Translate

15 Şubat 2019 Cuma

Hissetmekten çok daha fazla önemsiyorum.

SEKSENLER DİZİSİ
''SEVGİLER, SEVMELER ÜZERİNE'' İNSAN HOŞLUĞUNA VE ZARAFETİNE NE GÜZEL BİR SOLUK OLMUŞTU.
İNSANA KENDİNİ ÖZEL HİSSETTİREN, BİLİNCİ OLAN SEVGİLER...
Bir kahve içimi sohbetle arkadaşlarımın söylediklerine kulak kesildim. Sanki gizemli bir toplulukla baş başa gibiydim.
Bir anda binlerce soru dikildi karşıma.
Günün konusu ''14 Şubat Sevgililer Günü.''
''Bazen ruhumuza çakılan yapay perçinleri, kınayan gözlerin gölgesi altından çekerek çıkartırız gerçeğin beyaz ışığına.''
Bende bütün bu söylenenleri pür dikkat dinlerken, her seslenişi, sitemi ön yargısız anlamaya çalışıp, beyaz ışığa çıkarmaya kararlıydım.
Niçin sevgiden, sevmekten, sevdiğimizi söylemekten bu kadar çok korkuyoruz? Oysa sevgi yokken hayat hiçbir anlam taşımaz, sevgisiz eylemler anlamsızdır.
Sevgi olmadan hayatın içinde şiir yoktur. Sevgi olmadan dans edemezsin. Sevgi olmadan evler sadece evdir. Ve sevgisiz geçen hayat israftır.
Konuşma akıp giderken;
Kırmızı kazaklı arkadaşım diyor ki ''Bana kolye aldı,'' nedense içim şenlenmedi. Hediyesini verirken sadece kutlu olsun dedi.
Diğer sarı bluz giyen arkadaşım da ''Bana kocaman bir çiçek buketi yaptırmış'' nedense benim de içim hoş olmadı. Buketi elime verdi, sevgililer günün kutlu olsun dedi.
Mavi gömlek giyen arkadaşım ise, ''Cem karacanın CD'sini almış'' dinleyeyim diye.
Sen seversin Cem Karacayı, bugüne özel olsun diye aldım,
Daha ne istiyorsunuz arkadaşlar dedim, hatırlamışlar günün anlam ve önemini size göstermek içinde hediye almışlar.
''O öyle dediğin gibi değil, dedi mavi kazaklı. İnsan bazen duymak ister sevildiğini, değer verildiğini.''
Kırmızı kazaklı da hemen atladı lafın üstüne
'Evet, ben duymak istedim. Yer gök aşk ve sevgi sözcüklerini fısıldarken oda ruhuma fısıldasın istedim.'
Sözü sarı bluzlu arkadaşım aldı 'Katılıyorum, insan bazen, yürekte köze dönen o sevginin cızırtısını sesinde duymak ister.'
Sözün buğulandığı yerde devreye mavi kazaklı arkadaşım girdi, 'Değil mi yani, insan bazen buna ihtiyaç duyar. Hem bir insana 24 saat seviyorum diyemezsiniz, kaldı ki bu sevgi de olmaz. Benim beklentim buda değildi zaten. Bunu anlamayacaksa boşuna konuşmuş olurum zaten.
Cem karaca' nın şarkılarını dinledim, keşke o bana kendi sesinden '' Ela gözlü nazlı dilber''im deseydi, ihtiyacım olan buydu, dedim ya içim hoş olmadı.'
İçeriye mor hırkalı başka bir arkadaşımız girdi. Tabi herkes koro halinde sende durumlar ne ?
Gülümsedi 'Biliyorsunuz, altı ay oldu yurt dışına gideli, telefonla görüşüyoruz.
Yanımda olmasa da, bana bir seslenişi var dünyalara değişmem.'
Herkes merak içinde! Hadi söyle dercesine gözlerimizle biçiyoruz mor hırkalı arkadaşımızı.
''Sevgililer gününde beni aradı ve dedi ki, ''Varlığıyla can olduğum, iyi ki varsın, seni her şeyden öte seviyorum.''
Kırmızı kazaklı arkadaşım atıldı söze 'Yeni sevgilisiniz anlaşılan, yoksa söylemezdi'
'Ne münasebet' dedi mor kazaklı 'Yedi yıldır beraberiz ve her sevgi sözcüğünün bir canı olduğuna beraber inanırız. Gösteriye ihtiyaç duymayan en güzel şeydir iyi ki varsın, iyi ki seni seviyorum demek, eksiltmez insanı. Var olan eksilmez zaten. Tabi gerçekten, yüreğinizle seviyorsanız, ona değerli olduğunu hissettiriyorsanız. Hem bir ilişkinin niteliği zamanla tartılmaz, gösterilen özenin niteliğiyle tanımlanır.' dedi...
Odanın bütün havası toz duman oldu. Göz göze bakıştık. Duyduklarımız, çıplak alnın içinde bir düşünceydi sanki !
Doğru, insan o bilincine sahipse ne önemi var hediyelerin, emek sadece elle olmaz ki !
Sevgi emekti, değer vermekti, iyi hissettirmekti. Onun için neler yaptığın ve onun için nelerden vazgeçtiğindi.
Ona herhangi biri gibi davranmak değildi.
Bir asmanın taşlan sevgisiyle kucaklayın, soluğunuzla sarın sarmalayın sevdiklerinizi..
Yarın diye bir şey yok...
Bütünlüklü bir sevgiyle
Yüreğinize derinlik ekleyerek sevin
Sığ sularda oynak olmasın sevdanız...
Yunus Emre’nin 'sevelim sevilelim' sözündeki sırrını kuşanarak az ya da çok değil güzel sevelim...
Yollara-yolculuklara, sevgilere, üşürken ısınmalara; tadını bütün bunlardan alan hakiki sevmelere, kendi sıcaklığımızı gönderiyoruz...
Işığınızın ve sevginizin önce sizi, sonra yaşamınızı ve tüm evreni aydınlatması dileklerimle sevgi bilinci olan insanlarla sevgi dolu bir yaşam diliyorum...

BİR İNCE İŞTİR YAŞAMAK DEDİĞİN

Duymazdım önceleri durgun suların türkülerini/ oysa; yüreğimi gün ışığına çıkardığım dan beri/ bütün türküler sesimin rengi 
Mal-mülk yormasın yaşam keyfini, arzular nefsin kölesi olunca bükülür insan beli.
Iskalamamak için yaşamı; hayatın her zaman planlandığı gibi olmasında ısrar etmeyip, yüreğimizi o anda “olanlara” açık tutmak düşüncesi de olmalı.
Hayatın bize çelme takmasının, iç motorlarımızın arıza yapmasının en büyük nedeni; çoğu zaman istek ve arzularımızın çıtasını yüksek tutma ve gerçekte olduğundan farklı hale getirme ısrarından kaynaklanmaktadır.
Hayat her zaman istediğimiz gibi gitmez; virajları vardır, dipleri yaşarsın, üst katlarda alt katlarda dolaşırsın.
Bütün mesele bunları nasıl karşılayıp, yaşamımıza nasıl uyarladığımız ve o anın gerçeğini ne kadar kabul edebildiğimizdir.
Bunun içinde; ruhsal olgunluk ve sağlıklı bir sevgi anlayışına sahip olmak gerekir.
Yüreğinizi bu şeklide açarken amacınız yakınmalardan, reddedilmekten, ya da, başarısızlıktan hoşlanıyormuş gibi görünmek olmamalı sadece hayat umduğunuz gibi gitmediğinde iç motorlarımızı çalıştırıp, ben ne yapabilirim, bana düşen ne, nasıl başa çıkabilirim ?
Yoksa ben bittim, lanet olsun, neden ben gibi serzenişlerin hiç kimseye faydası yok.
Hayat hiç kimseyi kayırmaz, torpil yapmaz.
Yaşamın içinde, hayatın her zaman aynı çizgide gitmeyeceği bilincine sahip olduğumuzda perspektifimiz derinleşir.
Hayat anlaşılır ve eğlenceli olur. Her şeyine rağmen !!!
Olcay KASIMOĞLU

Bekleyişler bulur sahibini

İnsan ilişkilerini bir ağacın dallarına benzetirim. Dikkatli baktığında aynı kök üzerine kurulu bu dalların hiç biri, yön olarak, ebat olarak birbirine benzemezler. Bir kısmı gölgede bir kısmı güneşe doğru bir kısımda yere yakındır. 
İnsan yaşamının koşullara ve imkanlara göre nasıl çeşitlendiğini hatırlatır.
Hepimiz insanız lakin hayatın içinde düştüğümüz kareler bile aynı rüzgarın yönüyle esmez..Kimimiz hayata 1/0 yenik başlar kimi el bebek gül bebek, kimine sokaklar kimine de hayatı sadece seyretmek düşer ve insan, en çok kendisinden korkar.
Kendi duygularından, güçsüzlüklerinden, zaaflarından, acılarından, coşkularından ürker.
Onun için kaçar yaşamdan, aşktan, öfkeden, sevinçten, kendisinden kaçar.
Ve sonra yaşam, hepimizi kendi sofrasında ağırlar.
İnsan; hayatı keşif etmeye, değişmeye başlar.
Hayatın özü değişimken değişmemek, dönüşmemek için direnmek bir çiçek tohumunun hayır ben büyümeyeceğim böyle kalmak istiyorum demesine benzer.
Değişmek, gelişmek insan olmanın anlamıdır, beyinde başlar; düşün karar ver ve uygula.
Hayat mazeretlere kurban edilemeyecek kadar kısa öyle ise durma, geçmişinle barış kendinle barış korkularınla yüzleş ve değiştikçe geliş.
Hayatın özü değişimken değişmemek, dönüşmemek sadece yerinde sayanlara göredir. Yoksa anlamlı yaşamak isteyenler değişimin ve gelişimin, yeni şeyleri keşif etmenin ve yaşamın en büyük macera olduğunu, yaşama verdiği enerjinin önemini bilirler.
Hayat bir maceradır derken burada devam eden bir macera, bilinmeyene doğru sürekli bir serüven var.
İnsanlar, mevsimler gibidir; yaşamadığımız sürece anlamayız nedir, neye kadirdirler...
Eğer bir fırtınada, çıkan fırtınaya teslim olursan arkasından açacak güneşten nasiplenemezsin yada sağanak yağan bir yağmurun ardından doğan yediveren gök kuşağını göremezsin...
Tıpkı kasvetli ve bulutlu bir havanın ardından kendini gösteren güneş gibi olabiliriz...
Mevsimler gibiyiz, hayatın bütünlüğünden vazgeçemeyiz, her mevsimin hakkını vereceğiz...
Düşe kalka,yana yana, gülerek,ağlayarak,insan yanımızla !
Değişimi inkar insanın kendini inkarıdır, kendine yapacağı en büyük haksızlıktır. Fiziksel, biyolojik, psikolojik değişimler hayatımızın dizgileridir.
Önemli olan her değişimin dönüşümünü, yaşantımıza faydalı eylemlere dönüştürebilmektir.
Her şeyin bir bedeli var derken şarkılar, değmez mi ''yaşamın'' yaşamak gibi bir anlamı varken, yaşamı kucaklamaya, kendin için, herkes için iyi bir şeyler yapmaya ve direngen bir umutla sevgiye sarılmaya,değmez mi?
Olcay KASIMOĞLU

Mışlı yaşamdan uzak yaşamak

İnsanca yaşamak için, gösterişe, baskıya değil; bilinçli özgürlüğe ve sevgiye ihtiyaç var.
Sorumlulukları bilinçli, komplekslerinden arınmış, yaşamındaki kötü deneyimleri, talihsizlikleri hayata fatura etmeden olgunlukla göğüsleyebilmeli insan.
Evet insan sadece sevilmek ihtiyacı içinde olmamalı.
Sevmek ,sevilmek,mutlu olmak ve mutlu etmek istiyorum diyorsa yaşamda bir duruşu vardır.
Ben buna yaşamın aşuresi diyorum, hepsinden biraz. Önemli olan o hepsinden birazla lezzeti yakalamak da marifet.
Bir insanın yaşama kattıkları, kültürü, ahlak anlayışı, ait olma bilinci kendine namuslulardan olmamalı.
Dünya, onun gözünde nasıl değerli ve kıymetli kılacağını bilir.
Yeter ki özündeki insan olma ve sevgi bilinci mışlı yaşamdan uzak anlamlı, yaşanılası olsun.
Ve görmesini bilene zifiri karanlıkta bile bir nokta ışık, umut vardır.
Hayatımıza giren insanlara yüreğimizden söyleyebileceğimiz en güzel dörtlük bu olsun...
Seni "Eğer" diye sevmedim
Beklentiler olduğu için.
Seni "Çünkü" diye sevmedim
Çıkarlar olduğu için.
Seni "Rağmen" sevdim
Her şeyinle olduğun gibi,
Her şeye "Rağmen"...
Evet, iyi bir insan olduğun için, her şeyine rağmen seviyorum, seveceğim diyebilmek; bence yaşamda ki en büyük ödüldür.
Olcay KASIMOĞLU

14 Şubat 2019 Perşembe

Az yada çok değil, güzel sevin !

Özgün, dingin ve yaşamaya değer ömürler, iç sesini dinleyen,gerçek istek ve ihtiyaçlarını fark edip; gereklerini yerine getirme cesareti gösterenlere özgüdür. Hiç yorulmadan, her yaptığımızı sanki yaşamımızın son eylemi imişçesine yapmak, anlatmak, bıkmadan...
Kapitalizmin sirkinde, paranın padişahlığında, bu günün tüccarlığa tezgah açmasına karşı olsamda, var olan bir gerçeği de göz ardı edemiyorum, burada kişi ve kişilere zorlama yok.
Ne olursa olsun;
Mutluluk, büyük isteklerin, şöhretin, paranın ve ihtişamın ardında gizli değildir.
Mutluluğu sağlayan en temel duygu, sevgi ve ona yol açan anlayıştır.
Yürek işlerinin pazarlık payı olmaz/ Sevgimiz yok hiç bir şeyimiz yok.
Belki de yeniden öğrenmemiz gereken budur...
14 şubat'ımızı ağırlayan reklamlara, vitrin şamatasına bakınca, asıl mesele; insanın bunu algılama, yorumlama ve uyarlama şeklinde.
İçten bir gülüşle, bir dokunuşla ”rengin, sesin” anlamını tazelemenin hiç kimseye zararı yok.
14 şubatın cinsiyeti de yok, sadece kadınlara özel bir günmüş gibi algı yaratılıyor. Asıl Sorun, maddeciliğe, şekilciliğe, gösterişe döktüğümüzde ”özel gün olmaktan” çıkıyor.
Önemli olan, sevgiyi korumak; anlamak, özen göstermek.
Sevgi, çoğu zaman: yaşanılan anları, anlamlı kılmaktan ziyade, bir beklentiye dönüşüyor. Birlikte yaşadığımız insanlardan, bizi her koşulda mutlu etmesini bekliyoruz. Bizim İçin bir şeyler yapmaları gerektiğine inanıyoruz. Bu bir yerde karşımızdakini bizim istediğimiz yola sokma çabasından başka bir şey değildir.
İstediğimiz bir kalıba sokarak kendi öz yapısını görmemezlikten geliyoruz. Bu karşımızda ki insana haksızlık getirdiği kadar, kendi varlığını yok saymakta denilebilir.
Buda ilişkilerimizde karşımızda ki insanı ne kadar özgün haliyle kabul ettiğimizi ortaya çıkarıyor.
Kendi içsel ilişki kalıplarımızın izin verdiği ölçüde iletişim kuruyor, beklentiye giriyoruz.
İletişim halinde olduğumuz insanlardan beklentilerimizin ayrımında olmak çok önemlidir. İnsanlar kendi istediklerini yaptırmak adına, karşısında ki insanın yaşam koşullarını, imkânlarını ve ne kadarına gücü yetebilir bunun farkın da değilse tam bir aymazdır.

Bunun yanında acı çektiğimizde, kızdığımızda yanlış anlaşıldığımızda dahi sevgi sunabiliyorsak; ruhumuzu huzura kavuşturmayı bilen, iç dünyasında kendisi ile barışık olmayı seçen ve düşünce biçiminde pozitifliği benimsemiş birey olma yolunda, biz sevgi adamı olmayı seçmişiz demektir.
Sevgi her zaman anlamayı da gerektirmez, sevgi bir akıştır. İçinde özgürlük, birey olma bilinci yoksa insana durmaz.
Ne olursa olsun, biz önce kendimizin içsel ilişki kalıplarını bilelim, kendimize ayna olalım.
İlişkilerde ki gerçek bağ, herkesin kendi olduğu haliyle, yapmacıksız bütünlüğe katılmasıdır.
Birçok insan, koyulan kalıplar ve denetimler altında sevdikleri insanları boğarak, engelleyerek, sevgiye sonsuza dek sahip olma yanılsamasını yaşarlar. Ve sonuç olarak darbe alır, zedelenir, yaralanır,tüketilir sevgiler.
Her insan kendi doğasına, duygu ve düşüncelerine göre seçim yapmak ister.
O zaman hayatı ve karşımızdakileri beklentisiz ve olduğu gibi deneyimleyebilmeyi öğrenmeliyiz.
Friedrich Nietzsche der ki, “Hediyelerle hak elde edilmez.” ona sevginizi hediye ettiniz diye o da size sevgisini sunmak mecburiyetinde değil. O nedenle alınganlık göstermek, kapris yapma, suçluluk psikolojisi yaratma hakkımızın olmadığını unutmayalım.
Her şeyden önce sevdiğiniz insanın, siz sevdiğiniz için size karşı borçlu hissetmesini gerektirecek bir şey yok. Sevgi gönülden vermedir, karşılık beklemez. Verirken böyle bir beklentiye girmek koşullu sevgidir, burada gerçek sevgiden bahsedilemez.
Bu dünyaya istediğimiz gibi gelmemiş olabiliriz ama istediğimiz şekilde yaşamayı, paylaşmayı öğrenebiliriz.
Paracelsus’ ne güzel demiş '‘Tıpkı gökyüzünde yıldızlaɾın olması gibi, insanın içinde de yıldızlaɾ vaɾdıɾ. Evɾende hiçbiɾ şey yoktuɾ ki benzeɾi mikɾokozmos’ta da bulunmasın.
Her toplumsal olayın bir kökeni vardır. Neden ne olursa olsun, nereden geliyorsa gelsin, eğer insanlık adına bir toplumsal değer olarak ”kazanım sağlıyorsa” bize de saygı duymak düşer.
İnsanın insan üzerindeki ekonomik, sosyal, cinsel, dinsel, etnik, vb. her türden baskı, şiddet ve sömürünün ortadan kalktığı ”Dünya Sevgi Günlerinin” karnaval havasında yaşandığı bir dünyada buluşmak dileğiyle…

Sanat İstikrarı Seviyor: Sevgiyi tanımayan adama, sevgiyi öğretmeye çalışıy...

Sanat İstikrarı Seviyor: Sevgiyi tanımayan adama, sevgiyi öğretmeye çalışıy...: Kişinin sahip olduğu düşünce tarzı, bakış açısını belirler !!! Ve kendisini bilmek; Kendisinde olanı bilmektir. Güçlü ve zayıf yanlarını bi...

Sevgiyi tanımayan adama, sevgiyi öğretmeye çalışıyorum...

Kişinin sahip olduğu düşünce tarzı, bakış açısını belirler !!!
Ve kendisini bilmek;
Kendisinde olanı bilmektir.
Güçlü ve zayıf yanlarını bilen ve onları kabullenendır.

Herkes kendi başının çaresine bakmaya başlayınca bireysellik zedelenmektedir.
Bağımsızlık, özgürlük tutkusu, hoşgörü, hakkaniyet duygusu gibi en beğendiğimiz insani özellikler bireysel olduğu kadar toplumsal özelliklerdir.
Sağlıklı toplumlar sağlıklı nesillerin yetiştirilmesinde daha etkin ve belirleyici olur. Gelişmemiş toplumlarda, bu süreç daha uzun ve yorucu.
Farkındalığı yaratmak çok önemli. Bunu başardığımız da birey olmayı ve kendi varlığımızın anlam ve önemini daha iyi kavrayabiliyoruz.
Bireyin kendine sahip çıkması ve kendini bir değer olarak görmesi de çok önemli..
Pek çok insan yalnız gördüğüyle dünyayı algılar, aldığı kadarıyla yorumlar.
Kararları kesin ve sorguya açık değildir. Kendi doğrularının mutlak doğru olduğuna inanır.
Bakış açılarının ekseni çok dar ve derin algılama ve sorgulamadan çok uzaktır.
İç dünyaları yavan ve sığdır. Bu tarz eksik bilinç algılamasına sahip insanlarla gönüllü bir paylaşım ve hoşgörü ortamı oluşturamazsınız.
Başkalarını incelediğimizde; deneyim ve tecrübelerimizle birlikte bilgin,
kendimizi incelediğimizde, aydınlanmış insanlar oluruz.
İlişkilerin kırılganlığını ve insanlar açısından taşıdığı önemi anladığımız zaman daha dikkatli ve özverili oluruz.
Başkalarının duygularını örselemeden onları anlamaya çalışırız.
Kendimize ve başkalarına kulak verdiğimiz zaman evrende bizi dinler...

Ne güzel demişti filmde Münir Özkul' umuz;
"Bak beyim, sana iki çift lafım var. Koskoca adamsın. Paran var, pulun var, her şeyin var. Binlerce kişi çalışıyor emrinde. Yakışır mı sana ekmekle oynamak? Yakışır mı bunca günahsızı, çoluğu çocuğu, karda kışta sokağa atmak, aç bırakmak? Ama nasıl yakışmasın! Sen değil misin, öz kızına bile acımayan, bir damlacık saadeti çok gören? Anlamıyor musun beyim, bu çocuklar birbirini seviyor ama ben boşuna konuşuyorum. Sevgiyi tanımayan adama, sevgiyi öğretmeye çalışıyorum. Sen, büyük patron, milyarder, fabrikalar sahibi Saim Bey!
Sen mi büyüksün? Hayır, ben büyüğüm! Ben, Yaşar Usta!
Sen benim yanımda bir hiçsin, anlıyor musun, bir hiç! Gözümde pul kadar bile değerin yok ama şunu iyi bil, ne oğluma ne de gelinime hiçbir şey yapamayacaksın, yıkamayacaksın, dağıtamayacaksın, mağlup edemeyeceksin bizi çünkü biz birbirimize parayla pulla değil, sevgiyle bağlıyız. Bizler birbirimizi seviyoruz. Biz bir aileyiz. Biz güzel bir aileyiz. Bunu yıkmaya senin gücün yeter mi sanıyorsun? Dokunma artık aileme! Dokunma çocuklarıma! Dokunma oğluma! Dokunma gelinime! Eğer onların kılına zarar gelirse, ben, ömründe bir karıncayı bile incitmemiş olan ben, Yaşar Usta, hiç düşünmeden çeker vururum seni! Anlıyor musun, vururum ve dönüp arkama bakmam bile!"
Uyuyan bilinç; toplum olaylarına duyarlı değildir.
Ben merkezcilik ve bencillik hakimdir. ''Bana dokunmayan yılan bin yıl yaşasın'' onun için en uygun baş slogandır yada anlamının doğurdu gibi duyarsız, insancıl olmayan yaklaşımlar içerisinde kendi dünyasını haklı kılmaya çalışır.
Eylemlerinden sorumlu bir varlık olmak, bir kişinin ne yapması gerektiğini belirlemeyi de içermektedir ki, bu da bilgi sahibi olmayı, güdüler üzerinde düşünmeyi gerekli kılar.
Yoksa körü körüne bir şeye inanmak onu doğru ve ahlaklı yapmaz.
İnsanın kendi değerleri kendini değerli kılar.
Bütün davranışlar değer yargılarına dayanır. Bunu yanın da tüm değer yargıları ya kendimize aittir ya da başkalarından edinilmiştir.
Bazen toplum içerisin de kendi değer yargılarımızdan ziyade başkalarının hoşuna gidecek rolleri üstleniriz. Bu rol modele o kadar aşına oluruz ki çoğu zaman bizim doğamız haline gelir.
Oysa; kendi değer yargılarımız, bizim kendi kişilik yapımızın temel taşları olmalı.
Genellikle çocuklukta edindiğimiz yargılara ömür boyu bağlı kalırız.
Şayet, kendimizin derinliğine aydınlanmasak orada kalır, yeniliğe, ilime, bilgiye kendimizi güncellemeden; hayatı seyrederiz.
Düşünme sistemimizde ki bu vesveseler/ kuruntular da bedenimizi, ruhumuzu çürütür !
Olcay Kasımoğlu

10 Şubat 2019 Pazar

Sanat İstikrarı Seviyor: İyi şeyler asla ölmez

Sanat İstikrarı Seviyor: İyi şeyler asla ölmez: İnsan hayati olumlu-olumsuz, küçük ya da büyük başarısızlıklarla doludur. Fakat yaşadığımız başarısızlıkların bizi daha güçlü kıldığı zama...

Sanat İstikrarı Seviyor: Hayalın gerçeğe değdiği yerde

Sanat İstikrarı Seviyor: Hayalın gerçeğe değdiği yerde: Yaşam, insanın ancak dünyanın verdiklerinin üstünde ve ötesinde bir şey yaratınca hak kazandığı bir ödül olarak kabul edilebilir. Söy...

Yürek ve Niyet

Yaşam, seçimlerle ve yorgunluklarla geçerken, bazen olmadık zamanların zincir halkaları bizleri hem bağlar hem çözer...
Her seçim bir kaybediştir ya da en doğru seçimdir, bunu bazen bilemeyiz bu nedenle biraz kendi seyrine bırakmak gerekir olayları, gidişatı ve insanları...Su akar yolunu bulur misali...
Ey mutluluğumun kırçiçeği
Kokular ve ışıklar ülkesinden geldim
Saklı bin bir nefesle
Sevgi sözcüklerindeki sessizlikler kadar çıplağım
Sormuyorum;
Baharmısın kışmısın diye
“Aklımdasın diyen balıklar,
Ömrümsün diyen kelebekler gördüm.”
Silkenişe yeni bir çağrı gibi
Varlığımda ki cilveli aşk ile
*Bastığın yere baş koyacağım usulca*
Taa ötesinden zamanın...
Her insanın yaşamı, onu kendine götüren bir yol denemesidir.
Hepimiz aynı derinliklerden çıkıp geliriz, her birimiz kendi öz amacımıza varmak için uğraşıp didiniriz. Paylaştığımız ortak alanlarda birbirimizi anlayabiliriz, ama yorumlamaya gelince herkes yalnızca kendisini yorumlayabilir.
Hayat ne kadar zor olursa olsun; inandıktan ve hayata dört elle sarıldıktan sonra aşılmayacak engel yoktur. Bugün olmazsa da yarın her şey yoluna girecektir.
Bu dünyada hiçbirimiz gözyaşlarımızdan utanmamalıyız; çünkü katı kalplerimizi çölleştiren kumların üzerine dökülen yağmur gibidir gözlerimizin yaşı..
Hepimizin içinde, ortaya çıkmak için belirli koşulları bekleyen, gizlenmiş mucizeler vardır.
Olcay Kasımoğlu
''Furuğ

Hayalın gerçeğe değdiği yerde


Yaşam, insanın ancak dünyanın verdiklerinin üstünde ve ötesinde bir şey yaratınca hak kazandığı bir ödül olarak kabul edilebilir.

Söyle
Kaç yenilgi sonrası yorgun savaşçı 
Kaç sevdadan sonra
Gönül kapıları suskun
Kaç sözün son durağında
Lal olur dil

Kaç acıdan sonra
Yüreğin dili kılıç
Kaç telaşlı bakışa
Söz geçiremez olur yürek

Kaç defa
Hep son deyişimiz
Kaç defa
Hayata eyvallah edişimiz

Kaç defa ölür insan
Kaç defa
Yenilgilerini yengi gibi gösterir
Ve kaç defa
Yeniden doğar küllerinden söyle

Bu yürek
Can pazarı değil ki
Yorgunum
Asıl sessizliğime
Sevgi vermektir yalnızca almak değil

Olcay Kasımoğlu

İyi şeyler asla ölmez

İnsan hayati olumlu-olumsuz, küçük ya da büyük başarısızlıklarla doludur. Fakat yaşadığımız başarısızlıkların bizi daha güçlü kıldığı zamanlar da olur. Karşılaştığımız engeller yeteneklerimizi biler. Hiç farkında olmadığımız yeteneklerimizi keşfetmemizi sağlar. Karmaşık ilişkiler içinde var olmaya çalışmak bize hayat dersleri verir.

Başarısız insanlar, genelde yeteneksiz oldukları için değil, hayat onları zorluklara hazırlamadığı için başarısız olurlar. Sorunlar ve zorluklar bu anlamda en değerli öğretmenlerdir. Birçok başarılı insanın mutlu olmaması bundandır. Önemli olan sadece hedefe varmak değil, vardığımız yerde kendimizle barışık olmak ve gerçekte ne yaptığımız, ne söylediğimizin farkında olmak daha önemlidir. Yaşamımız karmaşık ve ne istediğimizi bilmiyorsak her zaman mutsuz olup mutsuz edeceğiz. Önce kendimize karşı dürüst olalım. Dürüstlük ve erdem, kişiler ve kişisel çıkarlar değil değerler üzerinden verilen mücadeleyle gerçekleşir.
Hırsların ve ihtirasların başladığı yerde saf duygular sona erer. Doğal yapıya ters olduğundan, dünyadaki nüfusun büyük çoğunluğu, açıktan yalan söylemez. Onun yerine dolaylı yollardan yalan söylemeyi seçerler. Hiçbir zaman özgür iradeleriyle yaşam üretemezler. Üretmeyenlerin değerinden söz edemeyiz. Doğal yaşamakla ve yaşamsal hakka saygı duymakla, kendini bilmekle başlar anlamlı yaşamak…
Harika bir dünya sahnesi var ve herkese yetecek kadar görev dağılımı. İster seyirci ol, ister yönetmen veya oyuncu, yeter ki insan olalım. ‘İnsan olmak’ en mühimi ve sevmek, sevgiyi seçmek en güzeli… Yeter ki öze dokunsun ve candan olsun, hakka, adalete, sevgiye ve demokrasiye inanalım.

”Limon ağacıyla limonlar, nar ağacında nar ve illaki güneşte kızarmak isteyen üzümler. Sonra yukarıda başımızın değmediği gök, ayağımızın bir basamadığı toprak ve denizler uçsuz bucaksız. Gerisi boş, yalan, insana ait olan. Gerisi boş, biz geçerken var hepsi…” demiş Sohrap Seperi'miz.

Hayat bizi yargılamaz, kendi içinde ki öze ulaştırmak için, bütün evreni kalbimizle dinlemeye davet eder. Yeter ki kendin ol. Kendi hikayenin kahramanı ol ve başkalarını ışığınla aydınlat. Olman gereken değil, olmak istediğin insan ..

Olcay kasimoğlu

2 Şubat 2019 Cumartesi

Bir Türlü Vazgeçemediğim - Ahmet ORMANCI

Şiiri okumak herkesin harcı değildir. Ya duygusu eksik kalır ya da okuyan o şiire o hissiyatı veremez.
Değerli Ahmet Ormancı'ya ses tonu ve vurgularıyla şiirime kattığı derinliğe içtenlikle teşekkür ediyorum.
'Bir Türlü Vazgeçemediğim' elimde kalan bir avuç yaşamı kavruk güneşe tutup, rüzgarın kamçısıyla şahlanan günü eteklerime döken bir şiir.

Takvimler dökerken hırçın yüzünü
Bir şafakla yeniden doğar gökyüzü
Her gün bir tomurcuk gibi açar yeryüzü
Benim ise artık güz seyri seferde gençliğim
İçimde yılgın yılların ayak sesleri
...*kendi ezgisine suskun, coşkusuna bozgun*
O zaman, bu neyin meydan okuması şimdi
Suyla susuzluk arası
Aranıp dururken
Geçip giden gençliğimi
Acısı acemi çocukluğumu
Hiç bir yere demir atmayan düş kırıklığı mı
Aranıp dururken
İçimin duvarları yıkılıyor
...yanıyor canım yanıyor ömrüm
Oysa şimdilerde
...bir yolculuk düşüyor aklıma
Yüzüm de bir ömrün atlası
Çetelesi olmayan
Çıkıp gitsem diyorum dönüşü olmayan limanlara
Acıları sabırla bezeyen içim
Ey içim bu yolculuk nereye kadar soruyorum
Sonra hayat fısıldıyor
Zamanı mı olurmuş gitmenin
Bir düşü toplamadan daha
Çevir soluğunu göğe
Nefesinle aydınlansın gökyüzü
...daha bitmedi umut
Edilmedi son tango
Yıllar yüzünü dökmedi daha
Yaşam gelip
...çeviriyor içimin dümenini
Yürü dostum diyor
Geçmişin şehrine bakıp durmakta
...neyin nesi
Beni alıp senin koylarına getiriyor
Sonra gözlerin düşüyor aklıma
Demli bir çay gibi içimi ısıtıyor
Sahi hangi kır çiçeğine sevdalısın
Avucunda hangi yıldızlar var
Hangi yoldur yürüdüğün
Yollar değil midir yıllara eşlik eden
*Ölmemiş binlerce öykünün serüvencisi gibi*
Yüzünün atlası hangi iklimden
Biliyorum bir şeyler var
Senden bana gelip
İçimi maviye boyayan
Bir ışık yumağı gibi
...yıldızlı geceyle buluşturan
Bir şeyler var bir türlü vazgeçemediğim..
Olcay Kasımoğlu

1 Şubat 2019 Cuma

Profesör ve Seyis

Sadece kitap okumak yetmez bazen meydan okumayı da bilmeli insan.
Çok özel iki yazı.
 ''Bir profesör konferans vermek üzere salona girmiş. Ama bakmış ki salon, ön sırada oturan seyis dışında boşmuş. Konuşup konuşmama konusunda tereddüde düşen profesör sonunda seyise sormuş: -Buradaki tek kişi sensin. Sana göre konuşmalı mıyım, yoksa konuşmamalı mıyım? Seyis cevap vermiş: -Hocam ben basit bir insanım, bu konulardan anlamam. Fakat ahıra gelseydim ve bütün atların kaçıp bir tanesinin kaldığını görseydim, yine de onu beslerdim. Bu sözlere hak veren Profesör konferansa başlamış. İki saatin üzerinde konuşmuş durmuş, konferanstan sonra da kendini mutlu hissetmiş, dinleyicisinin de konferansın çok iyi olduğunu onaylanmasını isteyerek sormuş: Konuşmamı nasıl buldun? Seyis cevap vermiş: -Hocam sana daha önce basit bir adam olduğumu ve bu konulardan pek anlamadığımı söylemiştim. Gene de eğer ahıra gelir, biri dışında tüm atların kaçtığını görseydim, onu beslerdim; ama elimdeki tüm yemi ona verip de hayvanı çatlatmazdım.''


Verilen mesaj ne kadar önemli !
Her insanın değeri ve değerleri vardır. Değeri belirleyen, statü ve makamlar değildir, kaldı ki statüler insana değer katmaz, makam ve statülere değer katan insandır.
Yaşamımızın her alanı, ilişkilerimiz, bize kim olduğumuzu hatırlatmak adına ışık tutarken; yaşamımıza hakim olan düşünce tarzlarımız, davranışlarımız, inançlarımız,duygularımız, tepkilerimiz; bizim yaşam üzerinde ki rollerimizi de belirleyici kılar.

Yaşam içerisinde her insanın yaptığı iş, ürettiği değer bizim için önemlidir..
Sadece bir insanın var olması, üretmesi bile yaşama ciddi bir destektir.
Bu bilince sahip olduğumuzda ”sıfatlar ve makamlar değil” insanın yaşama kattıkları ve aslolanın insan olduğu önem kazanacak..

Şair Pablo Neruda/ Postacı Filmi

1950' li yıllarda şair Pablo Neruda politik nedenlerden ötürü küçük bir İtalyan adasına sürgün edilir.
Neruda'nın gelişi ile artan posta işlerine çare olması umuduyla yaşlı bir balıkçının işsiz oğlu işe alınır.
Bu getir götür sırasında şairin dostluğunu kazanır.
Metaforu , şiiri , aşkı ve hayatı anlamaya, anladıkça sorgulamaya başlar.
Bir balıkçı kasabasında doğanların balıkçı olması gerektiği düşüncesini kendi içinde yıkıp, o da bir dünya insanı olmanın gereklerini yapmaya başlar.
Şiire duyduğu hayranlık, aynı zamanda Mario'noyu yeni bir yolculuğa çıkartır.
Neruda; postacıya kendi şiirlerini kullandığı için çıkıştığında, postacı ona : " Şiir yazarına değil ihtiyacı olana aittir. " cevabını veriyor.
Şiirden, güzel insanlardan beslenmenin, insanı engin ve geniş kıldığını kim inkar edebilir !
Şiir denen şey, hayatı mümkün olduğu kadar gerçek kılmak için çaba sarf etmenin diğer adıdır.
Yine filmde, Paplo Neruda ile postacı Mario Ruoppolo'nun deniz kıyısındaki konuşmalarından bir bölüm;
"Metafor ne demek sayın Neruda?"
"Bir şey söylerken, başka bir şeyi ima etmektir sevgili Mario."
"Nasıl yani, sayın Neruda?"
Neruda denizle ilgili bir şiir okur.
"Bu şiirdeki deniz, hayatın metaforu olarak kullanılmıştır Mario, nasıl buldun şiiri?"
"Çok güzeldi sayın Neruda, sanki içinde tekne salınıyordu."
"Bak sen de metafor yaptın Mario!"
"Ne zaman yaptım?"
"Şimdi...'tekne salınıyordu içinde dedin'."
"Tekne bir metafor yani..."
"Evet..."
"Deniz bir metafor, gökyüzü bir metafor, o zaman tüm dünya, başka bir şeyin metaforu sayın Neruda..."
"Sevgili Mario bu sorunun cevabını denize girip biraz düşünmek istiyorum."
Denizden çıktığında Marioyu kendi kendine konuşur bulur:
"Metafor...Metafor"
                                                                                                            Ve beni en çok etkileyen, Mario'nun, yaşadığı yere ait söyleyebileceği şeyleri sözle değil ''Dalgaların, sessizliğin, gökyüzünün, yeryüzünün, yıldızların ve taşların sesini'' kayda çeker. Her varlığın bir kalp ritmi olduğunu düşünüp bunları bant kaydıyla Nerudaya göndermek istemesi çok özel bir anlayışıda beraberinde taşıyor.
İzlenmeli, en azından şiirin insana dair, yaşama dair yaptığı hiç bir haksızlık yok. Bunun yanında yaşayan ve var olan, olmayan her şeye dair söyleyeceği, duyacağı, koklayacağı, dokunacağı çok şey var.
Tamamen, büsbütün içine alan saran, sarmalayan engin bir yolun yolcusu olmasının ince ayrıntıları, insana engin bakış açıları kazandırıyor.
Bununda ne sınırları, ne etniği, ne kökeni, ne milleti, ne sarayları, ne şatoları, nede kralları var.
İnsan, böyle bir seslenişe nasıl kayıtsız kalabilir:
Ne yapayım ben şimdi?
Tasarlanabilir mi dünya
her yanına ektiğin çiçekler olmadan
Nasıl yaşamalı seni örnek almadan,
senin halk zekanı, ozanlık gücünü duymadan?
Böyle olduğun için teşekkürler,
teşekkürler türkülerinle yaktığın ateş için.

Şiirin yoluna yoldaş olanlara, yolu sevgiden geçenlere, şiirle yaşam büyütenlere selam ile görmeden bakan, duymadan dinleyen, hissetmeden dokunan, düşünmeden konuşan,sevmeyi bilmeyen insanlardan uzaklaşıp dinlenelim şiirin kollarında...


Olcay Kasımoğlu

Düşünmek/ Düşünme/ Okumak

Yaşam bir bütündür. Her şeyin özüne gitmeli insan, görünene değil. Bazen bildiklerimiz, gördüğümüz kadardır. Gördüğümüz baktığımız kadar ve baktığımız düşündüğümüz kadardır. Baktığımızı görmez, gördüğümüzü düşünmezsek eğer, gördüğümüzün bildiğimize sığmadığını da göremeyiz.
Bunun içinde;
Bilinen en tanıdık tanımıyla, kültürümüzü geliştirmek, olaylara farklı açılardan bakabilmek için aydın bir kimsenin iyi bir okuma alışkanlığına ve okuma bilincine sahip olması gerektiğini söyleyebiliriz.
Peki, doğru ve düzgün bir düşünce yapısına sadece kitap okumakla vara bilirmiyiz ?
Yaşadığı topluma duyarsız olan, inisiyatif alması gereken yerde mazeret üreten, kendi yaşamı dışında ki yaşamların yaşama hakkına saygı duymayan, kendi rahatını her şeyden üstün gören insanlar sadece kitap okuyarak yaşama bir zenginlik katabilirler mi ?
Bilgilenmek, bilgi sahibi olmak için şüphesiz temeli sağlam bir düşünce gereklidir.
Bunun içinde, neden okumamız gerektiğini bilmemiz gerekiyor. Seçici, tarafsız, bilim yolunda ufkumuzu açan, bizi daha iyiye ve doğruya götüren yazın dünyasına uzanmak için sadece okumak tek başına yetmiyor.
Niçin okuduğumuzun farkında olmak ve okuduğumuzu anlamak, bize sunulan bakış açılarını iyi sorgulamak gerekiyor.
Buda ancak düşünce sürecini iyi analiz etmekle mümkün görünüyor.
‘´Düşünce süreci, bir sorun ile karşılaşma, sorunun sınırlarını belirleme ve netleştirme, muhtemel bir çözüm bulma, çözümü mantıksal olarak uygulama ve sonuçları elde etme gibi, önyargılardan uzak olma, açık fikirli olma ve şüpheci olma aşamalarını içerir.´´ Bu içeriğiyle de meramımızı net ve duru anlatmaya yetiyor.
O zaman can alıcı bir soru sorabiliriz ? Okumasak nasıl bu bilgilere ulaşabiliriz ?
Yaşamın bütün dinamikleri, insana ‘Oku ve Manaya ulaş” diye sunulmuştur. Bunu sadece kitap okumaktan ibaret sayanlara yaşam bir şey katmaz.
Doğanın senfonisi, hayvanlar, çocuklar, savaşlar, toplumsal ve sosyal olaylar, bilimsel çalışmalar, sanatın bütün dalları ve daha bir çok şey evrende varlığının anlam ve tanımını bilen insana ”Gördüklerinden ibaret sayma bizi, içindeki mesajı oku,” diyen evrenin orkestra şefleriyle birlikte yaşamın bütün kanallarından kendini göstermektedir.
Galaksiden bi haber yaşayan, kafa yormayan, istişarede bulunmayan, kendine ve yaşadığı hayata hiçbir sorumluluk duymayan insan, sadece kitap okumakla doğru-düzgün bir düşünce ve temeli sağlam düşünmeye sahip olamaz.
Bu durumda, düşüncenin insan varoluşunun en önemli boyutlarından birisi olduğu gerçeğini yadsıyamayız.
Bu haliyle bakıldığında düşünme nedir diye bir sorgulamayla karşı karşıya kalıyoruz?
İncelemek, kıyaslama yapmak, muhakeme etmek, öngörüde bulunmak, tasarlamak, gözlemlemek, bunların hepsi düşünmeyi tanımlayabilir.
O zaman düşünme bir eylem ise düşünce de bu eylemin bir sonucudur.
Bu konuda beni en çok etkileyen Arthur Schopenhauer‘in düşüncesidir.
”Okunan şeyler ancak derin bir düşünmeyle hazmedilebilir, nasıl ki aldığımız gıdalar bizi yemekle değil sindirimle beslerse, eğer bir kimse daha sonra üzerinde durup düşünmeksizin sürekli okursa, okudukları kök salmaz, büyük bölümü itibariyle kaybolur.”
O zaman şunu diyebilir miyiz?
Sağlıklı sorgulamak, okuduklarımızı anlamak ve yorumlamak için;
Düşüncenin insan varoluşunun en önemli boyutlarından birisi olduğu gerçeğini yadsıyamayız.
Bu açıdan bakıldığında, sağlıklı düşünceyle beraber sağlam düşünme devreye giriyor.
Bu durumda da düşünme boyutunda analitik ve kritik düşünme önem kazanıyor. Analitik ve kritik düşünme bir beceri ve bilinç işidir. Aynı zamanda bir tutumdur ve bilişsel bir aktivitedir
Bu durumda, analitik ve kritik düşünme bireyin karar verirken akla uygun ve derinlemesine düşünebilme sürecidir diyebiliriz.
Analitik ve kritik düşünmeyi bilen bir insan, iyi bir kitabın kendine ne kazandıracağını yada hangi kitabi seçeceğini, bir yerde doğru soruları sora bilmesinden geçtiğini de bilmesi demektir.
Doğru sorular bizi sağlam ve doğru sonuca götürür. Kendimizi tanımayı ve zamanı etkin kullanmayı öğreniriz.
Düşünce boyutumuz genişledikçe, düşünme boyutumuz zenginleşir.
Genişledikçe doğru sorular sormaya başlarız. Hayatımıza yeni soluklar, yeni bakış açıları getiririz.
Neyi neden, niçin, niye yaptığımızın farkına varmaya başlarız.
Özellikle kritik (eleştirel) sorular yol gösterir bize.
Daha iyi seçenekler, ön yargıdan uzak doğru kararlar ve yargılar için bizi teşvik eder.
Bir kitabı okurken, bir filmi sorgularken, kendi özel yaşantımıza ait kararlar alırken, alışveriş yaparken, siyası ve politik tercihlerimizi belirlerken doğru sorular sorabilmeli ve doğru ve düzgün düşünebilmeliyiz.
İşte o zaman kitap okumak olsun, hayatı okumak olsun, insanı okumak olsun bir değer ve anlam ifade eder.
İnsan sorgulayan, yenilenen ve sonra yeniden yenilenen bir varlıktır.
Kendine değer ve mana katan her şeyi kucaklamalı. Döngünün bizden istediği de budur.

Olcay Kasımoğlu

30 Ocak 2019 Çarşamba

Bu ülke hepimizin

Kalemiyle yaşamı sorgulayanlar;
Kişi ve kişilerin statülerini sağlam kılmak için yazmazlar.
Kimi zaman tüm çevrenin ve şartların tarafsız bir gözle resmini çizemeyiz, değerlendiremeyiz.
''Düşünmek ya da doğru düşünmek konusu tarihe mal olmuş pek çok lider, bilim adamı ve filozof için de belli bir önem taşır.
Mustafa Kemal Atatürk ''Sαmimi ve meşru olmαk şαrtıylα her fikre hürmet ederiz.
En büyük hαkikαtler ve terαkkiler, fikirlerin serbest ortαyα konmαsı ve teαti edilmesi (kαrşılıklı αlınmαsı, verilmesi) ile meydαnα çıkαr ve yükselir, demiştir.
Honoré de Balzac’ın “Düşünmek görmektir,” deyişi, Confucius’ün “Doğru düşünen haddini bilir,” ya da “Düşünerek yapılan her işin sonu hayırlıdır,” diyen Socrates hemen aklıma gelen bir kaç örnek...''
Aldığımız eğitim, niyetlerimiz, olaylara bakış açımız, menfaatlerimiz sorunların ve gerçeklerin karşısında “gözümüze perde” indirebilirler. Dış dünyayı algılamamız ya da dünyanın görüntüsü bulanık olabilir. Bu görüntüleri tam berrak hale getirebilmek için okumak, akıllı insanlarla konuşmak, tartışmak, düşünce sanatını öğrenmek gerekiyor. Özellikle düşünce sanatını...
Düşüncelerimiz bir şekilde ''Ses ya da yazı ile'' ifade edilmezse kültürel katkısı olmaz. Sözcükler esastır ve ilişki doğru kelimelerle kurulmalıdır. Böylece anlaşmazlık, çatışma, yanlış anlama gibi küçük ya da büyük karmaşaların oluşması önlenebilir. Kullandığımız kelimeleri yalnızca bizim değil, karşımızdakinin de anlaması, aynı anlamı yüklemesi halinde uzlaşma sağlanabilir ve iletişim kurulabilir.''
Düşünceyi ve eylemi uzlaştırmak için, bireysel ve toplumsal yaşamı uyumlaştırmak için, ayrımların karşısına bütünleşme fikrini koyarak; hoşgörü, sevgi, anlayış, saygı gibi değerleri anlamak ve yaşamak için, yaşamın bilinçli bir kaşifi olabilmek için, daha iyi bir dünya ve iyi bir yaşam için düşünceyi değerli kılan insanlara ihtiyacımız var.
İnsan olduğunun farkına varan, maddi ve manevi faaliyeti sırasında hem kendi hem de toplum hayatının şartlarını oluşturan motivasyon ve eğilimlerini iç çatışmaları azaltacak şekilde örgütleyip kaynaştıran, diğer kişilik ve karakterlere karşı uyumlu davranış sergileyen, başkalarını türlü açılardan ve değişik yöntemlerle değerlendirebilen kişilikli insanlara ihtiyacımız var...
Gerçek kurtuluş, doğru şeyler için uğraş vermek, dürüst kişilere destek olmak; yanlış yapmamak ve kötülere karşı mücadele etmek olunca sağlanacaktır.

29 Ocak 2019 Salı

Her insan bir dünyadır.

Umuda ve sevgiye olan inancımı hiç kaybetmedim
Her insanın yaşamı, onu kendine götüren bir yoldur, bir yol denemesidir.
Hepimiz aynı derinliklerden çıkıp geliriz. Derinliklerden çıkıp gelen bir varlık olarak, her birimiz kendi öz amacımıza varmak için uğraşıp didiniriz. Birbirimizi anlamaya çalışırız ama yorumlamaya gelince herkes yalnızca kendisini yorumlayabilir.
Bilincinde olduğum acılardan çok, acının bilincimdeki yansımasını biliyorum diyebilecek kadar bende acılarla inişli çıkışlı bir hayat yaşadım diyebilirim.
Bazı acıların, öyle incelikleri vardır ki ruhtan mı yoksa bedenden mi kaynaklanırlar, hayatın boşluğu karşısında ki rahatsızlığımızı mı yansıtırlar anlamayız.
Kim bilir, kaç kez, kaygılı bir umutsuzluğun karmaşık çökeltilerine karışarak, ruhumun karardığını hissetmişimdir. Kaç kez, var olmak canımı yakmıştır.
.Ama ne olursa olsun karamsar değil, hüzünlü olabilirdim. Belirli, hatta belirsiz bir hüzün bile değildir bu. Bu ifadeler ne hissettiklerimi tam olarak anlatmaya yetmez çoğu zaman.
Her insan bir dünyadır. Bunu ben demiyorum çünkü eşsiz olmak her varlığın sıradan bir niteliğidir. Eşsiz olmak kıyaslama yapmaya bir neden bırakmaz. Nefes almak kadar doğaldır. Hayat geriye yaşanmaz. O her gün yeni bir günle tekrar tekrar doğar ve kendine hiç şaşmaz. Şaşan da, şaşırtan da toplumu oluşturan insanların niyetleridir...
Hissettiklerimin derinliğinin farkında olacak ve anlayacak kadar yaşamla iç içeyim. Bu ahkam kesilmek anlamına gelmesin...
Anlamak ile görmek aynı şey değildir, anlamak değişimdir ve
yanlışa hayır diyebilmek, sağlam bir karakter ve sağlıklı bir ruhsal olgunluk ister.
Yaşam bir deneyimdir ve yaşamda doğruları bulmanın yolu, doğru soruları sormakla başlar.
İnsan kendi iç sesine yöneldikçe, içsel sorgulamaların ve yeniden uyanışa geçen bir ruhun çığlığını duymaya başladıkça; kendine yetebilmeyi, ayakta kalmayı, farklılıkları kabullenmeyi, kendini eleştirmeyi, kendiyle yüzleşmeyi amaç edindiğinde, yaşamı yeniden sorgulamaya başlıyor.
Varlık felsefesinin de temel taşlarını oluşturan bu sorgulamalar insanoğlunun ruhsal evrim sürecindeki aydınlanmanın da ilk kıvılcımlarını oluşturmaktadır.
Özgürlüğün, eşitliğin, akılcı bilimsel düşüncenin, hak ve hukukun, barış, dostluk ve umudun hakim olduğu bir dünya inşa etmeye kararlı tüm zihin ve beden emekçilerinin aydınlanmasında ki bu kıvılcımların oluşmasında ideal ve amaçlar çok önemli bir yer tutmaktayken umuda ve sevgiye olan inancımı hiç kaybetmedim...
Önce kendimize inanalım, kendimizi sevelim, kendimize saygımız olsun...
Kendine adil olmayan, kendine yürümeyen yüreğinde sevgi yeşertemez, kendi dışında ki hayatlara adil olamaz...

''Simurg Olmak Zamanı'' Kitabımdan

28 Ocak 2019 Pazartesi

Doydum Dünyanın Pervasız Sözlerine

Elleri, yüreği ve kafasıyla çalışan insanları seviyorum.
Hayatımızdan gün çalanlarla değil, hayatımıza anlam katanlarla çoğalmak hayatın içinde, sevgiyle-umutla...
Güzel sözün eyleminde yaşamak, anlaşılmak, gerçekten bir ödüldür hepimiz için, anlatabilmek ise yetenek.
Yaşadığımız evrende dengeler öylesine alt üst olmuş ki, anlamak istemeyene, başını kuma gömene 'neyi nasıl' anlatabilirsin ki ?
İnsanların birbirini gammazladığı, çamurlaştığı, sattığı, yalanın kirli sularda yüzdüğü böyle bir dünya düzeninde; insanlığın parayla ölçüldüğü yerde haktan söz edilebilir mi?
Haklının mevki ve ıtıbarla belirlendiği yerde adaletten söz edilebilir mi?
Dostluğun görüntüden, sahtelikten, gösterişten beslendiği yerde insanlıktan söz edilebilir mi?
Erdemin, çıkar ilişkisi üzerine bağlandığı yerde onurdan söz edilebilir mi?
Emeğin kapı dışarı edildiği, kazancın hileyle büyüdüğü yerde alin terinden söz edilebilir mi?
İnsan onurunun sudan sebeplerle ayaklar altına alındığı yerde, onurdan bahsedilebilir mi ?
Vicdanın olmadığı yerde samimiyetten, merhametten söz edilebilir mi ?
Yalanın, talanın yaşama hükümdar olduğu yerde, hakkaniyetten, adaletten söz edilebilinir mi ?
Ölümün bu kadar ucuzladığı yerde umuttan, sevinçten, güvenden bahsedilebilir mi ?
Hırsların ve ihtirasların başladığı yerde saf duygular sona erer.
Ve her şeyin para ve erk ile ölçüldüğü bir yerde toplumsal adaletten, huzurdan hiçbir zaman bahsedemeyiz.
Karanlıklar için de kalan serzenişlerin hiç kimseye hayrı yok.
Böyle bir çağda:
Hayatı sadece seyretmek yetmez, onu anlamak gerekir.
Hayatı anlamak ise yürek ister, akıl ister, değişim ister.
Hayatımızdaki tüm insanlar ve eylemler bir özelliğimize ayna tutmaktadır.
Milan Kundera'nın bununla ilgili çok güzel bir tespiti var.
"Her biri kendi alçaklığını bir ötekinde gördüğü için birbiriyle kardeşçe geçinen insanlar kadar hiçbir şeyden tiksinmedim.
Çünkü onları kötülük bir arada tutar, onları birbirine kötülük bağlar."
Gerçekten öyledir. Bir insan bir yerde kalmakta ısrar ediyorsa dikkat edin, muhakkak kendinden bir şey buluyordur.
Sevgisiz insanlar tsunami gibidirler, dokundukları her şeyi yakar, yıkarlar.
Ne mutluluk verirler, ne de huzur.
Beylik sözlerle, içi boş kavramlarla, sevginin cömertliğinden uzak içi kof söylemlerle dünyayı kurtarırlar.
Oysa;
Dünya da en büyük zenginlik sevgi dolu bir yürek ve sadeliktir.
İyi insanlar yanında olmasalar da histen köprüler kurarsın, mesafelerin anlamı kalmaz, gözlerin görmese de yüreğin konuşur.
Aynı amaç için çarpar kalbin, acısının içinde olamasan da sarılırsın, aynı acıya ağlarsın; onun kaybı senin kaybındır, yaralarına tuz basmazsın, gönüllü paylaşırsın yaşamı.
Yalanı, kibri, nefreti yüreğinde taşımayanlar gelsin gönül yurdumuza.
Sizi bir başkasına tercih edenlere, yalanını, pervasızlığını bildiği halde hanesinde misafir edenlere çevirin yüzünüzü....
Sevgi ve dostluk onu hak edenlerin yanında kalmalı.
Yüreği kocamanların olduğu bir dünyada; kırmadan, dökmeden GÜLÜMSEYEREK ve GÜLÜMSETEREK geçenlere selam olsun ...
Sen duymuyor musun
Dünyada var olan en güzel şeyin
Yürekten yüreğe söylediği;
Dilsiz sessiz melodiyi
Her şey sevmekten geçer diyor...

