Translate

18 Haziran 2020 Perşembe

Yaşam Bizden Bestesini İstiyor



Sevginin, öğrenmenin, değer katmanın; belli bir inancı, ülkesi, kalıbı yok. İnsanların eylemleri ve söylevleri şüphesiz ki, hayatla olan ilişkilerinin rengini ve biçimini de tayin eder..
Önemli olan sevgi diliyle yaşama uzanmak, anlamak; anladığını yorumlamak ve sezgilerini, anlatabileceklerini biçimlendirebilmek.
”Onat kutlar, yaşarken seslenmiş; düşünüyorum nasıl budandık bahara ulaşmak için.
Şimdi sessiz duruyoruz kıyısında bir düşüncenin, unutmamak için, çünkü unutuluşun kolay ülkesindeyiz.” diyor.
Ülkemizde o kadar çok ölüm ve acı var ki, sevinçlerimizi paylaşmaktan utanır olduk.! Buna rağmen devam etmiş ve biliyoruz bahar mutlaka gelecek, demiş.
Umut, umut ve inanmak…Hiç vazgeçmemişler. Bütüne varmanın ince kıvrımlarında eşelendikçe, ruhların yansımasında hayata dokunmuşlar, adanmışlıkla. Kesinlikle adanmışlık; hiç bir koşula bağlı olmadan…
Hangi yöne gitmeye karar verirsek verelim, hata yaptığımızı söyleyenler muhakkak olacaktır. Üreten insanların saygısını, dürüst eleştirilerin takdirine layık olmak ve güzelliği takdir edebilmek, başkalarındaki “En iyiyi bulabilmek” ve dünyayı olduğundan biraz daha iyi bırakarak terk etmek, sırf siz yaşadınız diye bir insanın daha rahat soluk almış olduğunu bilmek… İşte, başarmış olmak budur.
Değil mi ki; kalbimizin çıkarttığı sesin bile bir anlamı olmalı.
Değil mi ki; dilimiz söylediğinde, kalbimizin sesinde, dolup boşalmasında herhangi bir değişiklik olmuyorsa, ne anlamı var ki, bütün bu söylenenlerin !.
Yaşarken; karanlığı yırtmayıp, hep aydınlık yakada yaşayanlara imrenerek yaşayıp ölmek ne acı ! Oysa, yaşarken fısıltısını duymadığımız o kadar çok şey var ki, yanımızdan sessizce akıp giden. Bilinçte ilerleme, algılamada derinlik, kendi içimize yapacağımız yolculuklarla mümkündür.
Doğa, insanlar; bize sadece farklı pencereler açar. Bu pencerelerden bakan gözler bizimdir, kimse kimsenin yerine görmez, nefes alamaz. İnsan kalabalıklarında içimize yapacağımız yolculuklar bizi bütüne ulaştırabilir.
Hep söyler dururuz “Yarın ölecekmiş gibi yaşamak” gerçekten, bir aylık ömrün kaldı deseler, ne yapardık ? Hayatı sevdiren bir yerde ölüm düşüncesi mi ?
Dünyaya dair hırslar, egolarımız, kibirli hallerimiz, ancak öte dünya dediğimiz yolculuk hatırlatılınca mi, yaşam anlam kazanıyor ? Oysa hayat basittir. Karmaşayı yaratan, engeller koyan kendi zihin yapımızdır. Hayatın, canlıya dair bir zulmü yok. Zincirleri yaratan insandır. Ölümü bile bile, hayatın özünü sömüren yine insandır. İnsan, kendine kurallar koyarak yaşam gettosunu oluşturuyor. Karmaşa içinde yaşamı bulandırıyor. Oysa hayat, kendi mecrasında basittir.
İnsan, ölümün olduğu bu dünyada, basit yaşamı seçtiğinde, işte o zaman; karmaşık, yapay, eğreti kurallarından silkinerek, yaşam dizgesine gerçekten “Var etmeyi” ekleyecektir.
Değimi ki, hayatı; akıp giden çalkantılı, köpüklü bir nehre bakar gibi; kıyısından, kenarından seyrediyoruz.
Yolculuğumuzun son durağı…Dönüş biletimiz yok lakin yine de, o istasyona daha çok vakit var diye aldatıyoruz kendimizi.
Yaşam: doğumla ölüm ya da var oluşla yok oluş arasında geçen süre, ya da var olma süresi olarak tanımlanmaktadır.
Ünlü halk ozanımız Aşık Veysel Şatıroğlu bir ömür boyu süren bu serüveni
“…İki kapılı bir handa/ Gidiyorum gündüz gece…” Diyerek iki mısrada özetlemiştir.
Yaşamsal fark ediş; dünyanın en pahalı şeyi; neyi taşıdığımızı ve yükümüzün değerini bilmek…
Yaşam bir bütündür, dünyanın diğer ucundaki bir değişim, gelişim bir diğer alanı değiştirirken, hala yerinde durmayı ve yerinde saymayı marifet sananlar, daha da gerilere düştüğünün, her gün bir parça eksildiğinin farkında bile değildirler Yaşam; bize, kendi gücünüzü keşfetmeye cesaret edin diye bağırıyor.
Bunları; dört mevsimle ve sanatın çocukları; resimle, şiirle bize sık sık hatırlatıyor.
Yaşamı ertelemeyelim, bir başka uygun anı beklemeyelim. Şimdi yaptığımız seçimler küçük görünsede, kendimizi olduğumuz halimizle kucaklamanın ödülü, bize özgürlüğümüz olarak dönecektir. Yeter ki buna inanalım, inanmak tamamen bize kalmış. Ne dersiniz, çok geç olmadan, yaşamın yüreğine, yüreğimizi değdirmeye değmez mi?
Kanatlarımızı enginlere açmaya, keşkeleri olumlamaya, kalbimize aldıklarımızla, aydınlık bir umuda, elele yürümeye değmez mi ?
Furuğ Ferruhzade‘ nin seslenişi gibi;
”Ben hüzünlü küçük bir periyi biliyorum
Okyanusta yaşayan ve yüreğini tahta bir kavalda,
usul usul çalan
Küçük hüzünlü bir peri; geceleri bir öpücükle ölen
Ve sabahları bir öpücükle yeniden doğacak olan..”
Evreni dinleyen yüreğimizin sesine; şarkılar, türküler, şiirler kattıkça, aklımızı arındırdıkça, vicdanımızın kapılarını açık tuttukça, düşünce özgürleştikçe, ‘Sevginin’ bütün evreni kuşatacağına, inanıyorum.
Kalben inanıyorum; sevginin gücüne sahip olmayana, hiç bir şey güç vermez.
Yoksa küçük bahaneler ardına saklanıp, köşe kapmaca oynarız yaşamla ve hep bir suçlu ve tanık ararız kendimize. Oysa insan umutla, sevgiyle soluk aldığı sürece dünya da soluk alır…

Çavdar Tarlasındaki Çocuklar Filmi Muhakkak İzlenmeli...

Olcay Kasımoğlu

Hiç yorum yok: