Translate

13 Aralık 2018 Perşembe

 HERMANN HESSE'DEN SEÇMELER

''Hermann Hesse 1877 Almanya doğumlu. Birinci Dünya Savaşı sırasında Alman militarizmini protesto etmek için İsviçre'ye yerleşti. İkinci Dünya Savaşında kitapları Naziler tarafından yakıldı. Çocukluğunda ve gençliğinde intihara meyilli olduğu için hastane ve kliniklerde yattı. Jung'un öğrencisi Lang tarafından ona uygulanan psikanaliz iç dünyasını zenginleştirdi.
İnsancıllığı, barışseverliği ve insan yaşamını irdeleyen felsefesi ; bilhassa "Bozkırkurdu" ve "Sidarta" romanlarında belirgindir. 1946 yılında Nobel Edebiyat Ödülü aldı. Doğu edebiyatına olan yatkınlığı ve bu konudaki bilgi ve etkinliği, özellikle 1960'lı yıllarda Amerika'da canlanan Budizm ve Zen Budizm akımları sırasında, en çok okunan yazarlar arasına girmesine neden oldu. 1962 yılında İsviçre'de öldü...
Onun "İnanç da, Sevgi de Aklın Yolunu İzlemez" adlı deneme kitabından seçtiklerim....
...Bir insandan nefret edip ona kin duyuyorsak, aslında onun şahsında kendi içimizdeki bir şeyden nefret ediyor, buna kin duyuyoruz demektir. Kendimizde var olmayan bir şey bizi kızdırmaz...
...Birbirimizi anlayabiliriz, ama yorumlamaya gelince herkes yalnızca kendisini yorumlayabilir..
...Dünyaya ayak uyduramayan kişi, kendi kendini bulmaya yakın olandır. Dünyaya ayak uyduran kişi ise kendini bulamaz, ama parlamentoda milletvekili olabilir...
...Yasalar ve kurallar bireyler için değil, çokluklar, sürüler, halklar ve kolektif içindir. Gerçek kişilik sahiplerinin yeryüzünde işleri zordur ama güzeldir. Beri yandan, sürünün koruyuculuğundan yararlanamasalar da kendi hayal güçlerinin hazlarını tadarlar...
...Hiç kimse kendi içinde yaşamadıkça başkalarının ruhundaki bir kıpırtıyı duyumsayamaz...
...Kendi ruhunun kuşkularla dolup taştığını bilen biri, başkaları hakkında yargılar verip onları eleştirmeyi aklından geçirmez...
...Sonuna kadar yaşanıp çözümlenmemiş her sorun, dönüp dolaşıp ileride yeniden karşımıza çıkar...
...Sevdiğimiz, hoşlandığımız şeye dönüp dolaşıp sarılır, tutunur ve bu davranışımızın da sadakat sayıldığını düşünürüz ; oysa uyuşukluktan başka bir şey değildir...
...Bir insanın eğitim düzeyi ne kadar yüksekse, yararlandığı ayrıcalıklar o kadar fazla olur ; beri yandan, dar zamanlarda göstereceği özveriler de o kadar büyük olmak zorundadır...
...Anlamsızlık nasıl bir solucan için bir üzüntü kaynağı oluşturmuyorsa, insanların çoğu için de asla bir üzüntü sayılmaz. Ne var ki, bu üzüntüyü duyup bir anlam arayışına soyunan az sayıdaki kişiler insanlığın anlamını oluşturur...
...İnsanı dışarıdaki kör bir gücün oyun topları değil, doğarken yanında getirdiği yeteneklerin, güçsüzlüklerin ve diğer kalıtımsal özelliklerin bir toplamıdır. Anlamlı bir yaşamın amacı içteki sesin çağrısını işitmek ve bu çağrıya elden geldiğince uymaktır. Dolayısı ile, izlenecek yol, kendi kendini tanımak, ama kendini yargılayıp değişmek istemek değil, yaşamı, içimize sezgi olarak önceden yerleştirilmiş biçimine elden geldiğince yaklaştırmaya çalışmaktır...
...Bir yetişkin, fazla bir anlayıştan yoksun, içini güçlülük duygusuyla dolduran bir üstünlük edasıyla davranır çocuğa. Derken bir an gelir ; üstünlük duygusunun sadece karşısındaki varlığı tanımamasından kaynaklandığı görülür...
...Çocuktaki pek çok şey anne ve babaları rahatsız ettiği için huysuzluk sayılır ; oysa çocuk kendisi için doğal ve masum davranışları bir vicdan rahatlığıyla sergilemektedir...
.
...Dinlerden birini ötekisine üstün tutamam. Bu yüzden de düşünsel yücelik ve özgürlüğe rastlanmayan, kendisine ötekilerin hepsinden üstün, biricik doğru din gözüyle bakan, kendisine mensup olmayanları yolunu şaşırmış gören hiçbir dinin inananları arasında yerim yoktur...
...Doğanın armağan ettiği yeteneklerle kendi kendisini gerçekleştirmeye çalışan bir insan, en yüce ve biricik anlamlı davranışta bulunmuş olur...
...Dindarlık güven duygusundan başka bir şey değildir. Güven duygusuysa çocuklar ve ilkel insanlardaki gibi sade, sağlıklı, kendi halindeki insanlarda bulunur...
...Yaşama anlam kazandıracak tek şey varsa, o da sevgidir. Sevme ve özveri gücümüz ölçüsünde yaşamımız anlam kazanır...
...Korkunç bir sefalet ya da ince bir duygulanmışlık kulaklarımızı açıp kalplerimizi yeniden sevgilere güçlü kıldığı zaman anlar, biliriz ki, Tanrı her birimizin içinde yaşamaktadır. Yeryüzündeki her karış toprak, bizim yurdumuz, vatanımız, her insan bizim yakınımız, bizim kardeşimizdir. İnsanların değişik ırklara, değişik dinlere ve partilere ayrılması bir hayal ürünü, bir aldatmacadır...
...Kişi, alnına yazılmışsa, bir gün gelip kendisini öylesine yalnız, öylesine koyu bir yalnızlık içinde bulur ki, varlığının alabildiğine derinliğindeki "ben"inin içine çekilmekten başka bir şey gelmez elinden. Ama derken yalnızlığın sona erdiğini görür ansızın. Varlığımızın alabildiğine derinliklerindeki "ben", aklın kendisidir. Tanrı'dır, bölünüp parçalanmaz olandır. Böylece daha önceki yalnız kişi kendini yine dünyanın ortasında bulur. Dünyanın bin bir türlü netameli nesnelerinden korunmuş durumdadır artık. Çünkü dünyada ne varsa benliğinin derinliklerinde hepsiyle birlik ve beraberlik içinde duyumsar kendini...
...Bilgi başkalarına iletilebilir, bilgelikse hayır..Bilgelik aranıp bulunabilir, yaşanabilir, bilgelikle dolabilir insanın içi ; bilgelik insanı taşıyabilir, ama dile getirilemez, öğretilemez bilgelik..Bir doğru ancak tek yanlı olması durumunda açığa vurulabilip sözcüklere dökülebilir. Düşüncelerle düşünülebilip sözcüklerle söylenebilen her şey tek yanlıdır ; bütünlükten, yetkinlikten, birlikten yoksundur. Ne var ki, dünya, içimizde ve çevremizdeki varlık, asla tek yanlı değildir...
...Üzerinde konuşulmaya görsün, en yalın şey bile hemen çetrefil ve anlaşılmaz nitelik kazanır..
...Hiçbir şey düşünmeden dalgın okumak, güzel bir kırda gözleri bağlı olarak gezmeye benzer. Kendimizi ve günlük yaşamımızı unutmak için değil, bilinçli ve olgun bir tutumla kendi yaşamımızı yeniden sağlam ellerimize almak için okumalıyız. Ürkek öğrencilerin soğuk bir öğretmenin karşısına çıkışı, ipsiz sapsız birinin içki şişesine el atışı gibi yaklaşmamalıyız kitaplara. Kitapların karşısına çıkışımız, kaçaklar ve gönülsüz yaşayanlar gibi değil, dağcıların Alpler'e tırmanışı, savaşanların silah ve cephane deposuna koşuşu gibi olmalıdır...
...İstemelerin bakışı saflıktan uzak ve çarpıtıcıdır. Ancak hiçbir istekte bulunmadığımız, ancak bakışımız katıksız bir şeyin niteliğini kazandığı zamandır ki nesnelerin ruhu kapılarını açar önümüzde, güzellikleri karşımızda buluruz. Satın almayı düşündüğüm, ağaçlarını kestirmek istediğim bir ormana baktım mı, ormanı değil, yalnızca onunla benim isteğim arasındaki ilişkiyi görürüm. Ama ormandan beklediğim bir şey yoksa, kafamda belli bir düşünceye yer vermeksizin yeşil derinliklerinden içerilere uzanır bakışlarım ; ancak o zaman gördüğüm orman gerçek ormandır, doğadır, bitkidir ve güzeldir...
...Çocuklar yüce kalpli varlıklardır. Hayal güçlerinin büyüsüyle ruhlarında karşıt nesneleri bir arada barındırmanın üstesinden gelirler ; oysa büyüklerin kafasında söz konusu nesnelerin birbiriyle çatışması en çetin savaşlara ve ikilemlere yol açar...
...Mutluluğu yaşamak her şeyden önce zamandan, dolayısı ile gerek korku, gerek umuttan bağımsızlığı gerektirir ; bu yeteneği de insanlar geçip giden yıllarla birlikte elden çıkarır...
...Bir an uğruna kendini gözden çıkarabilmek, bir kadının gülümsemesi uğruna kendini feda edebilmek, işte budur mutluluk !...
...Dünyada her şeyi taklit edebilir, sahtesini yapabilirsiniz, sevgiyi hayır. Sevgiyi çalamaz, taklit edemezsiniz. Kendini tümüyle karşısındakine verebilen kalptir sevginin yeri. Bütün sanatın kaynağı da budur...
...İnsanın ölümü öylesine ağır bir tempoyla gerçekleşiyor ki !.. Gıdım gıdım ölüyor insan.. Dişlerden, kaslardan ve kemiklerden her biri, sanki sizinle arası çok iyiymişçesine özel bir vedayla size veda ediyor...
...Biz yaşlılara düşen, yeni gençliği yadsımak, şu ya da bu şekilde onları aşağılamak değil, kendilerini anlamak, elimizden geldiğince kendilerini tanıyarak sevmesini öğrenmektir...''
Çimenlerde ki çıplak ayaklar
.Hiç kimse kendi içinde yaşamadıkça başkalarının ruhundaki bir kıpırtıyı duyumsayamaz...
''Büyük kederleri unutturacak büyük mutluluklar bulmak,derin ve keskin acılar yaşamakta olan insanlar için neredeyse imkânsızdır. Taşınması zor bir azabın altında ezilen insanlar, bazen büyük bir mutluluk ihtimali kapılarını çalsa da o kapıyı açacak gücü ve cesareti kendilerinde bulamazlar. Hatta sessizce durup kapılarını çalan bu beklenmedik yolcu gitsin diye beklerler. Kederli insanları yeniden hayata döndürüp yüzlerini gülümsetecek tılsım, küçük, ani ve kısa sevinçlerde gizlidir.
Temennimiz ne peki?
Tabii ki merkezi yerde bir büfe veya Sayısal’dan çıkacak olan para değil. Şükür ki, parayla mutlu olunamadığını da gördüm; parasızlıkla daha da mutsuz olunacağını da.
Yetecek kadarı, hayatta kalabilecek kadarı…
On tane evin de olsa birinde oturabileceğimizi anladığımız, beş tane arabamız da olsa aynı anda hepsini süremeyeceğimizi algıladığımız, milyarlık telefonlarımıza bir “Özledim” mesajı gelmediğini fark ettiğimiz anda, tüm modern insanlar olarak şunu istediğimize karar verdim:...
Öyle büyük şeylerde gözüm yok hiç;
Küçük mutluluklar diliyorum, küçücük…
Bir çocuk saflığında gülüşler,
Islanmış çimenlerin kokusu,
Çimenlerdeki çıplak ayaklar,
Bahçedeki gül ağacı, mis kokulu çiçekler,
Gıcırdayan salıncak,
Çocukken oynadığımız oyunlar tadında sımsıkı sarılışlar,
Ruhumuza dokunan şarkılar,
Akordu bozulmayan bir yaşam bestesi,
Maskelerden arınmış yüzler,
Sımsıcak kahkahalar,
Çatılmayan kaşlar,
Gün doğumları,
Hepsi bu!''
Yıl 2008 İstanbul Kadıköy, rıhtımda vapur beklerken bir kağıda karalamışım.
Hiç düzeltme yapmadan o ilk haliyle bir çalışma♥

''Bu Şehir Aynasız
Kış ortasında
Kocaman güneş görürdüm gökyüzünde
Ufak adımlar atardım her gizini sindireceğim diye
Beynimin kıvrımları gibi ezbere bilmek isterdim her karesini
Gözümde tüm insanlar kardeşti
Oysa tüm aynalar sırça kürede dibe vurmuştu bu şehirde
Kol-kanat geziyordu görüntüsüz her türlü işkence
Bir şeyler vardı bir eksiklik ki her şeyi silen
Sevda yoktu bu şehirde içtenlik çamurlaşmıştı
Ses yalan söz yalan söylüyordu eller karanlık gibi kördü
Baştan sona sefalet ve haksızlıklarla dolu bu şehirde
Kıyım kahramanlık gösterisi olmuştu
Neyine düşüne uyanır ki insan bu şehirde
Mutluluğun resmi düşlerde kalmış üşüyor insan içi
Bu şehir yüreğimin sessizliğine hüzün tohumları ekiyor
Yürekten geleni ayıp sayıp kurtlar sofrasına övgüler diziyor
Bu çelişkiler bir nehrin tükenişine benziyor yavaş yavaş ölüyor bu şehir...''
Resim; Eski İstanbul esnaf çarşısından
Mayakovski aşktır


''20.yy Fütürist akımın en önemli temsilcileri arasında yer alan Vladimir Mayakovski,1893 yılında Gürcüstan’da doğdu. Babası öldükten sonra annesiyle birlikte Moskova’ya taşınan Mayakovski, henüz 14 yaşında olmasına rağmen sosyalist düşüncelerden etkilendi ve bu yönde propaganda çalışmaları yapmaya başladı. Annesi o yılları şöyle anlatır: ”Okula gitti ancak, zamanının çoğunu derslere vermek yerine propagandaya ayırdı. Daha 14 yaşında idi ancak 19 yaşında biri gibi davranıyordu ve çok ateşli idi. Parti üyeleri onunla görüşmeye geliyor, onunla buluşuyor ve devrim için ondan faydalanıyorlardı. Vladimir adeta yaşlanmıştı.”
“Paris’te ölebilirdim
Moskova diye bir kent olmasa”
Mayakovsky ve ailesi
Mayakovski ve ailesi
Mayakovski, katıldığı eylemlerden dolayı okuldan atılır ve bir süre sonra örgüt propagandası yapmaktan evi basılır. Bu esnada gizli bilgilerin de yazıldığı not defterini yutar. Daha 15 yaşında12 ay bir hücreye kapatılır, hapisten çıktıktan sonra Moskova Resim ve heykel okuluna kaydolur.
Gezegenimiz
Sevinç duymaya
Fazla elverişli değil daha.
Sevinci
Gelecek günlerden
Koparıp almamız gerekiyor.
Kurmaca romanları sıkça okuyan Mayakovski, bir taraftan da sürekli yazılar yazmaya başlar. Halkçı çalışmaları onu okuldaki diğer öğrencilerden farklı olmasını sağlamıştır.
vladimir-mayakovski
Nazım Hikmetin etkilendiği şairler arasında yer alan Mayakovski, 1911 yılında Fütürist harekete katılır ve burjuvayı eleştiren, sarsıcı edebi eserler ortaya çıkarır.
“Birey!
Ne saçma şey!
Bireyin sesi hafiftir, cıvıltıdan bile.
Kim işitir onu?
Karısı mı?
Belki.
Tabii o da,
Çarşıda değilse.
Şiir, oyun, film ve tiyatro alanında pek çok eser ortaya çıkaran Mayakovski’yle ilgili; Gorki’nin eşi Maria anılarında şu şekilde bahseder: “1918’de Mayakovski’yi sahnede izledim. Bana göre o eğer bu meslekte ilerlese idi müthiş bir oyuncu olabilirdi”. Eski sanat anlayışını da kökten yıkılması gerektiğini savunan Mayakovski, sokaklar fırçamız, alanlar paletimizdir” sloganı ile sanatı kitlelere ve sokağa indirmiştir. Bu anlayışla, Sovyetlerin sokakları, meydanları sloganlar ve fütürist resimlerle donandı.
Mayakovskinin_odasi
Myakovski’nin çalışma odası
Ama
Baküs gibi kandan sendeleyerek
bir savaş başlasa bile,
hiç solmaz aşk sözleri.
Sevgili Almanlar!
Bilirim,
sizin dudaklarınızda Goethe’nin
Greten’i var.
Ekim devrimiyle birlikte ünü gittikçe yayılan Mayaokoski’den övgüyle bahseten Lenin, bir konuşmasında “Mayakovski’nin şiirlerinden pek bir şey anlamıyorum ancak onun meydanlarda savaşacak bir uzman olduğunu hissediyorum. Onun yazdıkları siyasi açıdan belki tartışılabilir. Şiirlerinde çok fazla politik bir şey yok, insanları bir şeye davet eder bir hava yok. Şiiri komünistleri birleştirmeye yetmez. Ama politik bakış açısının doğru olduğuna inancım sonsuz” demiştir.
Russia-2000-stamp-Vladimir_Mayakovsky-için-basılan-posta -pulu
Mayakovski için basılan posta pulu
1925’te yakın dostu Sergey Yesenin intihar eder. Yesenin’in, son şiirini okuyan Mayakovski çok etkilenir.
”Hoşçakal, dostum, el sıkışmadan, konuşmadan
Hüzünlenme ve eğme kaşlarını, mutsuz;
Yeni bir şey değil ölüp gitmek bu yaşamdan,
Ama yaşamak da daha yeni değil kuşkusuz.”
sergey-yesenin
Sergey Yesenin
Kendisi de Yesenin’e itafen bir şiir yazar.
“Sürer mi ölümü
Hiç insan
Tebeşir tozu gibi
Yanaklarına?
Şu yaşamda
En kolay iştir ölmek
Asıl güç olan
Yeni bir hayata
Başlamak…”
Mayakovski, dostu Yesenin’in ölümünden 5 yıl sonra 1930’da bir mektup bırakarak silahla intihar eder.
Hepinize!
İşte ölüyorum. Kimseyi suçlamayın bundan ötürü. Hele dedikodudan, unutmayın ki merhum nefret ederdi… Anacığım, kardeşlerim, yoldaşlarım! Bağışlayın beni. İş değil bu, biliyorum (kimseye de öğütlemem), ama benim için başka bir çıkar yol kalmamıştı. “Bir varmış bir yokmuş” derler hani :
aşkın küçük sandalı hayat ırmağının akıntısına kafa tutabilir mi! dayanamayıp parçalandı işte sonunda…
Kadiri mutlaksın sen, iki kol yarattın
Bir kafa uydurdun
Her birimize, peki,
Peki ama neden acı çekilmeden
Sevişilmez, sevişilmez, sevişilmez ki…''
Fuocoammare (Denizdeki Ateş) 2016
Yönetmen: Gianfranco Rosi
https://ultrafilmizle.tv/denizdeki-ates-fire-at-sea-fuocoammare-2016-turkce-altyazili-izle/


"Çevreyolu belgeseli ile 2013 yılında Altın Aslan kazanan Gianfranco Rosi, Berlin´den Altın Ayı ile dönen yeni belgeseli Denizdeki Ateş'te günümüzün en acil ve en önemli toplumsal sorununa değiniyor. Film, özellikle Kuzey Afrikalı mültecilerin Avrupa'ya giriş noktası olan, İtalyan adası Lampedusa´da geçiyor. Rosi, adanın çeşitli sakinlerinin hayatını takip ediyor: bir balıkçı ailesi, bir radyo DJ´i, adada göçmenlerle ilgilenen tek doktor ve büyükannesi ve amcası ile yaşayan 12 yaşındaki Samuele... Bir anlamda filmin yıldızı olan Samuele´nin göz hastalığı, sapanla oynadığı oyunlar, hatta onunla ilgili hemen her şey Avrupa´nın göçmen sorununa yaklaşımıyla ilgili bir metafora dönüşüyor."
Belgesel, Avrupa’da göçmen krizinin cephesi olan İtalya’daki Lampedusa Adası’ndaki yaşamı ele alır. İtalya’nın güney kıyısından 200 km uzaklıkta yer alan Lampedusa, son yıllarda Avrupa’da yeni bir hayatın hayalini kuran, Afrika ve Ortadoğu’dan gelen binlerce göçmenin umut limanıdır. Gianfranco Rosi bu Akdeniz adasında aylarını geçirerek oranın tarihini, kültürünü ve 6.000’lik yerleşik nüfusu olmasına rağmen haftalık yüzlerce göçmen alan bu bölgenin günlük gerçeklerini yakalar. Belgesel, on iki yaşındaki adanın yerlisi olan Samuel’e odaklanır. Deniz kültürüyle dolu olmasına rağmen Samuel, sapan ile avlanmayı ve karada vakit geçirmeyi sever.''

Kaan Müjdeci, Evrim Kaya, Şenay Aydemir ve Fırat Yücel'in hazırladığı, Türkiye'de film dağıtımındaki tekelleşmeyle ilgili harika bir belgesel.
Türkiye’de Tekelleşen Film Dağıtımı” belgeseli, ilk olarak 35. İstanbul Film Festivali’nde seyirciyle buluşmuş ve sektörde de çok ses getirmişti. “Kapalı Gişe”, görüşlerini aldığı yapımcılar, yönetmenler, dağıtımcılar ve ekonomistlerle birlikte, seyircinin seçme özgürlüğüne engel olan bu çarpık ekonominin yarattığı tahribatın izini sürüyor. Belgesel; sektörü, etkileri git gide daha ağırlaşan bir krizin içine atan bu duruma çare aramak için bir ilk adım niteliğinde.
Beaches adlı filmden..
Hoşuma gitti...
http://unutulmazfilmler.pw/the-beach-kumsal.html
''Benim gölgemde kaldığın için yüzün üşümüş olmalı
Sen hep benim ışıldamamı sağlarsın, bu senin tarzın…
Hep bir adım geriden gelirsin
Sen belki küçük bir şey için çabalar dururken ben hep zaferler kazandım.
Uzun zamandır adı konmamış, mükemmel bir yüz
Acının arkasında gizlenmiş, mükemmel bir gülümseme…
Benim kahramanım olduğunu biliyor muydun?
Olmak istediğim her şey?
Bir kartaldan bile yükseklere uçabilirim
Sen benim kanatlarımın altındaki rüzgarsın…
Belki bu kimsenin dikkatini bile çekmedi ama
Ben, bütün kalbimle, her şeyin farkındaydım…
Senin de gerçeği bilmeni istiyorum… Evet, evet… Bilmelisin.
Ben sensiz hiç bir şey olamazdım…
Benim kahramanım olduğunu biliyor muydun?
Olmak istediğim her şey?
Bir kartaldan bile yükseklere uçabilirim
Sen benim kanatlarımın altındaki rüzgarsın…
Sana hiç kahramanım olduğunu söylemiş miydim?
Sen her şeysin… Her şey… Olmak istediğim her şey…
Bir kartaldan bile yükseklere uçabilirim
Çünkü sen benim kanatlarımın altındaki rüzgarsın…
Kanatlarımın altındaki rüzgar…
Sen benim kanatlarımın altındaki rüzgarsın…
Yüksel… Yüksel… Beni daha yükseklere çıkar
Sen benim kanatlarımın altındaki rüzgarsın…
Uç… Uç… Yıldızlara kadar uç
Uç ki, gökyüzüne dokunabileyim
Teşekkür ederim, teşekkür ederim
Tanrı’ya… Senin için…
Bir kartaldan bile yükseklere uçabilirim
Sen benim kanatlarımın altındaki rüzgarsın…''

Wind Beneath My Wings – Bette Midler.
Düşlerimin sabahına
''Sevmek, başkasının ruhuna geçmektir.
Sevmek, hayat yaratmaktır ve sevgi neredeyse, hayat oradadır..
Bir gün yaşlı bir amca,elinde elma olan genç kıza seslenir, elmaları kime götürüyorsun kızım.? Kız da sevdiğime der...
Peki kaç elma var elin de deyince, ben sevdiğime giderken elmanın hesabını mı yaparım dede.!.''Gönlünde incelik barındırmayanlar ne bilsin, akıl dayatmaları toplumdan, Kalbin konuşması, sonsuzluktan gelir...
süzülüp
mavi göklerden
kanadı kırık bir kuşun
çırpınışı vardı gidişinde
oysa benim
kanatlarına yüklediğim yüreğim
özgürlük kadar uzaktı sana
kuşların kanat çırpışları
süzülürken
düşlerimin sabahına
tutsaktı duygularımız
güle zehir içerenler
tenlerimizin içinden silindir gibi geçtiler
uykularımıza başlayışlarımız kalabalık
yüreğimizde ki özlemler kimsesizdi
ve suçsuzdu bedenimiz
kulaklarımız
sevdiklerinin sesine hasret
uykularımız delik deşik
sevinçlerimiz öksüz,
gönül bahçemiz tarumar
pencerelerimiz kör
kapılarımız kilitliydi
sendeki direnç zulüm
bendeki hayat seyirlik değildi
zeytin dalına tünemiş kuşların
gittiği diyarlarda
benim ruhum arafta güvercindi
yaşarken ölmek değilse neydi bu
ben içeride
özgürlük dışarıda yaşlanırken
selam olsun
teni zeytin kokan güzel insanlara
olcay
Yaşamak direnmektir

nicedir soluğum
eski ezgilerle
bilinmez biçimler çiziyor içime
al beni
acıları emziren bu yerden
aşıla yüreğine
tohumla sevgiye
sevgi ormanında büyüt
ağaçlar
soluğumda yeşillensin
çiçekler
gözlerimin içinde gülsün
kaç dönüm bilmem
yüreğimde ki iklimin
yeni soluk kat yüreğime
ayarla sevgiye
çok uzaklarda
bir yıldızda kalmasın kalbim
gözlerimden alma rengini
gökyüzüne yeni maviler gelsin
esinlensin yengilerim
söylensin umudun türküsü
çok şiirler biriktirdim avuçlarımda
yüreğimin toprağı ol bas bağrına
sevginin
ayıplara kurban edildiği bu çağda
dizeler çiçeğiyim...
Ben sahip olduklarımın tadını çıkarmayı öğrendim hayatta.
Keşkelerle, kuruntularla, ahlar-vahlarla, sahip olamadıklarımın veya olamayacaklarımın derdine tasasına ayıracak zamanım yok.
Yaşamı yedeğimde saklamak değil; yaşamı, yaşanılır kılmak ve anlamlı yaşamak istiyorum diye bilmektir, yaşamak.
Biliyorum ki, benim iradem dışında; güneş doğacak, çiçekler açacak, rüzgar esecek, yağmur yağacak ve olması gerekenler kendiliğinden olacak. 
Önemli olan, bu dengenin içinde biz ne öğrendik neye şahit olduk ve hayatımızı bunlarla ne kadar bütünleştirdik, sesimizi ne kadar katabildik ?
Her günün, yeniden doğmak olduğu; her nefesin ışık süzmesiyle yeniden yaşamak olduğunu, özlemlerin, ihanetlerin olmadığı bir ''erguvan imparatorluğunda'' yaşam tacını takıp, içtenlik, erinç, coşku ne varsa olanca görkemiyle yaşamaktır, yaşamın anlamı...
Artık mutlu olmak kadar acılardan da da öğrendik hayatın bir gelişme olduğunu lakin satın alamadığımız ''bir örtüye bürünmüş yalnızlığın'' etrafımızda kol gezmesini istemiyoruz artık.
Binlerce rengin içerisinden sıyrılıp ''mutluluğun rengine tutulmuş hayatı'' kucaklamaktır dileğimiz.
Olcay Kasımoğlu


Özgün ve Özgür Sevgiler
ey yar
bakma sen ak saçlarıma
körpe düşler içerisindeyim
daha son söz söylenmedi
yıllar yüzünü dökmedi daha
aşkın yayılma sesi
zencefil kokulu bir bahar gibi
sırnaşır durur burnuma
değiştirir
başkalaştırır
büyütür beni
suskunluğun bilgisiyle döllenmiş
o suskun dudakların geçişinde
sar beni öpüşlerin ipeğine
ver elini elime
çevir soluğunu mavi göğe
sevgiye giden çoğul mavilik
hayatin kılcal damarları arasından geçiyor
beni yeniden bir bekleyişe davet ediyor
içimde ki çocuk aşk bahçesinde geziyor
tenime karanfiller yağıyor
İnsan özgür doğar, sonra kalıpların içine alınır.
Mülkiyetin değer kazandığı kapitalist düzende, mülkiyete sahip olanlar,olmayanların üzerin de adaletsiz yöntemlerle kendilerine bağımlı kılarlar.
Bu tarz insanlar, bilim ve eğitimi özel mülkiyetli sistemin eline vererek maddi ve ahlakı gelişmeyi, kendi tekelinin dışında oluşmasına izin vermezler.
Buda yetkili mercilerin sözsüz ve sorgusuz bir insan topluluğu yaratılması amacına hizmet eder. Aslında bunlar birbirine bağlıdır.
Dünya üzerinde herşeyin bir karşıtı vardır.
Biz buna karşıtların mücadelesi diyoruz. Bütün değişimlerin kaynağı da budur. Dünyayı doğru yorumlamaya başladığımız andan itibaren, sırlara nail olmanın ve değişimlerin dünya üzerindeki gücünü ve nedenlerini kavradığımızda, nicel birikimler nitel sıçramalara neden olacaktır...
Ve Uyuyan Bilinç;
toplum olaylarına duyarlı değildir, ben merkezcilik ve bencillik hakimdir. ''Bana dokunmayan yılan bin yıl yaşasın'' onun için en uygun baş slogandır yada anlamının doğurdu gibi duyarsız, insancıl olmayan yaklaşımlar içerisinde kendi dünyasını haklı kılmaya çalışır.
Böyle bir bakış açısına hoş görü beklemek, sağlıklı bir insan beklentisi değildir.
Oysa eylemlerinden sorumlu bir varlık olmak, bir kişinin ne yapması gerektiğini belirlemeyi de içermektedir ki, bu da bilgi sahibi olmayı, güdüler üzerinde düşünmeyi gerekli kılar.· 
ağırdır yeryüzüyle yaşamak
hafiflemek, kuş olmak isteyen
sevmeli kendini
örselenmiş bir sevgiyle değil
sağlam bir sevgiyle sevmeli
sevmeli ki
dolaşabilmeli diyar diyar
katlanabilmeli kendine
insan ki
en çok kendine gömüdür
özgür soluğu
kapatılmış ruhları
çıkarmalı gün yüzüne
kendini ince ince işlemeli sevgiye
var olan can
oluşa dolan can olmalı
inişi de yükselişi de
kendinde taşıyan
gülüşü kalkan
güneşle esrimiş can da açan
sağlam bir sevgiyle
kişi kendini diri sevmeli...
Olcay Kasımoğlu

BİR TEK YÜREK VE VİCDAN O KADAR
Sevgi illa ki yolunu bulur yaşamda; yeter ki insanlar içten ve yürekli olsun...
''İnsan kendi içinde,kendi anahtarını kaybedebilir.Yıllarca aradığı ve bulamadığı olur.Sonra bir gün kaybettiği o anahtarı başka bir insanın içinde bulabilir....anahtarı bulmanın sevinci,kapıyı açmaktan daha çok mutlu eder insanı...
Bilmem anlatabildim mi?''
Birine, birilerine karşı hissettiğimiz duygular “Ona karşı hissetmemiz gerekenler” diye önceden tarif edilmişse, onunla meselemiz bitmeyecek, hatta başlayamayacaktır bile
Bunun için de, herkes yenilenmek, temizlenmek durumundadır.
Yaşamak için gözlemlemek, gözlemlerken yenilenmek, yenilenirken ilerlemek gerekir, ancak o zaman ön yargılarımızdan arınabiliriz.
Arınan insan özgür insandır, özgür insan kendini yeniler, vicdanının sesine kulak verir.
Kaldı ki özgürlük kendini bilmektir, farkındalıktır, onurlu yaşamaktır. Önyargıdan, inat ve kibirden uzak, evrensel değerlerin kendine yer bulduğu akıllı insan bahçesidir.
Arkasından koştuğumuz bir yudum yaşam... Belki de her daim gerisinde kaldığımız şey...
Oysa;
Bilince, bakışa ve suskunluğa, bir tek yürek ve vicdan yeter.
Kaldı ki bu dünya herkes için...
Mesele bu kadar açık ve net.
Olcay Kasımoğlu
Dinlemesini bilmek ve anlamak için dinlemek.
''Say ki kayboldum, say ki kendime saklanıyorum...''
Umutlar;
Sevda kokan bir uçurtmanın kanatlarında
Rüzgarın tenine dokunmakmış
Aşk;
Bir kelebek misali
Avuçlarımdan kayan ve tutamadığım
Sevda;
Kanatları olmayan bir güvercinin
Göç ederken yalnızlığa
Yaz sıcağında üşümek
Kış ortasında yanmakmış yokluğuna.!
Kendimizi ve doğayı tanımak için, duyguları, düşünceyi ve eylemi uzlaştırmak için, bireysel ve toplumsal yaşamı uyumlaştırmak için, bencilliğe karşı cömertliği anlamak ve yaşamak için, ayrımların karşısına bütünleşme fikrini koyarak; hoşgörü, sevgi, anlayış, saygı gibi değerleri anlamak ve yaşamak için, yaşamın bilinçli bir kaşifi olabilmek için, daha iyi bir dünya ve iyi bir yaşam için; insan olduğunun farkına varan, maddi ve manevi faaliyeti sırasında hem kendi hem de toplum hayatının şartlarını oluşturan motivasyon ve eğilimlerini iç çatışmaları azaltacak şekilde örgütleyip kaynaştıran, diğer kişilik ve karakterlere karşı uyumlu davranış sergileyen, başkalarını türlü açılardan ve değişik yöntemlerle değerlendirebilen kişilikli insanlara ihtiyacımız var...
Ve dinlemesini bilen insan, sorunların tespiti ve çözümünde daha az hata yapar.
Dinleyerek daha iyi gözlemler yapar. Farklı bakış açıları edinir. Ön yargıdan uzak objektif kararlar verebilir. Problemlere yeni çözüm yolları bulur.
İnsan kendi iç sesini dinlediği zaman başkalarının sesine de derinlik kazandırır. Empati yeteneğini geliştirir. Başkalarını duygu ve düşüncelerine, kim olduğuna ve neler yaşadığına daha derinlemesine yaklaşır. Kendimizi dinlediğimiz de güçlü ve zayıf yanlarımızı keşif ederiz böylece başkalarının da artı ve eksilerine yaklaşım tarzımız değişir. Daha insanı bakış açıları kazanırız.
Dinlemek öze inmektir, bakılan ama görünmeyenlere dokunmaktır. Karşımızda ki insanlara gönül gözüyle dokunduğumuz da biz onun en yakını oluruz.
İnsanların duygularını anlamak kendimize olan güveni artırdığı kadar başkalarının da bize güven duymasına neden olur. İlişkilerin kırılganlığını ve insanlar açısından taşıdığı önemi anladığımız zaman daha dikkatli ve özverili oluruz. Başkalarının duygularını örselemeden onları anlamaya çalışırız. Kendimize ve başkalarına kulak verdiğimiz zaman evrende bizi dinler. Yoksa, neden ve niçinlerle, endişe ve kuruntularla geçen bir yaşamın değer ve anlamı ne kadar olabilir ? Mutluluğu sağlayan en temel duygu, sevgi ve ona yol açan anlayıştır. Sağlıklı ilişkilerde yürek işlerinin pazarlık payı olmaz. Sevgimiz yok hiç bir şeyimiz yok. Belki de yeniden öğrenmemiz gereken budur...

Olcay Kasımoğlu
Suçlamak sorumluluk almaktan kolaydır.
1. Hayatındaki herhangi bir şeyi değiştirmek istediğinde bakacağın tek bir yer var: kendi için.
"İçine baktığında, bunu sevgiyle yap."
2. Her şeyi kontrolünüz altında tutamazsınız
Elbetteki olan her şeyden haberiniz olmadığı için, onları kontrol edemezsiniz. Dünyaya emredebileceğinizi düşünmek egosal bir hatadır. Şu anda dünyada neler olduğunun çoğunu egonuz göremediğine göre, sizin için en iyisine egonuzun karar vermesine izin vermek hiç de bilgece olmaz. Seçim sizin elinizde, ama kontrol değil. Ne deneyimlemeyi tercih edeceğinize karar vermek için bilinçli zihninizi kullanabilirsiniz, ama onu ifade edip edemeyeceğinizi ya da bunu nasıl ve ne zaman yapacağınızı kendi haline bırakmalısınız. Teslimiyet anahtardır.
3. Yolunuza her ne çıkarsa onu iyileştirebilirsiniz.
Yaşamınızda önünüze çıkan her şey, oraya nasıl geldiğine bakmaksızın, iyileştirmek içindir, çünkü şu anda sizin radarınızdadır. Buradaki varsayım, eğer onu hissedebiliyorsanız, onu iyileştirebilirsiniz de. Eğer onu bir başkasında görebiliyorsanız ve bu sizi rahatsız ediyorsa, o zaman iyileştirmek için oradadır demektir. Ya da Oprah'ın bir keresinde söylemiş olduu gibi, "Eğer onu farkedebiliorsanız, ona sahpsinizdir." Onun neden hayatınızda olduğuna ya da oraya nasıl geldiğine dair hiçbir fikriniz olmayabilir, ama artık farkında olduğunuza göre, onu serbest bırakabilirsinz. Karşılaştığınız şeyleri ne kadar iyileştirirseniz, tercih ettiklerinizi ifade etmede o kadar net olursunuz, zira başka şeyleri kullanmak için gereken enerjiyi serbest bırakmış olursunuz.
4. Tüm deneyimlerinizden %100 sorumlusunuz.
Hayatınızda başınıza gelenler sizin suçunuz değildir, ama sizin sorumluluğunuzdadır. Kişisel sorumluluk kavramı söylediğiniz, yaptığınız ya da düşündüğünüzün ötesindedir. Hayatınızda yer alan diğer herkesin dediklerini, yaptıklarını ve düşündüklerini de içerir. Yaşamınıza meydana gelen her şeyin sorumluluğunu tamamen alırsanız, o zaman herhangi bir kişi bir sorunu su yüzüne çıkardığında, o sizin de sorununuz olur. Bu üçüncü ilkeye bağlanır, yani yolunuza çıkan her şeyi iyileştirebilirsiniz. Kısacası, şu anki gerçeğiniz için hiç kimseyi ya da hiçbir şeyi suçlayamazsınız. Tüm yapabileceğiniz onun sorumluluğunu almak, yani onu kabul etmek, ona sahip çıkmak ve onu sevmektir. Karşılaştığınız şeyleri ne kadar çok iyileştirirseniz kaynak ile o kadar uyumlu olursunuz.
5. Sıfır limite iletiniz "seni seviyorum" cümlesini söylemektir.
Sizi her şeyin ötesindeki huzura, iyieştirmeden ifade etmeye götürecek bilet sadece "seni seviyorum" cümlesidir. Bu cümleyi Tanrı'ya söylemek içinizdeki her şeyi temizler ve böylece şu anın mucizesini yaşayabilirsiniz: sıfır limiti. Amaç her şeyi sevmek. Fazla kiloyu, bağımlılığı, sorunlu çocuğu ya da komuyu, eşi sevin; hepsini sevin. Sevgi sıkışıp kalmış enerjiyi değiştirir ve serbest bırakır. "Seni seviyorum" demek Tanrıyı deneyimleme dileğinizin gerçekleşmesidir.
6. İlham niyetten daha önemlidir.
Niyet zihnin oyuncağıdır;esinlenme Tanrı'dan bir bildirimdir. Bir an gelir, yalvarmak ve beklemek yerine teslim eder ve dinlemeye başlarsınız. Niyet egonun sınırlı görüşünü temel alarak hayatı kontrol etmeye çalışmaktır; esinlenme ise Tanrı'dan gelen mesajı almak ve buna göre hareket etmektir. Niyetler işe yarar ve sonuç verir; esinlenme ise işe yarar ve mucizeler getirir. Hangisini tercih edersiniz?''

11 Aralık 2018 Salı

Başak taneleriyiz
  • Hayata geldiğimiz yer ile gelmek istediğimiz yer arasında geçiyor ömrümüz.Seçtiğimiz her şey için,başka bir şeyden vazgeçmemiz gerekiyor.Bazılarımız şartlara şekil veriyor,bazılarımıza da şartlar şekil veriyor.Keşkelerle yaşayacak kadar uzun değil ömür.Bizi hayattan alan,hayata katarken eksilten her şeyi protesto ediyorum ve diyorum ki biz bu dünyaya tesadüf gelmedik...O zaman neden tesadüfmüş gibi yaşayalım. Bahşedilen akılı niye mutluluk, huzur yolunda tüketmeyelim ki ! Neden sanki...
  • İnsanlar başlarına kötü bir şey geldiğinde ben bunu hak etmedim derler..Bence hayat ,bu insanlarla aynı fikirde değildir.Hayat iyilerden çok güçlüleri sever.Güç doğada vardır.İyilik ve kötülük tamamen insan aklının ürünüdür.
  • İyi insan olmak araç değil amaçtır. İyi insan olmak başına kötü bir şey gelmeyeceği anlamına gelmez. İyi insan olmanın ödülü zaten iyi insan olmuş olmaktır. Başımıza gelen kötü sonuçlar için kötü insan olma şartı yok. Neden ben diye sorarken kendimize, iyiliğe güvenmek güzel ama ona dayandırmak akıllıca değildir. Başımıza gelenlerin ne olduğuyla değil, içimizde olanların ne olduğu ile ilgilidir. Önemli olan bakış açımızı ve hayatı kendimize borçlandıran inançlardan zihinlerimizi temizlemek. İnsan kendini en iyi eylemleriyle ele verir. Goethe'nin dediği gibi ''İnandığı gibi yaşamayan, yaşadığı gibi inanır''
  • Hayatımızda ne olursa olsun ne yaşamış olursak olalım kendi ilkelerimiz, değer yargılarımız olsun.
  • Kafa karışıklığı tüm kötülüklerin anasıdır. İnsanı içten içe yer. Hayatla aramıza tel örgüler çeker. Bunun için zihnimizi düzenleyip, yargılarımızı periyodik olarak gözden geçirmek bize akıl yollarını açar. Ve kalbimiz, kalbimizde kirlenir onu da ışığa çıkarıp ara bir temiz hava aldırmak gerekir. Her fikre açık olalım ama kalbimize sadece seçtiklerimizi alalım. Hırslar, egolar kalbimizi katılaştırmasın hiç bir şeyin bizim gül bahçemizi tarumar etmesine izin vermeyelim. Hep ebru tekneleri olsun. Canı cana çağıran sevgiyle buluşturan edeple yoğuran.
  • Hayat içinde seçimini kullanıp hayatı hoyratça kullanan insanlara mutluluğumuzu törpüleme fırsatı vermeyelim. Hayat gel beni al demez. İçimize ışık verelim yeter. Köklerimiz içimizde. Ve biz, hepimiz hayatın içinde başak taneleriyiz.
  • Olcay Kasımoğlu.
Sana Hayat Veren’i fark et...
İnsan özgür doğar, sonra kalıpların içine alınır.
Mülkiyetin değer kazandığı kapitalist düzende, mülkiyete sahip olanlar,olmayanların üzerin de adaletsiz yöntemlerle kendilerine bağımlı kılarlar.
Bu tarz insanlar, bilim ve eğitimi özel mülkiyetli sistemin eline vererek maddi ve ahlakı gelişmeyi, kendi tekelinin dışında oluşmasına izin vermezler.
Buda yetkili mercilerin sözsüz ve sorgusuz bir insan topluluğu yaratılması amacına hizmet eder.
Aslında bunlar birbirine bağlıdır. Dünya üzerinde herşeyin bir karşıtı vardır.
Biz buna karşıtların mücadelesi diyoruz. Bütün değişimlerin kaynağı da budur. Dünyayı doğru yorumlamaya başladığımız andan itibaren, sırlara nail olmanın ve değişimlerin dünya üzerindeki gücünü ve nedenlerini kavradığımızda, nicel birikimler nitel sıçramalara neden olacaktır...
Ve Uyuyan Bilinç;
toplum olaylarına duyarlı değildir, ben merkezcilik ve bencillik hakimdir. ''Bana dokunmayan yılan bin yıl yaşasın'' onun için en uygun baş slogandır yada anlamının doğurdu gibi duyarsız, insancıl olmayan yaklaşımlar içerisinde kendi dünyasını haklı kılmaya çalışır.
Böyle bir bakış açısına hoş görü beklemek, sağlıklı bir insan beklentisi değildir.
Oysa eylemlerinden sorumlu bir varlık olmak, bir kişinin ne yapması gerektiğini belirlemeyi de içermektedir ki, bu da bilgi sahibi olmayı, güdüler üzerinde düşünmeyi gerekli kılar.
''Mesela şimdi bir nefes al ve etrafındaki beş nesneyi fark et. Bir nefes daha al ve etrafındaki beş sesi duy. Tolstoy’un dediği gibi, ‘Tek bir zaman var, o da şimdi. Kudret sahibi olduğumuz yegâne zaman bu’. Duygu ve düşüncelerini kabullen ve anda ol. Değerlerinle rabıtada ol ve eyleme geç. İnsanın ruhuyla, etrafıyla ve an’la rabıtada olması; dünyaya katılması ve hayatın her anının doluluğunu takdir edebilmesi demektir. O halde hayatın ve nefesinin hakkını ver. Her nefesi bir ilahi bağış olarak coşkuyla içine al. En derinlerdeki hücreleri bile şenlendirecek kadar. Ve usul usul bırak onu...''
Sana Hayat Veren’i fark et...
Bırak, ışık girsin içeri...

Olcay Kasımoğlu
Aşırı kıskançlık ”bencilliktir” içinde sevgi yeşermez.


”Kıskançlık, hem başkalarının sahip olduğuna sahip olma isteği, hem de sahip olduğunu, başkasına kaptırma korkusu, bir ilişkinin veya bir kişinin yitirileceği endişesidir.”
Her duygu gibi, kontrollü ve dengeli olduğu sürece zararlı olmaz.
Kontrol edilmediği takdirde ”haset gibi” düşmanca bir duyguya dönüşür.

” Seven kıskanır” cümlesi çoğu zaman ilişkilerdeki sorunları örtbas etmek için kullanılsa da ilişkilerin bitmesine, cinayetlere kadar gidebilecek vahim sonuçlara neden olabilir.
Aşırı kıskanç kişi, sevgilisini, eşini devamlı kontrol ederek takip eder, onun yaşantısına sınırlar koyar ve üzerinde bir baskı oluşturur. Böyle yapınca da onu kaybetmeyeceğini düşünür.
Oysa sağlıklı birliktelikler ”tehditle, şantajla, korkuyla,baskıyla değil” sevgiyle, güvenle, önemsemek ve değer vermekle devam eder.

Kıskançlık sonucu yapılan hareketlere baktığımızda ürpermemek elde değil.
Eşini kıskandığı için bıçaklayanlar, öldürenler, yüzüne kezzap dökenler, karşı cinsle konuşmasına izin vermeyenler, baskıyla, tehditle, şiddetle, hayatı hem kendisine hem de sevdiğine zehir edenler o kadar çok ki yaşamın içerisinde.
Seviyorum deyip nara atanlar, attığı narayı unutup sevgi adına sevgiyi yerde sürükleyenler o kadar çok ki hayatımızda.

Peki, bu kadar çok seviyorum diyen bir insan, neden kıskançlık adı altında sevgiyi yerlerde sürükler.
Değersizlik, mutsuzluk, çaresizlik hissi, kendine güven eksikliği,
takıntılar, saplantılar ve egonun baskın çıktığı her yerde; kıskançlık devreye giriyor ”bilinci” bencilliğine köle oluyor.
Kaldı ki kıskançlığın cinsiyeti de yoktur, iyi bir gözlem, ilgiyle, özenle beslenen her ilişki sağlıklıdır.
İnsanlar, içinde bulunduğu toplumun yarattığı ilişki kurallarına göre de kıskanmayı öğrenir.
Özellikle ebeveynlerini rol model olarak alan çocuklar ”karşı cinsle ilişkilerinde” gördükleri, işittikleri üzerinden yaşama yürüyeceklerdir.
Çok önemli bir konu;sıkça öğretiler arasında yer alması gereken yaşam iksirleri. Bugün gelinen noktada en büyük aklın bilim olduğu,bilimin de insan duygularının coşmasıyla ortaya çıktığı bellidir. Neredeyse eşsiz,mükemmel bir donanıma sahip insan,duygularını tımar ettikçe,yağmur gibi yağan büyük uygarlık, insan tecrübelerine yaslandıkça; en yoğun duyguları,en şiddetli kalp atışları bile zarafetin, nezaketin, felsefenin dimdik duruşu içinde , "seviyorum", "ölüyorum" dediği insanı, ortaya çıkan BÜYÜK DEĞERİ korumak,kollamak, üzerine titremek için kılı kırk yarar... Bu sanatsal iş,zahmetli olmaktan öte ustaların keski, çekiç, testere sesleri gibi, yok etmek için değil var etmek içindir... Etkileyici, hassas ve yaşama davet edici...

