Translate

10 Nisan 2019 Çarşamba

Özgür ve Özgün Bir Dünya

Duydun mu barış
Güle kan değmiş
*Bunak düzen kan istiyor
su değil*
Soğuk ve terli duvarlar arasında ödenmiş bedeller ve niceleri, yazılması gereken bir gerçeklik ve bunlar yaşandı, yaşanıyor.
Ölüme kan bulaşarak bu dünyadan göçenler, üzerinde yaşadığımız evren kadar gerçek. Bir dönemin gözyaşları kadar şeffaf ve barışın renkleri kadar somut olan gerçekler.
Çoğu zaman, işlevsiz kılınmış üç organın sahipleriyiz bizler.
Bunca yaşanan kıyıma, zulme karşı; duymayan kulak zarlarını, görmeye kapalı göz organını, konuşmayan dilin tüylerini hareketlenmeye çağırmak biricik görevimiz olmalı.
Portakal ağacı bile bahar ayında, öldürülmeye çalışılan doğa için savaşıyor. Belki de tüm insanlık portakal çiçeğinin yaydığı kokuyu hissetmekle başlamalı…
Sadece ölenler değil ya yaşayan ruhların bedenlerinde kaybettikleri, evlatlarına akıttıkları gözyaşları ne olacak; ya onların yüreğinde ki acılar, kocasını, babasını, kardeşini, akrabasını işkencede, faali meçhul cinayetlerde kaybeden yüz binlerce insanın beden ve ruh acılarının bedelini kim ödeyecek.
Çağımızın güvensizliğine karşı durabilmemizi sağlayacak yöntemler bulmak, içimizde ki güç merkezini ortaya çıkarmak gerekiyor.
İnsana Duran Siyaset;
Her şeyi olduğu gibi devam ettirmek için değil ”olması gerekenleri” gerçekleştirebilmek için yapılmalıdır.
Hırslardan,egolardan arınmış, ilim ve barışın eşliğin de insana duran, birleştiren,ayrıştırmayan,nefreti körüklemeyen; aydınlanmanın ışığın
da güven ortamı oluşturup, herkesi; bulunduğu toprağa ait olma duygusuyla harmanlayan, inancını tevvekülden çıkarıp; yobazların cehaletine terk etmeyen
bir siyaset anlayışı olmalı…
Aydınlanmış insan;
İdollere değil, evrensel değerlere sıkı sarılıp, putlaştırılmış inanç ve değerler yerine açık, basit, anlaşılır vicdani değerleri yaşatıp büyütmeli.
Bugün her şey nasıl var idiyse dünde vardı, yarınlarda da evrimsel olarak var olacak.
Önemli olan duyu organlarının algılayamadığı nesnel gerçeklikleri yok saymamak ve ruhumuzu, gönlümüzü, zihnimizi; eş güdümlü-koordineli çalıştırmak, sezgilerimize ve sağduyuya önem vererek…
İnsan mümkün olabileceğine inanmıyorsa, yenileşmeyi gerçekleştiremez.
Sürekli yenilenme kabiliyetine sahip bir insan geleceğe güvenle bakar, yeni düşünceleri ve geleceğin getirebileceği değişiklikleri de hoşgörüyle karşılar. Dünyanın her yerinde gelecek ufku olmayan insanların hayata karşı tutumları, çaresizlik içinde bilinmeyeni beklemektir. Geleceğe yönelmeyen hiçbir insan kendisini yenileyemez
Bunun içinde; inandığımız, güven duyabileceğimiz değer ve amaçlara ulaşabilmemizi sağlayacak içsel bütünlüğün, kültürle yaşama dokunmuş bilincin, mücadele ruhuyla beslenmiş cesaretin, kendini bulmuş benliğimizin ”özgür ve özgün” olması gerekiyor.
Ve kesinlikle geçmişin korkularıyla yaşama tutunmak değil, her-şeyiyle yüzleşmek gerekiyor.
İnsan kendini yeniledikçe, düşünceler de yenilenir, yenilendikçe de güven duygusu, değerli olma bilinci gelişir, geliştikçe de; insanları birbirine yaklaştırır, sevgiyi, saygıyı artırır. Bilinçlendikçe, başkalarının yaşam hakkının talan edilmesine, budanmasına seyirci kalmaz, kalamayız zaten.
Tıpkı bir heykeltıraş gibi, yaşamlarımızı şekillendiriyoruz ve ortaya çıkan biçimden biz sorumluyuz.
Ne olursa olsun; karşımızda ki insanın fikri, düşüncesi, tercihleri bir başkasının yaşamını yok etmeye yönelik olmadığı sürece bir arada yaşamanın muhakkak bir yolu vardır yeter ki önce insan olalım..İnsan olmanın birinci koşulu ”insan olma yanımızdan” sorumlu olmaktır. Yaşamı anlamlı kılan her birey kendine ve yaşama saygılıdır.
Şayet ”Yolumuz birbirimizi anlamaktan geçmiyorsa, hiçbir yere varamayacağız demektir..”
Düzenin köleleri olmamak için,
Amacımız, yaşamı ”beklentileri yüksek olmayan bir bakış açısı ve arayışları ince bir ruhla” anlamlı kılmak olmalı..
Ve insanca bir arada yaşamanın olmazsa olmazı demokrasi;
Demokrasi, halkın sesine kulak vermektir. Bu seste medyanın özgürlüğü, kurum ve kuruluşların özgürlüğü yoksa ve kendini tanımlama yolu kapalıysa toplum kendi düzenini yaratır. Bu boşluklar düzeni, her zaman;, çetelerin, marjinal grupların, kişisel hırsların ve ucuz siyasetin sevdiği adreslerdir, muhakkak kendine yer arar ve sızar. Bu yolda, doğruyu arayacak bilinç yoksa , o bilgeliğe sahip değilseler akacak kandır.
Bir ülke akıl ve mantıkla yönetilir.Akıl ve mantığı dogmatik düşüncelere kurban edersek kutuplaşmalar olmaya başlar. Ülkeler dayatmayla yönetilmez, sorumluluk ve evrensel değerlere saygı ister. Demokrasi ve özgürlük alanları yaratılmadığından şiddet olur. Kısıtlanan alanlarda enerji kısıtlaması olur.
Her birey onurlu bir vatandaştır. Her bireye saygı göstermek zorundayız. Kinle, öfkeyle iyiye doğruya kim yol almış ?
Anayasal,yasal sorumluluk bilinci olan toplumlarda mezhep ve etnik kökene dayalı anlayış, demokrasiler de kabul görmez…
Dar döngülerden kurtulmak için, kendimizi sorgulamalıyız.
İnsan olmak, vatan sevgisi; Türk olmak, Kürt olup olmamak değildir.
Din, dil, ırk ,cinsiyet ”üzerinden geçen” ideolojik fikirler, siyası tercihler, dostluklar; bana her zaman samimiyetsiz gelmiştir.
İnsanı, insanlıktan sorumlu kılan tek şey vardır; yaşam hakkına saygı.
Biz ancak ”kendimizin, insanlığın, çevremizin fakındalığına” vardığımızda bu perdeler içeriden açılır.
O zaman ”gönlümüz, aklımız” insanların değerini; renkleriyle, dilleriyle, cinsiyetleriyle ve maddi güçleriyle ölçmekten vazgeçtiğinde bu dünya yaşanılası bir yer olacaktır.
İnsanların, insanca yaşadıkları bir dünya düzeninde birleşmek dileğiyle…

ÖFKE ATEŞTİR

Öfken sevginden büyükse ''dünyanın neresine gidersen git'' yüreğin hep üşüyecek....
Yenilmesi gereken ilk düşmanımız kontrolsüz ÖFKEDİR:
Hiç kimse, öfkesi buzdan ateşe benzeyen birinin yanında serinlemek istemez.
Öfkenin de kendi bilinci vardır, o bilinci nasıl beslediğimiz çok önemlidir.
Haksızlığa, çalmaya, talana, yalan öfke duymayan bir insanın taştan ne farkı var?
Doğru yerde, doğru kişiye, doğru şekilde öfkelenmeyen insan, erdemli sayılmaz.
İnsanoğlu "öfkesini" "öfkelileri" ve "öfkeyi" bir duygu olarak kabül edip, bununla baş edebilme becerilerini geliştirmeli.
Öfkenin kontrol edilebilir olduğu anlatılmalı, bununla ilgili, eğitim amaçlı bütün kamu kurum ve kuruluşlarında eğitim seminerleri verilmeli.
Hiç bir duygu kötü değildir onu kötü yapan bizim onu kullanış tarzımızdır, burada üslüp en önemli iletişim basamağıdır.
Bu öğrenilebilir,geliştirile bilir. İnsanlar anlaşıldıklarını,önemsendiklerini, değerli olduklarını hissettikleri zaman kendilerine çeki düzen vermede daha istekli olurlar.
Kontrolsüz öfke; istenmeyen sonuçlara ve karşılanmayan beklentilere verilen insani bir tepkidir.
Kontrolden çıkıp yıkıcı hale dönüştüğünde kişinin yaşamında son derece önemli sorunlara yol açabilmektedir.
Öfkenin* kontrollü bir biçimde ifade edilebilmesi* gerekmektedir.
Yoksa, öfke bir problem çözme aracı, intikam yolu, suçlama biçimi veya başkalarını kontrol etme yolu değildir. Sağlıksız öfkenin insana kazandırdığı hiç bir veri girişi yoktur.
Kontrolsüz öfkede ''insan'' sözlerini tartmadan, düşünmeden,nereye varacağını hesaplamadan konuşur, dlinin ayarı yoktur.
Sadece kendi söyledeiklerinin doğruluğu üzerinden iletişim kurmaya ve bunu devam ettirmeye çalışır.
Öfke başlı başına kontrol edilmesi gereken bir durumdur, gerek kendi sağlığımız gerekse başka insanlarla olan ilişkilerimizde, öfkeyi kontrol altına almak çok önemlidir.
Öfkeyi; agresif davranışlar şeklinde de ifade edebiliriz. Bu da kişisel olsun,
sosyal olsun,ilişkilerimizi yıpratır. Başkalarının bize davranışlarında hoş
olmayan durumlarla karşılaşırız. Kendimizi anlaşılmaz, sorunlu,yorgun ve mutsuz hissederiz.
İnsan olmanın en büyük özelliği de gelişmiş bir korteksimizin olmasıdır.
Düşünme, problem çözme, ileriyi görme, beynin kontrolü yani duyguların kontrolü de korteks sayesinde gerçekleşiyor.
Beyin; duyguları ve görüntüleri de tanımlar, sınıflandırır. Önemli olan uyumlu ve dengeli çalışmasıdır.
Bu denge uyumlu bir yaşam için gereklidir.
Öfke anında salgıladığımız kortizol ve adrenalin bir süre sonra bizim sağlıklı düşünce mekanizmamızı bozuyor, sağ beynimizin çalışmasını baskılıyor.
Yani duygusal beynimiz sekteye uğruyor. Bunun sonucunda, insanları anlamak ve değerlendirmek için gerekli olan empati becerilerimizi de kullanamaz oluyoruz. Buda bizi öfkenin tsunamisinden korumaya yetmiyor.
Zhinsel yapımız nedeni ile öfke bize yarar değil, zarar veriyor.
Bunları başlıklar altında sıralarsak;
* Öfkeyle beraber vücudumuza gönderdiğimiz stres tüm iç organlarımıza zarar verir.
* Bağışıklık sistemimizi zayıflatıp vücudun hastalıklara karşı direncini azaltır.
* İnsanlarla iletişim sorunu yaşamaya başlarız.
*Öfkeli insanlar genelde gergin ve agresif olurlar, hayata bakış açıları negatif olduğundan hayat kaliteleri duygusal açıdan düşer, motivasyon yeteneklerini kaybederler. hayatı olumlama ve anlamlandırma sorunları yaşarlar.
* Öfkeyle alınan kararlar çoğu zaman sağlıksız sonuçlar doğurur, objektiflikten uzaklaştırır, yanlış kararlar alınmasına neden olabilir.
* Hiç kimse öfkesini kontrol etmeyi bilmeyen bir insanla samimi,içten bir dostluk kuramaz, buda zamanla kişiyi yalnızlaştırır.
* Öfkeli insan çevresine,kendine zarar verir, genele yayılan bu negatif enerji insan ilişkilerini olumsuz etkiler.
* Öfke tıpkı rüzgârın bir anda şiddetlenip tozu dumana kattıktan sonra dinmesine benzer, rüzgâr çabucak dinmiştir dinmesine ama geride pek çok kırık dal bırakmıştır. Ne yaparsa yapsın kırılan,dökülen nasibini alımış,sırtını dönen dönmüştür.
Öfkenin birde toplumsal ve ailesel boyutu var; Öğretilmiş bir kişilik, toplum kaide ve kuralları, bazen öfke patlamalarına neden olabiliyor. Hayatın bize sundukları birde bizim hayata sunduklarımız vardır. Yaşam içerisinde ki bu döngü ''doğum ve ölüm'' arasında seyrederken, kaybetmekten korkar öfkeleniriz, içimizdeki öfkeden korkar, başkalarının alanlarına saldırırız, Başka insanların yaşam tarzları bize batar öfkeleniriz.
Toplumsal kural ve kaideler canımızı sıkar öfkeleneriz. Yaşarken; hayatı sadece seyredenler vardır, boşa ömür tüketirler. Evrenin enerjisine haksızlıktır bu ama onlar bunun farkında bile değillerdir. Bize yansıttıklarından nasibimizi alır sinirleniriz.
Öfke iki temel nedenle ortaya çıkabiliyor. ..
*Birincisi bireyin kendisinden,
*İkincisi ise karşısındaki bireylerin onda oluşturduğu duygulardan kaynaklanabiliyor.
Öfke, ister bireyin kendisiyle ilgili ister karşısındakiyle ilgili bir nedenden kaynaklansın, özenle üzerinde durulup çözümlenmesi gereken bir duygudur. Toplumda ki şiddet olaylarının hemen hepsi öfke patlaması sonucu meydana gelir..Öfkesine kontrol etmeyi başaran her insan, yaşamın her alanında sağlıklı kararlar alabilir.Öfke de tıpkı üzüntü ve mutluluk gibi bir duygudur. Bu duygunun olumluya motive edilmesi gerekiyor. Özellikle öfkeye neden olan sepepler tesbit edilip çözüm yoluna gidilmeli, ancak o zaman bu duygu insana olumlu fayda sağlar.
Bu hikayede; insanın bir anlık öfkesine uyarak, sonunu düşünmeden kalkıştığı işlere atıfta bulunuyor.
Hikâyeye göre kasabın biri veresiye et satarmış. Çırağı olan bir çocuk da dükkânda veresiyeleri yazarmış. Kasap “filan bu kadar borç aldı, filanda bu kadar alacağımız var, sen onları yaz” dermiş Günün birinde leş yiyen bir kuş uçup gelmiş, dükkândan bir parça et kapıp havalanmış gitmiş. Kasap çırağına, “Etin dörtte bir parçası şu leş yiyen kuşta, onda da bu kadar alacağımız var, bunu da yaz” demiş.
Bir başka gün, leş yiyen kuş âdet edindiğinden yine gelip, et kapmaya uğraşmış. Kasap daha önceden bir tuzak kurmuş… Kuş tuzağa tutulunca başını koparıp, öbür kuşlara ibret olsun diye asmış. Çırak çocuk ustasına, “Usta! Senin kuştaki alacağını yazmıştım, şimdi de kuşun sende alacağı var, ne kadar yazayım?” Usta, yenini yakasını yırtarak demiş ki: “Etin hesabı
kolay, fakat baş isterlerse ne yapacağım ben.
İnsanın nefsinden kaynaklanan öfke, kin ve hiddet gibi duygular kişinin gözüne ve aklına perde olur. Buda her zaman istenmeyen sonuçlara neden olur ve çoğunun da telafi edilme gibi ikinci bir şansı yoktur. Sevdiklerimizi kırarız, öyle zamanlar olur ki öfkeyle söylediğimiz bir sözün mebalı büyük olur.
Özellikle öfke kontrolünde amaç; öfkeyi doğru ifade etme becerisini kazanmaktır. Saldırganlıktan uzak, şiddet içermeyen, kişinin kendisine ve çevresindekilere zarar vermeyecek şekilde duygusunu ifade etme becerisini kazanmasıdır.
Bireyin hiç öfkelenmemesi değil, kişiye duygu ve düşüncelerini doğru ifade etmesine yardım etmek esas olmalıdır.Bu kontrolsüz gücü dizginleyebilmek; insanın kendini kontrol etmesiyle,
erdemle olur. Erdem ve bilgi insanı doğru yola ulaştırır ''sağlıklı toplumlar kişilerle değil kişilikli insanlardan oluşur'' denilirken boşa söylenmemiş...
''İnsanlar, değerlerinin varolma nedenini unuttular önemli olmaya Kimileri kinle, kimileriyse kontrolsüz öfkeyle bayağılaşırlar. Asıl küyüklük ''öfkeyi'' kontrol altına alabilmektir.
Ne olursak olalım, toplum da ''kin ve öfke tohumlarını eken değil'' yaşamı olumlayan insanlardan olalım.İnsan olmanın birinci koşulu ''insan olma yanımızdan'' sorumluyuz.
Bir trakya atasözü derki; yaşattıkların yarına kalabilir ama yanına kalmaz, herkes ederini er geç bulur (!)

Olcay Kasımoğlu

5 Nisan 2019 Cuma

YAŞAM BİZE TUVAL SUNAR

Bir insan yeni doğduğunda, zayıf ve esnektir.
Öldüğü zamansa, kaskatı ve duygusuzdur.
Bir ağaç büyürken, körpe ve yumuşaktır.
Ama kuru ve sert hale geldiğinde, ölüp gider.
Sertlik ve güç, ölümün arkadaşlarıdır.
Esneklik ve zayıflık, varoluşun tazeliğinin ifadeleridir.
Kendini sertleştiren hiçbir şey kazanmayı başaramaz”
Stalker / Tarkovski.
Kendin olmak, kim olacağını ve nasıl davranacağını belirlerken, aynı zamanda, kendi eylemlerinin sorumluluğunu da üzerine almaktır.
Simone weil/ Mistik bir özgürlükçü' de bunu çok güzel tanımlamış;
''Aynı sözler söyleniş biçimine göre sıradan ya da olağanüstü olabilir. söylenme biçimi, istenç işe karışmaksızın, insanın içinde bu sözlerin geldiği yerin derinliğine bağlıdır. şaşırtıcı bir uyumla bu sözler, onları işitenin içinde de aynı derinliğe işler. böylece duyan kişi sezgi gücü varsa, sözlerin taşıdığı değeri anlayacaktır. "
Yaşam bize tuvali sunar, resmi biz yaparız. Eğer yaşamımıza ve kendimize sahip çıkamasak, resmi başkaları yapacaktır.
Yaşamın ruhsal derinliğinde hatalar yoktur, yalnızca dersler vardır ve büyümek bir deneyim sürecidir ”başarı” kadar “yenilgiler” de bu sürecin bir parçasıdır ve
Kendimizi araştırıp keşif ettikçe, yaşamın bize sunduğu ”bilgelik payıdır” bu bilgelik, yaşama dokunmak ve dokumaktır.

Sanat hiç kimsenin malı değildir

''Yürekle aramak gerekir. Hakikat, göremediklerimiz-dedir.''
Sanat: egosu tavanlara, onanma ihtiyacı içinde kavrulanlara, laf ebeliği yapanlara, kendini dev aynasında görenlere hiç bir şey katmıyor.
Sanat istikrarı seviyor.
Ve sanatın işlevselliğini bir bütün olarak dünyayla iç içe geçme ve özdeşleşmenin bir sonucu olarak görüyorum.
Bununla birlikte yaşama biçimimizin dışsal herhangi bir olgusu değişmeyecek belki, ama bizim bu olguları kavrayişimiz derinleşecek.
Yaşama bağliliğimiz artacak. Buda sanatın en temel işlevidir.
Aİ WeıWei' ne güzel özetlemiş sanati, o dingin, engin dernliğiyle;
"Benim sanat anlayişim hep aynı kaldı.
Sanat ifade özgürlüğüdür, yeni bir iletişim biçimidir.
Sanat müzelerde sergilenmek ya da duvara asılmak için yapılmaz.
Sanat gönüllerde yaşamalıdır.
Sıradan insanlarda herkes gibi sanatı anlayabilmelidir.
Sanatın elit ya da gizemli olduğunu düşünmüyorum.
Sanatı politikadan ayırma niyeti son derece politik bir niyettir..."
Bütünlüğün esasında bende farklı düşünmüyorum.
Sanat hiç kimsenin tekelinde değildir kaldı ki sanat hiç kimsenin mali da değildir.
"Yaşamı tek bilinmeyenli bir denklem gibi ele almak, altı boş kulağa hoş sloganlarla konuşup, zamana göre kendini geliştirmeyen, saplantı slogan hükümlere göre yaşamak ve mevzi alıp dayatmaya çalışmak kolaycılığı hiç kimseyi ve de toplumları bir yere götürmez..."
Kral Gılgamış'ın gözü karalığından, Simurg’u arayan kuşların hiç azalmayan azminden, Odyseus’un mücadele ruhundan, Don Kişot’un çılgınca cesaretinden, Santiago’nun masum hayallerinden nasibimizi almadan hiçbirimiz hedefimize ulaşamayız. Zafer bu uzun ve çileli yolculuğu tamamlamayı başaranlarındır.

3 Nisan 2019 Çarşamba

Sevgili Dost

Sevgili Dost,
Herkesin seviyormuş gibi yaptığı, ancak sevginin ne olduğunu pek az kimsenin bildiği bir zamanda yaşıyoruz.
Halbuki sevgi Ayrık otları gibi rastgele büyümemeli kalbimizde. İtinayla seçilmeli toprak; ağacı görmek istediğimiz yere ekilmeli tohum..
Yazın buharlaşmayacak, kışın donmayacak, sonbaharda yapraklarını dökmeyecek, yani hep aynı kalacak ya da hep artacak sevgi.
Altını görünce gümüşten, gümüşü görünce bakırdan vazgeçmeyecek.
Tagore gibi “ İstediğin zaman lambayı söndür. Senin karanlığını da tanır ve severim.” diyecek.
İstediğin zaman lambayı söndür. Ben senin karanlığını da tanır ve severim..
Ruhun gücünü tükettiği menzillerde işin ne?
Böyle dostluklar hiç bir rüzgardan etkilenmez ama oraya varana kadar ne yol gidilir kim bilir? Dostluğa, insana inancım sürüyor ama darbeli, şimdilik pert değil. Özenerek sakladıklarım, ömürlüklerim hatırına...
Sevgi var bir de, en çok ona üzülüyorum. Hesap kitaba yenik düşmüş, böyle bir değişik olmuş, erkenden çökmüş insan gibi yorgun sevgiler. Oysa çocuk olmak yakışır sevgiye hem masum hem enerjik hem hep aynı. Koptun sen diyenler olabilir, ne güzel kopuş. Başka neyle tutunuyoruz hayata?  Kimisi çocukları kimisi sevdiği kimisi kedisi ile kimisi de soyut bir şeyleri yücelterek aleminde dolduruyor kalbini.


d e r d i n d e r m a n d ı r s a n a ..

Ey vakit kıpırdat küllerini,söndüm çünkü ben,unuttum şarkı söylemeyi ve yinele Nuvais'in söylediğini:
d e r d i n d e r m a n d ı r s a n a ...
Adonis

"Neyi yitirmişse, en güzel onun türküsünü söylermiş insan…"
Sesinde ki hüzün...
"Selam en sevgiliye, en güzele,"
Kalbimi ışıklarla dolduran meleğe.''  
Pencerelerde bekleyen bendim
Sessizliğe bürünürdü her şey o vakit
''sevgi neydi sahi
sevgi sahip çıkmaktı
sevgi insan eli, insan emeğiydi
sevgi iyilikti , sevgi emekti...''
Sahi kim götürdü yüreğinden sevgiyi
Kim uyandırdı içindeki kırık dökük viraneyi
Uyan uyan yürü yeniden gün doğumlarına
Omzum bir dağ yamacı çekilsem yıkılacaksın...

''Cengiz Aymatov  

ÇALIN KALBINIZIN ZİLLERINI💙

İnsan tanımak gerçekten ince bir sanattır. 
Bu sanatın ciddi parametreleri vardır.
Çaba ve inanç gerektirir. Yoksa, payımıza hep yanılgı ve hayal kırıklıkları düşer. İnsanlardan darbe yediğimizi, ,insanların ne kadar güvensiz olduğunu ve hep aldatıldığımızı, şanssız olduğumuzu söyler dururuz o zaman.
Oysa, önce kendimize, var olan bakış açımıza, hayat deneyim ve tecrübelerimize biraz kafa yorsak, bu yanılmalarda; aslında ne kadar çok kendi payımız olduğunu görüp şaşıracağız.
Her insan bir dünyadır ve bu dünyanın şekillenmesinde;
Cocukluğu, yaşadığı bölgenin yaşam koşulları, tercihleri, seçimleri, aldığı eğitim, seçtiği kişi ve kişiler bir yaşanmışlık bırakmıştır.
Ne kadarını kendinde topladığı, ne kadarında demlendiği, belli davranış kalıpları içerisinde kalıp kalmadığı; bize yansıttığı geri bildirimlerde, tutum ve davranışlarda kendini ele verir.
Daha dikkatli baktığımızda muhakkak göreceğiz. Bunun içinde önce kendimizin, engin ve dingin bir yaşamla iç içe ve kendimizle barışık olması gerekiyor.
Önyargılarından azade, geniş bir bakış açısıyla, insanlarla iletişim kurduğumuzda; daha doyumlu ve uyumlu birliktelikler oluştururuz.
İnsan tanıdıkça, ya yaklaşır yada uzaklaşmaya başlar. Bu ince çizgiyi çok iyi tanımlamak lazım. Bazen insanlar kendilerini tanımlamakta gerçekten zorlanırlar. İfade ve tanımlama yoksunluğu yaşarlar. Bunun içinde, insanlarla ortak yaşam alanları olsun, paylaşılan mekanlar olsun, beraber çıkılan bir yolculuk olsun yada beraber bir olayın şahitliğini yapmak ve onun üzerinden beden dili ve sözel tanımlamalar olsun, algısı açık insana çok şey verir aslında.
Hani büyüklerin kullandıkları yaşamsal deneyler vardır. Birini tanımak için;
*Yolculuk yapın
*Emanet teslim edin
*Sırlarınızı paylaşın
*Bilerek fikirlerine karşı çıkın
*İçki sofrasını paylaşın
*Borç para verin
* Sevmediği konularda açık yürekli konuşun
* Çocuklar ve korunmaya muhtaç insanlar hakkında düşüncesini sorgulayın
Liste uzar gider, sonuçta kişi ve kişilerin etki ve tepkileri kişilik ve karakterleri hakkında bize bir fikir verebilir.
Tabii ki bunları yaparken, rencide etmeden, kırmadan, dökmeden içten ve samimiyetle yapalım.
Biz ne savcı, ne hakimiz.
Zaten sağlıklı gelişen birlikteliklerin; savcıya, hakime, avukata, doktora, polise ihtiyacı olmaz.
Olcay Kasımoğlu

2 Nisan 2019 Salı

İnsan yüreğiyle yaptığı her şeyin tadını alır.....

Edebiyatın kapılarına adım attığından beri şiirin ve yazı yazmanın gönül sırdaşlığını keşif ettim.
Yazının ve şiirin yolcusuyum. Aşka, insana,doğaya ve kendine duran bir yolcu...
Baktığım her şeyin iç yüzünü görmeye başladım. Kelimelerin içlerine sakladığı arka odalar da dolaşmayı öğreniyorum.
Kitapların insanı nasıl silkelediğini, yeni bakış açıları kazandırdığını ve kendiyle yüzleştirdiğini gördükçe, okumanın gücüne inanıp bende kendimi şiirle, yazıyla yenilemeye gayret ediyorum...
.Bir insan olarak kendimizi bir kağıt üzerinde düşünelim ve kendimizi o sayfanın içine bırakalım.
Neler yazardık; ben yazdım.
Mesela; hiç hayvanlara kötü davranmadım onları hep korunmasız olarak gördüm ve dedim ki benim merhametime ne kadar muhtaçlar tıpkı insan yavruları gibi. Hiç kimseye bilerek, isteyerek kötülük etmedim. Anneme babama hep vefayla yoğrulmuş sevgiyle, saygıyla karıştım. Öğretmenlerime karşı hep saygılı oldum.
Bunun yanında kendi fikir ve düşüncelerimi de söylemekten kaçınmadım. Hiç kimseye beddua etmedim. Biri üzülürken aman banane demedim.
İhtiyacı olan biri para istediğinde olduğu halde yok demedim.
Kimseyi keyfi işlerim için çalıştırmadım.Yapamayacağım şeyler için kesinlikle söz vermedim.
Hiç kimsenin ne namusu nede ekmeğiyle oynamadım. Sırf gösteriş olsun diye giyinip seslenmedim. Kaliteyi severim ama hiç markacı olmadım.
Benim yüzümden hiç kimse işinden olmadı. Birilerine şirin görünmek için hiç yalan söylemedim.
Hiç bir zaman dünya görüşümü nerede olursam olayım, hangi koşulda bulunursam bulunayım gizlemedim, farklı söylemedim,
bundan dolayıda hep saygı gördüm.
Geldiğim yeri hiç unutmadım, bulunduğum yerinde farkındayım.
Kendi çıkarlarım için adam satmadım, hiç kimse yede dalkavukluk yapmadım. İnsanları sınırlara hiç bölmedim. Önce hayata kattıklarına baktım, eylemlerine baktım. Bazen bu konularda eleştiride aldım lakin kendine ve yaşadığı coğrafyaya, insanlığa hizmet eden, faydalı herkes benim kıymetlidir.
Baktığım yer şimdiye kadar yanıltmadı yola devam dedim.
Ben en çokta içimdeki benle barışık yaşamayı sevdim ve hiç kimsenin kötü yaşamasına, kötü olmasına sevinmedim.
Keşkelerim olduysa da kalbimdeki iyilikleri büyütmek için
kendime söz verdim...
Tek kimliğinin kendi vicdanı olduğunu ve o vicdanının sözcüsü olmak derken, kendini bir tomurcuk olarak görüyor, elinin değdiği yerlere fideler ekiyor ve biliyor ki merhamet ve adaletli olmak yaşamın en büyük erdemi.
Tercihi mi insandan ve yaşama hakkından yana kullanırken bu tercihlere sahip olmanın faziletine inanıyor ve diyorum ki !
Bu dünya herkese yeter....güneşte, ayda, yıldızlarda herkesin üzerine eşit düşer...
Bugünler de bunu dilinden düşürmüyor ve yine diyor ki; gözü aç olana dünyayı ver yetmez. Her dem umman olsa yine az gelir kendi payına düşen..
O zaman bütün mesele kendimizde, nefsimizde derken ben kendimi kağıdın beyazına bırakırken, yazdıklarım; yapmak istediklerim ve yapabildiklerim derken hayatta çürük elmaları arkaya, olgunlarını öne koymadım...ya göründüğün gibi ol yada olduğun gibi görün felsefesinden....
Bir damla iyilik de benden düştüyse yeryüzüne ne mutlu bana.!.

her şey doymazlıkta gizlidir

Sözcüklerin sanatına sığınmak önemlidir.
Yeter ki söz maksadını aşmasın.
Durugörünün anlamini bile unuttuğumuz bu zamanda yaşam dediğimiz şeye körpe ruhumdaki sevgiyle bakarken, uzakların yumuşak maviliğini yudumlayan gözlerim yaşardı.
Şu an ruhuma serpiştirilen ilk baharın buğusuna ilişmek ve yakınların soğukluğunu biraz olsun unutmak, kırları, bayırları seyretmek...
İçinde sevgi ve sağlıklı bilgi olan hiçbir şeyden korkmamayı, aşk için çaba sarf-etmek gerektiğini öğreneli hayli bir zaman oldu.
Nefretle hiç bağım olmadı.
Ve dar döngülerden kurtulmak için;
"Yaşamın devinimleri her daim esnekliği, esnemeyi, inisiyatif almayı ve önce karşısındakini anlamayı hak ediyor... Hiç kimse sonsuz minnet, saygı, sevgi içerisinde yanıp tutuşmuyor; eğer ki genlerinde, nöronlarında tanrısal bir korku onun ruhunu hapsedememişse..."
Olaylara, insanlara bakış açımız seçenekleri görmemize, değişmemiz gerektiğinde kendimizi güncellememize yardim eder.
İnsanları tanımak, anlamaya çalışmak ve yaşamı iyileştirmek, insana yakışır hale getirmeye katkı da bulunmak da yaşama sanatıdır.
Eğer insan, sağlıklı bir ruhsal olgunluğa ulaşmışsa; yetmezlik içinde bile mutlu ve dingin olabilir. Her şey doymazlikda gizlidir.
Kaldi ki;
"Sev-danında; küskünlüğe, bekleyişe, kaybedişe muhtaç olduğunu, eğriden doğruya, parçacıklardan büyük görkemli olana eşsiz ve sonsuz bir yolculuğun içinde sıfır hacimden büyük patlama ve büyük genişleme içinde kendi boyutu ve evren galaksisi içinde bir yer edinme telaşı, hüneri olacağını öğreniyor..." insan zamanla... diyen yazarın seslenişi gibi..
Öğreniyoruz her gün yeniden.
İnsan dünyasının yine insan eliyle yapıldığını ve değişime açık olduğunu ve insan kaderinin gene insan olduğunu...
İnsan dönüştükçe, sevgiyi özümsedikçe;
Bilgili, cesur ve sevgi dolu bir dostun, bütün kuru kalabalıklardan daha önemli olduğunu anlıyor.
Bunun farkında olanlar, buna özen gösterenler, emek verenler, sahip çıkanlar... aklı ve kalbiyle yaşam buyütenler...
Hayat bizi yargılamaz. Kendi içinde ki öze ulaştırmak için bütün evreni kalbimizle dinlemeye davet eder.
Ve tercihlerimizden bizi sorumlu kılar.
Dostluktan, aşktan, sanattan ve farkliliklarmizin farkında olmayıp, bütün bunlardan düştüysek uzağa, çığlıksız bir kuyudan öte bir şey değildir bu dünya...
Olcay KASİMOĞLU
  

Evrenin vazgeçenlerle işi yoktur


"Değmez bu yangın yerinde, avuç açmaya değmez."
Hayatın ne olduğunu görmek için önce içimizdeki kargaşadan sıyrılmak gerekiyor...
İnsan onurunun ayaklar altında çiğnendiği; nefret söylemleriyle, insanların kutuplaştığı, kapitalist düzenin egemen olduğu bir dünyada; kıyımlar, hırslar, kılıç gibi yontarken ömrümüzü !
Sevemedim yarım yamalak insanları, yarım yamalak sevdaları, yarım yamalak iyilikleri, yarım yamalak yaşanan hayatları, dilin altında dönen dolapları,.
Özgürlüğü sığ sularda arayanları, parayı amaç yapanları,
statü, mevki için el etek öpenleri sevemedim..
Gösteriş budalası kuklacıları, yarim yamalak fırıldakçıları, kendini bulamayan aymazları sevemedim..
Yaşamak ve yaşatmak hakkının akla karanın tam ortasında kalmasını sevemedim..
Sevemedim kendine namusluları, kendi kapısına gelinceye kadar üç maymunu oynayanları sevemedim..
Sadece kendi işleri için çalışan, yaşadığı dünyaya hiç bir özveride bulunmayan, bunun yanında zarar da vermeyen bir insanin ''Zararsız'' ve ''Yararsız''yaşaması olması iyi olabilir mi ? Bence iyi olmanın da bir bilinci olmalı.
Bir başkasının canı yandığın da sesi çıkmıyorsa, konuşulması gerektiği yerde susuyorsa tamda o noktada insan olma sorumluluğuna sahip çıkmıyorsa bunun neresi iyi olabilir. İyi olmanın da bir onuru olmalı.
Kendine, ait olduğun çevreye ve ortak alanları paylaştığın bu dünyaya vefa borcun olmalı. Yoksa etliye,sütlüye karışmadan ''Yararsız'' insan olmanın neresi zararsızlıktır...
Tabiatın en vazgeçilmez öğreti ve heyecanları, yaşama tutunanlara dönüktür.
Vazgeçenlerle, pişman olanlarla işi yoktur evrenin.
Sadece arka fonu tamamlamakla görevlidir onlar...
Olcay Kasımoğlu

Zafer inanlarındır

Pek çok insan hayata bakar, ama onu yaşamaz… Onların gördükleri hayatın gölgesidir… Onlar ne hayatı yaşamaya cesaret ederler ne de hayatın ruhunu, kendilerine sunulduğu gibi anlarlar.
Hayatta tek başına inzivada kalarak, sadece kendi sesimizin yankısını duyarak yaşamın anlamını keşfedemeyiz. Kültürel ve sanatsal anlamda farkındalık oluşturmamış bir toplumda çağdaş değerlerden, bireylerden bahsedemeyiz.
Bilim ve sanat insanın insan olma özünü en yatkın biçimde yansıtan değerlerdir ve her birey yaşamak, maddi, manevi varlığını korumak, geliştirmek hakkına sahiptir. Bu haklar insanın doğuştan sahip olduğu, insanın insanca yaşayabilmesi için gerekli olan haklardır. Bunlar: ”Düşünce ve kendini ifade etme özgürlüğü, basın, din ve vicdan özgürlüğü, sağlık ve eğitim de seçme ve ret etme hakkı, haberleşme, bilgi alma, seyahat etme, seçme-seçilme hakkı, bilim ve sanat özgürlüğü hakkıdır.” diyebiliriz.
Özellikle çağdaş toplumların yapması gereken, bu farklılıkların farkında olmak ve uzlaşılabilecek ortak değerler zemininde iletişim kurarak toplumsal kültüre katkı sağlamak olmalı. Böyle bir atmosferde kendi zenginliklerini karşı tarafa göstermek daha kolay olabileceği gibi, evrensel barış ve huzur ortamının tesisine daha fazla katkı sağlama imkanı da yakalanmış olacaktır. Bu da düşünce ve duyguların bir arada eylemlere yönelmesine zemin hazırlarken bizi bağımsız, aydınlanmış, sorumluluk bilinci gelişmiş bireyler yapar.
Hepimiz bir ve bütünüz. Hepimiz bütünün bir parçasıyız ve hepimiz aynıyız. Seçimlerimizin sorumluluğunu ve kendimize yaşatmış olduğumuz bu hayatı sevgiyle kabul edip yolu beraber yürüdüğümüz insanların insanca yaşam haklarına tecavüz etmediğimiz, ellerinden almadığımız sürece bu yaşamda hepimiz biriz. Tercihlerimizi değiştirme hakkına her an sahibiz ve her an seçim yapabiliriz. Sevgiyle çoğalmak ve anlamak yaşamın her alanında olmazsa olmazımız olmalı. Sonuçta düzeni iyileştirmek istiyorsak, kendimize, yaşamımıza, yaşamımızda var olan her şeye sahip çıkmalıyız. Sanat ve bilim de insanın ufkunu aydınlatıp, farklı bakış açıları kazandırıp, yaşamla ilişkilendirerek bize tercih hakkı sunar.
Bunun yanında ”Dünyanın küresel köy olarak adlandırıldığı ve herkesin dijital ağlarla birbirine bağlandığı günümüzde öteki ile karşılaşmak ve iletişimde bulunmak her zamankinden daha kolay ve kaçınılmaz hale gelmişken, insanlar arası ilişkilerde fiziki şartların ve mekanın birer engel olmaktan çıktığı günümüzde, birlikte yaşamanın gerekliliği açıkça ortada olduğu halde dünyanın çeşitli yerlerinde insanlar arası farklılıklar çatışma gerekçesi olmaya devam etmektedir.
Bugün, her zamankinden daha çok tehdit altında bulunan dünyayı, insanın yaşamasına uygun kılmak ve evrensel barışın egemen olmasını sağlamak için insanların, toplumsal ve kültürel farklılıklarını birer zenginlik olarak gören anlayışa ve birlikte yaşama sanatını öğrenmeye büyük bir ihtiyaç bulunmaktadır.” Yaşamın, yaşamsal önem taşıyan bütün odaklarına dokunmayı hedeflemek sanatla, bilimle mümkündür. Bütün bunları kitapla, resimle, şiirle, sinemayla, romanla, tiyatroyla ifade etme yoluna gitmek ve insanla buluşturmak insani sorumluluklarımızdan ve toplumsal yaşamın daha sağlıklı işlemesi açısından olmazsa olmazlarımızdan biri olmalı. Hepsinin kendi içinde ayrı bir çekim kuvveti vardır ve hayatın anlamına, bütünlüğüne güzellik katmaktır.
İnsanların halen sanattan, bilimden uzak ‘dil, ırk, mezhep’ gibi yaşamda pek karşılığı olmayan gerekçelerle çatışma ortamına sürüklenerek yaşamdan kopmaları, hayatın anlamına da büyük haksızlıktır. Söz konusu farklılıklar tarih boyunca insanlar arasında eşitsizlik ve toplumlar arasında çatışma sebebi olarak değerlendirilmiştir. Oysa ulaştığımız uygarlık düzeyi çerçevesinden olaylara baktığımız zaman, farklılıkların birer ayrılık ve çatışma sebebi değil aksine zenginlik, paylaşma ve bütünleşme vesilesi olabilecekleri kolayca görülebilmektedir. Bunu da en iyi sanatla icra edebiliriz. Çünkü, ne yalnız başına övgü ne de sövgü yaşama bir şey katmaz.
İnsan kendi duygularından emin değilse, düşüncelerinin arkasında duramıyorsa, egolarından arınmamışsa sığ sularda yüzmeye mahkum olacaktır. Sanat ve sanatın dallarına gereken ilgi ve alakayı göstermeyen toplumlar her zaman çağın gerisinde kalmaya devam edecektir. Okumayan toplumlar ne geçmişleriyle yüzleşebilirler nede geleceğin inşasında inisiyatif alabilirler.
Değişim, yenilenmek hayata ve kendimize karşı görevlerimizdendir. Gerçeğimizin farkında olmak, iyi insan olmanın gereğidir. İnsan yaptıklarından ve yapamadıklarından sorumludur. İnsanın eylemlerinde ki güzelliği yaşamın hakkını verdiği oranda bir önem taşır. Ve insan her koşulda enerjisini olumlu olana harcayarak yaşamı daha sağlıklı ve anlamlı kılabilir. Her günün yeni bir gün ve yeni bir başlangıç olduğunun farkında olanlar yaşamdan beslenirler.
Çağdaş değişimsel anlayışın önünü açan, yeniliklerin gerçekleştirilmesine katkıda bulunan bilim ve sanat, aydınlanmadan yana olan toplumların yaşamsal kaynaklarıdır. Bugün, her zamankinden daha çok tehdit altında bulunan dünyayı, insanın yaşamasına uygun kılmak ve evrensel barışın egemen olmasını sağlamak için insanların toplumsal ve kültürlerin farklılıklarını birer zenginlik olarak gören anlayışa ve birlikte yaşama sanatını öğrenmeye büyük bir ihtiyaç bulunmaktadır.
Okuyalım, kitap sadece yazıdan ibaret değil aynı zaman da bir ülke, bir vatandaştır. Kitap okuyunca ufkumuz genişler. Araştırmak, kültürel geziler yapmak insanin hayata bakış açısını günceller, yenilenir insan.
Her günün yeni bir gün ve yeni bir başlangıç olduğunun farkında olanlar sanattan beslenirler.
Diğer türlüsü, ‘Ya yaşamın tanığı yada seyircisi’’ olurlar…
O yüzden ülkemizde olsun, dünyada olsun bilimin ve sanatın önünü tıkayan her türlü düşünce ve fikir değişmeli.
Yeniden sorgulanmalı. Sanatın olduğu yerde nefret, kin, kan olmaz.
Yeniden sorgulanmalı, yeniden barışın ve sevginin dili hakim olmalı dünyaya.
Sizler, bizler, hepimiz ortak aklın ortak iradeyi hakim kıldığı bu etkinlikte buluşmak dileğiyle;
Sanatı ve bilimi yaşam felsefesi yapanlara minnetle…
  

1 Nisan 2019 Pazartesi

Cehalet

Cehalet, aydınlanmanın ışığını yok sayıp, toplumun birey olamamış kişilerini arkasına alıp bireye yürü kulum seni kim tutar anlayışıyla kişinin kendine olan güvenini yapay olarak artırır.
Sorgulama nedeni olmayan, itaate dayanan, öz güvenden eksik kulluğun birey de yarattığı cahil cesaretiyle istediğin her şeyi yaptırabilirsin. İtaat ettiren için bilgi değil, kıymetli olan sorgusuz, sualsiz kulluktur.
Bu dünya yalan, bu insanlar fani derken
Aydınlıklar içinde karanlığa durmuş akıl fukaraları görmüşüz
Cahillerden cehaleti görüp, teklifsiz, pervasız, işkilsiz
Hallerinden uzak, mesut insanlık için, bu dünya üzerinde
Cahillerin yüzyıllar boyunca safların da
Haksız ve cömert yaşayan el-etek öpücülerimizi
Kınadık, yüz çevirdik, düşman kesildik
Yaşamak aşkına, bilim aşkına
Ekmek aşkına, emek aşkına
Cehaleti gömeriz zindanlara derken
Bir masada oturmuş, insanlık bozan düzenbazlar
Kılıçtan keskin olmuş söz, şeytana ortam hazırlar
Cehaletin kesmediği bir baş, savaşsız bir dünya derken
Marifetten bilgelik olsun dağarcığımız
Kalksın sınırlar, ekilsin toprağa insanlık sevgisi
Ve onurlu yaşamanın bilinçli aydınlığında
Yıkacağız bilinç dışının karanlık yanı cehaleti...
olcay kasımoğlu

SEN YİNEDE DURMA HAYAT

Kuyularım var kendime seçtiğim
Düşlerimi biriktirdiğim kuyularım
Söze hacet bırakmayan duldasız bir beldede ıslık çalmak gibi
Bilse karanlıkları rüzgar utanırdı uğultusundan
Bekliyorum seni hayat karanlığın gözleri açıldığında uyandır beni
Uyandır zihnimi çok sustum,yandım yangınlarda
Söze düşmeyen yüreğimin yangın yerlerinde
Doğuruyorum içimde ki bütün kekeme haykırışları
Düşlerimde ki çocuk üşümesin diye geceleri
O sıcak uykuları sallıyorum lorki beşiğinde
Şekerin,zehre ezildiği günlerden kalma sözlerim
Sözlerim ki baldıran kesiyorsa
Ruhumun ağrıları kendime seçtiğim kuyularda
Biraz münzevi sayıklamalara kalmışsa da
Her başlangıçta bir anlam vardır
Bel ki biraz habibim
Biraz da yitiğim kendi sedamda
Gel gör ki
Kendi içimiz de çatışıyoruz seninle bıraktığımız koylarda
Sonunda güneşe batırılmış sevinçlerim eritiyor buz kesmiş kederleri
Hadi gel diyorum düşlerimdeki yaşamak haykırışlarına
Kaldır sesinde ki tülleri
Sussun kötülüğün hoyrat esişleri
Şimdi dünyaya şiirden resimler çizeceğim
İnandırmak için içimdekilerin sahiciliğini
Acılara kefen giydirdim yolladım bilinmezliğe
Varsın yağmur damlalarında sağanağa duran acılarımdan yıkansın
Alsın bu diyarlar da duran bütün öfkeleri
Beldeler çiçeğin diyarına dursun açsın gamzeler de
Nasılsa yürekte hüzünlü gölgeleri verdim kuytulara
Sen yine de durma hayat
Son kozlarımla asıldım yaşamın kollarına.!...

Olcay Kasımooğlu.

29 Mart 2019 Cuma

Beethoven'in En Meşhur Eseri



Sevgi içime çekebileceğim hava,
Sevgi kırılgan yanımızın en büyük tesellisi 
Soğuk ve renksiz dünya da içimize değen huşu
Ruhsal yaşamın güzelliklerini tadan zümrüdü anka
Taşla dolu olan çok sayıda kalbın içinde kevser...

Olcay Kasımoğ

27 Mart 2019 Çarşamba

Sanat İstikrarı Seviyor: Cem Adrian

Sanat İstikrarı Seviyor: Cem Adrian: ''Dünya bir sanrıdır" diyor birisi "belki bir sancı" kim bilir ! ''Bugünlerde, konuşmak değil istediğim.....

Cem Adrian


''Dünya bir sanrıdır" diyor birisi "belki bir sancı" kim bilir !
''Bugünlerde,
konuşmak değil istediğim..
Kendimi bulduğum bu derinlikte, hissettiklerimi hissedebilen biriyle susmaya ihtiyacım var..''
Hepsi bu...


''Sevgili Dost,
Herkesin seviyormuş gibi yaptığı, ancak sevginin ne olduğunu pek az kimsenin bildiği bir zamanda yaşıyoruz.
Halbuki sevgi Ayrık otları gibi rastgele büyümemeli kalbimizde. İtinayla seçilmeli toprak; ağacı görmek istediğimiz yere ekilmeli tohum..
Yazın buharlaşmayacak, kışın donmayacak, sonbaharda yapraklarını dökmeyecek, yani hep aynı kalacak ya da hep artacak sevgi.
Altını görünce gümüşten, gümüşü görünce bakırdan vazgeçmeyecek.
Tagore gibi “ İstediğin zaman lambayı söndür. Senin karanlığını da tanır ve severim.” diyecek.
İstediğin zaman lambayı söndür. Ben senin karanlığını da tanır ve severim..

, ruhun gücünü tükettiği menzillerde işin ne?
Böyle dostluklar hiç bir rüzgardan etkilenmez ama oraya varana kadar ne yol gidilir kim bilir? Dostluğa, insana inancım sürüyor ama darbeli, şimdilik pert değil. Özenerek sakladıklarım, ömürlüklerim hatırına...
Sevgi var bir de, en çok ona üzülüyorum. Hesap kitaba yenik düşmüş, böyle bir değişik olmuş, erkenden çökmüş insan gibi yorgun sevgiler. Oysa çocuk olmak yakışır sevgiye hem masum hem enerjik hem hep aynı. Koptun sen diyenler olabilir, ne güzel kopuş. Başka neyle tutunuyoruz hayata? ... Kimisi çocukları kimisi sevdiği kimisi kedisi ile kimisi de soyut bir şeyleri yücelterek aleminde dolduruyor kalbini.''

24 Mart 2019 Pazar

Lorî Lorî / Nenni Nenni - Gülseven Medar


Kalbi olanların çok az olduğu bu yitik çağda, hüzünlenmek bir ayrıcalıktır...
''Duydum ki.
Kuşlarını alıyor gidiyormuş gökyüzü''
Olsun;
Gidenleri öpün benim için
Hayat;
Bir rüzgarın esişi değil mi
Beraberiz ebediyen.
Her şeye, herkese rağmen...
''İlhan Berk

Ahmet İhvani - Dost Cemalin Benzer


''Her şeyi söyledi gök her şeyi, içe düşen, dipdiri ve şefkatli her şeyi... Duyamamaktan daha acı ne var?'' 💕

18 Mart 2019 Pazartesi

Bir fotoğraf karesi öylesine bir şey değildir, bir anlayışın ürünüdür.
Ve her an sonsuzluğun yaşıdır...💕  

''Başlamak için adanmışlık şart. Bitirmek içinde kararlılık.''
Hayatım boyunca zamanın getirdiği sorunlardan hiç kaçmadım..,
Ah yaşamak seni
Kır çiçeklerine bulanmış yüreğin
Tene değmesi
Gizli
Tutkun
Ah yaşamak seni
Su gibi aziz
Ay gibi büyülü
Bir gül hikayesi gözlerinde
Gibi çocuk gibi sımsıcak
Ah yaşamak seni
Dilsizin yüreğinde keman
Sesleri sevdayı çığlıklayan
Karanlığımda iki yıldız ellerin...
''Algısız kavramlar boş, kavramsız algılar kör ve sağırdır...''
Sadece kendin ol.
Kendi hikayenin kahramanı ol.
Başkalarını ışığınla aydınlat, mutlu olduğunla yoluna devam et.
Olcay Kasımoğlu

18 Mart Çanakkale

Mustafa Kemal Atatürk'ün dediği gibi;
''Bir savaş ülke savunmasını içermiyorsa cinayettir.''
Onurlu savaş olur mu ?
Eğer yaşadığın toprakları sana dar eden bir zihniyetin maşası olmayı ret edip karşı bir duruş sergiliyorsan oluyor işte!
Egemen, emperyalist ülkelerin hain planlarını yerle bir eden yavrularının yüzlerini bir daha göremeyeceklerini bile bile savaşa gönderen analar..
Afrika'da ki yer altı kaynakları için, petrol kuyuları için, silah kaçakçılığı için, eroin kaçakçılığı için hiç bir ana evladını savaşa göndermez.
Dünya yüzünde savaş isteyen bir kadın yoktur daha, savaş denilince akıllarına ilk önce sevdikleri gelir ve sevdikleri; dünya yüzünde mala-mülke satılmaz, alınmaz.
Eğer bu topraklar üzerinde her şeye rağmen kalmayı sürdüreceksek, öncelikle medeniyet ve barış gibi büyük kavramlarla birlikte; düşünmeye, sorgulamaya başlarken, soruları ve cevapları doğru yerde, doğru adreste aramalıyız.
Soru sorarak; çelişkili yanıtlarla yetinmeyip, yeniden ve yeniden irdeleyerek ve en önemlisi şahsı değil, bir ulusun ortak paydalarında buluşmak adına, gerçeklerden yana olmalıyız.
İşte bu uyanma ve diriliş bize sorumluluk yüklüyor 'insan olma' sorumluluğu.
Atatürk nasıl sesleniyor ANZAKların  ruhlarına ve annelerine;
“Bu memleketin toprakları üzerinde  kanlarını döken İngiliz , Fransız, Avustralyalı , Yeni Zelandalı , Hintli kahramanlar! Burada , dost bir vatanın  toprağındasınız. Huzur ve sükun içinde   uyuyunuz. Sizler Mehmetçikle  yanyana, koyun, koyunasınız. Uzak diyarlardan  evlatlarını   harbe gönderen analar! Gözyaşlarınızı dindiriniz. Evlatlarınız  bizim bağrımızdadır, huzur içindedir ve rahat uyuyacaklardır. Onlar bu topraklarda canlarını  verdikten sonra  artık bizim  evlatlarımız  olmuşlardır.” Bu kez Avustralyalı bir anne de  Mustafa Kemalin  mektubuna karşılık bir mektup yazar; “Gelibolu topraklarında  yitirdiğimiz evlatlarımızın acısını  alicenap  sözleriniz  hafifletti, gözyaşlarımız dindi. Bir anne olarak  bir güzelim teselli verdi. Yavrularımızın  sonsuz uykularında  huzur içinde  dinlendiklerinden hiç şüphemiz kalmadı. Majesteleri kabul buyururlarsa  , bizler de size  “Ata” demek istiyoruz. Çünkü yavrularımızın  mezarları başında  söylediğiniz sözler  , ancak   bir öz babanın  sözleri gibi yüce. Evlatlarımızı bir baba gibi kucaklayan Büyük Ataya  bütün anneler adına sevgi ve  şükran, saygıyla”
Gelişen-değişen-üreten dünya düzenini yeniden anlamaya ihtiyacımız var.

Olcay KASIMOĞLU

13 Mart 2019 Çarşamba

Sevgi en büyük mucize.

İnsanlar bir şeyi gerçekten,yürekten isterlerse evren onlarla birlikte çalışır.Olumsuzluklar onlardan uzak durur. İnsan olumlu duygularla dolduğunda kötü hislerin olması,hissedilmesi neredeyse imkansızdır. Duygu ve düşüncelerimizin bize artı yada eksi olarak dönmesi tamamen bizim iç dünyamızla ilgilidir. Bir olaydan ,acıdan herkes aynı derecede etkilenmez. Bu tamamen bizim algılamamızla alakalıdır. Bu aynı negatif ve pozitif  enerji yayılımı gibidir. Hangisini yoğun hissedersen o'gelir seni bulur..Dikkat edelim bazı insanlar sürekli şikayet ederler ve ne ilginçtir ki bu insanların etrafında şikayet edilecek ortam ve olaylar etraflarında hiç eksik olmaz hatta ayna gibi kendi yansımalarıyız gibi o'türden insanlarında kendilerine çekerler. Yanı üzüm üzüme baka baka kararırsın baş aktörleri gibidirler. Oysa hayat bir mucizedir.Bu mucizeye gözlerimizi kaparız. Kulaklarımız bu mucizenin neşeli şarkılarına kulaklarını tıkamış gibidir oysa; SEVMEK, ŞÜKRETMEK bize verilmiş en büyük hediyedir.İnsan yüreğe kör olunca içine güneşte doymazmış. Oysa neden kendimizi aydınlıklara çıkarmak bu kadar kolayken niye gider adamı adamlıktan çıkaran ipsiz kuyulara salarız.Kendimizle hesaplarımız bir türlü bitmez.Şükret,komşunu sev,rızkını helal kazan,hak yeme.Bak başın yastığa değdiğinde yüreğindeki güzellikler seni yalnız bırakır mı. Her gün yeniden yeniden çoğalır yaşama karışırsın hemde hiç kimseye minnet eylemeden.Yapmamız gereken:Kendimizi mutlu etmek.Başkasının bize biçeceği kıstaslar yaratıp onların verdikleriyle mutlu olma beklentisinden vazgeçelim.Mutluluğu takip edelim ama arkasında kaybolmayalım.Aramıza alalım.Dünyanın bereketine kendimizi açalım.Bize iyilik edenlere minnettarlık duyalım onlarla bu evrende yalnız olmadığımızı birbirimize hissettirelim.Dünya penceresine çok boyutlu bakalım. Olaylara,insanlara bakış açımız seçenekleri görmemizi,değişmemiz gerektiğinde kendimizi güncellememize yardım edecektir.Kendimize karşı açık ,sade, duru olmak her zaman kendimizi İFADE etmemizde gereksiz olanların elenmesine yardım edecektir.Çoğumuz hayatımızı dengede tutmak için kurallar koyarız.Düzgün konumda tutmaya çalışırız içine neşeyi katmayız oysa hem neşeli hemde düzgün yaşayabiliriz varsın bazı günler hayat rutinden çıksın.Ne olur yani ara birde olsun bizimde çılgınlıklarımız olsun.Niye her şeyi yaşa dizeriz ne yanı illa on sekizinde mi gece mehtap izlenir. Ne yanı balon uçurmak için illada çocuk mu olmamız mı gerekir. Bırakalım hayat içimize zamanlara bölmeden mutluluk içinde aksın.Aklımız ilime,bilime daha iyi bir dünya için çalışsın. Çocukların köklerine çiçekler ekelim.Büyüdükçe güneşe dönsünler yüzlerini.Verdiğimiz güvenle solusunlar havayı. Isıtsınlar yüreklerinde.Kınamak,yargılamak kelimelerinin sadece anlamını bilsinler.Her zaman çözüm ustası olsunlar. çözümsüzlüğün değil çözümün parçası olmanın haklı gururunu yaşasınlar.
Yaşamamızdan,yaşadıklarımızdan biz sorumluyuz eyer biz bu bilince sahip değilsek yaşamamız için gereken emeği/çabayı gerektiği gibi ortaya koyamayız.Hayat karşılıklı bir aynadır.Vermek kadar almak/almayı bilmekte yaşama karşı sorumluluklarımızdandır. Ben sabrın en büyük mucize olduğuna inanalardanım. Sizde inanın.Evren bizi muhakkak duyar.Ne zaman biz kendimiz olma bilincine ulaştığımızda evren içimizdeki tüm kandilleri tutuşturmuştur zaten. Yeter ki sevelim.Bak o zaman,zaman nelere kadir...Hak ettiğimiz yaşamı sağlayacak tek kişi biziz! Gerisi ayrıntıdan ibaret...
olcay kasımoğlu
  

KABULLENMEK / BİTİRMEK / ÖZGÜRLEŞMEK..

Başka insanlarla ilişkilerimizde geçmişte yaşanmış olumsuz deneyimler ya da bazen onlarla ilgili beklentilerimiz, onları kaybetme korkumuz, bağımlılığımız gibi durumlar bizimle o kişi arasında görünmez bağlar oluşturur.
Fakat bu bağlar tıpkı bir insanı sararak öldüren sarmaşıklar gibidir; kimse ke...ndisi olamaz, gelişemez, aradaki o bağlar; sevdiğimiz insanı da bizi kısıtlayan, gelişmekten-mutlu olmaktan alıkoyan, nedenini anlayamadığımız bizi aşağıda tutan bir "hal" içine sokar:
Zaman zaman şunu söyleriz: "Her şey yolunda, bir sorun yok, ama içim sıkılıyor." yada "şunu yapmak istiyorum, içimde bir şey sanki mani oluyor.." "evimi satmak istiyorum, satışa da çıkardım ama satılmıyor" Bunların hepsi gerçektir, yaşayanlar vardır ve duru görürler etrafımızdaki bu bağları görürler; bu bağ ister evimizle, ister sevgilimizle, ister çocuğumuzla olsun...
Hatta bazen kendi korkularımız, kendi yargılamalarımız, beklentilerimiz... Sebebiyle
Kendi kendimizi bile bağlarız. Yani en sevdiklerimizi yahut kendimizi İLERLEMEKTEN ALIKOYARIZ bilmeden...
Bu şuna benzer: Çocuk üniversite sınavında en sevdiği bölümü, ülkenin en iyi üniversitesini kazanmıştır, fakat o üniversite başka şehirde ya da ülkede olduğu için anne-baba
"ben seni çok seviyorum, dizimin dibinde kal, gitme..." demektedir... Belki "o mesleğin" en parlak kişilerinden biri olabilecekken, onu çok sevdiğimiz için! Onu yanımızdan ayırmadık diye, onu dünyanın en bahtsız insanı yapmak! İşte bağımlılıklar, korkular, olumsuz deneyimler... Gibi etkenlerle, biri ile aramızda bağların olması da aynı böyle bir şeydir…
Mademki ruh olarak büyümeye geldik... Büyüyelim ve sevdiklerimizin büyümesine "izin" verelim...
Evet, bu çalışma "o bağları" kesmek içindir; ilişkiyi bitirmek için değil. Fakat bitmesi gereken ilişkilere de izin vermeliyiz… Gitmesi gereken'e izin vermeliyiz.
Gözlerinizi kapatıp bir kaç tane yavaş ve derin nefes alın, bedeninize gevşediğini söyleyin.
Sonra deyin ki:
"Sevgili …………
Seninle yaşadığımız ilişki süresince bilerek yada bilmeyerek yaşattığım tüm zorluk ve sıkıntılar için senden özür dilerim. Lütfen beni bağışla.
Ben seni içtenlikle bağışlıyorum. Ve sevgiyle ya da zorlayarak bana öğrettiğin her şey için sana teşekkür ediyorum. Öğrenmem gerekenler için bana "rol arkadaşı" olduğun için teşekkür ediyorum. Aramızdaki bağları kesiyorum ve seni benden, beni senden özgür bırakıyorum.
Hayat Yolun ışık ve sevgi olsun her zaman..."
Bunu yapmak her geçen gün enerjinizi(auranızı) size ait olmayan ama sizi bağlayan, kapatan her türlü enerjiden temizleyecektir.
Bu da şu anlama gelir:
Yepyeni bir kader yaratma şansına sahip olacaksınız.
Öncelikle aile bireyleri, eş, çocuk gibi en yakın ilişkilerimizden başlayarak ilişki içinde bulunduğumuz herkes için tek tek yapılması tavsiye ediliyor. Ölmüş yakınlarımız için de…
Ve özellikle zor deneyim yaşadığımız kişiler için de...''

Teşekkürler

Yüreğimin astarı oğul

GÖRMEK, yaşamaktır... Vuslattır görmek. Görmek sahip olmaktır...
Sen benim gördüğüm oğlum,özgürüm;
Önce insan olmanın erdemlerini sonra erkek olmanın ayırıcı değil tamamlayıcı,çoğaltıcı taraflarını anlatırdım sana.
Bunları öğretirken haksızlığa uğrayan taraflarımı eleyerek anlatırdım olur ya duygusal sapmalar tarafsızlığımı gölgelemesin diye...
Aramızda bize özel sırlar paylaşırdım yalnız kaldığında eli kalbine gitsin ve beni hep sıcak hatırlasın diye.
Mesela elini kalbinin üzerine koy ve o atışın seni seviyorum oğlum deyişi olduğunu hiç unutma derdim, derdim işte o senin ve benim sırrımız olsun derdim...
Kimi geceler canımızın çok sıkkın olabileceğini geceye durmanın hüznüde olabildiği gibi bazı gecelerin karanlığa inat içimize güneş gibi doğabileceğini analatabilirim. Her şeyin aynı tempoda olamayacağını muhakkak içinde kırılmalar olacağını ve yerini bir şekilde terk edeceğini, burada sabrın erdemini gönül rahatlığıyla sana anlatabilirim...
Sonra meyveler hakkında konuşabiliriz.Kendine bir yada birkaç meyveyi hayatına özel kılmasını söyleyebilirim elma gibi,armut gibi yada nar hepsinin insana benzeyen tarafları var aslında meyvelerin renkleri de, lezzetleri de insanlara çok benzer...
Sonra suyu anlatabilirim;
Su, yukarıdan aşağıya akıyorsa şelale ola da bilir,olmaya da bilir. Ancak her suyun içilmeyecek olduğu kesindir.Suda insanlara benzer,döküldüğü kabın şeklini alır.Hangi mevsim-deyse o mevsimin sıcaklığını alır. Alır da alır yani yiğidim su insandır, insani birçok özelliği taşır ama ben suyu çok severim dünyanın kirini, pasını alır ama insanın kalbinde ki kiri,pası alır mı onu bilemem işte...
Evet özgürüm;mutluluk eşyalarda barınmaz,sığınağı çer,çöp değil.Yüreğimiz ve şefkatımız.
Hani mükemmel mutsuzluklarından aile olma eyleminin içinde olmanı kesinlikle istemem sevgim acır.
İki insanın gönüllü olarak kuracağı beraberliğin temelin de hiçbir biçimde "razı olmak" ya da "katlanmak" olgusu yatmamalı.
Evet can oğul;birde şu savaş var ya aklımın onaylamadığı ve hiç bir şekilde sevgi bağı kuramadığım savaş.
Sahi insanlar neyin savaşını yaparlar.İnancı olanlar bilirler ki bu dünya fani kimseye kalmaz.
O zaman neden ayağımızın bastığı bir karış toprağa ve gömüleceğimiz en fazlası iki metre toprağa bu kadar eziyet ederiz.
Oğluma,silahlardan uzak durmasını ve nedenlerini anlatırdım;
Söylenen her şeye inanma oğul.Toprak,üzerinde yaşayan insanlar olmadan nedir ki ve her insan bir vatandır unutma...
Bu dünya da savaşı destekleyen, savaşa yardımcı olan her şeye karşı çık,hayata sahip çık oğlum.
Şunu bil ki canını vermeye hazır olan can almaya da hazırdır.
Kendini ve başkalarının canını koru. Bir şey için savaşacaksan savaşı yok etmek için savaş,barış yapıcısı ol.Gücünü zalimlerden değil fikirlerin sözcüklerde erimiş tadından al.
Öyle işlere dur ki,öyle konuşmalar yap ki kötülerin bile kalbi erisin.Savaşın olduğu yerde hiç bir güzellik yaşamaz öyle şeylere dur ki dünya savaşsız uyansın her güne...
Bir kahraman olacaksan,savaşın değil barışın kahramanı ol.
Evet canımın yongası oğul;tüm evreni yüreğinin sesiyle dinle.Unutma kızıldereliler doğayı ve içindekileri yüreğiyle dinleyerek anlamaya çalışmışlar bu nedenledir ki en çok saygı duyduğum topluluk kizilderelilerdir.
Dünyada ki bütün kötülükler neredeyse her zaman cehaletten kaynaklansa da bazen olması gerekenler yeterince anlatılmamışsa ve aydınlatılmamışsa, iyi niyet de kötülük kadar zarar verebilir.
Bu nedenledir ki oğul bir amacın olsun;amaç hayatında neyin gerekli olduğunu, neyin gereksiz olduğunu bilmek demektir.
Amaç, insana dürüstlük bilincini verir. Hedefinden sapmadan,insana durmayan amaçların etki alanına girmeden ve onlar tarafından aldatılmadan ona odaklan. Özellikle en zor şartlarda amacını hatırla.
Amacını gerçekleştirdikçe,yaşamında zenginleşecek.
Ufkunun neresi olacağını başkalarının insafiyetine bırakma.
Yüreğinden öpüyorum oğlum
Olcay kasımoğlu