Translate

28 Ekim 2018 Pazar

YOLUNA YOL OLMAYA GELDİM...



Yüreğime eğilsen ve desen ki ben sende seni bulmaya geldim.
Sana geldim onca dertleri,sensiz yaşanan bütün kederleri arkamda bıraktım da geldim.
Ardıma bakarsam namerdim ben yoluna toprak olmaya geldim.
Gönülden yüreğimi yoluna sermeye geldim.
Ben geldim bendeki beni sana katmaya geldim.
Bu gönül gözyaşımı sana ışık yapmaya geldi.
Aç kollarını engelleri muradsız bırakmaya geldim.
Geldim volkan gibi.
Yanardağlar neki ben senin bastığın yere kul olmaya geldim.
Arkamda ne varsa hepsini attımda geldim.
Ömrümü ömrüne katmaya geldim.
Çınarım ben senin yolunda yol olmaya geldim.
Gözlerindeki ışığa nur olmaya geldim.
Yüreğindeki bahara çiçek açmaya geldim.
Dallarım kırılmıştı gülüm senin dalınla budak salmaya geldim.
Dünya kedermiş olsun ben sende umut olmaya geldim.
Gel ahu güzeli gel yüreğim sende çiçeklere durmuş dünya zindan olsa ne çıkar.
Benim mumum sende aydınlığa durmuş.
Sen benim ellerim sen gözlerim sen harelerimsin yoluna yol olmaya geldim.
Gülüşlerin düşsün yüzüme.
Deryada sana ümman olmaya geldim.
Gece karanlığından korkma bütün yıldızları yorgan yapıp üstüne örtmeye geldim.
Gül yüzüne güneşi sürmeye geldim.
Ne mutlu bana sende açan gonca gül olmaya geldim.


Olcay Kasımoğlu.
İçimde mekan tutan sevdiğim...


Kitap olsam diyorum hani her sayfayı çevirdiğin gibi
benimde içimi çevirsen kendi yüreğine
Uykusuz gecelerimde uyku olup sürsen kendini gözlerime
Ben düşsem senin ateşine
Kalbimi okşayan elini versen elime
Farzet olmuşum bir kapı
Birde o kapıyı iyilere açsam kötülere kapasam
Pencereme perdeler takmasam
Kuşların kanadı gibi olsa

 ve tüm özgürlükleri toplayıp soksam penceremden odama
şehirde gelip uykusuna bende dalsa ve tüm sokaklar ışıldasa
olsam perdesiz ve iki kanadı açık bir pencere ve şehri soksam odama
Gökyüzündeki yıldızlar Ayla dansa dursa
Söze dursam haklıya,doğruya çıksa
Söze kelam olsam, sevdayı da işlesem nakişa
Ve söz olsam dünyanın yüreğine düşsem
Başka türlü yaşanmış olmaz mı dünya
Sende beni başka türlü almaz mısın koynuna...


Olcay Kasımoğlu

Ben yandım...

Herkesin her şeyi kolayca konuştuğu, arkasını döner dönmez unuttuğu zamanlardayız.
'Yıllar yılı sevmediğimiz bir işe gidip gelirken; istemediğimiz okullarda okuyup, “evlen”, “askere git”, “çocuk doğur”, “kenara para at”, “büyüklerini ara” gibi her türlü toplumsal zorunluluğa boyun eğerken bazılarımız bir kaçış hayalini kuramayacak kadar şanssız, belki de yorgun olduğumuz yerde sayıp dururken;
Bu hayali kurabilenler, kaçmak isteyenler için ise hayat daha zor. Bitmeyen bir arada kalmışlık hali. Halbuki insan olmanın en saf haline dönmeyi istemek kadar doğalı var mı ?

Hüznüme gelip yapışan,kurumuş dallarında düşen yapraklar gibi ömrüm. Çıplak dalda üşüyen serçeler gibi yüreğim.sahi ben bu yalnızlığa ne zamandan beri sahibim? 

Kır böcekleri gibi saklanır derimin altındaki sevinçlerim.Yazdan kalmış bir demetin kuruyan ama içine sinmiş kokuları gibiyim.hani tohum açmak için bekler ya yazı bende açmak için başka bir beni beklerim.Sahi ben ne zamandan beri bu kadar yalnızım.Sonbahar gelişini haber verir kuşuyla, rüzgarıyla,ağaca durmuş yaprağiyla....ya insana duran yalnızlık nasıl haber verir,nasil oynar oyununu, nasıl haberdar eder ? İnsanin yalnızlığı dünyaya düşüşüyle başlar,başlar mı ? 

başlıyor işte, insan yalnızlığı hayalete benzer.İsyana dönüştürür sevgisizliği.Yaşam ceylan ürkekliğiyle gelir.Tenlere vurması rüzgarın ayazına benzemez.
Bir tokadın yüze inmesi gibidir alır,biçer gider.Düşlere papatyaların kokularında dalan ben bu yalnızlığa ne zaman yenildim.Yağmura hapis edilmiş serinliklerim var.
Fidanların kollarında bir umut çağırır acıyı gölgeye...işte onlar benim yalnızlığımın insanla barışık fidanları.Sahi ben ne zaman şahitlik edeceğim geldiği zamanı bilmeyen hüzün yanıma. Bir muhabbet kuşunun özleminde kurumuş çiçek kokuları gibi karışacağim hayata...

Olcay
Bu yangına ne yazılır ki?


Kolyeni bende unutmuşsun, akşam gel al.
Yangında düşürdüm sanıyordum. 
Yangın sayılır...

SEVGİ HER ŞEYİ KAPSIYOR..


Bütün yaşamlar değerli, bütün yaşayanların önemli olduğu gibi.
Kalplere inmeyen her şey zamanla unutulur, unutulmayanlar eylemlerdir.
Hoş gelmişler, hoş gelişler ola !
Sevgili ablamın ve değerli arkadaşlarının buluşmalarına tanıklık ettim. Yıllar öncesinin... Yıl 1978-1979' mezunları. Harikaydılar. Çok mutlu oldum. Ortamlarında bulunma onurunu bana da verdikleri için özellikle teşekkür ediyorum.
Bende, vefalı dostların içtenliğini hissettim. Birbiriyle konuşurken ağızlardan dökülen kelimelerin neşesini, geçen yılların ve bir sürü şeyin tanıklığında günün ve gecenin yakınında içime değen çok şeyin hem hüznünü hem sevincini yaşadım. Özellikle bu çağın en çok yoksunluğunun hissedildiği ''DOSTLUK'' kelimesi geldi aklıma.
Bir şeyler yazmak istedim;
''Fani dünyanın baki padişahı değiliz. Biz parçalanmış gönül hırkalarını yamar dikeriz. Biz dostlarla ağlar dostlarla güleriz.''
Dostluk değerdendir 
Koşullar ve imkanlar her zaman yer değiştirir, değiştirebilir.
Vefalı dostlar hayatta en çok ihtiyacımız olduğu anlarda en güzel gülüşleri,en samimi bakışlarıyla ışık tutarlar yolumuza.
Zaten dostluğun iyi yada kötü günü olması şartı yoktur, olmamalı.
Ne zaman, neye ihtiyacın varsa o yanındadır.
Bunun yanında, dostluklar vardır gönülden gönüle, güneşle gölgenin dostluğu gibi, nasıl gölge güneşsiz yerini bilmez, onsuz düşmez hiç bir yere samimi ve içten insanların dostluğu da öyledir.
Birde uzak görünen dostluklar vardır hiç görmesen de hayatının içinde olmasalar da, histen köprüler kurarsın, mesafelerin anlamı kalmaz, yüreğin konuşur gözlerin görmese de dostluğunun mesafesi yoktur.
Bazı dostlar da denizlerin yosun tutan taşlarıyla, dağların üzerine düşen karlar gibidirler. Dostluklarını gündüz kuşlarla, gece yıldızlarla iletirler birbirlerine.
Yine dile gelmeyen dostluklar vardır; Dokunmanın sessizliğine bırakılmış, sadece yüreğin hissettiğine yazılmış, her şeyden konuşur sessizce.
Birde kopmak istesen de kopamadığın dostluklar vardır. Gecenin sabaha mecburiyeti gibi, birbirine benzemeyen ama terk saati değişmeyen dostluklar.
Ayak uyduramazlar birbirlerine ama günün devranında, dönüşü birlikte tamamlayan...
Sonra, mevsimlere benzeyen dostluklar vardır, günü gelince bir bahçede açan gülün, kış gelince cemalini saklaması gibi..
Yada kocaman ellerin kopardığı güllerin bahçeden ayrılması gibi, vakitsiz gelen dostluklar vardır.
Elimize bırakılan, emeksiz sahip olduğumuz ama en küçük fırtınada sahip çıkamadığımız, geldiği gibi vakitsiz biten dostluklar vardır.
Dedik ya ''dostluk değerdendir'. O zaman yaşamımıza mana katanları, her şeye rağmen gitmeyenlerin sadakatini ve sarılıp bırakmayanların sıcaklığını, içtenliğini, samimiyetinin ve vefasını hiç unutmayalım (!)
''Söyle dostum değil misin
Benim yüreğim senin olduğun yer
Neredeysen oraya yüreğimi sermek isterim''
Teşekkür ederim güzel insanlar, sevginin diliyle bize günü anlamlı kılan dostlar.
Kutlu Olsun Cumhuriyet Bayramımız.

Herkesin her şeyi kolayca konuştuğu, arkasını döner dönmez unuttuğu zamanlardayız.
Herkes kendi sanıklığıyla kör, tanıklığıyla yargıç.
Anlayabilene, sorgulayabilene, doğrudan yana yaşamını düzenleyebilene, tercihini demokrasi, adalet hak-hukuk ve özgürlükten yana kullanabilenlere ne güzel seslenmiş ;
''Özgürlüğün de, eşitliğin de adaletin de dayanağı, ulusal egemenliktir''.
Mustafa Kemal Atatürk
Tarih bilincimizin her gün biraz daha önemsizleştiği, toplumsal değerlerin yozlaştırıldığı, bana değmeyen yılan bin yaşasın anlayışının bencilce toplumlara lanse edildiği, insanların kafalarını kuma gömdüğü, komşusundan haberdar olmayan, selamsız, sabahsız bir toplum olma yolunda bütün hızımızla yürürken, kapitalist ülkelerin çıkarlarına el pençe kullar olduk.
Unuttuk bu günlere nasıl geldiğimizi, balık hafızalı, bencil, tutarsız insanlar olmaya başladık, ahde vefayı çok çabuk unuttuk.
''Egemenlik Kayıtsız şartsız Milletindir'' diyen anlayış, yeni dünya düzeninde kendine yer bulamıyor.
Kapitalist insan egosu buzdan dağ gibi; önüne gelen her şeyi, hiç düşünmeden ezip geçiyor.
Her kuşak kendisinden sonraki kuşaklara daha iyi bir ülke bırakmak sorumluluğundadır.
Bu ülkemize ve yarının büyükleri olan çocuklarımıza karşı temel sorumluluğumuzdur.
Bir ülkenin yönetim biçimi; milleti ya özgür, bağımsız, şanlı, yüksek bir topluluk halinde yaşatır ya da esaret ve sefalete terk eder.
Bunun için, toplum yaşayışımızın gereksinimlerine uygun düşmesi ve çağımızın getirdiği ve gerektirdiği gerçeklere uygun düşmesi gerekir.
Sınıfsız, sömürüsüz bir dünya düzeninde bütün insanların, düşünceyi adam yerine koyduğu ''İnsan düşünceyle değerlenir'' anlayışla insanca yaşanır, buna yürekten inanırım...
Düşünceyi, adam yerine koyalım; düşünmeden öğrenmek faydasız, öğrenmeden düşünmek tehlikeli olur...
İnsanları sınırlara bölmeden, bunun farkındalığına vararak, sahip olduğumuz değerlere, ilkelere sahip çıkmak, insan olma sorumluluğumuzdur.
Egemenlik; bir ulusun onurudur, dik duruşudur, insanca yaşamından ödün vermemektir, sömürüye kapalıdır.
Ulusal egemenliğin karşısında saltanatlar, haramiler, tahtlar yok olur gider.
Yaşasın Kayıtsız Şartsız Milletin Egemenliği..
Vicdanı Hür insanlara selam olsun..
29 Ekim Cumhuriyet Bayramını sevgiyle, saygıyla, vefayla kutluyorum.
Olcay Kasımoğlu
Bağnazlık cahilliğe dayanır.


Cehalet; yaşamın her alanın da toplumu pençesine aldı.
Burada ‘’bilgisizlik" anlamında bir cehaletten değil, öğrenilen cehaletten bahsediyoruz.
İnsanlar bir şeyi anlamadıkları anda onu yanlış anlamaya, farklı yorumlamaya başlarlar. Buda cehaletin yer değiştirmesinden ve haksızlığa davetiye çıkarmasından başka bir şey değildir.
İnsanlar, cahil olmayı ve cahilce davranmayı sonradan "eğitim alarak öğreniyorlar" desek kabartı olmaz.
Eğitim sistemimiz, ezberciliğe, hazırcılığa, araştırmanın ve düşünmenin ne kadar önemli olduğu düşüncesi üzerinden değil kolaycılık ve kısa yoldan kazanımlara zemin hazırladığından "resmi eğitim düzenimiz bu" cehalet eğitiminin" ayrılmaz bir parçası haline gelmekte ve koyunlar sürüsü yaratılmakta.
Kulun kula kulluğu da bura da başlamakta.
Cehalet; aydınlanmanın ışığını yok sayıp, toplumun birey olamamış kişilerini arkasına alıp bireye yürü kulum seni kim tutar anlayışıyla kişinin kendine olan güvenini yapay olarak artırır. Sorgulama nedeni olmayan, itaate dayanan, öz güvenden eksik kulluğun birey de yarattığı cahil cesaretiyle istediğin her şeyi yaptırabilirsin. İtaat ettiren için bilgi değil, kıymetli olan sorgusuz, sualsiz kulluktur.
Düşünsenize böyle adamların nasıl gözü kara olabileceklerini. Sorgusuz, sualsiz ipe götürürler. Menfaatçi Sistem böyle insanların cehaletini hep desteklemiştir. Koyun sürüsüne bir koyun daha ilavesinde hiçbir sakınca görmez.
İşini çok iyi yaptığına inanan yetersiz kişi kendini olsun, yaptıklarını olsun övmekten, öne çıkmaktan, ben demekten hiç rahatsız olmaz. Bilgisi, birikimi olmadığı işlere talip olmaktan sakınca görmez, her şeyin hakkı olduğunu ve başkalarına haksızlık edip etmediğini bile düşünmez.
Bu ''cahillik ve cahil cesareti''mesleki açıdan olsun insanı ilişkiler açısından olsun tehlikeli bir ortam oluşturur. Bu tarz insanlar yetenekli ve bilgili insanların çalışma hayatında tabiri caizse yalaka ve okumuş cahiller oldukları için donanımlı, bilgisinden emin olmanın getirdiği mütevazı, alçak gönüllü, yerini haddini bilen insanların önün kesmekte hiç bir sakınca görmezler. Hatta birçoğu amirleri tarafından cesur, aktif ve girişimci olarak desteklenir.
Toplum yaşamın da işini doğru yapandan ziyade işine yarayan, günü kurtaran adamlar, adam olmayanlar tarafından hep desteklenmişlerdir. Buda''örgütlü cehaletin'' oluşmasında rehber olmuştur. Maalesef cehaletin sınırları yoktur, oluşmasın da kitaplara ihtiyaç duymaz. Eylem haline geçen bucehalet büyük tehlikedir...
Belki bu "öğrenilmiş cehalet kısır döngüsünü kırmaya" cahillerin en cahili" olan eğitimli cahillerin lisanlarını kalplerine bağlamak için, onlara "kişisel kültür" yerine "kurum kültürü" kavramını öğreterek, olumlu anlamda bir adım atmış oluruz.
Öyle ki; niteliksiz insanlar, gerçekten nitelikli insanların niteliklerini görüp anlamaktan aciz ve bir o kadar da art niyetli ve kafaları sürekli olumsuzluğa, kötülüğe çalışan, her şeye de muhalefet olan insanlardır.
Bu tarz insanların yanın da fazilet aramak tamamen zaman kaybıdır.
Cahili ikna etmek zordur ama cehaletle, aydınlanmanın farkında lığını fark ettirmek imkânsız değildir. Bunu fark etmeye başladığı an cehalet cahilin tekelinden çıkar birey olma sorumluluğu, bilinci başlar. Buda cehaletin eğitimli olsun, eğitimsiz olsun, cahilliği cehalete kadermiş gibi mahkûm kılmaz.
Zamanın birinde bir padişah; suç işleyen âlimlere, cahillerle birlikte aynı odada kalma cezası verirmiş. Artık fazla söze hacet bırakmayan bu eylemin içeriği bile yeter.
Anlayabilene, sorgulayabilene, doğrudan yana yaşamını düzenleyebilene...

Olcay Kasımoğlu.

27 Ekim 2018 Cumartesi

Dostluklar;

Gönülden gönüle dostluklar vardır;
Güneşle gölgenin dostluğu gibi
Gölge güneşsiz yerini bilmez,onsuz düşmez bir yere
Gölgenin ihaneti hiç bilinmez, güneşin peşinde pervane

Uzak görünen dostluklar vardır;
Denizlerin yosun tutan taşlarıyla, dağların üzerine düşen karlar gibi
Dostluklarını gündüz kuşlarla, gece yıldızlarla iletirler birbirlerine

Dile gelmeyen dostluklar vardır;
Dokunmanın sesizliğine birakılmış, sadece yüreğin hissettiğine yazılmış
Her şeyden konuşur sessizce, gözce

Birde kopmak istesende, kopamadığın dostluklar vardır;
Gecenin sabaha mecburiyeti gibi, nar kızılı yeri öpen
Birbirine benzemeyen ama terk saati değişmeyen
Ayak uyduramazlar birbirlerine, birinin doğuşu diğerinin gidişi
Ama günün devranında, yine dönüşü birlikte tamamlayan...

Günü gelince zamana yenilen dostluklar vardır;
Bir bahçede açan gülün, kış gelince cemalini saklaması gibi
Yada kocaman ellerin kopardığı güllerin bahçeden ayrılması gibi
Mevsimlerle gelen, mevsimlerle giden leylekler gibi, tutamazsın…

Vakitsiz gelen dostluklar vardır;
Elimize bırakılan, emeksiz sahip olduğumuz
Gülüşünün içinde ne sakladığını bilmediğimiz
En küçük fırtınada sahip çıkamadığımız
Geldiği gibi vakitsiz biten dostluklar vardır
Giderken bize kendinden hiç bir şey bırakmayan...

Olcay KASIMOĞLU
Ah anılar
Fotoğraf bize eski yaşama şekillerimizi hatırlattı. 46 yıl önce, bir esnaf lokantasında elinden geldiğince şık bir şekilde yemek yiyen Anadolu vatandaşları… Öndeki masada sanırım bir şarap şişesi var, yani öğlen yemeğinizi yerken isterseniz bir bardak şarap da içersiniz, kimse sizi günahkârlıkla suçlamaz. Garsonda bile bir François Truffaut edası. Suretler kendine ait, kimse kopya değil, her şey gerçek.

Hatırlıyorum, ben çocukken Değirmendere’ye ilk taşındığımızda-depremde sulara karışan- sahildeki çay bahçesinde biz kola içerdik babam bira… Bir orta sınıf aileye mensuptum, bir ara Gümüşhacıköy adında bir yerde yaşadık, Amasya’nın bir kazası… Orada annemle yılbaşı alışverişine çıktığımızı ve pazardan canlı Hindi alarak eve döndüğümüzü hatırlıyorum. Birkaç gün biz hayvanla oynar beslerdik, yılbaşı akşamı ise sofraya bir tabak daha koyardık ama Hindi kardeşimiz o tabakta olurdu (hayvan severler espriyi mazur görsün, o yıllarda bu kadar abartılı bir politik doğruculuk da yoktu).

Aslına bakarsanız, mesele yılbaşı, hindi, öğlen esnaf lokantasında şarap falan içmek değil, mesele; renklerimizi ve tahammülümüzü yitiriyor olmak. Ve bu fotoğrafın uyandırdığı hayranlıktan anlıyorum ki; bu tek tip ve boğucu hayata, cep telefonu, akıllı TV ve bilmem kaç hava yastıklı otomobillerden ibaret modern yaşama isyan var.

Bu fotoğraf yaşadığımız hayatı alıp suratımıza çarpıyor! Biz artık çok fakiriz. Neden mi? İstediğin kadar çok paran olsun, bir esnaf lokantasında artık içebileceğin şeyler belli; ayran-kola-su… Hayatı yaşamayı unuttuk, öğretilmiş keyifler peşinde koşan sosyal medya yüzsüzleriyiz ve yine aynı fotoğraftan öğreniyor insan; bu ülke istese çok başka bir yere gidebilirmiş. Şimdi ne oldu? Şarap içen elitler ve onlardan nefret eden halk. Al sana şarap, bir esnaf lokantasının öğle yemeği menüsünde alelade bir içki… O normallik nerede?