İnsan ilişkilerinin en önemli ayağı diyebilirim. Kendini bulamayan bir çok insan; ilişkilerinde maalesef bu sorunu çok ciddi bir şekilde yaşıyor. Kendi içerisinde ki fırtınaları, kuruntuları, vesveseleri, öz benliğin yetersizliğini ve bencilliğin zehrini bir türlü terbiye edemiyor.
 Kıskanmak başka bir coğrafya bizim ülkemizde.
Bir de toplumun değerleri, kültürü, gelenekleri de biçimlendiriyor kıskançlığı.
O topluma ait kültürel birikimlerin bir parçası haline geliyor.
Kıskançlık üzerine şarkılar söylenir, filmler çekilir. Sonunda öyle abuk subuk, öyle şablon hikâyeler ve ilişki biçimleri çıkar ki ortaya; sorgulamayan, anlamaya çaılşmayan toplumlara “seven kıskanır” diye pazarlanır.
Oysa yaşamı anlamak ve insanca yaşamak isteyen her insan mutlaka belli birikime sahip olmalıdır.
Birikim yollarından aklımıza ilk gelenler gözlemek, dinlemek, okumak ve yaşamaktır. Bu dört ana unsur birbirlerini tamamlayıcı etkiye sahiptirler.
Bunları deneyimleyen ve eyleme geçiren her insan bir değerdir ve yaşamın parçasıdır.
Hürriyetin ve değer verilmenin saadetini hiç bir şeye değişmeyen ''aklı ve vicadanı hür insanlar'' haset duygularla yaşamlarını kabusa çevirmezler. Daha ''ÖZGÜN VE ÖZGÜR'' birliktelikler kurarak, yaşamı ve yaşam içerisinde ki sevdiklerini ve kendilerini mutlu ederler..

10 Aralık 2018 Pazartesi

Küçüğüm daha çok küçüğüm

Duymak, işitmek yetmez; anlamak için dinlemeliyiz.
Öylesine değil; aklımızla, kalbimizle, vicdanımızla dinlemek !
Dinlemesini bilen insan; sorunların tespiti ve çözümünde daha az hata yapar. Dinleyerek daha iyi gözlemler yapar, farklı bakış açıları edinir.
Ön yargıdan uzak objektif kararlar verebilir, problemlere yeni çözüm yolları bulabilir.
İnsan kendi iç sesini dinlediği zaman, başkalarının sesine de derinlik kazandırır, empati yeteneğini geliştirir.
Başkalarının duygu ve düşüncelerine, kim olduğuna ve neler yaşadığına daha derinlemesine yaklaşır.
Kendimizi dinlediğimizde güçlü ve zayıf yanlarımızı keşif ederiz, böylece başkalarının da artı ve eksilerine yaklaşım tarzımız değişir.
Daha insanı bakış açıları kazanırız.
Dinlemek öze inmektir, bakılan ama görünmeyenlere dokunmaktır.
Karşımızda ki insanlara gönül gözüyle dokunduğumuzda biz onun en yakını oluruz.
İnsanların duygularını anlamak kendimize olan güveni artırdığı kadar başkalarının da bize güven duymasına neden olur.
İlişkilerin kırılganlığını ve insanlar açısından taşıdığı önemi anladığımız zaman daha dikkatli ve özverili oluruz.
Başkalarının duygularını örselemeden onları anlamaya çalışırız.
Kendimize ve başkalarına kulak verdiğimiz zaman evrende bizi dinler, bizimle iş birliğine girer.
Yankısı bulmuş sesin, gelip yüreğimizde bizimle buluşmasından kim mutlu olmaz ki!
Yeter ki bir kez olsun

Topraktan,
Ateşten ve demirden
Mavi eller tırpan olsun zulme
Hiç bir şey insandan daha önemli değil
Çağımızın güvensizliğine karşı durabilmemizi sağlayacak yöntemler bulmak, içimizde ki güç merkezini ortaya çıkarmak gerekiyor.
Bunun içinde; inandığımız, güven duyabileceğimiz değer ve amaçlara ulaşabilmemizi sağlayacak içsel bütünlüğün, kültürle yaşama dokunmuş bilincin, mücadele ruhuyla beslenmiş cesaretin, kendini bulmuş benliğimizin ”özgür ve özgün” olması gerekiyor.
Ne güzel demiş;
Kadın inci gibidir Isabel. Bazen senelerce, bazen de bir ömür boyu bir istiridyenin içinde saklar kendini. Fakat bir kez gün ışığı gördü mü çabucak unutur geçmişini. Geçmişte ne kadar saklanmışsa o kadar seyredilmek ister; ne kadar kapalı kalmışsa o kadar açığa çıkmak ister. İşte o an çıkıp geldiğinde artık ona kimse mani olamaz. Kendi bile...
İnsan bir şeye gerçekten gereksinim duyuyor ve istiyorsa, bunu ona sağlayan şey rastlantı değildir; kendi içindeki istek ve zorunluluk onu çekip, istediği her ne ise ona doğru götürmüştür.
Aslında, dışımızda gördüğümüz şeyler de içimizdekilerin aynısıdır.
Bu gerçeğe bu kadar aykırı bir yaşam sürmemizin nedeni, kendi dışımızda ki her şeyi gerçek sayıp, içimizde ki dünyaya söz hakkı vermememizdir.
Oysa insan bir kez işin bilincine vardı mı, çoğunluğun izlediği yolu seçmesi diye bir şey söz konusu olamaz. O zaman bunu kader, yazgı diye de kabul etmez. Yeter ki bir kez olsun içinde ki dinamiklerle yaşamını buluştursun.

Olcay Kasımoğlu
HAYIR DİYEBİLMEK İNSANCA BİR HAKTIR

Neden bazı insanlar, hayır demekte zorlanırlar?
Hayır diyebilmek neden bu kadar önemlidir?
İnsanlarla bir arada yaşamak için işbirliği ve dayanışma yapmak önemlidir. Bunun için, evet ve hayırların bir seçiciliği ve dengesi olmalıdır.
Başkalarını gücendirmeyelim derken, kendi kendimizi gücendirmeye başlarız. Doğru bildiğimiz şeylere bile sahip çıkamaz, kendi ilkelerimizden ödün vermeye başlarız. Hayatın her boyutunda, bize gerekli olan denge unsuru, burada da karşımıza çıkıyor böylece.
İnsanın, kendi özünde ki benliği özümsemesi, olaylar ve sorunlar karşısında takındığı tutum ve davranışla kendini belli eder.
Herkes aynı koşul ve imkanlarda yetişmiyor, farklı aile yapılarında büyüyor, farklı davranış kalıplarına sahip bireyler olarak yetişiyor. Olayları algılama, anlamlandırma ve olaylar karşısında takındığımız tutum ve davranışlarda, bu farklılıklar çerçevesinde şekilleniyor.
Bu farklılıkların bize kattıkları doğrultusunda; bize söyleneni, gördüğümüz ve algıladığımız kadarıyla yapabiliyoruz.
İnsan zamanla oluşur, tıpkı nehirler gibi. Çağlayan bir şelale mi, yoksa cılız bir dere mi olacak, bunu zaman gösterir? Bunu da, yetiştiği aile ortamı, yaşadıkları, içinde bulunduğu sosyal ve toplumsal kimlikler karşısındaki tutumları belirliyor.
Hayır demek, diğer anlamıyla ret etme hakkını kullanmak, öğretilmiş davranışları kırmak, inanmadığımız, onaylamadığımız düşüncelerin arkasında olmamak demektir. Kendi kararlarımıza güvenmek bağımsızlaşmanın bir gereğidir aynı zamanda.