Görünüşüne, giyimine,
memleketine, diline bakarak ‘kıro’ dediğimiz bu coğrafyada insan olmak, yeni
yaşamlara uzanmak, yeni dünyalar büyütmek sanıldığından daha zordur. Payına
sorgulanmak, yargılanmak, potansiyel suçlu kabul edilmek ve kibirli bakışların
rüzgarına tutulmak vardır.
Yaşama iki sıfır yenik başlarsın ve yolun hep
tren katarıdır. Her vagonda yeni bir şeyler bulma ve yeni bir şeyler keşif etme
telaşı sarar ruhunu.
Ülkemin yol bilmez, kervan
geçmez yerlerinde, yüzlerce beşikten, sayısız vedalarla, sayısız sevinçlerle ve
yeni günlerin taşkınlığında, sayısız hayatlarla karşılaştım. Bilirim iç
parçalayan insan seslerini, örtüsüz kimlikleri.
Medeniyetlerin beşiği Asya,
Anadolu, Mezopotamya…Bütün esintilerin süzülüp günümüze taşındığı bozkırlarda,
çöllerde, yalçın dağların kervan geçmez yerlerinde yaşam savaşı veren,
törelerin biçtiği yazgıyı kader diye kendilerine laik gören zihniyetin
çocukları olmak zorken; bunu bilgiyle, görgüyle eğitimle taçlandırmak gerekirken,
sürgün yeri olarak görülen bu topraklarda insan olmak kolay değildir.
Yıllarca
sen batılı(aydın) diğerleri doğulu( bağnaz) diyen anlayışın, bu ülkeyi
yönetenlerin hiç mi suçu yok? Sistem ve külde mangal bırakmayan yarı aydınlar
kusursuz mu? Oy deposu olarak gördükleri ağalık sistemini destekleyen
siyasetin, kaçak para girişine destek veren, silah tüccarlığından trilyonları
cebe indiren, okumuş büyüklerin hiç mi suçu yok? Erkek hegomanyasını açıktan açığa destekleyen
sistemin hiç mi suçu yok?
Kendi vatan toprağına sürgün yeri
yakıştırması yapan, savcısı-hakimi işlenen suçlara sessiz sedasız kalırken,
eğitmenler- öğretenler hep tepeden bakarak
mevcut koşulları yadırgarken, küçümserken hiç mi suçlu değil?
Ülkemizin
kanayan bir yarasıdır doğulu olmak. Çoğu zaman insanların kör ve sağır kalması,
kendine sıra gelince gıkını çıkarması sosyal ve toplumsal bir yaradır aslında.
Kızına veya oğluna talip olan ailenin memleketinin önem kazandığı yerdir.
Oysa
yaşam bir bütündür. Dünyanın diğer ucundaki bir değişim, gelişim bir diğer
alanı değiştirirken hala yerinde durmayı ve yerinde saymayı marifet sananlar,
daha da gerilere düştüğünün, her gün bir parça eksildiğinin farkında bile
değildirler.
Sadece
kendini görmek, çok yönlü düşünememek, etkileri, tepkileri hesaplayamamak,
başka insanların yaşam haklarına saygı göstermemek; iki yüzlülüğü, riyakarlığı,
yaşama ihaneti kaçınılmaz kılmaktadır.
Yaşamda var olan ayrıcalıkları sadece
kendi tekelinde görenler hiç düşündünüz mü, kimsesiz ve kimliksiz kalanlar bir
gün hesap sormaz mı? Yaşamı sorgulamayanlar, sadece kendi durduğu yerden
bakanlar, evreni bir bütünlük içinde görmek ve algılamak yetisinden
yoksundurlar. Onlara göre yaşam siyah ve beyazdan ibarettir ve o en iyisi,
diğeri en kötüsüdür.
Dünyanın sadece kendi etrafında
döndüğünü sananlar, kendi yaşamlarının dışında başka yaşamların önemi konusunda
bencildirler. Kendi yaşadıkları coğrafyanın verdiklerine, düşünce ve yaşam
tarzlarına anlayış ve nezaketle yaklaşıp başka insan diyarlarına, yüreğini,
algısını kapatan insanlar yaşamı bir bütünlük içerisinde görmekten çok
uzaktırlar.
Farklı
coğrafyada doğan ve yaşam koşulları gerçekten zor olan insanları anlamak
yerine, ezici bir üstünlükle tepeden bakmak, görmek, dünden kalmış argümanlarla
bugünü değerlendirmek, insanların sağlıklı bir düşünce anlayışına sahip
olmalarını ve sağlıklı bir bakış açısı getirmelerini engelleyecektir. Ve dünden
kalanlar dünün söylemleriyle bugünü görmeye çalıştıkları için yaşamı ıskalamaya
devam edeceklerdir.
Başkalarına önyargıyla yaklaşan
insanlar, yenilikten korkarlar. Kendi dünyalarında farklı, içinde bulundukları
ortamda farklıdırlar. Resmi görüşleri ayrı, içsel düşünceleri farklıdır. Bunlar
için yaşamın etkinliği, işine ve çıkarına geldiği gibidir. Neyi savunuyorlar,
neye göre, kime göre yaşamlarını düzenlerler bilinmez.
İnsanı
insan yapan en büyük özellik adaletli olmasıdır. Yaşamın içerisinde üretim,
paylaşım ve bütünlük içinde daha huzurlu ve güven ortamında yaşama devam
etmesidir. Bunları ıskalayıp, bir yığın neden veya gerekçe ile düşmanlık üretenler
ise akıldan, aydınlık düşünceden uzaklaşmış, hedefinden sapmış demektir.
Düşünmek, her insana verilmiş bir özellik olarak düşünülse de maalesef bu
özelliği kullananların sayısı dünya üzerinde çok fazla değil.
Bunun
için de sadece bakmak yetmiyor. Gördüğünü anlamak, yorumlamak, empati ayağını
kullanmak ne kadar önemliyse, duygu ve düşüncelerde samimiyet de bir o kadar
önemlidir.
Her nesil yaşadığı toplumun
değerlerini yeniden yorumlamak ve sahip çıkmak zorundadır. Geçmişin korkularıyla
yaşama tutunmak değil, her şeyiyle yüzleşmek ve yaşamı beklentileri yüksek
olmayan bir bakış açısı ve arayışları ince bir ruhla anlamlı kılmak gerekiyor.
Çünkü hiç bir şey insandan daha değerli değildir. ‘Muhabbet insana, cana muhabbet’ diyen bir kültürden
geliyoruz. Gönüllerde olduğu kadar yaşamda da iç içe olmalıyız.
Kültürel değer yargılarını
sadece öğretmek değil, eğitileni değerlerin bilgisiyle donatmak gerekir. Önemli
bir hayat yaşamak rastlantıyla olmaz. İnsan insana tutunarak yaşar. Aydınlanmanın
özgünlüğünü, insanca yaşamanın sorumluluğunu aklı ve kalbiyle taşıyanlar yaşamı
işler.
Hayat
insanın umut ettiği ve yaşamak istediği kadardır. İnsanın bulunduğu ya da
yaşadığı yerin büyük ya da küçük oluşundan ziyade, düşüncelerinin boyutu ve
hayatı sorgulama biçimi yaşam için daha elzemdir.
Olcay Kasımoğlu
Olcay Kasımoğlu
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder