Translate

21 Aralık 2019 Cumartesi

Kendiyle Barışık İnsan

Her an bir umutla
Her an bir ışıkla
Ve her son bir hüzünle perçinlenirken
Binlerce kök salarak kavramalıyız hayatı yeniden..
Yıllar boyu gerek özel yaşamımda, gerek arkadaş çevremde, geçmişe takılmak yerine, olumsuz koşulları aşmayı bilen, bireysel gelişimlerine önem ve öncelik veren insanlar tanıdım. Bu insanlara saygı, sevgi ve hayranlık duydum. Bu insanların ortak noktası; kültürlerini arttırmak ve bilinçlerini geliştirmek için verdikleri çaba ve emek ile ezberci eğitimin dışında kazanılan bir yaşam deneyimiydi. Bu sadece diplomayla, etiketlerle yada parayla kazanılacak bir şey değildi. Kültür, insanın ve yaşamın kalitesini arttıran en önemli unsur ve bir yaşam manifestosudur.
Yaşamı anlamak ve kendiyle barışık yaşamak isteyen her insan da mutlaka belli bir kültür birikimine sahip olmalıdır.
Birikim yollarından aklımıza ilk gelenler gözlemek, dinlemek, okumak ve yaşamaktır.
Bu dört ana unsur birbirlerini tamamlayıcı etkiye sahiptirler. Bu etkiler aynı zamanda kendiyle barışık bireyin portresinin nasıl olabileceği üzerine bize farklı bakış açıları sunar.
Öncelikle birey olmak nedir ?
”Kendinin farkında olmak, kendi değerlerinin bilincinde olmak, olumlu ve olumsuz yanlarını, davranışlarını değerlendirebilmek, çevresi ile ilişkilerinde kendi varlığını duyumsamak, yanlışlarını kabul edebilmek, sorumluluk alabilmek, aldığı sorumluluğu taşıyabilmek, çevresiyle ilişkilerine doğru mesafeler koyabilmek, başkalarıyla ortak çalışmalarda yapıcı bir verimliliği paylaşabilmek, kendini kontrol edebilmek, demektir.”
Yaşamdan heyecan duyup, ondan alabileceği her şeye istek duyarak yaşamak ve yaşamın her yönünü yaşamaya çalışarak,ondan alınabilecek her şeyi almaya çalışmak, sağlıklı bireyin portresini oluşturur.
Belirli koşulların değiştirilmesi gerekiyorsa hemen işe koyulur ve yaptıklarından hoşlanır… Hastalık, dedikodu, mal-mülk, şan, şöhret vb… bunlardan sürekli şikayet ederek ya da “keşke böyle olmasaydı” diyerek zamanını boşa harcamaz… Yaşanmış ve bitmiş olan olaylar ve kötü duyguların geçmişi değiştiremeyeceğini bilir.. Geçmişten pişmanlık duymaz: “neden bu işi şöyle yapmadım” veya “utanmıyor musun?” gibi aptalca sorularla başkalarının suçluluğu seçmesine çabalamaz. Geçmişten ders almanın, ondan şikayet etmekten daha yararlı olduğunu bilir….
Kendiyle barışık birey;
Ailesine karşı güçlü bir sevgi bağı olmasına rağmen tüm ilişkilerinde bağımsız olmaya özen gösterir. Özel yaşamına değer verir. Sürekli sevgili değiştirmez, aşk konusunda seçicidir aynı zamanda derin ve duyarlı aşk yaşar.
Sevdiği insanların bağımsız, kendi tercihlerini yapan, kendilerine güvenen insanlar olmalarını ister. Olgun bir ilişkide bağımlı olmayı kesinlikle reddeder, dürüst konuşur, üsluba önem verir, nezaket ve incelik dolu bir ruha sahiptir. Bütün ilişkilerin özen ve itina ile; hoşgörü ve samimiyetle, gönül tokluğuyla beslendiğinin farkındadır. Başkalarının gözünde aramaz değerini..Toplum yaşamının önemli bir parçası olduğunu bilir ve buna rağmen onun tarafından yönetilmeye ya da kölesi olmaya karşı çıkar. İnsan olduğunu ve bunun belirli nitelikler getirdiğini bilir. Kendine saygısı vardır, anlamsız ve öylesine yaşamaz. Ne istediğini bilmeyen, daldan dala sıçrayan, görünüşleri ayrı, içsel dünyaları farklı insanlardan mümkün mertebe uzak durur.
Özellikle:
”Bir dönem, psikolojide “duygularını serbest bırak, istediğin gibi yaşa, hoşlandığın şey iyidir, hoşlanmadığın şey kötüdür, zincirleri kır, duvarları yık, özgür yaşa” gibi süslü sözler çok itibar kazanmıştı. Çağa hakim olan görüş; kişinin duygularını serbest bırakmasını öğütlüyordu. Bunun sonucunda bencil, kendini beğenmiş, tüketici genç tipi ortaya çıktı. Sorumluluk istemeyen, zevki kutsallaştırmış bu insan tiplemesine çözüm olarak, duyguları dengeleme yöntemi gerekliydi.”
Duyguların özgür olmasından önemlisi, duygulardan özgür olmaktı. Çünkü insanda kötülük yapmaya da müsait bir genetik altyapı var. O nedenle insanın duygularının denetimine girmesi değil, duygularını denetim altına alması gerekiyordu. Vahşi güdü ve dürtülerini bir atı ıslah eder gibi eğitmeliydi.
Kişisel gelişimde; kişiliğin yönetilmesi, dengeli tutum ve davranışlar büyük önem taşır. Ancak duyguların kontrolünde de denge gerekli. Fazla bastırılmış duygular kişiyi depresif yaparken, denetlenmeyip kontrolden çıkan duygular, hem kişilikte hem çevre ile ilişkide hasar oluşturur. İnsanın her zaman mutlu olmasını beklemek mümkün değil, bu doğru da değil zaten.”
İşte tamda bu nokta da, ne istediğini bilmeyen, daldan dala sıçrayan, görünüşleri ayrı, içsel dünyaları farklı insanlardan mümkün mertebe uzak durur.
Kendiyle barışık insan;
Olumsuz iklim koşullarından şikayet etmez. Doğayı ve doğal yaşamı sever. Kendisinin ve başka insanların duygu ve davranışlarını çok iyi anlar, anlayışla ve incelikle yaklaşır. Çoğu insanı yoran, üzen bir çok olaya gülüp geçer. Bu onu duyarsız yapmaz aksine insanların kendilerine verilen zamanı boşa harcamalarına karşıdır. Gereksiz kavgalarda asla taraf olmaz. Başkalarının söyledikleriyle dolduruşa gelen insan değildir, gereksiz kavgalara asla girmez. Kavga etmekle, bir konu üzerinde tartışmanın farkındalığını bilecek kadar derinliği olan bir insandır. İnsanları görünümleriyle, makamlarıyla, statüleriyle yargılayan yüzeysel insan değildir. Bilir, özde güzel olanın, yüreğinin kısır ve yavan olmayacağını!
Kendiyle barışık insanın;
”Kişilik şekillenmeleri içseldir ve sorumluluklarını başkalarına yüklemez. İnsanlar hakkında değil, insanlarla konuşur. Öz disiplinleri vardır, olay ve insanların kendi yargılarına oturması için bir takıntıya sahip değildir. Etkisiz olduğuna asla inanmaz: çocuk, büyük, hayvan, bitki, her şeyden ve herkesten öğrenir. Öğretmen değil, öğrencidir, ukalalık yapıp üstünlük taslamaz. Buna da ihtiyaç duymaz, sade ve anlaşılırdır.
Kendisini her şeyden önce insan olarak niteler. Kahramanları ya da putlaştırdıkları insanları yoktur. Herkesi insan olarak görür. Duygularınıza önem verirler, yanlarında kendinizi güvende hissedersiniz.”
Elbette ki herkesin sorunları vardır. Önemli olan bu sorunların bizi aşağıya çekmesine izin vermemek.
Ve mutluluğun, insanın değiştiremeyeceği şeyleri kabul etmesinde, değiştirebileceği şeyler için harekete geçmesinde ve ikisinin arasındaki farkı görebilmesinde yatıyor.
Görmeden bakan, duymadan dinleyen, hissetmeden dokunan, düşünmeden konuşan insanlardan uzaklaşarak;
Tabiatın en küçük kımıldanışlarını sezerek, hayatın sarsılmaz bir mantık ile akıp gidişini seyrederek, herkesten daha çok daha kuvvetli yaşadığını, bir ana bir ömür kadar çok hayat doldurduğunu bilerek yaşamak, dünyanın en büyük hazinelerinden daha değerlidir.
Böyle dostlarınız varsa tutkular ten olur, düşünce tenleşir/ Ruhlar özgürleşir, yok olur prangalar..
Sarılalım yaşama, sımsıkı sarılalım. Hayat, kirpiklerin birbirine değmesinden daha kısa, inanın bana. Ben deneyimledim. Hamdim, piştim, pişmeye devam…ama yanmadan, kırmadan, dökmeden..Kendimizle barışık birey olmada, yaşamla birlikte hepsini gerçekleştirmeyebiliriz ama denemeye değer, kendinize inanın yeter !
Yaşam demişken… yaşama ait olan bir pasajla bitirmek istiyorum:
“Biz, hoş olduğu için şiir okuyup yazmıyoruz. İnsan ırkının bir ferdi olduğumuz için şiir okuyup yazıyoruz; çünkü insan ırkının içinde coşkular vardır. Tıp, hukuk, ticaret, mühendislik yaşamak için gerekli olan asil birer meslektir; ama şiir, güzellik, aşk, sevgi… Biz bunlar için hayattayız.
Hayatın anlamını arayan sorular, inançsızların sonsuz sırası, aptallarla dolu şehirler… Bunlar arasında yaşamanın anlamı nedir ki hayat?” Cevap ver bana, cevap!
İşte cevap: Siz buradasınız! Hayat var ve hep olacak. Basitçe “Her şey yolunda, biz yalnızca farklıyız, anlaşmak zorunda değiliz” der, hayat !
 Sokrates’ de der ki;
İnsanlar barışır, deniz durulur,
Rüzgar diner,
Bir uykudur iner dertler üstüne..
Peki ya, sizin dizeniz ne olacak?
Olcay Kasımoğlu

17 Aralık 2019 Salı

Yaşam Değerlidir

Ölümün kanıksandığı, sizden bizden algısına dönüştüğü yerde, hangi vicdandan bahsedebiliriz ?
O kadar çok kayıtsızlık örneği yaşamaya başladık ki artık yeter diye çıkıp bağırasım geliyor.
İnsanların bencilliği ile başlayan kayıtsızlık, zamanla içselleşerek; akılsızlaşmayı, vicdansızlaşmayı ve beraberinde omurgasızlaşmayı başlattı.
Sevgiye kayıtsızlık, şiddete kayıtsızlık, yaşananlara kayıtsızlık, emeğe kayıtsızlık almış başını yürümüş.
Yaşadığımız acıları, kayıpları görmemezlikten gelen kör vicdanların, sağır kulakların canı cehenneme diyorum.
Her akşam televizyon dizilerinin başında, hayatlarını başkalarının hikayeleri üzerinden yaşayanlar, dizi kahramanlarıyla özdeşleşerek gerçeklik algısını yitirenler, kendi hayatlarına ne kadar ilgi gösterirler veya kendi hayatlarının sözcüsü olabilirler?
“Hissetmediğimiz yaraları iyileştiremeyiz.” demiş S.R.Smalley.
”Başkalarından uzak durabilirsiniz ama kendinizden değil. İçinizdeki bildiğiniz değil, bilmediğiniz sizi yönetir. Önce içinize sonra çevrenize bakın ve ilgi gösterin; yıkıcı bir sona doğru gitmemek için”
Umursamazlık almış başını gitmiş, şiddet ve ölüm haberlerin, etkili bir korku filmi tadında izleyen seyircinin “kurban etkisi” denilen şiddete kayıtsız kalma durumuna dönüşmüşse yeniden silkelen meliyiz !
Kendi hayatının anlamını değil, başka hayatların anlamı üzerinden yaşama yürüyenler, kendi hayatlarının yaratıcısı nasıl olabilirler.
Kendi sosyal statüsünü kaybetmekten korktuğu için susmak, yaşanan kıyımları görmemezlikten gelmek ve her şeyi akışına bırakmak, bana dokunulmasın da ne halleri varsa görsünler düşüncesi hakim olmaya başladıkça; amaçsız, bencil, hoyrat benlikler çoğalmaya devam ediyor. Bunları gördükçe midem kabarıyor.
Albert Camus’nün Veba kitabında” toplumsal tükeniş tasviri” 3. bölümünde şunları yazar;
“Belleksiz, umutsuz, yaşanılan anın içindeydiler. Aslında zaten her şey onlar için yaşadıkları an demekti. (…) Başka bir deyişle artık seçecekleri bir şey kalmamıştı. Veba bütün değer yargılarını ortadan kaldırmıştı. Bu da en çok, insanların giydikleri elbiselerin kalitesinden ya da satın aldıkları yiyeceklerle hiç ilgilenmeyişlerinden belli oluyordu. Her şeyi olduğu gibi, bütünüyle kabul ediyorlardı. (…) Vebanın kurduğu düzeni kabul etmişlerdi. Etkisi kuvvetlendikçe, o ölçüde de bayağılaşıyordu. Artık içimizde büyük duygular yok olmuştu. Herkes en monoton duygularla yaşamaktaydı. (…) Değişmişti, veba onda bütün kuvvetiyle inkar etmeye çalışsa da, gene de şiddetli bir azap halinde sürüp giden bir KAYITSIZLIK yaratmıştı.”
Kayıtsızlık, akıl sağlığının ve sağ duyunun yitirilmesine yol açarken, insanlar kendi hayatlarına sahip çıkmadıkları sürece siyasi iktidar değişikliğiyle var olan hiçbir şey değişmeyecektir.
Nereden gelirse gelsin her türlü şiddet, insan vicdanını rahatsız etmeli.
Şiddetin her türlüsüne karşıyım, kayıtsızlık da bir şiddettir. İnsanlar acı çekerken, bundan rahatsız olmuyorsan, yaşam içerisinde zombiden bir farkın yoktur.
Acılar zamanla dilsizleşir, unutur geldiği yeri. Bıçak gibi keser, keseni bile unutur. İnsan olmak onurdur, onurlu olmak insan olmaktır.
Yaşatmak, yaşamak bir değerse, duyarlılık da bu sürecin tamamlayıcısıdır.
Onuru ve sağlıklı bilinci olan herkes haktan ve adaletten yana tavır alır.
Şu an bu topraklar üzerinde yaşıyorsak, kime ve kimlere vefa borcumuz olduğunu unutmayalım, çocuklarımıza öğretelim...Kurtuluş savaşının nasıl kazanıldığını unutanlar ülkesinde, .İnsan olalım, insanca yaşayalım, yaşatalım yeter.

Yazmak En Büyük Eyelmedir

Yeni Romanımızla Buluşmaya Çok Az Kaldı💙
Her nesil yaşadığı toplumun değerlerini yeniden yorumlamak ve sahip çıkmak zorundadır. Geçmişin korkularıyla yaşama tutunmak değil, her şeyiyle yüzleşmek ve yaşamı beklentileri yüksek olmayan bir bakış açısı ve arayışları ince bir ruhla anlamlı kılmak gerekiyor.
‘Muhabbet insana, cana muhabbet’ diyen bir kültürden geliyoruz.Gönüllerde olduğu kadar yaşamda da iç içe olmalıyız.
Yazar;
Sadece kendi yaşamını, yaşadıklarını kaleme almaz. Yaşama bir bütünlük içerisinde bakar. Bu bütünün içinde her şey, herkes vardır.
Başkalarının gözünde yüreklere inmenin ince duyarlılığıdır, anlamaktır, anladığını yorumlamak, sezgilerini bilince çıkarmaktır.
Gün gelir;
Bilgeliği, sorumluluğu kendi içimizde aramak için yazının yarenliğine muhtaçlık duyarız.
Hayal gücünü de kullanarak gerçeklerin üzerindeki örtüyü açmaya çalışırız.
Payıma düşenle aranızdayım.
İyi okumalar..

Doğru Olan Yaşamdır

''Birbirimizi anlayabiliriz, ama yorumlamaya gelince herkes yalnızca kendisini yorumlayabilir''
Çağ yorgunuyuz, insanların çoğu konuşmuyor,”Bağırıyor” bilmeden konuşuyor, başkalarının söylediklerini mantık süzgecinden geçirmeden kabulleniyor, birkaç kez duyduğu, izlediği şeyleri kendi fikriymiş gibi söylemeye başlıyor.
Aydınlamanın farkındalığına, farkındalık yaratmaya; hayatı deneyimleyerek, yıldızları, kuşları ve bilgeleri açık kalple dinleyerek ulaşabiliyor insan...
Kimsenin kalbini kırmamak ya da sevimli görünmek adına, olur olmaz her isteğe, doğru bulmadığımız düşünce ve fikirlere “evet” demeyi bıraktıkça; neyin değerli neyin daha az değerli olduğunu anlamaya başlıyoruz.
Bu algı oluşunca da;
İhtiyacı olanı istemekle, muhtaç olmak arasında çok ince bir fark olduğunu fark etmeye başlıyoruz.
İnsanın kendini tanıması, hayatına sahip çıkması, yapması gerekenleri kendi iradesiyle yapması kadar güzel bir şey olamaz.
''Bilgisini ve kendini yenilemeyen kişi çağdaş düşünmeyi başaramaz.''
Kimi zaman tüm çevrenin ve şartların tarafsız bir gözle resmini çizemeyiz, değerlendiremeyiz. Bu nedenle, eskilerin deyimi ile, “Mülahaza kapısı”nı açık bırakmalıyız. Yeni düşünce ve alternatifleri dinlemeye, yeniden düşünmeye ve sonuç çıkarmaya açık olmalıyız.
''Düşünmek ya da doğru düşünmek konusu tarihe mal olmuş pek çok bilim adamı ve filozof için de belli bir önem taşır. Honoré de Balzac’ın “Düşünmek görmektir,” deyişi, Confucius’ün “Doğru düşünen haddini bilir,” ya da “Düşünerek yapılan her işin sonu hayırlıdır,” diyen Socrates hemen aklıma gelen bir kaç örnek...''
Dilerim ki, her birimiz kendimize ve tüm insanlığa hayırlar getirecek doğru düşünceleri üretelim.
Aldığımız eğitim, niyetlerimiz, olaylara bakış açımız, menfaatlerimiz sorunların ve gerçeklerin karşısında “gözümüze perde” indirebilirler. Dış dünyayı algılamamız ya da dünyanın görüntüsü bulanık olabilir. Bu görüntüleri tam berrak hale getirebilmek için okumak, akıllı insanlarla konuşmak, tartışmak, düşünce sanatını öğrenmek gerekiyor.
Düşüncelerimiz bir şekilde ''Ses ya da yazı ile'' ifade edilmezse kültürel katkısı olmaz. Sözcükler esastır ve ilişki doğru kelimelerle kurulmalıdır. Böylece anlaşmazlık, çatışma, yanlış anlama gibi küçük ya da büyük karmaşaların oluşması önlenebilir. Kullandığımız kelimeleri yalnızca bizim değil, karşımızdakinin de anlaması, aynı anlamı yüklemesi halinde uzlaşma sağlanabilir ve iletişim kurulabilir.''
Olcay Kasımoğlu
Fotoğraf;
Abdulkadir Karataş

12 Aralık 2019 Perşembe

Ruhumuz olgunlaşır mı?

İnsan kendini tanımadan hiç bir şeye tam anlamıyla anlam katamıyor. Sahip olduklarının bile farkına varamıyor.
Yaşadığımız hayata hangi anlamı yüklediğimiz çok önemli.
Kimi kabullenmeyi ruhsal olgunluk olarak alıyor.
Kimi acılardan geçmeden dingin bir ruha sahip olunamayacağını savunuyor.
Ruhsal olgunluk benim için, karşıma çıkan olayların beni artık şaşırtmaması.
Çok fazla okuyup ama okuduğunu hayatla ilişkilendirme-yenler bana çekici gelmiyor.
Anlar önemli deyip anın ne olduğunu tanımlamaktan yoksun insanlarla sohbeti kısa tutuyorum.
Sadece diplomaların, mevki ve statülerin adam olmayanları adam etmeye yetmediğini öğreneli hayli zaman oldu.
Ve iyi bir vicdan için illa akıllı olmak şartı yok.
Hayatı basit ama sade yaşıyorum, germiyorum kendimi.
Daha esnek ve inisiyatif alarak olaylara ve insanlara yaklaşıyorum.
Herkesin ikinci bir şansı vardır diye sert duvarlar örmüyorum insanlarla arama.
İyilik kavramının içini boşaltanlardan, kendine namuslulardan, etliye sütlüye karışmayanlardan, bananecilerden uzak durmayı öğreneli hayli zaman oldu.
Bununla birlikte öğrenene kadar ödediğimiz bedelleri artık kar saymanın olgunluğuna da bir şekilde ulaşıyor insan.
Artık evetlerim kadar hayırlarım var.
Kendimi güncelliyorum.
Hayal kırıklıklarımı, gözyaşlarımı, acılarımı, şanssızlıklarımı
sadece bana özel demiyorum.
Bazen sızıntılar verse de sanırım bütünleşiyorum ruhumla...
Hata payım var diye kendime haksızlık etmiyorum.
Bunları onaylamak yada farkına varmak uzun zaman aldı.
Acıyla kendime yürümeyi, kendimi umutla beslemeyi, gözlemlemeyi, araştırmayı, okumayı, gezileri ve sevgiyi hayatımın merkezi yapmayı sevdim.
Sevdiğim oldu, sevdiklerim oldu, hayal kırıklıklarım oldu. Aman Allah'ım o bunu asla yapmaz dediklerim ama yapanlar oldu...
Yaşamın çok özel bir hediye olduğunu çok erken keşif ettim.
Daha bilinçli ve daha direngen yürüyorum yaşama.
Halen sızlayan yaralarım olsa da şu bir avuç yaşama haksızlık olur takılıp kalmak geçen zamana.
Onlara da izin verdim, kalsınlar oldukları yerde.
Kainatı fazla telaşa vermeden, sözü örselemeden barışmalı, yüzleşmeli her-şeyiyle yaşamın. Nede olsa dünya çok sesli bir orkestra ve her türlü çalgı var.
Ha bir de tam ortasındayım yaşam denilen o ince çizginin.
Yaşamın o kadar çok tanıklığını yaptım ki şu yaşamda!!
Kucağımda ölenler, avucuma doğanlar, sağlığını kaybedip hastahane koridorlarında bir kelimenin avuntusuna muhtaç nice gözlerle göz göze geldim.
Ondan olsa gerek yaşam bir avuç, bir damla ve bir soluk lütfen kıymayın, heba etmeyin boşu boşuna...

11 Aralık 2019 Çarşamba

Kuşku ve Karanlık

İnsan özgür doğar, sonra kalıpların içine alınır.
Mülkiyetin değer kazandığı kapitalist düzende, mülkiyete sahip olanlar,olmayanların üzerin de adaletsiz yöntemlerle kendilerine bağımlı kılarlar.
Bu tarz insanlar, bilim ve eğitimi özel mülkiyetli sistemin eline vererek maddi ve ahlakı gelişmeyi, kendi tekelinin dışında oluşmasına izin vermezler.
Buda yetkili mercilerin sözsüz ve sorgusuz bir insan topluluğu yaratılması amacına hizmet eder.
Aslında bunlar birbirine bağlıdır. Dünya üzerinde herşeyin bir karşıtı vardır.
Biz buna karşıtların mücadelesi diyoruz. Bütün değişimlerin kaynağı da budur. Dünyayı doğru yorumlamaya başladığımız andan itibaren, sırlara nail olmanın ve değişimlerin dünya üzerindeki gücünü ve nedenlerini kavradığımızda, nicel birikimler nitel sıçramalara neden olacaktır...
Ve Uyuyan Bilinç;
toplum olaylarına duyarlı değildir, ben merkezcilik ve bencillik hakimdir. ''Bana dokunmayan yılan bin yıl yaşasın'' onun için en uygun baş slogandır yada anlamının doğurdu gibi duyarsız, insancıl olmayan yaklaşımlar içerisinde kendi dünyasını haklı kılmaya çalışır.
Böyle bir bakış açısına hoş görü beklemek, sağlıklı bir insan beklentisi değildir.
Oysa eylemlerinden sorumlu bir varlık olmak, bir kişinin ne yapması gerektiğini belirlemeyi de içermektedir ki bu da bilgi sahibi olmayı, güdüler üzerinde düşünmeyi gerekli kılar.
Olcay Kasımoğlu

Anlayarak Dinlemek Öze İnmektir..

Duymak, işitmek yetmez. Anlamak için dinlemeliyiz.
Öylesine değil; aklımızla, kalbimizle, vicdanımızla dinlemek !
Dinlemesini bilen insan; sorunların tespiti ve çözümünde daha az hata yapar. Dinleyerek daha iyi gözlemler yapar, farklı bakış açıları edinir.
Ön yargıdan uzak objektif kararlar verebilir, problemlere yeni çözüm yolları bulabilir.
İnsan kendi iç sesini dinlediği zaman, başkalarının sesine de derinlik kazandırır, empati yeteneğini geliştirir.
Başkalarının duygu ve düşüncelerine, kim olduğuna ve neler yaşadığına daha derinlemesine yaklaşır.
Kendimizi dinlediğimizde güçlü ve zayıf yanlarımızı keşif ederiz, böylece başkalarının da artı ve eksilerine yaklaşım tarzımız değişir.
Daha insanı bakış açıları kazanırız.
Dinlemek öze inmektir, bakılan ama görünmeyenlere dokunmaktır.
Karşımızda ki insanlara gönül gözüyle dokunduğumuzda biz onun en yakını oluruz.
İnsanların duygularını anlamak kendimize olan güveni artırdığı kadar başkalarının da bize güven duymasına neden olur.
İlişkilerin kırılganlığını ve insanlar açısından taşıdığı önemi anladığımız zaman daha dikkatli ve özverili oluruz.
Başkalarının duygularını örselemeden onları anlamaya çalışırız.
Kendimize ve başkalarına kulak verdiğimiz zaman evrende bizi dinler, bizimle iş birliğine girer.
Yankısı bulmuş sesin, gelip yüreğimizde bizimle buluşmasından kim mutlu olmaz ki!
Olcay KASIMOĞLU

Özgür ve Özgün..

Topraktan,
Ateşten ve demirden
Mavi eller tırpan olsun zulme
Hiç bir şey insandan daha önemli değil

Çağımızın güvensizliğine karşı durabilmemizi sağlayacak yöntemler bulmak, içimizde ki güç merkezini ortaya çıkarmak gerekiyor.
Bunun içinde; inandığımız, güven duyabileceğimiz değer ve amaçlara ulaşabilmemizi sağlayacak içsel bütünlüğün, kültürle yaşama dokunmuş bilincin, mücadele ruhuyla beslenmiş cesaretin, kendini bulmuş benliğimizin ”özgür ve özgün” olması gerekiyor.

Ne güzel demiş;
Kadın inci gibidir Isabel. Bazen senelerce, bazen de bir ömür boyu bir istiridyenin içinde saklar kendini. Fakat bir kez gün ışığı gördü mü çabucak unutur geçmişini. Geçmişte ne kadar saklanmışsa o kadar seyredilmek ister; ne kadar kapalı kalmışsa o kadar açığa çıkmak ister. İşte o an çıkıp geldiğinde artık ona kimse mani olamaz. Kendi bile...

İnsan bir şeye gerçekten gereksinim duyuyor ve istiyorsa, bunu ona sağlayan şey rastlantı değildir; kendi içindeki istek ve zorunluluk onu çekip, istediği her ne ise ona doğru götürmüştür.

Aslında, dışımızda gördüğümüz şeyler de içimizdekilerin aynısıdır.
Bu gerçeğe bu kadar aykırı bir yaşam sürmemizin nedeni, kendi dışımızda ki her şeyi gerçek sayıp, içimizde ki dünyaya söz hakkı vermememizdir.

Oysa insan bir kez işin bilincine vardı mı, çoğunluğun izlediği yolu seçmesi diye bir şey söz konusu olamaz. O zaman bunu kader, yazgı diye de kabul etmez. Yeter ki bir kez olsun içinde ki dinamiklerle yaşamını buluştursun.

Olcay Kasımoğlu

Tamamla Beni...

''Ah zaman
Çıplak sarılış
Sana yol yürüyorum
Sana yorgun bir sesle
Ve kalbimin ağırlığını bırakıyorum göğüne
Ah zaman
Tamamla beni
İnciniyorum böyle eksikken...''

Yaşam;
Dostluktan, paylaşmaktan, umuttan, düşten, gülüşten ve aşk'tan geçer.
Sanattan ve edebiyatın omurgasından geçer...

Pırıl pırıl bir yürekle sarmak hayatı...
Yol bu kadar zengin ve ışıklı ise nerede, nasıl yaşadığının pek bir önemi yoktur yaşadım diyebilmek için...

Temel ruhsallık yani insanlığın temel özellikleri olan;
İyilik, nezaket, sevecenlik ve önem verme...

İnsan olduğumuz, insanlık ailesinin üyesi olduğumuz sürece, her birimiz temel ruhsal değerlere ihtiyaç duyarız.

Bütün bunlar olmadan, nedir ki hayat?

Olcay Kasımoğlu

"Serdal Çetin

HAYIR DİYEBİLMEK İNSANCA BİR HAKTIR♥

Neden bazı insanlar, hayır demekte zorlanırlar?
Hayır diyebilmek neden bu kadar önemlidir?
İnsanlarla bir arada yaşamak için işbirliği ve dayanışma yapmak önemlidir. Bunun için, evet ve hayırların bir seçiciliği ve dengesi olmalıdır.
Başkalarını gücendirmeyelim derken, kendi kendimizi gücendirmeye başlarız. Doğru bildiğimiz şeylere bile sahip çıkamaz, kendi ilkelerimizden ödün vermeye başlarız.
Hayatın her boyutunda, bize gerekli olan denge unsuru, burada da karşımıza çıkıyor böylece.
İnsanın kendi özünde ki benliği özümsemesi, olaylar ve sorunlar karşısında takındığı tutum ve davranışla kendini belli eder.
Herkes aynı koşul ve imkanlarda yetişmiyor, farklı aile yapılarında büyüyor, farklı davranış kalıplarına sahip bireyler olarak yetişiyor.
Olayları algılama, anlamlandırma ve olaylar karşısında takındığımız tutum ve davranışlar da bu farklılıklar çerçevesinde şekilleniyor.
Bu farklılıkların bize kattıkları doğrultusunda;
bize söyleneni, gördüğümüz ve algıladığımız kadarıyla yapabiliyoruz.
İnsan zamanla oluşur, tıpkı nehirler gibi...
Çağlayan bir şelale mi, yoksa cılız bir dere mi olacak bunu zaman gösterir...
Bunu da yetiştiği aile ortamı, yaşadıkları, içinde bulunduğu sosyal ve toplumsal kimlikler karşısındaki tutumları belirliyor.
Hayır demek, diğer anlamıyla ret etme hakkını kullanmak, öğretilmiş davranışları kırmak, inanmadığımız, onaylamadığımız düşüncelerin arkasında olmamak demektir.
Aynı zamanda olup bitenlerin nedenlerine dair sağlam bir kavrayış, hayatın anlamına derinlikli bir bakış açısı ve düşünüm anlamına gelmektedir.
Kendi kararlarımıza güvenmek bağımsızlaşmanın bir gereğidir.

Dürüst Olmaktan Korkma...

''Bildiklerini dedi; yüzleştir hayatla ve sınamaktan korkma
doğru ile yanlışı o zaman ayırdedebilirsin ve anlarsın " diyen Yusuf Hayaloğlu'nun derinliğiyle başlamak istedim.

İnsan söz ve davranışlarıyla kendine ayna olur.

Dürüstlük:

İnsan onurunun ve sağlıklı toplumların olmazsa olmazıdır. İnsanın kendisine verdiği sözü tutmasıdır. Dürüst insan verdiği sözün farkındadır ve sorumluluk getirdiğini bilir. Haksızlık yapmaz, yapana da o fırsatı vermez.
Ezileni ezmez, ezene de seyirci kalmaz.
Haksız olduğunda kendi aleyhine karar verir, yanlışının sorumluluğunu ve sonuçlarını üzerine alır.
Başkalarına fatura etmez, yalanlara sığınmaz.

Dürüst insan:

Cesur, merhametli ve vicdanının sesini dinler, bencil değildir. Bütün bunların akabinde dürüst olmak kadar doğru dürüst olmakta ayrı bir erdemdir.
Çünkü çoğu zaman dürüst olmak yetmiyor.
Kendimiz için kurallara uygun doğrularımız vardır ve bu kuralları savunuruz. Savunduklarımız da samimiyizdir. Başka insanların doğrularını desteklediğimiz zaman yanlışsız, dürüst insan oluruz.

Eksik bedenlerin içinde bilge bir ruh olmayı başaramadık.
Dilimiz yüreğiyle konuşmuyor. Gelin sadece dürüst değil doğru dürüst insanlar olalım.

Bilge yanlarımıza daha çok bilgelik katalım. Unutmayalım her gönül başka bir gönülde ışığa durur ve ışığıyla dünyayı aydınlatır.

Bir kızıl dereli atasözü derki: ''Yanlışı gören ve önlemek için elini uzatmayan kişi, yanlışı yapan kadar suçludur.''
O zaman doğru dürüst olduğumuz zaman,kendimizle barışık insanlar olarak doğruların yanında ışığı aydınlatanlardan oluruz.

Kalbinizde her şeye yer olabilir ama yalana, ihanete yer olmamalıdır, yalanın nedeni olmaz bedeli olur!

Bir insan ya dürüsttür ya da ikiyüzlüdür, diye eski bir deyim vardır.
Burada kişi ikiyüzlü karışıyorsa hayata ona güvenilmez. İçinde samimiyet yoktur. Samimiyetin oluşması için de dürüstlük gereklidir. Her zaman doğru dürüst insan olmak, sevimli ve hoş görünmek anlamına gelmiyor.

Her şeyin kendi içinde muhakkak kapalı bir tarafı vardır. Bu dürüst olmanın ve doğru davranmanın da bir parçasını kapsar.
Ne olursa olsun hem kişisel ilişkilerimizde, toplumsal sorumluluklarımız da doğru dürüst insanlar olarak yaşamda söylediklerimizle, yaptıklarımız arasın da bir tutarlılık olmalı.

Doğru dürüst olmanın aksi eğri yalan olur.
Zenginlik, güç talihin verdiği hediye olabilir ama iyi ve dürüst olmak tamamen kişinin kendi erdemlerinin sonucudur.

Özellikle de sanatla uğraşan insanların söyledikleriyle, yaptıklarının çelişmemesi çok önemlidir.

Sanatın bütün dallarıyla emek veren, üreten, değer katan herkes nazarımda kıymetlidir. Yeter ki hiç kimsenin tekelinde, boyunduruğunda kendi varlığını ifşa etmesin. Kendimiz olalım, kendimize saygın bireyler olalım.

Zuhal Olcay'ın çok önemsediğim ve değerli bulduğum bir söylemini paylaşmak isterim:

"İnsan hangi işi yapıyorsa yapsın, kendi karanlık tarafına yeniliyorsa, başkalarının onurunu çiğniyorsa başaramamış demektir... çünkü onur, insan yaşamından uzundur..."

Koşullar değişir, değişmeyen tek ve baki olan şey onurlu ve doğru dürüst olmaktır.

Olcay Kasımoğlu
 

7 Aralık 2019 Cumartesi

HER ŞEY YOLUNU BULUR, İSTENEN SEÇİKLİKSE♥

Sevgiyle yaşamak ve sevgi için yaşamak dururken, bir insan ömrünün sonuna ya da zaman onu azat edinceye kadar kendi koyduğu kurallarla, korkularla, endişelerle, kaygılarla neden yaşamını kabusa çevirir ki?
Yetişkin olmanın incinen duyarlığı ile hep korkmuşumdur bundan.
Oysa yaşamak kaygısından sıyrıldığımız zaman, yaşam değişir, kımıldar yer değiştirir, dönüşür.
İkiyüzlülüğün, sahtekarlıkların, ucuz övgülerin olduğu ortamlardan, katı, toleransı olmayan insanlardan kendim olmak adına mümkün mertebe uzak duruyorum..
Soğuk, ıssız ve eğreti bir gülüşle hayatı anlamlandırmaya çalıştıkça karşımıza yeni hesaplarla yeni yüzler çıkıyor. Yetişemiyoruz ikircikli hesaplara.
Ucuz basma kalıp söylemler, iki yüzlü, içtenliğini yitirmiş dostluklar, çıkarcı ilişkiler, onursuz davranışlar, insanın yüreğini incitiyor. Lağım çukurlarına döndü serzenişler.. Susmanın sınırını tüketiyoruz, tiksindiriyor ucuz çıkar ilişkileri…
İnsan, fırından taze çıkmış ekmek gibi dumanı tüte tüte, gözlerinin içi güle güle ve bir tohumun dipdiri patlaması gibi... Işığa ve akışa gizemli bir geçiş sağlayan, bütün mışlardan, muşlardan arınmış olarak...Küçük duyarlılıkların sırrına erişmeli...
Ölümün olduğu bu dünyada, hiç bir şey yaşamdan daha kıymetli değil.

Yüreği Derin Olanı Severim..

Ey pervasız zaman
Onlar sadece düş diyorlar sana
Oysa çiçekteki koku bin yıllık tazelikte
Yeter ki akan su ol ve fısılda
Duyacağım seni nasıl olsa
Sevgiyle yaşamak ve sevgi için yaşamak dururken, bir insan ömrünün sonuna ya da zaman onu azat edinceye kadar korkularla, endişelerle, kaygılarla neden yaşamını kabusa çevirir ki?
Oysa yaşamak kaygısından sıyrıldığımız zaman, yaşam değişir, kımıldar yer değiştirir, dönüşür.
İkiyüzlülüğün, sahtekarlıkların, ucuz övgülerin olduğu ortamlardan, katı, toleransı olmayan insanlardan, bencillerden, sevmeyi bilmeyen kısır yüreklerden kendim olmak adına mümkün mertebe uzak duruyorum.
Ucuz basma kalıp söylemler, iki yüzlü, içtenliğini yitirmiş dostluklar, çıkarcı ilişkiler, onursuz davranışlar, insanın yüreğini incitiyor.
İnsan, fırından taze çıkmış ekmek gibi dumanı tüte tüte, gözlerinin içi güle güle ve bir tohumun patlaması gibi... Işığa ve akışa gizemli bir geçiş sağlayan, bütün mışlardan, muşlardan arınmış olarak... küçük duyarlılıkların sırrına erişmeli...
Ölümün olduğu bu dünyada, hiç bir şey yaşamdan daha kıymetli değil.
Yaşamda bir duruşu olanlar, özü sözüyle barışık olanlar, kendini bilenler, güzel sevenler, paylaşmayı bilenler, ilkeleri olanlar yüreğinize dert değmesin.
Uzak dursun bizden kökü çürükler, gösteriş budalası sonradan görmeler, sözü bedeninden önce gelenler, kibirliler, soytarılar, şımarıklar bizden uzak dursun....
Severim, gül tomurcuğunun bir damla çığ tanesi için titremesini.
En derin acılarda bile içini serin tutanı, yüreği derin olanı severim.
Şefkatli elleri, sevdası için baş koyanları severim...

Aşınmak Gerek Öğrenmek İçin...

Her şeyin ölçüsü insan’dır
Ve insan olmanın sırrı: Kendini bilmek...

Peki, insan neyi bilmeli, neyin izini sürmeli?

Aristoteles’in deyişiyle, ''insanın bir işi vardır. Onun işi sadece yaşamak değil, kendine özgü bir yaşam, yani akılla bağlantılı bir eylem yaşamı.
Akılla, iyi ve güzel bir biçimde yapılan eylemlerden, yani ruhun erdeme uygun etkinliğinden gelen bir yaşam sürmektir. Böylece insan, kendine özgü bir canlı olmanın ötesine geçerek insan olmak zorundadır.
Bu da, Kendini bil, iyi bir insan olmak için doğru ve adil ol.

İnsanı erdemli kılan bilgelik, ölçülülük ve yürekliliktir.
Bilgelik, kesinlikle çok şey bilmek, çeşitli kaynakların bilgilerini elde etmek ya da gözlem yoluyla deneyimler biriktirmek demek değildir; bilgelik, belli bir zihinsel olgunluğa erişmek, sorgulayıcı bir tutumla sahip olunan bilgileri anlamlı ve sağlıklı kullanabilmek, yaşamı iyi değerlendirip doğru ve anlamlı bir şekilde yorumlayabilmektir.

Bilgelik, sadece bir yaşama sanatı, uygun ve doğru eylemde bulunmak, aşırılık ya da ölçüsüzlükten sakınmak, felaketleri büyük bir metanetle karşılamaktan ibaret bir ahlak kavrayışı ya da moral duruşu değildir. Bilgelik tüm olup bitenlerin nedenlerine dair sağlam bir kavrayış, hayatın anlamına da derinlikli bir bakış açısı ve düşünüm anlamına gelmektedir.''

Dünyanın her zaman savaşılması gereken temel sorununun ve kötülüklerin temelinde yatan şeyin bilgisizlik olduğunu biliyoruz.

Aşınmak gerek öğrenmek için... Bunun içinde zamana sabır, olgunluk, iyi bir vicdan ve merhamet olmazsa olmazımız.

Ancak o zaman erdemli bilgelik ve yüreklilikten bahsedebiliriz.

Olcay Kasımoğlu

29 Kasım 2019 Cuma

Bu Evrenin İyi Yetişmiş Çocuklara İhtiyacı Var

Ardahan Göle Yatılı Bölge Okulu' na niçin geldiğimizi sizlerle paylaşmak istiyorum.
Ardahan Kültür ve Sanat Platformu olarak ülkemizin her karesinde geleceğin ebeveynleri olacak gençlerimize dokunmak, onları sanatın yetkin diliyle tanıştırmak ve sanatın yapıcı, birleştirici gücüyle ortak değerlerimize sahip çıkmak öncelikli hedeflerimiz arasındadır.
Ardahan/ Göle yatılı bölge okulunda eğitim ve öğretim gören bütün köy çocuklarının eğitiminde hepimizin sorumluluğu vardır. Bu sorumlulukta üzerimize düşen bir pay varsa biz buna gönüllü talibiz.
Bunun için de bir şiir şenliği etkinliği düzenlemek ve ilk adımı atmış olmaktan son derece mesut ve bahtiyarız. Bu ilk adım geleceğe bir köprü görevini başlatmış olup bundan sonra ki süreçlerde işbirliğimiz ve dayanışmamız devam edecektir.
İlk kez okulunuzda düzenlemiş olduğumuz bu şiir yarışmasını önümüzde ki yıllarda daha profosyenelce yapmanın gayretinde olup bu etkinliği gelenekselleştirip her yıl tekrarlamayı hedeflemekteyiz.
Geleceğin aydınları, sanatçıları ve bilim adamları neden bu okuldan çıkmasın?
Şiirler yazalım, özümüzü süzelim, düşürelim yazın dünyasına.
Şiir, insanlar ile öyle bir bağ kuruyor ki herkesin oluyor ama en çok ihtiyacı olana bağlanıyor.
Postacı filminde Paplo Neruda sorar ''Neden şiirlerimi çalıp sevgiline kendi şiirlerinmiş gibi okudun postacı?
Üstad cevap verir. ‘Şiir yazanın değil ihtiyacı olanındır.’’
‘Şiiri sözcüklerle sınırlamayın..
Gökyüzü veya bir kızın gülüşü, konu ne olursa olsun yazın ve sonunda şiirinizin kurtuluş gününü, kıyamet gününü ya da herhangi bir günü anımsatmasını sağlayın.
Önemli olan yazdığınız şiirin bizi aydınlatması, bizi heyecanlandırması, bir esin kaynağı olması ve bu dünyaya sizden de bir iz kalması, cesaretinizden dolayı sizi kutluyorum. Farkımız yok birbirimizden.
Dağdaki çoban, süt sağan köylü kızı tek başına yaşama sanatıdır.
Bunu sezgilerimizle bilince çıkarmak, bakış açımızı güncellemek için sanatın bütün dallarına ihtiyacımız var. Eğitim ve öğretimin sadece okuma yazma öğretmek olmadığını çocuklara en yakın olan siz değerli öğretmenlerimizden daha iyi kim bilebilir.
Hiç kimse yerinde sayarak başarıya ulaşamaz. İnanlar, vazgeçmeyenler harekete geçenler başarır. Bunun en önemli işlevsel boyutlarından biri hiç kuşkusuz sanattır.
Sanatın yetkin dilidir. Burada sizlerle şiirin ortak diliyle bir arada biz olduk. Bu evrenin size ihtiyacı var.
Bizler masalların anlatıldığı, arkası yarınların dinlendiği rüya zamanının çocuklarıydık. Teknolojiyle geç tanıştık.
Herkes bilgiye ulaşma şansına sahip yeter ki kendimizi sağlıklı bir şekilde ve doğru yöntemlerle besleyip olgunlaştıralım.
Ülkemizin; aydın gençlere, ülkesine ve tüm insanlığa faydalı, kendi ayakları üzerinde duran vicdanlı ve çalışkan çocuklara ihtiyacı var.
Geleceğin anneleri kızlarımızın aydın, vicdanlı kendi toplumunun sosyal yapısının tanıyan ve kendi varlığının bilincinde olan saygın bir nesilin devamı için iyi yetişmelerine ziyadesiyle ihtiyacımız var. Bu bağlamada YİBO’nun varlığını çok önemsiyor ve değerli buluyoruz.
Bu etkinliğin oluşmasında emeği geçen Okul Müdürü Bülent Aşçı’ya, Rehberlik öğretmeni Şeniz Kasımoğlu’na, Türkçe Öğretmeni Semih Zorlu’ya ve emeği geçen herkese teşekkür ediyoruz.
Ardahan Kültür ve Sanat platformunun düzenlemiş olduğu şiir yarışmasında dereceye giren şiirleri değerlendiren, değer katan değerli şair ve yazarlarımızdan sayın Erdal Çakıcıoğlu, Metin Kaya, Tuncer Avcı, Raif Zor, Murat Kasımoğlu, Gülsen Dede, Deniz Çelik, Güven Kahramanoğlu, Derya Avşar, Öner Kina'ya emeklerinden dolayı teşekkür ediyorum.
Ne mutlu bize payımıza düşen sosyal sorumluluk projesinde farkındalık oluşturmak adına sanatın yoldaşlığında çocuklarımızın yüreklerine derya da bir damla da olsak dokunabildiysek!
Ardahan Kültür ve Sanat Platformu Başkanı
Olcay Kasımoğlu

28 Kasım 2019 Perşembe

Yorgun Çürümüş Yalanlardan

''Kalemler mi kırıldı
Canlar mı bu kadar ürkek
Ne hayattan
Ne sanattan bir haber
Varsa yoksa bir magazin -bir spor
Siyaset kapalı kapılar ardında
Ötesini ne sen söyle
Ne de bana sor.''
Kumda balık olmak gibidir, yasakçı zihniyetin olduğu ülkelerde gazeteci olmak..!
Peki; insan yaşamını, ifade özgürlüğünü,hürriyetini, sadece yasayla korumak mümkün müdür?
Değildir elbet, bunun için insan olma erdemlerine sahip olmak gerekir her şeyden önce.
Gazetecilerin olmadığı, özgürce çalıştırılmadığı, yasaklanıp, sansürlendiği toplumlarda, demokrasiden söz etmek mümkün değildir.
Gazetecilerin, gazete çalışanlarının susturulduğu toplumlarda, sokaktaki insan "kör, dilsiz, sağır" demektir.
Basın özgürlüğünün olmadığı yerde; vicdandan, eğitimden, konuşma ve yaşama hürriyetinden bahsedilemez.
Devlet, vatandaşına; yasaların yürürlüğü ve koruyuculuğu hakkında olsun, çıkan kanun,yasa ve tüzükler hakkında olsun, vatandaşını basın yoluyla bilgilendirmek zorundadır.
Bunun içinde, basının; düşünce ve ifade özgürlüğünü, basın özgürlüğünü, halkın haber alma hakkını, bilgi edinme hakkını, söz, eylem ve örgütlenme özgürlüğünü, sendikal hak ve özgürlüklerini güvence altına alarak vatandaşına, sorma sorgulama hakkını verecektir.
Demokrasi ile yönetilen ülkeler vatandaşına bu sosyal adalet anlayışını sunar. Haber alma ve yorumlama hakkına saygı duyar.
Adalet herkes içindir. Bu bilinçle hareket eder.
Bir ülkede; zenginler, iş birleştiriciler ve işini bilenler; basına müdahale etmeye başladığında, orada “gerçek olanı” derin uykulara gömdüğümüz noktasına geliriz, geliyoruz buda akla zarar, yüreğe zarar.
Ahmet Selçuk İlhan'ın şiirin de dediği gibi;

''Yorgun çürümüş yalanlardan
Suya yazılmış yazılardan
Üzerindeki yıllanmış tozlardan
Ve gündelik yaz- bozlardan
Üç günlük aşklar
Keyifli mekanlar
Yemek tarifleri
Gece kulüpleri
Ziyafetler
Kıyafetler
Rezaletler
Ve en acısı
Faili meçhul cinayetler
Katil kim
Suçlu kim
Günahkar kim
Yok mu bu izi sürecek bir yürek''
İnsan, akıl, yürek, vicdan bütünselidir, gerçek ve erdemli basını aradan kaldırmak, aklın tutulmasıdır ?
Sadece bunu devlete yüklemekle işin içinden çıkılmaz aksine kurdu besleyen gerçek bahçeye, gazete patronlarına da öz eleştiri getirmeliyiz.
Hangi hükumet iş başına gelirse rüzgarın yönünü oraya tayin eden gazete patronlarına.
Tek düşündüğü gazetesinin tirajıdır.
Özellikle, gazeteye ''kalemiyle emek verenle, gazete patronluğu'' bana göre çok ince bir nokta, bu bölümü asla ve asla göz ardı etmemek gerekir.
Sırf bu nedenden dolayı bir sürü gazeteci işsiz kalmıştır, gazete patronun desteklediği siyası ve politik görüşe karşı çıktığı için. Villalarını, şatolarını, lüks yaşamlarını kaybetme korkusuyla, gündemin ve günün adamlarının gazetesi olurlar. Kendi çalışanlarından bir gazete muhabirinin gerçekleri yazmasının nasıl bir akıbeti olabilir, artık siz düşünün ?
Bu demek değildir, gazeteci istediği gibi hareket eder bundan da bu anlaşılmasın.
Gazeteci istediği gibi hareket edemez,sorumlulukları vardır,erdemli insandır,dürüst ve adildir,günün adamı olmaz her daim doğrunun ve haklının yanında olur. Kendi siyası düşüncesine ters bir insanı, sırf farklı bir görüşte diye zindana göndermez, haklı olduğunu bildiği konuda susmaz. Benim ekmeğim sadece bal görsün demez,bencil değildir.
İyi bir basın emekçisi olmak ''ruhsal olgunluk ve sağlam karakter'' ister, buda büyük resmi net görmesini sağlar.
Basın emekçisi; empati yapmamıza, kişiler arası iletişim de diyalog kurmamıza vesile olur. Diyaloğun kurulduğu iletişimlerde ise sorunlar daha kolay hal olur.
Gazetecisine, çalışanına sahip çıkmayan nice ''gazete patronları'' varken, her şeyi devlete yükleyip, diğer gerçekleri göz ardı edemeyiz.
Arkadaşları hapse gönderilirken, hangi gazete sahipleri sendikal eylemini yaptı ? Hiçbiri...kendi çalışanına sahip çıkmayan,işten atılan,hapse giren bu kalem emekçilerinin, mağduriyetini anlatmanın tek yolu basın iken bu çelişkiye vatandaş ne desin ?
Herkes mektepli değil ki,herkes ilim ve bilim yolunda ömür tüketmemiş ki ! Bir kısım duyduğuna inanır, bir kısım da karnını doyurana !
Bu noktada senin vatandaşı aydınlatma, bilgilendirme gibi insanı bir sorumluluğun varken; kendi çalışanını bile, doğruyu yazıyor diye kapı dışarı edersen vay vatandaşın haline !
Gazeteci; kendinden farklı olanları kabullenmeyi, farklılıklardan doğan zenginliği fark ettiğinde ''kalemi'' siyahı, beyaz diye yazmaz.
Medya holdinglerinin, tekelci medyanın; basın emekçileri üzerindeki baskısı artıkça, basın özgürlüğünden bahsetmek mümkün olmayacaktır.
Kötü çalışma koşulları, işten atmalar, kapitalizmin etkileri, sansürün, oto sansürün, basın emekçilerinin başlıca gündemi olmaya devam edecektir.
İşsiz, yasaklı, susturulmuş gazeteciler günü olmaması temennisi ile Bir ülkede; zenginler, iş birleştiriciler ve işini bilenler; basına müdahale etmeye başladığında, orada “gerçek olanı” derin uykulara gömdüğümüz noktasına geliriz, geliyoruz buda akla zarar, yüreğe zarar.


"okuyanlar, okuduklarını bize söyleyenler
kitap sayfalarını haşur huşur çevirenler
kırmızı ve siyah mürekkebin ve resimlerin sırrını çözenler
işte onlardır bize önderlik eden
rehberlik eden, yol gösterenler" (Aztek el yazmalarından)


olcay kasımoğlu

Uzun Uzun Yağmuru Okuyorum

Allı telli bir bulut olup olup ta
Sökülsem kırılan yerlerimden..
İnsanlar gerçeklerden uzaklaştıkça, gerçeği hatırlatanlardan nefret eder oldu.
Eteklerimizde taşlar ve ruhumuzda yaralar var oldukça kanayacak hep bir yerler.
O zaman taşlarımızı ayaklarımıza düşürmeden, kanamadan geçebilir miyiz bu hayatın içinden ve kimseler incinmeden geçmişin acılarını çıkarabilir miyiz gün yüzüne ?
Yaşanan toplumsal olayları incelemeden, irdelemeden, sorgulamadan, sağlam gerekçelere dayandırmadan suçlamak ve yargılamak sağduyudan, öngörüden uzak insanların işidir.
Hiç kimse, yaşanan toplumsal olayların üzerinde durup düşünmüyor. . Herkes, yarın sabah çekip gidecekleri bir handaymış gibi yaşıyor. Herkes bencilce kendini düşünüyor.
Peki, hangimiz özgürleşmek için korkularımızdan arınmaya, yada kendimizle yüzleşmeye hazırız?
Kim olduğumuzu keşfetmeye, özgürleşmeye ve hatalarımızla-eksikliklerimizle yüzleşmeye hazır olmak, en üst anlamıyla kendi benliğimizin farkına varmaktır.
Arınmanın olduğu yerde, yeni tomurcuklar filizlenir, öfke kin nefret fışkırmaz..
Herkes yüzleşmeli ve silkelenmeli tarihin küf kokan odalarından, çıkarmalı yalanı-dolanı,kıyımı...
Ancak o zaman demokrasiden, insan haklarından, korkmadan,ürkmeden,sancılı rüyalar görmeden bahsedebiliriz..
İnsanın kendiyle yüzleşmesi bir yerde geçmişin gerçekleri değil, bunların bizim için ne ifade ettiğidir.
Kim olduğumuzu keşfetmeye, özgürleşmeye ve hatalarımızla-eksikliklerimizle yüzleşmeye hazır olmak, en üst anlamıyla kendi benliğimizin farkına varmaktır.
Gönül gözüm açılıp, ufkum genişledikçe*
Unutup yaşamanın hor türküsünü
Ovada
Dağda saklı bir mavi için
Uzun uzun yağmuru okuyorum
Uzun uzun ıslığını taşıyorum rüzgarın

22 Kasım 2019 Cuma

Zaman Kanatlı

Hayatımız; savaşlarla, dünyayı yağmalamakla, birbirimizi boğazlamakla geçiyor.
Sevgimiz olmadıktan sonra; daha çok paramız olsa, daha üstün olsak, daha çok toprağımız, evimiz arabamız, malımız olsa ne olur?
Sevgimiz yok, hiç bir şeyimiz yok.
Belki de yeniden öğrenmemiz gereken budur...
Bize sunulan basmakalıp hayatı yaşamaya o kadar çok heveslenmişiz ki bir türlü yırtıp çıkamıyoruz...
Yırtıp çıkmak çoğu zaman külfet gibi geliyor.
Hepimiz bir kıskacın halkalarında dönüp duruyoruz.
Birbirlerini kandıran ve mutsuz hale getiren bizler değil miyiz ?
Anlamıyorum ne düşmanlığımız var birbirimize, nedir yeryüzünde paylaşılmayan ?
Farklı görünüşlere sahip olmaktan başka üstünlüğümüz de yok.
Eksik bedenlerin içinde bilge bir ruh olmayı başaramadık.
Dilimiz yüreğiyle konuşmuyor, kimi zaman riyakar kimi zaman samimiyetsiz!
Adam gibi sevmesini de, sahip çıkmasını da beceremedik.
Birbirine en yakın insanlar bile birbirlerini anlamaya çalışmıyor.
Oysa zaman safir, zaman kanatlı, kimseye torpilde yapmıyor.
Unutmayalım her gönül başka bir gönülde ışığa durur ve ışığıyla dünyayı aydınlatır.
Ve zenginlik, güç talihin verdiği hediye olabilir ama iyi ve doğru dürüst olmak ''MUTLULUĞU VE SEVGİYİ'' sanata dönüştürmek tamamen kişinin kendi erdemlerinin sonucudur...
Olcay KASIMOĞLU

Bir İnce İştir Yaşamak Dediğin

Duymazdım önceleri durgun suların türkülerini/ oysa; yüreğimi gün ışığına çıkardığım dan beri/ bütün türküler sesimin rengi
BİR İNCE İŞTİR Yaşamak dediğin!
Mal-mülk yormasın yaşam keyfini, arzular nefsin kölesi olunca bükülür insan beli.
Iskalamamak için yaşamı; hayatın her zaman planlandığı gibi olmasında ısrar etmeyip, yüreğimizi o anda “olanlara” açık tutmak düşüncesi de olmalı.
Hayatın bize çelme takmasının, iç motorlarımızın arıza yapmasının en büyük nedeni; çoğu zaman istek ve arzularımızın çıtasını yüksek tutma ve gerçekte olduğundan farklı hale getirme ısrarından kaynaklanmaktadır.
Hayat her zaman istediğimiz gibi gitmez; virajları vardır, dipleri yaşarsın, üst katlarda alt katlarda dolaşırsın.
Bütün mesele bunları nasıl karşılayıp, yaşamımıza nasıl uyarladığımız ve o anın gerçeğini ne kadar kabul edebildiğimizdir.
Bunun içinde; ruhsal olgunluk ve sağlıklı bir sevgi anlayışına sahip olmak gerekir.
Yüreğinizi bu şeklide açarken amacınız yakınmalardan, reddedilmekten, ya da, başarısızlıktan hoşlanıyormuş gibi görünmek olmamalı sadece hayat umduğunuz gibi gitmediğinde iç motorlarımızı çalıştırıp, ben ne yapabilirim, bana düşen ne, nasıl başa çıkabilirim ?
Yoksa ben bittim, lanet olsun, ''neden ben'' gibi serzenişlerin hiç kimseye faydası yok.
Hayat hiç kimseyi kayırmaz, torpil yapmaz.
Yaşamın içinde, hayatın her zaman aynı çizgide gitmeyeceği bilincine sahip olduğumuzda perspektifimiz derinleşir.
Hayat anlaşılır ve eğlenceli olur. Her şeyine rağmen !!

ey sevgili
mavi kokulu karanfillerden güzelsin
fakat ne gelir elden
yırtık ama mavi
bir çığlık şehrinden geldim
çocuklar kadar beyaz
çocuklar kadar mavi değilim
Olcay KASIMOĞLU

19 Kasım 2019 Salı

Anlatılamayanın Sessizliği...

"Bir suskunluksun cevabı olmayan," dedi Yabancı Adam kadına.
"Evet" dedi Kadın." İnsanlar kendilerini riske atmalı, Ağaçlar için, dağlar için, aşk için, kuşlar, yaylalar....Sevgi sadece insanlar demek değildir, ayrıca ağaçlar, hayvanlar ve çiçekler demektir. Ve de kadınlara kıymamalı hoyratça erkekler... Bu haksızlık giderilmediği sürece ağlamayı, konuşmayı erteliyorum."
''İnsan değiştirmek istediklerini değiştiremediğinde, umuttan çok umutsuzluğa mahkum hissettiğinde, kederi artık varlık nedeni haline geldiğinde yani kendisini değersizleştirdiğinde bir “hiç” gibi hisseder. Ve bu doğaldır ancak bize “hiç” gibi hissettirenleri de göz ardı etmemek gerekir belki de.''
İnsan, çoğu zaman kendine bile susa biliyor. Canının yandığı yerleri bile bile,yüzüne gülüşler yerleştiriyor. Bazen kelimeler bile yetmiyor,dil susuyor, sözler dolanıyor. O zaman geriye anlatılamayanın sessizliği kalıyor.
Bazen daha fazladır her şey.Hepimizin su alan, incinen duvarları var. Yeter ki kalbimizde ki sağanaklara hayat vereni, verenleri fark edelim.
Işığa ve akışa gizemli bir geçiş sağlayan, bütün mışlardan, muşlardan arınmış olarak...
Bırakalım girsin içeri ışık..Yaşam bir nefes...

Olcay Kasımoğlu

17 Kasım 2019 Pazar

HABABAM SINIFI

Sahi "Hababam sınıfı" neden bu kadar sevildi?
Filmini izlerken öğrenci öğretmen bağlamında görünmez bir bağ, iyileştirici bir şefkat film boyunca kendini bize hissettirir.
Müzeye çevrilen "Hababam sınıfı"nın çekildiği yeri
ziyarete giderken birine, birilerine kavuşmanın heyecanını hissettim.
Dokunduğum kapı tokmağı, pencereler, merdivenler izlediğim bir film karesinden çok öte bir anlama bürünmüştü.
Hababam sınıfı filmi öylesine içselleşmiş ki ruhumda gerçekten yaşanmış mıydı, film miydi noktasında kendimi buldum.
Özlediğim insanları görmeye gelmişim gibi hissettim.
Anlatımın yeteriz kaldığı bir andayım desem abartmış olmam.
Bütün bu hissiyatlarla birlikte;
Her sinema filmi bir anlamda çekildiği dönemin sosyal,
ekonomik yapısına ilişkin önemli kanıtlar sunmaktadır.
Bu yapısı ile hem toplumun aynası olabilmekte hem de bu boyutlarda bireylerin algılarını etkileyebilmektedir.
''Rıfat Ilgaz’ın Hababam Sınıfı Cervantes’in “Don Kişot”u gibi kendi çağının toplumsal eleştirisi olduğu kadar, Rıfat Ilgaz da çağının tanığı... Hababam Sınıfı da çağının toplumsal eleştirisini çırılçıplak gözler önüne seren aynasıdır.
Cervantes’in romanında Don Kişot karakteri ne ise, Ilgaz’ın “Hababam Sınıfında ki Kel Mahmut karakteri de o!'
Bizi izlerken gülümseten bu film asıl gücünü, Rıfat Ilgaz’ın;
Bir sosyal antropolog, toplumbilimci, eğitimci, öğretmen ve büyük bir mizah ustası olmasına borçludur.
İnsanların eğitim ve okul yaşantıları her dönem de sinema sektörünün önemli bir malzemesi olmuştur.
Bir insanın yaşamının önemli boyutlarından bir tanesi de hiç kuşkusuz eğitim yaşantısıdır.
Rıfat Ilgaz, “Hababam Sınıfı” romanındaki tipleri, birer sanatsal, edebi gerçekliğe dönüştürerek, mizahın çarpıcı diliyle verirken hem eğlendiren hem düşündüren bir mizah dili örgüsüyle yapmıştır.
Sanatın insan algısını nasıl yönettiğini gözler önüne seren, haylazların anılarına yolculuk başlatan bu renkli yer muhakkak gezilmeli, görülmeli.
Köşe başı bana göz kırpıyorlardı.
Kim buna yalan diye bilir ki😊🌹