Translate

1 Ekim 2018 Pazartesi

                                  Yerini seven çiçeğin coşkusu



Bir insan yüreğinde, sevginin gücünü hissediyorsa,
hiçbir şey; ışıldayan bir göze, sevgi dokunmuş bir yüreğe engel koyamaz.
İnsan isterse, yaşama anlam ve mana katar, ezber bozar yoksa ne yaparsak yapalım durduğu yerde saymaya, toplumsal dayatmalara boyun eğmeye, sürü bilinciyle hareket etmeye devam eder.
''Kurbağa kendi batağından çıkmamışken ben ona nasıl denizden söz edebilirim?
Kendi yöresinde kalan yaz kuşuna buzdan nasıl söz edebilirim?
Bilge, kendi öğretisinin tutsağıysa ona nasıl yaşamdan söz edebilirim ki?'' Çin atasözü
Mutlu olma adına, zihni sıfırlamak, takılmadan geçmişe, her ne çıkarsa yola, selam verip yürümek; kalbimizdeki sağanaklara hayat vereni, verenleri fark ederek yaşamlar büyütmek tamamen bizim algıdaki seçiciliğimize kalmış.
Ne güzel demiş, Schopenhauer; ''Hayat bir parça nakış işlemesine benzetilebilir. Hayatının ilk yarısındaki herkes işlemenin ön tarafını görür, ikinci yarısında ise tersini. ikincisi o kadar güzel değildir, ama daha öğreticidir, çünkü iplerin birbirine nasıl bağlandığını görmemizi sağlar.''

 Peki nasıl ‘insanca’ yaşarız?
Bu iki cümleyle cevaplanacak bir soru değil. İnsanca yaşamanın çok temel bir öğesini söylemekle yetineyim; bunun için de Kant’ın ilgili sözüne başvurayım. Başka insanlarla ilişkilerimizde ‘kendimizi ve başkasını yalnızca bir araç olarak değil, aynı zamanda bir amaç olarak’ görerek eylemde bulunmak… Ben kendi dilimle bunu şöyle dile getiriyorum: Ben size bir şey yaparken, onu sizin için yapmış olmak, bana bir şey dönsün diye yapmamak. İşte etik eğitimi ve değerler eğitimi bunu amaçlamalı. Yolu da kültürel değer yargılarını öğretmek değil, eğitileni değerin ve değerlerin felsefi bilgisiyle donatmaktadır.

Hiç yorum yok: