Translate

7 Ekim 2019 Pazartesi

Önemli olan yargılamak değil; anlamaktır.

Online bir yalnızlık-tayız ve teknolojinin sunduğu imkanlara kapılmış gidiyoruz. Seçici olmadan, bilgiyi sorgulamadan fikir sahibi oluyoruz.
Zekamız genişliyor, genişledikçe çok fazla düşünüyor ama çok az hissediyoruz, gülüşlerimiz tutsak, samimiyetimiz azaldı. Asık suratlı, sabahına yorgun ve bitkin uyanan ruhlarla yaşamı kucaklıyoruz.
Doğru ve yanlışın bu kadar iç içe geçtiği bir çağda;
Düşlerim uçurtmaların kanadında ava-reyken, içimin derinliklerini gökyüzündeki yıldızlara yoldaş edebilir miyim ?
Ölümün kutsandığı, sevilerin dar ağaçlara asıldığı, cehaletin yürüyüşe geçen ayak sesleri ve barışın zehri yeşil kupalarda nasıl baş tacı edildiğini,zaafların nasıl egolarla tango yaptığını,kaçak rengi aşkların göz yaşlarını nasıl tuzla buz ettiğini yazabilirim.
Çocukları, parklara hasret kılan beton yığınlarının, kaç müttehatın kesesini doldurduğunu ve kaç kurşunda çocuk bedenlerin yere serildiğini, gökyüzünde uçan kuşların atılan bombalarla nasıl katar katar yere düşüp öldüğünü yazabilirim.
Ey çağımın kumpasları, hayalı yalanları ne idüğü belirsiz kravat takan hokkabazları bu kadar çiğ sözleri değirmende öğütebilirmiyim?
Bu çağın pas tutmuş yüreklerini fabrika artıklarıyla kirletilmiş sularınızla yıkayabilir miyim
Güzelliğe,insana, sanata, bilime, sevdaya, barışa, çiçeğe,ağaca düşman zihniyeti, ideolojileri,basma kalıp sözleri, ezbere büyümüş yaşamları dipsiz kuyulara gönderebilir miyim?
Hayvanların, doğanın katledildiği, tarihi çakalların yazdığı bu hayin çağı hangi mürekeble yazabilirim.
Atlarımız kişnemiyor, üzerlerine bahisler oynanıyor. Kedilerimiz unuttu miyavlamayı, ayaklarımızın dibinde iplikle kovalamaca oynamıyor. Köpeklerimizin boyunları tasma izleriyle dolu, kendine verilen talimatları ezberliyor. Ey bu çağın drakulaları, urganlarınız yağlı, çivileriniz paslı, görünüşleriniz cilalı, sözleriniz kalabalık, ufkunuz kör karanlık; daha neleri astınız boynumuza, hangi vicdan mahkemeleri aklayacak bunca yalanı dolanı
İçimden sessizce geçiyor zamanın ayak sesleri, kim kimden alacaklı. hangi günahın ederidir bu, mazlumlar teneşire kanlı uzanıyor. kadınlar unutmuş saçlarına takılan gülleri..Ey bu asrın insanları ne çabuk unuttunuz gül kokulu sevdaları. Sırtlarınızı betonlara dayadınız,başlarınızı kumlara gömdünüz. Mideler tok,ruhlar aç bu hangi aklın oyunu. Görünüşün altın çağı etiket fiyatı ve üstünde yazılı markası. Sözler teslimiyetçi, gülüşler çalkantılı,göz yaşları timsah, iyilik çıkmış kaf dağına..Yol yolcu karışmış arap saçına... Yarattığımız korkuları dünya sahnesinde pazarlar olduk. Senlik, benlik davası çağın hokkabazı, bizlik olmuş sihirbazın tokmağı.
Soğuk, ıssız ve eğreti bir gülüşle hayatı anlamlandırmaya çalıştıkça karşımıza yeni hesaplarla yeni yüzler çıkıyor. Yetişemiyoruz ikircikli hesaplara, ucuz basma kalıp söylemler, iki yüzlü, içtenliğini yitirmiş dostluklar, çıkarcı ilişkiler, onursuz davranışlar, insanın yüreğini incitiyor. Lağım çukurlarına döndü serzenişler.. Susmanın sınırını tüketiyoruz, tiksindiriyor ucuz çıkar ilişkileri…
Uykularımıza acılar sızıyor, içimiz sızlıyor, küle dönüyor, karabasan oluyor rüyalarımız. Düşündükçe yabancılaşıyor duygularımız. Öfkeleniyorum…
Unutmak istiyorum bütün kötülükleri, haksızlıkları.
Oysa İnsan umudunu terk-etmeden, dişiyle, tırnağıyla mücadele edip, tüm acılara rağmen yaşamalı ve sevmeli diyorum…
Bunun içinde, seslere aks, adımlara ayak,ayaklara adım, yürümeye sefer, sefere menzil, menzile yürek gerek. Bu kokuşmuşluğa son verelim, sevelim sevilelim..Yaşam bir avuç, bir nefes nede olsa...
Parçalanmış bir dünya da kendi olmaya çalışan bir insanın yalnızlığından doğan acı yaşamı kedere yedirir.
Hüzünlü yaşama yedirilmiş bir ömür de, düzeni değiştirmeyi başaramayan edilgin, şaşırmış, korkmuş,sisteme ayak uyduramayan, işleyişini anlayamadığı ama anlamakta istemediği, onu aşan, gücünü zayıflatan düzenin tehdidi altın da ne kadar mutlu olabilir?

Düşünse de, duysa da yaşamına yön veremeyen, bilinmeyenin kader olduğu bilincine ulaşmamış bir toplum da kendinde ki öze inemeyen, inmeyi göze alamayan, insan olma hakkına sahip çıkamayan insanlar topluluğun da zordur kendin olarak kalman...
Yaşamın köhne alışkanlıklarına bağımlı olmak, sınırlara ve öğretilere boyun eğmek doğaya aykırıdır.
Unutmayalım ”yalnızca dünyayı aşmış olanlar” iyi bir dünya yaratabilirler.
İyi bir dünya ”mutlu ve dingin insanlarla” süreklilik arz eder.
Yaşadığımız bunca acının,endişenin ve gelecek kaygısının içinde, insanoğlu her şeye, her şeyine rağmen yaşamaya devam ediyor......
Bilgi ve eylem, insanı değiştiren iki temel araçtır. Ne sırf bilgi, ne de sırf eylemle köklü bir değişim gerçekleştirilemez. “Sorgulanmayan yaşam yaşamaya değmez,” der Sokrates.
her insan kendisini gözden geçirmek, sorgulamak zorundadır.
olcay kasımoğlu

Hiç yorum yok: