk onu hak edenlerin yanında .....paylaştıkça çoğalan şeylere yatırım yapalım, sevgi gibi😇
Resim: 1973/Ardahan-Göle

5 Temmuz 2019 Cuma

Yaşam daha sade ve çok daha hakiki bir şeydir..

Yaşam bizden kendi gücümüzü, benliğimizi keşfetmeye cesaret edin diye bağırıyor, bunları bize sık sık hatırlatıyor. Yaşam içerisinde ki iniş ve çıkışlarla, kayıplar ve kazanımlarla.
Bu yaşamı ertelemeyelim, bir başka uygun anı beklemeyelim, şimdi yaptığımız seçimler küçük görünsede kendimizi olduğumuz halimizle kucaklamanın, kendimize doğru yürümenin ödülü bize özgürlüğümüz olarak dönecektir.
Yeter ki biz buna inanalım, inanmaksa tamamen bize kalmış. Ne dersiniz, çok geç olmadan, yaşamın yüreğine yüreğimizi değdirmeye değmez mi?
Kanatlarımızı enginlere açmaya, keşkeleri olumlamaya, kalbimize aldıklarımızla aydınlık bir umuda elele yürümeye değmez mi ?
Yaşadıkça, yetersizlik ve güvensizlik duyguları yaşamın her alanında karşımıza çıkacak, bunu zamanda yol aldıkça görüyoruz zaten. Onu göğsümüzde büyütmediğimiz sürece geldikleri gibi giderler, yaşadıkça görüyoruz. Ruhsal sağlığımızın ölçüsü tökezleyip tökezlemediğimiz değil, tökezlediğimizde ne yaptığımızdır. Ayağa kalkar, üstümüzü temizler ve yaşamaya devam ederiz. Yaşam hep bir karşılama ve uğurlama değil midir zaten. Kaldı ki hayat hep devam eder taa ki etmeyene kadar.
Bakış açımız, algılama zerafetimiz bütüncül olduğu sürece yaşamın yedek oyuncuları değil, yaşamın göbeğinde terimizi akıta akıta, kana kana içerek yaşamın ırmaklarını derinleşebiliriz. Ne kadar uzun ne kadar kısa yaşadığımızın bir önemi yok aslında. Önemli olan öğrenmeye başlamak, aramak, bulmak ve özgürleşmek inanarak.
Yaşamda dik durmak için illa da biri ve birilerinin varlığına yaslanan, sadece ondan beslenen, sürekli ihtiyaç duyan benlik en küçük bir çekilmede yerle yeksan olan insanlar azımsanmayacak kadar çoktur.
Bize yol göstericiler olabilirler, farklı zenginlikler katabilirler lakin bizim adımıza hayatımızı yaşayamazlar. Hayatı deneyimleyecek olan da, yenileyen de bizim irademiz ve azmimizdir. Düşünceleri soğuk, ruhu buruş buruş olmuş insanların bize katacağı hiç bir şey yoktur.
Bilinçte ilerleme, algılamada derinlik kendi içimize yapacağımız yolculuklarla mümkündür. Doğa, insanlar bize sadece farklı pencereler açar. Bu pencerelerden bakan gözler bizimdir, hiç kimse bir başkasının yerine göremez, hiç kimse başkasının yaşam soluğunu onun yerine üfleyemez.
Hayatın sorumluluğunu yüklenmemek, hiç bir şey yapmadan seyretmek varlığımıza bir anlam katmaz. İnsan kalabalıklarında içimize yapacağımız yolculuklardır bizi bütüne ulaştıran. Bizi mücadeleci ve yaşam savaşçısı kılan.
Yolu yolumuzun üstünden geçen, köprü güzel insanlarla yenilenmek ve yaşama esinlenmiş bir renk armonisi çizmek yine bizim kendi elimizde. Ne olursa olsun kendini taklit etmekten öteye geçmeyen, hazır kalıplarla tekrarlanan yaşamlar insana hiç bir şey katmıyor, dinginlik, bilgelik ve huzur vermiyor.
Hepimiz, hayatımızın her günü birlikte zamanda yolculuk yapıyoruz. Bu önemli yolculuğu güzelleştirmek için yapabileceğimiz tek şey elimizden geleni yapmak.
Çünkü yaşam daha sade ve çok daha hakiki bir şeydir ve herkes kendi hayatının bahçıvandır. “Yaşam İşleyeni Severim!”

Olcay Kasımoğlu

3 Temmuz 2019 Çarşamba

HİÇ BİRİMİZ MAHSUN DEĞİLİZ.

Görüntünün olası içeriği: 5 kişi, gülümseyen insanlar
Hani "ilk taşı günahsız olan atsin"misali..
Önce kendimizden başlayalım...
Kişinin sahip olduğu düşünce tarzı, bakış açısını belirler..
Ve kendisini bilmek;
Kendisinde olanı bilmektir.
Güçlü ve zayıf yanlarını bilen ve onları kabüllenendir.
Herkes kendi başının çaresine bakmaya başlayınca bireysellik zedelenmektedir.
Bağımsızlık, özgürlük tutkusu, hoşgörü, hakkaniyet duygusu gibi en beğendiğimiz insani özellikler bireysel olduğu kadar toplumsal özelliklerdir.
Gelişmiş birey, gelişmiş bir toplumun ürünüdür.
Bireyin gelişimi sağlıklı toplumlar oluşturur, sağlıklı toplumlar da sağlıklı bireyler yetiştirir.
Pek çok insan yalnız gördüğüyle dünyayı algılar, aldığı kadarıyla yorumlar.
Kararları kesin ve sorguya açık değildir. Kendi doğrularının mutlak doğru olduğuna inanır.
Bakış açılarının ekseni çok dar ve derin algılama ve sorgulamadan çok uzaktır.
İç dünyaları yavan ve sığdır. Bu tarz eksik bilinç algılamasına sahip insanlarla gönüllü bir paylaşım ve hoşgörü ortamı oluşturamazsınız.
Uyuyan bilinç; toplum olaylarına duyarlı değildir.
Ben merkezcilik ve bencillik hakimdir. ''Bana dokunmayan yılan bin yıl yaşasın'' onun için en uygun baş slogandır yada anlamının doğurdu gibi duyarsız, insancıl olmayan yaklaşımlar içerisinde kendi dünyasını haklı kılmaya çalışır.
Eylemlerinden sorumlu bir varlık olmak, bir kişinin ne yapması gerektiğini belirlemeyi de içermektedir ki, bu da bilgi sahibi olmayı, güdüler üzerinde düşünmeyi gerekli kılar.
Yoksa körü körüne bir şeye inanmak onu doğru ve ahlaklı yapmaz.
İnsanın kendi değerleri kendini değerli kılar.
Bütün davranışlar değer yargılarına dayanır. Bunu yanın da tüm değer yargıları ya kendimize aittir ya da başkalarından edinilmiştir.
Bazen toplum içerisin de kendi değer yargılarımızdan ziyade başkalarının hoşuna gidecek rolleri üstleniriz. Bu rol modele o kadar aşına oluruz ki çoğu zaman bizim doğamız haline gelir.
Oysa; kendi değer yargılarımız, bizim kendi kişilik yapımızın temel taşları olmalı.
Genellikle çocuklukta edindiğimiz yargılara ömür boyu bağlı kalırız.
Şayet, kendimizin derinliğine aydınlanmasak orada kalır, yeniliğe, ilime, bilgiye, kendimizi güncellemeden, hayatı seyrederiz.
Düşünme sistemimizde ki bu vesveseler, kuruntular da bedenimizi, ruhumuzu çürütür.
İnsan yaşadıkça, yitip giden zamanları ve iç sesimizin ayaklarına kulaklarımızı tıkamadan; kendi iç sesimize yöneldikçe, içsel sorgulamaların ve yeniden uyanışa geçen bir ruhun çığlığını duymaya başladıkça; kendine yetebilmeyi, ayakta kalmayı, farklılıkları kabullenmeyi, kendini eleştirmeyi, kendiyle yüzleşmeyi; amaç edindiğinde, yaşamı yeniden sorgulamaya başlıyor.
Mazeretlere sığınmadan
Yalın olsun dilimiz
Davranış ve sözlerimiz ise uyumlu...
Olcay KASIMOĞLU

Yaşam bizim nazlı bahçemizdir !!

Yaşamdan; bize ne yansıyorsa, o biz davet ettiğimiz için buradadır.
O bizim kendi varlığımızdan gelmektedir.
Bu algı; evreni ve içindekileri onurlandırmadığımız anlamına gelmemeli aksine bize yansıyan bu güzellikleri içselleştirmemizdir ''onlar ve siz'' ayrımını ortadan kaldıran.
Yaşam, bizden; kendi gücünüzü,benliğiniz keşfetmeye cesaret edin diye bağırıyor.
Bunları; dört mevsimle ''yağmurla, karla,rüzgarla,güneşle'' bize sık sık hatırlatıryor.
Bu yaşamı ertelemeyin, bir başka “uygun” anı beklemeyin, şimdi yaptığınız seçimler küçük görünse de ''kendinizi olduğunuz halinizle'' kucaklamanın ödülü size özgürlüğünüz olarak dönecektir.
Yeter ki siz buna inanın diyor, inanmaksa tamamen bize kalmış, ne dersiniz, çok geç olmadan, yaşamın yüreğine yüreğimizi değdirmeye değmez mi?
Kanatlarımızı enginlere açmaya, keşkeleri olumlamaya, kabimize aldıklarımızla aydınlık bir umuda elele yürümeye değmez mi ?
Yetersizlik ve güvensizlik duyguları yaşamın her alanında karşımıza çıkar.
Onu göğsümüzde büyütmediğimiz sürece geldikleri gibi giderler.
Bakış açımız,algılama zerafetimiz bütüncül olduğu sürece yaşamın yedek oyuncuları değil, yaşamın göbeğinde terimizi akıta akıta, kana kana içerek bu yaşamın gerçek sahibleri biz oluruz.
Değil mi ki ; yaşamda dik durmak için illa da biri ve birilerinin varlığına yaslanan, sadece ondan beslenen, sürekli ihtiyaç duyan benlik en küçük bir çekilmede yerle yeksan olur.
Bize yol göstericiler olabilirler, farklı zenginlikler katabilirler lakin bizim adımıza hayatı yaşayamazlar. Hayatı deneyimleyecek olan da, yenileyen de bizim irademiz ve azmimizdir.
Bilinçte ilerleme, algılamada derinlik kendi içimize yapacağımız yolculuklarla mümkündür.
Doğa, insanlar bize sadece farklı pencereler açar. Bu pencerelerden bakan gözler bizimdir, hiç kimse başkasının yerine göremez, hiç kimse başkasının yaşam soluğunu, onun yerine üfleyemez.
İnsan kalabalıklarında içimize yapacağımız yolculuklardır bizi bütüne ulaştıran.
Bizi mücadeleci ve yaşam savaşçısı kılan.
Yolu yolumuzun üstünden geçen güzel insanlarla, yenilenmek, nakışlanmak ve yaşama esinlenmiş bir renk armonisi çizmek de yine bizim kendi elimizde.
Yaşam daha sade ve çok daha hakiki bir şeydir ve herkes kendi yaşamının bahçıvandır.
Yüreğine ne ekerse onu biçer !!
Bu dünyada ne nüshayız ne asıl;
Olcay Kasımoğlu

Hedefini bilmeyenler işi tesadüfe bırakırlar

Aklı-fikri sanata, bilime inanan/ Gök mavisinden yeni bir aşk doğacak/ Sevgi büyük sözü söyleyince/ Utancından ölecek savaşlar!
İnsan kendi dar sınırlarından çıkıp daha zengin bir yaşam deneyimine ulaştıkça bakış açısı değişiyor.
Bunun içinde; sanatla renklendirdiğimiz yaşamlarımızı, anlamlı sevgilerle derinleştirmemiz gerekiyor! Belki de yeniden öğrenmemiz gereken budur…
Yaşamlarımızı nasıl sürdüreceğimize, geleceğimizin ne olacağına dair kararların alındığı siyası platformda insanlar neyi, niçin seçtiğini bilmiyorsa, insanların geleceğini öğretilerle, kişisel çıkarlarla tayin ediyorlarsa önce bizim kendimizi güncellememiz gerekiyor.
Kendi vicdanımıza, kendi insan olma değerimize sahip çıkmamız gerekiyor.
Hakkın ve adaletin hüküm olduğu bir dünyada yaşamak istiyorsak, siyaseti tanımalı ve ortak kararlarda sorumluluk üstlenmeliyiz! Adil bir yaşam, ancak kişinin ruhen ve bedenen gelişmesi, yaşadıklarını anlamlandırması ve çözümler geliştirmesi yoluyla sağlanabilir.
Ancak o zaman anlamlı ve insanca yaşamın tarafında oluruz.
Siyaset bir bilim dalı demiştik, o zaman siyasetçinin niteliği ve ilkeleri çok önemli. Şiddet dilini kullanan, nefreti körükleyen, farklılıklara anlayış göstermeyen bir siyasetçinin ortak yaşamlar konusunda bir dünya insanı olması mümkün değildir.
Akıp gideni durup görmemizi sağlayacak olan bir dünya yaratmak, bize hayatı yeniden iade etmek mümkün değilken, yaşamı; keşkelerle ve pişmanlıklarla söndürmek niye ?
Geçmişiyle yüzleşemeyenler, keşkeleri kendine zehir ederek yaşama tutunanlar bilmezler mi; üzerini örttüğümüz her şeyin altında kalırız, eksik olduğumuzu ararız, hem de eksik bırakandan ya da ona benzeyenden dileniriz bir ömür boyu. Oysa yaşam, seçim yapmaktır ve her durum bir seçimdir aslında. Kim olduğumuz, ne olduğumuz önemli değil; kendimizi ifade edebildiğimiz yerdeyiz..
Sığ düşünce, katı anlayış, insana ve evrene bir şey katmaz. Siyaseti bilim dalı olarak gören her birey bunun farkında olmalı.
Yöntemin, anlayıp algılamanın; bilmekten daha önemli olduğunu kavrayamazsak, tek seslilik içinde kıvranıp duracağız.
Kendi içinde enginliği ve derinliği olmayan, insana durmayan, güzelliği sabote eden her türlü düşünce ve ideoloji değişmeli.
Bütün acıların yankılandığı, taşa toprağa değdiği, kuşlarla göçe durduğu ve mevsimlerle döngüyü tamamladığı yerde; yaşam dolu olmayan her şeyi bozguna uğratmak için de çekilir acılar. Yoksa demokrasi; ortak varlığımızı her zaman iktidar buyrukları olan ekonomi ve teknik buyruklarına göre düzenleyen ‘politik Teknoloji’ye dönüşür. Ve insanlar siyaset bilimine önem vermedikleri sürece, siyasi iktidar değişikliğiyle var olan hiçbir şey değişmeyecektir.
Ancak ”Özgün, dingin ve yaşamaya değer ömürler” iç sesini dinleyen ”Gerçek istek ve ihtiyaçlarını fark edip” gereklerini yerine getirme cesareti gösterenlere özgüdür.

