Translate

16 Aralık 2018 Pazar

Yüreğinle sevmek

''Ağaçların sallanışı
kuşların kanat çırpışı, kim der sesi yok diye''
Kalbimde evi, kim der yok diye...
Bitmemiş aşklardan düğümlere, yaşanmamış duygulardan tatmin olunmamış ilişkiye;
gizliye saklıya, arkadan iş çevirene, hırsından delirene, tutkusuna yenik düşene, can yakana, can alana, dönüşüme direnene, ben deyip bize geçemeyene yaşam bir şey verir mi sizce?
Ne olursa olsun, yaşımız kaça vurursa vursun kendimizle barışık değilsek, hiç bir şeyden zevk almayız. yaşamayı bilmek bir kültürdür. Bugün binlerce insan eğlence değince akıllarına ilk önce para geliyor. Para olmadan nasıl eğleneceğiz deniliyor. Öyle bir algı oluşturulmuş ki, yaşamak para olmadan mümkün değilmiş gibi !
Oysa bir sürü sanatsal etkinlikler bedava, çok cüzzi bir bütçeyle sinemaya,tiyatroya gitmek mümkün. Manzara seyretmek, kuşların sesini dinlemek, güneşin doğuşuna şahitlik etmek, gece yıldızlarla oynaşıp hoş beş etmek bedava. Dostlarla bir çay içip, sohbet etmek, birine iyi davranmak, gülümsemek bedava.
Güneşin, rüzgarın, denizin, sanatın, sevginin fiyatı yok. Keşke kötü gün parası diye biriktirdiğiniz o gayrimenkuller, bankadaki kabarık hesaplarınız kadar olmasa da, yaşama aşkla,sevgiyle dokunsak, mutlu anılar bıraksak. İçimizde kalmayan ukdeler, cıvıl cıvıl bir yaşam dökülse eteklerimizden.
Bunlara sahip olmak ancak kültürle mümkündür. Para kazanmaya emek verdiğimiz kadar kültür edinmeye de emek verelim.

Hayatımı sana harcadım, senin için saçımı süpürge ettim söylemlerinden kurtulup, seninle yaşamak ne büyük lezzet, seninle yaşamak ne büyük lezzetti diyebilsek, daha güzel ve anlamlı olmaz mı dünya ?
Hem seven sevdiğinin yaşamını heba etmez ki ! Bu çocuklarımız olsun, sevdiklerimiz olsun, hiç kimse kendi yaşamını acıya kedere boğarak feda etmesin kendini.. 
Bunun adı adanmışlık da değil.
Mutsuz çoğunluklara dönüp baktığımızda bunu açık ve net görmekteyiz.
Hayat, şimdiki zamana indirgenir ve mekanikleşmeye başlar.Kişi kendisini ve diğerlerini değerli görmekten vazgeçer.
Sosyal ilişki seviyesi minimuma iner, kişiler umutsuz ve yönünü kaybetmiş gibi hissederler.

Bir dostun muhabbetinden, bir aşkın nefesinden düştüysen uzağa;
pırıltısız,kanatsız,çığlıksız bir kuytudan öte bir şey değildir dünya.
Ve harika bir dünya sahnesi var, herkese yetecek kadar da görev dağılımı. İster seyirci ol, ister yönetmen veya oyuncu, yeter ki önce insan ol...
'İnsan olmak' en mühimi ve sevmek, sevgiyi seçmek en güzeli... Yeter ki öze dokunsun ve candan olsun...
Bir dostun muhabbetinden, bir aşkın nefesinden düştüysen uzağa;
pırıltısız,kanatsız,çığlıksız bir kuytudan öte bir şey değildir dünya.
Ve harika bir dünya sahnesi var, herkese yetecek kadar da görev dağılımı. İster seyirci ol, ister yönetmen veya oyuncu, yeter ki önce insan ol...
'İnsan olmak' en mühimi ve sevmek, sevgiyi seçmek en güzeli... Yeter ki öze dokunsun ve candan olsun... · 
Severken seni
sevda bu
dile kolay
gözleriyle örterken geceyi
çocuk yanımı kurgular düşlere
evrenin
en güzel
yüzüne dokunmuşum gibi
parmak uçlarıma kokusunu getirir
çiçekli dallara binmiş gibi
sıcak bir düşün terinde
içim
sana sırılsıklam
sahi
birer gül inceliğinde mi
ömrünün hikayesi
buğulu bir nasihat mı
içinde ki çocuk gözlerin
severken seni,
düşlerimi süsleyişin
yağmur sonrası
bir bahar sabahı gibi
öpüyorum
alnının
ışıklı yamaçlarından
bir ağacın
dal budak saldığı kökler gibi
sende yeniden doğuyorum

Resim: Utagawa Hiroshige
1797 - 12 Ekim 1858
Japonya


13 Aralık 2018 Perşembe

Yine Yeniden Hermann Hesse

Almanya'da doğmuş İsviçreli yazar ve ressam. 20. yüzyılın en önemli yazarlarından biri olan Hesse, ilk şiirini yirmi beş yaşında yazmıştır. 1904'te serbest yazarlığa başlamış olup romanları, öyküleri, denemeleri, şiirleri, politik makaleleri ve kültür alanındaki eleştirel yazılarıyla tüm dünyada 100 milyonu aşkın okura ulaşmıştır.
Kendini kanıtlama, kendi olma, yazarın kendini yansıtması, bireyin kendini aşması gibi temaları içeren Bozkırkurdu, Siddharta, Peter Camenzind, Demian, Narziss ve Goldmund, Çarklar Arasında ve Boncuk Oyunu romanları, yazarın en tanınan edebi eserleridir.
Hesse gibi oldukça manevi konuları ustalıkla işleyen bir yazarın en sevilen 24 alıntısını sizlerle paylaşıyoruz;
"
1. ''Yalnızlık bağımsızlıktır."
"Yalnızlığı arzulamış, uzun yıllar içinde onu ele geçirmiştim. Soğuktu bu yalnızlık, orası öyle, ama sessizdi, yıldızların içinde dolanıp durduğu uzay gibi harikulade sessiz ve büyük."
2. Yaşamın müziği...
Yaşamın müziği...
"Siddhartha kulak verip dinledi. Bütünüyle kulak verip dinleyen biri kesilmişti şimdi, kendini tümüyle dinlemeye vermiş, tümüyle boşalmış, tümüyle soğurup içine alan biri olmuştu. Dinleme sanatında öğrenilecek her şeyi öğrendiğini hissediyordu. O zamana kadar bütün sesleri sık sık işitmişti, ırmağın çıkardığı bu pek çok sesi; ama sesler bugün bir başka yankılanıyordu. Pek çok sesi birbirinden ayırt edemiyordu artık, neşelileri gözü yaşlılardan, çocuksuları erkeksilerden ayıramıyordu, bir bütünlük oluşturuyordu hepsi, özlemin yakınması ve bilen kişinin gülüşü, öfkenin haykırışı ve ölen kişilerin iniltisi, hepsi birdi şimdi, hepsi içi içe geçmişti, birbirine bağlanmış, binlerce kez birbirine sarılıp dolanmıştı. Ve tümü, bütün sesler, bütün amaçlar, bütün özlemler, bütün çileler, bütün hazlar, bütün iyi, bütün kötü şeyler, tümü birden dünyayı oluşturmaktaydı. Tümü birden yaşamın müziğiydi."
3. "Ve tüm şan ve şöhretler, tüm akıllılıklar, tüm ussal kazanımlar, insanlığın yücelik, büyüklük ve kalıcılığına yönelik tüm atılımlar yıkılıp gidiyor, maskaraca bir oyuna dönüşüyor."
"
4. "Yaşam konusunda bir fikrin vardı; içinde bir inanç, bir beklenti yaşıyordu; eylemlere, acılara, özverilere hazırdın."
"Ama yavaş yavaş anladın ki, dünya hiç de senden eylemlerde ve özverilerde bulunmanı istemiyor; yaşam, kahraman rollerine ve benzeri şeylere yer veren bir kahramanlık destanı değil, insanların yiyip içmeler, kahve yudumlamalar, örgü örmeler, iskambil oynamalar, radyo dinlemelerle yetinip hallerine şükrettikleri rahat bir orta sınıf evidir."
5. "Geçmişte olan, gelecekte olan hiçbir şey yoktur; her şey vardır sadece, şu an içinde varlık sahibidir."
6. "Sızlanıp yakınacaksın da eline ne geçecek? Her şeyin hayırlı bir yol izleyip olması gerektiği gibi olduğunu, hiçbir şeyin başka türlü olamayacağını gerçekten göremiyor musun?"
7. "Müzik gibisi var mıdır!"
"Müzik gibisi var mıdır!"
"Durup dururken bir melodi gelir aklına, söylemeye başlarsın, sessiz, içinden yalnızca, varlığını melodi ile içirip doyurursun, melodi tüm güçlerine el koyar -ve sende yaşadığı sürece içindeki tesadüfi, kötü, kaba, kasvetli ne varsa silip atar, dünyayı da alır kapsamına, zoru kolaylaştırır, donup kalmış nesneleri kanatlandırır. Bir halk ezgisinin melodisi üstesinden gelebilir bütün bunların. Hele armoni! Katıksız bir uyumla bir araya getirilmiş seslerin kulağa hoş gelen ahengi, örneğin bir çan sesinde, insanın gönlünü tatlılık ve hazla besleyip doyurur; daha öncekilere gelip eklenecek her yeni sesle büyür, güçlenir bu ahenk, bazen insanın yüreğini öylesine yangına verir, hazla öylesine titretip ürpertir ki, bu kadarı başka hiçbir zevkin harcı değildir."
8. "Senin ruhun bütün dünyadır."
9. "Evet, geride kalmıştı hepsi, kadeh içilip boşaltılmış, onu yeniden dolduran çıkmamıştı."
"Yazıklanılacak bir şey yoktu, geçip gitmiş hiçbir şeye yazıklanmamak gerekiyordu. Yazıklanılacak tek şey şimdi'ydi, bugün'dü, yitirdiğim, sadece edilgen bir tutumla katlandığım, bana ne armağanlar sunmuş, ne beni fazla sarmış bu sayısız saatler ve günlerdi."
10. Her sevişmeden sonra...
Her sevişmeden sonra...
"Haz vermeden haz alınamayacağını, her jestin, her okşayışın, her dokunuşun, her bakışın ne kadar küçük olursa olsun vücuttaki her köşenin kendine özgü bir gizle donatıldığını, bu gizi keşfetmenin, keşfeden kişiyi mutlu kılacağını öğrendi. Her sevişmeden sonra sevgililer birbirlerinden, biri ötekine hayranlıkla bakmadan ayrılmamalıydılar; hem yenmiş hem yenilmiş olmalı, herhangi birinde aşırı doymuşluk ya da bıkkınlık duygusu uyanmamalı, sömürdükleri ya da sömürüldükleri duygusuna kapılmamalıdır."
11. "Bilgelik keşfedilebilir, bilgelik yaşanabilir ama bilgelik başkasına anlatılamaz ve öğretilemez."
12. "Asla bir insan ya da bir eylem tümüyle Sansara, tümüyle Nirvana değildir."
"Asla bir insan ya da bir eylem tümüyle Sansara, tümüyle Nirvana değildir."
"Asla bir insan tümüyle kutsal ya da tümüyle günahkar olamaz."
13. "Günaha pek çok gereksinim olduğunu kendi bedenimde ve kendi ruhumda yaşadım..."
"...diretmekten vazgeçip dünyayı sevmeyi öğrenmek, onu kendi arzuladığım, kendi hayalimde yaşattığım bir dünyayla, kendi uydurduğum bir mükemmellikle karşılaştırmayıp nasılsa öyle bırakmak ve onu sevmek, gönülden onun içinde yer almak için şehvete, mal ve mülke, kendini beğenmişliğe gereksinim duydum, en rezilce umarsızlıklara kapılmayı gereksindim."
14. "Evet, benim mezarımın başında cübbeleri ve duygusal hristiyan kardeşler sözleriyle o leş kargalarından hiçbiri bulunmayacaktı!"
"Ah, nereye baksam, düşüncelerimi nereye yöneltsem, hiçbir yerde beni bekleyen bir sevinç, bana yollanmış bir çağrı, beni kendine çekecek birşey yoktu. Herşeye kokuşmuş bir kullanılmışlığın, kokuşmuş yarı memnunlukların pis kokusu sinmişti; herşey eskimiş, sararıp solmuştu, gri, peltemsi, tükenmiş durumdaydı herşey."
15. "Bu, kayıkçının en büyük erdemlerinden biriydi: Dinlenmesini onun kadar iyi bilen az kişi çıkardı."
"Hiç bir şey söylemese bile, konuşan kişi, ağzından çıkan sözlere Vasudeva’nın nasıl suskun, açık yürekli, bekleyerek ruhunun kapılarının açtığını, konuşulan sözlerden nasıl hiçbirini kaçırmadığını, hiç sabırsızlık göstermediğini, ne övgü, ne yergiye başvurduğunu, yalnızca dinlediğini hissederdi hemen. Siddhartha böyle bir dinleyiciye açılmanın, böyle bir dinleyicinin yüreğine kendi yaşamını, kendi arayışlarını ve çilelerini gömmenin nasıl bir mutluluk olduğunu seziyordu."
16. "İlk kez tadıyordum ölümü ve ölümün tadı acıydı, çünkü doğmaktı ölüm, korkunç yenilikler karşısında duyulan dehşet ve ürküntüydü."
"İlk kez tadıyordum ölümü ve ölümün tadı acıydı, çünkü doğmaktı ölüm, korkunç yenilikler karşısında duyulan dehşet ve ürküntüydü."
17. "Hiçbir insan yüzde yüz kendisi olamamıştır ama yine de herkes gücü yettiğince ilerler bu yolda, kimi biraz daha gözü açık, kimi biraz daha gözü kapalı."
18. "Oysa ben hep dışarıdaydım, hep kıyıda kenarda kalacaktım; tek başıma, güven duygusundan uzak, içi sezgilerle dolu ve bir kesinlikten yoksun yaşayıp gidecektim hep."
19. "Erkekleri görüyordum; bugün arzuyla, yarın bıkkınlıkla kahroluyor, yana yakıla seviyor, sevgilere hoyratça son veriyor, hiçbir sevgiye güven beslemiyor, hiçbir sevgide mutluluğu bulamıyorlardı."
"Kadınları görüyordum sevgiden yanıp tutuşan; aşağılanmaları ve dayakları sineye çekiyor, sonunda kapı dışarı ediliyorlar, ama bağlandıkları erkekten yine de kopamıyor, kıskançlıkları ve horlanmış sevgileriyle onurları çiğnenmiş, köpeksi bir sadakat sergiliyorlardı."
20. "Her insanın yaşamı, onu kendine götüren bir yoldur, bir yol denemesi, bir yol taslağıdır."
"Hepimiz aynı derinliklerden çıkıp geliriz ama bir taslak, derinliklerden çıkıp gelen bir yaratık olarak her birimiz kendi öz amacımıza varmak için uğraşıp didiniriz."
21. "İnsanların büyük çoğunluğu, düşen bir yaprak gibidir, kapılıp gider rüzgarın önüne, havada süzülür, dönüp durur, sağa sola yalpalar vurarak iner yere.."
"Pek az kişi de vardır, yıldızlara benzer, belli bir yörüngede ilerler durur, hiçbir rüzgar varamaz yanlarına, kendi yasalarını ve izleyecekleri yolu kendi içlerinde taşırlar."
22. "Bilinmesi gereken şeyleri insanın kendisinin tatması daha iyidir."
"Dünya zevklerinin ve dünya malının insana hayır getirmeyeceğini daha çocukken öğrendim. Hanidir biliyordum bunu, ama ancak şimdi yaşadım. Ve şimdi biliyorum, belleğimle değil, gözlerimle, yüreğimle, midemle biliyorum böyle olduğunu. Ne mutlu bana ki, biliyorum artık!"
23. "Bir babadan çocuğuna burnu, gözleri, hatta zekası kalıtım yoluyla geçebilir, ama ruhu asla. Her insan yeni bir ruh taşır kendisinde."
24. "Zaman gerçek değildir."
"Asla bir insan tümüyle kutsal ya da tümüyle günahkar olamaz. Böyle gibi görünmesi, yanılmamızdan, zamana gerçek bir nesne gibi bakmamızdandır. Zaman gerçek değildir. Zaman gerçek değilse, dünya ile sonsuzluk, acı ile mutluluk, kötü ile iyi arasında var gibi görünen çizgi de bir yanılgıdan başka bir şey değildir."
Saklı öykünmelerle

İnsan, kendi öğretisinin tutsağıysa, ona yaşamdan nasıl söz edebiliriz ki? Aydınlamanın bilincine, farkındalık yaratmaya; hayatı deneyimleyerek, yıldızları, kuşları, bebekleri ve bilgeleri açık kalple dinleyerek ulaşabiliyor insan...
Mor bir karanfil akşamında
Ruhum yalın ayak
Süzülürken geceye
İçimde ki çocukla
İstedim
Kalayım bir ömür yanında

Yürekte küçücük bir sıyrık 
Çatlak 
Buğu olmadan
Usul usul
Sindire sindire 
Seyrine dalayım senin yıllarca

İncelikli bir duyguyla 
Al mavi kanatlarının altına 
*Ne varsa işitilen koklanan 
Desin ki; seviştiler*
Yetmezlik içinde bile mutlu ve dingin olabilir insan. Her şey, doymazlık da gizlidir, büyük irdeleme ve küçük yürüyüş başlamasın bir kere; her an yaşam fışkırır hücrelerimizden; en kırılgan zamanlarda,en puslu havalarda bile. Bunları: yazgı, töre diye yutturanların suratına kalemimle, bilinçle haykırmak istiyorum. Ve evren eşlik eder, kendi kokumuza, düşlerimize, en olmadık zamanlarda bile. Yazdığım şiirlere soluk katmak, düşlerin terzisi olmak, çocuklarımın büyüdüğüne şahitlik edip, onlarla yenilenmek ve ruhumun eşini, can yoldaşımı, yaşam sofrasında ağırlamak istiyorum.
Başkalarının gözlerinde aramıyordum düşlerimi. Hayata ve insanlara beklentisiz bakıyordum, koşullu sevgilerim hiç olmamıştı. Pek çok insan yalnız gördüğüyle dünyayı algılar, aldığı kadarıyla yorumlar. Aslında her şeyin kendi içinde bir dili vardır ve her şey bir o kadar doğurgandır yaşamda. Yaşam felsefeme baktığımda: insanca yaşamak, insanı sorumluluğumu yerine getirmek, doğaya, yaşama saygılı davranmak, bu dünyadaki konukluğumu güzelliklerle taçlandırmaktı dileğim.
Duygusal ve spiritüel bakışın dışına çıkıp, reel kalıplar içinde analiz ettiğimde çevremi,dışarıda gürül-gürül bir mavi-yeşildir gidiyor.dünya büyüleyen bir zekanın tasarladığı,üstün yetenekli bir ressamın her sabah tekrar çizdiği,
dünya ölçekleriyle kabul görmüş bir tablo gibi mucizevi güzellikte.
Bende ise bu tablonun tadına varabilmenin vahasına çıkabilmek için,aşk ve samimiyet kaynaklı bir zarafet koridorundan süzülmek-çözülmek gerekiyor...
Bir dostun muhabbetinden,bir aşkın nefesinden düştüysen uzağa;
pırıltısız,kanatsız,çığlıksız bir kuytudan öte bir şey değildir dünya.
Harika bir dünya sahnesi var ve herkese yetecek kadar görev dağılımı; ister seyirci ol, ister yönetmen veya oyuncu;yeter ki insan olalım. 'İnsan olmak' en mühimi ve sevmek, sevgiyi seçmek en güzeli ! Yeter ki öze dokunsun ve candan olsun, hakka, adalete, sevgiye ve demokrasiye inanalım.
Limon ağacıyla limonlar, nar ağacında nar ve illaki güneşte kızarmak isteyen üzümler.
Sonra yukarıda başımızın değmediği gök, ayağımızın bir basamadığı toprak ve denizler uçsuz bucaksız. Gerisi boş, yalan, insana ait olan. Gerisi boş, biz geçerken var hepsi !
Hayat bizi yargılamaz, kendi içinde ki öze ulaştırmak için, bütün evreni kalbimizle dinlemeye davet eder. Yengilerimizi de, yenilgilerimizi de cesaretle karşılayıp, yeri geldiğinde, hoş çakal demenin zarafeti de bir başka.

Olcay Kasımoğlu
 HERMANN HESSE'DEN SEÇMELER

''Hermann Hesse 1877 Almanya doğumlu. Birinci Dünya Savaşı sırasında Alman militarizmini protesto etmek için İsviçre'ye yerleşti. İkinci Dünya Savaşında kitapları Naziler tarafından yakıldı. Çocukluğunda ve gençliğinde intihara meyilli olduğu için hastane ve kliniklerde yattı. Jung'un öğrencisi Lang tarafından ona uygulanan psikanaliz iç dünyasını zenginleştirdi.
İnsancıllığı, barışseverliği ve insan yaşamını irdeleyen felsefesi ; bilhassa "Bozkırkurdu" ve "Sidarta" romanlarında belirgindir. 1946 yılında Nobel Edebiyat Ödülü aldı. Doğu edebiyatına olan yatkınlığı ve bu konudaki bilgi ve etkinliği, özellikle 1960'lı yıllarda Amerika'da canlanan Budizm ve Zen Budizm akımları sırasında, en çok okunan yazarlar arasına girmesine neden oldu. 1962 yılında İsviçre'de öldü...
Onun "İnanç da, Sevgi de Aklın Yolunu İzlemez" adlı deneme kitabından seçtiklerim....
...Bir insandan nefret edip ona kin duyuyorsak, aslında onun şahsında kendi içimizdeki bir şeyden nefret ediyor, buna kin duyuyoruz demektir. Kendimizde var olmayan bir şey bizi kızdırmaz...
...Birbirimizi anlayabiliriz, ama yorumlamaya gelince herkes yalnızca kendisini yorumlayabilir..
...Dünyaya ayak uyduramayan kişi, kendi kendini bulmaya yakın olandır. Dünyaya ayak uyduran kişi ise kendini bulamaz, ama parlamentoda milletvekili olabilir...
...Yasalar ve kurallar bireyler için değil, çokluklar, sürüler, halklar ve kolektif içindir. Gerçek kişilik sahiplerinin yeryüzünde işleri zordur ama güzeldir. Beri yandan, sürünün koruyuculuğundan yararlanamasalar da kendi hayal güçlerinin hazlarını tadarlar...
...Hiç kimse kendi içinde yaşamadıkça başkalarının ruhundaki bir kıpırtıyı duyumsayamaz...
...Kendi ruhunun kuşkularla dolup taştığını bilen biri, başkaları hakkında yargılar verip onları eleştirmeyi aklından geçirmez...
...Sonuna kadar yaşanıp çözümlenmemiş her sorun, dönüp dolaşıp ileride yeniden karşımıza çıkar...
...Sevdiğimiz, hoşlandığımız şeye dönüp dolaşıp sarılır, tutunur ve bu davranışımızın da sadakat sayıldığını düşünürüz ; oysa uyuşukluktan başka bir şey değildir...
...Bir insanın eğitim düzeyi ne kadar yüksekse, yararlandığı ayrıcalıklar o kadar fazla olur ; beri yandan, dar zamanlarda göstereceği özveriler de o kadar büyük olmak zorundadır...
...Anlamsızlık nasıl bir solucan için bir üzüntü kaynağı oluşturmuyorsa, insanların çoğu için de asla bir üzüntü sayılmaz. Ne var ki, bu üzüntüyü duyup bir anlam arayışına soyunan az sayıdaki kişiler insanlığın anlamını oluşturur...
...İnsanı dışarıdaki kör bir gücün oyun topları değil, doğarken yanında getirdiği yeteneklerin, güçsüzlüklerin ve diğer kalıtımsal özelliklerin bir toplamıdır. Anlamlı bir yaşamın amacı içteki sesin çağrısını işitmek ve bu çağrıya elden geldiğince uymaktır. Dolayısı ile, izlenecek yol, kendi kendini tanımak, ama kendini yargılayıp değişmek istemek değil, yaşamı, içimize sezgi olarak önceden yerleştirilmiş biçimine elden geldiğince yaklaştırmaya çalışmaktır...
...Bir yetişkin, fazla bir anlayıştan yoksun, içini güçlülük duygusuyla dolduran bir üstünlük edasıyla davranır çocuğa. Derken bir an gelir ; üstünlük duygusunun sadece karşısındaki varlığı tanımamasından kaynaklandığı görülür...
...Çocuktaki pek çok şey anne ve babaları rahatsız ettiği için huysuzluk sayılır ; oysa çocuk kendisi için doğal ve masum davranışları bir vicdan rahatlığıyla sergilemektedir...
.
...Dinlerden birini ötekisine üstün tutamam. Bu yüzden de düşünsel yücelik ve özgürlüğe rastlanmayan, kendisine ötekilerin hepsinden üstün, biricik doğru din gözüyle bakan, kendisine mensup olmayanları yolunu şaşırmış gören hiçbir dinin inananları arasında yerim yoktur...
...Doğanın armağan ettiği yeteneklerle kendi kendisini gerçekleştirmeye çalışan bir insan, en yüce ve biricik anlamlı davranışta bulunmuş olur...
...Dindarlık güven duygusundan başka bir şey değildir. Güven duygusuysa çocuklar ve ilkel insanlardaki gibi sade, sağlıklı, kendi halindeki insanlarda bulunur...
...Yaşama anlam kazandıracak tek şey varsa, o da sevgidir. Sevme ve özveri gücümüz ölçüsünde yaşamımız anlam kazanır...
...Korkunç bir sefalet ya da ince bir duygulanmışlık kulaklarımızı açıp kalplerimizi yeniden sevgilere güçlü kıldığı zaman anlar, biliriz ki, Tanrı her birimizin içinde yaşamaktadır. Yeryüzündeki her karış toprak, bizim yurdumuz, vatanımız, her insan bizim yakınımız, bizim kardeşimizdir. İnsanların değişik ırklara, değişik dinlere ve partilere ayrılması bir hayal ürünü, bir aldatmacadır...
...Kişi, alnına yazılmışsa, bir gün gelip kendisini öylesine yalnız, öylesine koyu bir yalnızlık içinde bulur ki, varlığının alabildiğine derinliğindeki "ben"inin içine çekilmekten başka bir şey gelmez elinden. Ama derken yalnızlığın sona erdiğini görür ansızın. Varlığımızın alabildiğine derinliklerindeki "ben", aklın kendisidir. Tanrı'dır, bölünüp parçalanmaz olandır. Böylece daha önceki yalnız kişi kendini yine dünyanın ortasında bulur. Dünyanın bin bir türlü netameli nesnelerinden korunmuş durumdadır artık. Çünkü dünyada ne varsa benliğinin derinliklerinde hepsiyle birlik ve beraberlik içinde duyumsar kendini...
...Bilgi başkalarına iletilebilir, bilgelikse hayır..Bilgelik aranıp bulunabilir, yaşanabilir, bilgelikle dolabilir insanın içi ; bilgelik insanı taşıyabilir, ama dile getirilemez, öğretilemez bilgelik..Bir doğru ancak tek yanlı olması durumunda açığa vurulabilip sözcüklere dökülebilir. Düşüncelerle düşünülebilip sözcüklerle söylenebilen her şey tek yanlıdır ; bütünlükten, yetkinlikten, birlikten yoksundur. Ne var ki, dünya, içimizde ve çevremizdeki varlık, asla tek yanlı değildir...
...Üzerinde konuşulmaya görsün, en yalın şey bile hemen çetrefil ve anlaşılmaz nitelik kazanır..
...Hiçbir şey düşünmeden dalgın okumak, güzel bir kırda gözleri bağlı olarak gezmeye benzer. Kendimizi ve günlük yaşamımızı unutmak için değil, bilinçli ve olgun bir tutumla kendi yaşamımızı yeniden sağlam ellerimize almak için okumalıyız. Ürkek öğrencilerin soğuk bir öğretmenin karşısına çıkışı, ipsiz sapsız birinin içki şişesine el atışı gibi yaklaşmamalıyız kitaplara. Kitapların karşısına çıkışımız, kaçaklar ve gönülsüz yaşayanlar gibi değil, dağcıların Alpler'e tırmanışı, savaşanların silah ve cephane deposuna koşuşu gibi olmalıdır...
...İstemelerin bakışı saflıktan uzak ve çarpıtıcıdır. Ancak hiçbir istekte bulunmadığımız, ancak bakışımız katıksız bir şeyin niteliğini kazandığı zamandır ki nesnelerin ruhu kapılarını açar önümüzde, güzellikleri karşımızda buluruz. Satın almayı düşündüğüm, ağaçlarını kestirmek istediğim bir ormana baktım mı, ormanı değil, yalnızca onunla benim isteğim arasındaki ilişkiyi görürüm. Ama ormandan beklediğim bir şey yoksa, kafamda belli bir düşünceye yer vermeksizin yeşil derinliklerinden içerilere uzanır bakışlarım ; ancak o zaman gördüğüm orman gerçek ormandır, doğadır, bitkidir ve güzeldir...
...Çocuklar yüce kalpli varlıklardır. Hayal güçlerinin büyüsüyle ruhlarında karşıt nesneleri bir arada barındırmanın üstesinden gelirler ; oysa büyüklerin kafasında söz konusu nesnelerin birbiriyle çatışması en çetin savaşlara ve ikilemlere yol açar...
...Mutluluğu yaşamak her şeyden önce zamandan, dolayısı ile gerek korku, gerek umuttan bağımsızlığı gerektirir ; bu yeteneği de insanlar geçip giden yıllarla birlikte elden çıkarır...
...Bir an uğruna kendini gözden çıkarabilmek, bir kadının gülümsemesi uğruna kendini feda edebilmek, işte budur mutluluk !...
...Dünyada her şeyi taklit edebilir, sahtesini yapabilirsiniz, sevgiyi hayır. Sevgiyi çalamaz, taklit edemezsiniz. Kendini tümüyle karşısındakine verebilen kalptir sevginin yeri. Bütün sanatın kaynağı da budur...
...İnsanın ölümü öylesine ağır bir tempoyla gerçekleşiyor ki !.. Gıdım gıdım ölüyor insan.. Dişlerden, kaslardan ve kemiklerden her biri, sanki sizinle arası çok iyiymişçesine özel bir vedayla size veda ediyor...
...Biz yaşlılara düşen, yeni gençliği yadsımak, şu ya da bu şekilde onları aşağılamak değil, kendilerini anlamak, elimizden geldiğince kendilerini tanıyarak sevmesini öğrenmektir...''
Çimenlerde ki çıplak ayaklar
.Hiç kimse kendi içinde yaşamadıkça başkalarının ruhundaki bir kıpırtıyı duyumsayamaz...
''Büyük kederleri unutturacak büyük mutluluklar bulmak,derin ve keskin acılar yaşamakta olan insanlar için neredeyse imkânsızdır. Taşınması zor bir azabın altında ezilen insanlar, bazen büyük bir mutluluk ihtimali kapılarını çalsa da o kapıyı açacak gücü ve cesareti kendilerinde bulamazlar. Hatta sessizce durup kapılarını çalan bu beklenmedik yolcu gitsin diye beklerler. Kederli insanları yeniden hayata döndürüp yüzlerini gülümsetecek tılsım, küçük, ani ve kısa sevinçlerde gizlidir.
Temennimiz ne peki?
Tabii ki merkezi yerde bir büfe veya Sayısal’dan çıkacak olan para değil. Şükür ki, parayla mutlu olunamadığını da gördüm; parasızlıkla daha da mutsuz olunacağını da.
Yetecek kadarı, hayatta kalabilecek kadarı…
On tane evin de olsa birinde oturabileceğimizi anladığımız, beş tane arabamız da olsa aynı anda hepsini süremeyeceğimizi algıladığımız, milyarlık telefonlarımıza bir “Özledim” mesajı gelmediğini fark ettiğimiz anda, tüm modern insanlar olarak şunu istediğimize karar verdim:...
Öyle büyük şeylerde gözüm yok hiç;
Küçük mutluluklar diliyorum, küçücük…
Bir çocuk saflığında gülüşler,
Islanmış çimenlerin kokusu,
Çimenlerdeki çıplak ayaklar,
Bahçedeki gül ağacı, mis kokulu çiçekler,
Gıcırdayan salıncak,
Çocukken oynadığımız oyunlar tadında sımsıkı sarılışlar,
Ruhumuza dokunan şarkılar,
Akordu bozulmayan bir yaşam bestesi,
Maskelerden arınmış yüzler,
Sımsıcak kahkahalar,
Çatılmayan kaşlar,
Gün doğumları,
Hepsi bu!''
Yıl 2008 İstanbul Kadıköy, rıhtımda vapur beklerken bir kağıda karalamışım.
Hiç düzeltme yapmadan o ilk haliyle bir çalışma♥

''Bu Şehir Aynasız
Kış ortasında
Kocaman güneş görürdüm gökyüzünde
Ufak adımlar atardım her gizini sindireceğim diye
Beynimin kıvrımları gibi ezbere bilmek isterdim her karesini
Gözümde tüm insanlar kardeşti
Oysa tüm aynalar sırça kürede dibe vurmuştu bu şehirde
Kol-kanat geziyordu görüntüsüz her türlü işkence
Bir şeyler vardı bir eksiklik ki her şeyi silen
Sevda yoktu bu şehirde içtenlik çamurlaşmıştı
Ses yalan söz yalan söylüyordu eller karanlık gibi kördü
Baştan sona sefalet ve haksızlıklarla dolu bu şehirde
Kıyım kahramanlık gösterisi olmuştu
Neyine düşüne uyanır ki insan bu şehirde
Mutluluğun resmi düşlerde kalmış üşüyor insan içi
Bu şehir yüreğimin sessizliğine hüzün tohumları ekiyor
Yürekten geleni ayıp sayıp kurtlar sofrasına övgüler diziyor
Bu çelişkiler bir nehrin tükenişine benziyor yavaş yavaş ölüyor bu şehir...''
Resim; Eski İstanbul esnaf çarşısından
Mayakovski aşktır


''20.yy Fütürist akımın en önemli temsilcileri arasında yer alan Vladimir Mayakovski,1893 yılında Gürcüstan’da doğdu. Babası öldükten sonra annesiyle birlikte Moskova’ya taşınan Mayakovski, henüz 14 yaşında olmasına rağmen sosyalist düşüncelerden etkilendi ve bu yönde propaganda çalışmaları yapmaya başladı. Annesi o yılları şöyle anlatır: ”Okula gitti ancak, zamanının çoğunu derslere vermek yerine propagandaya ayırdı. Daha 14 yaşında idi ancak 19 yaşında biri gibi davranıyordu ve çok ateşli idi. Parti üyeleri onunla görüşmeye geliyor, onunla buluşuyor ve devrim için ondan faydalanıyorlardı. Vladimir adeta yaşlanmıştı.”
“Paris’te ölebilirdim
Moskova diye bir kent olmasa”
Mayakovsky ve ailesi
Mayakovski ve ailesi
Mayakovski, katıldığı eylemlerden dolayı okuldan atılır ve bir süre sonra örgüt propagandası yapmaktan evi basılır. Bu esnada gizli bilgilerin de yazıldığı not defterini yutar. Daha 15 yaşında12 ay bir hücreye kapatılır, hapisten çıktıktan sonra Moskova Resim ve heykel okuluna kaydolur.
Gezegenimiz
Sevinç duymaya
Fazla elverişli değil daha.
Sevinci
Gelecek günlerden
Koparıp almamız gerekiyor.
Kurmaca romanları sıkça okuyan Mayakovski, bir taraftan da sürekli yazılar yazmaya başlar. Halkçı çalışmaları onu okuldaki diğer öğrencilerden farklı olmasını sağlamıştır.
vladimir-mayakovski
Nazım Hikmetin etkilendiği şairler arasında yer alan Mayakovski, 1911 yılında Fütürist harekete katılır ve burjuvayı eleştiren, sarsıcı edebi eserler ortaya çıkarır.
“Birey!
Ne saçma şey!
Bireyin sesi hafiftir, cıvıltıdan bile.
Kim işitir onu?
Karısı mı?
Belki.
Tabii o da,
Çarşıda değilse.
Şiir, oyun, film ve tiyatro alanında pek çok eser ortaya çıkaran Mayakovski’yle ilgili; Gorki’nin eşi Maria anılarında şu şekilde bahseder: “1918’de Mayakovski’yi sahnede izledim. Bana göre o eğer bu meslekte ilerlese idi müthiş bir oyuncu olabilirdi”. Eski sanat anlayışını da kökten yıkılması gerektiğini savunan Mayakovski, sokaklar fırçamız, alanlar paletimizdir” sloganı ile sanatı kitlelere ve sokağa indirmiştir. Bu anlayışla, Sovyetlerin sokakları, meydanları sloganlar ve fütürist resimlerle donandı.
Mayakovskinin_odasi
Myakovski’nin çalışma odası
Ama
Baküs gibi kandan sendeleyerek
bir savaş başlasa bile,
hiç solmaz aşk sözleri.
Sevgili Almanlar!
Bilirim,
sizin dudaklarınızda Goethe’nin
Greten’i var.
Ekim devrimiyle birlikte ünü gittikçe yayılan Mayaokoski’den övgüyle bahseten Lenin, bir konuşmasında “Mayakovski’nin şiirlerinden pek bir şey anlamıyorum ancak onun meydanlarda savaşacak bir uzman olduğunu hissediyorum. Onun yazdıkları siyasi açıdan belki tartışılabilir. Şiirlerinde çok fazla politik bir şey yok, insanları bir şeye davet eder bir hava yok. Şiiri komünistleri birleştirmeye yetmez. Ama politik bakış açısının doğru olduğuna inancım sonsuz” demiştir.
Russia-2000-stamp-Vladimir_Mayakovsky-için-basılan-posta -pulu
Mayakovski için basılan posta pulu
1925’te yakın dostu Sergey Yesenin intihar eder. Yesenin’in, son şiirini okuyan Mayakovski çok etkilenir.
”Hoşçakal, dostum, el sıkışmadan, konuşmadan
Hüzünlenme ve eğme kaşlarını, mutsuz;
Yeni bir şey değil ölüp gitmek bu yaşamdan,
Ama yaşamak da daha yeni değil kuşkusuz.”
sergey-yesenin
Sergey Yesenin
Kendisi de Yesenin’e itafen bir şiir yazar.
“Sürer mi ölümü
Hiç insan
Tebeşir tozu gibi
Yanaklarına?
Şu yaşamda
En kolay iştir ölmek
Asıl güç olan
Yeni bir hayata
Başlamak…”
Mayakovski, dostu Yesenin’in ölümünden 5 yıl sonra 1930’da bir mektup bırakarak silahla intihar eder.
Hepinize!
İşte ölüyorum. Kimseyi suçlamayın bundan ötürü. Hele dedikodudan, unutmayın ki merhum nefret ederdi… Anacığım, kardeşlerim, yoldaşlarım! Bağışlayın beni. İş değil bu, biliyorum (kimseye de öğütlemem), ama benim için başka bir çıkar yol kalmamıştı. “Bir varmış bir yokmuş” derler hani :
aşkın küçük sandalı hayat ırmağının akıntısına kafa tutabilir mi! dayanamayıp parçalandı işte sonunda…
Kadiri mutlaksın sen, iki kol yarattın
Bir kafa uydurdun
Her birimize, peki,
Peki ama neden acı çekilmeden
Sevişilmez, sevişilmez, sevişilmez ki…''
Fuocoammare (Denizdeki Ateş) 2016
Yönetmen: Gianfranco Rosi
https://ultrafilmizle.tv/denizdeki-ates-fire-at-sea-fuocoammare-2016-turkce-altyazili-izle/


"Çevreyolu belgeseli ile 2013 yılında Altın Aslan kazanan Gianfranco Rosi, Berlin´den Altın Ayı ile dönen yeni belgeseli Denizdeki Ateş'te günümüzün en acil ve en önemli toplumsal sorununa değiniyor. Film, özellikle Kuzey Afrikalı mültecilerin Avrupa'ya giriş noktası olan, İtalyan adası Lampedusa´da geçiyor. Rosi, adanın çeşitli sakinlerinin hayatını takip ediyor: bir balıkçı ailesi, bir radyo DJ´i, adada göçmenlerle ilgilenen tek doktor ve büyükannesi ve amcası ile yaşayan 12 yaşındaki Samuele... Bir anlamda filmin yıldızı olan Samuele´nin göz hastalığı, sapanla oynadığı oyunlar, hatta onunla ilgili hemen her şey Avrupa´nın göçmen sorununa yaklaşımıyla ilgili bir metafora dönüşüyor."
Belgesel, Avrupa’da göçmen krizinin cephesi olan İtalya’daki Lampedusa Adası’ndaki yaşamı ele alır. İtalya’nın güney kıyısından 200 km uzaklıkta yer alan Lampedusa, son yıllarda Avrupa’da yeni bir hayatın hayalini kuran, Afrika ve Ortadoğu’dan gelen binlerce göçmenin umut limanıdır. Gianfranco Rosi bu Akdeniz adasında aylarını geçirerek oranın tarihini, kültürünü ve 6.000’lik yerleşik nüfusu olmasına rağmen haftalık yüzlerce göçmen alan bu bölgenin günlük gerçeklerini yakalar. Belgesel, on iki yaşındaki adanın yerlisi olan Samuel’e odaklanır. Deniz kültürüyle dolu olmasına rağmen Samuel, sapan ile avlanmayı ve karada vakit geçirmeyi sever.''

Kaan Müjdeci, Evrim Kaya, Şenay Aydemir ve Fırat Yücel'in hazırladığı, Türkiye'de film dağıtımındaki tekelleşmeyle ilgili harika bir belgesel.
Türkiye’de Tekelleşen Film Dağıtımı” belgeseli, ilk olarak 35. İstanbul Film Festivali’nde seyirciyle buluşmuş ve sektörde de çok ses getirmişti. “Kapalı Gişe”, görüşlerini aldığı yapımcılar, yönetmenler, dağıtımcılar ve ekonomistlerle birlikte, seyircinin seçme özgürlüğüne engel olan bu çarpık ekonominin yarattığı tahribatın izini sürüyor. Belgesel; sektörü, etkileri git gide daha ağırlaşan bir krizin içine atan bu duruma çare aramak için bir ilk adım niteliğinde.
Beaches adlı filmden..
Hoşuma gitti...
http://unutulmazfilmler.pw/the-beach-kumsal.html
''Benim gölgemde kaldığın için yüzün üşümüş olmalı
Sen hep benim ışıldamamı sağlarsın, bu senin tarzın…
Hep bir adım geriden gelirsin
Sen belki küçük bir şey için çabalar dururken ben hep zaferler kazandım.
Uzun zamandır adı konmamış, mükemmel bir yüz
Acının arkasında gizlenmiş, mükemmel bir gülümseme…
Benim kahramanım olduğunu biliyor muydun?
Olmak istediğim her şey?
Bir kartaldan bile yükseklere uçabilirim
Sen benim kanatlarımın altındaki rüzgarsın…
Belki bu kimsenin dikkatini bile çekmedi ama
Ben, bütün kalbimle, her şeyin farkındaydım…
Senin de gerçeği bilmeni istiyorum… Evet, evet… Bilmelisin.
Ben sensiz hiç bir şey olamazdım…
Benim kahramanım olduğunu biliyor muydun?
Olmak istediğim her şey?
Bir kartaldan bile yükseklere uçabilirim
Sen benim kanatlarımın altındaki rüzgarsın…
Sana hiç kahramanım olduğunu söylemiş miydim?
Sen her şeysin… Her şey… Olmak istediğim her şey…
Bir kartaldan bile yükseklere uçabilirim
Çünkü sen benim kanatlarımın altındaki rüzgarsın…
Kanatlarımın altındaki rüzgar…
Sen benim kanatlarımın altındaki rüzgarsın…
Yüksel… Yüksel… Beni daha yükseklere çıkar
Sen benim kanatlarımın altındaki rüzgarsın…
Uç… Uç… Yıldızlara kadar uç
Uç ki, gökyüzüne dokunabileyim
Teşekkür ederim, teşekkür ederim
Tanrı’ya… Senin için…
Bir kartaldan bile yükseklere uçabilirim
Sen benim kanatlarımın altındaki rüzgarsın…''

Wind Beneath My Wings – Bette Midler.
Düşlerimin sabahına
''Sevmek, başkasının ruhuna geçmektir.
Sevmek, hayat yaratmaktır ve sevgi neredeyse, hayat oradadır..
Bir gün yaşlı bir amca,elinde elma olan genç kıza seslenir, elmaları kime götürüyorsun kızım.? Kız da sevdiğime der...
Peki kaç elma var elin de deyince, ben sevdiğime giderken elmanın hesabını mı yaparım dede.!.''Gönlünde incelik barındırmayanlar ne bilsin, akıl dayatmaları toplumdan, Kalbin konuşması, sonsuzluktan gelir...
süzülüp
mavi göklerden
kanadı kırık bir kuşun
çırpınışı vardı gidişinde
oysa benim
kanatlarına yüklediğim yüreğim
özgürlük kadar uzaktı sana
kuşların kanat çırpışları
süzülürken
düşlerimin sabahına
tutsaktı duygularımız
güle zehir içerenler
tenlerimizin içinden silindir gibi geçtiler
uykularımıza başlayışlarımız kalabalık
yüreğimizde ki özlemler kimsesizdi
ve suçsuzdu bedenimiz
kulaklarımız
sevdiklerinin sesine hasret
uykularımız delik deşik
sevinçlerimiz öksüz,
gönül bahçemiz tarumar
pencerelerimiz kör
kapılarımız kilitliydi
sendeki direnç zulüm
bendeki hayat seyirlik değildi
zeytin dalına tünemiş kuşların
gittiği diyarlarda
benim ruhum arafta güvercindi
yaşarken ölmek değilse neydi bu
ben içeride
özgürlük dışarıda yaşlanırken
selam olsun
teni zeytin kokan güzel insanlara
olcay
Yaşamak direnmektir

nicedir soluğum
eski ezgilerle
bilinmez biçimler çiziyor içime
al beni
acıları emziren bu yerden
aşıla yüreğine
tohumla sevgiye
sevgi ormanında büyüt
ağaçlar
soluğumda yeşillensin
çiçekler
gözlerimin içinde gülsün
kaç dönüm bilmem
yüreğimde ki iklimin
yeni soluk kat yüreğime
ayarla sevgiye
çok uzaklarda
bir yıldızda kalmasın kalbim
gözlerimden alma rengini
gökyüzüne yeni maviler gelsin
esinlensin yengilerim
söylensin umudun türküsü
çok şiirler biriktirdim avuçlarımda
yüreğimin toprağı ol bas bağrına
sevginin
ayıplara kurban edildiği bu çağda
dizeler çiçeğiyim...
Ben sahip olduklarımın tadını çıkarmayı öğrendim hayatta.
Keşkelerle, kuruntularla, ahlar-vahlarla, sahip olamadıklarımın veya olamayacaklarımın derdine tasasına ayıracak zamanım yok.
Yaşamı yedeğimde saklamak değil; yaşamı, yaşanılır kılmak ve anlamlı yaşamak istiyorum diye bilmektir, yaşamak.
Biliyorum ki, benim iradem dışında; güneş doğacak, çiçekler açacak, rüzgar esecek, yağmur yağacak ve olması gerekenler kendiliğinden olacak. 
Önemli olan, bu dengenin içinde biz ne öğrendik neye şahit olduk ve hayatımızı bunlarla ne kadar bütünleştirdik, sesimizi ne kadar katabildik ?
Her günün, yeniden doğmak olduğu; her nefesin ışık süzmesiyle yeniden yaşamak olduğunu, özlemlerin, ihanetlerin olmadığı bir ''erguvan imparatorluğunda'' yaşam tacını takıp, içtenlik, erinç, coşku ne varsa olanca görkemiyle yaşamaktır, yaşamın anlamı...
Artık mutlu olmak kadar acılardan da da öğrendik hayatın bir gelişme olduğunu lakin satın alamadığımız ''bir örtüye bürünmüş yalnızlığın'' etrafımızda kol gezmesini istemiyoruz artık.
Binlerce rengin içerisinden sıyrılıp ''mutluluğun rengine tutulmuş hayatı'' kucaklamaktır dileğimiz.
Olcay Kasımoğlu


Özgün ve Özgür Sevgiler
ey yar
bakma sen ak saçlarıma
körpe düşler içerisindeyim
daha son söz söylenmedi
yıllar yüzünü dökmedi daha
aşkın yayılma sesi
zencefil kokulu bir bahar gibi
sırnaşır durur burnuma
değiştirir
başkalaştırır
büyütür beni
suskunluğun bilgisiyle döllenmiş
o suskun dudakların geçişinde
sar beni öpüşlerin ipeğine
ver elini elime
çevir soluğunu mavi göğe
sevgiye giden çoğul mavilik
hayatin kılcal damarları arasından geçiyor
beni yeniden bir bekleyişe davet ediyor
içimde ki çocuk aşk bahçesinde geziyor
tenime karanfiller yağıyor
İnsan özgür doğar, sonra kalıpların içine alınır.
Mülkiyetin değer kazandığı kapitalist düzende, mülkiyete sahip olanlar,olmayanların üzerin de adaletsiz yöntemlerle kendilerine bağımlı kılarlar.
Bu tarz insanlar, bilim ve eğitimi özel mülkiyetli sistemin eline vererek maddi ve ahlakı gelişmeyi, kendi tekelinin dışında oluşmasına izin vermezler.
Buda yetkili mercilerin sözsüz ve sorgusuz bir insan topluluğu yaratılması amacına hizmet eder. Aslında bunlar birbirine bağlıdır.
Dünya üzerinde herşeyin bir karşıtı vardır.
Biz buna karşıtların mücadelesi diyoruz. Bütün değişimlerin kaynağı da budur. Dünyayı doğru yorumlamaya başladığımız andan itibaren, sırlara nail olmanın ve değişimlerin dünya üzerindeki gücünü ve nedenlerini kavradığımızda, nicel birikimler nitel sıçramalara neden olacaktır...
Ve Uyuyan Bilinç;
toplum olaylarına duyarlı değildir, ben merkezcilik ve bencillik hakimdir. ''Bana dokunmayan yılan bin yıl yaşasın'' onun için en uygun baş slogandır yada anlamının doğurdu gibi duyarsız, insancıl olmayan yaklaşımlar içerisinde kendi dünyasını haklı kılmaya çalışır.
Böyle bir bakış açısına hoş görü beklemek, sağlıklı bir insan beklentisi değildir.
Oysa eylemlerinden sorumlu bir varlık olmak, bir kişinin ne yapması gerektiğini belirlemeyi de içermektedir ki, bu da bilgi sahibi olmayı, güdüler üzerinde düşünmeyi gerekli kılar.· 
ağırdır yeryüzüyle yaşamak
hafiflemek, kuş olmak isteyen
sevmeli kendini
örselenmiş bir sevgiyle değil
sağlam bir sevgiyle sevmeli
sevmeli ki
dolaşabilmeli diyar diyar
katlanabilmeli kendine
insan ki
en çok kendine gömüdür
özgür soluğu
kapatılmış ruhları
çıkarmalı gün yüzüne
kendini ince ince işlemeli sevgiye
var olan can
oluşa dolan can olmalı
inişi de yükselişi de
kendinde taşıyan
gülüşü kalkan
güneşle esrimiş can da açan
sağlam bir sevgiyle
kişi kendini diri sevmeli...
Olcay Kasımoğlu

BİR TEK YÜREK VE VİCDAN O KADAR
Sevgi illa ki yolunu bulur yaşamda; yeter ki insanlar içten ve yürekli olsun...
''İnsan kendi içinde,kendi anahtarını kaybedebilir.Yıllarca aradığı ve bulamadığı olur.Sonra bir gün kaybettiği o anahtarı başka bir insanın içinde bulabilir....anahtarı bulmanın sevinci,kapıyı açmaktan daha çok mutlu eder insanı...
Bilmem anlatabildim mi?''
Birine, birilerine karşı hissettiğimiz duygular “Ona karşı hissetmemiz gerekenler” diye önceden tarif edilmişse, onunla meselemiz bitmeyecek, hatta başlayamayacaktır bile
Bunun için de, herkes yenilenmek, temizlenmek durumundadır.
Yaşamak için gözlemlemek, gözlemlerken yenilenmek, yenilenirken ilerlemek gerekir, ancak o zaman ön yargılarımızdan arınabiliriz.
Arınan insan özgür insandır, özgür insan kendini yeniler, vicdanının sesine kulak verir.
Kaldı ki özgürlük kendini bilmektir, farkındalıktır, onurlu yaşamaktır. Önyargıdan, inat ve kibirden uzak, evrensel değerlerin kendine yer bulduğu akıllı insan bahçesidir.
Arkasından koştuğumuz bir yudum yaşam... Belki de her daim gerisinde kaldığımız şey...
Oysa;
Bilince, bakışa ve suskunluğa, bir tek yürek ve vicdan yeter.
Kaldı ki bu dünya herkes için...
Mesele bu kadar açık ve net.
Olcay Kasımoğlu
Dinlemesini bilmek ve anlamak için dinlemek.
''Say ki kayboldum, say ki kendime saklanıyorum...''
Umutlar;
Sevda kokan bir uçurtmanın kanatlarında
Rüzgarın tenine dokunmakmış
Aşk;
Bir kelebek misali
Avuçlarımdan kayan ve tutamadığım
Sevda;
Kanatları olmayan bir güvercinin
Göç ederken yalnızlığa
Yaz sıcağında üşümek
Kış ortasında yanmakmış yokluğuna.!
Kendimizi ve doğayı tanımak için, duyguları, düşünceyi ve eylemi uzlaştırmak için, bireysel ve toplumsal yaşamı uyumlaştırmak için, bencilliğe karşı cömertliği anlamak ve yaşamak için, ayrımların karşısına bütünleşme fikrini koyarak; hoşgörü, sevgi, anlayış, saygı gibi değerleri anlamak ve yaşamak için, yaşamın bilinçli bir kaşifi olabilmek için, daha iyi bir dünya ve iyi bir yaşam için; insan olduğunun farkına varan, maddi ve manevi faaliyeti sırasında hem kendi hem de toplum hayatının şartlarını oluşturan motivasyon ve eğilimlerini iç çatışmaları azaltacak şekilde örgütleyip kaynaştıran, diğer kişilik ve karakterlere karşı uyumlu davranış sergileyen, başkalarını türlü açılardan ve değişik yöntemlerle değerlendirebilen kişilikli insanlara ihtiyacımız var...
Ve dinlemesini bilen insan, sorunların tespiti ve çözümünde daha az hata yapar.
Dinleyerek daha iyi gözlemler yapar. Farklı bakış açıları edinir. Ön yargıdan uzak objektif kararlar verebilir. Problemlere yeni çözüm yolları bulur.
İnsan kendi iç sesini dinlediği zaman başkalarının sesine de derinlik kazandırır. Empati yeteneğini geliştirir. Başkalarını duygu ve düşüncelerine, kim olduğuna ve neler yaşadığına daha derinlemesine yaklaşır. Kendimizi dinlediğimiz de güçlü ve zayıf yanlarımızı keşif ederiz böylece başkalarının da artı ve eksilerine yaklaşım tarzımız değişir. Daha insanı bakış açıları kazanırız.
Dinlemek öze inmektir, bakılan ama görünmeyenlere dokunmaktır. Karşımızda ki insanlara gönül gözüyle dokunduğumuz da biz onun en yakını oluruz.
İnsanların duygularını anlamak kendimize olan güveni artırdığı kadar başkalarının da bize güven duymasına neden olur. İlişkilerin kırılganlığını ve insanlar açısından taşıdığı önemi anladığımız zaman daha dikkatli ve özverili oluruz. Başkalarının duygularını örselemeden onları anlamaya çalışırız. Kendimize ve başkalarına kulak verdiğimiz zaman evrende bizi dinler. Yoksa, neden ve niçinlerle, endişe ve kuruntularla geçen bir yaşamın değer ve anlamı ne kadar olabilir ? Mutluluğu sağlayan en temel duygu, sevgi ve ona yol açan anlayıştır. Sağlıklı ilişkilerde yürek işlerinin pazarlık payı olmaz. Sevgimiz yok hiç bir şeyimiz yok. Belki de yeniden öğrenmemiz gereken budur...

Olcay Kasımoğlu