26 Ocak 2019 Cumartesi

Aklını sanatın yüceliğiyle beslemeli insan

Birde değişime direnenler vardır.
Teknolojiye, yeni oluşumlara, yeni fikirlere şiddetle karşı çıkarlar.
Değişimi ihanet olarak algılarlar. Toplumdan, aileden aldıkları öğretilerle yaşamlarına yön verirler.
Bunun aksi davranış gösterenleri erdemsizlikle suçlarlar, saygısız ve dönek diye nitelendirirler.
Mademki, değişme dünyanın temel koyucu kuralı ise, niçin değişmeme, değişmemekte direnme ve değişmediği için de kişi erdemli kabul edilmekte?
O zaman, yıllarca sağcı olup daha sonra solcu olan bir insanı nasıl değerlendiririz.
Ya da tuttuğu takımı değiştiren bir insana hangi gözle bakarız.
Tutucu ve kapalı bir yaşamı olan bir insanın radikal bir kararla yaşamının bütün yönünü değiştirmesine nasıl anlamlar yükleriz
Bu kavramlar üzerinden soruların yanıtını aradığımızda bu kavramlar ana ilkeler midir, ana ilke deyince ne anlıyoruz?
Milliyetçilik, solculuk,sağcılık, gibi bir sürü kavram ana ilke midir.
Diyelim ki ana ilkedir, bunları tümüyle terk etmek, değiştirmek bir gelişme midir, yoksa belli bir kesimin tanımıyla döneklik midir?
Ben hiç değişmedim önce neysem, bugün de oyum demek ‘tutarlı’ ve tutarlı oldukları içinde ‘erdemli’ sayılmak, bunun gerekçesi ne ?
Aslında sorun değişmemekte değil, değişmenin nasıl gerçekleştiğindedir.
O zaman, tutarlılık bağlamında erdem; değişmemeyi değil de, değişmenin tarzıyla ilişkilidir.
Dünya görüşünün değişmesini ”mazur” gösterebilecek ”makul” gerekçeler her zaman vardır.
Gençliğinde belli bir siyasal görüşü savundu diye, yaşamının sonuna kadar o görüşü savunmasını tutarlılık saymak, savunmadı ve değişti diye de döneklikle suçlamak haksızlıktır.
Burada ki en hassas ayrıntı ise ”siyası ve politik tercihlerin değişimi” rüzgarın yönüne göre esiyorsa, ‘yükselen değerleri” kollayan bir ideolojik kaypaklık içerisinde ise, sadece kendi egosuna hizmet edecek bir yol çiziyorsa; böyle bir değişimi ”varoluşun temel koyucu ilkesidir” diye izah edebilir miyiz?
Tabii ki edemeyiz, kaldı ki, mazeret; makul gerekçelere dayandırıldığı sürece kabul edilebilir.
İnsanlar yaşamla birlikte inandığı şeyleri sorgulayabilir, yaşadıkları; aldığı kararı bozdurabilir, kaldı ki gerekçe sağlamsa bu ayıp da değildir.
Zaten mantığı ve gerekçeleri açıklanamayan bir değişimin içinde ne samimiyet nede içtenlik olur çünkü değişim bir süreçtir, sağlam gerekçeleri ve mantığı vardır, sabahtan, akşama veya akşamdan sabaha olmaz.
Değişim; başkalarının yaşam hakkına daha hoş görülü, daha insancıl bakış açıları getiriyorsa, bu gelişime kim dur diyebilir.
Yeter ki “insan hayatına saygı, doğaya ve içinde ki bütün canlıların yaşamak hakkına saygı olsun.
Evrensel değerler dışında; benim için değişmeyecek şey yoktur.
Sığ düşünce, katı anlayış, insana ve evrene bir şey katmaz.
Kendi içinde enginliği ve derinliği olmayan, insana durmayan, güzelliği sabote eden her türlü düşünce ve ideoloji değişmeli.
İnsan yaşamına gereken özeni göstermeyen, sadece kendi varlığına hizmet eden, saygı göstermeyen, doğal ve sosyal çevreyi kirleten; her türlü düşünce faydacı değildir. İster değişmeden kalsınlar, isterlerse her gün değişsinler ne fark eder.
Dünyaya bir güzellik bırakmadıktan sonra, başkasının canı yanarken sesin çıkmıyorsa, ateşi sana gelene kadar kapını kapatıyorsan, hangi düşünceden olursan ol, hangi değişimin içinde bulunursan bulun, benim için hiç bir anlam ifade etmez.
Ne kadar çok bizi destekleyen olumlu, yararlı ve güçlü düşüncemiz varsa, o kadar başarılı seçimler yaparız. Buda; yeni değişimlere bizi açık kılar ve olumlu gelişmeyi sağlar.
Olumsuz, yararsız düşüncelerse, bizi yeterince güçlü bir halde tutamadığı için yaşamımızda başarılı seçimler yapamaz ve yaşamımızın sorumluluğunu alamayız.
Konfüçyüs ise 'Sadece en akıllı ve en aptal insanlar hiç bir zaman değişmez' diyor, ne güzel özetlemiş… Algıda seçicilik yoksa değişim olmaz…

Olcay KASIMOĞLU

23 Ocak 2019 Çarşamba

İlla ki insanca…

Bir insanı tanımak için çok uzun mesafeler katledilmesi gerekmiyor. Bazı anlar, yaşamlar, olaylar vardır.
Kişinin koyduğu tavır, davranış, söz kendi mizacını, karakterini gözler önüne serer.
En çokta insanlar; kayıplarında, ayrıldıklarında, yüreğinde-kileri açığa çıkarırlar. En zayıf ve naif taraflarıyla tanışırlar.

Velhasıl insanlar yaşadıkça, yaşamı bir bütün olarak algılar ”bakış açısı ve farkındalık” varsa tabii

O zaman bize düşen, insan olma erdemlerini çok iyi analız etmek, empatiyi ve vicdanın ahlak yasasını elden bırakmamak; kapitalist düzenin oluşturduğu tek tip insan olma modelini şiddetle reddederek, nutuk atmadan, ben her şeyin en iyisini bilirim demeden, yanılma ve hata payını unutmadan yaşama yeni bakış açıları getirerek katılmak gerekir.

İnsanlara kuş bakışıyla değil aklın-mantığın-kalbin ve ruhun bakışıyla anlamaya çalışmak gerekir.

Dünyanın hem içiyle hem dışıyla hem tepesinden hem uçurumundan hem ovasından ama her yerinden bakarak; illa ki insanca…
Öykümüz çok güzel özetlemiş; hayata ne verirsen, oda sana onu verir.

''Küçük bir kasabanın dört ayrı mahallesi varmış. Birinci mahallede Evet ama’lar yaşıyormuş. Evet ama’lar ne yapılması gerektiğini bildiklerini düşünürlermiş. Yapma zamanı geldiğinde ise “evet, ama” diye cevap verirlermiş. Cevapları hep yanlış olurmuş. Suçu başkalarına atmakta da ustaymışlar.

 İkinci mahallede Yapıcam’lar yaşarmış. Ne yapacaklarını bilirlermiş. Kendilerini yapacakları şeye adım adım hazırlarlarmış, ama yapacakları sırada şanslarını kaçırdıklarının farkına varırlarmış. Bu mahallede insanların dizleri dövülmekten yara bere içindeymiş.
Yaşamı ertelememek için verdikleri kararı bile ertelerlermiş.

 Üçüncü mahallede yaşayan Keşkeci’lerin, hayatı algılama güçleri mükemmelmiş. Neyin yapılması gerektiğini daima en isabetli şekilde bilirlermiş ama, her şey olup bittikten sonra. Keşke’cilerin de başları kanarmış hep, duvarlara vurmaktan! Kasabanın en yeşil bölgesinde, en güzel evlerin olduğu mahallede ise İyiki yaptım’lar otururmuş.

Keşkeci’ler bu mahallede yürüyüşe çıkar, etrafa hayranlıkla bakarlarmış.

Yapıcam’lar Keşkeci’lerle birlikte bu mahallede yürüyüşe çıkmak ister ama bir türlü fırsat bulamazlarmış.

Evet, ama’lar ise mahallenin güzelliğini görmek yerine, ağaçların gölgelerinin yeterince geniş olmadığından, güneşin daha erken saatte doğması gerektiğinden şikayet ederlermiş.

İyi ki yaptım mahallesindeki insanların kusuru da, beyinlerinde mazeret üretme merkezlerinin olmayışıymış!

Şimdi; yaşamın güzelliklerden payını alamayanların kurduğu bu düzeni neye yormalı !

Böyle duvar olmakla, katı olmakla, tavır almakla, mazeretlerin arkasına saklanmakla bulamayız yaşamın o incecik yolunu…

Olcay Kasımoğlu