Kendime soruyorum bazen; ben bir Arap gibi mi yaşamak istiyorum yoksa hani bize –bir zamanlar- çok benzeyen İtalyanlar, Fransızlar ya da başka Akdeniz ülkelerindekiler gibi mi? Cevabını da hiç düşünmeden veriyorum ancak geçen yıllar bu hevesimi söndürdü. Artık eminim; gözümüzün içine baka baka "yaşam tarzlarına karışmayacağız" denerek bize dayatılan bir yaşam tarzı var ve bu benim yaşamak istediğim şey değil. Bundan utanacak değilim; "batılı" gibi yaşamak istiyorum, tıpkı botlara atlayıp Ege'ye, Akdeniz'e açılan mülteciler gibi ben de kaçmak istiyorum bu bağnazlıktan.

ve kurulmuş olanı yıkıp yerine yeni ve mükemmel bir ülke kuracaklarını söyleyenlere de artık inanmıyorum (hiç inanmadım da bazıları aptallığında yalnız kalmasın diye cümleyi böyle kurdum). Sanat, bilim ve kültürle dolu, açık görüşlü insanların yaşadığı bir ülke hayal ediyorum. Eminim 46 yıl önce Bill Ray'in objektifine bakan o yüzlerin de böyle bir hayali vardı.

Eskisi bizimdi, güzeldi, bir sürü hatası vardı ama düzeltebilecekmişiz gibi geliyordu. 23 Nisan’ı falan sevinçle kutluyordum ben, kendimi basbayağı Avrupalı bir çocuk sanıyordum. Dünya ülkelerinden kardeşler geliyordu, babamı sıkıştırıyordum sırf birini misafir edebilmek için Ankara’ya taşınalım diye.

Uzun lafın kısası; ben yeni bir ülke-rejim falan istemiyorum. Sizin o Arap çöllerinin kumlarıyla dolmuş kafanızdakini anladım. Delikleriyle de olsa eskisini geri verin yeter, biz yamayıp devam ederiz!

Not: Bazı şeyler hiç değişmez. Bill Ray yazısında, Türkiye’ye gidenleri trafik konusunda uyarmış, o hala aynı ve hatta daha beter.

MURAT TOLGA ŞEN
Bekleyişler Bulur Sahibini !

" Seni fark eden sevecektir, şaşırma...
Buğday tarlasına ekmek anlatılmaz."

Süreyya Berfe
İnsan ilişkilerini bir ağacın dallarına benzetirim.
Dikkatli baktığında aynı kök üzerine kurulu bu dalların hiç biri, yön olarak, ebat olarak birbirine benzemezler. Bir kısmı gölgede,bir kısmı güneşe doğru, bir kısmı da yere yakındır.
İnsan yaşamının koşullara ve imkanlara göre nasıl çeşitlendiğini hatırlatır bana.
Hepimiz insanız, lakin hayatın içinde düştüğümüz kareler bile aynı rüzgarın yönüyle esmez..Kimimiz hayata 1/0 yenik başlar kimi el bebek gül bebek, kimine sokaklar kimine de hayatı sadece seyretmek düşer ve insan, en çok kendisinden korkar.
Kendi duygularından, güçsüzlüklerinden, zaaflarından, acılarından, coşkularından ürker.
Onun için kaçar yaşamdan, aşktan, öfkeden, sevinçten, kendisinden kaçar.
Ve sonra yaşam, hepimizi kendi sofrasında ağırlar.
İnsan; hayatı keşif etmeye, değişmeye başlar.
Hayatın özü değişimken değişmemek, dönüşmemek için direnmek bir çiçek tohumunun hayır ben büyümeyeceğim böyle kalmak istiyorum demesine benzer.
Değişmek, gelişmek insan olmanın anlamıdır, beyinde başlar; düşün karar ver ve uygula.
Hayat mazeretlere kurban edilemeyecek kadar kısa, öyle ise durma, geçmişinle barış, kendinle barış, korkularınla yüzleş ve değiştikçe geliş.
Hayatın özü değişimken değişmemek, dönüşmemek sadece yerinde sayanlara göredir. Yoksa anlamlı yaşamak isteyenler değişimin ve gelişimin, yeni şeyleri keşif etmenin ve yaşamın en büyük macera olduğunu, yaşama verdiği enerjinin önemini bilirler.
Hayat bir maceradır derken burada devam eden bir macera, bilinmeyene doğru sürekli bir serüven var.
İnsanlar, mevsimler gibidir; yaşamadığımız sürece anlamayız nedir, neye kadirdirler...
Eğer bir fırtınada, çıkan fırtınaya teslim olursan arkasından açacak güneşten nasiplenemezsin yada sağanak yağan bir yağmurun ardından doğan yediveren gök kuşağını göremezsin...
Tıpkı kasvetli ve bulutlu bir havanın ardından kendini gösteren güneş gibi olabiliriz...
Mevsimler gibiyiz, hayatın bütünlüğünden vazgeçemeyiz, her mevsimin hakkını vereceğiz...
Düşe kalka,yana yana, gülerek,ağlayarak,insan yanımızla !
Değişimi inkar insanın kendini inkarıdır, kendine yapacağı en büyük haksızlıktır. Fiziksel, biyolojik, psikolojik değişimler hayatımızın dizgileridir.
Önemli olan her değişimin dönüşümünü, yaşantımıza faydalı eylemlere dönüştürebilmektir.
Her şeyin bir bedeli var derken şarkılar...değmez mi ''yaşamın'' yaşamak gibi bir anlamı varken, yaşamı kucaklamaya, kendin için, herkes için iyi bir şeyler yapmaya ve direngen bir umutla sevgiye sarılmaya, değmez mi?
Sevelim, sevilelim herkesin elbisesi kendi boyuna !


KASIMOĞLU
İçimize güneşi salmalıyız...


Gelirsen; 
Güneşe demlenmiş, gözlerinle gel
Ve mutluluğu koymalısın sol omuzuna
Bakışlarında hayat olmalı, canım diyen
Kinden, nefretten, her tülü koşullu sevimsiz tuzaklardan
Arınarak gelmelisin bana
Hayatı benimle taşıyacak kadar yürekli olmalı yüreğin
Asla çıkarlar üzerine sözleşmemeli
Avuçlarının içi her dem emeğin çizgileriyle dolmalı
Gelirsen;
küçük hesaplardan arınmış, kocaman hesapsız yüreğinle gel
Getirmelisin; almalısın yanına
Bakmaya doyamayacağım umut dolu göz bebeklerini
Yüreğimi yüreğine katan, gülüşlerini de almalısın yanına
Gelirsen;
Ardında bıraktığın
Bütün o aydınlıkları gölgeleyen basma kalıp, sevgisiz
Bilinçsiz iç yakınmaları silerek hafızandan akmalısın yüreğime
Bütün yaşanmış acılara, çaresizliklere inat
Umudun, aşkın, emeğin suladığı gül goncalarını getir bana
Hayatla başa çıkabilecek kadar yürekli
En küçük yalanda parçalanacak kadar yumuşak bir yüreğin sahibi sevdiğim
İnanmalıyız sevginin gücüne ve içimize güneşi salmalıyız
Gelirsen;
Bir ceylanın yavrusu kadar masun, bir aslan kadar yırtıcı olmalısın
Yola çıktığın andan itibaren
Seni anlamam için, sesini de bana getirmelisin
Yüreğinden diline gelen her sözcüğü içmeliyim
İçmeliyim ki yüreğine acı söz değmesin
Dallarda zerdali çiçekleri savrulup gitmeden
Yüreğinden dökülen nehirler karışmadan bilinmezlere
Göğsünün kafesinden çıkart yüreğini
Yanına alarak gel, bütün yaşanmamış hasretlerin aşkına
Duy kalbimin sesini duy, yüreğini yüreğime ilmekle
Gecenin karanlığında yıldızlara tutun, tutunda gel
Gel de; yüreğimin bahçesi seninle açsın sevdiğim...



Olcay Kasımoğlu
Farklılıklara Saygı


''Hangi çiçek diğerini sarı açtı diye ayıplar
Hangi kuş farklı ötünce diğerine yasak koyar
Derisinden, dilinden ötürü öldürülüyor insanlar
Ah insanlar, her şeyi bulup kendini bulamayanlar.''
Şerafettin Taş

İnsanların; fikirlerine, yasam tarzına, hayata bakış açısına saygı göstermek ''farkındalık'' duygusundan kaynaklanan ''olgun davranışların'' toplamıdır.
İnsanları; sırf kendi tercihlerinden, seçimlerinden dolayı yargılamamak, ön yargılı ve kişisel yaklaşmamak gerekir. Çünkü saygı bir davranış biçimidir, dar bir görüş değildir.
Bizim sorguladığımız saygı; değer vermektir, güvenmektir, samimi olmaktır.
Farklılıklara saygılı olmak ve bunları zenginlik olarak görmek önemlidir.
Her şeyden önce; her birey saygıya değer bir varlıktır bu nedenle hiç kimse kendinden faklı olanı hor görmeye ve ötelemeye hakkı yoktur.
Hangi dinden, dilden, coğrafyadan, düşünce ve fikirden olursa olsun her kesin, yaşama, kendini tanımlama ve değerli kılma hakkı vardır.
İnsanların; değerleri, yaşam tarzları, olaylara bakış açısı, inançları, beklentileri inançları, zevkleri ve dünyayı algılama ve yorumlama şekilleri farklı olabilir.
Bunlar, dünya hayatının zenginlikleridir. Siyahla-beyazın dışında ara renklerdir. Bunlar hayatın lunaparklarıdır. Ne kadar çeşit o kadar yaşamı renkli ve anlamlı kılmak...
Bu nedenle olsa gerek; toplum yaşamında olsun, ikili ilişkilerde olsun
olaylara bakış açıları farklı farklı olabilir. Bu farklılık bir ayrışma sebebi olmamalı, farklılıklar zenginliğimiz olmalı.
Bu kilim desenlerine benzer her ilmek nakış nakış işlenirken ara renkler serpiştirilir. Hepsinde ayrı bir görsellik ve emek vardır, bu emeğe saygı duyarız, değer veririz, anlamlı kılarız.. İnsana saygıda budur...görmemezlikten gelemezsin yada senin farklılığın beni rahatsız ediyor dediğin an dünya senin tekelindeymiş gibi olur.
Ne sevgi ne saygı, hiç biri hiç kimsenin tekelinde değildir.

Farklılıklara tahammülü olmayan insanların muhakkak kişilik problemleri vardır. Bencil olurlar, paylaşım duygusundan yoksun ve sevgi anlayışları kısırdır. Birey olamamışlardır ben merkezli yaşarlar, cesur değillerdir.
En küçük çatışmada çirkinleşirler ve korkaktırlar. Yenilikten, bilimden,ilimden korkarlar.
Bu korkular, yaşamın zenginliğini durduran perdeler değil midir.
Biz ancak ''kendimizin, insanlığın, çevremizin fakındalığına'' vardığımızda bu perdeler içeriden açılır.
O zaman ''gönlümüz, aklımız'' insanların ''değerini'' renkleriyle, dilleriyle, cinsiyetleriyle ve maddi güçleriyle ölçmekten vazgeçtiğinde bu dünya yaşanılası bir yer olacaktır.
İnsanların yaşam tarzlarına müdahale etmenin, dışlamanın insan onuruna yakışmadığını, insana saygının bir erdem olduğunu anlayan, algılayan insanlar, hayatın içinde ''saygının'' bir ''kültür'' olduğunu benimsemişlerdir.
Buda; onlara empatı yapmayı ve bunun üzerinden insanlara ulaşmanın kapılarını açar...ne güzel değil mi !
Saygı; toplum yaşamı için, aile yaşamı için çok önemlidir ve yaşamın, insan olmanın onurudur, olmazsa olmazıdır...
Öyle ki; bizim ilişkilerimizi, sosyal ve dini ritüelleimizi, cinsel tercihlerimizi, kendimize saygımızı, durduğumuz yerin farkındalığını, konuşma yetkinliğimizi, insanlara verdiğimiz değeri düzenleyen çok önemli bir ''yaşam anahtardır'' saygı...
Saygı bir erdemdir ve erdemin olduğu her yerde bizi güzelliğe yönelten davranışlar olur.
Korkudan kaynaklanan, göstermelik bir saygı da erdem yoktur.
En önemlisi; karşıdakini tanımak ve anlamak onu kendi değer yargıları içerisinde ''muhasebe etmek'' söz konusu değildir.
Saygı aynı zaman da; karşında ki insanı değerli kılmaktır, önemsemek, dinlemeyi bilmek gibi ve anlamaya niyetli olmak !
Kendine saygı duymayan bir insanın, başkasına saygı duyması mümkün değildir.
Yaşamı anlamlı kılan her birey kendine ve yaşama saygılıdır.
Otorite ya da korku karşında ceket ilikleme tutumunu saygı olarak algılayamıyorum.
Bu bana hep saygı konusun da çelişkiler sunmuştur ve bu konuda kendimi de çok eleştirmişimdir.
Çocukken olsun yetişkin olduğumuz dönemler olsun bize her kese saygı göstereceksin, her kesin düşüncesine saygılı olacaksın denildi, öğretildi.
Çoğu zaman bu saygı kavramı bende çelişkiler yarattı...

Büyüğe saygı deniliyordu, bana, her büyüğe saygı duymam gerektiği anlayışını empoze eden zihniyeti zamanla sorguladım. Bir insanın yaşama hakkına saygı gösterebilirsin lakin topluma ve kendine faydalı olmayan bir insana saygı duymanın nasıl bir izahı olabilirdi ?
İyi bir insan olmadığı bilindiği halde sırf büyük olduğu için saygı duymam isteniyordu.
Saygı duymuyordum o zaman nasıl saygı gösterecektim, burada bir belirsizlik vardı. Saygı karşındaki insanın varlığını kabul etmekse ben bu çelişkiyi samimi bulmuyordum.
Bir şeyin yada kişinin varlığını kabul ettiğinizde ona yok muamelesi yapamazsınız.
Yaşamla birlikte ''saygının'' hiç bir zaman yanlışa toleranslı davranmak, görmemezlikten gelmek, katlanmak demek olmadığının öğreniyorsun.

Ve saygının; insanın, gerek ruhsal dünyasında gerekse çevresinde sevgi ile barışık yaşadığı ''farkındalık'' duygusu olduğunun ayrımına varıyorsun.
Bu nedenle ''erdemli saygı'' bir korku imparatoru yaratmaz.
Faklılıkları anlamaya çalışır, ön yargısız tutum sergiler.
Hümanist ve evrensel insanların en büyük özelliğidir saygıyı kendilerine ilim olarak seçmeleri çünkü karşılarında ki insanlara ''ölçülü, seviyeli ve kibar davranırlar'' ön yargılı ve yargılayıcı değildirler. Farklılıklara saygıyı, toplum yaşamın en önemli bağı olarak görürler. Kendi düşünce ve yaşam tarzını her şeyin üstünde tutan insanlarla gönül bağı kuramazlar...

Otoriteye bağlı olan saygının hiç bir zaman samimi ve içten olmadığını bilirler.
Ne olursa olsun; karşımızda ki insanın fikri, düşüncesi, tercihleri bir başkasının yaşamını yok etmeye yönelik olmadığı sürece bir arada yaşamanın muhakkak yolu vardır yeter ki önce insan olalım. İnsan olmak onurlu olmaktır. Şayet ''Yolumuz birbirimizi anlamaktan geçmiyorsa, hiçbir yere varamayacağız demektir..

Olcay Kasımoğlu

Fotoğraf / Kevin Shu-Kei Fung
Çin''de emekçiler ..

Fotoğraflar; Ara Güler

26 Ekim 2018 Cuma

Kinin olduğu yerde insanlık olmaz.


İnsanlar yanlışa kılıf uydurmayı çok severler;yanlış bir şey yaptıklarında mutlaka bir çok mazeret bulurlar.
Mutlaka vicdanlarını susturacak türlü bahaneler üretirler.
Efendim işte bu sebepten dolayı gibi liste uzar gider....
İstediği kadar uzasın,gitsin.
Yanlışın hiç bir haklı nedeni olamaz olsa olsa bedeli olur.
Mazlumun üzerinden ranta hiç bir kılıf giydirilemez, uydurulamaz.
Bazen öyle diplomalı insanlar görüyorum ki,
içimden bu kadar cehalet ancak eğitimle mümkündür gibi garip şüphelere düşüyorum.!...
Başkalarının kayıpları üzerinden çıkar sağlamaya çalışan insanlar, bende; yeryüzünde pis kokan leşleri hatırlatır. Hani bir leşin üzerinde dönüp duran hayvanlar vardır ya ! sırtlan yada akbaba gibi...
Benim için bu kuru sofraların softası şebeklerle bu hayvanlar arasın da hiç bir fark yoktur...
Anlarsın ki; insanlar içinde insan olamayanlar her zaman sürü mantığıyla başkalarının kayıplarından besleneceklerdir...

İnsan olmanın temel değerlerinden biri olan ''vicdan ve merhamet'' İnsanı geliştirir, olgunlaştırır, daha geniş bakış açıları kazandırır.
Bencilliği yok eder, şiddeti ve kabalığı giderir, insanları daha "duygusal" daha "sorumlu" yapar..!
Dürüst insan cesur ve merhametlidir, vicdanın sesini dinler, bencil değildir.
Bütün bunlara rağmen halen vicdanınız susuyorsa, merhametiniz sizi çoktan terk etmiştir..!
Çoğunluğun ortasında, sorgulayan kimliğinizle vicdan ve merhamet duyguları içinde yaşam savaşınızı vermeye çalışabiliyor sanız, ülkenizin değerlerini koruyorsanız, insanlık adına insan olduğunuzu unutmuyorsanız doğru yoldasınız demektir.

Olcay Kasımoğlu.
                                                  Tarafsız kalanlara ne demeli ?

'Cehennemin en karanlık yerleri, buhran zamanlarında tarafsız kalanlara ayrılmıştır.'
Dan Brown
Yüreğim konuşurken, ben susamam; susarsam, bir ölüden ne farkım var ?
''Tarafsız davranmak; olaylar karşısında adil olmaktır ''adil olmak''eşit olmak demek değildir.''
Haklıyla haksızı, menfaat gözetmeden; mülkiyet telaşına düşmeden ayırt edebilmek ''körleri,sağırları oynamadan'' doğruyu bulabilmektir, tarafsız davranmak...
''Tarafsız kalmak ise bambaşka bir şey; yanlışları ''görmezden gelmek'' demektir.
Haklının hakkı yenilirken ''susmak'' haksıza prim vermekten başka nedir ki
Tarafsız kalmaya çalışırken aslında taraflı davranmak değil midir ?
Adil insanda; toplumsal adalet ve sorumluluk duygusu olmalı.
Bunu taşıyan, bu olgunluğa sahip insanlar, hiç bir zaman yanlışı gördüğünde tarafsız kalmayı seçmez.
Adil olmak; haklıyla haksızı, iyiyle kötüyü ayırt edebilmek, herkese hak ettiğini verebilmek her şeyden önce gelmelidir.
Şimdi biri, birileri acı çekerken ''bana dokunmayan yılan bin yıl yaşasın'' anlayışı insanı kendine ne kadar adil kılar. Yada şöyle diyelim böyle bir insanın topluma ve insanlığa nasıl bir faydası olabilir ?
Sadece kendi ihtiyaçları için çalışan ve kendi dünyasına hizmet eden bir insanın topluma nasıl bir faydası olabilir?
Bana göre yaşamanın da, insan olmanın da bir anlamı bir demokratik ülküsü olmalı..
Herkes saygı görmeli lakin saygıyı da hak etmeli.
İnsanlık için çalışanlara saygılı olunmalı fakat ''kul olmanın''kişi ve kişilere tapınmanın ayrımın da olarak.
Her zaman zorbalığa dayanan otokrat bir düzen kısa ömürlüdür.
Zorbalığın, yasakların, yasakçı zihniyetin olduğu bütün kurum ve kuruluşlar er geç kendi içinde kokuşmaya başlar.
İnsan zafiyeti hiç bir şeye benzemez...
Herhangi bir konuda tarafsız değerlendirme yaparken özellikle ''kişisel görüşümüzü'' değerlendirmenin dışında tutmak çok önemlidir.
Bir çok insan; hiç kimsenin ya da hiçbir görüşün etkisi altında kalmadan, olayları olması gerektiği gibi objektif değerlendirmek ve yorumlamak olgunluğuna, bilgeliğine sahip değildir.
Özellikle kendi düşüncesi konusunda fanatik, eleştiriyi kaldıramayan, insanlara zarar veren, em-pati yoksunu insanların verdiği zarar tahminler ötesidir.
Ne olursa olsun, kendi kişiliğimiz ve değer yargılarımız olsun.
Vicdanlı ve dürüst olmak, çıkarcı olmaktan iyidir.
Durduğumuz yerin ve yaptığımız eylemlerin farkındalığında olalım. Rengimiz belli olsun; açık, anlaşılır ve net olalım.
Neyi savunduğumuz, neyin yanında yer aldığımız ve nasıl bir dünya görüşüne ve inancına sahip olduğumuz, eylemlerimiz bizim nasıl bir insan olduğumuzu ortaya koyar.
Kapalı kutular içinde yaşayarak engin olunmaz.
Sadece büyümüş bedenlerin içinde kendimize gizli saklı yaşıyoruz, yüreğimiz üşüyor, ne garip değil mi ?
Etliye - sütlüye karışmadan, her iki tarafa da dokunmamak gayreti içerisinde, çizgi üstünde yürümenin, bana dokunmayan yılan bin yıl yaşasın bencilliğinde sığ sularda yüzmenin; nasıl, insanı bir izahı olabilir ?
Her ortamın abisi/ablası havalarında gezip caka satan kimselerin ''sergiledikleri oyun'' olsa olsa bir sirk palyaçosunun oynadığı oyun kadar sürer...Er yada geç o kaleler yerle bir oluyor olmasına, olana kadar da bir çok insan zarar görüyor.
Tarafsızlığın, renksizliğin, vurdumduymazlığın, neme lazımcılığın kurbanı yüz binlerce insan var.
İbrahim aleyhisselam ateşe atılırken; kuş ateşi söndürmek için ağzıyla su taşıyor (Bu suyla ateş söner mi) diyorlar (Sönmese de, ben tarafımı belli etmeliyim, kimden yana olduğumu göstermeliyim) diyor.
Olaylarda tarafsız kalmak değil; doğrunun, iyinin tarafında olmak gerekir.
Yaşadığımız bunca şeye rağmen; hiç bir şekilde yanlışıyla doğrusuyla fikir ve görüşünü belli etmeyen insanların duyarsızlığına da sadece ''PES'' doğrusu diyebiliyorum...
Fikirlerin, ilimin, bilimin ''müzakeresini, rekabetini'' değil ''sen ben'' davasının küçük adamları gibi hesapçı yaşıyoruz, yazık !
Bu mülkiyet telaşından başka ne ola (?)
Olcay Kasımoğlu

Çocuklarımıza bizden daha yakın kim olabilir? 

Kim onları hayatla tanıştırırken; sevgiye emeği de katarak yanında koşulsuz durabilir?
Biz onların hayata akan köprüleriyiz.
Kendi kendine yetmenin verdiği mutluluğu anlatalım, kendi ayakları üzerinde durmanın önemini, saygınlığın, erdemin, öz güvenin aydınlığını anlatalım.
Namuslu olmanın ''cinsiyet üzerinden değil'' erdemli, onurlu olmanın süzgecinden geçtiğini, geçerken de kimseyi kirletmediğini ve en büyük namusun beyinde olduğunu öğretelim.
Namusu etek boyuyla izah eden her türlü düşünceye hayır diyen bir bilinç geliştirmesinin önünü açalım.
Kıyafetlerin mistik sevincini sevdiren, incelten zevkini yaşatalım..
Sahip çıkmakla,sahiplenmenin aynı şeyler olmadığını öğretelim.
Kıskanılmanın, güvenle karıştırılmayacak o nezih çizgisini sindire sindire anlatalım.
Sevdiği ile gurur duymanın içtenliğini, faziletini ve birliktelikleri nasıl büyüttüğünü anlatalım; anlatalım ki, duvarlar arkasında entrika çevirenleri, bencil egosuna hapis eden zihniyeti iyice tanısın.

Kendine güveni olmayandan, güven beklemenin zaman kaybı olduğunu,
kendine saygı duymayandan; saygı beklemenin nasıl bir aldanış olduğunu anlatalım.
Eğitimin yaşam şekli olduğunu, insana yapılan en büyük yatırımın eğitim olduğunu anlatalım.
Hiç kimsenin kölesi olmadan; fikri hür, vicdanı hür insan olmanın erdemleri üzerine bir yaşam kurmanın en büyük zenginlik olduğunu anlatalım.

El,etek öpmeden, yaşama sıkı sıkı sarılmanın en büyük mucize olduğunu
ve sevdiği için, sevdikleri için, koşulsuz sevgilere durmanın iç huzurunu anlatalım.
Ve en önemlisi bunları anlatırken kendimizi güncelleyip, söylediklerimizi yaşama geçirerek, verdiğimiz sözlerin arkasında durarak, yemin etmeden sözümüzü inanılır kılarak, eylemlerimizi dürüstçe çocuklarımıza yaşatalım.
Ancak o zaman anlattığımız,söylediğimiz, örnek verdiğimiz şeyler anlam kazanacak yoksa çocuklar büyüklerine güvenmeden, onların yaşam manifestosuna saygı göstermeden, söylenen hiç bir şeye inanmazlar.
İnanmadıklarını kalplerine indirmezler.
Kalplere inmeyen her şey zamanla unutulur, unutulmayanlar eylemlerdir.
Yarının büyüklerine, kinden,nefretten arınmış bir dünya bırakmak bizim elimizde.
Olcay Kasımoğlu
                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                    Sanat İfade özgürlüğüdür.
Herhangi bir konuda tarafsız değerlendirme yaparken, özellikle ''kişisel görüşümüzü'' değerlendirmenin dışında tutmak çok önemlidir.
Bir çok insan; hiç kimsenin ya da hiçbir görüşün etkisi altında kalmadan, olayları olması gerektiği gibi objektif değerlendirmek ve yorumlamak olgunluğuna, bilgeliğine sahip değildir.
Özellikle kendi düşüncesi konusunda fanatik, eleştiriyi kaldıramayan, insanlara zarar veren, em-pati yoksunu insanların verdiği zarar tahminler ötesidir.
Ne olursa olsun, kendi kişiliğimiz ve değer yargılarımız olsun.
Vicdanlı ve dürüst olmak, çıkarcı olmaktan iyidir.
Durduğumuz yerin ve yaptığımız eylemlerin farkındalığında olalım.
Rengimiz belli olsun; açık, anlaşılır ve net olalım. 

Neyi savunduğumuz, neyin yanında yer aldığımız ve nasıl bir dünya görüşüne ve inancına sahip olduğumuz, eylemlerimiz bizim nasıl bir insan olduğumuzu ortaya koyar. Kapalı kutular içinde yaşayarak engin olunmaz. Sadece büyümüş bedenlerin içinde kendimize gizli saklı yaşıyoruz, yüreğimiz üşüyor, ne garip değil mi ?
Etliye - sütlüye karışmadan, her iki tarafa da basmamak gayreti içerisinde, çizgi üstünde yürümek, her ortamın abisi/ablası havalarında gezip caka satan kimselerin büründükleri kılık olsa olsa bir sirk palyaçosunun oynadığı oyun kadar sürer...Er yada geç o kaleler yerle bir oluyor olmasına olana kadar da bir çok insan zarar görüyor.
Tarafsızlığın, renksizliğin, vurdumduymazlığın, neme lazımcılığın kurbanı yüz binlerce insan var.

Şairin dediği gibi "bir mutluluk hastalığıdır şiir, kırılan dalın türküsü/dür."
Kendimize göre bakarsak hayata, sadece kendimize ait tarafını görürüz.
Genele bakmak için ise evrensel olanı düşünmeliyiz.
Ancak o zaman dünya vatandaşı oluruz, ancak o zaman üreten,sorgulayan,yaşama anlamlar katan bireyler oluruz.
Her evrim gibi insan şiire muhtaçtır.
Böylesine öfke ve nefret dolu bir dünyada, şiir yazarken,okurken kalbim heyecanla çarpar her defasında tekrar tekrar aynı duyguyu hissetmekten alıkoyamam kendimi.

Yeryüzünün tüm bu uğultusuna rağmen; çağının ve içinde yaşadığı toplumun problemlerine çözümler getiren gerçek bir aydın ve gönül adamı olan herkes önyargıların, haksızlıkların karşında bir duruş sergilemeli. Bu bizim kendimize ve insanlığa karşı sorumluluğumuzdur.

Bu ister yerel ister, büyük medya kuruluşları olsun, emeğin önünde ki en büyük engeli ''çıkar ilişkileri, egoları, küçük hesapların, kabaran adamlarını'' artık atmalıyız üstümüzden.
Bütün hizmet birimleri değerlidir, önemsenmeli, imkan verilmeli.
Ülkemizde gerek yerel basın, gerekse kendi imkanlarıyla hizmet vermek için çaba sarf eden yerel medya devlet politikalarıyla desteklenmeli.
Üreten ve yaşama incecik dokunuşlar bırakan bütün edebi paylaşımların gerçek sahiplerini saygıyla selamlıyorum.

25 Ekim 2018 Perşembe

Ey gitmek, bitmez mi yolun...


aşkın yağmurla ıslandığı yerlerden
inceden katılmak için damlalar aşk diline
dilimse bir kalbin eşiğinde beklerken seni
kimi zaman ateşe su
kimi zamanda ateşe rüzgar oldum
dil yandı gül yandı
ey aşk...
uğruna dünya yandı
uçurumlara nazır sözlerim
düşmek üzere iken gözlerden
biliyordu ağaçtan dökülen mevsim
sular, seller...
biliyordu kum tanesine saklı zaman
An be an cayır cayır aşk
çöl yandı...
ateşin çemberinden
sen geldin...
Yüreğiyle konuşan insanlarla bir arada yaşamanın güzelliğini sevdim; bana koşulsuz yürekle geldikleri için...
Ben en çokta hayata inanmanın mutluluğunu sevdim; mutluluğun iyiliğini bana sevdirdikleri için...
Cesur insanları sevdim; zalimlere fırsat vermedikleri için...
Onurlu insanları sevdim; hayata anlam kattıkları için...
En çokta ellerini sevdim; benimle hayatı sımsıkı tuttukları için...
'Bana hissettirdiklerini seviyorum, sanki hersey mümkünmüş gibi..''
Olcay Kasımoğlu
Hepimiz bir çığlığın peşindeyiz
Uyan ey can
Düşü eşit bölen bir ruhla
yaslan gecenin duvarına
Baki hüzünlerle
Gecenin çanları bizim için çalıyor
Duy ey can
Bu doyumsuz hayatta
Suskunluğum
kendi çıplaklığında titrediğinde
Bil ki ben seni seviyorum hala
Ve gece;
lekesiz üzüntülerimi dolduruyor yıldızlarla
Gör ey can
Gecenin gölgeleri
Senin düşlerini yeşertip çoğaltmak için
bir çift kızıl karanfili
kırlangıçlara ödünç veriyor
Gül ey can
Yeniden doğuşun
Saf ruhuyla çırpınan göğsünü
Sıcak ve hilesiz bir sevgiye kilitleyip
Tenin altındaki ruha yoldaş olmaya geliyorum
Sevgi ve Özgürlük


 Yaşamın köhne alışkanlıklarına bağımlı olmak, sınırlara ve öğretilere boyun eğmek doğaya aykırıdır.
Dünyayı özgürleştirmek, hırstan, nefretten, kibirden, hoşgörüsüzlükten kendimizi arındırmak için, sağduyulu bir dünya için çalışalım.
Unutmayalım ”yalnızca dünyayı aşmış olanlar” iyi bir dünya yaratabilirler.
İyi bir dünya ”mutlu ve dingin insanlarla” süreklilik arz eder.
Yaşamın ruhsal derinliğinde hatalar yoktur, yalnızca dersler vardır ve büyümek bir deneyim sürecidir. Başarı kadar yenilgiler de bu sürecin bir parçasıdır ve kendimizi araştırıp keşif ettikçe, yaşamın bize sunduğu bilgelik payıdır, bu bilgelik, yaşama dokunmak ve dokumaktır.
Ve sevgi her zaman hissettiğimiz, özgürlük ise her zaman istediğimiz bir şeydir. Özgürlük gelenekleri, toplumdaki sözleşmelerimizi yener. Kesinlik akılla açıklanabilr, ama duygular taşıyan insan karşısında kesinliğin hiçbir kıymeti yoktur. Sevgi bir düşünce ürünü değildir, sevgi bir zeka oyunu da değildir. Sevginin özgürlüğe ihtiyacı vardır, ama sevgi özgürlük değildir. Sevgi ancak özgürlüğün yarattığı verimli ortamlarda büyür.

Düşleri aydınlatan maviler var
Deniz kıyı dağ ve doruk
Sonsuz hepsi
Ya ben;
Ben öyleyim sende...

SEVGİYE İMAN

Parantez içine alınmış bir noktalama işareti değil yaşam.
Nice acılardan anılardan hüzünlerden süzülmüş gelmiş bir ömrün haritası duruyor önümde.
Dağ çiçeklerinin kokusu sinmiş tenine, umudu bereketli, gözleri ışık deryası. Direncin, bilincin tarlası aklımı kır çiçeklerinin serinliğiyle rüzgarın kanadına verdim, götürsün umuda hasret yüreklere.
Karanfil kokulu bir özgürlüğün zincirlere vurulmuş diyarlarında zulme yoldaş olmak benim işim değil
Her şey bu kadar direngen ve sesliyken yüreğimin dehlizlerinde bırak gitsin nereye isterse gitsin, sevgisiz bir ruhun içtenliği kuru bir çölden farksızdır.
Ben cesaretin, içtenliğin dehlizlerinde insanlığın ekmeğini damıtmaya yeminli bir yürek taşıyorum.
Bıkkınlığın, sefilliğin, çürümüşlüğün, sığ suların, kısır döngülerin yamaçlarında değil doru atların kişnediği dağların eteklerinde soluklanan bir yüreğin savaşçısıyım.
Düşünün gül kokusunu, yaprağını, dikeninin, vazgeçmek mümkün mü gülün kokusundan, dikeni var diye .
Hangi yorgun düşün kurbanı olursan ol, hangi vedaların rüzgarıyla savrulursan savrul yaşam her zaman yeniliğe gebe.
Ve sen vazgeçmediğinde daha güzelsin. ne yaşarsak yaşayalım, öze inmemişsek kolaydır gitmeler.
Bir satıra, kuru bir söze tav olmamışsa yürek, bırakırmı tuttuğu eli ?
Takım tutar gibi, dudağında ki ruju siler gibi tutulmuşsa sevgiye, bir şimşek bir gök gürültüsüyle ufalır gider adına sevda dediği her ne ise !
kasırgalardan, yüreğin depreminden topuklamışsa hemen yürek, bırak gitsin.
İnsan sevdiği eli yüz bin kere parmak uçlarına dolar.
Korunmasız gözleri alır uyutur koynunda. Sevdaya tutulmuşsa savrulmaz fırtınalarda, tutulmuşsa gönül köküyle budanmaz seyri zamanda sessiz koylarda, susmak da sevdaya dair,
Olcay Kasımoğlu
Işıl ışıl ten

Hiçbir inkarın lekeleyemediği
Yumuşak titremelerle
İnsan sıcağı bilgeliğini
Yaşamın gizli çiğini
Kendinden fışkırır gibi damlat 
Çözülsün aşkın zarif ilmeği
Karşılıklı sükun içinde
İç çekişleri ve fısıltıları ile
Bir vaat var havada
Kışkırtıcı gözleriyle çağırır durur sevgiyi
Sıcak bir aydınlık içinde
Varlığının gizini suskuyla saklayan yar

Sevginin milyarlık hatırına
Bana yüreğimi ısıtacak ateşi ver
İçimde ki çocuk sevincin çığlığında
ışıl ışıl ten ve sonsuz bakışlarla
Alıp soluğuma işliyorum sesini

Yaşam durağan değildir, doğanın yasasına aykırıdır. Her şey birbiriyle değişim içerisindedir.
Hayatımızı, başarımızı, mutluluğumuzu belirleyen bizim kendi davranışlarımızdır. Başımıza gelen her şeyle, onlara verdiğimiz tepki ve yanıt arasında geniş bir hareket alanı vardır.
Olcay Kasımoğlu