Translate

28 Ekim 2019 Pazartesi

Yaşamımızı Bir Baş Yapıta Dönüştürmek Bizim Elimizde!


Hayat eşya değildir, gerçek olan yaklaşımlarımızdır, içimizdeki sesimizdir... Yaşamı ve yaşamak hakkını sadece kendi bulunduğu sınırlarda arayanlar ve sananlar ülkesinde; İnsanlara rağmen, güneşi zapt etmek, cesur ve onurlu insanların işidir.
Görünüşüne, giyimine, memleketine, diline bakarak ‘kıro’ dediğimiz bu coğrafyada insan olmak, yeni yaşamlara uzanmak, yeni dünyalar büyütmek sanıldığından daha zordur. Payına sorgulanmak, yargılanmak, potansiyel suçlu kabul edilmek ve kibirli bakışların rüzgarına tutulmak vardır.
 Yaşama iki sıfır yenik başlarsın ve yolun hep tren katarıdır. Her vagonda yeni bir şeyler bulma ve yeni bir şeyler keşif etme telaşı sarar ruhunu.
Ülkemin yol bilmez, kervan geçmez yerlerinde, yüzlerce beşikten, sayısız vedalarla, sayısız sevinçlerle ve yeni günlerin taşkınlığında, sayısız hayatlarla karşılaştım. Bilirim iç parçalayan insan seslerini, örtüsüz kimlikleri.
Medeniyetlerin beşiği Asya, Anadolu, Mezopotamya…Bütün esintilerin süzülüp günümüze taşındığı bozkırlarda, çöllerde, yalçın dağların kervan geçmez yerlerinde yaşam savaşı veren, törelerin biçtiği yazgıyı kader diye kendilerine laik gören zihniyetin çocukları olmak zorken; bunu bilgiyle, görgüyle eğitimle taçlandırmak gerekirken, sürgün yeri olarak görülen bu topraklarda insan olmak kolay değildir.
            Yıllarca sen batılı(aydın) diğerleri doğulu( bağnaz) diyen anlayışın, bu ülkeyi yönetenlerin hiç mi suçu yok? Sistem ve külde mangal bırakmayan yarı aydınlar kusursuz mu? Oy deposu olarak gördükleri ağalık sistemini destekleyen siyasetin, kaçak para girişine destek veren, silah tüccarlığından trilyonları cebe indiren, okumuş büyüklerin hiç mi suçu yok?  Erkek hegomanyasını açıktan açığa destekleyen sistemin hiç mi suçu yok?
Kendi vatan toprağına sürgün yeri yakıştırması yapan, savcısı-hakimi işlenen suçlara sessiz sedasız kalırken, eğitmenler- öğretenler hep tepeden bakarak  mevcut koşulları yadırgarken, küçümserken hiç mi suçlu değil?
            Ülkemizin kanayan bir yarasıdır doğulu olmak. Çoğu zaman insanların kör ve sağır kalması, kendine sıra gelince gıkını çıkarması sosyal ve toplumsal bir yaradır aslında. Kızına veya oğluna talip olan ailenin memleketinin önem kazandığı yerdir.
            Oysa yaşam bir bütündür. Dünyanın diğer ucundaki bir değişim, gelişim bir diğer alanı değiştirirken hala yerinde durmayı ve yerinde saymayı marifet sananlar, daha da gerilere düştüğünün, her gün bir parça eksildiğinin farkında bile değildirler.

            Sadece kendini görmek, çok yönlü düşünememek, etkileri, tepkileri hesaplayamamak, başka insanların yaşam haklarına saygı göstermemek; iki yüzlülüğü, riyakarlığı, yaşama ihaneti kaçınılmaz kılmaktadır.
Yaşamda var olan ayrıcalıkları sadece kendi tekelinde görenler hiç düşündünüz mü, kimsesiz ve kimliksiz kalanlar bir gün hesap sormaz mı? Yaşamı sorgulamayanlar, sadece kendi durduğu yerden bakanlar, evreni bir bütünlük içinde görmek ve algılamak yetisinden yoksundurlar. Onlara göre yaşam siyah ve beyazdan ibarettir ve o en iyisi, diğeri en kötüsüdür.
Dünyanın sadece kendi etrafında döndüğünü sananlar, kendi yaşamlarının dışında başka yaşamların önemi konusunda bencildirler. Kendi yaşadıkları coğrafyanın verdiklerine, düşünce ve yaşam tarzlarına anlayış ve nezaketle yaklaşıp başka insan diyarlarına, yüreğini, algısını kapatan insanlar yaşamı bir bütünlük içerisinde görmekten çok uzaktırlar.
            Farklı coğrafyada doğan ve yaşam koşulları gerçekten zor olan insanları anlamak yerine, ezici bir üstünlükle tepeden bakmak, görmek, dünden kalmış argümanlarla bugünü değerlendirmek, insanların sağlıklı bir düşünce anlayışına sahip olmalarını ve sağlıklı bir bakış açısı getirmelerini engelleyecektir. Ve dünden kalanlar dünün söylemleriyle bugünü görmeye çalıştıkları için yaşamı ıskalamaya devam edeceklerdir.
Başkalarına önyargıyla yaklaşan insanlar, yenilikten korkarlar. Kendi dünyalarında farklı, içinde bulundukları ortamda farklıdırlar. Resmi görüşleri ayrı, içsel düşünceleri farklıdır. Bunlar için yaşamın etkinliği, işine ve çıkarına geldiği gibidir. Neyi savunuyorlar, neye göre, kime göre yaşamlarını düzenlerler bilinmez.
            İnsanı insan yapan en büyük özellik adaletli olmasıdır. Yaşamın içerisinde üretim, paylaşım ve bütünlük içinde daha huzurlu ve güven ortamında yaşama devam etmesidir. Bunları ıskalayıp, bir yığın neden veya gerekçe ile düşmanlık üretenler ise akıldan, aydınlık düşünceden uzaklaşmış, hedefinden sapmış demektir. Düşünmek, her insana verilmiş bir özellik olarak düşünülse de maalesef bu özelliği kullananların sayısı dünya üzerinde çok fazla değil.
            Bunun için de sadece bakmak yetmiyor. Gördüğünü anlamak, yorumlamak, empati ayağını kullanmak ne kadar önemliyse, duygu ve düşüncelerde samimiyet de bir o kadar önemlidir.
Her nesil yaşadığı toplumun değerlerini yeniden yorumlamak ve sahip çıkmak zorundadır. Geçmişin korkularıyla yaşama tutunmak değil, her şeyiyle yüzleşmek ve yaşamı beklentileri yüksek olmayan bir bakış açısı ve arayışları ince bir ruhla anlamlı kılmak gerekiyor. Çünkü hiç bir şey insandan daha değerli değildir. ‘Muhabbet  insana, cana muhabbet’ diyen bir kültürden geliyoruz. Gönüllerde olduğu kadar yaşamda da iç içe olmalıyız.
Kültürel değer yargılarını sadece öğretmek değil, eğitileni değerlerin bilgisiyle donatmak gerekir. Önemli bir hayat yaşamak rastlantıyla olmaz. İnsan insana tutunarak yaşar. Aydınlanmanın özgünlüğünü, insanca yaşamanın sorumluluğunu aklı ve kalbiyle taşıyanlar yaşamı işler.

             Hayat insanın umut ettiği ve yaşamak istediği kadardır. İnsanın bulunduğu ya da yaşadığı yerin büyük ya da küçük oluşundan ziyade, düşüncelerinin boyutu ve hayatı sorgulama biçimi yaşam için daha elzemdir.  

Olcay Kasımoğlu

Hiç yorum yok: