Translate

8 Ekim 2019 Salı

Yağmalanırken hürriyetimiz


Başkalarının acıları üstünden ahkam kesilmek...
''Sofradan en fazla payı alanlar bize kanaatkar olmayı öğretiyor, cenneti vaat ediyor, günahtan bahsediyor. Karnını doyuranlar, açlara seslenip gelecek güzel günlerden bahsederken, sabrın en büyük mucize olduğunu anlatıp sadece kendine sabırlıya tahammül gösteriyor ve vicdanı kendi tekelinde görüyor...''''Will Smith

Bırakın insanların sizin için biçtiği basma kalıpları, kendi taşıyamadığını eğirip dürenden, başkasına yamayandan nasıl bir zihniyet beklenir ki?
Her günün yeni gün, her yeni gününün yeni bir başlangıç olduğu düşünüldüğünde akan bir ırmak gibi olmak herkesin harcı değildir...
Kendin ol, kendinle meşgul ol, kendi içine odaklan ve kendini geliştir...
Doğru insanlar yani hayatında gerçekten olması gereken insanlar sana gelecekler ve hayatında kalacaklar...
Önemli bir hayat yaşamak rastlantıyla olmaz.
İnanmadığın gibi yaşarsan, yaşadığın gibi inanırsın sözü oldukça anlamlıdır.
İnanmak; içimizde ki motorları çalıştıracak ateşleme düğmesidir. Aynı zamanda bir süreçtir. Gelen bilginin doğruluğunu sorgulamaktır. Kişi sorgulamayla, zihninin alışkanlık perdesini yırtabilir ve mutlak gerçek olarak benimsediği kavramları sil baştan yeniden ele alma cesaretini gösterebilir, ezber bozabilir.
Birilerinin tekelinde yaşamayı, bize giydirilmeye çalışılan kalıpları öncelikli olarak ret etmeliyiz. Bunu içinde önce kendimize inanmak gerekiyor. Kendine inancı ve saygısı olmayandan saygı bekleyemezsiniz. İnsan inanmadığı, içselleştirmediği hiç bir şeyle gönül bağı kuramaz. Önemlidir güzel olana, doğru olana inanmak. Buda emek, algıda seçicilik ve cesaret ister.
Başarı ve mutluluk; başaracağım ve başardım diyebilenlerin ve inananlarındır.
Ben yapamam diyen ve yapamayanlar, her zaman birilerini suçlayacak, bahane ve mazeretler yaratıp bunların arkasına sığınacaklardır.
Kendi yaşamlarına sahip çıkanlar ve yaşamın insana verilen en güzel hediye olduğuna inananlar ise umut etmekten, inanmaktan asla vazgeçmeyeceklerdir.
Bu gerçeği savunurken, önce kendimiz inanmalıyız.
Hayatın anlamlı, yaşanmaya değer olduğuna inandığımızda bu davranışlarımıza da yansır. Hayata ve içindekilerine farklı bakış açıları da geliştiririz.
Anton Chekhov *Bir insan neye inanıyorsa odur* der.
Ne olursa olsun; kendimize inanmak çok önemli. Kendimize inanmazsak yeteneklerimizi geliştiremeyiz. Biz bu algının ve bilincin farkındalığını fark etmemişsek, birey olmayı başaramamışsak hep başkalarının bize biçtiği rollere inanırız. Kendi yaşam manifestomuzu oluşturamayız.
Çünkü sınırı koyan zihindir, zihin bir şeyi yapabileceğini kestirebildiği kadar başarılı olur.
Başarılı insanların hayat hikayelerine baktığımızda, büyük başarıların ancak başarabileceklerine inanan insanlar tarafından gerçekleştirilmiş olduğunu görüyoruz, bu tesadüf olamaz.
June Nel’in çok sevdiğim bir sözü var *İnanan bir çocuğun gözlerindeki sihri görmek kadar güzel bir şey yoktur*.
Bir insan gerçekten inanırsa anlamlı yaşamaya, başarmaya, sabretmeye, sevmeye; zihin yapılabilmesi için yeni yollar keşfeder.
Bilim dünyası da buna inanıyor ve önemsiyor. Özellikle son yıllarda, tıbbı tedavinin, ilaçlı tedaviyle birlikte kişi ve kişilerin, iyi olacaklarına inanmaları, bağışıklık sistemini de destekliyor.
İnsan kendini nasıl hissederse öyle düşünür ve öyle davranır. Bir yerde inanmak sınırlar koymaktır; inandığımızı iddia ettiğimiz her bir kavram, aslında gizlice kendimizi güvende hissettiğimiz alanın ve ufkun ta kendisidir.
Yeter ki kendine ve yapmak istediklerine, yapabileceklerine güçlü bir şekilde inansın insan. İnanmış bir insani yolundan çevirmek zordur.
Yaptığımız her şeyin bir değeri vardır, bazen bu değer eylemin kendindendir, bazen ise bize olan getirisinden; bu nedenle beyinle yürek arasındaki gizli ve gizemli bağ mevcuttur.
İnanmak hissetmektir, kişi hissettiği nispette yaşar. İnancını yitiren bir insanın yaşamsal enerjisinde üretim, paylaşmak, devamlılık esas olmaz, beklentileri olmaz.
İnanmak beklenti demektir; beklenti ise umut. Bazen bu duygu öylesine yoğun olur ki, beklenilenin gerçek olup olmamasının bile önemi kalmaz artık.
İnandırmak, insanların zihinlerindeki kavramları baştan tanımlamaktır, inandırmak zihni yeniden programlamaktır. Bu nedenle yaşamsal olarak insan ilişkilerinde çok önemlidir. Yön ve yol tayin edicidir. Bir anlamda bir olguyu veya süreci takip etmektir. Dolayısıyla bir şeylere inanmak ve takip etmek hayati bir gereksinimdir. Takip edilen bu olgu, içinde umut, hayal, başarı, mutluluk gibi her türlü unsuru barındırmalıdır. Bunun yanında düş kırıklıklarına da hazırlamalıdır. Yoksa eksik kalır, yavan kalır.
İnanmak her ne kadar kişisel ve içsel bir süreç gibi görünse de, aslında oldukça toplumsal ve dışsal bir olgudur aynı zamanda.
Kişi kendi düşüncelerinin ürünüdür.
Kendini tanıyan ve kendi varlığının tanımını içselleştiren her insan, inanmanın gücünü bilir. Kendimize inanalım, değerimizi başkalarının gözünde aramayalım. Hiç kimsenin stepnesi ve kulu olmayalım, kendimize ait değerlerimiz ve kendimize ait bir yaşam felsefemiz muhakkak olsun.
İnsanlar inançla, arzu etmeyi karıştırıyorlar.
Başarılı insanlar kendilerine ve yaptıklarına karşı bir inanç geliştirmiş olan insanlardır.
   
Kasvetli buz

şifreli bir iki yüzlülükle
yağmalanırken hürriyetimiz
insanlar günahkar güdülerle
gözyaşı ve kan kokuyor

düşünce rüzgarı
dağlı diliyle
özgürlüğün kayıp yüzüne
ölümleri haykırırken
içi boş adamların
içinde taşıdığı dehşetin
bir adı
birde yüzü kalıyor

iki hiç arasında bükülmüş
kasvetli buz gibi keskin
şamatayla zenginliğin fakirleri
ürkütür irkilten bir taş gibi bizi

yüreklerde erdemin körüğü 
ve iyi bildiğim tek lisan;
cesursan hürsün
insanı her şeye inanmaya itiyor
Olcay Kasımoğlu

Hiç yorum yok: