Translate

16 Şubat 2020 Pazar

Kıymayın Çocuklara

Çocukluğu uçurtmaların tellerine takılmış bir çocuk 😞 anne...

Hastane nöbetleri her zaman sürprizlere gebedir. Ne geleceği, ne ile karşılaşacağını bilemezsin.
Doğum sancılarıyla gelen kadınlarla dolar taşar doğumhane koridorları. Yine bir gece nöbetinde, sedyenin tam tum sesleri ile nöbetçi odasından dışarı çıktım. Personelimiz, ebe hanim doğum var dedi. Tamam, doğum odasına alin geliyorum.
Eldivenleri elime geçirip muayene masasına döndüğümde, karşımda duran gebe kadının bir çocuk olduğunu görünce başım döndü. Kaç yaşındasın deyince cevap vermedi, gözlerini yere indirdi. Hemen yani başında iki büklüm duran kadına yaşını sordum. Ne söylesem, sadece başını sallıyor. Söylesene kaç yaşında? Dudaklarının arasından zorla çıkan tek bir rakam, "on dört" dedi. Ne kadar başlık parasına satıldı dedim. Personel hemen yanıma geldi. Aman ebe hanim ne yapıyorsunuz? Burada bunlar normal karşılanır, başınıza belamı arıyorsunuz? Ne demek dedim ya bu çocuk, görmüyor musun daha çocuk. Daha ne olsun. Nasıl kıyarlar bu çocuğa. Gözlerim yerinden fırlamış gibi, etrafda ne varsa elimin altında ateşe dönüyordu.

Kayıt tutarken adının Güldünya olduğunu öğrendim. Doğum başlamıştı. Yardıma ebe arkadaşımı çağırdım. Gebemiz ürkek bir serçe gibi, insan bakmaya kıyamıyorum. Hani yel olsam alsam götürsem çocukların satılmadığı, tecavüze uğramadığı, şiddet görmediği, çocuk gelinlerin olmadığı, çocukların çocukluğunu yaşadığı, eğitim hakkını aldığı başka bir diyara. Lakin gerçek elimde kanlı, canlı duruyordu. Bir çocuğun içinde, başka bir çocuk dünyaya gelmek için çırpınıyordu. O an tek düşündüğüm Güldünya’ya nasıl yardim edeceğimdi. Bedeni narin, sesi varla yok arası. Sancılar sıklaştıkça bırak beni kendi halime der gibi engel olmaya çalışıyordu. Saatler geçiyor, sancılar sıklaştıkça inleme seslerine ağlama sesleri karışıyordu. Bir ara kapı aralığından gözüm annesine ilişti. Bir anne neden kızının satılmasına sessiz kalırdı? Kafamda tehlikeli sorular geçiyordu. Ya babası, babası nasıl kıyardı bu kınalı yavrucağa. Öylesine güzel bir isim vermişlerdi ki, ismine yaraşır yaşamalıydı! Lakin doğum masasında bir çocuk, doğum sancısı çekiyordu. Bütün duygularım istila edilmiş gibi annesine doğru yürüdüm. Kocası kaç yaşında dedim. Ebe hanim bilmem ki yaşını, geldi istediler kocam da olur dedi. Ya sen, sen ne dedin? Bana kimse sormaz ki fikrimi! Bizim buralar sizin oralara benzemez. Bizim oralar dediğin neresi ki? Ayni gökyüzünün altında yaşıyoruz işte..
Durdum, bir an yüzüne baktım, ne kadar çaresizdi. Babası hangisi diye sordum. Koridorun sonunda duran şu tıknaz adam benim kocam olur, dedi. Koridorda yürürken ayaklarımın çıkardığı ses bile isyan ediyordu, Yürüdüm gittim, karşısına dikildim.

Güldünya’nın babası sen misin diye sordum? Evet benim ebe ğanim dedi. Sen nasıl bir babasın, daha küçücük bir çocuk o, hiç mi vicdanın yok senin? Arkamdan biri formamı çekiştirip duruyor. Döndüm bizim personel Sülo. Ne var, dedim. Kurban olam ebe hanim etme, uğraşma bu adamlarla.
Daha sözü bitmeden doğumhaneden gelen feryatlarla soluğu doğum masasının başında aldım. Arkadaşım pür telaş, yüzüme endişeli bakıyordu. Eldivenleri elime geçirip tekrar doğumun seyrini takip etmeye başladım. Uzun sürdü bebeğin dünyaya gelişi. Belli ki oda istemiyordu gelmeyi. Artık ıkınmaktan gücü azalan çocuk annemiz iyice yorulmuştu. Hadi dedim son bir gayret, bebeğin başı görüldü. Devam et, bana güven, bebeğini kucağına vereceğim. O an bile bunu söylerken içim burkuluyordu. Çocuğu çocuğa emanet etmek gibi bir şeydi bu.

Sona geldiğimizde kendinden geçti. Elime süzülerek gelen bebeği parmaklarımın arasından geçirip avucuma aldığımda her şey o an için anlamını yitirmişti. Küçücük bir beden ve daha gözlerini açmamış yeni bir dünya. Çocuk annenin yüzüne baktım. Her şey yolunda diye göz kırptım. İlk kez gözlerimin içine baktı. O gözlerde her şey vardı. Umut, korku, endişe ne ararsan. Bebeğin göbeğini kesip, direk karnın üzerine bıraktım. Çok severdim, yeni doğan bebekleri annenin karnının üzerine koyup saniyelik de olsa buluşturmak. Anneyi ve bebeği arkadaşıma teslim edip, kalan işleri tamamlamak için odadan çıktım.

Anne ve babasını odama çağırdım. Onları ürkütmüş olacağım ki dut yemiş bülbülden farksızdılar. Ne yargılamaya nede ahkam kesilmeye niyetim yoktu. Benim tek derdim çocuk yaşta nasıl evlendirilirler kızlarını? Adliyede, çocuk olduğu için şahitliği kabul görmeyen, doktor muayenesinde çocuk polikliniğinde muayenesi kabul görülen ve daha bir çok şey..
Bunda sadece anne ve babanın mı suçu mu vardı? Gelin edilirken kamu-kurum ve kuruluşlarında görev yapan hakimin, savcının hiç mi suçu yoktu. Bu eril düzeni besleyen toplumsal ahlaki normlar hiç mi suçlu değildi? Ne olursa olsun hiçbir şey bu olayı haklı gösteremezdi. Kimin ne kadar suçlu yada masum olduğu değil, bu koşulların devamı neyle, nasıl besleniyordu? Yoksa daha okul çağında, okulunda olması gereken Güldünya neden okulda değil de, doğum masasındaydı? Önce bunların cevabi verilmeliydi.

Bütün bu sorular kafamı istila ederken yüzümü babasına çevirdim. Söyle şimdi hastane kayıtlarına nasıl geçireceğim bu olayı? Personele doğum parasını ödeyecek gücümüz yok demişsiniz? Birde üstüne üstlük olarak amcasının kızının yeşil kartıyla giriş yapmışsınız. Neresinden tutsam elimde kalıyor. Sizi ve kocasını yetkili mercilere şikayet edeceğim. Yapma ebe ğanim, seni yaşatmazlar buralarda. Sen şimdi git savcılığa, ne çocukların güvende olur ne canın. Oh ne güzel birde gözümü korkutuyorsunuz öyle mi? Bak sende çok gençsin ebe ğanim, bizi bırak yolumuza gidelim. Bu düzen buralarda baş keser. Senle bitmez. Benle de bitmez. Ben kızımı satmadım senin deyiminle. Bu bizim düzenimiz, bağ bana ebe ğanim senin adaletin buralarda işlemez. Yap işini yeter. Ne diyorsun sen? Bu haksızlığa sesini çıkarma diyorsun öyle mi? He valla öyle. Dışarıda benim kaşımı oynatmamla kurşunu alnın ortasına indirecek insanlar var. O yüzden bizimle uğraşma. Buranın polisi de, jandarması da, hakimi, savcısı da bunu biliyor. Dinledikçe içimin sesi susmuyordu.
On dört yaşında bir çocuğun yasal olarak devletin koruması altında olduğunu anlatmamın hiçbir faydası yoktu. Haklıydı, düğün dernek kurulurken bu ülkenin savcısı, hakimi neredeydi? İmam nikahını kıyan imam efendi bunun daha çocuk olduğunu bilmiyor muydu? Gebeyi muayene eden doktor, bu hamileliğn insan gelişim aşamalarına uygun olmadığını bilmiyor muydu? Savcılığa suç duyurusunda bulunması gerekenlerin susması bu bataklığı beslemiyor muydu? Baktım babanın yüzüne, kanıksanmış cehaletin hangi damarını kesecektim. Halk deyimiyle alanda, verende memnun gözüküyordu.
Çocuk gelinler düşüncesi bile midemi bulandırmaya yeterken, söylediğim her söz kurşun olup alnıma dayanıyordu. Anneye döndüm, sen diyorsun bu hususta; benim söz hakkım yoktur ebe ğanım, bende on üçünde evlendirildim. Kocamın yüzünü görmemiştim bile. Üzülüyorum emme elimden bir şey gelmez. Yüzüne baktım, omuzlarına çöken hayata baktım.

Kapı vuruldu, gelen Süloydu. Ebe hanim başhekimim sizi görmek istiyor bi hele seğirdin bağın neymiş diyecem emme niçin çağrıldığın belli. Koridorda gebenin kocasının üzerine yürümüşsün. Şikayetçi olmuşlar. Vaay birde şikayet öyle mi! Ben şimdi gidiyorum, sanmayın bu burada bitecek. Odamdan çıktığımda bağını koparan kim varsa üzerime kükrüyordu. İşte bizim gelinin kocasını, babasını savcılığa verecek olan ebe vs. Başhekimin odasına vardığımda içerisi kaynıyordu. Ebe hanim, sorun ne ? Durumu kısaca izah ettim. İçeride tanımadığım insanların içinde sorguya tutulmak duygusu kendimi iyi hissettirmedi. Ebe hanim, misafirlerimiz ilçenin ileri gelenlerinden. Doğumhanede sorun yaşanmış, ne olduğunu merak edip gelmişler. Şaşırmıştım. Bu ne şimdi? Hiçbir şey söylemeden müsaade istedim. Doğumhane katına yürürken bir anda etrafım kuşatılmıştı. Babaya kızgınlığım bunların yanında masum kalırdı. Bu yaşananlar, olayın perde arkasının daha ciddi boyutlarda olduğunun bir göstergesiydi.

Dönüşte baş-hemşireyle karşılaştım, ne oluyor, bu ne telaş? Haberin vardır belki, doğumhaneye çocuk yaşta bir gebe getirildi. Çok üzüldüm. Suç duyurusunda bulunacağımı söyledim, maşallah bütün ilçe ileri gelenleriymiş, her ne oluyorsa bu denilen, başhekimin odasına hücum etmişler. Oradan geliyorum. Canım arkadaşım, sen hakikaten başına bela saracaksın. Daha önce de karısına şiddet uygulayan kocayı şikayet etmiştin. Başına gelmedik kalmadı. Bu gidişle canına, malına bir haller gelecek. Hele birde buralı değilsin, vallahi seni harcarlar. Yapma, bari bunu sen söyleme. Ne yapalım, susalım mi? Bizim görevimiz sadece sağlık hizmeti vermek mi? Yapamam, başımı yastığa koyduğumda, gözlerimin önünden gitmiyorlar. Kızıma sarıldığımda, ayni şeyin onun başına gelebileceğini düşündüğümde canım acıyor. Tamam haklısın, hepimiz biliyoruz bunu ama bu düzenin dişlileri hepimizi ezer. Ben aynı düşüncede değilim. Hepimiz görevimizi yaptığımızda bu düzen diye bir şey kalmaz. İşte olayın bu halkasın da herkes yanılıyor. Bütün suçu sadece devleti yönetenlere, yada yasa yapıcılara atmakla aklanılmıyor. Asil soru, biz bu olayın neresindeyiz?

Hadi bana eyvallah,doğumhaneye gidiyorum. İçeri girdiğimde herkes koşturuyordu. Bağıran, feryat, figan. İçeride bir telaş, ne oldu dedim? Ebe hanim sizin doğum yaptırdığınız gebe var ya, kanaması başladı. İçeri girdiğimde ebe arkadaşımın yüzü kireç gibiydi. Ne oldu? Kanama başladı durduramıyorum. Örtüyü kaldırıp baktığımda başımdan kaynar sular döküldü. Atoni’ ye girmişti Güldünya’miz. Ameliyathaneye haber verildi, kanamayı durdurmak mümkün görünmüyordu. Apar, topar ameliyata alindi. Dışarıda bekleyen anası ağıtlar yakıyordu. Dışarı çıktığımda ellerime yapıştı. Kurban olurum kızımı kurtarın. Gözyaşları sahiciydi lakin cehalet de çok sahiciydi. Hiçbir şey söylemeden yanından geçtim. İçimden hiçbir şey söylemek gelmedi. Odama geçip bakıcımı aradım, kızım nasıl, sesini duymak istiyorum dedim. Telefonu kapatınca ağladım. Bütün Güldünya’lar için ağladım.

Gidişatı sonuna kadar takip etmiştim. On dört yaşında bir kız çocuğuna, doğum sonrası gelişen kanaması durdurulamadığı için histerektomi yapılmıştı. Bir daha anne olamayacaktı. Doğurduğu çocuk kızdı. Muhtemelen erkek çocuğu da isteyecekti sevgili kocası. Düşünmek istemiyordum sonrasını, düşündükçe mideme bıçaklar saplanıyordu. Bu ne ilkti ne son olacaktı. Üzerinden çok zaman geçmeden bir sabah arabamın bütün camları kırıldı. Bir yıl sonra tayinim çıktı, oradan ayrıldım. Büyük bir şehirde görevime hemşire olarak devam ederken, aslında insan cehaletinin her yerde farklı şekillerde cereyan ettiğini de gördüm. Şekiller farklı, öz ayni. Değişen bir şey yoktu. Memleketler, doğduğun yer, yaşadığın yer insani daha insan yapmıyor. Bu çok farklı bir şey. İnsan olmanın coğrafyası yok. Yaşadım, gördüm.

Olcay Kasımoğlu

Hiç yorum yok: