Translate

9 Eylül 2019 Pazartesi

Herkes kendi aktığı yatağı bulacak...

Hepimiz bunaldığımızda bir çıkış tüneli aramaz mıyız, dayanacak sağlam bir kale, yaşımız ne olursa olsun sıcacık bir kucak aramaz mıyız?
Şefkat duygusunu besleyen ve geliştiren ''en güvenilir şefkat abidesi'' bana göre tanınan özgürlük içerisinde gelişen sevgidir.
Biz buna güven ya da uyum, bütünlük de diyelim; bir kişinin niyetiyle davranışları birbiriyle tutarlıysa, uyum içindeyse, içi dışı birse o kişi bütünlüğe sahiptir.
İnanırlığı ve güveni yaratacak olan da uyumdur. Zaten uyumlu insanlar kendi derin değerleri ve inançları ile ahenk içindedirler, özleriyle sözleri birdir. Aynı zaman da bu bütünlük tevazuyu da içerir. Bütünlük zor olduğunda bile doğru şeyi yapma cesaretini verir.
Hepimiz kendi hapishanemizin gardiyanları değil miyiz zaten? 
Duvarlar da korkularımız...
O zaman hepimiz ''sevginin dilini kullansak'' güven duyabileceğimiz limanların sayısını arttıracak davranışlarda bulunsak, döktüysek doldurmaya, yıktıysak yeniden yapmaya çalışsak;
Başka türlü yaşanmaz mı bu dünya (!)

Hayatımıza giren insanlara yüreğimizden söyleyebileceğimiz en güzel dörtlük de bu olsun;
Seni, için de eğer'le başlayan hiç bir cümle için de anmak istemiyorum.
Seni, çünkü'diye başlayan, için de met-cezirleri olan çıkarlara yem etmek istemiyorum.
Seni, şunlara rağmen değil, her şeyinle olduğun gibi seviyorum demek istiyorum, her şeye rağmen...
Evet iyi bir insan olduğun için her şeyine rağmen seviyorum, seveceğim diyebilmek.
Yeter ki özündeki insan olma ve sevgi bilinci mışlı yaşamdan uzak anlamlı, yaşanılası olsun..
İnsanlar seçimlerini yaşar...
Kimileri pencereden bakar hayata
Kimileri pencereyi kaldırır aradan
Yüreğinin harmanladığı kadardır yıllar
Yüzünün çizgilerinde, gözünün harelerinde
Yaşanmış yılların yangın izleridir yıllar
Gelip geçen yıllar saçlarını ağartsa da
Zülfünün teli bahar kokar...
Ve yüreğinin her ritminde hayat
Tek değil çift sesle akarken
Bensen...
Senben
Herkes kendi aktığı yatağı bulacak...
Olcay Kasımoğlu

6 Eylül 2019 Cuma

''Simurg Olmak Zamanı' romanımızdan bir bölüm

Sözcükleri ince ince, tane tane, sevgiyle nakışlayarak kağıda dökmeye başladım. Yazmak en büyük terapimdi.
Hayat her gün yeni bir sürprizle elimizden sevdiklerimizi alıyordu. Sanki bir yıldız akıyor da görmüyor kimse ve bir niyet tutmuyor.. İnsan, dilemeyi elden bırakmamalıdır. Gerçekleşmesi uzun süren, bütün bir ömür boyu devam eden dilekler vardır. İçimden geçenleri yazmak isteğiyle, nazlı kızım için güzel bir yaşam diliyordum.

Günlüğümüzün adı: “Aşktın Sen, Kokundan Bildim”


“Sevgili kızım;


Küçüklüğün anıları değerli ve şaşmazlık içinde sevgi imbiğinden geçerler.

Bütün bu yaşadıklarından ne öğrendin anne dersen; bilinçli sabrın ve sağlıklı sevgi anlayışının, yaşamın anahtarı olduğunu, açamayacağı kapı olamayacağını söyleyebilirim.
Bu yazdıklarım; yaşadıklarımın izdüşümlerinden, görüp gözlemlediklerimden, mücadele ruhumdan bir armağan olsun sana güzel kızım.

Hepimiz insanız. Kadın, erkek kimliklerimiz cinsiyet üzerinden oluşur. Sen kadınsın şunları, sende erkeksin bunları yapacaksın diye bir kanun ve tüzük yoktur sevgili yavrum. Bazı kavramlar, toplumsal boyutuyla hayatımıza sızar ve öyle gerçekmiş gibi gelir ki, sen bile inanırsın.

Zihin, herkesin tanımladığı doğruyu, çoğu kez doğru kabul eder. Bu doğru, yanlış bile olsa, toplumsal bilincin veya inanışın böyle bir gücü vardır. Kadın rol gereği, hep verici görevini, erkek de alıcı görevini üstlenmiş gibi bir yanılsama vardır, bu o kadar gerçek gibi gelir ki, yanlış bildiğimiz doğrular gibi.

Güzel kızım;


İnsan önce kendine ayna olmalı ki, başkalarının yaşamları üzerinde olumlu etkiler oluşturabilsin. Yaşadığımız düzende herkes, kendi farkındalığına sahip çıkmalı, kendi varlığının tanımını bilmeli; kendine düşen sorumluluk bilinciyle hareket etmelidir. Kendi yaşamlarına sahip çıkanlar ve yaşamın insana verilen en güzel hediye olduğuna inananlar; umut etmekten, inanmaktan asla vazgeçmeyeceklerdir. İnsanı, umut terk etti mi, yaşam sevinci de biter.

Bu gerçeği savunurken önce kendimiz inanmalıyız. Hayatın anlamlı, yaşanmaya değer olduğuna inandığımızda, bu davranışlarımıza da yansır. Hayata ve içindekilerine farklı bakış açıları da geliştiririz.

Ne olursa olsun; kendimizi bilmek çok önemli. Kendimize bilmezsek, yeteneklerimizi geliştiremeyiz. Anlaşılır ve tutarlı olmak, karşımızdaki insanlara güven verir, bunun cinsiyeti yoktur güzel kızım. Biz bunun bilincine ulaşamamışsak, birey olmayı başaramamışsak, başkalarının bize biçtiği rollere inanırız. Kendi yaşam manifestomuzu oluşturamayız.


Unutma kırçiçeğim; Kendi varlık nedenini sorgulamayan, yaşamı bir bütünlük içerisinde algılamayan kadınlar, başkalarının kendilerine biçtiği rol modeli oynarlar.

Oysa, başkalarının bize yaptığı kaleler er veya geç yıkılıyor. Her yıkıntı, toz dumanla karışıyor içimize. O zaman yıkıntılar arasında bir el aramaktansa, gönüllü bir yaşamı paylaşmak ve kaleleri birlikte, omuz omuza, hiç bir pişmanlığa yer bırakmadan sevgi bilinciyle geliştirip; daha yaşanılası, sevilesi bir hayat yaratabiliriz.


Elimizi taşın altına koyalım, eril toplumun oluşmasında ne kadar pay sahibi olduğumuzun muhasebesini yaparak, insanca duygularla yaşamın içerisine yürüyelim.

Mecliste, bilimde, siyasette, sanatta yerimizi alalım.
 Kibarlık, yalnızca “teşekkürler, lütfen” demekten ibaret değildir. Bir de, zihinsel kibarlık vardır: başkalarını dinlemek ve kendi fikirlerimizi onlara sunmak, samimi, içten ve anlamaya niyetli olmak. İnanıyorum ki dünyada sevgisizlikle birlikte, olumsuzluğun hükmü başlar bu hükme geçit vermeyelim güzel kızım.
Bizim hükmümüz bu olsun, ne dersin; yaşamalı ve sevmeli. Böyle olmak yüreklilik ve güç verir insana..

Güçlü bir kadın olmanın yanında; mutlu kadın olmak, bence sevdiklerimize ve kendimize en büyük armağandır. Kadın ya da erkek, sonuçta yaşam sevinci, aynı yerden beslenir, yani yürekten.

El, etek öpmeden, yaşama sıkı sıkı sarılmanın, en büyük mucize olduğunu ve sevdiğin adam için, sevdiklerin için, anlamlı,üretken sevgilere durmanın, özgür ve özgün sevgiyle mümkün olabileceğini söyleyebilirim. Herkes kendi yüreği kadar sarılır hayata, herkes kendi yüreği kadar sarılır dünyaya. Gün gelecek dostların kadar düşmanların da olacak.

Unutma yavrum hayat bir dengedir. Kurabilirsen dengeyi, dil de senin göz de, yarda senin, yaren de. Hayatla kurduğun dengeye, aklınla muhakemeni yap. Akıllı insanların ağzı, kalbinde olur. Akılsızın ise, kalbi ağzında olur. Bilincin, tam boşluğun farkına tamamıyla varmanla oluşacak, onunla; tamı tamına, buluşman.

Yüreğinin sesine güven. Hiç bir zaman yerine getiremeyeceğin şeyler için söz verme. Kendinin değerli olduğunu unutma. Kendini önemseyen, karşısındakini de önemser. Sabırlı olmak güzeldir lakin doğru eyleme ve düzgün insanlara sabırlı ol. Yanlışın hükmüne, hoyratlığına sabır, sabır değil ezadır.

Geleneksel toplumlar bu konuda işine geldiği gibi, belli kalıplar içine sıkıştırırlar sözleri ve sözcükleri. Yaşama, yaşatmak ve yaşamak hakkına saygıyı, kendine saygıyı, yaşam felsefen yap, lütfen.

Sen yüreğimin denizi kızım, yalanı yılan bil. Yalanla kurulan her şey temelsiz ve eğretidir, er geç yıkılır. Her yıkıntı, tecrübeyle birlikte izler de bırakır. Kendinle ve yaşamla barışık ol. Kendin ol yavrum, ben senin bahçene sevgi ektim.
Unutma, sadece analar, babalar koşulsuz sever...

Seni Her Koşulda Seven Annen...


Kızımın günlüğünü kapattım ve o günün anısını canlı kılan, nergis çiçeğim-izden bir parça alıp, arasına koyup kapattım. Kitap sayfalarının aralarına koparılmış çiçekleri koyunca, onlara hayat akmış gibi, mutluluk hissediyorum. İki sevgilinin buluşmasındaki heyecan, özlem, koku ve renk gibi. Bir olmuş iki sevgilinin, dilsiz, sözsüz konuşmaları gibi.


Sabahleyin martı sesleriyle uyandım, evet martı sesleriyle. Karşı binanın tepesine yuva yapmışlar. Ne hoş bir tanımlama ‘tepesine.’ Martılar gürültücü kuşlardır. Özellikle üreme dönemlerinde, şehirlerde, apartman çatıları ve benzeri yerlerde yuva kurabilirler, bu zaman zarfında cırlak sesleri ile etrafı rahatsız edebilirler.


Kavga mı ediyorlar, sevinç çığlıklarımı bilemedim ama olsun, açtığım pencereden içeri giren gün ışığı sabahımı sevindirdi. Küçücük alanlara sığdırdığım bedenimin, kocaman dünyalara akışının sayfalarını seyrediyorum en azından.


Kimi yaşam sayfalarını bir çırpıda tüketiveriyoruz. Anlamadan geçtiğimiz satırlar, paragraflar sonra kocaman yıllara dönüşüyor. Kimi yaşam sayfalarında uzun uzun düşünüyoruz, kimini paylaşıyor, kimini koparıyoruz.

Belki, kimi sayfalarda kalma isteği, hiç dönmemek isteği, tam da eksildikçe çoğalma noktası. Benim de kaçan sevdalardan arda kalan şiirlerimi ve dallara, çiçeklere söylediğim şarkıları; mahcup ve çocuksu gülümsemelerle armağan ediyorum kendime.

Biliyorum, bir yaşamın düş yorgunu olmak çok zor ama ya olmasaydı, o zaman ne anlamı kalırdı yaşamanın!


Biliyorum, beklemek zordur sadece ümidin varsa beklersin. tıpkı turnalar gibi.

Onlar konmaz, her biri kendi eşini arar, bulan göçer gider, bulamayan bekler ölene kadar, hala bekliyorum biliyorum gelecek...
Sevda budur sevda sabırdır...
Senelere, mevsimlere, yıllara aldırmadan usanmadan beklersin.

Olcay Kasımoğlu

Yaşamsal Fark Ediş

Yaşamsal fark ediş her şeyden önce insanın kendini bilmesini sağlamalıdır.
İster bir gün, ister bir yüzyıl yaşayalım, asıl soru hep var olur, ”Kendini bilmek nedir?”
Varlığının anlamını içselleştirmişsen sorgulamanın gücünü fark ediyorsun. Kendini fark ettikçe yaşamsal fark edişin önemini kavramaya başlıyorsun.
İnsan, gelişim gücünü kendinden alan, oluşum halinde ki bir varlıktır. İnsanların duygu, düşünce, davranış biçimleri kendilerine özgü olduğu için, her insan başlı başına bir varlık olarak değerlendirilmelidir. İnsan doğuştan iyidir ve bu potansiyelini uygun koşullarda en üst düzeye kadar geliştirerek kendini gerçekleştirebilir.
Hayatımızdaki herhangi bir şeyi değiştirmek istediğimizde bakacağımız tek bir yer var,”Kendi içimiz.” Yaşamsal fark edişin en önemli ayağını oluşturuyor.
İnsanın hayattaki en büyük başarısı kendini bilmesidir. Kendini bilmek aynı zamanda önümüzü aydınlatır. İnsanın kendisini bilmesi kadar büyük bir nimet yoktur.
Kendini bilmeyen, hatta aramayan kişi, yaşamını da boşa geçirmiş, eserini verememiş, kendini gerçekleştirememiştir.
Kaldı ki insanın en büyük pratiği kendi hayatıdır desek abartı olmaz.
Deneyimlerimizden çıktığımız yolculuğumuzda her durakta ve her yolda hayatın anlamına dair edindiğimiz her öğreti bize yeni bakış açıları sunar.
Kendini bilen insanın akılla bağlantılı bir eylemi vardır. Kendine özgü bir canlı olmanın da ötesine geçerek yaşama anlam katar. Bunlar da kendini tanıma, sınırlarının farkına varma, bilgi sahibi olma ve yürekliliktir. Bu olumlu özelliklerin varlığıyla belli bir zihinsel olgunluğa erişince insan, sahip olunan bilgileri anlamlı ve sağlıklı kullanma, yaşamı doğru ve anlamlı bir şekilde yorumlayabilme bilgeliğine de ulaşmış oluyor. Hayatın anlamına da derinlikli bir bakış açısı kazandırıyor.
Dünyanın en büyük temel sorununun, insanın kendini bilmemesinden kaynaklanan bilgisizlikten ve bilgiye duyulan ilgisizlikten kaynaklandığını söylemek de mümkündür.
Kendimizi tanıdıkça hayatın anlamına yaklaşım tarzı-imiz değişiyor. Zamanın en değerli hazine olduğunun farkına varmaya başlıyoruz.
Kendini tanımayan insan, yaşamı olumlama yetkinliğinden yoksun oluyor. Kaldı ki insan kendine adil değilse, kendi öz benliğini içselleştirmemiş ise hep başkalarini oynar.
Kendine emek vermemiş, yaşamda bir duruşu olmayan, mazeretlere sığınarak,sürekli bir günah keçisi arayan insanların yaşama katacağı çok fazla bir şey yoktur. Kendiyle savaşı bitmemiş bir insanin yaşama katacağı bir şeyde olamaz. İnsan kendini bilince nerede susması, nerede inisiyatif alması ve nerede konuşması gerektiğini bilir.
Her insan eşsizdir ve ona ait olan bir şeyleri yapmak için dünyaya gelmiştir. Hayattaki amacımız, kendimizi tanımak ve hangi yaratım için dünyaya geldiğimizi bulmak olmalıdır. Amacımızı bilmek, kendimizi tanımanın da bir parçasıdır.
Şimdi ki çağa baktığımızda, insanlar kendi varoluş anlamları dışında amaçsız ve idealsiz hayatlar yaşamaya başladılar. Yaşamı, konuları, olayları sorgulamayan insanların sağlıklı düşünme kapasiteleri kuru ve yavan olur.
İnsan olarak potansiyelimizi değerlendirmenin ve içsel değişimin önemini anlamanın esas olduğuna inanıyorum. Bazen ben bunu, hayatımızda ruhsal bir boyuta sahip olmak diye adlandırıyorum.
Çünkü insan aynı zamanda sorgulayan bir varlıktır. Sorgulayan bir varlık olması ise insanın her şeye kendiliğinden boyun eğmeyeceği anlamını taşır.
Ve ne olursa olsun insan önce kendine ayna olmalı. Ancak o zaman kendi iç sesini duymaması diye bir şey söz konusu değildir. Yeter ki kendimizin ve sınırlarımızın farkında olalım. Kendi kişisel değerlerimizle, bütünlüğümüzle örtüşen her seçimimiz yaşamımızı daha değerli ve coşkulu kılar.
Hayatı anlamlandırmak, anlamlı yaşamak insanın kendi özünde ki coğrafyayı keşif etmesiyle mümkündür. Ondan sonra kendini bilmek, birey olmanın farkındalığına varmak. Duvar olmakla, katı olmakla, tavır almakla, mazeretlerin arkasına saklanmakla kendimiz olamayız...
Hayatımızdan gün çalanlarla değil, hayatımıza anlam katanlarla çoğalmak sevgiyle, inançla, güvenle…
Kaldı ki herkesle aynı olmak zorunda da değiliz. Kendimiz olalım yeter. Kendi hikayemizin kahramanı olalım yeter.
Olcay kasımoğlu

5 Eylül 2019 Perşembe

Paraya Endeksli Akıl Her Yana Döner!

''Para yiyecek alır ama; iştah alamaz.
Para yatak alır ama; uyku alamaz.
Para bir ev alabilir ama; yuva alamaz.
Para lüks şeyler alabilir ama; kültür alamaz.
Para eğlence alır ama; mutluluk alamaz. (alıntı)
Para göreceli bir şeydir, fukara için hayal, zengin için bir kağıt parçası, alim için araç, deli için anlamsız, kendini bilmeyen için amaçtır..
Günümüz yaşam koşullarında insanlar 'PARAYI' amaç olarak görmeye başladıklarından beri yaşamın her alanında bir kirlenme, yozlaşma görülmeye başlandı.
İnsanlar kolaycılığa dilenciliğe alıştırıldı. Kıssadan hisse yaşamın anahtarı oldu.
İnsanlara kolay yoldan para kazanmanın yolları öğretildi.
İnsan aklı basitleştirildi, yetinmesi öğretildi. Bütün değer yargıları bilinçli olarak dejenere edildi.
İnsan yetindiği zaman, bu ya aklın azalmasına ya da yorulma ve usanmasına işarettir.
Akıl, parayla yer değiştirdi. Aklın vicdanı parayla bilinçli olarak törpülendi.
Çünkü güçlü bir akıl kendiliğinden durmaz.
Her zaman ister ve kendi gücünün ötesini arar. Eğer ilerlemezse, zorlanmazsa, çarpmazsa, o zaman yarı canlıdır. Emek vermese, gayret göstermese farkındalık yaratmayacağını bilir.
Bir insanın düşünme gücünü paraya endekslersen, parayı amaç olarak empoze edersen ya kişiliğini yitirir, ya da kaçınılmaz nankör olur.
Bir insanın ruhu gevşek, karakteri zayıfsa paranın kölesi olur. Paranın kölesi, özgürlüğün düşmanıdır.
Yargılama gücü ve içtenlik olmadan doğru yol kestirilemez. Bu tarz insanlarla da yol yürünmez.
Benjamin Franklin/ ne güzel demiş;
''Paranın satın alacağından değil, paranın satın alacağı insanlardan korkunuz.''
''Paran kadar adamsın'' diyen bir zihniyetin, insan olma çabası ne kadar adil olabilir ki !
Parayı yeryüzünde ''saltanat'' olarak görenler, özgürlüğün gerçek mutluluk, cesaretin de özgürlük olduğunu bilemediklerinden, savsaklama ile korkaklık arasında gidip gelirler.

Paraya baş eğen insanlar, büyük saygı göstermeye ve korkuya daha açıktırlar.
Yüzyıllar boyunca paranın gücüne itaat eden toplumlar da, itaat alışkanlık haline geldiğinden, hak aramayı, vicdanı unuturlar...
Parası olmayan, ya da az olanlar onların gözünde yaşamın defolularıdır, inanmışlardır ''paran kadar insansın'' soytarılığına.
Artık günümüz dünyasında halkın basit çıkarlarına göre siyaset yapmak, rüşvet, yeteneksiz insanların önemli mevkilere getirilmesi, tutarsızlıklar, paranın satın aldığı ekmek kapıları emeği itibarsızlaştırmıştır.

Emek ve sabır iyi birer öğretmenken maalesef parayı araç olmaktan uzaklaştıran zihniyetin elinde yaşamın amacı haline gelmiştir.
Burada gelecek üzerine kaygılı olan akıl, huzursuzdur. Bu nedenle insanlarda sürü psikolojisiyle birlikte kolaycı yaşamın erdemsiz tüyoları yaratılarak akıl devre dışı bırakılmaya çalışılmaktadır.

Paraya tutsak, paraya kul insanlar kendileri için dönen her çarkı, her şeyi mubah sayarlar.
Saydığı yerde hayatın anlamını kavramak, sorgulamak en büyük suç sayılmıştır.
Eğer kavrayış yoksa, bilgi de bir işe yaramaz..
Her şeyi parayla satın alabileceğine inanmış insanların hali, rüzgarın bulutları önüne katması gibidir.
Sevgi dolu bir yürek en büyük zenginliktir.
Para kazanın ama paranın sizi köleleştirmesin izin vermeyin.
Her şeyin para ile ölçüldüğü bir yerde ''toplumsal adaletten, huzurdan'' hiçbir zaman bahsedemeyiz
Parayı iyi ya da kötü, doğru ya da yanlış yapan bizim onu nasıl kullandığımızdır.
Birinin, birilerinin para hırsı, diğerinin yaşam hakkını elinden almamalı...

Hırsların merhameti yok!

Bu dünya yalan
Bu insanlar fani derken
Aydınlıklar içinde karanlığa durmuş
Akıl fukaraları görmüşüz
Cahillerden cehaleti görüp
Teklifsiz
Pervasız
 İşkilsiz hallerinden uzak
mesut insanlık için,
Bu dünya üzerinde
Cahillerin yüzyıllar boyunca saflarında
Haksız ve cömert yaşayan
El-etek öpücülerimizi kınadık
 Yüz çevirdik
Yaşamak aşkına bilim aşkına
Ekmek aşkına emek aşkına
Cehaleti gömeriz zindanlara derken;
Yirminci yüzyıl insanı
Oturmuş bir masada insanlık bozan düzenbazlarla
Kılıçtan keskin olmuş söz şeytana ortam hazırlar.
Cehaletin kesmediği bir baş savaşsız bir dünya.
Marifetten bilgelik olsun dağarcığımız.
Kalksın sınırlar ekilsin toprağa insanlık sevgisi
Anlayabilmek bir çocuğun yüreğinde tüm dünyayı
Sığdırabilmek avucuna insan teninin sıcaklığını
Ve onurlu yaşamanın bilinçli aydınlığın d,
Yıkacağız bilinç dışının karanlık yanı cehaleti...
Olcay Kasımoğlu

İnsanın kendi değerleri kendini değerli kılar

İnsan yaşadıkça; sır yerkürenin içinde ki mananın sırrına tam muvaffak olamasada, bir çok şeyi doğru yerden görmeyi ''ÖĞRENİYOR'' zamanla !
Görüntünün olası içeriği: gökyüzü, bulut, açık hava ve doğaYaşadıkça, yaşamın içine aktıkça, içinde ki öz söyleşir, gönül penceresi açar kapılarını.
Zamanla birlikte, sorular doğruysa hangi duvar yıkılmaz, hangi gönül penceresinden tülü kaldırmaz
İnsanların içinde iyiler ve kötüler olduğunu, her insanin içinde, iyilik ve kötülük bulunduğunu görürsün.
Bu ikilemi, kişinin nasıl yontabildiğini ve hangisini öne çıkarabildiğini etkileşime geçtikçe, yaşadıkça anlarsın.
Sonra, insan tenini o tenin altında bir ruh bulunduğunu, ruhun tenin üstünde olduğunu görürsün.
Aydınlanmanın yollarını ararsın, aydınlanmadan karanlığın yırtılmayacağını görürsün.
Birlikte yaşamanın önemli olduğunu, bunun için ''bölüşmeyi, hakkaniyeti, sosyal adaleti'' öğrenmenin yaşı olmadığını ve insanca yaşamak için elzem olduğunu öğrenirsin.
İnsanların ''kendilerine rağmen'' gidecek yol bulabildiklerini görür, şaşırırsın.
Kalıplar içinde düşünmenin, düşünce boyutlarını nasıl örselediğinin farkına varırsın...
Gerçeklerin,  kimine göre gerçek, kimine göre değil bunu öğrenirsin.
Baktığın yerle, durduğun yer arasında nasıl ince ayarlar olduğunu anlarsın.
Senin doğrunla benim doğrumun aynı evren de farklı olabileceğinin şaşkınlığını yaşarsın.
Kapalı pencerelerin ardından hayata bakmakla, gökyüzünde uçan bir kuşun bakışıyla bakmanın farkına, farkındalığına yaşadıkça varırsın.
İnsanın insana üstünlüğü nedir diyen sorular içerisinde bulursun kendini.
Sonra, üstünlüğün kıstaslarında kendine bir yol bulmaya çalışırsın, kendi yüzünü aynada görmeye başlarsın, gördüğün seni yanıltmaz, kendine aydın, kendine adıl kendine insaflı olmayı da öğrenirsin.

Kendine yolculuklar başlar... olgunlukla birlikte kendine saygısı olmayanın yanında saygı aramazsın.
Mücadele etmekle, gereksiz kavgaları birbirinden ayırırsın.
Ve sabrın değenler için bir mücevher olduğunu, gereksizlere harcandığında ise yerini keşkelere bıraktığını anlarsın.
Vicdan sahibi olmak, vefa...bunlar var ise diğerleri zaten eşlik eder... farkına varırsın.
Namusun ''insan vicdanı'' olduğunu anlarsın ve yalanın ocağı olmadığını, iyiliğe duran hiç bir yerde yeşermediğini.
Ve sevmenin yazılı hiç bir kuralı olmadığını, sevmenin yaşamanın ruh kapısı olduğunu öğrenirsin.
Anlarsın ''CESARET'' edip yaşamadan, hiç bir gerçekliğin farkına tam olarak varamazsın, ANLARSIN !!
Olcay KASIMOĞLU

Doğa ile insanın denge kuruşu ve zarif hikayesi...

Görüntünün olası içeriği: bir veya daha fazla kişi, ağaç ve açık hava
Dersu Uzal'a karakteri için ''Hakiki insan'' demek beni son derece mutlu ediyor.
‘’Dersu'nun utangaç bakışında dallar çığlık çığlığa/ Kokular ışıklar ve esintilerle/ Ağaçta kuşlar cıvıldaşır, kanatlar uçmak ister.’’ işte böyle bir şey doğayı ruhunda hissetmek..
Akira Kurosawa'nın 1975 yılında yönettiği Dersu Uzala filmi, bir Rus seyyahı olan Vladimir Arseniev'in Doğu Sibirya'ya yaptığı geziler sonucunda kaleme almış olduğu aynı adlı kitaptan yola çıkılarak perdeye aktarılmıştır.
Görevi nedeniyle topografik araştırmalar yapmak üzere bir grup askerle bölgeye gelen ve buranın haritasını çıkarmaya çalışan yüzbaşı ormanda çalışma yaparken Dersu'ya rastlar.
''Çinli mi koreli misin,'' diye sorar.
Dersu Uzala: ''Gezginim'' der.
O' sularda iz aramak için yola koyulan bir avcıdır aynı zamanda.
İyi bir gezgin ve avcı olan Dersu ''İnsanlara tehdit oluşturan bazı şeyler sessizlikte yatar,'' derken doğanın iç sesini nasıl içselleştirdiğini anlatır.
Arseniev'in Dersu'ya ''bize katılıp rehberlik yapar mısın'' demesinden sonra ekibe katılan Dersu, ormanda var olan her şeyi canlı olarak görmekte ve her şeyin bir ruhu olduğuna inanmaktadır.
Şafakla birlikte doğan güneşe''Güneş en önemli adam'' derken, ''Ateş, su, rüzgar''da üç önemli adamdır seslenişini yapar.
Görüntünün olası içeriği: 1 kişi, açık hava
Özellikle Dersu'nun terk edilmiş bir kulübeye belki de hiç göremeyeceği insanların hayatta kalabilmeleri için ''Kibrit, pirinç, tuz ve odun,'' koymak istemesi Arseniev'i ve arkadaşlarını çok etkiler. Hayranlıkla bakarlar Dersu'ya. Aralarında çok güçlü bir bağ oluşur.
Zaman ilerledikçe bir gün gelir yolları ayrılır ve uzun zaman birbirlerinden haber alamazlar.
Uzun bir aradan sonra buluşmaları ise tam bir şölendir. Nasıl bir hissiyatla beni doldurdu, içim resmen coştu.Bu sahneyi bütün iliklerime kadar hissettim o nasıl bir sarılış ve bunu izleyiciye hissettirme.
İlerleyen zamanlar da Dersu'nun görme yeteneğinde azalma olması doğadaki yaşama şansını azaltacağı için yüzbaşı kendiyle şehre gelmesini ister. Bu onun için çok zor bir karardır. Tamamen hakiki ve doğal yaşamış bir insanın şehir hayatını kabullenmesi kolay olmayacaktır.
Yüzbaşı ''Şehri'' sembolize ederken Dersu''Tabiatın kalbi''ni sembolize eder.
İlerleyen zaman içinde, tabiatın gün yüzlü Dersu'su mutsuzdur.
Yüzbaşısına ''İnsanlar kutular da yaşıyor. Ben nefes alamamak'' der...
Buralarda yaşayamam. İnsanlar suyu parayla alıyor oysa su nehirlerde akar. Ya odun, odun satılmaz, herkes ihtiyacı kadarını alır.''
Etrafına eşsiz bir gözle bakan Dersu mutsuzdur. Gerçek bir etkileşim istemektedir.
Özellikle yüzbaşının oğlundan ayrılmak onu ne kadar üzsede gitmek ister, gerçek vatanı bildiği doğaya.
Yüzbaşıdan kendini Azad etmesini ister, yüzünü doğaya çevirir ve gider...
Bu gidiş, bu dünyadan da gidişin son perdesidir.
Hiç görmediğim bir karakteri hayal gücünün yarattığı hayalle inanılmaz bir şekilde sevdim.
Kutluyorum sinemaya ruh veren, onu hayatla ilişkilendiren bütün sanat yapıcıları.
Olcay Kasımoğlu

4 Eylül 2019 Çarşamba

Herkes kendi mutluluğunun demircisidir💙

Olgun sevgi, insanın kendi bütünlüğünü ve bireyselliğini koruduğu bir birleşmedir...

''Sevgi ayni zamanda insanda dinamik bir güçtür...
İnsanı çevresindeki insanlardan ayıran, insanı diğer insanlarla birleştiren bir güç...

Sevgi, insanın ayrılık ve yalnızlık duygusundan kurtulmasına yardım eder ve yine de kendisi olarak kalmasına, bütünlüğünü korumasına imkan tanır...

Sevgide iki ayrı varlığın bir olması, yine de iki ayrı varlık olarak kalabilmeleri karşıtlığı vardır...

Gelişmemiş sevgi şu ilkeyi benimser;
“-Sevildiğim için seviyorum...”
Gelişmiş sevgi ise şu ilkeyi benimser;
“-Sevdiğim için seviliyorum...”
Olgunlaşmamış sevgi şunu der;
“-Seni, sana ihtiyacım olduğu için seviyorum...”
Olgun sevgi ise;
“-Seni sevdiğim için sana ihtiyacım var” der  Erich Fromm

Her şey değişiyorsa insanın umudunu bir ana bağlaması anlamsızdır. 
İyi ya da kötü zamanlar yoktur, sadece değişen zamanlar vardır.

Bakin Osho'da bu konuda yetkin bir bakış açısıyla aşkın anatomisini derinliğiyle anlatmış.
Sığ olan aşktan çok uzak bir bakış açısıyla..

'Aslında güzel bir tek başınalık içinde yaşayan insan ilişki kurabilir çünkü ilişki onun ihtiyacı değildir. O bir dilenci değildir, senden hiçbir şey istemez – dostluğunu bile. O vericidir. 
Kendi neşe, huzur, sükunet ve mutluluğunu paylaşır. İşte o zaman aşkın tadı bambaşka olur, işte o zaman bu bir paylaşımdır. 
Her iki kişi de tek başınalığın güzelliğini biliyorsa, o zaman aşk en üst noktasına erişir, bu nadiren mümkün olur. İşte o zaman aşkın başı göklere erer"diyor.

Ya ben; 
O gizemli kozayı delecek, bizi daha güçlü kanatlara kavuşturacak olan sevgidir diyorum.
Nede olsa en güzel emek insanin kendisi...

dışarıda
aşığın resmi sözcüsü davudi bir yağmur
yaşamın gülleriyle suluyor toprağın bağrını
ve her şeye inanmaya itiyor insanı

ya insanlar
insanlar yorulmuş
yıpranmış yalanların yüküyle aşkı gizli yaşıyor

ey eşiğimin bir tanesi
bırak sökük kalsın gece
saf nazla
hür aşkla
başlayanim ben
umuda 
sana
inanıyorum...

"Olcay Kasımoğlu

3 Eylül 2019 Salı

Akan bir ırmak gibi olmak herkesin harcı değildir...

''Karşılıklı konuşma olmayan yerde hayat da yoktur ve dünyanın en büyük bölümünde bugün karşılıklı konuşmanın yerini tek yanlı çatışma almış, diyaloğun yerini polemik tutmuştur.'' diyen düşünür bize çağımızın gerçek sorunu üzerine düşünmeye çağırıyor.
Trakyalılar, binlerce yıl evvel, buz tutmuş bir ırmağın üstünden geçmeden önce, onun donup donmadığını anlamak için, önden bir tilki salıyorlardı. Tilki, ırmağı geçmeye başlamadan, buzlar üzerine kulağını dayar ve sesi dinlerdi. Gürültü duyarsa, tehlike ve risk var diye ırmağın üzerinden geçmeye kalkmaz geri dönerdi! Tabii ki tilki, bunu Traklar için değil kendisi için yapıyordu..Tehlikeyi görmek, sezmek ve önceden fark edebilmek; tilki de bu yetenek ve zeka halen var!..
Güçlü bir akıl kendiliğinden durmaz. Her zaman ister ve kendi gücünün ötesini arar. Eğer ilerlemezse, zorlanmazsa, çarpmazsa, o zaman yarı canlıdır; peşine düştüklerinin sınırı ve şekli yoktur. Onun besini, hayrete düşmektir, belirsizliktir, avdır..
Hep sallantıda kalan insandan daha korkağı yoktur. Bir kez düşmek çok daha iyidir. Şu bilinmelidir; zamanın etkili gücü bedeni parçalayacaktır. Yaşam sana aittir, çok akıllıca kullanılmalıdır, bir gün toprak, gölge, boş bir söz olacaksın..Gelecek nesillerin hatıralarında kalacak kadar büyük işlerin içinde olunmadığı sürece de ha olmuşsun ha olmamışsın, kimin umurunda?.
Yürekli insan olmak, kol ve bacak işi değildir, cesaret ve sağlam ruh işidir.. Hiç bir şey yapmamak, her konuda en büyük tehlikedir..Bir insanın düşünme gücü rehin veya satın alındığında o, ya bütünlüğünü yitirir, ya az özgür olur, ya da kaçınılmaz nankör olur..Ruhsal istek ve sağlamlık her şeyin özüdür. Ruh gevşek ve az dirençliyse üzerine bir şeyler basmak daha kolaydır ve bu insanlar her duyduklarına kolay inanırlar. Yargılama gücü ve içtenlik olmadan doğru yol kestirilemez. Ruh korktuğu sürece rahat yüzü de görmez..
Sadece kendi işleri için çalışan, yaşadığı dünyaya hiç bir özveride bulunmayan, bunun yanında zarar da vermeyen bir insanin ''Zararsız'' ve ''Yararsız''yaşaması olması iyi olabilir mi ? Bence iyi olmanın da bir bilinci olmalı. Bir başkasının canı yandığın da sesi çıkmıyorsa, konuşulması gerektiği yerde susuyorsa tamda o noktada insan olma sorumluluğuna sahip çıkmıyorsa bunun neresi iyi olabilir. İyi olmanın da bir onuru olmalı. Kendine, ait olduğun çevreye ve ortak alanları paylaştığın bu dünyaya vefa borcun olmalı. Yoksa etliye,sütlüye karışmadan ''Yararsız'' insan olmanın neresi zararsızlıktır...
Baş eğen, zayıf toplum, büyük saygı göstermeye ve korkuya daha açıktır. Tam insan, savsaklama ile korkaklık arasında gidip gelmez. Özgürlüğün gerçek mutluluk, cesaretin de özgürlük olduğunu bilir.. Yüzyıllar boyunca itaat eden toplumlar da, itaat alışkanlık haline geldiğinden, hak aramayı öğrenemezler, yolunu da bilmezler..Güçlü bir fikre veya kitle hareketine ancak ölüm kalım meselesi olduğunda değil, hemen kulak verilmelidir.
Özellikle;

''Herkes başkasında, kendisi olabildiği kadarını görür, çünkü onu ancak kendi zekası ölçüsünde anlayabilir.
Bu zeka düşük türden ise, tüm zihinsel yetenekler, en büyükleri bile, onun üzerinde etkide bulunamayacaklar ve o da bu yeteneklerin sahibini algılayamayacak, sadece onun bireyselliğin-deki en düşük olanları, kendisiyle ortak olan zayıflıkları, mizaç ve karakter eksikliklerini algılayacaktır.''

Geçmişin güzelliğine değil, geleceğin stresine odaklanan palyaçolarız biz. Cebimizden düşürmüşüz bir şeyler, yerli yerinde değil. Biz başkanlarıyız. Yaşamanın büyük bir düş kırıklığı olduğuna inandığımız zamanlar oldu, ama her düş kırıklığının yeni bir düş parçası olduğunu bize söylemediler.
Yeraltından Notlar'da Dostoyevski'nin dediği gibi,
''Biz sevgiyi acıya boğarak severiz.”
Güzelliği, yaşamı, insanları sevmiyoruz, biz daha çok acıyı seviyoruz.
Oysa her yeni gününün yeni bir başlangıç olduğu düşünüldüğünde akan bir ırmak gibi olmak herkesin harcı değildir...

Olcay Kasımoğlu
  

Bir hiçlik türküsü değil midir özünde hayat?

Duymak, işitmek yetmez, anlamak için dinlemeliyiz.
Öylesine değil; aklımızla, kalbimizle, vicdanımızla doğayı-insanı dinlemek !
Fotoğraf açıklaması yok.Dinlemesini bilen insan; sorunların tespiti ve çözümünde daha az hata yapar. Dinleyerek daha iyi gözlemler yapar, farklı bakış açıları edinir.
Ön yargıdan uzak objektif kararlar verebilir, problemlere yeni çözüm yolları bulabilir.
İnsan kendi iç sesini dinlediği zaman, başkalarının sesine de derinlik kazandırır, empati yeteneğini geliştirir.
Başkalarının duygu ve düşüncelerine, kim olduğuna ve neler yaşadığına daha derinlemesine yaklaşır.
Kendimizi dinlediğimizde güçlü ve zayıf yanlarımızı keşif ederiz, böylece başkalarının da artı ve eksilerine yaklaşım tarzımız değişir.
Daha insanı bakış açıları kazanırız.
Dinlemek öze inmektir, bakılan ama görünmeyenlere dokunmak, derinliğe aydınlanmaktır.
Karşımızdaki insanlara gönül gözüyle dokunduğumuzda biz onun en yakını oluruz.
İnsanların duygularını anlamak kendimize olan güveni artırdığı kadar başkalarının da bize güven duymasına neden olur.
İlişkilerin kırılganlığını ve insanlar açısından taşıdığı önemi anladığımız zaman daha dikkatli ve özverili oluruz.
Başkalarının duygularını örselemeden onları anlamaya çalışırız.
Kendimize ve başkalarına kulak verdiğimiz zaman evrende bizi dinler, bizimle iş birliğine girer.
Lao Tzu'nin dediği gibi;

''Sözlerdeki incelik güven yaratır.
Düşüncedeki incelik derinlik.
Duygulardaki incelikse sevgi.''

Yankısını bulmuş bu seslerin, gelip yüreğimizde bizimle buluşmasından kim mutlu olmaz ki!

Olcay KASIMOĞLU


Sızlar bazı yaralar

Görüntünün olası içeriği: bir veya daha fazla kişi ve gece
Şiddet gören veya şiddet uygulayan kişiler çocuklarına kör olurlar.
Çoğu zaman( bu çok acıdır ki) ebeveynler çocuklarına kendi çaresizlik ve umutsuzluk duygularını geçirirler, güven hislerini veremezler hatta çoğu zaman kavgalarının tanığı olarak çocuklarını gösterirler.
O çocuklar ki her kavgada biraz daha yok olurlar.
İçlerindeki o kocaman sevgi deryaları sevgili ebeveyinleri tarafından ıstılaya uğrar.
Öyle çok korkarlar ki başlarına çektikleri yorganlar yetmez onları saklamaya. Yüzleri o öpülesi yüzleri avuçlarının arasında kapanır.
Aile içi şiddetin çocuklar üzerinde birçok etkisi olur.
Küçük yaşlardaki çocuklar yaşananlara anlam vermekte zorlanırlar ve kendilerinin bir hata yaptığına inanmaya başlarlar.
Bu da onlarda suçluluk duygularının oluşmasına neden olur, hayata korkak başlarlar.
Şiddete maruz kalanın kendine bakacak durumu yoksa, bilinci ve algısı gelişmemişse, çocuklarını o şiddet ortamının dışında nasıl tutabilir ki?
En hazını de şiddetin ikizi çocuklardır.
En büyük yarayı geleceğin babaları,anneleri alır.
Boyutları azımsanmayacak kadar önemli toplumsal bir sorundur.
sızlar bazı yaralar
usul usul döver insan yüreğini
göğsümde ise bir sevda kelebeği 
sızlar küskün suskun...


konuş dedi kadın
kaç durak yüreğin
sevdalı kuşları
gün ışığına çağıran
yazgısı türkülere yoldaş
bir atlastan geldim
kalbimdeki sağanakları
çiçeklenmenin
sonsuz seherine götürecek
yıldızlara
toprağa
denize aşıladım
tanelerin
sürgün verdiği yerden
mis kokulu
kızıl bir gül gibi
tohumla gövdene beni...

Olcay Kasımoğlu

2 Eylül 2019 Pazartesi

Sorgulanmayan düşünce gezinir bu topraklarda.

Sürekli arkasına bakan insanın yolu bitmez. 
Sadece gelecek üzerine endişe duymak da bizi değişimin içerisine itmez.
Değişim kolay değildir, birden bire, kendiliğinden oluşmaz sancılı da olabilir. Sabır, oto kontrol, gönüllülük ve sağduyunun olması gerekir. Her şeyden önce değişimin, gelişime açık olması gerekir.
Anlaşılır, istikrarlı ve anlamlı olmalı, yoksa; değişim, olumlu gelişme kayıt etmiyorsa, davranış değişikliği yaratmıyorsa anlam ifade etmez.


Çok sevdiğim bir Çin atasözü var;
''Kurbağa kendi batağından çıkmamışken ben ona nasıl denizden söz edebilirim? 
Kendi yöresinde kalan yaz kuşuna buzdan nasıl söz edebilirim?
Bilge, kendi öğretisinin tutsağıysa ona nasıl yaşamdan söz edebilirim ki?''
Mademki değişme dünyanın temel koyucu kuralı ise, niçin değişmeme, değişmemekte direnme ve değişmediği için de kişi erdemli kabul edilmekte?
O zaman, yıllarca sağcı olup daha sonra solcu olan bir insanı nasıl değerlendiririz ?
Ya da tuttuğu takımı değiştiren bir insana hangi gözle bakarız?
Tutucu ve kapalı bir yaşamı olan bir insanın radikal bir kararla yaşamının bütün yönünü değiştirmesine nasıl anlamlar yükleriz ?
Bu kavramlar üzerinden soruların yanıtını aradığımızda bu kavramlar ana ilkeler midir, ana ilke deyince ne anlıyoruz?
Milliyetçilik, solculuk,sağcılık, gibi bir sürü kavram ana ilke midir?
Diyelim ki ana ilkedir, bunları tümüyle terk etmek, değiştirmek bir gelişme midir, yoksa belli bir kesimin tanımıyla döneklik midir?
Ben hiç değişmedim önce neysem, bugün de oyum demek ‘tutarlı’ ve tutarlı oldukları içinde ‘erdemli’ sayılmak, bunun mantıklı bir gerekçesi var mıdır ?


Bütün bu soruların cevabı önce kişinin kendisini bağlar sonra toplumun sosyolojik yapısı üzerinden köklenir.
Aslında sorun değişmemekte değil, değişmenin nasıl gerçekleştiğindedir.
O zaman, tutarlılık bağlamında erdem; değişmemeyi değil de, değişmenin tarzıyla ilişkilidir.
Dünya görüşünün değişmesini ”mazur” gösterebilecek ”makul” gerekçeler her zaman vardır.


Gençliğinde belli bir siyasal görüşü savundu diye yaşamının sonuna kadar o görüşü savunmasını tutarlılık saymak, savunmadı ve değişti diye de döneklikle suçlamak haksızlıktır.


Burada ki en hassas ayrıntı ise ”siyası ve politik tercihlerin değişimi” rüzgarın yönüne göre esiyorsa, ‘yükselen değerleri” kollayan bir ideolojik kaypaklık içerisinde ise, sadece kendi egosuna hizmet edecek bir yol çiziyorsa; böyle bir değişimi ”varoluşun temel koyucu ilkesidir” diye izah edebilir miyiz?


Tabii ki edemeyiz, kaldı ki, mazeret; makul gerekçelere dayandırıldığı sürece kabul edilebilir.
İnsanlar yaşamla birlikte inandığı şeyleri sorgulayabilir, yaşadıkları; aldığı kararı bozdurabilir, kaldı ki gerekçe sağlamsa bu ayıp da değildir.
Zaten mantığı ve gerekçeleri açıklanamayan bir değişimin içinde ne samimiyet nede içtenlik olur çünkü değişim bir süreçtir, sağlam gerekçeleri ve mantığı vardır, sabahtan, akşama veya akşamdan sabaha olmaz.


Değişim; başkalarının yaşam hakkına daha hoş görülü, daha insancıl bakış açıları getiriyorsa, bu gelişime kim dur diyebilir.
Yeter ki “insan hayatına saygı, doğaya ve içinde ki bütün canlıların yaşamak hakkına saygı olsun.
Evrensel değerler dışında benim için değişmeyecek şey yoktur.
Sığ düşünce, katı anlayış, insana ve evrene bir şey katmaz.
Kendi içinde enginliği ve derinliği olmayan, insana durmayan, güzelliği sabote eden her türlü düşünce ve ideoloji değişmeli.
Konfüçyüs ise ''sadece en akıllı ve en aptal insanlar hiç bir zaman değişmez'' diyor. Ne güzel özetlemiş… 

Algıda seçicilik yoksa değişim olmaz…

O.Olcay Kasımoğlu

Diş görünüşlerin aldattığı çoktur...


https://unutulmazfilmler.pw/remember-the-titans-unutulmaz-t…


Yaşamlarının en masum döneminde futbol oynayan, bu yönleriyle halkı etkileyen ve yaşamlarını değiştiren bir avuç  liseli gencin öyküsünü anlatan film;
Takım ruhunun ve birlikte inanmanın bilincini çok derin bir işleyişle seyircisiyle buluşturmuş. Mücadele ruhunun insana kazandırdıklarını izleyiciye yansıtırken, ön yargının insan yaşamına hiç bir şey kazandırmadığını gösteriyor. 

Filmde; 

''Herman Boone bir Amerikan futbolu koçudur. 1970'lerin Virgina'sında ırkçılık hakimdir. Oldukça ırkçı yönelimlerin olduğu bir Amerikan futbolu takımı da bir koç aramaktadır. Bu lise takımı da kimlik sorunları yaşayan ve ırkçı tavırları olan oyunculardan kuruludur. Siyahi bir koç olan Herman Boone'un başa gelmesi, bütün bu kişilik bunalımlarının kökenine inecek ve insanların karakterlerini sorgulatacaktır.''



 İçerdiği mesajlar ve dayanışma örneğiyle gerçekten etkileyici bir hikaye. 

Olcay Kasımoğlu

Eylül de gel ince sızım...

İnce bir sızı
Derin bir fısıltıyla 
Vedaya gelen son göçmen kuşlarıyla
Soyunup dökülüyor eylül...
 Kimine hüzün, kimine yeni başlangıçlar dedirten eylül nazarım da çok kıymetli.
Sonbahar, her şeye yeniden başlamak için bir soluktur.

Hafif meltemlerin tenimize değmesine, hüzün vari bir havayla bizi silkelemesine ve bir o kadar da umut yüklü yenilenme dönemine sırlarla dolu girişine bir şiirle hoş geldin diyelim..
gelince sondemin mevsimi
 soyunur doğa
döker eskilerini
kendi dilinde sözleşir evrenle
ve...
çaresiz kır böceklerim
sonbahar hüznüne yenik düşer...
II
yazdan kalan kırıntılardır
ağaç kovuklarında
demet sıcağını taşıyan
güz mevsimlerine duran
doğacak tohumlar
hazan mevsiminde sözleşirken
doğmaya niyeti
hüzünde başlatan
sonbahar geldiğinde
rüzgarlar deli
yapraklar yere hasret düşer...
III
yaşam
bir ceylan ürkekliğinde
gecenin ayazına yazılır
dallar
hüzün salıncağında gibi sallanır
deniz mavisine
hazan mevsimiyle küser
yağmura hapsolmuş
bir renk yıkımı vardır gelişinde
güneşin gölgeye ihanet ettiği günler
arkasında kalmıştır...
IV
şehirlerin
insanla barışık ağaçları
çıkarmıştır gelinliği üzerinden
dağ başındakiler sırasını vermiştir
kır çiçeklerinin veda buseleriyle
hazan mevsimi yer aç kendine
sıra sende
al koynuna eylülü
sakin demler içinde dönecek bize yeniden...