Translate

27 Ekim 2018 Cumartesi

Ah anılar
Fotoğraf bize eski yaşama şekillerimizi hatırlattı. 46 yıl önce, bir esnaf lokantasında elinden geldiğince şık bir şekilde yemek yiyen Anadolu vatandaşları… Öndeki masada sanırım bir şarap şişesi var, yani öğlen yemeğinizi yerken isterseniz bir bardak şarap da içersiniz, kimse sizi günahkârlıkla suçlamaz. Garsonda bile bir François Truffaut edası. Suretler kendine ait, kimse kopya değil, her şey gerçek.

Hatırlıyorum, ben çocukken Değirmendere’ye ilk taşındığımızda-depremde sulara karışan- sahildeki çay bahçesinde biz kola içerdik babam bira… Bir orta sınıf aileye mensuptum, bir ara Gümüşhacıköy adında bir yerde yaşadık, Amasya’nın bir kazası… Orada annemle yılbaşı alışverişine çıktığımızı ve pazardan canlı Hindi alarak eve döndüğümüzü hatırlıyorum. Birkaç gün biz hayvanla oynar beslerdik, yılbaşı akşamı ise sofraya bir tabak daha koyardık ama Hindi kardeşimiz o tabakta olurdu (hayvan severler espriyi mazur görsün, o yıllarda bu kadar abartılı bir politik doğruculuk da yoktu).

Aslına bakarsanız, mesele yılbaşı, hindi, öğlen esnaf lokantasında şarap falan içmek değil, mesele; renklerimizi ve tahammülümüzü yitiriyor olmak. Ve bu fotoğrafın uyandırdığı hayranlıktan anlıyorum ki; bu tek tip ve boğucu hayata, cep telefonu, akıllı TV ve bilmem kaç hava yastıklı otomobillerden ibaret modern yaşama isyan var.

Bu fotoğraf yaşadığımız hayatı alıp suratımıza çarpıyor! Biz artık çok fakiriz. Neden mi? İstediğin kadar çok paran olsun, bir esnaf lokantasında artık içebileceğin şeyler belli; ayran-kola-su… Hayatı yaşamayı unuttuk, öğretilmiş keyifler peşinde koşan sosyal medya yüzsüzleriyiz ve yine aynı fotoğraftan öğreniyor insan; bu ülke istese çok başka bir yere gidebilirmiş. Şimdi ne oldu? Şarap içen elitler ve onlardan nefret eden halk. Al sana şarap, bir esnaf lokantasının öğle yemeği menüsünde alelade bir içki… O normallik nerede?

Kendime soruyorum bazen; ben bir Arap gibi mi yaşamak istiyorum yoksa hani bize –bir zamanlar- çok benzeyen İtalyanlar, Fransızlar ya da başka Akdeniz ülkelerindekiler gibi mi? Cevabını da hiç düşünmeden veriyorum ancak geçen yıllar bu hevesimi söndürdü. Artık eminim; gözümüzün içine baka baka "yaşam tarzlarına karışmayacağız" denerek bize dayatılan bir yaşam tarzı var ve bu benim yaşamak istediğim şey değil. Bundan utanacak değilim; "batılı" gibi yaşamak istiyorum, tıpkı botlara atlayıp Ege'ye, Akdeniz'e açılan mülteciler gibi ben de kaçmak istiyorum bu bağnazlıktan.

ve kurulmuş olanı yıkıp yerine yeni ve mükemmel bir ülke kuracaklarını söyleyenlere de artık inanmıyorum (hiç inanmadım da bazıları aptallığında yalnız kalmasın diye cümleyi böyle kurdum). Sanat, bilim ve kültürle dolu, açık görüşlü insanların yaşadığı bir ülke hayal ediyorum. Eminim 46 yıl önce Bill Ray'in objektifine bakan o yüzlerin de böyle bir hayali vardı.

Eskisi bizimdi, güzeldi, bir sürü hatası vardı ama düzeltebilecekmişiz gibi geliyordu. 23 Nisan’ı falan sevinçle kutluyordum ben, kendimi basbayağı Avrupalı bir çocuk sanıyordum. Dünya ülkelerinden kardeşler geliyordu, babamı sıkıştırıyordum sırf birini misafir edebilmek için Ankara’ya taşınalım diye.

Uzun lafın kısası; ben yeni bir ülke-rejim falan istemiyorum. Sizin o Arap çöllerinin kumlarıyla dolmuş kafanızdakini anladım. Delikleriyle de olsa eskisini geri verin yeter, biz yamayıp devam ederiz!

Not: Bazı şeyler hiç değişmez. Bill Ray yazısında, Türkiye’ye gidenleri trafik konusunda uyarmış, o hala aynı ve hatta daha beter.

MURAT TOLGA ŞEN

Hiç yorum yok: