Translate

16 Ekim 2019 Çarşamba

Ne içindeyim zamanın ne de büsbütün dışında;

Kapadokya¸ Pers dilinde "Güzel Atlar Ülkesi"
Bütün kültürlerin iç içe geçtiği; et, tırnak olduğu, öteden bugüne insan kokan, tarih kokan bir coğrafya-dayım.
Dünyanın ortak kültür miraslarının başında gelen ve halen 'UNESCO Dünya Kültür Mirası' listesinde yer alan Kapadokya¸ tarihi İpek yolu'nun da en mühim kavşaklarından biri.
Çok net bilgiler verilmemesine rağmen burada ki 'peribacası' denilen doğal oluşumların altmış milyon yıllık bir geçmişi olduğu söyleniyor.
Özellikle "Avanos¸ Ürgüp¸ Göreme¸ Akvadi¸ Uçhisar ve Ortahisar Kaleleri¸ El Nazar Kilisesi¸ Aynalı Kilise¸ Güvercinlik Vadisi¸ Derinkuyu Yeraltı Şehirleri¸ Ihlara Vadisi¸ Selime Köyü¸ Çavuşin¸ Güllüdere Vadisi¸ Paşabağ¸ Zelve" belli başlı görülmesi gereken yerler arasında yer alıyor.
Gördüğüm otellerin çoğu kendine özgü kaya içine oyularak ya da yöreye özgü tüf taşından yapılmış.
Öte yandan çevredeki antika dükkanlar sizi geçmiş zamanların gizemli dünyalarına götürüyor.
Gezi boyunca gördüklerimiz¸ büyülü bir masal iklimine seyahat ettiğimiz hissine sürüklüyor.
Sanki taşlar¸ taş olmaktan çıkıp kadim bir zaman koridorunda atların nal sesleri insanların sesine karışmış bizi karşılıyor.
Rehberimiz sevgili Uğur bey; 'Göreme'yi göremeyen çok şey kaybeder' derken içimize yapacağımız yolculuğa da bir nevi silke-nişin ön hazırlığını da yaptırıyordu.
Göreme¸ dünya miras listesine girmiş bir çeşit açık hava müzesi. Özellikle kaya kiliseleri¸ duvar bezemeleri ve erken dönem Hristiyan resimleriyle ön plana çıkıyor.
Yine Nevşehir denince Hacıbektaş gelir akıllara.
Zamanımız az olduğundan kapanış saatinden önce yetişemedik. Yine de bazı bölümlerine ziyaretimizi yaptık.
Adını 13. asrın büyük Halk dostu Hacı Bektaş-i Velî'den alan bu şirin ilçe;
"Kadınlarınızı okutunuz. İlimden gidilmeyen yolun sonu karanlıktır. Düşünce karanlığına ışık tutanlara ne mutlu." diyen bu bilgin insan¸ çağların ötesinden günümüze seslenirken ne mutlu Hacı Bektaş-i Veli'nin derinliğine yolculuk yapanlara demekten kendimi alamadım.
Birde Avanos'da ki taa Hititlere kadar uzanan çanak ve çömlekçilik sanatının halen devam eden atölyeleri beni kendine hayran bıraktı
Yine Derinkuyu'da yumuşak tüf kayalara oyularak yapılmış çok sayıda yeraltı şehri var.
Risk ve tehdit altında yaşayan insanlar buralara sığınarak can güvenliklerini sağlamışlar. Milattan evvelki üç binli yıllara kadar götürülebilen bu sıra dışı mekan bana göre gezinin en esrarengiz kısmıydı desem abartmış olmam.
Her bir bölümü diğerine dar tünellerle bağlanıyor. Her giriş¸ değirmen-taşı biçimindeki hareketli kaya kapılarla kapatılabiliyor.
Aynız zamanda yeraltı şehrinin şarap yapımında kullanılan odaları var.
Şehir toplam kırk metre derinlikte sekiz kattan oluşuyor. Şehrin mükemmel bir doğal havalandırma sistemi var. Ortak mutfağı ikinci katta yer alıyor. Bu yer altı şehri¸ derinleştikçe derinleşiyor.
Mucizevi bir çark, kendine hayran bırakıyor. Akılları zorluyor.
Diğer bir yeraltı şehri de Ihlara yolu üzerinde yer alan Kaymaklıyı ise kelimelerle anlatmak mümkün değil.
Kısacası Nevşehir anlatılmaz¸ yaşanır.
Bana süzülenler şimdilik bu kadar ama inanıyorum ki ben yine yollara düşüp Nevşehir'in o gizemli tarihi dokusuna yine yeniden dokunacağım başka bir dünya zamanı dilimiyle.

10 Ekim 2019 Perşembe

11 Ekim "Birleşmiş Milletler Dünya Kız Çocukları Günü."

Eyleme dönüşmeyen, emek verilmeden, mücadele edilmeden kazanılan her şey zamanla kendi kısır döngüsüne dönüyor.
Hayatımıza bir bütünlük içerisinde baktığımızda ise yadsınamaz bir gerçeğin ”eğitim-öğretim”in bizim ”yaşam fenerimiz” olduğunu görüyoruz.
Eğitim ve öğretimin ulaşamadığı yerlerde binlerce kızımız, oğlumuz var.
Onlara ellerimizi uzatalım, koşulların fakiri olabilirler lakin fikrin fakiri değiller.
Kızlarımızı okutalım ki insanlığa aydın evlatlar yetiştirsinler.
Kızlarımızı okutalım, işini aşını kendisi kazansın, kocasını kendisi seçsin.
Eğitimin gücüne inansın, ailesinde ve işinde söz sahibi olsun.
Birey olmanın farkındalığını öğretelim, öğretirken de örnek olalım.
Sözde söylemlerden öteye gitmeyen bir eğitimin hiç kimseye bir faydası olmaz.
Şişirilmiş bilgilerle değil, hayatın gerçekleriyle de yüzleşmenin o ince çizgilerini de anlatalım.
Yaşam mücadele edenleri sever, mücadele ruhunu ateşleyelim..
Balık tutmaya gitmeden, balığın dünyasına girmenin püf noktalarını anlatırken hayatın kirli bir savaş olmadığını, yaşamın bin bir güzellikle donatıldığını ve bunu besleyen ''SANATIN' gücünü, çocuklarımıza anlatalım, örnek olalım.
Özellikle kız çocuklarını yetiştiren anne ve babalara bu konuda çok büyük görevler düşüyor.
Sevgi ve paylaşmayı,cinselliği; insanı istek ve arzuları, ayıp ve günah kavramıyla çocuğun kafasına zikir eden bir zihniyet en küçük fırtınada alkole, uyuşturucuya sığınan çocuklarını kötü çocuk ilan ederken hiç mi vicdanları sızlamaz.
Hiç mi ben bu olayın neresindeyim diye kendine yönelmez.
Doğrudur, bu toplumda kadın olmak lakin ''insan olmadan'' ne kadın ne erkek, mutlu ve huzurlu birliktelikler kuramayacaklardır.
Çocuğun kafasında, kadını; politik, dini bir simge gibi işleyen bir ebeveynin yaşama ve topluma nasıl bir katkısı olabilir ?
Kadın, üzerinde siyası otorite kuracağınız bir denek de değildir.
Kadın insan, eş, arkadaş, dost ve annedir.
Düşünen, sorgulayan, yaşama karışırken kendine bile hayran bırakacak gülüşleri onların yüzüne yerleştirelim.
Mahsun çocuk gözleri yaşam dolu, umutlu ve bir o kadarda yürekleri korku dolu, gelecek korkusu, tutalım onların ellerinden.
Eğitimi yaşam biçimi olarak seçmiş insanlar, birey olmanın ruhsal olgunluğun da dünya vatandaşıdırlar, hümanist ve evrensel olurlar.
Onlar için sadece iyi adam kötü adam vardır. Kafaların da insanları sınırlara bölmezler.
Bu nedenle eğitim; yaşamın rengidir, bilgiye köprüdür, cesaret verir.
Kız çocukları,erkek çocukları;geleceğin ekinleri.
Bu başakların yüzü güneşe dönük olsun.
Kendi zaaflarımızla, bencilliklerimizle, egolarımızla onların tomurcuklarına lütfen zehir akıtmayalım.
Bu hem kendi çocuklarımıza hem insanlığa hemde kendimize karşı biricik görevimizdir.
Olcay Kasımoğlu

ÇALIN KALBINIZIN ZİLLERINI💙

İnsan tanımak gerçekten ince bir sanattır.
Bu sanatın ciddi parametreleri vardır. Çaba ve inanç gerektirir. Yoksa payımıza hep yanılgı ve hayal kırıklıkları düşer.
İnsanlardan darbe yediğimizi, insanların ne kadar güvensiz olduğunu ve hep aldatıldığımızı, şanssız olduğumuzu söyler dururuz o zaman.
Oysa önce kendimize, var olan bakış açımıza, hayat deneyim ve tecrübelerimize biraz kafa yorsak bu yanılmalarda aslında ne kadar çok kendi payımız olduğunu görüp şaşıracağız.
Her insan bir dünyadır ve bu dünyanın şekillenmesinde;
Çocukluğu, yaşadığı bölgenin yaşam koşulları, tercihleri, seçimleri, aldığı eğitim, seçtiği kişi ve kişiler bir yaşanmışlık bırakmıştır.
Ne kadarını kendinde topladığı, ne kadarında demlendiği, belli davranış kalıpları içerisinde kalıp kalmadığı bize yansıttığı geri bildirimlerde, tutum ve davranışlarda kendini ele verir.
Daha dikkatli baktığımızda muhakkak göreceğiz. Bunun içinde önce kendimizin, engin ve dingin bir yaşamla iç içe ve kendimizle barışık olması gerekiyor.
Ön yargılarından azade, geniş bir bakış açısıyla, insanlarla iletişim kurduğumuzda daha doyumlu ve uyumlu birliktelikler oluştururuz.
İnsan tanıdıkça ya yaklaşır ya da uzaklaşmaya başlar. Bu ince çizgiyi çok iyi tanımlamak lazım.
Bazen insanlar kendilerini tanımlamakta gerçekten zorlanırlar. İfade ve tanımlama yoksunluğu yaşarlar. Bunun içinde, insanlarla ortak yaşam alanları olsun, paylaşılan mekanlar olsun, beraber çıkılan bir yolculuk olsun yada beraber bir olayın şahitliğini yapmak ve onun üzerinden beden dili ve sözel tanımlamalar olsun, algısı açık insana çok şey verir aslında.
Hani büyüklerin kullandıkları yaşamsal deneyler vardır. Birini tanımak için;
*Yolculuk yapın
*Emanet teslim edin
*Sırlarınızı paylaşın
*Bilerek fikirlerine karşı çıkın
*Borç para verin
* Sevmediği konularda açık yürekli konuşun
* Çocuklar ve korunmaya muhtaç insanlar hakkında düşüncesini sorgulayın
*Birine haksızlık edildiğinde takındığı tavra bakın.
*Her şey yolunda giderken iyi olan birinin, sorun varken nasıl davrandığına bakın.
*Verdiği sözleri yerine getirmede gösterdiği gayrete ve sözünü tutmada ki samimiyetine bakın.
*Olaylar karşısında inisiyatif alıp almadığına, hoşgörüsüne ve olgunluğuna bakın.
Liste uzar gider. Sonuçta kişi ve kişilerin etki ve tepkileri kişilik ve karakterleri hakkında bize bir fikir verebilir.
Tabii ki bunları yaparken rencide etmeden, kırmadan, dökmeden içten ve samimiyetle yapalım.
Biz ne savcı, ne hakimiz.
Zaten sağlıklı gelişen birlikteliklerin savcıya, hakime, avukata, doktora, polise ihtiyacı olmaz.
Olcay Kasımoğlu

8 Ekim 2019 Salı

Yağmalanırken hürriyetimiz


Başkalarının acıları üstünden ahkam kesilmek...
''Sofradan en fazla payı alanlar bize kanaatkar olmayı öğretiyor, cenneti vaat ediyor, günahtan bahsediyor. Karnını doyuranlar, açlara seslenip gelecek güzel günlerden bahsederken, sabrın en büyük mucize olduğunu anlatıp sadece kendine sabırlıya tahammül gösteriyor ve vicdanı kendi tekelinde görüyor...''''Will Smith

Bırakın insanların sizin için biçtiği basma kalıpları, kendi taşıyamadığını eğirip dürenden, başkasına yamayandan nasıl bir zihniyet beklenir ki?
Her günün yeni gün, her yeni gününün yeni bir başlangıç olduğu düşünüldüğünde akan bir ırmak gibi olmak herkesin harcı değildir...
Kendin ol, kendinle meşgul ol, kendi içine odaklan ve kendini geliştir...
Doğru insanlar yani hayatında gerçekten olması gereken insanlar sana gelecekler ve hayatında kalacaklar...
Önemli bir hayat yaşamak rastlantıyla olmaz.
İnanmadığın gibi yaşarsan, yaşadığın gibi inanırsın sözü oldukça anlamlıdır.
İnanmak; içimizde ki motorları çalıştıracak ateşleme düğmesidir. Aynı zamanda bir süreçtir. Gelen bilginin doğruluğunu sorgulamaktır. Kişi sorgulamayla, zihninin alışkanlık perdesini yırtabilir ve mutlak gerçek olarak benimsediği kavramları sil baştan yeniden ele alma cesaretini gösterebilir, ezber bozabilir.
Birilerinin tekelinde yaşamayı, bize giydirilmeye çalışılan kalıpları öncelikli olarak ret etmeliyiz. Bunu içinde önce kendimize inanmak gerekiyor. Kendine inancı ve saygısı olmayandan saygı bekleyemezsiniz. İnsan inanmadığı, içselleştirmediği hiç bir şeyle gönül bağı kuramaz. Önemlidir güzel olana, doğru olana inanmak. Buda emek, algıda seçicilik ve cesaret ister.
Başarı ve mutluluk; başaracağım ve başardım diyebilenlerin ve inananlarındır.
Ben yapamam diyen ve yapamayanlar, her zaman birilerini suçlayacak, bahane ve mazeretler yaratıp bunların arkasına sığınacaklardır.
Kendi yaşamlarına sahip çıkanlar ve yaşamın insana verilen en güzel hediye olduğuna inananlar ise umut etmekten, inanmaktan asla vazgeçmeyeceklerdir.
Bu gerçeği savunurken, önce kendimiz inanmalıyız.
Hayatın anlamlı, yaşanmaya değer olduğuna inandığımızda bu davranışlarımıza da yansır. Hayata ve içindekilerine farklı bakış açıları da geliştiririz.
Anton Chekhov *Bir insan neye inanıyorsa odur* der.
Ne olursa olsun; kendimize inanmak çok önemli. Kendimize inanmazsak yeteneklerimizi geliştiremeyiz. Biz bu algının ve bilincin farkındalığını fark etmemişsek, birey olmayı başaramamışsak hep başkalarının bize biçtiği rollere inanırız. Kendi yaşam manifestomuzu oluşturamayız.
Çünkü sınırı koyan zihindir, zihin bir şeyi yapabileceğini kestirebildiği kadar başarılı olur.
Başarılı insanların hayat hikayelerine baktığımızda, büyük başarıların ancak başarabileceklerine inanan insanlar tarafından gerçekleştirilmiş olduğunu görüyoruz, bu tesadüf olamaz.
June Nel’in çok sevdiğim bir sözü var *İnanan bir çocuğun gözlerindeki sihri görmek kadar güzel bir şey yoktur*.
Bir insan gerçekten inanırsa anlamlı yaşamaya, başarmaya, sabretmeye, sevmeye; zihin yapılabilmesi için yeni yollar keşfeder.
Bilim dünyası da buna inanıyor ve önemsiyor. Özellikle son yıllarda, tıbbı tedavinin, ilaçlı tedaviyle birlikte kişi ve kişilerin, iyi olacaklarına inanmaları, bağışıklık sistemini de destekliyor.
İnsan kendini nasıl hissederse öyle düşünür ve öyle davranır. Bir yerde inanmak sınırlar koymaktır; inandığımızı iddia ettiğimiz her bir kavram, aslında gizlice kendimizi güvende hissettiğimiz alanın ve ufkun ta kendisidir.
Yeter ki kendine ve yapmak istediklerine, yapabileceklerine güçlü bir şekilde inansın insan. İnanmış bir insani yolundan çevirmek zordur.
Yaptığımız her şeyin bir değeri vardır, bazen bu değer eylemin kendindendir, bazen ise bize olan getirisinden; bu nedenle beyinle yürek arasındaki gizli ve gizemli bağ mevcuttur.
İnanmak hissetmektir, kişi hissettiği nispette yaşar. İnancını yitiren bir insanın yaşamsal enerjisinde üretim, paylaşmak, devamlılık esas olmaz, beklentileri olmaz.
İnanmak beklenti demektir; beklenti ise umut. Bazen bu duygu öylesine yoğun olur ki, beklenilenin gerçek olup olmamasının bile önemi kalmaz artık.
İnandırmak, insanların zihinlerindeki kavramları baştan tanımlamaktır, inandırmak zihni yeniden programlamaktır. Bu nedenle yaşamsal olarak insan ilişkilerinde çok önemlidir. Yön ve yol tayin edicidir. Bir anlamda bir olguyu veya süreci takip etmektir. Dolayısıyla bir şeylere inanmak ve takip etmek hayati bir gereksinimdir. Takip edilen bu olgu, içinde umut, hayal, başarı, mutluluk gibi her türlü unsuru barındırmalıdır. Bunun yanında düş kırıklıklarına da hazırlamalıdır. Yoksa eksik kalır, yavan kalır.
İnanmak her ne kadar kişisel ve içsel bir süreç gibi görünse de, aslında oldukça toplumsal ve dışsal bir olgudur aynı zamanda.
Kişi kendi düşüncelerinin ürünüdür.
Kendini tanıyan ve kendi varlığının tanımını içselleştiren her insan, inanmanın gücünü bilir. Kendimize inanalım, değerimizi başkalarının gözünde aramayalım. Hiç kimsenin stepnesi ve kulu olmayalım, kendimize ait değerlerimiz ve kendimize ait bir yaşam felsefemiz muhakkak olsun.
İnsanlar inançla, arzu etmeyi karıştırıyorlar.
Başarılı insanlar kendilerine ve yaptıklarına karşı bir inanç geliştirmiş olan insanlardır.
   
Kasvetli buz

şifreli bir iki yüzlülükle
yağmalanırken hürriyetimiz
insanlar günahkar güdülerle
gözyaşı ve kan kokuyor

düşünce rüzgarı
dağlı diliyle
özgürlüğün kayıp yüzüne
ölümleri haykırırken
içi boş adamların
içinde taşıdığı dehşetin
bir adı
birde yüzü kalıyor

iki hiç arasında bükülmüş
kasvetli buz gibi keskin
şamatayla zenginliğin fakirleri
ürkütür irkilten bir taş gibi bizi

yüreklerde erdemin körüğü 
ve iyi bildiğim tek lisan;
cesursan hürsün
insanı her şeye inanmaya itiyor
Olcay Kasımoğlu

"Değmez bu yangın yerinde, avuç açmaya değmez."

Görüntünün olası içeriği: 1 kişi
Hayatın ne olduğunu görmek için önce içimizdeki kargaşadan sıyrılmak gerekiyor...
İnsan onurunun ayaklar altında çiğnendiği; nefret söylemleriyle, insanların kutuplaştığı, kapitalist düzenin egemen olduğu bir dünyada; kıyımlar, hırslar, kılıç gibi yontarken ömrümüzü !
Sevemedim yarım yamalak insanları, yarım yamalak sevdaları, yarım yamalak iyilikleri, yarım yamalak yaşanan hayatları, dilin altında dönen dolapları,.
Özgürlüğü sığ sularda arayanları, parayı amaç yapanları,
statü, mevki için el etek öpenleri sevemedim..
Gösteriş budalası kuklacıları, yarim yamalak fırıldakçıları, kendini bulamayan aymazları sevemedim..
Yaşamak ve yaşatmak hakkının akla karanın tam ortasında kalmasını sevemedim..
Sevemedim kendine namusluları, kendi kapısına gelinceye kadar üç maymunu oynayanları sevemedim..
Sadece kendi işleri için çalışan, yaşadığı dünyaya hiç bir özveride bulunmayan, bunun yanında zarar da vermeyen bir insanin ''Zararsız'' ve ''Yararsız''yaşaması olması iyi olabilir mi ? Bence iyi olmanın da bir bilinci olmalı.
Bir başkasının canı yandığın da sesi çıkmıyorsa, konuşulması gerektiği yerde susuyorsa tamda o noktada insan olma sorumluluğuna sahip çıkmıyorsa bunun neresi iyi olabilir. İyi olmanın da bir onuru olmalı.
Kendine, ait olduğun çevreye ve ortak alanları paylaştığın bu dünyaya vefa borcun olmalı. Yoksa etliye,sütlüye karışmadan ''Yararsız'' insan olmanın neresi zararsızlıktır...
Tabiatın en vazgeçilmez öğreti ve heyecanları, yaşama tutunanlara dönüktür. Vazgeçenlerle, pişman olanlarla işi yoktur evrenin. Sadece arka fonu tamamlamakla görevlidir onlar...

ön yargılar
kara bir örtü gibi kuşatıyor etrafımızı
başı boş bir dinginlikle irkiliyor akıllar
inkarın soğu
bencil ve kuru kimliğiyle
hadsiz hudutsuz büküyor belimizi
insan yüreğinin karanlığıyla
savaşın gerçekliği arasında
gözyaşının ne faydası var
tomurcuğa  gebe rüzgarlar
 üflüyor yüreği  üşüyen insanların kulaklarına
yürümek yok olmak değildir
ileri daha ileri halkın ekmeği adalet
Olcay Kasımoğlu

7 Ekim 2019 Pazartesi

Sorunsuz insan, sorunsuz cihan olmaz...

İnsan, yaşamsal değer taşıyan hiç bir şeyi unutmamalı.
Yaşamım boyunca hep olumsuz düşünen, baktığı her şeyde olumsuzluğa odaklanan, her-şeyde kusur arayan insanlardan oldum olası haz etmem. Sanki, felaket telalığı yapmak yaşam biçimleri olmuştur. Mümkün oldukça bu insanlarla bir arada olmamaya özen gösteririm.
Aslında olaylara nasıl baktığımız çok önemlidir. Çünkü hayat niyete, niyetlere göre şekillenir. Çoğu zaman baktığımız yerde olanı değil, görmek istediğimizi görürüz.
Bu anlamda hayata olumsuz bakan insanlar, olumsuz ve karamsar düşüncelerin içinde kendini bulurlar, etrafındaki insanlara da bunu bulaştırmak isterler. Oysa hayat, olumsuzluklarla ziyan edilmeyecek kadar zaman yitimine endeksli bir kavram, geri dönüşü olmayan ve sürekli akışı olan..
Tabi ki olumsuz düşünen insanlara olumlu bakış açıları kazandırmak kolay değil. Sürekli kendini savunmak zorunda hisseden bu tarz insanlar, başkalarının kayıplarından, yanlışlarından beslenirler, hoşgörüleri sığ ve sevgi kanalları ya boştur yada yaralıdır. Bu olumsuz düşüncenin hayatı nasıl eksilttiğinin farkına varamayan insanı, insanları uyandırmak gerekir. Buda sabır ve emekle birlikte sağlıklı bir bilinç ister.
Hayat aslında güzel, sadece onu asıl niyetinden uzaklaştırıp yokuşlara tırmandıran, al aşağı eden biz insanlarız. Dikkatsiz, duyarsız ve duygusuz yaşadığımızdan güzellikleri ıskalıyoruz. Güzelliklere özen göstermiyoruz, ayrıntılara dikkat ediyoruz.
Hangimiz, bir an olsun yüreğimize dokunup sevdiklerimiz aşkına, o günü yeni sayfalara açıyoruz ?
Hayat çetelesi kayıplar üzerinden insana hizmet sunuyor doğrudur, dün ölenler, bugün ölecekler, sıra kimde bilmeden...
O zaman neyin telaşındayız? Yüreğimizi neden bu kısır,olumsuz düşüncelerle haşır neşir ederiz.
Sorunlarımızın olmaması mümkün değil, deriz ya ''Sorunsuz insan, sorunsuz cihan olmaz'' diye, lakin her sorunun birde çözümü vardır, yeter ki çözümsüzlüğe çanak tutmayalım. Sorun üreten değil sorun çözmenin parçası olalım. Kim etrafında sürekli şikayet eden, mızmız bir insanla ömür geçirmek ister? Düşünsenize, sürekli felaket tellallığı yapan bir insan ruhumuzu karartır. Hayata olumlu bakan, nerede ne yapması gerektiğini bilen, olgun, yaşadığı hayatı deneyimleyip bize olumlu bakış açıları kazandıran her şeyden önemlisi yanındayken kendimizi iyi ve güvende hissettiğimiz bir insanın yanında kim olmak istemez ?
Hayatında yaşadığı olumsuzlukların sorumluluğunu üstüne almayan, faturayı başkalarına kesen bir insanın hayatı olumlama gibi bir olgunluğu olamaz zaten. Her zaman suçlayıcı, kaderci, zayıf ve depresiftir.
Sorunları bahane ederek mutsuzluğa ve umutsuzluğa kilitleniyoruz, oysa her karanlık, kendisini sonlandıracak ışığın tohumlarını içinde taşır.
Ne olursa olsun, herkes hayata kendi yürek penceresinden bakar ve sadece görmek istediğini görür.
Hayata olumlu bakan insan, olumlu bakıştan üreyen umut ve cesaretle, daha cesur ve sevgi dolu oluyor.
Çözümü olan her sorun “küçük sorun”dur. yaşamımız boyunca hepimizin yaşadığı sorunlar olmuştur, çözümsüz görünen, bizi yaşamın bitim noktasına getiren..

Belli bir zaman sonra aslında hiçbir şeyin durağan olmadığının, acının, sevincin, kederin zamanla yer değiştirdiğine kendimiz şahit olur ve deriz ki aman Allah'ım ben nasıl bu kadar dayanabildim yada ne kadar mutluymuşum da kıymetini bilmemişim. Bu ve bunun gibi bir çok şeye hayatımızın belirli dönemlerinde, zaman kendimizi şahit kılar. Aslında ölüm dışındaki tüm sorunlar küçüktür! Bunu gerçekten büyük ve çözümsüz problemlerle karşılaştığımız zaman anlarız.
Telafisi imkansız tek şey var: oda ölüm. Yaşıyorsak sorun yok! Nasılsa çözeriz, nasılsa bir telafisi olur ama iyi ama kötü.
Önemli olan problemlerin üstesinde gelebilmek, hayata olumlu yaklaşmak ve umudumuzun tükendiği anlarda bile yeniden umutlanmak, olumlu yaklaşmak; umut insana moral verir, yaşama gücü verir, en kötü olaylara bile olumlu bakış açıları geliştirir.
Hayat birilerine, birilerinin sırtına dayanarak kendini bize adil kılmaz. Kendi kanatlarıyla uçmanın bedelini bir dönem için ödemeyen insanlar, kendi kafeslerinde kalmanın, kendi farkındalığını yaşamamanın bedelini bir ömür boyu öderler…
Bizler yaşamımızı kolaylaştırmak adına öyle kurallar, öyle ilkeler koyar ve kabul ederiz ki sonuçlar sebepleri unutturur ve kaderimiz olur.
Bunlar genellikle biri söylediği için inandığımız ve asla üzerinde düşünme ve araştırma zahmetinde bulunmadığımız şeylerdir. Yöresel adetler, gelenekler, töreler, dinler, felsefeler, efsaneler, hepsi dogmatik inanç biçimleri olarak bizi yönetiyor. Kan davaları, dinsel ritüeller.... vs ve daha birçok şey.
Bir deli Kuyuya bir taş atıyor, kırk akıllı çıkarmaya çalışıyoruz.
Düşünmek ve araştırmak ve daha iyisini ortaya çıkarmak yerine, bir başkasının düşündüğüne, hazırladığına ve ortaya çıkardığına peşin kabul veriyor ve üzerine atlıyoruz.
Hayatta hiç bir şey nedensiz ve anlamsız değildir. Ben buna puzzle parçaları gibi bakıyorum. Her parça diğeriyle anlam bütünlüğüne sahiptir. Bir parçanın eksik olması bütünü bozar. İçimizde var olan gücün önüne sahte güç bentleri yapmayalım, farkındalığın, olumlu yaklaşımın hünerlerini keşif edelim. Unutmayalım; güç beynimizde. Akla hayale gelmeyecek kadar mucizevi bir çark dönümü bedenimiz.
Her karesi hayata göre kurgulanmış. Bize kalan ise bu senfoni orkestrasına iyi bir şef olmak. Hangi notanın hangi tuşuna nasıl basmamız gerektiğini bilmek. İnsan yaşadıkça, kendi iç sesine yöneldikçe, içsel sorgulamaların ve yeniden uyanışa geçen bir ruhun çığlığını duymaya başladıkça; kendine yetebilmeyi, ayakta kalmayı, farklılıkları kabullenmeyi, kendini eleştirmeyi, kendiyle yüzleşmeyi; amaç edindiğinde, yaşamı yeniden sorgulamaya başlıyor. Başladıkça da yaşamını olumlamaya, farkındalık katmaya başlıyor.
Bunun en iyi yol taslağı da hiç kuşku yok ki; objektiflik, tutarlılık, doğruluk, eleştiriye açık olmak, genellik, öngörü ve toplumsal gerekliliktir diye düşünüyorum..
Seçmeci olanın, klişenin zamanı çoktan geçti.
Bağırmakla, çağırmakla, demagojiden öte gitmeyen söylemlerle dünya güzelleşmiyor..
Geleceğin ebeveynlerinin bize ihtiyacı var, çocuklarımızın geleceği için kendimize ve geleceğimize sahip çıkmalıyız.

Önemli olan yargılamak değil; anlamaktır.

Online bir yalnızlık-tayız ve teknolojinin sunduğu imkanlara kapılmış gidiyoruz. Seçici olmadan, bilgiyi sorgulamadan fikir sahibi oluyoruz.
Zekamız genişliyor, genişledikçe çok fazla düşünüyor ama çok az hissediyoruz, gülüşlerimiz tutsak, samimiyetimiz azaldı. Asık suratlı, sabahına yorgun ve bitkin uyanan ruhlarla yaşamı kucaklıyoruz.
Doğru ve yanlışın bu kadar iç içe geçtiği bir çağda;
Düşlerim uçurtmaların kanadında ava-reyken, içimin derinliklerini gökyüzündeki yıldızlara yoldaş edebilir miyim ?
Ölümün kutsandığı, sevilerin dar ağaçlara asıldığı, cehaletin yürüyüşe geçen ayak sesleri ve barışın zehri yeşil kupalarda nasıl baş tacı edildiğini,zaafların nasıl egolarla tango yaptığını,kaçak rengi aşkların göz yaşlarını nasıl tuzla buz ettiğini yazabilirim.
Çocukları, parklara hasret kılan beton yığınlarının, kaç müttehatın kesesini doldurduğunu ve kaç kurşunda çocuk bedenlerin yere serildiğini, gökyüzünde uçan kuşların atılan bombalarla nasıl katar katar yere düşüp öldüğünü yazabilirim.
Ey çağımın kumpasları, hayalı yalanları ne idüğü belirsiz kravat takan hokkabazları bu kadar çiğ sözleri değirmende öğütebilirmiyim?
Bu çağın pas tutmuş yüreklerini fabrika artıklarıyla kirletilmiş sularınızla yıkayabilir miyim
Güzelliğe,insana, sanata, bilime, sevdaya, barışa, çiçeğe,ağaca düşman zihniyeti, ideolojileri,basma kalıp sözleri, ezbere büyümüş yaşamları dipsiz kuyulara gönderebilir miyim?
Hayvanların, doğanın katledildiği, tarihi çakalların yazdığı bu hayin çağı hangi mürekeble yazabilirim.
Atlarımız kişnemiyor, üzerlerine bahisler oynanıyor. Kedilerimiz unuttu miyavlamayı, ayaklarımızın dibinde iplikle kovalamaca oynamıyor. Köpeklerimizin boyunları tasma izleriyle dolu, kendine verilen talimatları ezberliyor. Ey bu çağın drakulaları, urganlarınız yağlı, çivileriniz paslı, görünüşleriniz cilalı, sözleriniz kalabalık, ufkunuz kör karanlık; daha neleri astınız boynumuza, hangi vicdan mahkemeleri aklayacak bunca yalanı dolanı
İçimden sessizce geçiyor zamanın ayak sesleri, kim kimden alacaklı. hangi günahın ederidir bu, mazlumlar teneşire kanlı uzanıyor. kadınlar unutmuş saçlarına takılan gülleri..Ey bu asrın insanları ne çabuk unuttunuz gül kokulu sevdaları. Sırtlarınızı betonlara dayadınız,başlarınızı kumlara gömdünüz. Mideler tok,ruhlar aç bu hangi aklın oyunu. Görünüşün altın çağı etiket fiyatı ve üstünde yazılı markası. Sözler teslimiyetçi, gülüşler çalkantılı,göz yaşları timsah, iyilik çıkmış kaf dağına..Yol yolcu karışmış arap saçına... Yarattığımız korkuları dünya sahnesinde pazarlar olduk. Senlik, benlik davası çağın hokkabazı, bizlik olmuş sihirbazın tokmağı.
Soğuk, ıssız ve eğreti bir gülüşle hayatı anlamlandırmaya çalıştıkça karşımıza yeni hesaplarla yeni yüzler çıkıyor. Yetişemiyoruz ikircikli hesaplara, ucuz basma kalıp söylemler, iki yüzlü, içtenliğini yitirmiş dostluklar, çıkarcı ilişkiler, onursuz davranışlar, insanın yüreğini incitiyor. Lağım çukurlarına döndü serzenişler.. Susmanın sınırını tüketiyoruz, tiksindiriyor ucuz çıkar ilişkileri…
Uykularımıza acılar sızıyor, içimiz sızlıyor, küle dönüyor, karabasan oluyor rüyalarımız. Düşündükçe yabancılaşıyor duygularımız. Öfkeleniyorum…
Unutmak istiyorum bütün kötülükleri, haksızlıkları.
Oysa İnsan umudunu terk-etmeden, dişiyle, tırnağıyla mücadele edip, tüm acılara rağmen yaşamalı ve sevmeli diyorum…
Bunun içinde, seslere aks, adımlara ayak,ayaklara adım, yürümeye sefer, sefere menzil, menzile yürek gerek. Bu kokuşmuşluğa son verelim, sevelim sevilelim..Yaşam bir avuç, bir nefes nede olsa...
Parçalanmış bir dünya da kendi olmaya çalışan bir insanın yalnızlığından doğan acı yaşamı kedere yedirir.
Hüzünlü yaşama yedirilmiş bir ömür de, düzeni değiştirmeyi başaramayan edilgin, şaşırmış, korkmuş,sisteme ayak uyduramayan, işleyişini anlayamadığı ama anlamakta istemediği, onu aşan, gücünü zayıflatan düzenin tehdidi altın da ne kadar mutlu olabilir?

Düşünse de, duysa da yaşamına yön veremeyen, bilinmeyenin kader olduğu bilincine ulaşmamış bir toplum da kendinde ki öze inemeyen, inmeyi göze alamayan, insan olma hakkına sahip çıkamayan insanlar topluluğun da zordur kendin olarak kalman...
Yaşamın köhne alışkanlıklarına bağımlı olmak, sınırlara ve öğretilere boyun eğmek doğaya aykırıdır.
Unutmayalım ”yalnızca dünyayı aşmış olanlar” iyi bir dünya yaratabilirler.
İyi bir dünya ”mutlu ve dingin insanlarla” süreklilik arz eder.
Yaşadığımız bunca acının,endişenin ve gelecek kaygısının içinde, insanoğlu her şeye, her şeyine rağmen yaşamaya devam ediyor......
Bilgi ve eylem, insanı değiştiren iki temel araçtır. Ne sırf bilgi, ne de sırf eylemle köklü bir değişim gerçekleştirilemez. “Sorgulanmayan yaşam yaşamaya değmez,” der Sokrates.
her insan kendisini gözden geçirmek, sorgulamak zorundadır.
olcay kasımoğlu

Azmin Çocukları

Çocukluğuma isim bulsaydım emin olun 'azmin çocukları' derdim...çocuklukta sadece kendi acına sahip çıkarsın. Hatta bütün dünya o'acının etrafında döner sanırsın. Başka acı bilmezsin. Bir yanımız anne bir yanımız babadır. Büyüklerin bildiği düzenbaz oyunlar değil bizim ki. Bizim ki, oyunlar içinde sevincin, hayallerin oyunlarıdır. Kini ,nefreti tanımadık daha. Sınıflamayı sadece oyunlarımızda biliyoruz, aklımız ermez insanları sınıflara bölmeye. Ruhlarımız arı, düşlerimiz temiz. Hiç kimse kanını, revanını akıtmadı daha içimize.. cesuruz korkmayız. Oyunlarımız tek kişilik değil. Biz güzel dünyalar inşa ederiz. Kardeş uçurtmalar yapardık gökyüzüne, yüzünü görmediğimiz çocuklarda görsün diye! Gökyüzü herkese kardeşti. Bazen dünyalarımıza karışırlardı, oyunun en can alıcı yerinde. Bilmezdiler yaşamak kadar ciddi bir işti bizim yaptıklarımız, asla vazgeçmezdik. Onlarda adını inat koyarlardı kendi kendilerince. Bilmezlerdi biz inandığımızdan asla vazgeçmeyiz.
Keşke, onlarda bizi örnek alsaydılar. Çocukların yürekleri çok büyük ve sonsuz. Hep söylerlerdi şunu yap bunu yapma ! Oysaki, bizim istediğimiz; söylediklerini birlikte yaşamak, lakin onlar inanmış emir-komuta zincirine. Yüzümüzdeki gülüşlerin bereketini bir bilseler, yaptıklarımıza onlarda beraber ,ağız dolusu gülecekler. Sevgimiz ayrıntıları hiç tanımazdı. Sokak kedisi minnoşu kucağımıza alırdık biti, piresini düşünmeden. Ölen kuşlara ağlardık. Onlar için mezar kazırdık. Yüreklerimiz başka yerlerdeydi. Hesabı, kitabı para üzerine yapılmayan. Biz hayatın küçük işçileriydik. Anne ve babalarımıza yardım ederdik. Nasıl dayanmış o küçük bedenlerimiz soğuk zemheride.
Okul yolumuzda çok uzundu. Üzerimizdeki giyecekler sıcak tutmaktan ziyade sadece aksesuardı. Elimizde poşetler içinde bir defter bir kalem bütün derslere yeter. Bizim çocukluğumuzun, okullarında söylenen şarkılarda, içinde hüzün, keder olurdu.Oysa ne çok severdim neşeyi, cicili-bicili şeyleri. Ama yoktu, gelip bizim üzerimize eksiklikler konmuştu. Oysa ne farkımız vardı bizde çocuktuk bizimde çocuk isteklerimiz vardı. Her şeye, her şeyine rağmen biz inanılmaz çocuklardık. Çamurdan evler yapardık. Etrafımızda ne varsa keşfimizi beklerdi. Biz yılmaz çocuklardık. Öyle iki büklüm durmazdık. Cengaver, umut dolu. Salçalı ekmeğin tüm bereketi üzerimizde olurdu. Korkuda bilmezdik. Gecenin karanlığında tek katlı,bahçeli evlerde gecenin koynunda saklambaç oynardık. Ay masallardaki gibi üzerimizde olurdu. Yıldızlar keza o kadar parlak ve kocamandı ki, içimizin tüm çocuk masuniyeti gökyüzünde dizilmişti.
Ay dede, yıldızlar bizi seviyordu. Yağmurlar yağdıkça zıplayan kurbağalar bizim için şölendi. Kurbağaların sesine şarkılar uydururduk. Bizim çocukluğumuzda teknoloji yoktu. Çoğu yerde elektrikte yoktu, ama ışık bizim içimizdeydi. Biz ışıklı, aydınlık çocuklardık. Öğretmenlerimiz; eğitmendi, öğütür gibi eğitirdi. Onlar bizim geleceğimizin köprüleriydi, bizim derinliğimizi görürlerdi.
Zaten en büyük tatil yerimiz okulumuzdu. Sıcak,rahat ve bizi anlayanlar diyarına bağdaş kurmanın tüm faziletini yaşardık. Kırların; papatyalara,nergislere bezenmiş halleri içine çekerdi bizi. Mis kokulardan kime zarar gelmiş ki bize de gelsindı. Biz ekine durmuş çocuklardık. Büyüklerin kavgaları bizi korkuttuğu kadar eğlendirirdi. Bilmezdik neyi paylaşamıyorlar. Oysa dünya bize büyüktü, onlara küçük. Bütün çocuklar aynı mesafeydi, aramızda uzaklıklar yoktu hepimizin bilyeleri aynı renkti. Uçurumlar yaratmamıştı büyükler. Hepimizin korkuları da, umutları da aynı yerden beslenirdi. Yere düşen ekmeği alıp başımıza koyardık.
Düşünsenize nasıl birlik nasıl beraberdik. Tatilde camiye gider imam efendinin bizi huzura çağıran sesi eşliğinde bizi ayrıştırmadan dini bize sevdirmesini dinler birde dualarımızı ezberlerdik. Bizi koruyan Rabbime şükrü sevgiyle işleyen imam efendiyide severdik. Bunlar çocuk yüreklerimizin buluştuğu yerlerdi. Kan, öfke,nefret yoktu o yerlerde, biz kardeştik. Paylaşmayı yaşıyorduk o yaşa özgü hemde en güzelinden....Ben kendimi zor yılların çocuklarından sayıyorum. Her şeye rağmen okuyacak kitap gezip görecek şehirlerimiz yoktu fakat içimizdeki dünya sevgiydi. Nefreti, yalanı tanımamıştık. Zor olan yaşam koşullarıydı. Varsın olsun, dışımız kabuk bağlasın, tipi boran ellerimizi üşütsün biz sevgiyi, kardeşliği paylaşmışız. Bizler İklim şartları zor yerlerin çocuklarıydık. Eğitim mevsimleri çok geç açtı bizim diyarlarda. Kız çocukları okul yoluna yasaklıydı çoğu zaman. Yaşadığımız coğrafyada erkek egemenliğine inanmış ,bilinç düzeyi tamamen gelenek ve töre üzerine inşa edilmiş insanları yeni dünyayla tanıştırmak o kadar kolay değildi. Biz bu ülkenin tam geçiş süzgeçleriydik.
Ahlak yapısını; giyilen kıyafetlerle tanımlayan bir toplumun çocukları olmak o kadarda kolay değildir. İnsanı kıyafeti namuslu yapmaz. Eteği bir karış yukarıda yada aşağıda. İnsan, toplum kurallarını irite etmediği sürece kıyafeti konusunda belli kalıplar içine alınmaz,alınamaz. Aklı başında her insan nasıl giyinmesi gerektiği konusunda bir fikre sahiptir.
Yokluklar tarafına düşmüş çocuklar olarak biz azmin çocuklarıydık...
Bir yanı var ki çocukluğumuzun, acıtırdı içimizi …Annelerimiz çok çalışırdı, zaten hep çalışırlardı. Ben otururken annemi görmedim diye bilirim. Acaba ondan mıdır boş kaldığımda kendimi kayıpta hissederim sanki iş yapmadan durmak günahmış gibi...
Zor bir çocukluk yaşadığımız için mücadele yaşam tarzımız oldu. O acılar gerçekleri buldurdu bize. O acılar erdemlere kapı açtı. Kısıtlı yaşam koşulları yıldırmadı daha direngen mücadele ruhu kazandırdı.
Böyle bir çocukluk yaşamış olmak bana hep”Acılar gerçeği buldurur bize “ sözünü hayatıma rehber etti. Bu günün, bir çok çocuğundan daha şanslıyım diye biliyorum.. Doyumsuz, sevgisiz büyüyen çocuklar…çok daha derin yaralar alıyorlar. Benim çocukluğumdaki anne babalara minnet duygusu içindeyim. Biz çocuk olmanın iç huzurunu; sevgiyle, paylaşmayla geleceğe taşıdık. İmkansızlıklar içinde büyümek zordur ama bolluğa kavuşmak imkansız değildir. Gel gör ki sevgisiz büyüyen bedenlerde yürekler küçülür. En büyük fakirlik sevgisizliktir. Her zaman caniler sevgisiz büyüyen çocuklar içinden çıkar. O zaman sevginin mekanı, yurdu olmaz. O her yerde yaşanır. Biz yaşadık ne mutlu bize...

Dostluk değerdendir

''Fani dünyanın baki padişahı değiliz. Biz parçalanmış gönül hırkalarını yamar dikeriz. Biz dostlarla ağlar dostlarla güleriz.''

Bazen hayatımızın sekteye uğradığı, işlerin ters düz olduğu zamanlar olur bu dönemlerde sanki her şey üst üste geliyormuş gibi hissederiz.
Hayatın bir anlamı kalmamış, hiçbir beklentiniz karşılanmamış gibi de hissedebiliriz. Her ne olmuş olursa olsun insan bu dönemde dost dediklerinden vefa bekler.

Bir insanın benim dosta ihtiyacım yok demesi kadar vahim ve elim bir şey olamaz. Böyle bir insanın dostluktan yana umudunu kaybetmesi kendisinde bir eksiklik olduğunu gösterir. Sağlıklı bir insanın dostluğa gereksinim duymaması mümkün değildir.
Koşullar ve imkanlar her zaman yer değiştirir, değiştirebilir.
Vefalı dostlar hayatta en çok ihtiyacımız olduğu anlarda en güzel gülüşleri, en samimi bakışlarıyla ışık tutarlar yolumuza.
Zaten dostluğun iyi yada kötü günü olması şartı yoktur, olmamalı. Ne zaman, neye ihtiyacın varsa o yanındadır. Dostluk değerdendir !
Ve hayat bazen bizi yorganıyla örter, bazende bu yorganı üstümüzden kaydırır, çeker, atar ortada bırakır. Öyle şeyler yaşarız ki içimiz üşür ve her şeyde bir o kadar üzerimize gelir.

Böyle günlerde insanlar güneş olur, yağmur olur yada tipi boran olur alır seni savurur.
Üşürsün ''kimsesiz''kendi acılarınla baş başa kalırsın, sızlanır isyan edersin yada dediğimiz gibi güneş olurlar ısıtırlar seni, tekbaşınalık  duygusundan alıp sulu sepken acılarının üzerine yağarlar, dökülür gider acıların.
Bu yüzden unutmayız kötü gün dostlarım-izi bu nedenle unutmayız iyi gün dostlarını, onlar ki bizi bize gönüllü kılan. Cemal Süreyya'nın dediği gibi "En koyu yalnızlık bile bir tanığa ihtiyaç duyar"
Sadece kötü gün dostu olmanın tanığı olmayalım, acılar paylaştıkça nasıl hafifler, azalırsa sevinçlerde paylaşıldıkça çoğalır.
Bunun yanında; dostluklar vardır gönülden gönüle, güneşle gölgenin dostluğu gibi, nasıl gölge güneşsiz yerini bilmez, onsuz düşmez hiç bir yere samimi ve içten insanların dostluğu da öyledir.
Birde uzak görünen dostluklar vardır hiç görmesen de hayatının içinde olmasalar da, histen köprüler kurarsın, mesafelerin anlamı kalmaz, yüreğin konuşur gözlerin görmese de...dostluğunun mesafesi yoktur.
Bazı dostlar da denizlerin yosun tutan taşlarıyla, dağların üzerine düşen karlar gibidirler. Dostluklarını gündüz kuşlarla, gece yıldızlarla iletirler birbirlerine.
Yine dile gelmeyen dostluklar vardır; dokunmanın sessizliğine bırakılmış, sadece yüreğin hissettiğine yazılmış, her şeyden konuşur sessizce.
Kopmak istesen de kopamadığın dostluklar vardır; gecenin sabaha mecburiyeti gibi, birbirine benzemeyen ama terk saati değişmeyen dostluklar.
Ayak uyduramazlar birbirlerine ama günün devranında, dönüşü birlikte tamamlayan...
Birde mevsimlere benzeyen dostluklar vardır, günü gelince bir bahçede açan gülün, kış gelince cemalini saklaması gibi..
Ya da kocaman ellerin kopardığı güllerin bahçeden ayrılması gibi, vakitsiz gelen dostluklar vardır.
Elimize bırakılan, emeksiz sahip olduğumuz ama en küçük fırtınada sahip çıkamadığımız, geldiği gibi vakitsiz biten dostluklar vardır.
Zamanın getirdiği türlü türlü sıkıntılarla; dertlere, kederlere bürünüyor insan. Kırılıyor gönlü, tarumar oluyor avuç kadar yüreği.
Dedik ya ''dostluk değerdendir' o zaman yaşamımıza mana katanları, gitmeyenlerin sadakatini ve sarılıp bırakmayanların sıcaklığını, içtenliğini,vefasını hiç unutmayalım (!)

kar suları yüzün gibi
temiz, pak...
sen dostumdun,
tereddütsüz yüreğime kilimler serip oturttuğum
oysa şimdi yürek pür yare
 kurtlar, kuşlar figanda
sesin bir buz dağına çarpmış gibi
konuştukça zemheri soğuğu
üşüyor, dostumsun diyen diller
olduğun yer neresi, söyle
dostum değil misin
benim yüreğim senin olduğun yer 
neredeysen, oraya yüreğimi sermek isterim...

insanlıkta ve Yalınlıkta

Yaz, yaşamın anlamını bırak satır aralarına… Sevdalarını, korkularını, umutlarını, insanlığını bırak. Ölmekle gömülmeyecek bir cümlen olsun hayata dair. Kendinden geriye okunulası bir hayat bırak. Yorulma yaşamaktan, yaşadığın kadarını yazmaktan…
Güneş doğacaktır, çimler yeşerecektir, çiçekler açacaktır, rüzgâr esecek ve yağmur yağacaktır, zorlamaya gerek yoktur. Olması gereken kendiliğinden olur. İzlemene devam et, şahitlik güzeldir, demiş Neyzen Tevfik.
İzlemeye devam et, şahitlik güzeldir, hem olayın dışındasındır hem de içinde, o bir dengedir, o anlamlıdır, şahit ol, tanık ol, olan ile bütünleş, güzellik olanların içinden filizlenecektir; zorlamaya gerek yoktur, olması gereken kendiliğinden olur…
Her günün yeniden doğmak olduğu, her nefesin ışık süzmesiyle yeniden yaşamak olduğunu, özlemlerin, ihanetlerin olmadığı bir erguvan imparatorluğunda yaşam tacımı takıp, içtenlik, erinç, coşku ne varsa, olanca görkemiyle yaşamaktır dileğim.
Artık mutlu olmak kadar acılardan da öğrendik hayatın bir gelişme olduğunu lakin satın alamadığım bir örtüye bürünmüş yalnızlığın etrafımda kol gezmesini istemiyoruz. Binlerce rengin içerisinden sıyrılıp mutluluğun rengine tutulmuş hayatı kucaklamaktır dileğimiz.
Ve yaşamak;
Yaşadıkça öğrenirsin, hele sen yola çık, adım at, düş, sürün, kalk. Böyle böyle öğrenirsin yürümeyi. yürüdükçe öğrenir; öğrendikçe yürürsün.
Sever, sevilir, insan iç yüzlerini, arka odaları da görürsün. Hele sen bir niyetlen; günü de görürsün, geceyi de.
Nelere şahit olur gökler, hangi şarkılarda yalnız kalır yıldızlar. Hele sen bir düş görmeye gör, nasıl takılır gidersin uçurtmaların peşine.
Hangi kuşların ağladığını, hangilerinin şakıdığını duyar kulakların.
Hangi çiçeğin koklanacağını, hangisine el sürüleceğini, hangisinden uzak duracağını öğrenirsin.
Baharın nefesini, kışın tipisini, yağmurun kalbinin atışını öğrenirsin ama unutma illa yaşadıkça.
Neden ve niçinlerle, endişe ve kuruntularla geçen bir yaşamın değer ve anlamı ne kadar olabilir ?
Sevgimiz olmadıktan sonra; daha çok paramız olsa, mevki-makam bizim olsa, daha çok toprağımız, evimiz arabamız, malımız olsa ne olur?
Mutluluk, büyük isteklerin, şöhretin, paranın ve ihtişamın ardında gizli değildir. Mutluluğu sağlayan en temel duygu, sevgi ve ona yol açan anlayıştır.
Samimi, içten, gösterişten uzak, kendimiz olamadıktan sonra, bütün evrenin bilgilerine sahip olsak ne yazar.
Kendini bilmekten daha büyük bir yetenek mi var, en güzel emek insanın kendisi.
Hani diyordu ya şarkıda “açmadığın dalda sözün geçer mi, dünyada ölümden başkası yalan.” Herşey gelir ve geçer, sen korkma.
Ellerin kelebek, ellerin damla, ellerin çiçek, ellerin çivi, ellerin demir, ellerin pas, ellerin toprak, ellerin kor ateş, illa dokundukça ama illa YAŞADIKÇA.
Korkmadan, paylaştıkça çoğalan şeylere yatırım yapalım,yaşamın rengini kokusunu çoğaltalım, uzun gecelere sonsuz düşler gönderelim…
Ölümün olduğu bu dünyada, hiç bir şey insandan daha değerli değil…
Yaşamak aşkına, insan aşkına ” Kilometrelerce bir yolculuk bile, tek bir adımla başlarken” yaşamak bu kadar güzelken ve saniyelere bağlıyken, neyin telaşındayız, neyin kavgasındayız..?
İnsan yaşlandıkça, artık yarışta değil, jüridedir. Altın değil, sarraftır. Değerlendirilen değil, değerlendirendir illa YAŞADIKÇA…
Velhasıl ‘´İnsanlıkta ve yalınlıkta´´ başlı başına bir sanattır, YAŞAMAK…
Olcay Kasımoğlu

Gülümseyerek ve gülümseterek geçenlere selam olsun

Görüntünün olası içeriği: yazı
Elleri Yüreği Ve Kafasıyla Çalışan İnsanları Seviyorum !!
Hayatımızdan gün çalanlarla değil, hayatımıza anlam katanlarla çoğalmak hayatın içinde, sevgiyle-umutla...
Güzel sözün eyleminde yaşamak, anlaşılmak, gerçekten bir ödüldür hepimiz için, anlatabilmek ise yetenek.
Oysa yaşadığımız evrende dengeler öylesine alt üst olmuş ki anlamak istemeyene, başını kuma gömene ''neyi nasıl'' anlatabilirsin ki ?
İnsanların birbirini ''gammazladığı, ,çamurlaştığı, sattığı, yalanın kirli sularda yüzdüğü'' böyle bir dünya düzeninde ''insanlığın parayla ölçüldüğü yerde'' haktan söz edilebilir mi?
Haklının ''mevki ve ıtıbarla'' belirlendiği yerde adaletten söz edilebilir mi?
Dostluğun '' görüntüden, sahtelikten'' beslendiği yerde insanlıktan söz edilebilir mi?
Erdemin ''çıkar ilişkisi üzerine'' bağlandığı yerde onurdan söz edilebilir mi?
Emeğin kapı dışarı edildiği ''kazancın hileyle büyüdüğü yerde'' alin terinden söz edilebilir mi?
İnsan onurunun ''sudan sebeplerle'' ayaklar altına alındığı yerde, onurdan bahsedilebilir mi ?
Vicdanın olmadığı yerde '' samimiyetten, merhametten'' söz edilebilir mi ?
Yalanın, talanın ''yaşama hükümdar olduğu'' yerde, hakkaniyetten, adaletten söz edilebilinir mi ?
Ölümün bu kadar ucuzladığı yerde '' umuttan, sevinçten'' bahsedilebilir mi ?
Her şeyin para ve erk ile ölçüldüğü bir yerde ''toplumsal adaletten, huzurdan'' hiçbir zaman bahsedemeyiz.
Karanlıklar için de kalan serzenişlerin hiç kimseye hayrı yok.
Böyle bir çağda:
Hayatı sadece seyretmek yetmez, onu anlamak gerekir.
Hayatı anlamak ise yürek ister, akıl ister, değişim ister.
Hayatınızdaki tüm insanlar ve eylemler ''bir özelliğimize'' ayna tutmaktadır.
Sizin aynanız hangisi ise onu görürsünüz !!
Sen duymuyor-musun
Dünyada var olan en güzel şeyin
Yürekten yüreğe söylediği;
Dilsiz/ sessiz melodiyi
İçimde mis kokulu bir gül var/sevgiye akın eden
Her şey sevmekten geçer diyor..!
Oysa sevgisiz insanlar 'tsunami gibidirler' dokundukları her şeyi yakar, yıkarlar.
Ne mutluluk verirler nede huzur.
İyi insanlar ise ''yanında olmasalar da'' histen köprüler kurarsın, mesafelerin anlamı kalmaz, yüreğin konuşur, gözlerin görmese de.
Aynı amaç için çarpar kalbin, acısının içinde olamasan da...sarılırsın, aynı acıya ağlarsın, onun kaybı senin kaybındır, yaralarına tuz basmazsın,gönüllü paylaşırsın yaşamı.
Böyle bir dünyada; kırmadan,dökmeden GÜLÜMSEYEREK ve GÜLÜMSETEREK geçenlere selam olsun (!)
Olcay KASIMOĞLU

29 Eylül 2019 Pazar

Sen aşktın kokundan bildim.

Sen hayatıma girdiğin gün, yüreğim cennet bahçesine döndü, sen aşktın kokundan bildim.
Sonra seni korumak, yaşatmak için ne gerekiyorsa kurulmuş saat gibi her şeyine hazırdım, hazır olmadığım uykusuz gecelere bile...'
'Büyüyorsun'' büyürken seni taze fidanların içinde payımdaki gonca gül bilip, öpüp koklayarak aman sevgi suyu eksik olmasın, sevgisiz kalmasın diye teninin kokusunu her gece yatmadan önce içime çekerek uykulara yatırdım.
Gel gör ki!
Bütün bir gece boyunca, hatta geceler boyunca her şeyin yolunda gidip gitmediğini kontrol etmek için dakikada bir uyanacağıma, kapılardan; acaba nefes alıyor mu almıyor mu diye düşünüp kalbimin yerinden çıkacağını asla düşünemezdim. Soğuk gecelerde kurulmuş saat gibi üstünü örtmek için uyanacağım aklımın ucuna gelmezdi.
Şimdi ise karşım da yediveren güllerin gelip te gönüllü konakladığı gözlerinde ki hayatı görüyorum. Elimden süzülerek kendi deryasına yolculuk başlatan kehribar misali.
Gülünce yüreğimin cenneti dediğim o güzel gözlerinden bana akan kara kızım;
Biz seninle beraber büyüyoruz yüreğimin parçası.
Sana renkli bir dünya çizmeyeceğim ama seninle insanca yaşamanın erdemin de gönüllü birlikteliğimizin yolculuklarını anlatabilirim.
Şimdi bütün bu yaşadıklarından ne öğrendin Anne dersen; Sabır ve sevginin yaşamın kilidi olduğunu, açmayacağı kapı olamayacağını söyleyebilirim. Hayatında sabrı sevgiye, sevgiyi de sabra sevdir. Sevdir ki mutlu bir ömrün olsun. Hayata yürürken karşına bir sürü yalnızlık, haksızlık, dünya kederleri çıkacak. Sende başka insanların acılarından, kendi acılarından güç alarak beslenecek yoluna devam edeceksin. Kendinden başkasını düşünmeyenleri tanıyacaksın. Hatta kadını sadece mutfak araçlarıyla yaşamın içinde anlamlı gören erkeklerle karışılacaksın.
 Erkeklerle hiç bir zaman biz eşitiz kavgalarına girme. Bunun dile dolamak bile araya mesafeler koymaktır, oysa hepimiz insanız sonra kadın, erkek yani kimliğimiz bu. Bunlar bizi büyütmez. Hayata kattıklarımızdır bizi büyüten.
 Hayat paylaşılınca güzel felsefesinden ayrılma. Hayat bencilleri, aymazları sevmez. Sonra meleğim Aşk’ı da tanıyacaksın kalbin kırılacak sende kıracaksın birilerini. Ama kendine çaresiz kalma ömrünle geçinmeyi öğren. İncitme kimseyi. 
Bilki incittiğin her insan kalbine bir yara açar. Kinden, öfkeden sakın onları hayatının hiç bir yerine koyma. Öfke tamiri olmayan hatalara yol açar. Onlar ki eksiltir nefreti büyütür. Aynadaki suretini değersiz bulursun. Kendini değersiz bulmak hayati eksiltir. Yaşam enerjini alır bunlara izin verme. Bunlar senin elinde. Sonra anlamsız yaşamayacaksın. Bir sebebi olmalı yaşadıklarının. Hayat hep seni deneyecek. Sen bile kendine şaşıracaksın. Hayatına egemen olacaksın. Egemen olduğunda gerçek büyüklük doğar. Biliyor musun sevgi yumağım, hayat kendine acıyanlara hiç acımaz. Hiç bir işte acele etme. Hiç bir kararı duygusal anında alma. Seni eksiltenleri hayatınd
an çıkar. Kendine neden, niçin yaratma. Bırak hayat nasıl olsa zamanla barışık ve en iyi tanıktır. Kararlarının sonucunu sana teyit ettirir sonunda. Hayatta sendekini almak isteyenler olacak. İhanetleri yaşayacaksın. İnsan ihanetle tanışmaya görsün! Lime lime olur yüreğin. Üşürsün, küçülürsün aldığın nefes yetmez, her şey anlamını yitirir. Hemen toplan kesip at kanayan yüreğini. O’yüreğini kanatandan bir daha ne adam, ne dost olur sana. 
Sevgili Kızım yol arkadaşım, önce insan sonra kadın olmanın tüm güzelliklerini yaşa. Sonra anne ol. Benim gibi için sevda bağlasın ateşe köz gibi. Ama hiç bir zaman anneliği kadın olmayla karıştırma. Kimlik karmaşası karanlığa çeker. Hepsinin nimetini ayrı ayrı yaşa. Ve hiç kimsenin senin elindeki bu güzeli yalancı söylemlere çevirmesine izin verme. Herkes kendi yüreği kadar sarılır dünyaya unutma. Gün gelecek dostların kadar düşmanlarında olacak. Unutma hayat bir dengedir, Kurabilirsen dengeyi Dilde senin gözde. Yarda senin olur.
 Düşmanların bile saygı duyar hayatla kurduğun dengeye. Aklınla muhakemeni yap. Akıllı insanların ağzı kalbinde olur. Akılsızın ise kalbi ağzında olur. Yüreğinin sesine güven. Hiç bir zaman asla yerine getiremeyeceğin şeyler için söz verme. Unutma söz namustur. Namusun anlamını bilenler bunu çok iyi bilirler. Ve sen deryamın denizi kızım yalanı yılan bil. Kendin ol yavrum ben senin bahçene sevgi ektim.

Ömrümün Zerdalisi
Tomurcuğunda yeni kamaşan, ömrümün zerdalisi,
Gülüşü hayat diye gelip, gamzelerime yerleşen,
Kızım, nazlım, ömrümün has bahçesi.
Hasretine şebnem olsa gözüm, yağ içime.
Ateşlerde köz olsun, bu can sana dursun.
Ömrümün körpe dallarına, seviler serdin ya!
İçimde ki dumanlı dağları dağıtıp,
Bütün yaşanmışlıklardan alıp,
Acılar uykusunda,
Mahmur gözlerle içime uyanıp,
Bahar sevinçleri verdin ya!
Kolsuz kanatsız kalmış kuşlar bile,
Uyandı gelişinle.
Taze ekmeğin kokusu nasıl güzel gelirse,
Senin kokun katladı onu, sonsuz kereye.
Gülüşün, yaratandan bana hediye.
Çoğaltan yanım, ciğerimin parçası,
Dünya içi boğanak,
Umutsuzların ağzında.
Kara bir gül, dikenleri tenimizi dağlayan.
Sen geldin ya,
Gül tenin, yaralarıma merhem.
Ellerin, avucuma düştüğünden beri,
Yemin olmuş, sözüm benim.
Gizim benim, yaşamda izim benim.
Ateş altında, taş altında olsam da,
Yaşamı sebebim, ömrüm benim...

İnsan dargın olur mu kendine

Görüntünün olası içeriği: 1 kişi
Mutlu olma adına ‘zihni sıfırlamak?’ Takılmadan geçmişe, her ne çıkarsa yola, selam verip yürümek, tıpkı Şebnem Ferah’ın ‘Sil Baştan’ dizelerinde dediği gibi:
''Hayatı sıfırlamak…
Sil baştan sevmek gerek bazen,
Her şeyi unutmak.
Sanki bugün son günmüş gibi,
Dolu dolu yaşamak istiyorum ben,
Her ne çıkarsa yoluma,
Selam verip yürümek istiyorum ben.''
Yıllar ilerledikçe zevklerimiz,hoşlandığımız şeyler değişir!
O zaman, insanı özel kılan nedir? Sadece bedeni mi? Hangi sınıftan olduğunu söyleyen giysileri mi? Parası mı, gücü mü? Yoksa içinde çalkalanıp duran, kartal olmak için bazen karanlıkta yarasalar arasında, kimi sürüngenlerle nemli iklimlerde, bazen de semanın ötesinde devinen ruhu mu?
Zamanla, güçlü bir zeka ve ruhu olan insanlar isteriz yanımızda, çünkü seçimlerinin de kendisinden bağımsız olmadığını biliriz.
Seçtiklerimiz bize aittir. Seçtiklerimizin aynasında parlağız.
İnsanlar da, kendi yaşamlarında gün gelir ”yeniden doğuş” süreci yaşamak zorunda kalırlar.
İnsan, kendi hayatından sorumlu olduğu zaman, kendini disipline eder. Kişi kendine egemen oldukça hayata ve içindekilere de egemen olur.
Çünkü, hayat düzen ve düzenbazdır, kendine acıyanlara hiç acımaz.
Zor zamanlarda kendimize dayanacağız. Çoğu zaman bizi anlamayanların dünyasında, kendi yaralarımızı, sadece kabuk bağlayan yaralarımızı kendimiz saracağız.
Bazen daha fazladır her şey. Hepimizin su alan, incinen duvarları var.
Yeter ki kalbimizdeki sağanaklara hayat vereni, verenleri fark edelim.
Yüreğimin çocukluk mahallesinden,
zamansız mekanlar ararken kendime
düşlerimin kayıp ezgileri,
dökülüyor hoyratça eteklerime
sorular cevapsız,
sorular adresiz kalıyor
insan dargın olur mu kendine
anlat bana hayat, anlat..
ellerim sıcakken, ruhum neden üşüyor
Olcay Kasımoğlu