Olcay Kasımoğlu

Kendine mollalar ver,aralıklar yarat

Yaşam bizim içimizde ki bahçemiz, ne ekersek yolumuzu onunla buluyoruz. Seçimlerimiz yaşayacaklarımızın yönünü belirliyor.
Gecenin sabahı soymasıyla birlikte bizde güne soyunuyoruz.
Yıllar yılı devam edegelmiş alışkanlıklar artık rutine binmiştir.
Aynaya bakınca aynı insanı görür, dişini aynı şekilde fırçalar, günü aynı karşılarız.
Sorumlulukların, beklentilerin, umutların, endişelerin yüklendiği yaşam heybemiz hep sırtımızdadır.
Sabahın doğuşu sana yaşam sevincini hatırlatmıyorsa, bunun ayrımında değilsen, dışarı çıkmanla birlikte yükün daha da ağırlaşır.
Birde evin dışında ki yaşamın heybene katacakları var sen buna dur demediğin sürece.
İnsan her an her dakika yeni mucizelerin şahitliğe tanık olacak kadar evrenin içinde donatılmıştır.
Yeter ki içinde ki beslediği şey farkındalık ve onu olumluya çeviren sevgi olsun.
Eyer gerçekten bu hayatın içinde yorulduğunu fark ediyorsan ''Silkelen'' yaşadıklarına bir daha bak, kimsin yada kim olduğunu düşünüyorsun, durduğun yerle olmak istediğin yer arasında mı geçiyor ömür, o zaman dur dinle kalbinin sesini.
Zihnin ve yaşamın bu kadar çok gürültüyle doluyken sezgilerini ve özünün fısıltılarını duyman zor. Kendine molalar ver, aralıklar yarat.
Seçimlerinin sonuçlarını deneyimle,farkındalık yarat,farkındalık birey olmanın özüdür.
Doğru ve yanlış gözlüklerini çıkart yaşamı önyargısız deneyimle.
Silkelen,İçindeki güdüleri gör.
Zihnindeki sesleri dinle.
insanların içine bak, yaşamlarının ardındaki sesiz çığlık neyi haykırıyor?
insanlar etiketlenmemek için nelerden vazgeçiyor, ne bedeller ödüyor.
Sadece kendin olmana izin vermekte, kendini deneyimlemeyi seçmektesin.
Hep deriz yarın yoktur,
O an “şimdi”dir. Şimdi her an da mevcuttur. Yarın bir gün değil, belli şartlar yerine geldiğinde değil. Şimdinin eşiği sürekli “şimdi”dedir.
Yuvanın içine aktığı an “şimdi”dir.
Tanımlamaları, beklentileri bir kenara bırak ve kendi özüne sahip çık.
yYşam hatalarıyla, sevaplarıyla, renkleriyle bir armonidir. Yalnız tek bir farkla . Elimizde kalanlardan geriye baktığımızda bizi bu hayata taşıdıkları için teşekkür edip bazılarını kladığı yerde bırakıp, bizimle yola devam etmesi gerekenleride yanımıza alıp yolumuza devam etmeliyiz. Budur bizim kendi olmamız ve farkındalığımız.

 Yol verebiliyorsak bizi bizden koparanlara ve alıp konumuza besliyorsak yeniden,yeniden yaşamı ve içindekileri odur olmak istediğimiz yer.
Bundan sonrası ; olman gerektiğini söyledikleri veya olduğunu sandığın sahte benliklerini itme ve öz farkındalığını haykırmak zamanıdır artık.

Komplo teorilerini, gizli gündemleri, dünyayı kontrol eden güçleri bir kenara bırak. yaşam daha sade ve çok daha hakiki bir şey.
Oysa biz bir tek ırk istiyorduk, adı insan olan. Kim olduğumuz gerçeği, içinde yaşadığımız dünyanın kalıplarıyla açıklanamaz, . Sahte olan, hakikatin ışığıyla aydınlanacaktır. Her zerre öze dönecektir.
Kendimize yolculuklar başlattığımız zaman,
Yaşadığın hastalıklar, keyifli bir anda içine akan o huzur, bir yakınının ölümü gibi durumlar bize yaşamdan bir göndermedir aslında,silkelen çık aydınlığa,koca bir dünya, insanların zaaflarından arınmış bir doğa, bir çocuk şefkati ve gülümseyen yüzlerin ibadete çağırır gibi bizi çağırması yaşamın döngüsü değilde nedir ?
.
Bırakalım insanları ve şartları suçlamayı. Hiç bir şey yaşanmış anları geri vermiyor. Zaman en büyük tarlamız. Çapalarken otlarda, ayrık otları da olacak,çalılıklar, kumlar ve otlar en sonunda neyi bulmak istiyorsak ne ektiğimize bakacağız.
Gülse gül, dikense diken.
Seçer ve izin verirsin. Yaşamın kendine özgü ve çok boyutlu bir işlevsel dinamiği vardır. Bu dinamiği anlayamazsın, anlaman da gerekmez. O hareket halindeki enerjidir ve seçimlerine cevap verir. Gündemsizce, plansızca sadece akar ve forma bürünür. Evreni anlamaya çalışma. Bırak o kendi işini görsün.
Sen birey olmayı başardığında evrenin çeşitliliğini kendin zaten göreceksin.
Çeşitlilik zenginlik ve özgünlüktür. Her parça kendine has bir benzersizlikle özün tezahürüdür.
Murat edilmiş olan, özgünlüğünü bütünlük içinde yaşamandır.
Bilincini içine çevirdiğinde göreceksin ki;
Onlar da “Sen”i bekliyor, “Sen” i arzuluyor. Sen, “Gerçek Sen”i arzuluyorsun.
Ve O’da senin dönüşünü arzuluyor.

Olcay Kasımoğlu