Yaz, yaşamın anlamını bırak satır aralarına… Sevdalarını, korkularını, umutlarını, insanlığını bırak. Ölmekle gömülmeyecek bir cümlen olsun hayata dair. Kendinden geriye okunulası bir hayat bırak. Yorulma yaşamaktan, yaşadığın kadarını yazmaktan…
Yaz, bizi kalem tutmak yormaz!
Güneş doğacaktır, çimler yeşerecektir, çiçekler açacaktır,
rüzgar esecektir ve yağmur yağacaktır, zorlamaya gerek yok, olması gereken kendiliğinden olur !
İzlemeye devam et, şahitlik güzeldir, hem olayın dışındasındır hem de içinde, o bir dengedir, o anlamlıdır, şahit ol, tanık ol, olan ile bütünleş, güzellik olanların içinden filizlenecektir; zorlamaya gerek yoktur, olması gereken kendiliğinden olur...!
Boş verdim artık beklemeyi hem niye beklemeliyim ki !
Hiç düşünmeden aradığım o yeri bulmalıyım derken;
Yaşamı yedeğimde saklamak değil yaşamı yaşanılır kılmak ve anlamlı yaşamak istiyorum, Her günü yeniden doğmak olduğu, her nefesin ışık süzmesiyle yeniden yaşamak olduğunu, özlemlerin, ihanetlerin olmadığı bir erguvan imparatorluğunda yaşam tacımı takıp, içtenlik, erinç, çoşku ne varsa olanca görkemiyle yaşamaktır dileğim.
Artık mutlu olmak kadar acılardan da öğrendim hayatın bir gelişme olduğunu lakin satın alamadığım bir örtüye bürünmüş yalnızlığın etrafımda kol gezmesini istemiyorum. Binlerce rengin içerisinden sıyrılıp mutluluğun rengine tutulmuş hayatı kucaklamaktır dileğim.
Bilmez olur muyum hiç, mutluluk da bir gelişmedir...
Yürek bir kez görür, sonra hep gözler görür, sıcaklığı bir ağustostur artık. Doğan gün ışımalarının altında, kendi derya mı enginlerde bulmuşum, umurumda mı bir yitip bir yükselen dağlar. Ve bundan sonra yaz rüzgarları saçlarımda esse, hiç konuşmasam bu yorgun, üzençli yüreği, benim değilmiş gibi yedi deryalar içinde kızgın güneşe biraksam. Yansa küle dönse arınsa, dıyar dıyar dolaşsa,acılardan uslanmış olarak tekrar yürek yurduma kement atsa, ne güzel olurdu yaşamak..
olcay
Hayat bir süre sonra sana seni anlatıyor ve diyor ki ey sevdasın da sorgusuz yürekler, dinleyin !
Herkes bir eli tutar, tutabilir. Bir eli tutmakla bir ruha dokunmanın ve köprü kurmanın arasındaki o narın farkı zaman sana teyit ettirir.
Aşkın ve güvenin; sadece birlikte yaşamak anlamına gelmediğini, bunun yaşamın bütün boyutların da sana eşlik ettiğini görürsün.
Yaşadıkça; hiç kaldıramayacağını sandığın acılarla karşılaşırsın. Onları karşılamayı ve beraber yaşamayı öğrenirsin. Aslın da, hayatın beklentileri içerisinde umduklarından ziyade, bulduklarınla yaşamayı öğrenirsin ve başın dik, yetişkin bir birey olmanın olgunluğuyla karşılarsın yenilgilerini, acılarını, hayal kırıklıklarını. Çünkü acıda öğretir bize ayakta durmayı, yarına çokta bel bağlamamayı, geçmişle yaşamamayı. Geçmişi tecrübe ve deneyimleme olarak algılayıp, geri bildirimleri sağlıklı olarak özümseyip yolumuza devam etmemiz gerektiğini öğreniyorsun.
Öğrenirsin; her şey gibi zaman da avuçlarından kayan kum tanesi ve gidenlerin hesabı hiç bir zaman geleceğe yazılmaz. Sana ağırlık veren her şeyi elemeden heybeye yenileri katılmaz...
Ve bir süre sonra anlarsın vaatlerle gönül kapısı aralanmaz, sevdanın sözleşmesi olmaz.
Öğrenirsin; seni yakan her şey sen istemediğin sürece bir daha senin bahçeni tarumar etmez.
Yaşadıkça öğrenirsin, hele sen yola çık, adım at, düş, sürün, kalk. Böyle böyle öğrenirsin yürümeyi. yürüdükçe öğrenir; öğrendikçe yürürsün. Sever, sevilir, insan iç yüzlerini, arka odaları da görürsün, kapıyı çarpıp çekip gitmeleri de. Hele sen bir niyetlen; günü de görürsün, geceyi de. Nelere şahit olur gökler, hangi şarkılarda yalnız kalır yıldızlar. Hele sen bir düş görmeye gör, nasıl takılır gidersin uçurtmaların peşine. Hangi kuşların ağladığını hangilerinin şakıdığını duyar kulakların. Hangi çiçeğin koklanacağını, hangisine el sürüleceğini, hangisinden uzak duracağını öğrenirsin. Baharın nefesini, kışın tipisini, yağmurun kalbinin atışını öğrenirsin ama unutma illa yaşadıkça. Hani diyordu ya şarkıda "açmadığın dalda sözün geçer mi, dünyada ölümden başkası yalan." Herşey gelir ve geçer, sen korkma. Ellerin kelebek, ellerin damla, ellerin çiçek, ellerin çivi, ellerin demir, ellerin pas, ellerin toprak, ellerin kor ateş illa dokundukça.
İlla Yaşadıkça...
olcay kasımoğlu
Yaşam yalındır... Ve sevgi büyük bir yaşamdır ''Sevdiğim her şeyi-yalnızca sevdim.''
Translate
7 Mayıs 2020 Perşembe
Hüzün Ve Yalnızlık

"Otomat (1927), yalnız başına oturmuş kahve içen bir kadını resmeder. Vakit gecedir, kadının üzerindeki mantodan ve şapkadan anlaşıldığı üzere dışarıda hava soğuktur. Görünüşe bakılırsa oda geniştir, boştur ve iyi aydınlatılmıştır. Dekor tamamen işlevseldir: üstü taştan bir masa, kalın ahşaptan siyah sandalyeler ve beyaz duvarlar. Kadının yüzünde içe dönük, biraz da korkmuş bir ifade vardır, kamusal yerlerde oturmaya alışkın değildir sanki. Belli ki o masaya oturmadan önce yaşamında bir şeyler ters gitmiştir. Kadın her şeyden habersizdir ya, yine de farkında olmadan resme bakan kişiyi öyküler yazmaya davet eder, onun geçmişiyle ilgili ihanet ya da kaybediş öyküleri. Kahve fincanını dudaklarına götürürken elinin titremesini engellemeye çalışır. Saat gecenin on biridir, aylardan Şubat'tır, yer Kuzey Amerika'da bir şehirdir. Otomat hüznün resmidir ancak hüzünlü bir resim değildir. İyi bir melankolik şarkının gücünü taşır. Eşyalar sert hatlıdır, evet, ama mekan tümüyle mutsuzluk taşıyan bir mekan değildir. Salonda başka yanlız insanlar da vardır; tek başına oturmuş, tıpkı resimdeki kadın gibidüşüncelere dalmış, toplumdan kopuk bir halde kahvesini yudumlayan kadınlar ve erkekler. Toplumdan kopuşluk, hepsinde ortak olan duygudur ve bu ortaklık insana yalnız olanın sadece kendisi olmadığını anımsatır. Hopper resimdeki kadının tek başınalığıyla özdeşleşmeye davet eder bizi. Resimdeki kadın onurludur, kendinden çok başkalarını düşünür; fakat başkalarına fazlaca güvenir, biraz naif bir hali vardır sanki. Bedeni, yaşamın sert bir köşesine çarpmıştır. Hopper bizi onun yerine koyar; bizi dışarıda yaşayanların yanına, evdekilerin karşısına yerleştirir."
Öz kaynağına yönelmiş insanların özgün duruşu, yürüyüşü inanılmaz derece etkiliyor beni. Onların yaptığı kişisel devrim karşısında büyük kargaşanın hayal kırıklıkları çok anlamsız geliyor. Ne olursa olsun ilk önce "insan-hümanizm " sanırım bizim yegane ilacımız onu yok saymadan insanlaşmak. Yaşam dediğimiz yolculuğa o kadar kapılmış durumdayız ki yaşamı anlamlı kılan diğer yaşamları farkında olmadan geçip gidiyoruz. Böyle bir durumla yüzleşmek, yüzleşe bilme anını yakalamak da bir şanstır.
Olcay Kasımoğlu
6 Mayıs 2020 Çarşamba
Vebayla Başlayan Kanıksanmış Kayıtsızlık
Rica ederiz, “Olağan.” demeyin hemen, her gün olup bitenlere!
Kargaşanın hüküm sürdüğü, kanın aktığı, düzensizliğin at oynattığı, keyfiliğin yasalaştığı yerde demeyin sakın: “Bunlar olağandır.” Bertolt Brecht .
Kargaşanın hüküm sürdüğü, kanın aktığı, düzensizliğin at oynattığı, keyfiliğin yasalaştığı yerde demeyin sakın: “Bunlar olağandır.” Bertolt Brecht .
Gerçek ahlak sahibi insan, kendini tanıyan;yerini bilen ve onun gerektirdiği şekilde davranan kişidir.
''Ağzı olan konuşuyor''söyleminin doğruluğunu ispat etmek için, insanlar birbirleriyle yarışıyor gibi, gibiler. Hal böyle olunca, insan dönüp kendine bir bakmalı, bu çarpık düzenden, dengesiz söylemlerden yana hiç mi payımız yok?
Şiddetin dilini kullanıp, nefret söylemleriyle toplum yaşamını kan ve göz yaşına boğanları alkışladık, kutsallaştırdık.
Toplumsal huzurun dip yaptığı, ekonominin can yaktığı, iyi ve kötünün birbirine karıştığı, neredeyse yalanın ve cambazlığın, çocuk istismarının ayyuka çıktığı; ölümlerin, umursamazlığın, kanıksandığı bir dönemde; insan, kendi öğretisinin tutsağıysa, ona insanca yaşamdan, hak-hukuktan, adaletten, ilkeli olmaktan nasıl söz edebiliriz ki?
Albert Camus’nün Veba kitabında” toplumsal tükeniş tasviri” 3. bölümünde şunları yazar;
“Belleksiz, umutsuz, yaşanılan anın içindeydiler. Aslında zaten her şey onlar için yaşadıkları an demekti. (…) Başka bir deyişle artık seçecekleri bir şey kalmamıştı. Veba bütün değer yargılarını ortadan kaldırmıştı. Bu da en çok, insanların giydikleri elbiselerin kalitesinden ya da satın aldıkları yiyeceklerle hiç ilgilenmeyişlerinden belli oluyordu. Her şeyi olduğu gibi, bütünüyle kabul ediyorlardı. (…) Vebanın kurduğu düzeni kabul etmişlerdi. Etkisi kuvvetlendikçe, o ölçüde de bayağılaşıyordu. Artık içimizde büyük duygular yok olmuştu. Herkes en monoton duygularla yaşamaktaydı. (…) Değişmişti, veba onda bütün kuvvetiyle inkar etmeye çalışsa da, gene de şiddetli bir azap halinde sürüp giden bir KAYITSIZLIK yaratmıştı.”
İnsanların bencilliği ile başlayan kayıtsızlık, zamanla içselleşerek; akılsızlaşmayı, vicdansızlaşmayı ve beraberinde omurgasızlaşmayı başlattı.
Kimi servetine servet kattı, kimileri hiç hak etmediği etiket ve unvanlarla onurlandırıldı, kimileri sevdiklerini terör belasında, kör bir kurşuna kurban verdi, kimileri bombaların gölgesinde sevdiklerinin cesetlerini topladı.Kimileri ise, çocuklarını emanet ettikleri eğitim kurumlarında; sapık zihniyetin kurbanı oldular. Söylemeler ise, tecavüzün kendisi kadar korkunçtu ''Bir defadan bir şey olmaz'' oysa, ağzımızdan çıkan her söz bizi bağlar, hele birde ülke yönetiminde söz sahibi isen ! Ben onu demek istemedim, demelerin mazereti olmaz, olmamalıda zaten.
İnsanlar, değerlerini yitirmeden önce; sevginin dilini konuşarak, ortak bir akılla bu duvarı aşarlardı, kendilerine umut veren başka değerleri yardıma çağırırlardı.
Özellikle bilgi çağının bu kadar tepe yaptığı bir devirde, halen başkalarının bize ölçüp, biçtiği yaşamları oynuyor olmamız tesadüf olamaz.
''Ağzı olan konuşuyor''söyleminin doğruluğunu ispat etmek için, insanlar birbirleriyle yarışıyor gibi, gibiler. Hal böyle olunca, insan dönüp kendine bir bakmalı, bu çarpık düzenden, dengesiz söylemlerden yana hiç mi payımız yok?
Şiddetin dilini kullanıp, nefret söylemleriyle toplum yaşamını kan ve göz yaşına boğanları alkışladık, kutsallaştırdık.
Toplumsal huzurun dip yaptığı, ekonominin can yaktığı, iyi ve kötünün birbirine karıştığı, neredeyse yalanın ve cambazlığın, çocuk istismarının ayyuka çıktığı; ölümlerin, umursamazlığın, kanıksandığı bir dönemde; insan, kendi öğretisinin tutsağıysa, ona insanca yaşamdan, hak-hukuktan, adaletten, ilkeli olmaktan nasıl söz edebiliriz ki?
Albert Camus’nün Veba kitabında” toplumsal tükeniş tasviri” 3. bölümünde şunları yazar;
“Belleksiz, umutsuz, yaşanılan anın içindeydiler. Aslında zaten her şey onlar için yaşadıkları an demekti. (…) Başka bir deyişle artık seçecekleri bir şey kalmamıştı. Veba bütün değer yargılarını ortadan kaldırmıştı. Bu da en çok, insanların giydikleri elbiselerin kalitesinden ya da satın aldıkları yiyeceklerle hiç ilgilenmeyişlerinden belli oluyordu. Her şeyi olduğu gibi, bütünüyle kabul ediyorlardı. (…) Vebanın kurduğu düzeni kabul etmişlerdi. Etkisi kuvvetlendikçe, o ölçüde de bayağılaşıyordu. Artık içimizde büyük duygular yok olmuştu. Herkes en monoton duygularla yaşamaktaydı. (…) Değişmişti, veba onda bütün kuvvetiyle inkar etmeye çalışsa da, gene de şiddetli bir azap halinde sürüp giden bir KAYITSIZLIK yaratmıştı.”
İnsanların bencilliği ile başlayan kayıtsızlık, zamanla içselleşerek; akılsızlaşmayı, vicdansızlaşmayı ve beraberinde omurgasızlaşmayı başlattı.
Kimi servetine servet kattı, kimileri hiç hak etmediği etiket ve unvanlarla onurlandırıldı, kimileri sevdiklerini terör belasında, kör bir kurşuna kurban verdi, kimileri bombaların gölgesinde sevdiklerinin cesetlerini topladı.Kimileri ise, çocuklarını emanet ettikleri eğitim kurumlarında; sapık zihniyetin kurbanı oldular. Söylemeler ise, tecavüzün kendisi kadar korkunçtu ''Bir defadan bir şey olmaz'' oysa, ağzımızdan çıkan her söz bizi bağlar, hele birde ülke yönetiminde söz sahibi isen ! Ben onu demek istemedim, demelerin mazereti olmaz, olmamalıda zaten.
İnsanlar, değerlerini yitirmeden önce; sevginin dilini konuşarak, ortak bir akılla bu duvarı aşarlardı, kendilerine umut veren başka değerleri yardıma çağırırlardı.
Özellikle bilgi çağının bu kadar tepe yaptığı bir devirde, halen başkalarının bize ölçüp, biçtiği yaşamları oynuyor olmamız tesadüf olamaz.
Hiç kimsenin, yaşam hakkına, hukukuna zulüm etmeye hakkımız yok. İnsanca yaşamlar büyütmek için, hanlara, şatolara ihtiyacımız yok.
Nereden gelirse gelsin her türlü şiddet, insan vicdanını rahatsız etmeli
Şiddetin her türlüsüne karşıyım, kayıtsızlık da bir şiddettir. İnsanlar acı çekerken, bundan rahatsız olmuyorsan, taştan ne farkın var ?
Nereden gelirse gelsin her türlü şiddet, insan vicdanını rahatsız etmeli
Şiddetin her türlüsüne karşıyım, kayıtsızlık da bir şiddettir. İnsanlar acı çekerken, bundan rahatsız olmuyorsan, taştan ne farkın var ?
İlkeli olmak bir ”YAŞAM” biçimidir, kirlenmişliğe karşı bir duruş sergilemektir.
Yaşatmak, yaşamak bir değerse, duyarlılık da bu sürecin tamamlayıcısıdır.
İnsanların ortak değerlerinin örselendiği yerde, evrensel bir hürriyetten bahsedilemez.
Yaşatmak, yaşamak bir değerse, duyarlılık da bu sürecin tamamlayıcısıdır.
İnsanların ortak değerlerinin örselendiği yerde, evrensel bir hürriyetten bahsedilemez.
Sokakta ki vatandaşa muhabir mikrofon uzatıyor, başbakan istifa etmiş,ne düşünüyorsunuz?
Cevap; şu an ülke karışık zamanı değildi !
Neden istifa ettiğini biliyormusun ?
Cevap; bilmiyorum.
Gerçekçi olmak zorundayız, kitleler “ sürüleştikçe” sonu gelmez bu acıların.
Bu uyuşukluğu, bu kayıtsızlığı sarsacak, yeniden politik hareketliliği sağlayacak bilinç ve eylemliliklere gereksinim vardır.
Eğer farkında ve fark yaratanlardan olabilirsek, sıradanlığın ötesinde yaşama bir değer, varlığımıza bir anlam katabiliriz.
Yaşam bir deneyimdir ve yaşamda doğruları bulmanın yolu, doğru soruları sormakla başlar.
Öğrenmek, araştırmak, doğruyu bulmak ve doğru yönlenmek için; doğru yanıtlara giden yol, soru sormanın inceliklerini bilmekten geçer.
Kime, neyi, ne zaman, nerede, niçin ve nasıl sorduğumuz, yanıtların kalitesini belirleyecektir. Sormayan gelişemez, gerçekleri öğrenemez, ezber bozamaz, fark yaratamaz, daha iyiye ulaşamaz.
Umursamazlık almış başını gitmiş, şiddet ve ölüm haberlerinin, etkili bir korku filmi tadında izleyen seyircinin “kurban etkisi” denilen şiddete kayıtsız kalma durumuna dönüşmüşse, yeniden silkelen meliyiz !
Kendi hayatının anlamını değil, başka hayatların anlamı üzerinden yaşama yürüyenler, kendi hayatlarının yaratıcısı nasıl olabilirler ?
Cevap; şu an ülke karışık zamanı değildi !
Neden istifa ettiğini biliyormusun ?
Cevap; bilmiyorum.
Gerçekçi olmak zorundayız, kitleler “ sürüleştikçe” sonu gelmez bu acıların.
Bu uyuşukluğu, bu kayıtsızlığı sarsacak, yeniden politik hareketliliği sağlayacak bilinç ve eylemliliklere gereksinim vardır.
Eğer farkında ve fark yaratanlardan olabilirsek, sıradanlığın ötesinde yaşama bir değer, varlığımıza bir anlam katabiliriz.
Yaşam bir deneyimdir ve yaşamda doğruları bulmanın yolu, doğru soruları sormakla başlar.
Öğrenmek, araştırmak, doğruyu bulmak ve doğru yönlenmek için; doğru yanıtlara giden yol, soru sormanın inceliklerini bilmekten geçer.
Kime, neyi, ne zaman, nerede, niçin ve nasıl sorduğumuz, yanıtların kalitesini belirleyecektir. Sormayan gelişemez, gerçekleri öğrenemez, ezber bozamaz, fark yaratamaz, daha iyiye ulaşamaz.
Umursamazlık almış başını gitmiş, şiddet ve ölüm haberlerinin, etkili bir korku filmi tadında izleyen seyircinin “kurban etkisi” denilen şiddete kayıtsız kalma durumuna dönüşmüşse, yeniden silkelen meliyiz !
Kendi hayatının anlamını değil, başka hayatların anlamı üzerinden yaşama yürüyenler, kendi hayatlarının yaratıcısı nasıl olabilirler ?
Körü körüne bir şeye inanmak onu haklı ve ahlaklı yapmaz.
Bir ülkede 30 milyon insan aç ve yoksulluk sınırında yaşıyorsa, zulme- yalana sesini çıkarmıyorsa, kadınlar hunharca öldürülüyorsa, çocukların geleceği katlediliyorsa, erkek egemen kültürüne destek veriliyorsa ve insan sadece kendi egosuna hizmet ediyorsa, ben insan değilim.
Bir ülkede 30 milyon insan aç ve yoksulluk sınırında yaşıyorsa, zulme- yalana sesini çıkarmıyorsa, kadınlar hunharca öldürülüyorsa, çocukların geleceği katlediliyorsa, erkek egemen kültürüne destek veriliyorsa ve insan sadece kendi egosuna hizmet ediyorsa, ben insan değilim.
Bizler, kimliği sadece insan olanlar;
*Egemenlerin, kendi şahsı çıkarlarını korumak için ”şiddeti ve insan açlığını” gizliden gizliye desteklemelerini reddediyoruz.
*Dünya yüzünde birbirine düşman halklar yaratılarak, egemenlerin amaçlarına hizmet için suni gündemler yaratıldığını biliyoruz, bu oyunda piyon olmayı reddediyoruz.
*Kadınların, çocukların ve savunmasızların, siyasetin malzemesi olmalarını reddediyoruz.
*Yaşayan her insanın insanlığa ve evrene karşı sorumlulukları var.
Emek ve sermaye çelişkisinin gerçekliğine suskun kalamayız.
Emeğin özne olduğu, sınıfsız bir yaşamın mümkün olduğu bilinciyle ” Dünya herkese yeter” anlamının içtenliğiyle, egemenlerin oyunlarına hayır diyoruz.
*Üreterek yaşamlarını anlamlandıran, sadece kendisi için değil herkes için ”daha güzel, eşit, adil, özgür” bir yaşam kurmak için mücadele eden, haklıdan yana tavır alanlar;
Sorgulamadan inanmanın, anlamadan yorumlamanın, araştırmadan bilmeden ahkam kesilmenin bütün olumsuz taraflarını reddediyoruz.
Ne olursa olsun, yaşamak, kulun kula kulluğu değildir. Onurunla, namusunla, halkınla, şerefli, bağımsız yaşamaktır, yaşamak.
*Egemenlerin, kendi şahsı çıkarlarını korumak için ”şiddeti ve insan açlığını” gizliden gizliye desteklemelerini reddediyoruz.
*Dünya yüzünde birbirine düşman halklar yaratılarak, egemenlerin amaçlarına hizmet için suni gündemler yaratıldığını biliyoruz, bu oyunda piyon olmayı reddediyoruz.
*Kadınların, çocukların ve savunmasızların, siyasetin malzemesi olmalarını reddediyoruz.
*Yaşayan her insanın insanlığa ve evrene karşı sorumlulukları var.
Emek ve sermaye çelişkisinin gerçekliğine suskun kalamayız.
Emeğin özne olduğu, sınıfsız bir yaşamın mümkün olduğu bilinciyle ” Dünya herkese yeter” anlamının içtenliğiyle, egemenlerin oyunlarına hayır diyoruz.
*Üreterek yaşamlarını anlamlandıran, sadece kendisi için değil herkes için ”daha güzel, eşit, adil, özgür” bir yaşam kurmak için mücadele eden, haklıdan yana tavır alanlar;
Sorgulamadan inanmanın, anlamadan yorumlamanın, araştırmadan bilmeden ahkam kesilmenin bütün olumsuz taraflarını reddediyoruz.
Ne olursa olsun, yaşamak, kulun kula kulluğu değildir. Onurunla, namusunla, halkınla, şerefli, bağımsız yaşamaktır, yaşamak.
Emeğin hiç bir zaman sorgulanmadığı bir yaşam ve sağlıklı sevgi anlayışıyla büyümek, ahlaki olgunluğa erişmek, iyiliğin, sevginin parçamız olduğunu bilmek, insanın asıl doğasına ait tüm özellikleri unutmadan, varoluşumuzun, özümüzün güzelliklerinden utanmadan yaşama yürümek, yaşamı değerli ve anlamlı kılıyor.
Sadece üzüldüm demekle, duvar olmakla, katı olmakla, mazeretlerin arkasına saklanmakla, bulamayız yaşamın o incecik yolunu.
İnsan olalım yeter ''insan olmak'' onurlu bir kelimedir !
Sadece üzüldüm demekle, duvar olmakla, katı olmakla, mazeretlerin arkasına saklanmakla, bulamayız yaşamın o incecik yolunu.
İnsan olalım yeter ''insan olmak'' onurlu bir kelimedir !
Olcay Kasımoğlu
5 Mayıs 2020 Salı
Hayat Güçlüleri Sever
''Herkes yalnızca yüreğini verdiği şeylerin değeri kadar değerlidir.''
Öylede olmalı, yoksa hayata mana katmak için emek verenlerin bir anlamı olmazdı bu dünyada..!
Eteklerine kadar kirlenmiş dünyanın yenik düşen insanları olsak bile ''hayat'' bir yudum sevdaya serenat yapmıştır çoğu zaman.
İnsanlar başlarına kötü bir şey geldiğinde ben bunu hak etmedim derler...Bence hayat ,bu insanlarla aynı fikirde değildir.
Hayat iyilerden çok güçlüleri sever, güç doğada vardır.
İyilik ve kötülük tamamen insan aklının ürünüdür, iyi insan olmak araç değil amaçtır. İyi insan olmak başına kötü bir şey gelmeyeceği anlamına gelmez.
İyi insan olmanın ödülü zaten iyi insan olmuş olmaktır.
Başımıza gelen kötü sonuçlar için kötü insan olma şartı yok.
Neden ben diye sorarken kendimize, iyiliğe güvenmek güzel ama ona dayandırmak akıllıca değildir.
Başımıza gelenlerin ne olduğuyla değil ''içimizde olanların'' ne olduğu ile ilgilidir. Önemli olan bakış açımızı ve hayatı kendimize borçlandıran inançlardan zihinlerimizi temizlemek.
İnsan kendini en iyi eylemleriyle ele verir. Goethe'nin dediği gibi ''İnandığı gibi yaşamayan, yaşadığı gibi inanır''.
İnsanlar başlarına kötü bir şey geldiğinde ben bunu hak etmedim derler...Bence hayat ,bu insanlarla aynı fikirde değildir.
Hayat iyilerden çok güçlüleri sever, güç doğada vardır.
İyilik ve kötülük tamamen insan aklının ürünüdür, iyi insan olmak araç değil amaçtır. İyi insan olmak başına kötü bir şey gelmeyeceği anlamına gelmez.
İyi insan olmanın ödülü zaten iyi insan olmuş olmaktır.
Başımıza gelen kötü sonuçlar için kötü insan olma şartı yok.
Neden ben diye sorarken kendimize, iyiliğe güvenmek güzel ama ona dayandırmak akıllıca değildir.
Başımıza gelenlerin ne olduğuyla değil ''içimizde olanların'' ne olduğu ile ilgilidir. Önemli olan bakış açımızı ve hayatı kendimize borçlandıran inançlardan zihinlerimizi temizlemek.
İnsan kendini en iyi eylemleriyle ele verir. Goethe'nin dediği gibi ''İnandığı gibi yaşamayan, yaşadığı gibi inanır''.
Hayatımızda ne olursa olsun ne yaşamış olursak olalım kendi ilkelerimiz, değer yargılarımız olsun.
Kafa karışıklığı tüm kötülüklerin anasıdır, insanı içten içe yer.
Hayatla aramıza tel örgüler çeker. Bunun için zihnimizi düzenleyip, yargılarımızı periyodik olarak gözden geçirmek bize akıl yollarını açar.
Ve kalbimiz, kalbimizde kirlenir onu da ışığa çıkarıp ara bir temiz hava aldırmak gerekir.
Her fikre açık olalım ama kalbimize sadece seçtiklerimizi alalım.
Hırslar, egolar kalbimizi katılaştırma-sın, hiç bir şeyin bizim gül bahçemizi tarumar etmesine izin vermeyelim.
Hep ebru tekneleri olsun. Canı cana çağıran sevgiyle buluşturan edeple yoğuran.
Kendimizi başkasına anlatmak için dil dökmeyelim.
Bizi seven insanın buna ihtiyacı yoktur ki.!
Sevmeyen bir insana da ne anlatırsanız anlatın, yüreğin dilinden durmadıysa söze, nafile...
Kafa karışıklığı tüm kötülüklerin anasıdır, insanı içten içe yer.
Hayatla aramıza tel örgüler çeker. Bunun için zihnimizi düzenleyip, yargılarımızı periyodik olarak gözden geçirmek bize akıl yollarını açar.
Ve kalbimiz, kalbimizde kirlenir onu da ışığa çıkarıp ara bir temiz hava aldırmak gerekir.
Her fikre açık olalım ama kalbimize sadece seçtiklerimizi alalım.
Hırslar, egolar kalbimizi katılaştırma-sın, hiç bir şeyin bizim gül bahçemizi tarumar etmesine izin vermeyelim.
Hep ebru tekneleri olsun. Canı cana çağıran sevgiyle buluşturan edeple yoğuran.
Kendimizi başkasına anlatmak için dil dökmeyelim.
Bizi seven insanın buna ihtiyacı yoktur ki.!
Sevmeyen bir insana da ne anlatırsanız anlatın, yüreğin dilinden durmadıysa söze, nafile...
Sağlıklı ve olgun bir birliktelik dengeli olduğunda yürür, yoksa bir şekilde önü tıkanır çöküşü başlar.
Nedense hayatımız da hep yakınırız neden kadersizim diye ?
Burada kaderin direk bir suçu yok, bence biz karşımız da ''bize ayna olmayan kalplere'' fazla anlamlar yüklüyoruz.
Bize değer verenleri ağlatıp, vermeyenler için ağlıyoruz.
Hayatımıza değer katmayanlara, hayatımızdan çalanlara, yere çarpanlara, sözsüz duvarlara, katı kalplere çok fazla anlamlar yükleyip o yükü de sırtımızda,ruhumuzda taşıyoruz.
Garip ama gerçek…
Anlamlı yaşamak, yaşamına sahip çıktığında değer kazanıyor.
Kendini tanıyan insan, gerçekle yüzleşiyor, her şeyin farkına varıyor.
Geçmişi bıçak sırtı gibi sırtımızda taşımayalım, hayatı olumlayarak deneyimlemek büyük bir şans dır.
Kendimize en yakın dünya yine kendimizdir, değişime ihtiyacımız olduğun da yine kendimizden başlayalım..
Başkalarının yaptığı kaleler er geç yıkılıyor.
Yaşamayı seçeceğiz, mutlu olmayı, mutlu etmeyi...
Yaşamanın tadını çıkarmaktan korkanlar hayatı hep seyredeceklerdir..!
Nedense hayatımız da hep yakınırız neden kadersizim diye ?
Burada kaderin direk bir suçu yok, bence biz karşımız da ''bize ayna olmayan kalplere'' fazla anlamlar yüklüyoruz.
Bize değer verenleri ağlatıp, vermeyenler için ağlıyoruz.
Hayatımıza değer katmayanlara, hayatımızdan çalanlara, yere çarpanlara, sözsüz duvarlara, katı kalplere çok fazla anlamlar yükleyip o yükü de sırtımızda,ruhumuzda taşıyoruz.
Garip ama gerçek…
Anlamlı yaşamak, yaşamına sahip çıktığında değer kazanıyor.
Kendini tanıyan insan, gerçekle yüzleşiyor, her şeyin farkına varıyor.
Geçmişi bıçak sırtı gibi sırtımızda taşımayalım, hayatı olumlayarak deneyimlemek büyük bir şans dır.
Kendimize en yakın dünya yine kendimizdir, değişime ihtiyacımız olduğun da yine kendimizden başlayalım..
Başkalarının yaptığı kaleler er geç yıkılıyor.
Yaşamayı seçeceğiz, mutlu olmayı, mutlu etmeyi...
Yaşamanın tadını çıkarmaktan korkanlar hayatı hep seyredeceklerdir..!
Olcay Kasımoğlu
Sevgiler Ayak Üstü
hep aynı sessizlik
hep aynı yalan masal
ah ki ah hep aynı çıkışlar
değişmiyor melodisi
aynı yüzlerde farklı sesler
anlamıyor bendeki yürek
Aslında ben şanssızım, kadersizim diyen insanlarla hayat aynı fikirde değildir. Hayat güçlü ve cesurları, kendi yaşam manifetosunu oluşturanları sever.
Sevgiler ayak üstü,yanlış aynalara yöneldik unutmak için öyle bir süsledik ki eksik kalan insan yanlarımızı saklı öykünmelerle örseledik hoyrat yüreklere düşen sevdalar..
Teknoloji ve insan; ekmek aslanın ağzında derken, yaşamın yolları üzerimizden birer birer kayıyor.
Kah deniz, kah kara, kah başımızın üzerinde dönüp duran gökyüzü bizimle zahir zamanı yudumluyor.
Akıl ve emekle büyük şehirler inşa ettik ama ekmek yine aslanın ağzında.
Ne kadar buluş ne kadar teknoloji o kadar sevgiler ayak üstü.
İcat ettiklerimiz yaşama kolaylık getirirken, kurulan fabrikalar insan yararına derken; ruhlar dişi çarklar arasına sıkıştı.
Fabrikalar insan aklı ve gücüyle katıldı hayata.
Oysa; ne kadar teknoloji o kadar yalnızlık düştü insan payına.
Ekmek, aslanın ağzında değil; midesinde.
Aslında çelişkilerle dolu bir denge.
İcat fazlalaştıkça, insanlar bilinçleneceğine, insan insana kul oldu.
Tersine günden güne arttı yoksulluk. Mide yoksunluğu, akıl ve duygu yoksunluğu artıkça artıyor..
Yaşamı ciddiye almak; başkalarının kendi olabilme haklarını ihlal etmeden, yaşamın her anını kuşkuya, hesaplara dökmeden ''insan olabilme coşkusuyla yaşamak'' dünyaya güzel gözlerle, yüreğin derinliğinden bakmak.
Yaşamı yedeğimde saklamak değil, yaşamı yaşanılır kılmak ve anlamlı yaşamak istiyorum diye bilmektir yaşamak.
Sadece gördüğüyle yaşamı yorumlayanlara, yaşama gereksiz anlam yükleyenlere fazla bir şey vermez.
Olcay Kasımoğlu
hep aynı yalan masal
ah ki ah hep aynı çıkışlar
değişmiyor melodisi
aynı yüzlerde farklı sesler
anlamıyor bendeki yürek
Aslında ben şanssızım, kadersizim diyen insanlarla hayat aynı fikirde değildir. Hayat güçlü ve cesurları, kendi yaşam manifetosunu oluşturanları sever.
Sevgiler ayak üstü,yanlış aynalara yöneldik unutmak için öyle bir süsledik ki eksik kalan insan yanlarımızı saklı öykünmelerle örseledik hoyrat yüreklere düşen sevdalar..
Teknoloji ve insan; ekmek aslanın ağzında derken, yaşamın yolları üzerimizden birer birer kayıyor.
Kah deniz, kah kara, kah başımızın üzerinde dönüp duran gökyüzü bizimle zahir zamanı yudumluyor.
Akıl ve emekle büyük şehirler inşa ettik ama ekmek yine aslanın ağzında.
Ne kadar buluş ne kadar teknoloji o kadar sevgiler ayak üstü.
İcat ettiklerimiz yaşama kolaylık getirirken, kurulan fabrikalar insan yararına derken; ruhlar dişi çarklar arasına sıkıştı.
Fabrikalar insan aklı ve gücüyle katıldı hayata.
Oysa; ne kadar teknoloji o kadar yalnızlık düştü insan payına.
Ekmek, aslanın ağzında değil; midesinde.
Aslında çelişkilerle dolu bir denge.
İcat fazlalaştıkça, insanlar bilinçleneceğine, insan insana kul oldu.
Tersine günden güne arttı yoksulluk. Mide yoksunluğu, akıl ve duygu yoksunluğu artıkça artıyor..
Yaşamı ciddiye almak; başkalarının kendi olabilme haklarını ihlal etmeden, yaşamın her anını kuşkuya, hesaplara dökmeden ''insan olabilme coşkusuyla yaşamak'' dünyaya güzel gözlerle, yüreğin derinliğinden bakmak.
Yaşamı yedeğimde saklamak değil, yaşamı yaşanılır kılmak ve anlamlı yaşamak istiyorum diye bilmektir yaşamak.
Sadece gördüğüyle yaşamı yorumlayanlara, yaşama gereksiz anlam yükleyenlere fazla bir şey vermez.
ağırdır yeryüzüyle yaşamak
hafiflemek, kuş olmak isteyen
sevmeli kendini
örselenmiş bir sevgiyle değil
sağlam bir sevgiyle sevmeli
sevmeli ki
dolaşabilmeli diyar diyar
katlanabilmeli kendine
hafiflemek, kuş olmak isteyen
sevmeli kendini
örselenmiş bir sevgiyle değil
sağlam bir sevgiyle sevmeli
sevmeli ki
dolaşabilmeli diyar diyar
katlanabilmeli kendine
insan ki
en çok kendine gömüdür
özgür soluğu
kapatılmış ruhları
çıkarmalı gün yüzüne
kendini ince ince işlemeli sevgiye
en çok kendine gömüdür
özgür soluğu
kapatılmış ruhları
çıkarmalı gün yüzüne
kendini ince ince işlemeli sevgiye
var olan can
oluşa dolan can olmalı
inişi de yükselişi de
kendinde taşıyan
gülüşü kalkan
güneşle esrimiş can da açan
sağlam bir sevgiyle
kişi kendini diri sevmeli...
oluşa dolan can olmalı
inişi de yükselişi de
kendinde taşıyan
gülüşü kalkan
güneşle esrimiş can da açan
sağlam bir sevgiyle
kişi kendini diri sevmeli...
4 Mayıs 2020 Pazartesi
Amortiye Oynarız
Sorunlardan, kendimize yaptığımız haksızlıklarla bu dünyadan göçüp gitmek, bu yaşama en büyük haksızlık değilde nedir ?
Hayatın kalbi bir ritimdir ve o ritim herkesde var, önemli olan o ritme yön verebilmek ve içimizde ki çocuğu kaybetmemek. Kilometrelerce bir yolculuk bile, tek bir adımla başlarken, yaşamak bu kadar güzelken ve saniyelere bağlıyken; neyin telaşında, neyin kavgasındayız ?
Yaşamı ıskalamadan hakkını vermek gerek, dönüşü yok yaşananların.
Yaşam içerisinde ‘hayatın anlamını’ hep uzaklarda ararız.
Yaşamı çok fazla ciddiye alırız, içine neşe katmayız. Ciddiyet ile eğlenmeyi, cesur olmakla temkinli yaşamayı ve bir çok şeyi birbirine karıştırırız.
Hayatın anlamını ertelemeden, anları yaşamayı kendimize yaşam rehberi kabul edersek yaşamın anlamına da hak ettiği değeri vermiş olacağız.
Fındık kabuğunu doldurmayacak sorunlarla hayatımızı heba ederken, yaşamın anlara bağlı olduğunu unutup, hep sınırsız zaman diliminde yaşıyormuşuz gibi nefesimizi gereksiz ayrıntıların içinde bitiririz.
Yaşam şansı elimizdeyken hep amortiye oynarız.
Hayat bize her zaman fısıldar ”ömür dediğin bir nefes” bunu doğru anlamak tamamen bize kalmıştır, çünkü hayat ‘’olumlu bakışlarımızla’’ anlam kazanır.
Yaşamın anlamını sadece tek bir şeye bağlamak da çoğu zaman hayata haksızlıktır.
Okuyarak öğrenebiliriz ama sevmek, sevince anlarız, anlamlı kılarız.
Güzel olan her şey sevgiden geçer...
Başkalarını incelediğimizde;deneyim ve tecrübelerimizle birlikte bilgin,
''kendimizi'' incelediğimizde aydınlanmış insanlar oluruz.
İlişkilerin kırılganlığını ve insanlar açısından taşıdığı önemi anladığımız zaman daha dikkatli ve özverili oluruz.
Başkalarının duygularını örselemeden onları anlamaya çalışırız.
Kendimize ve başkalarına kulak verdiğimiz zaman evrende bizi dinler...
''İnsanın kendini anlatmaktan vazgeçmesidir ayrılık''
Dışarıda güneşli bir gökyüzü, cıvıl cıvıl kuşlar, ışıldayan nehirler, denizler hepsi nafile...
Gözlerinin gördüklerine küs halini, hüzünle yüreğine yedirmesidir ayrılık...
İnsan gidişi ayrılık değildir, sadece ayrılmadır, için de umut bırakır, belkiler bırakır asıl ayrılık insanın ''kendi içinden'' vazgeçmesidir...
Başkalarını incelediğimizde;deneyim ve tecrübelerimizle birlikte bilgin,
''kendimizi'' incelediğimizde aydınlanmış insanlar oluruz.
İlişkilerin kırılganlığını ve insanlar açısından taşıdığı önemi anladığımız zaman daha dikkatli ve özverili oluruz.
Başkalarının duygularını örselemeden onları anlamaya çalışırız.
Kendimize ve başkalarına kulak verdiğimiz zaman evrende bizi dinler...
''İnsanın kendini anlatmaktan vazgeçmesidir ayrılık''
Dışarıda güneşli bir gökyüzü, cıvıl cıvıl kuşlar, ışıldayan nehirler, denizler hepsi nafile...
Gözlerinin gördüklerine küs halini, hüzünle yüreğine yedirmesidir ayrılık...
İnsan gidişi ayrılık değildir, sadece ayrılmadır, için de umut bırakır, belkiler bırakır asıl ayrılık insanın ''kendi içinden'' vazgeçmesidir...
3 Mayıs 2020 Pazar
Yaşam Değerlidir
Dünya denilen bu kokuşmuş çöplükte, bu yüzü, bu bakışı unutabilir mi insan...;((
Ve sonuçları doğuran nedenleri sorgulamayan insanları, bana değmeyen yılan bin yıl yaşasın diyen zihniyeti görmemezlikten gelebilir mi insan olan?
Ünlü Fotoğrafçı / Steve Mc Curry
''dünyanın yarım kalan albümü '' isimli fotoğrafı...
''dünyanın yarım kalan albümü '' isimli fotoğrafı...
Ölümün kanıksandığı, sizden bizden algısına dönüştüğü yerde, hangi vicdandan bahsedebiliriz ?
O kadar çok kayıtsızlık örneği yaşamaya başladık ki artık yeter diye çıkıp bağırasım geliyor.
İnsanların bencilliği ile başlayan kayıtsızlık, zamanla içselleşerek; akılsızlaşmayı, vicdansızlaşmayı ve beraberinde omurgasızlaşmayı başlattı.
Sevgiye kayıtsızlık, şiddete kayıtsızlık, yaşananlara kayıtsızlık, emeğe kayıtsızlık almış başını yürümüş.
Yaşadığımız acıları, kayıpları görmemezlikten gelen kör vicdanların, sağır kulakların canı cehenneme diyorum.
Her akşam televizyon dizilerinin başında, hayatlarını başkalarının hikayeleri üzerinden yaşayanlar, dizi kahramanlarıyla özdeşleşerek gerçeklik algısını yitirenler, kendi hayatlarına ne kadar ilgi gösterirler veya kendi hayatlarının sözcüsü olabilirler?
“Hissetmediğimiz yaraları iyileştiremeyiz.” demiş S.R.Smalley.
”Başkalarından uzak durabilirsiniz ama kendinizden değil. İçinizdeki bildiğiniz değil, bilmediğiniz sizi yönetir. Önce içinize sonra çevrenize bakın ve ilgi gösterin; yıkıcı bir sona doğru gitmemek için”
Umursamazlık almış başını gitmiş, şiddet ve ölüm haberlerin, etkili bir korku filmi tadında izleyen seyircinin “kurban etkisi” denilen şiddete kayıtsız kalma durumuna dönüşmüşse yeniden silkelen meliyiz !
Kendi hayatının anlamını değil, başka hayatların anlamı üzerinden yaşama yürüyenler, kendi hayatlarının yaratıcısı nasıl olabilirler.
Kendi sosyal statüsünü kaybetmekten korktuğu için susmak, yaşanan kıyımları görmemezlikten gelmek ve her şeyi akışına bırakmak, bana dokunulmasın da ne halleri varsa görsünler düşüncesi hakim olmaya başladıkça; amaçsız, bencil, hoyrat benlikler çoğalmaya devam ediyor. Bunları gördükçe midem kabarıyor.
Albert Camus’nün Veba kitabında” toplumsal tükeniş tasviri” 3. bölümünde şunları yazar;
“Belleksiz, umutsuz, yaşanılan anın içindeydiler. Aslında zaten her şey onlar için yaşadıkları an demekti. (…) Başka bir deyişle artık seçecekleri bir şey kalmamıştı. Veba bütün değer yargılarını ortadan kaldırmıştı. Bu da en çok, insanların giydikleri elbiselerin kalitesinden ya da satın aldıkları yiyeceklerle hiç ilgilenmeyişlerinden belli oluyordu. Her şeyi olduğu gibi, bütünüyle kabul ediyorlardı. (…) Vebanın kurduğu düzeni kabul etmişlerdi. Etkisi kuvvetlendikçe, o ölçüde de bayağılaşıyordu. Artık içimizde büyük duygular yok olmuştu. Herkes en monoton duygularla yaşamaktaydı. (…) Değişmişti, veba onda bütün kuvvetiyle inkar etmeye çalışsa da, gene de şiddetli bir azap halinde sürüp giden bir KAYITSIZLIK yaratmıştı.”
Kayıtsızlık, akıl sağlığının ve sağ duyunun yitirilmesine yol açarken, insanlar kendi hayatlarına sahip çıkmadıkları sürece siyasi iktidar değişikliğiyle var olan hiçbir şey değişmeyecektir.
Nereden gelirse gelsin her türlü şiddet, insan vicdanını rahatsız etmeli.
Şiddetin her türlüsüne karşıyım, kayıtsızlık da bir şiddettir. İnsanlar acı çekerken, bundan rahatsız olmuyorsan, yaşam içerisinde zombiden bir farkın yoktur.
Acılar zamanla dilsizleşir, unutur geldiği yeri. Bıçak gibi keser, keseni bile unutur. İnsan olmak onurdur, onurlu olmak insan olmaktır.
Yaşatmak, yaşamak bir değerse, duyarlılık da bu sürecin tamamlayıcısıdır.
Onuru ve sağlıklı bilinci olan herkes haktan ve adaletten yana tavır alır.
Şu an bu topraklar üzerinde yaşıyorsak, kime ve kimlere vefa borcumuz olduğunu unutmayalım, çocuklarımıza öğretelim...İnsan olalım, insanca yaşayalım, yaşatalım yeter.
O kadar çok kayıtsızlık örneği yaşamaya başladık ki artık yeter diye çıkıp bağırasım geliyor.
İnsanların bencilliği ile başlayan kayıtsızlık, zamanla içselleşerek; akılsızlaşmayı, vicdansızlaşmayı ve beraberinde omurgasızlaşmayı başlattı.
Sevgiye kayıtsızlık, şiddete kayıtsızlık, yaşananlara kayıtsızlık, emeğe kayıtsızlık almış başını yürümüş.
Yaşadığımız acıları, kayıpları görmemezlikten gelen kör vicdanların, sağır kulakların canı cehenneme diyorum.
Her akşam televizyon dizilerinin başında, hayatlarını başkalarının hikayeleri üzerinden yaşayanlar, dizi kahramanlarıyla özdeşleşerek gerçeklik algısını yitirenler, kendi hayatlarına ne kadar ilgi gösterirler veya kendi hayatlarının sözcüsü olabilirler?
“Hissetmediğimiz yaraları iyileştiremeyiz.” demiş S.R.Smalley.
”Başkalarından uzak durabilirsiniz ama kendinizden değil. İçinizdeki bildiğiniz değil, bilmediğiniz sizi yönetir. Önce içinize sonra çevrenize bakın ve ilgi gösterin; yıkıcı bir sona doğru gitmemek için”
Umursamazlık almış başını gitmiş, şiddet ve ölüm haberlerin, etkili bir korku filmi tadında izleyen seyircinin “kurban etkisi” denilen şiddete kayıtsız kalma durumuna dönüşmüşse yeniden silkelen meliyiz !
Kendi hayatının anlamını değil, başka hayatların anlamı üzerinden yaşama yürüyenler, kendi hayatlarının yaratıcısı nasıl olabilirler.
Kendi sosyal statüsünü kaybetmekten korktuğu için susmak, yaşanan kıyımları görmemezlikten gelmek ve her şeyi akışına bırakmak, bana dokunulmasın da ne halleri varsa görsünler düşüncesi hakim olmaya başladıkça; amaçsız, bencil, hoyrat benlikler çoğalmaya devam ediyor. Bunları gördükçe midem kabarıyor.
Albert Camus’nün Veba kitabında” toplumsal tükeniş tasviri” 3. bölümünde şunları yazar;
“Belleksiz, umutsuz, yaşanılan anın içindeydiler. Aslında zaten her şey onlar için yaşadıkları an demekti. (…) Başka bir deyişle artık seçecekleri bir şey kalmamıştı. Veba bütün değer yargılarını ortadan kaldırmıştı. Bu da en çok, insanların giydikleri elbiselerin kalitesinden ya da satın aldıkları yiyeceklerle hiç ilgilenmeyişlerinden belli oluyordu. Her şeyi olduğu gibi, bütünüyle kabul ediyorlardı. (…) Vebanın kurduğu düzeni kabul etmişlerdi. Etkisi kuvvetlendikçe, o ölçüde de bayağılaşıyordu. Artık içimizde büyük duygular yok olmuştu. Herkes en monoton duygularla yaşamaktaydı. (…) Değişmişti, veba onda bütün kuvvetiyle inkar etmeye çalışsa da, gene de şiddetli bir azap halinde sürüp giden bir KAYITSIZLIK yaratmıştı.”
Kayıtsızlık, akıl sağlığının ve sağ duyunun yitirilmesine yol açarken, insanlar kendi hayatlarına sahip çıkmadıkları sürece siyasi iktidar değişikliğiyle var olan hiçbir şey değişmeyecektir.
Nereden gelirse gelsin her türlü şiddet, insan vicdanını rahatsız etmeli.
Şiddetin her türlüsüne karşıyım, kayıtsızlık da bir şiddettir. İnsanlar acı çekerken, bundan rahatsız olmuyorsan, yaşam içerisinde zombiden bir farkın yoktur.
Acılar zamanla dilsizleşir, unutur geldiği yeri. Bıçak gibi keser, keseni bile unutur. İnsan olmak onurdur, onurlu olmak insan olmaktır.
Yaşatmak, yaşamak bir değerse, duyarlılık da bu sürecin tamamlayıcısıdır.
Onuru ve sağlıklı bilinci olan herkes haktan ve adaletten yana tavır alır.
Şu an bu topraklar üzerinde yaşıyorsak, kime ve kimlere vefa borcumuz olduğunu unutmayalım, çocuklarımıza öğretelim...İnsan olalım, insanca yaşayalım, yaşatalım yeter.
2 Mayıs 2020 Cumartesi
Şiirler Eski Bir Çağ Türküsüdür
Ya acıyan ya da sevinen yerinden yoğunlaşır şair.
Şimdilerde bir çok yerde, yüreğin dilinden gelen o buğulu şiirleri değil de fabrikamatık şiirler üretilmeye çalışılıyor.
Şiir yazmak ezberletiliyor..
Şiir kalbe dokunan duyguları, düşünceleri, acıları, sevinçleri inci gibi işleyip okura sunandır.
Şimdilerde moda olmuş; şiiri kelimelerin içine sakla, okuyan bulsun, bir yere kadar evet ama bir yerden sonra yoruyor şiiri.
Hele birde afili, mafili, şıngır mıngır kelimeler...
Şiir yazmak ezberletiliyor..
Şiir kalbe dokunan duyguları, düşünceleri, acıları, sevinçleri inci gibi işleyip okura sunandır.
Şimdilerde moda olmuş; şiiri kelimelerin içine sakla, okuyan bulsun, bir yere kadar evet ama bir yerden sonra yoruyor şiiri.
Hele birde afili, mafili, şıngır mıngır kelimeler...
Şiir felsefedir, şiir akıldır, şiir buram buram sevdadır, candır can. Yüreğe dokunur, acıya dokunur, haksızlığı haykırır, sızım sızım inletir insan olanı. Vicdanı tirim tirim titretir, hissettirir...
Severim iyi okuru ve şiirle yaşama muhalif olanı, ayrık köprüleri yıkanı...
''Temayı bulmak için "Şair, bu şiiri niçin yazmıştır?" sorusunu sorarız, aldığımız yanıt bize temayı verir. Temanın eskimesi olmaz.''
İyi bir imge de duyusal düzeyde tükenmeyip düşünsel düzeyde heyecan yaratmalıdır. Somut bir yönelimi en ekonomik söyleyişle kurmalıdır. Böylece okura çağrışım olanağı verilir ve onun da bir düşünsel haz alması sağlanır.
Kullanılması düşünülen imge, şaire özgü olmalı, şairin sözcüklerine ve imgelerine kendini katma çabası sürmelidir. Çünkü şiir, içselleştirilen sözcüklerle yazılır. İmge de bu sözcüklerin dilde sürekli parlayıp sönen bilenmiş kılıcıdır.
İmge yaratma yolları da bütün şiir araçları gibi, okurun şu ya da bu imge biçimiyle ne derecede içli dışlı ya da yüz göz olduğuna göre değişir.
Akil ve bilinçle beslenen ve sevgiyle, umutla taçlandırılan dizeleri dünyaya armağan eden şairler, sonsuzluk şerbetinden içmeyi hak etmişlerdir diye düşünmeden edemiyorum.
Bununla birlikte, insanların eylemleri ve söylemleri hiç şüphesiz ki hayatla olan ilişkilerinin rengini ve biçimini tayin ediyor.
Şiir yazarken, okurken kalbim heyecanla çarpar. Her defasında, tekrar tekrar aynı duyguyu hissetmekten alıkoyamam kendimi.
Aynı anda o kadar çok şeye aşk duydum ki; çocuklarıma, aileme, acılarıma, olgunlaşmama, sevginin şifacılığına, göldeki nilüfere, gökteki kuşa, yerdeki ağaca!!
Aynı anda o kadar çok şeye aşk duydum ki; çocuklarıma, aileme, acılarıma, olgunlaşmama, sevginin şifacılığına, göldeki nilüfere, gökteki kuşa, yerdeki ağaca!!
Sanatı, doğayı, insanı, yaşamayı seviyorum. Yazarken evrenle kurduğum bağı seviyorum.
Zincirleri yok, ülkesi yok, yıkandığı nehir benim ruhum ve o ruh hiç kimseye kul değil. Yaşamın içinde gürül gürül akan; dingin ve özgün bir nehir...
Şiirlerimde;
Toplumu algılama ve anlama çabalarımın yanında, en temel duygumuz olan özgürlük ve özgürleşmeye, geleneksel kalıplardan arındırılmış sevgilere, erkek egemen toplumun sosyal, psikolojik ve ideolojik bütün dayatmalarına karşı bir kadın sesinin yükselişidir aynı zamanda...
Toplumu algılama ve anlama çabalarımın yanında, en temel duygumuz olan özgürlük ve özgürleşmeye, geleneksel kalıplardan arındırılmış sevgilere, erkek egemen toplumun sosyal, psikolojik ve ideolojik bütün dayatmalarına karşı bir kadın sesinin yükselişidir aynı zamanda...
Bununla birlikte, erkeği sadece günah keçisi kabul eden kadınların nefret dolu söylemlerini de onaylamıyorum.
Derinlik olmadan, emek verilmeden sadece duyguyla şiir yazmayı da kendimce yeterli bulmuyorum.
Daha fazla bilgilenme, daha fazla duyarlılık; ancak o zaman ölçüsüzlüğe meydan okuyabiliriz.
Daha fazla bilgilenme, daha fazla duyarlılık; ancak o zaman ölçüsüzlüğe meydan okuyabiliriz.
Olcay Kasımoğlu
1 Mayıs 2020 Cuma
1. Mayıs İşçinin Bayramı
Dünü Yaşama Davet Etmek🌹👏
Bilmezsek bugünü anlayamayız.
Bilmezsek bugünü anlayamayız.
1 Mayıs;
İşçinin haksızlıklara baş kaldırdığı bir uyanış baharı, bugün Enternasyonal işçi bayramı.
İşçinin haksızlıklara baş kaldırdığı bir uyanış baharı, bugün Enternasyonal işçi bayramı.
Köle zihniyetiyle tezgahları çalıştıran patronlara karşı verilen hak mücadelesinin zaferi.
Emeğin en büyük nimet olduğu, birlik ve dayanışma inancıyla emek, barış ve özgürlük mücadelesinde tüm ezilenlerin tek yürek olduğu gündür.
Barış ve demokrasiyle emeğin korunacağına inanan bir bilinçle gelecek günlere, özelde emekçilerimizin, genelde dünya emekçilerinin birlik, mücadele ve dayanışma günü olan hakların bayramı 1 Mayıs işçi bayramını kutluyorum...
Özgürlüğün, eşitliğin, akılcı bilimsel düşüncenin, hak ve hukukun, barış, dostluk ve umudun hakim olduğu bir dünya inşa etmeye kararlı tüm zihin ve beden emekçilerinin aydınlanmasında ki bu kıvılcımların oluşmasında ideal ve amaçlar çok önemli bir yer tutmakta.
Söyleniyor özgürlük şarkıları
''Yarın yanağından gayrı
paylaşmak her şeyi derken''
Biliyorlardı
Karanlıkta aydınlık ağırdı
Ağıtlar sessiz kimsesizdi
Dünya;
Emeğe düşmanları bağrında tuttukça
Sefaletin ziyafeti bitmedi bitmeyecekti
Ete, kana, paraya o sefil doymazlıkla
Kendini satan bu kadar iblis varken
Kediler sofrasına tamah etmediler...
Olcay Kasımoğlu
30 Nisan 2020 Perşembe
İnce Ayarlar
İnsan yaşadıkça; sır yerkürenin içinde ki mananın sırrına tam muvaffak olamasa da, bir çok şeyi doğru yerden görmeyi ''ÖĞRENİYOR'' yaşamı sorgulayıp, paylaştıkça !
Yaşadıkça yaşamın içine aktıkça, içinde ki öz söyleşir, gönül penceresi açar kapılarını.
Zamanla birlikte sorular doğruysa hangi duvar yıkılmaz, hangi gönül penceresinden tülü kaldırmaz .
Zamanla birlikte sorular doğruysa hangi duvar yıkılmaz, hangi gönül penceresinden tülü kaldırmaz .
İnsanların içinde iyiler ve kötüler olduğunu, her insanin içinde,
iyilik ve kötülük bulunduğunu görürsün.
Bu ikilemi, kişinin nasıl yontabildiğini ve hangisini öne çıkarabildiğini etkileşime geçtikçe, yaşadıkça anlarsın.
Sonra insan tenini o tenin altında bir ruh bulunduğunu, ruhun tenin üstünde olduğunu görürsün.
Aydınlanmanın yollarını ararsın; görürsün ki, aydınlanmadan, karanlığın yırtılmaya-cağını...
iyilik ve kötülük bulunduğunu görürsün.
Bu ikilemi, kişinin nasıl yontabildiğini ve hangisini öne çıkarabildiğini etkileşime geçtikçe, yaşadıkça anlarsın.
Sonra insan tenini o tenin altında bir ruh bulunduğunu, ruhun tenin üstünde olduğunu görürsün.
Aydınlanmanın yollarını ararsın; görürsün ki, aydınlanmadan, karanlığın yırtılmaya-cağını...
Birlikte yaşamanın önemli olduğunu, bunun için ''bölüşmeyi,hakkaniyeti,sosyal adaleti'' öğrenmenin yaşı olmadığını ve insanca yaşamak için elzem olduğunu öğrenirsin.
İnsanların; kendilerine rağmen, gidecek yol bulabildiklerini görür, şaşırırsın.
Kalıplar içinde düşünmenin, düşünce boyutlarını nasıl örselendiğinin farkına varırsın...
Gerçeklerin; kimine göre gerçek, kimine göre değil bunu öğrenirsin.
Baktığın yerle, durduğun yer arasında nasıl ince ayarlar olduğunu anlarsın.
Senin doğrunla benim doğrumun, aynı evren de, farklı olabileceğinin şaşkınlığını yaşarsın.
Kapalı pencerelerin ardından hayata bakmakla, gökyüzünde uçan bir kuşun bakışıyla bakmanın farkına, farkındalığına yaşadıkça varırsın.
İnsanların; kendilerine rağmen, gidecek yol bulabildiklerini görür, şaşırırsın.
Kalıplar içinde düşünmenin, düşünce boyutlarını nasıl örselendiğinin farkına varırsın...
Gerçeklerin; kimine göre gerçek, kimine göre değil bunu öğrenirsin.
Baktığın yerle, durduğun yer arasında nasıl ince ayarlar olduğunu anlarsın.
Senin doğrunla benim doğrumun, aynı evren de, farklı olabileceğinin şaşkınlığını yaşarsın.
Kapalı pencerelerin ardından hayata bakmakla, gökyüzünde uçan bir kuşun bakışıyla bakmanın farkına, farkındalığına yaşadıkça varırsın.
İnsanın insana üstünlüğü nedir diyen sorular içerisinde bulursun kendini.
Sonra; üstünlüğün kıstaslarında kendine bir yol bulmaya çalışırsın, kendi yüzünü aynada görmeye başlarsın, gördüğün seni yanıltmaz, kendine aydın, kendine adıl kendine insaflı olmayı öğrenirsin.
Kendine yolculuklar başlar...olgunlukla birlikte, kendine saygısı olmayanın yanında saygı aramazsın, mücadele etmekle, gereksiz kavgaları birbirinden ayırırsın...
Ve sabrın,değenler için bir mücevher olduğunu, gereksizlere harcandığında ise yerini keşkelere bıraktığını anlarsın....
Sonra; üstünlüğün kıstaslarında kendine bir yol bulmaya çalışırsın, kendi yüzünü aynada görmeye başlarsın, gördüğün seni yanıltmaz, kendine aydın, kendine adıl kendine insaflı olmayı öğrenirsin.
Kendine yolculuklar başlar...olgunlukla birlikte, kendine saygısı olmayanın yanında saygı aramazsın, mücadele etmekle, gereksiz kavgaları birbirinden ayırırsın...
Ve sabrın,değenler için bir mücevher olduğunu, gereksizlere harcandığında ise yerini keşkelere bıraktığını anlarsın....
Vicdan sahibi olmak, vefa...bunlar var ise diğerleri zaten eşlik eder...farkına varırsın.
Namusun ''insan vicdanı'' olduğunu anlarsın ve yalanın ocağı olmadığını, iyiliğe duran hiç bir yerde yeşermediğini.
VE sevmenin yazılı hiç bir kuralı olmadığını, sevmenin yaşamanın ruh kapısı olduğunu anlarsın.
Anlarsın ''CESARET'' edip yaşamadan, hiç bir gerçekliğin farkına tam olarak varamazsın, yaşadıkça, deneyimledikçe anlarsın !!!
Namusun ''insan vicdanı'' olduğunu anlarsın ve yalanın ocağı olmadığını, iyiliğe duran hiç bir yerde yeşermediğini.
VE sevmenin yazılı hiç bir kuralı olmadığını, sevmenin yaşamanın ruh kapısı olduğunu anlarsın.
Anlarsın ''CESARET'' edip yaşamadan, hiç bir gerçekliğin farkına tam olarak varamazsın, yaşadıkça, deneyimledikçe anlarsın !!!
29 Nisan 2020 Çarşamba
Corona'dan Mesaj Var
Selam dünyalılar.
Bir anımı sizlerle paylaşmak istiyorum.
Bir anımı sizlerle paylaşmak istiyorum.
Geçenlerde bir eve misafirdim. Amacım belli, pusudayım.
Saçları kırlaşmış, iki büklüm bir kadın oturmuş küçük bir çocuğun başını okşuyor.
Çocuk ninesine 'nine bu dünya niye dönüyor?' diye sordu.
Ninesi de 'İyi insanların yüzü suyu hürmetine dönüyor' güzel torunum, dedi.
Çocuk çok güzel gülümsüyor. Kollarını ninesine şefkatle doladı. Bir an ateşim buz kesti. Nine bilge ve daima iyilik diyor.
Babası olmalı, 'kızım bu zarfı karşı komşunun kapısının önüne sessizce bırak.' diyor.
Küçük kız neden diyor 'o ev de aş kaynamıyor, yediğim her lokma boğazıma diziliyor.' Ve daha bir çok şeyin tanıklığını yaptım.
Afaladım, utandım. Bu ev beni darmadağın etti. Daha fazla dayanamadım. Ayrılmak zorunda kaldım.
Saçları kırlaşmış, iki büklüm bir kadın oturmuş küçük bir çocuğun başını okşuyor.
Çocuk ninesine 'nine bu dünya niye dönüyor?' diye sordu.
Ninesi de 'İyi insanların yüzü suyu hürmetine dönüyor' güzel torunum, dedi.
Çocuk çok güzel gülümsüyor. Kollarını ninesine şefkatle doladı. Bir an ateşim buz kesti. Nine bilge ve daima iyilik diyor.
Babası olmalı, 'kızım bu zarfı karşı komşunun kapısının önüne sessizce bırak.' diyor.
Küçük kız neden diyor 'o ev de aş kaynamıyor, yediğim her lokma boğazıma diziliyor.' Ve daha bir çok şeyin tanıklığını yaptım.
Afaladım, utandım. Bu ev beni darmadağın etti. Daha fazla dayanamadım. Ayrılmak zorunda kaldım.
Ey İnsanlar size mesajım var;
Yaşamayı bilmiyorsunuz. Dünyayı nefretiniz yok edecek.
Ormanlarınız balta sesleriyle inliyor.
Nehirleriniz zehirli atıklarınızla kuruyor. Denizlerinizde yaşam her geçen gün yok oluyor. Fabrikalarınız gökyüzünü kirletiyor.
Ormanlarınız balta sesleriyle inliyor.
Nehirleriniz zehirli atıklarınızla kuruyor. Denizlerinizde yaşam her geçen gün yok oluyor. Fabrikalarınız gökyüzünü kirletiyor.
İnsanlar yaşamın gerçek anlamını unutmuşlar, yaşıyor olmanın anlamını unutmuşlar.
Ellerindekilerinin ve kaybedeceklerinin ne olduğunun farkında değiller.
Basit şeylerin değerini bilmiyorlar. Yaşama özgürlüğünü, yaşama sevincini kaybettiler. Farkında olduklarını sanıyorlar.
Ellerindekilerinin ve kaybedeceklerinin ne olduğunun farkında değiller.
Basit şeylerin değerini bilmiyorlar. Yaşama özgürlüğünü, yaşama sevincini kaybettiler. Farkında olduklarını sanıyorlar.
En önemli şeyi ‘paylaşmayı, dayanışmayı, hakkaniyeti, iyiliği, şefkati’ kaybettiler. Aile bağları zayıfladı. Komşuluk ilişkileri yara bere içinde.
Ey insanlar;
Paranın tanrısını yarattınız. Parası olana eğitim denilen yeni bir zihniyet yarattınız. Ruhlarınız aç. Gösteriş budalası ve bir o kadar da bencilsiniz. Teknolojiyi zenginleştirirken, duygularınızı fakirleştirdiniz. Sevdiklerinize ulaşılmaz mesafeler koydunuz. Değiş tokuşa kurban verdiniz. Unuttunuz değerlerinizi. Hayatın güzelliklerinin değil, sizi yozlaştıran menfaatçi ilişkilerin tutsağı oldunuz. Çıkarcı, bencil ve hoyratsınız. Hakkın değil, güçlünün yanında el pençe divan durdunuz. Kendi ellerinizle doğayı yerle yeksan ettiniz. Hayvanların yaşama alanlarını ellerinden aldınız. İnsan doğanızı da unuttunuz. Hazıra konan, üretmekten çok tüketme üzerine kurulu bir dünya düzeni yarattınız. Kirli bir çağ yarattınız hem de kendi ellerinizle. İnsan olmayı ve insan doğasına uygun yaşamayı unuttunuz. Yaşamak için bağımlı bir yaşam tarzı oluşturdunuz. Basit ve sade yaşamın anlamını unuttunuz. Kendinizi unuttunuz. Geldiğiniz yeri unuttunuz.
Ah insanlar;
Uzay çağına yolculuk düşlerken, gelişimle evlerinize sığamadınız. Can sıkıntısı diye bir şeyin kucağına düştünüz. Unutmuşsunuz kendinizi, insan olma hallerinizi. Mızmız ve geçimsiz, mücadele ruhunuzu kaybetmişsiniz. Yaşama sebebinizi ve varlığınızın anlamını unutmuşsunuz.
Bir mikroptum, elçiydim, geçiciydim. Görünce hallerinizi misafirliğim-den utandım. Daha benden kendinizi korumayı dahi tam anlamıyla beceremediniz. Bir söz düellosu içinde halen birbirinizin başının etini yiyor ve halen zaaflarınız ve bencillikleriniz beni size unutturuyor.
Oysa yaşamak size bahşedilmedi sadece ödünç verildi. Hiç kimsenin canı diğerinden üstün değildir. Bir susun Allah aşkına, sarılın birbirinize. Doğrulun, yürüyün kendinize.
Yerini bulmamış içtenliğin, yerine getirilmemiş vaatlerin hükmü yok !
Oysa yaşamak size bahşedilmedi sadece ödünç verildi. Hiç kimsenin canı diğerinden üstün değildir. Bir susun Allah aşkına, sarılın birbirinize. Doğrulun, yürüyün kendinize.
Yerini bulmamış içtenliğin, yerine getirilmemiş vaatlerin hükmü yok !
Ey insan kardeşler;
Çare sizsiniz birbirinize. Bugün ben yarın başka bir mikrop kardeş sızacak yine aranıza.
Gelin kendinize. Gördünüz işte. Süzülünce içinize beş para etmez ne saraylarınız ne şatolarınız. Ne de kabarık banka defterleriniz. Ne de o hava attığınız villalarınız, araba markalarınız, makamlarınız, kariyerleriniz.
O güzelim şairinizin dediği gibi ‘’Dünya iki kapılı han’ gideceksiniz er geç sonunda.
Çekin kirli ellerinizi gülistan bahçesi dünyadan. Sizsiniz yakan yıkan.
Gelin kendinize. Gördünüz işte. Süzülünce içinize beş para etmez ne saraylarınız ne şatolarınız. Ne de kabarık banka defterleriniz. Ne de o hava attığınız villalarınız, araba markalarınız, makamlarınız, kariyerleriniz.
O güzelim şairinizin dediği gibi ‘’Dünya iki kapılı han’ gideceksiniz er geç sonunda.
Çekin kirli ellerinizi gülistan bahçesi dünyadan. Sizsiniz yakan yıkan.
Başkalarının dayattığı kurallara ve değerlere göre yaşıyor; yalanları, oyun bozanları sorgulamadan kabul ediyorsunuz.
Kabul ettikçe içinizde ki sızı ve yalnızlık daha da arttı. Her şeye sahip olmak için uğraştıkça hayatlarınıza sahip olundu.
Düşlerinize birer birer el koydular. Her şeyin ucuz bir metaya dönüştürüldüğü, alınıp satıldığı bir ortamda sevgiyi, dostluğu, bilgiyi, güveni, içtenliği parayla satın almaya ve mutlu olmaya çalışıyorsunuz.
Kimse yuvasında değil, herkes başkasının kapısını çalmakta, başka hayatlarla avunmakta, hazıra konmayı amaç edinmekte. Hazır söylemlerle yaşama sarılmakta, ne olduğunu bilmeden kendine sunulan yaşam tarzlarını benimsemekte.
Kabul ettikçe içinizde ki sızı ve yalnızlık daha da arttı. Her şeye sahip olmak için uğraştıkça hayatlarınıza sahip olundu.
Düşlerinize birer birer el koydular. Her şeyin ucuz bir metaya dönüştürüldüğü, alınıp satıldığı bir ortamda sevgiyi, dostluğu, bilgiyi, güveni, içtenliği parayla satın almaya ve mutlu olmaya çalışıyorsunuz.
Kimse yuvasında değil, herkes başkasının kapısını çalmakta, başka hayatlarla avunmakta, hazıra konmayı amaç edinmekte. Hazır söylemlerle yaşama sarılmakta, ne olduğunu bilmeden kendine sunulan yaşam tarzlarını benimsemekte.
Dedim ya ben sevimsiz bir misafirim. Hoşça kalın demeden önce söyleyeceğim son şeyler; İnsanlığın başına gelen kötü olayların en önemli iki sebebi açgözlülük ve kibir. Halen kısıp gözlerinizi, cüzdan aralarına sıkıştırıp vicdanlarınızı kıyacak mısınız evrene? Sade ve basit yaşam doğanız. Öğren, sorgula ve öğret anlayışına dikkat çekerek arkasında duracağınız tek şey gerçek. Yüzleşin kendinizle. Ezber bozun. Sevin ve barışın dünyayla.
Sahip olduğunuz tek şey yaşadığınız an kıymetini bilin…
Olcay Kasımoğlu
Ah Hypatia
M.S. 400’ler, yani bundan yaklaşık 1600 yıl önce bir adam, kızına şöyle sesleniyor:!
“Bütün dogmatik dinler yanlışlarla doludur ve kendine saygısı olan bir kimse tarafından son gerçek olarak kabul edilmemelidir. Düşünme hakkını hep kullanmalısın, çünkü yanlış düşünmek hiç düşünmemekten yeğdir.”
Bu adam İskenderiye Kütüphanesi’nde felsefe, matematik ve astronomi üzerine dersler veren Hypatia’nın babası, Matematikçi Theon’dan başkası değildir.
Babasının yanında ve onun bir arkadaşı gibi büyüyen ve bilimi kendisine rehber edinen Hypatia ise, sonraki yıllarda, inançlar hakkında düşüncelerini şöyle özetliyordu.
“Masallar masal diye, efsaneler efsane diye anlatılmalıdır. Boş inançları gerçek diye öğretmekten daha korkunç bir şey olamaz. Çocuk aklı bunları kabul eder ve çocuk yanlış şeylere inanır.
Bu yanlış inançlardan arınmak çok zor olur, uzun yıllar alır. İnsanlar boş inançlara bir gerçekmiş gibi inanıp uğruna dövüşürler. Hatta boş inançlar uğruna daha fazla dövüşürler çünkü boş inanç öylesine elle tutulmazdır ki çürütülmesi neredeyse olanaksızdır.”
Bu adam İskenderiye Kütüphanesi’nde felsefe, matematik ve astronomi üzerine dersler veren Hypatia’nın babası, Matematikçi
İskenderiyeli Hypatia kimdir
Bilimi ve zerafeti ile olduğu kadar güzelliği ile de ünlü olan bu filozof ve matematikçidir.
İskenderiyeli astronom ve matematikçi Theon'un kızıdır. Bilimi ve zerafeti ile olduğu kadar güzelliği ile de ünlü olan bu filozof ve matematikçi, Atina'da eğitimini tamamladıktan sonra İskenderiye'ye yerleşmiş ve orada bir okul açmıştır. Filozof İsidorus'un karısı olduğu söylenmişse de, bunda bir yanılgı olduğu sanılmaktadır; çünkü güvenilir yazarlara göre Hypatia hiç evlenmemiştir.
Bilimi ve zerafeti ile olduğu kadar güzelliği ile de ünlü olan bu filozof ve matematikçidir.
İskenderiyeli astronom ve matematikçi Theon'un kızıdır. Bilimi ve zerafeti ile olduğu kadar güzelliği ile de ünlü olan bu filozof ve matematikçi, Atina'da eğitimini tamamladıktan sonra İskenderiye'ye yerleşmiş ve orada bir okul açmıştır. Filozof İsidorus'un karısı olduğu söylenmişse de, bunda bir yanılgı olduğu sanılmaktadır; çünkü güvenilir yazarlara göre Hypatia hiç evlenmemiştir.
ÇAĞIN BİLİM KADINI
Babasından aldığı sağlam fikir yapısı ile kendisini Platon'un izinde buldu ve İskenderiye'de Platon, Aristo ve Suda gibi diğer filozoflar üzerine halka açık dersler verdi. En önemli öğrencisi Synesios'dur. Sonradan büyük filozof olan bu öğrencisi ona hayranlığını ve ilmine duyduğu takdirlerini bildiren pek çok mektup yazmıştır. Bu mektuplar felsefe tarihi kitaplarında bugüne kadar gelmiştir. Buna karşın Damaskios ve onun hocası İsodoros, Hypatia için filozof olarak büyük takdirlerini söylerken İskenderiye'deki Platon geleneğinin etkisi altında kalmayıp, kendi kararını verseydi geometride daha ileri olurdu fikrini ileri sürmüşlerdir. Sinosios ve Herakles'in yetişmelerinde öğretmenleri Hypatia'nın üstün gayreti teşekkürle anlatılmaktadır. Hypatia çeşitli bilim dallarında çalışmıştı; yaratıcı olmaktan çok bir eleştirmen ve yorumcu (commentator) idi. Astronomik tablolar, Appolonius konik kesitleri ve Diophant üzerine yorumları vardır. Hypatia'nın en parlak zamanı Arkadius'un hükümdarlık dönemine rastlar.
Babasından aldığı sağlam fikir yapısı ile kendisini Platon'un izinde buldu ve İskenderiye'de Platon, Aristo ve Suda gibi diğer filozoflar üzerine halka açık dersler verdi. En önemli öğrencisi Synesios'dur. Sonradan büyük filozof olan bu öğrencisi ona hayranlığını ve ilmine duyduğu takdirlerini bildiren pek çok mektup yazmıştır. Bu mektuplar felsefe tarihi kitaplarında bugüne kadar gelmiştir. Buna karşın Damaskios ve onun hocası İsodoros, Hypatia için filozof olarak büyük takdirlerini söylerken İskenderiye'deki Platon geleneğinin etkisi altında kalmayıp, kendi kararını verseydi geometride daha ileri olurdu fikrini ileri sürmüşlerdir. Sinosios ve Herakles'in yetişmelerinde öğretmenleri Hypatia'nın üstün gayreti teşekkürle anlatılmaktadır. Hypatia çeşitli bilim dallarında çalışmıştı; yaratıcı olmaktan çok bir eleştirmen ve yorumcu (commentator) idi. Astronomik tablolar, Appolonius konik kesitleri ve Diophant üzerine yorumları vardır. Hypatia'nın en parlak zamanı Arkadius'un hükümdarlık dönemine rastlar.
BİLİMSEL YAKLAŞIM
Hypatia'nın İskenderiye'de yeni Platonculuğu yansıtan felsefesi, yaklaşımı bakımından Atina okuluna göre daha araştırmacı ve bilimsel nitelikteydi, ayrıca Atina okulu kadar mistik eğilimler taşımıyordu. MÖ 3. yüzyıldan başlayarak altıyüz yıllık bir süre boyunca insanların İskenderiye'de başlattığı düşünsel ortamdan sonraki baskı ve korku bütün izleri yok etmiştir. Hristiyanlıktan sonra filozoflar takımı Roma hükümdarının himayesinde olmaya devam ettiler ve yeni eğitim hiçbir şekilde yığınlara mal edilmedi. Hükümdar Julyana Apostata'nın onlara verdiği koruma, ölümünden on yıl sonra da devam etti.
Hypatia'nın İskenderiye'de yeni Platonculuğu yansıtan felsefesi, yaklaşımı bakımından Atina okuluna göre daha araştırmacı ve bilimsel nitelikteydi, ayrıca Atina okulu kadar mistik eğilimler taşımıyordu. MÖ 3. yüzyıldan başlayarak altıyüz yıllık bir süre boyunca insanların İskenderiye'de başlattığı düşünsel ortamdan sonraki baskı ve korku bütün izleri yok etmiştir. Hristiyanlıktan sonra filozoflar takımı Roma hükümdarının himayesinde olmaya devam ettiler ve yeni eğitim hiçbir şekilde yığınlara mal edilmedi. Hükümdar Julyana Apostata'nın onlara verdiği koruma, ölümünden on yıl sonra da devam etti.
HRİSTİYANLAR TARAFINDAN KATLEDİLDİ
Hypatia o dönemde ilk Hristiyanlarca büyük ölçüde putperestlikle özleştirilen öğrenim ve bilimi simgeliyordu. Bu nedenle İskenderiye'de Hristiyanlar ve Hristiyan olmayanlar arasındaki gerginlik ve çatışmaların öne çıkan ismi olarak görülüyordu. Eski aydınlanmanın temsilcisi olan Hypatia, Pitolemais şehrinin putperest valisi Orestes'in himayesine sığınır, Rahip Cyrillos'un İskendiriye'ye Başpiskopos olmasından sonra gerginlikler daha artar ve onun yandaşlarının oluşturduğu bir kitle tarafından üniversitenin önünde taşlanarak linç edilir. Hypatia midye kabuklarıyla etleri parçalandıktan sonra yakılarak öldürülür.
Hypatia o dönemde ilk Hristiyanlarca büyük ölçüde putperestlikle özleştirilen öğrenim ve bilimi simgeliyordu. Bu nedenle İskenderiye'de Hristiyanlar ve Hristiyan olmayanlar arasındaki gerginlik ve çatışmaların öne çıkan ismi olarak görülüyordu. Eski aydınlanmanın temsilcisi olan Hypatia, Pitolemais şehrinin putperest valisi Orestes'in himayesine sığınır, Rahip Cyrillos'un İskendiriye'ye Başpiskopos olmasından sonra gerginlikler daha artar ve onun yandaşlarının oluşturduğu bir kitle tarafından üniversitenin önünde taşlanarak linç edilir. Hypatia midye kabuklarıyla etleri parçalandıktan sonra yakılarak öldürülür.
KÜTÜPHANE YAKILDI
Önceleri Makedonyalılar, sonra Romalı askerler, Mısırlı rahipler, Yunan aristokratları, Fenikeli denizciler, Yahudi tacirler, Hindistan ve Güney Sahra'dan gelen ziyaretçiler İskenderiye'nin parlak döneminde büyük bir uyum içinde yaşamışlardı. Büyük İskender'in kurduğu bu şehrin muhteşem bir kütüphanesi ve buna bağlı bir müzesi vardı. Bilim ve düşünce ürünleri burada çiçek açmıştı; pek çok bilim adamının yanında İskenderiyeli Theon ve kızı Hypatia da bu kütüphaneye devam edenler arasındaydı. Bu kütüphane de fanatikler tarafından yakılmıştır."
Önceleri Makedonyalılar, sonra Romalı askerler, Mısırlı rahipler, Yunan aristokratları, Fenikeli denizciler, Yahudi tacirler, Hindistan ve Güney Sahra'dan gelen ziyaretçiler İskenderiye'nin parlak döneminde büyük bir uyum içinde yaşamışlardı. Büyük İskender'in kurduğu bu şehrin muhteşem bir kütüphanesi ve buna bağlı bir müzesi vardı. Bilim ve düşünce ürünleri burada çiçek açmıştı; pek çok bilim adamının yanında İskenderiyeli Theon ve kızı Hypatia da bu kütüphaneye devam edenler arasındaydı. Bu kütüphane de fanatikler tarafından yakılmıştır."
26 Nisan 2020 Pazar
Yalınayak Sokrates / Genco Erkal
Ey sanat!
Her şeyi hayata dönüştüren
Zaman ertelemez
Öce kendini gerçekleştir.
Topluma faydalı birey ol hayat insana bağışlanmadı sadece ödünç verildi...
Ormanlar balta sesleriyle inliyor. Dünyayı nefret yok edecek.
Yaşamayı bilmiyoruz. Herkese söylemeliyiz. İnsanlar yaşamın gerçek anlamını unutmuş,yaşıyor olmanın anlamını unutmuş. Elindekinin ve kaybedeceklerinin ne olduğunu onlara hatırlatmalıyız.
Basit şeylerin değerini bilmiyoruz. Çalışmak, dostluk,aile, oynamak, doğa. Yaşama özgürlüğünü,yaşama sevincini kaybettik.
İlkeli olmak bir ''YAŞAM'' biçimidir, kirlenmişliğe karşı bir duruş sergilemektir..
Bu devir, sıradan insanın en karışık zamanı... duygusuzluğun, bilgisizliğin, tembelliğin, yeteneksizliğin, hazıra konmak isteyen bir kuşağın devri..
Olcay Kasımoğlu
Masumiyet Mevsimi
Sırnaşır gözlerime
Bahar kokulu bir ağaç
Öğretir;
Özgün olana hayran dünya
Kendiniz olun insanlar
Yaşamın kalbi narındır...
Bahar kokulu bir ağaç
Öğretir;
Özgün olana hayran dünya
Kendiniz olun insanlar
Yaşamın kalbi narındır...
Büyülü bir ilkbahar esintisi gibi perdelerin arasından ağaçlar görünüyor.
Kendi payıma düşenle camın önünde durup ilkbaharın ağaçlara yansımasının ışığında gizemli duruşunu seyrediyorum.
Bir şairin izlenimleriyle, hissettikleriyle,zihnimde ki etkisini düşünürken, günün kabuğunu dürüp günün ışığını avuçlarımın arasına alıyorum..
Gökyüzünün mavi boşluğunda binlerce yıldızın olduğunu biliyorum, göz kırpmak için geceyi bekliyorlar.
Gizemli bir toplulukla baş başa gibiyim.
Ve insanlar, insanların çoğu günün yorgunluğunda.
Dil anlaşmazlıklarının ve beden karmaşasının dışına çıkmış, evrenin koynunda bilinmezliğin endişesi ve acabalar, keşkeler sarmış...
Dil anlaşmazlıklarının ve beden karmaşasının dışına çıkmış, evrenin koynunda bilinmezliğin endişesi ve acabalar, keşkeler sarmış...
Ya kalbim, kalbim şakıyan bir kuş gibi ''Şiire gazale'' şarkısını söylüyor. Tatlı bir ilkbahar esintisiyle çıplak ruhumun içinde bindir gece masalı gibi...
Sessizliğin her seslenişi bir aşk, her aşkı bir tohum, her tohumu bir yaşam, her yaşamı bir umut gibi koylarıma taşıyor..
Yürek kabartan şeylerden uzak tutarak, bir asmanın taşlan sevgisiyle kucaklıyor.
Sessizliğin her seslenişi bir aşk, her aşkı bir tohum, her tohumu bir yaşam, her yaşamı bir umut gibi koylarıma taşıyor..
Yürek kabartan şeylerden uzak tutarak, bir asmanın taşlan sevgisiyle kucaklıyor.
Anlamsız kavgalardan, kirli siyasetten, gösterişten uzak akıldan öte giden, akıldan daha derinlere varan bütünlüklü bir sevgiyle, ilk baharın serin esintileriyle birlikte yüreğime derinlik ekleyerek, alıp yorgun başımı usulca omzuna koyuyor.
Bende var olan şey umutsuzluk değil, sadece bir parça sükunet ve huzur aradığım...
Baştan ayağa sade, avuç içi kadar temel güzellik yeter bana.
Baştan ayağa sade, avuç içi kadar temel güzellik yeter bana.
Olcay Kasımoğlu
25 Nisan 2020 Cumartesi
Ah Frida'
Ne zaman iki insan sevse, başkalaşır dünya, tutkular ten olur, düşünce tenleşir; ruhlar özgürleşir, yok olur prangalar. Dünya penceresiz, gönül tülsüzdür artık.
Koşulsuz sevgi, insana kendi olma özgürlüğü tanır. Kişiyi, kendi hayatıyla ilgili seçimlerinde özgür bırakır.
Aynı zamanda içinde umut vardır, düşlere tohumlar eker. İnsanın seçimlerine ambargo koymaz.
Aynı zamanda içinde umut vardır, düşlere tohumlar eker. İnsanın seçimlerine ambargo koymaz.
Kalmak yada gitmek için nedenin olmadığında, kalmana yada gitmene neden olan seçme Farkında-lığını, kendinin sorumluluğunu, görüş ve hissediştir, aynı zamanda koşulsuz sevgi.
Sevgi özverilidir, özden vermeyi bilir ama asla fedakar değildir. Fedakarlık katlanmayı gerektirir.
Özveri besleyicidir. Özveri gösterene de gösterilene de keyif verir. Özveride bulunmak kişinin içinden gelir. Çünkü kaynağı öz’dedir.
Sevgi özverilidir, özden vermeyi bilir ama asla fedakar değildir. Fedakarlık katlanmayı gerektirir.
Özveri besleyicidir. Özveri gösterene de gösterilene de keyif verir. Özveride bulunmak kişinin içinden gelir. Çünkü kaynağı öz’dedir.
Fedakarlık tüketicidir, fedakarlık gösterende de, yapılanda da, öfke biriktirir. Çünkü fedakarlık katlanmayı ve takdir beklentisini, fedakarlık yapılan kişi için de, hiç de hoş olmayan minnet borcunu içerir.
Katlanmak da, minnet duygusu da öfke biriktirir. Fedakarlığın kaynağı nevrotik ego’dur.
Çoğu insan tarafından öyle olduğuna inanılsa da, fedakarlık sevginin özelliklerinden biri değildir.
Katlanmak da, minnet duygusu da öfke biriktirir. Fedakarlığın kaynağı nevrotik ego’dur.
Çoğu insan tarafından öyle olduğuna inanılsa da, fedakarlık sevginin özelliklerinden biri değildir.
Anlamlı ve değer bilinci içeren sevgi anlayışında, açlık yoktur.
Şimdiye kadar okuduğum bir çok şair ve yazarın kendi öz yaşamlarında, beni en çok etkileyenlerden biride Frida Kahlo'dur. Bütün bir ömre, acıyı ve sevgiyi iç içe sığdırıp yaşayanlardan biri olmuş.
İyi bir ressam olmanın yanında, düşün dünyasını fırçasına yansıtırken, hüznün her tonunu, sevginin her boyutunu da görmek mümkün.
İyi bir ressam olmanın yanında, düşün dünyasını fırçasına yansıtırken, hüznün her tonunu, sevginin her boyutunu da görmek mümkün.
Özellikle yazdığı bu mısralar;
"Canın sıkıldığında benimle paylaşmadıgını, kırılacak veya tedirgin olacak olsam bile, düşüncelerini açıkça söylemediğini anladığım zaman vazgeçtim.
Bana yalan söylediğini anladığım zaman vazgeçtim.
Gözlerime baktığında kalbinle bakmadığını ve bana hala söylemediğin şeyler oldugunu hissettiğimde vazgeçtim.
Her sabah benimle uyanmak istemedigini anladığımda ,
Ağrılarımı dindirecek sıcak sevgiyi bana vermediğinde vazgeçtim.
Tablolarımda artık kendimi mutlu çizemediğim ve tek neden sen olduğun için vazgeçtim, bencil olduğun için vaz geçtim!!
Bunlardan sadece bir tanesi senden vazgeçmem için yeterli değildi, çünkü sevgim yüceydi.
Ama hepsini düşündüğümde senin benden çoktan vazgeçtiğini anladım.
Bu yüzden bende senden vazgeçtim…" Frida KAHLO
Bana yalan söylediğini anladığım zaman vazgeçtim.
Gözlerime baktığında kalbinle bakmadığını ve bana hala söylemediğin şeyler oldugunu hissettiğimde vazgeçtim.
Her sabah benimle uyanmak istemedigini anladığımda ,
Ağrılarımı dindirecek sıcak sevgiyi bana vermediğinde vazgeçtim.
Tablolarımda artık kendimi mutlu çizemediğim ve tek neden sen olduğun için vazgeçtim, bencil olduğun için vaz geçtim!!
Bunlardan sadece bir tanesi senden vazgeçmem için yeterli değildi, çünkü sevgim yüceydi.
Ama hepsini düşündüğümde senin benden çoktan vazgeçtiğini anladım.
Bu yüzden bende senden vazgeçtim…" Frida KAHLO
İnsanın, kendine acı veren bir çok şeye, kendinin nokta koyabileceğini, içli diliyle nasılda güzel anlatmış.
Okurken, insanın sevgiye olan inancı kadar, sevgi yolunun taşlı bayır ve çakıl taşlarıyla nasılda kendine çarpa çarpa yol aldığını ve sonunda; aklın sofrasında kendine ait yeri bulduğunu görmek de mümkün. Kaldı ki insan birini sadece o istediği için sevmez. Sevgi yaşamın en güzel armağanıdır insana ve insanın koynunun kokusunu sevdiği bir yarı olmalı bu dünyada. Yoksa yaşadım saymasın kendini!
Okurken, insanın sevgiye olan inancı kadar, sevgi yolunun taşlı bayır ve çakıl taşlarıyla nasılda kendine çarpa çarpa yol aldığını ve sonunda; aklın sofrasında kendine ait yeri bulduğunu görmek de mümkün. Kaldı ki insan birini sadece o istediği için sevmez. Sevgi yaşamın en güzel armağanıdır insana ve insanın koynunun kokusunu sevdiği bir yarı olmalı bu dünyada. Yoksa yaşadım saymasın kendini!
Bu dünyadan güzel bir insan geçmiş, her şeyiyle insan, teşekkürler Frida.
23 Nisan 2020 Perşembe
23 Nisan Çocuk Bayramı
Her kuşak kendisinden sonraki kuşaklara daha iyi bir ülke bırakmak sorumluluğundadır.
Bu anlayış ülkemize ve yarının büyükleri olan çocuklarımıza karşı temel sorumluluğumuzdur.
Bu anlayış ülkemize ve yarının büyükleri olan çocuklarımıza karşı temel sorumluluğumuzdur.
Ulu Önder Mustafa Kemal Atatürk'ün Armağanı,
23 Nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı Kutlu Olsun.
23 Nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı Kutlu Olsun.
23 NİSAN HİKAYESİNİ ANLAYARAK KUTLAMA
''Aşağıdaki hikayeyi okumadan sadece sıradan bir günmüş gibi kutlamaya çalışır bir süre sonra unutur hatta vazgeçmeye bile hazır hale gelebilirsiniz.
Ülkemin her anı, her günü çok önemli değerler barındırıyor.
Ülkemin her anı, her günü çok önemli değerler barındırıyor.
Kurtuluş Savaşında sayısız şehit çocuğu öksüz ve yetim kalmıştı. Bu kutsal emanetlere sahip çıkabilmek için, bizzat Mustafa Kemal’in himayesinde 1921’de Ankara Himaye-i Etfal Cemiyeti kuruldu.
23 Nisan henüz “hakimiyeti milliye” bayramıydı. Çocuk bayramı değildi.
23 Nisan 1923’te TBMM’de yapılan Hakimiyeti Milliye Bayramı töreninde, Mustafa Kemal’in isteğiyle, Himaye-i Etfal Cemiyeti Başkanı’na protokolde yer verildi.
Bir sene sonra, 23 Nisan 1924 törenlerinde Himaye-i Etfal Cemiyeti’ni Mustafa Kemal’in eşi Latife hanım temsil etti.
23 Nisanlar cemiyetin tanıtımı için fırsat olarak değerlendiriliyordu.
Mesela… Gelir elde etmek için rozet satılıyordu, 23 Nisan törenlerine katılan herkes bu rozetleri takıyordu. gazeteler teşvik edici yayınlar yapıyordu, her rozet, bir şehit çocuğuna destek manasına geliyordu.
Mesela… Gelir elde etmek için rozet satılıyordu, 23 Nisan törenlerine katılan herkes bu rozetleri takıyordu. gazeteler teşvik edici yayınlar yapıyordu, her rozet, bir şehit çocuğuna destek manasına geliyordu.
23 Nisanlar, Himaye-i Etfal’le özdeşleşmişti. 23 Nisan denilince şehit çocukları, şehit çocukları denilince 23 Nisan akla geliyordu.
Milliyet gazetesi 23 Nisan 1926’da “Çocuk Bayramı” manşeti attı. Alt başlığında 'Bugün istiklal günü, vatanın kimsesiz çocuklarına yardım edelim' deniliyordu.
Bağış patlaması oldu. Cemiyet, yardım kutuları koydu, para atmak için kuyruk oluştu. Ankara’nın lokantacı, kahveci, otomobilci esnafı 23 Nisan hasılatlarını Himaye-i Etfal’e verdi.
Bağış patlaması oldu. Cemiyet, yardım kutuları koydu, para atmak için kuyruk oluştu. Ankara’nın lokantacı, kahveci, otomobilci esnafı 23 Nisan hasılatlarını Himaye-i Etfal’e verdi.
23 Nisan 1927… Himaye-i Etfal Cemiyeti’nin yayınladığı bildiri gazetelerin manşetlerindeydi:
“Büyük Gazimiz, çocuklarımızın 23 Nisan bayramını daha sevinçli geçirmelerine vesile olacak büyük bir jestte bulunmuşlardır.
Mustafa Kemal Paşa, otomobillerinden birini, törenlerde çocuklara tahsis etmiş, Cumhurbaşkanlığı bandosunun çocuk bayramı için görev yapmasını sağlamıştır. Çocuklarımız ne kadar övünse ve sevinse yeridir.”
“Büyük Gazimiz, çocuklarımızın 23 Nisan bayramını daha sevinçli geçirmelerine vesile olacak büyük bir jestte bulunmuşlardır.
Mustafa Kemal Paşa, otomobillerinden birini, törenlerde çocuklara tahsis etmiş, Cumhurbaşkanlığı bandosunun çocuk bayramı için görev yapmasını sağlamıştır. Çocuklarımız ne kadar övünse ve sevinse yeridir.”
Himaye-i Etfal aynı zamanda şu çağrıyı yapıyordu: “Yaşınızı, memuriyetinizi, işinizi bir tarafa bırakarak, bugün çocuklarınızı şevk ve muhabbetle eğlendiriniz, çocuk şenliklerine katılınız. Bu saadetli günü yavrunuzu bağrınıza basarak bahtiyarlıkla geçirirken, sizin müşfik yardımlarınızı bekleyen, memleketin anasız, babasız yavrularını unutmayınız.”
Mustafa Kemal o sene Himaye-i Eftal balosuna katıldı. Ankara Evkaf Oteli’ndeki baloda, 10 bin lira yardım toplandı.
23 Nisan 1928, artık tamamen “Hakimiyeti Milliye ve Çocuk Bayramı” adıyla kutlanıyordu.
23 Nisan 1929, sadece bir günlük bayramla bırakılmadı, Mustafa Kemal’in talimatıyla yedi güne çıkarıldı, “çocuk haftası” ilan edildi. Etkinlikler çığ gibi büyümüş, tüm yurda yayılmıştı. Himaye-i Etfal’in bu organizasyonu tek başına yapabilmesi artık mümkün değildi. Balolar, konferanslar, anne eğitimleri, müsamereler, yarışmalar, şenlikler içeren kapsamlı kutlamaların organizasyonu, dönemin en büyük sivil toplum kuruluşu Türk Ocakları’na verildi.
(Çocuk Haftasının ilk sürprizi şuydu… Türk Ocaklarının yönetimi 23 Nisan’da çocuklara bırakılacaktı. Bugünkü koltuk geleneği böyle icat edildi.)
Himaye-i Etfal, sadece üç kuruşluk rozet satarak başladığı macerada… Yedi sene gibi çok kısa sürede 300 binden fazla şehit çocuğuna ulaşmayı başarmıştı. 1929 itibariyle, 300 binden fazla yetime düzenli olarak kitap, elbise, çamaşır, oyuncak, süt, yemek ve şeker dağıtır hale gelmişti.
Himaye-i Etfal sayesinde herkes gücü ölçüsünde amca, teyze, dayı, hala olmuş, şehit çocuklarının elinden tutmuştu. Mustafa Kemal vizyonuyla “dünyanın en büyük ailesi” kurulmuştu.
23 Nisan Çocuk Bayramının varlık sebebi şehit çocuklarıdır.
23 Nisan, kendi çocuğumuzu şefkatle bağrımıza basarken, şehit çocuklarını unutmayalım günüdür.
23 Nisan, bizim çocuklarımızın saçının teline zarar gelmesin diye, kendi canını hiçe sayan kahramanları unutmayalım günüdür.
23 Nisan, bizim çocuklarımızın saçının teline zarar gelmesin diye, kendi canını hiçe sayan kahramanları unutmayalım günüdür.
23 Nisan, bu milletin şehitlerine ve çocuklarına borcudur.
Şehit çocuklarını himaye etmek için kurulan Himaye-i Etfal Cemiyeti, 1935’te Çocuk Esirgeme Kurumu’na dönüştü.
Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramınızı saygı ve minnetle kutluyorum.''
Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramınızı saygı ve minnetle kutluyorum.''
Yaşar Artar
UNESCO'nun Atatürk tanımı;
"Atatürk, uluslar arası anlayış, iş birliği, barış yolunda çaba göstermiş üstün kişi, olağanüstü devrimler gerçekleştirmiş bir devrimci, sömürgecilik ve yayılmacılığa karşı savaşan ilk önder, insan haklarına saygılı, dünya barışının öncüsü, yaşamı boyunca insanlar arasında renk, dil, din, ırk ayrımı gözetmeyen, eşi olmayan devlet adamı, Türkiye Cumhuriyeti'nin kurucusudur."
Ruhu çocuk kalanlarında kutlu olsun☺
Olcay Kasımoğlu
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)