Translate

21 Ocak 2020 Salı

Kalbimle Duyacağım Nasıl Olsa

‘’Bu devranda, ağaçlar insanlardan daha hamdır’’
Elimde Şair-yazar Sohrab Sepehri’nin, Nazi adlı arkadaşına yazdığı mektuptan bir bölüm var.
Yazarımız, arkadaşına o kadar içten, umut ve sevgi dolu sesleniyor ki, içim bir hoş oldu. Sohrab Sepehri bu mektubu bana yazmış da alıp koynuma koymuşum gibi okudum.
“(… )Dün mektubun geldiğinde seni görmenin çizgileri vardı yerde ve taptazeydi. “Şimran’ın” gün ortasında biz ne konuşuyorduk? Benim avuçlarım, dünyanın aydınlığıyla doluydu ve sen, kendi ruhunun aydın gölgesinde duruyordun. Bazen bir kuş gibi, hayretler içinde, yerinde durakalıyordun.
Nazi, sen sudan daha iyisin. Sen buluttan daha iyisin. Sen tan yerine varacaksın. Sakın ayakların kaymasın. Ben senin arkadaşınım, senin elinden tutarım. Süzül, zira kuşlar böyledir ve yeşillikler böyledir. Ağaca vardığında seyre dur. Seyir seni göklere çıkaracak. Bizim zamanımızda bakmayı öğrenmemişler ve ağaç, evi süslemekten başka bir şey değil ve kimse komşunun bahçesinin çiçeklerine inanmıyor. Bağlar, bağlılıklar kopmuş. Kimse ayışığında yürümüyor artık ve bir karganın uçuşundan aymıyor kimse ve tanrıyı taraçanın merdivenleri yanında görmüyor ve sonsuzluğu sürahide bulamıyor.
Gözlerde dal-budak yok, damarlarda gökyüzü bulunmuyor. Bu devranda ağaçlar insanlardan daha hamdır. Dağlar arzulardan daha yüksektir. Kamışlar, düşüncelerden daha doğru. Kar, yüreklerden daha ak.
Olsun, bir gün gelecek, benim gidip komşunun evini sulayacağım gün gelecek ve sen komşunun çamlarını selamlayacaksın ve sığırcıklar bizim uykularımıza oturacak ve insanlar ağaçlardan daha sevecen olacaklar. Şimdi üzülme, şayet dükkânlarda çiçeklerin ayaklarına onların fiyatını yazıyorlarsa ve horozu sabah olmadan kesiyorlarsa ve atı arabaya koşuyorlarsa… dilenciye, kalmış yemeği veriyorlarsa sen üzülme… böyle kalmayacak.
Kendi boylu yüksekliğinde yüksel ve tan atmasını bekle. Dünyayı okşa. Pencereyi aç. Sarmaşığı gör. Kendi gözlerinle gör. Kendi bulduklarınla yaşa. Başkalarına yaklaşman için kendine dal. Kendi iletin ol. Kendi iletini dillendir. İç-bahçesinden meyve kopar. Dalları öyle meyve dolu görürsün ki, sepetler arzularsın ve senin filen için dolu, ağır dallar yeterli olacak.
Ben bu bulutlu günde seni çağırdım. Ben seni dünyanın ortasında çağıracağım ve sesinin yolunu bekleyeceğim ve bu yalnızlık vadisinde sen akan su ol ve fısılda. Ben duyacağım.”
İnsanın bütün iliklerine kadar sızan bu söylemler, söylem olmaktan çok öte...
Ve çoğu zaman;
Hepimiz bunaldığımızda bir çıkış tüneli, dayanacak sağlam bir kale, yaşımız kaça vurmuş olursa olsun sıcacık bir kucak aramaz mıyız?
Hepimiz kendi hapishanemizin gardiyanları değil miyiz, duvarlar da korkularımız.!
Teşekkürler Sohrab Sepehri.
Hayatı, seyirciler koltuğundan kalkıp yaşamak lazım.
Söz... Sen fısılda, bütün kalbimle duyacağım seni♥

Vazgeçmemek

"Mutlu olamazlar ki değerini bilmeyenler mutluluğun."
İnsan, en çok kendisinden korkar.
Kendi duygularından, güçsüzlüklerinden, zaaflarından, acılarından, coşkularından ürker.
Onun için kaçar yaşamdan, aşktan, öfkeden, sevinçten, kendisinden kaçar.
Sonra yaşam, hepimizi kendi sofrasında ağırlar.
İnsan, hayatı keşif etmeye, değişmeye başlar.
Hayatın özü değişimken değişmemek, dönüşmemek için direnmek bir çiçek tohumunun hayır ben büyümeyeceğim böyle kalmak istiyorum demesine benzer...
Oysa;
Yaşam bir bütündür.
Her şeyin özüne gitmeli insan, görünene değil.
Bazen bildiklerimiz, gördüğümüz kadardır.
Gördüğümüz baktığımız kadar ve baktığımız düşündüğümüz kadardır.
Baktığımızı görmez, gördüğümüzü düşünmezsek eğer, gördüğümüzün bildiğimize sığmadığını da göremeyiz.
Ve;
''Hayatın hedefi özgürlüktür. Özgürlük olmadan hayatın anlamı yoktur. Özgürlük politik, sosyal ya da ekonomik özgürlük anlamına gelmez. Özgürlük zamandan, zihinden, arzudan özgür olmaktır. Zihnin varolmadığı anda evrenle bir olursun; evren kadar sınırsız ol. Doğal olarak yaşa.''
Kendimizi ve diğer insanları; mutlu etmeyi seçtiğimizde ‘’bilgelik, hakikat, neşe kaynağı ve ruhsal güç’’ ile, bütünlük ve bağlantı içine sokabiliriz.
''Bunun içinde çok büyük beklentiler içerisine girmeden, ihtiyacımız olan;
barış, özgürlük, sevgi dolu aile-arkadaş, dostlar, yetecek kadar gıda, giyecek ve barınacak yer, ulaşılabilir bir amaç ve geleceğe dair umut olması, insanların yaşamlarını devam ettirmelerine yeter.''
Gereksiz endişe, şiddet, öfke, karamsarlık ve egolardan çekip alır.
Önemli olan, nelere değer verdiğimiz ve neleri öncelikli bulduğumuzdur aynı zamanda.
Her şeyi ona göre duyar, görür ve hissederiz.
”Sakin ve neşeli bir huy, duru, canlı, nüfuz edici ve doğru kavrayan bir zeka, ılımlı-yumuşak bir arzu, sevgi dolu bir kalp ve bunlara uygun olarak iyi bir vicdan”…
Dünyaya sevgi dolu bakmanın yolu, başta bu iç yolculuktan geçiyor.
İnsan, yaşamında mutsuzsa, sevgi üretmiyorsa, ne yaparsa yapsın, nereye giderse gitsin, yüreği hep üşüyecek, değil mi ki sesi müziğe dönüştüren sevgidir.
Hayal gücümüz ve düşlerimiz önemli, hayatı sevme hissi ve coşkusu verir.
Bunlar, yerini hiçbir rütbenin ya da maddi zenginliğin dolduramayacağı üstünlüklerdir.
Cemal Süreya’nın dediği gibi ”Hayat kısa, kuşlar uçuyor” o zaman bu kısacık konuklukta mutlu olmak yaşamın biricik amacı olmalı..
Yaşamın biricik anlamını unutup, mutlu olmak için çok büyük beklentiler içerisine girip kendi varlığının anlamını unutan boş insanlar, yaşamı nasıl heba ettiklerinin çoğu zaman farkına bile varmazlar.
''Özenle sakladığınız bir sarı lira gibi ömrünüz
Vakit gelip, sandıktan çıkardığınızda
Bir de bakıyorsunuz ki, tedavülden kalkmış''
O zaman bu kadar kasıntı, bu kadar yaşam kaygısı niye?
Mutluluk, hiçbir sıkıntının ya da zorluğun bulunmadığı yer
demek de değildir, bütün bunların içinde bile yüreğimizin huzur bulabilmesidir.
Ne güzel demiş,düşünür;
*Karanlık geceye rağmen buğulanmış pencere camına güneşi çizebilmek.*
Umut etmekten, mutlu olmaktan hiç vazgeçmemek, yaşam sevincini
sürdürebilmektir mutluluk…
Mutluluk: kendin olmak, sevebilmek, üretebilmek, güven ve huzurdur.
İnsan, kendi dar sınırlarından çıkıp daha zengin bir yaşam deneyimine ulaştıkça, bakış açısı da değişiyor.
''Yaşamınızı bir baş yapıta dönüştürün
Her insan,
daimi olarak,
sadece tek bir başyapıt
üzerinde çalışmakla yükümlü olan bir sanatçıdır,
bu başyapıt kendisidir.''
İnsan özellikle karşındakini anlamak için, onda olanı anlamaya niyetli olmalı. Buda kuru bilgiden uzak, açık bir zihin ve sevgi ile biçimlenen bir anlayışla mümkündür.

Sevin ve Özgürleşin

Umuda ve sevgiye olan inancımı hiç kaybetmedim
Her insanın yaşamı, onu kendine götüren bir yoldur, bir yol denemesidir.
Hepimiz aynı derinliklerden çıkıp geliriz. Derinliklerden çıkıp gelen bir varlık olarak, her birimiz kendi öz amacımıza varmak için uğraşıp didiniriz. Birbirimizi anlamaya çalışırız ama yorumlamaya gelince herkes yalnızca kendisini yorumlayabilir.
Bilincinde olduğum acılardan çok, acının bilincimdeki yansımasını biliyorum diyebilecek kadar bende acılarla inişli çıkışlı bir hayat yaşadım diyebilirim.
Bazı acıların, öyle incelikleri vardır ki ruhtan mı yoksa bedenden mi kaynaklanırlar, hayatın boşluğu karşısında ki rahatsızlığımızı mı yansıtırlar anlamayız.
Kim bilir, kaç kez, kaygılı bir umutsuzluğun karmaşık çökeltilerine karışarak, ruhumun karardığını hissetmişimdir. Kaç kez, var olmak canımı yakmıştır.
.Ama ne olursa olsun karamsar değil, hüzünlü olabilirdim. Belirli, hatta belirsiz bir hüzün bile değildir bu. Bu ifadeler ne hissettiklerimi tam olarak anlatmaya yetmez çoğu zaman.
Her insan bir dünyadır. Bunu ben demiyorum çünkü eşsiz olmak her varlığın sıradan bir niteliğidir. Eşsiz olmak kıyaslama yapmaya bir neden bırakmaz. Nefes almak kadar doğaldır. Hayat geriye yaşanmaz. O her gün yeni bir günle tekrar tekrar doğar ve kendine hiç şaşmaz. Şaşan da, şaşırtan da toplumu oluşturan insanların niyetleridir...
Hissettiklerimin derinliğinin farkında olacak ve anlayacak kadar yaşamla iç içeyim. Bu ahkam kesilmek anlamına gelmesin...
Anlamak ile görmek aynı şey değildir, anlamak değişimdir ve
yanlışa hayır diyebilmek, sağlam bir karakter ve sağlıklı bir ruhsal olgunluk ister.
Yaşam bir deneyimdir ve yaşamda doğruları bulmanın yolu, doğru soruları sormakla başlar.
İnsan kendi iç sesine yöneldikçe, içsel sorgulamaların ve yeniden uyanışa geçen bir ruhun çığlığını duymaya başladıkça; kendine yetebilmeyi, ayakta kalmayı, farklılıkları kabullenmeyi, kendini eleştirmeyi, kendiyle yüzleşmeyi amaç edindiğinde, yaşamı yeniden sorgulamaya başlıyor.
Varlık felsefesinin de temel taşlarını oluşturan bu sorgulamalar insanoğlunun ruhsal evrim sürecindeki aydınlanmanın da ilk kıvılcımlarını oluşturmaktadır.
Özgürlüğün, eşitliğin, akılcı bilimsel düşüncenin, hak ve hukukun, barış, dostluk ve umudun hakim olduğu bir dünya inşa etmeye kararlı tüm zihin ve beden emekçilerinin aydınlanmasında ki bu kıvılcımların oluşmasında ideal ve amaçlar çok önemli bir yer tutmaktayken umuda ve sevgiye olan inancımı hiç kaybetmedim...
Önce kendimize inanalım, kendimizi sevelim, kendimize saygımız olsun...
Kendine adil olmayan, kendine yürümeyen yüreğinde sevgi yeşertemez, kendi dışında ki hayatlara adil olamaz...
Sevgi hak edenlerin, paranın, üstünlüğün kölesi olmayanların yanında olmalı.
Herkesin dostları var dostlukları yok...
Sevin ve özgürleşin.
Dostluğa ve sevgiye emek harcayan insanlara minnetle..
''Simurg Olmak Zamanı''

20 Ocak 2020 Pazartesi

Koş ve dans Et!

https://unutulmazfilmler.co/zorba-the-greek.html
Çağ yangını bu... kalpleri kurumuşlarin sözde söylemlerinde sevgi üşüyor...
Acıları yüreğinde hissetmeyenlere, şefkatle, samimiyetle yaşam büyütme-yenlere kitaplar ne yapsın?
Zorba'nın hayat felsefesi; yenilgileri umursamamaktır. .
Muhakkak okunması ve iyi özümsenmesi gereken çok değerli bir kitap;
Her satırında evrensel bir boyutu yakalamanız mümkün. İnsana dair o kadar çok şeyi bir arada, birlikte ilişkilendirerek okuyucusuyla buluşturmuş ki, insanin şapka çıkarası geliyor. Ben çıkardım ve saygıyla eğildim. Okuyalım, boş zamanlarımızı değerlendirmek için değil, boş zihinlerimizi şarj ve deşarj etmek için okuyalım.
Başımızı kuma gömerek değil, sadece okumuş olmak içinde değil, okuduğumuzu sindirerek, özümseyerek ve en önemlisi bakış açımızı güncelleyerek, farkındalık oluşturmak adına okuyalım. Kaç kitap okuduğumuz değil, okuduğumuzdan ne anladığımız daha önemli. Kitaplar insani bir yakadan diğer yakaya taşımıyorsa, başkalarının acılarına duyarlı kılmıyorsa, hepsinden daha değerlisi; sevgi, barış, ortak yaşam alanlarına duyarlı kılmıyorsa, bilgelik aşılamıyorsa, çıkarmıyorsa bizi aydınlığa ne anlamı var?
''Hey okumuş adam! Neden gençler ölüyor? Neden insanlar ölüyor? Söyle bana. - Bilmiyorum. - Bütün o kitapların ne işe yarıyor? Sana bunu anlatmıyorlarsa, ne anlatıyorlar? - Bana... senin sorduğun tip soruları cevaplayamayan insanların ıstıraplarını anlatıyorlar. - Onların ıstıraplarına tüküreyim..!''
Kitaptan alıntıları paylaşmaktan son derece mutluyum.

1."Herkes kendi yolunu izler. İnsan bir ağaç gibidir. Neden kiraz vermiyor diye incir ağacını hiç azarladığın oldu mu?"
2."Yağmur yağarken insanın kalbi acı çeker," dedi Zorba.
3."Dünyayı bugünkü durumuna getiren nedir, bilir
misin? yarım işler, yarım konuşmalar, yarım
günahlar, yarım iyiliklerdir. sonuna kadar git be
insan.!"
4."Bir zamanlar diyordum ki: Bu Türktür, bu Bulgardır, bu Yunanlıdır. Ben vatan için öyle şeyler yaptım ki patron tüylerin ürperir; adam kestim, çaldım, köyler yaktım, kadınların ırzına geçtim, evler yağma ettim... Neden? Çünkü bunlar Bulgarmış, ya da bilmem neymiş... Şimdi kendi kendime sık sık şöyle diyorum, hay kahrolasıca herif, hay yok olası aptal! Yani akıllandım, artık insanlara bakıp şöyle demekteyim: Bu iyi adamdır bu kötü adamdır. İster Bulgar olsun, ister Rum, isterse Türk. Hepsi bir benim için. Şimdi iyi mi kötü mü yalnız ona bakıyorum. Ve ekmek çarpsın ki, ihtiyarladıkça buna da bakmamaya başladım. Ulan ister iyi ister kötü olsun be. Hepsine acıyorum işte... Boşversem bile bir insan gördüm mü içim cız ediyor. Nah diyorum bu fakir de yiyor, içiyor, seviyor, korkuyor,(...) o da kıkırdayacak ve dümdüz toprağa uzanacak, onu da kurtlar yiyecek... Hey zavallı hey! Hepimiz kardeşiz be... Hepimiz kurtların yiyeceği etiz.''
5."Onları belki kurtaramayız," diye ekledi. Ama kurtaralım derken, biz kurtuluruz. Öyle değil mi? Bunları söylemek istemiyor musun hocam? Kendini kurtarmanın tek yolu başkalarını kurtarmak için çabalamaktır.
6.Burada insanı şaşırtan bir şey oluyor patron...Bu tuhaflık içinde aklın şaşıyor. Biz çetelerin yaptığı bütün o alçaklıklar, hırsızlık, kıyımlar, Girit'e Prens Yorgus'u yani özğürlüğü getirdi"
Gözleri iyice açılmış şakınca baktı.
"Sır!" diye mırıldandı. "Büyük sır! Dünyaya özğürlüğün gelmesi için bu kadar cinayetler ve alçaklıklar mı gerekli yani?
7.Ruhum" diyordum, "şimdiye kadar gölgeye bakıp doyuyordun; şimdi seni tene götürüyorum.
8.Gübre ve pislikten bir çiçek nasıl filizlenip beslenir? Varsay ki Zorba, insan gübre, özgürlük de çiçektir.
9.'' Ruhumu tenle, tenimi ruhla doldururdum; kısacası, içimde barıştırırdım bu yüzyıllık iki düşmanı...
10.''Hayır özgür değilsin," dedi. “Senin bağlı bulunduğun ip, öbür insanlarınkinden daha uzun; hepsi bu kadar...''
Zorba karakteri, temel insani özgürlüğün, toplumsal boyunduruğa başkaldırının bir sembolü olarak görülebilir.
Başkaldırının, özgürlüğün ve bütün bir insanlığın simgesi olmuştur.
Haksızlığa, üzüntüye ve sevince karşı santuruyla, dansıyla karşılık veren bir adamın hikayesidir zorba.
İzleyelim bu dansı ve en önemlisi kanatlarını bir kartal gibi açmış ''Anthony Quinn'' 'yi ''Zorba' mizi izleyelim...
''Hayata karşı yenilebiliriz..
Sevgiye ve dansa karşı asla!
Sevgisizlikden boğulduğunu hissettigin an..
Koş ve dans et!
"Bana dans etmeyi öğret.
Dans mı?
Hadi bakalım delikanlı.
Beraber
Başlıyoruz
Hop!
Tekrar Hop!
Çök
Haydi bre!
Patron sana anlatacak o kadar çok şeyim var ki..
Seni sevdiğim kadar hiç bir adamı sevmedim.
Hop!
Hey patron!
Bundan daha muhteşem bir çöküş gördün mü?
Görüyor musun?
Sen de gülebiliyor musun?
Sen de gülüyorsun be!
Gördün mü? Nasıl kaçtıklarını.
Özellikle de şu keşişlerin.
Üçüncü posta:En iyisi üçüncü postaydı.
Her şey dümdüz oldu.
Daha hızlı..
Hop! Hop! ''
Özgürlük timsali, ani yaşayan, duygularını dışa vuran ve insanlara da bunu aşılayan güçlü bir karakterdir zorba.
Görsel şöleniyle, mimikleriyle, yaşamsal fark edişleriyle Anthony Quinn zaten ayrı bir lezzet.
Nikos Kazancakis'in usta kurgusuyla okunmayı ve yönetmen Mihalis Kakoyannis'in muhteşem yetkinliğiyle izlenmeyi hak ediyor.
https://unutulmazfilmler.co/zorba-the-greek.html

Olcay Kasımoğlu

19 Ocak 2020 Pazar

Sen Dağların Kır Çiçeği

Düşle başlayan sabrın, sırrın imtihanından geçip, küçük duyarlılıkların sırrına erişmeli insan. Taze güne yayılmanın serüveni gibi...
Ancak o zaman yaşam değişir, kımıldar yer değiştirir.
Mutluymuş gibi yaşayan bir sürü insandan uzak döngünün en güzel serüvenidir bu....
Ve şiir, şiirlerim; toplumu anlama ve algılama çabalarımın yanında, en temel duygumuz olan özgürlük ve özgürleşmeye, öğretilerden arındırılmış sevgilere, erkek egemen toplumun sosyal, psikolojik ve ideolojik bütün dayatmalarına karşı bir sesin yükselişidir aynı zamanda...
Seviyorum, şiirle yaşama uzanan yolculuklarımı, derinlikler-imi ve küçük insan koylarını...
İnsan, kendi dar sınırlarından çıkıp daha zengin bir yaşam deneyimine ulaştıkça, bakış açısı da değişiyor.
Duyguma ve düşüncelerime serpiştirilen her güzellik adına teşekkür ediyorum...
Yüreğimin yurdu, can evim şiirler;
Kendime, yaşama karşı duyduğum en büyük sorumluluklardan biridir.
Tek bir mısra yazmak için bile;
insanları, hayvanları tanımak, doğanın sesini kalbimizde duymak ve sabahları çiçeklerin açılırken 'nasıl titrediğini' yüreğimizde hissetmemiz gerekir.
Çünkü şiir, insanı kendisinin dışına çıkartır ve yine kendisine yolculuk başlatır.
Bilinmez diyarları, gelecek kavuşmaları,beklenilmeyen rastlamaları, çocukluk günlerinin iç çağlayanlarını, geçen sessiz günleri, denizin kendisini ve yıldızlarla uçuşan yolculuk gecelerini yeniden yaşamak, yeniden dillendirmek gerekir.
Ey gülüşü cananım
Ey yüreğime yakışanım
Görünce gül yüzünü
Unuttum ruh fukarası sözleri
Bir tılsımlı baharla gel
Kon dallarıma
Ver elini elime
Sevgi en büyük armağan değil mi...
Şiirin içsel yolculuklarıdır bizi yeniden yeniden doğuran
Yeni gün doğumlarına şahitlik etmek, sevgiyi bütün derilerinden soyunmuş olarak yaşamak; bunun yanında ölüme şahitlik etmek ve gidenin yüreğimizde bıraktığı acıya, yoksunluğa yeniden biçim vermek ve hayatın eksikliklerini, aldıklarını şiirle tümlemeye çalışmak gerekir.
Ortak bir duyarlılık, vicdan oluşturmak, olayları ve olguları güzel ve farklı bir dil kullanarak gündeme getirmek, toplumun sözcüsü olmak gibi işlevleri de vardır şiirin.
Bütün bunların, sabırla, bilinçle süzülüp; mısralardan ahenkle bize akması için, yaşamı şiirle taçlandırmamız gerekir.
Şiir sadece kendimiz için değildir 'bilgidir' bizden sonra gelecek kuşaklara, rehberdir aynı zamanda.
Topluma kazandırılmak istenen değerlerin sözcülüğünü yaparken; değişen, gelişen dünyayı anlamaya ve tanıtmaya çalışmak,demokrasi ve özgürlük kavramlarının kalıcı olmasında önemli pay sahibi olmuştur şiir...
Bunun içinde;
Düşünceyi ve eylemi uzlaştırmak için, bireysel ve toplumsal yaşamı uyumlaştırmak için, bencilliğe karşı cömertliği anlamak ve yaşamak için, ayrımların karşısına bütünleşme fikrini koyarak; hoşgörü, sevgi, anlayış, saygı gibi değerleri anlamak ve yaşamak için şiire ve sanatın bütün dallarına ihtiyacımız var.
Yaşamın bilinçli bir kaşifi olabilmek için, daha iyi bir dünya ve iyi bir yaşam için; insan olduğunun farkına varan, maddi ve manevi faaliyeti sırasında hem kendi hem de toplum hayatının şartlarını oluşturan motivasyon ve eğilimlerini iç çatışmaları azaltacak şekilde örgütleyip kaynaştıran; diğer kişilik ve karakterlere karşı uyumlu davranış sergileyen, başkalarını türlü açılardan ve değişik yöntemlerle değerlendirebilen kişilikli insanlara ihtiyacımız var...
Sen türkülerin
Sen hürriyetin
Sen dağların kır çiçeği
Sevginin;
Ayıplara kurban edildiği bu çağda
Gel tut ellerimden verme beni yaban ellere...

14 Ocak 2020 Salı

Sevmek Kimseye Zarar Vermez.

Bazen gidersin
Sadece gidersin...
Yağmur damlaları gökten nazlı nazlı yağarken, sessiz bir rüzgarın kanadında uykuya dalmış gibi, sessizce durup sonra uçan... yerini yurdunu arayan aşık gibi...
Sonra... sonrası mi, hep aynı masal...
Bitmeyen bir düşün içinde
Taş üstüne düşen
yağmur damlası gibi
sükutu öğüten..
Akıp gideni durup görmemizi sağlayacak olan bir dünya yaratmak ve bize hayatı yeniden iade etmek mümkün değilken, yaşamı; keşkelerle ve pişmanlıklarla söndürmek niye?
Kötülük neyi kurtarır ki, yalan neyi?
Masum birine karşı kim tanık olabilir ki?
Anlaya bilmeli insan... Gerçekten insan olan...
'Göynüm değdiğinde titremiyorsa o yürek,
sadece kan pompalıyordur' der Neşet Ertaş..
Bazende insan en çok kendine yorulur ve özlemek uzaklığın ayıramadığıdır.' der Oruç Aruoba...
Düşündüm, düşündüm de kırılan dalıma sözüm hiç geçmedi.
Halen hala sızısı kaldığı yerde neler koparır götürür sevdalı yürekten kaç ahla bir bilsek...
Hep ondan oluyor bunlar
İnsanın en az gittiği, içindekileri görmeye korktuğu yer yine kendi içidir.
Neşet Ertaş'imiz ne güzel der;
"Elini kalbine götürdü; “burası var ya” dedi. “Taşa, toprağa gerek kalmadan insanın gömüldüğü tek yer..
Kalbimle, ruhumla,
sakin ve saygın olan o yeri bulacağım
''Aşkı, sevgiyi,
şiiri ve çiçeği ıskalayıp da
mutlu yaşayabilen var mi?''
Sus ve gülü sula
Bin yıldır beklediğimsin...
Tavır, sevgi ve ilgi, bunlar bazen ilaçtır bazen de zehirdir, mühim olan sağlıklı şartlarda yaşanmasıdır.Mesela sıcak su patatesi yumuşatır ama yumurtayı sertleştirir...Bizi aşağı çeken şeyleri bırakmayı öğrenmeliyiz, hayatımızdaki her şey bizimle kalmak zorunda değil.İnsanlar dayanabilme eşiğinin kendilerini güçlü kıldığını zanneder oysa insanı güçlü kılan asıl şey bırakabilme eşiğidir...''
Olcay Kasımoğlu

13 Ocak 2020 Pazartesi

Özümsemek

''Nasıl bir sessizlikti bu kardeşler? Niçin başını kaldıran kimse yok unutuşa?
Niçin bu kadar ölü var? Ve niçin bu kadar çok unutmak istediğimiz şey var?''
/Onat Kutlar..
Parçalı kişiliklerin kendisine has bir düşünceleri yoktur, onlara göre yaşam siyah ve beyazdan ibarettir...
Oysa;
Ne yalnız başına övgü ne de sövgü yaşama bir şey katmaz.
İnsanı insan yapan, üretim, paylaşım ve doğa ile bir bütünlük içinde, huzurlu ve güven ortamında yaşama devam etmek hayatın anlamına, bütünlüğüne güzellik katmaktır.
Yaşamın en zengin ve en özel duygusu, yaptığımız bir şeyin yalnız bizim hayatımız için değil; diğer insanların hayatlarına da bir katkı sağlayabileceğini biliyor olmamızdır...
İnsanların dil, ırk, mezhep gibi, yaşamda pek karşılığı olmayan gerekçelerle çatışma ortamına sürüklenerek, yaşamdan kopmaları, hayatın anlamına da büyük haksızlıktır.
Her günün yeni bir gün ve yeni bir başlangıç olduğunun farkında olanlar, yaşamdan beslenirler.
Değişim ve yenilenmek hayata ve kendimize karşı görevlerimizdendir...Gerçeğimizin farkında olmak, iyi insan olmanın gereğidir. O halde insan her koşulda, enerjisini olumlu olana harcayarak yaşamı daha sağlıklı ve anlamlı kılabilir.
İnsan yaptıklarından ve yapamadıklarından sorumludur. Sadece kendi yüreğinin kabuğunda yaşayan insanların bize verebileceği hiçbir şey olmaz...
İnsanın eylemlerinde ki güzelliği yaşamın hakkını verdiği oranda bir önem taşır. Bu da ancak özümsemekle, her zaman her yerde her şeyi özümsemekle mümkündür. Yüreğinde sevgi olanlar bunu başarır.
Olcay KASIMOĞLU

Hayatta Oluşturduğumuz Eylemlerimiz Kadarız.

Yürekli insan olmak; cesaret ve sağlam karakter ister.
Hayatın ''sorumluluğunu yüklenmemek'' hiç bir şey yapmadan seyretmek en büyük tehlikedir.
Bir insanın ''düşünme gücü'' satın alınırsa bütünlüğünü yitirir, ya korkak ya da kaçınılmaz nankör olur...

Ruhsal olgunluk ve sağlam karakter her şeyin özüdür.
Karakteri zayıf ''donanımı yetersiz'' insanların yargılama gücü zayıftır.

İçsel derinlikleri ''öngörüden'' yoksundur her duyduklarına inanırlar.
Kendiyle savaşı bitmemiş, kendine değer vermeyen, olgunlaştıra bilir mi gönlünü?
Bu nedenle, baş eğen bireylerin oluşturdukları toplumlar ''içtenlikten yoksun'' büyük saygı göstermeye, korkuya daha açıktırlar ''ne yaptığını bilmeyen'' karasız insandan daha korkağı yoktur.


Sokrates bir gün derste öğrencilerine birer beyaz kağıt dağıtır ve üzerine bir daire çizmelerini ister. Dairenin tam ortasına da bir nokta koymalarını söyler…
Ve “Büyük mü yoksa küçük mü bir daire çizdiniz” diye sorar.
Bazıları küçücük bir daire çizerken bazıları tüm kağıdı doldurmuştur…
Ve sonra, “Dairenin, tam ortasındaki nokta sizsiniz. Daire ise sizin yaşadığınız hayata koyduğunuz sınırlamayı temsil eder. Siz kendi dünyanızın merkezisiniz” der.
Daha sonra,
“ Şimdi daireyi silin. Geriye sadece nokta kaldı. Şimdi sınırı olmayan bir dairenin merkez-indesiniz…”


Her şeyin özüne gitmeli insan, görünene değil.
Bazen bildiklerimiz, gördüğümüz kadardır.
Gördüğümüz baktığımız kadar ve baktığımız düşündüğümüz kadardır.
Baktığımızı görmez, gördüğümüzü düşünmezsek eğer, gördüğümüzün bildiğimize sığmadığını da göremeyiz.


Belki de en büyük farkındalık; içimizden geldiği, doğamızın gerektirdiği gibi ve tam da neyi neden yaşadığımızı bilerek yaşamak gerekir.
Belli mi olur ''bir tek kelime'' yeniden yeşertir umutları, bir kökün bin dala durması gibidir, hayat.!

olcay kasımoğlu

Bizler, Tercih Ettiklerimiz Kadarız.

Bilgiyle
Sevgiyle
Şefkatle
Beslediğimizde kendimizi
Ancak o zaman ulaşabiliriz
İnsan olmanın erdemine...
''Sevgiyle yaşamak ve sevgi için yaşamak dururken, bir insan, ömrünün sonuna ya da zaman onu azat edinceye kadar kendi koyduğu geçersiz kanunların kölesi olarak kalabilir mi? Dikenler ve kafatasları arasında kendi bedeninin gölgesini görmemek için gözlerini yere dikerek ya da yüzünü güneşe dönerek sonsuza kadar durabilir mi?
Kalbime giden yol nereden geçer, artık biliyorum...
Biliyorum....nerede durulur, nerede susulur, gözce ne konuşulur....
Öyle çok değerliymiş ki zaman, kendimi buldukça anladım...
Usta ''sevgiyi seçen kişiymiş'' her durumda, her koşulda...
Hepimiz sevgiyiz ve ''sevgi'' sahip olduklarımızı paylaşır.
Ve aşk;
Hiç bir aşk mükemmel değildir, zaten mükemmel aşkta yoktur varsa da aşk değildir.
Ama bir şey var ki, en yoğun olduğu anlarda bile seni düşündüğünü hissettiriyorsa ,sen onun için anlamlısın ve değerlisin.
Seni iki kez düşündürebiliyorsa ve gereksiz kuşkulara acabalara düşürmüyorsa, onu seninle tutmaya çalış ve ona verebileceğin sevgiyi esirgeme.
İnsanlara hiç kimsenin günde yirmi dört saat boyunca sevemeyeceği öğretilmeli; dinlenme dönemlerine ihtiyaç vardır ve hiç kimse emir üzerine sevemez.
Sevgi kendiliğinden olan bir olgudur. O ne zaman olursa olur ve o ne zaman olmazsa olmaz.
Mesele günün her anını seni düşünerek geçirmek değil, geçen zaman içinde yaşama senide kattığını, değerli olduğunu hissettirmek...
Böyle bir insan zaten sağlıklı düşüne bilen bir insandır, bilir karşısındakinin de bir insan ve et parçasından ibaret olmadığını.
Onu değiştirmeye çalışmayalım, çözümlemeye kalkmayalım.
Kendimize empoze değil onun kendi olmasını sevelim ve seni var olan özelliklerinle seven bir insanı kendimize benzetmeye çalışmayalım,ona kendi olma fırsatını verelim.
Bizi mutlu ettiğinde gülümseyelim, kızdırdığında fark etmesini sağlayalım. İhmal edildiğimizi düşündüğümüzde nedenini soralım ,aldığımız cevap bizi tatmin etmiyorsa bir sorun var demektir.
Bu, ilişkimizi tekrar gözden geçirmek için bir sinyal olabilir. Kendimize öz eleştiri yapalım, kesinlikle onu haklı göstermek için kendimize duygusal baskı yapmayalım, Kalbimiz rahat değilse muhakkak yolunda olmayan bir şeyler vardır.
Bu illada, sevmediği anlamına gelmez ama her iletişim özen ve itina ister.
Eyer kendimizi özel ve iyi hissetmiyorsak bir daha düşünmek ve karşında ki insanı yıkıcı değil ama çözüme ulaştıracak geniş bir bakış açısıyla yeniden gözden geçirmek gerekir.
Kim bilir belkide hiç ummadığımız bir ayrıntı nice yollar çizer.
Yeter ki niyetlerimiz temiz olsun yoksa bu dünyada her şeyin çözümü ve yolu var.
Zor olan ne istediğini bilmemek yada ne istediğine karar verememek.
Hiç kimse bulunmaz hint kumaşı değil, sadece imkanlar ve koşullar insanların seçim seçeneğini ya azaltır ya çoğaltır.
Nice insanlar var parasıyla konuşur, kimileri doğuştan sahip oldukları artıların onlara sağladığı imkanlarla merdivenleri atlar.
Kimi ise o merdivenin basamağına gelmek için bile bir ömür harcar.
Ne olursa olsun yüreği ve dünyası geniş insanlar er veya geç olgun ve doyumlu olurlar.
Şayet ruhun atlası sevgi değilse ne yaparlarsa yapsınlar boş.
En sonunda yine boş tencerenin çıkardığı sese dönerler.
Kendimizi gördüğümüz yüreğe serilelim, sıcaklığını, samimiyetini, gülüşünü bize koşulsuz bağışlayan insanı bulduğumuzda sımsıkı sarılalım ve sarılırken yanında huzuru buluyorsak o bizim cennetimiz ve o cenneti boş avuntularla örselemeyelim...
Çünkü sevgidir kalplerimizi ortaya çıkaran güç. Sevgiyi ortaya çıkaran, kalplerimiz değildir.
Zaten hakiki sevgiler aydınlatandır, sorgulamalara ihtiyaç duymaz..
Hayatı ''olgun, bilinçli, doyumlu, istikrarlı'' ve sevgi dolu insanlarla paylaşalım.
Sahi herkes seviyor o zaman neden bunca acı, keder ?
Sorun sevgisizlik mi, yoksa yanlış sevgi anlayışı mı?
Sevgisizliğin toplumun temel sorunu olduğu hep yazılır, çizilir acaba asıl sorun sevgisizlikten çok sağlıksız sevgi anlayışı olmasın ?
İnsanlar daha çok sahip olmak istiyor...sahip çıkmak değil.
Egemen olmak istiyor...beraber özgürleşmek değil.
Benim olmalı diyor...hayatı beraber paylaşmalıyız demiyor.
... Üzerine yatırımlar yapıyor...fikrini sormadan.
... Bu ve benzer şeyleri sevgi ile karıştırıyor ya da bunların birkaçını sevgimize
"katıştırıyor" olabilir miyiz ?
İki insanın gönüllü olarak kuracağı beraberliğin temelinde hiçbir biçimde "razı olmak" ya da "katlanmak" olgusu yatmamalı.
Kişiler; benim can yoldaşlığı yapmak istediğim insan ve istediğim yaşam bu diyebilmeli.
Bana göre tek başına mantık evliliği de, tek başına aşk evliliği de yetmiyor.
Yazdığım bir köşe yazısın da (aile içi şiddeti anlatırken) bunu dile getirmiştim.
*İki insanın aşk ve duygusal uyumu olmalı.
*Kişilik,mizaç,dünya görüşü uyumu olmalı.
* Günlük yaşam tarzı çok zıt olmamalı.
* Yakın ve uzak gelecekten beklentiler de uyum olmalı.
*Menfaat ve çıkar üzerine kurulu hiç bir birliktelikte insancıl duygu olamaz bunun ayrımında olunmalı.
*Vicdan ve merhamet olmalı.
* Vefa duygusu muhakkak olmalı.
Hepsini bir arada bulmak zor olsa da en azından üzerinde düşünmeye değer...
Yaşam gönüllü alıp vermedir.
Bırakın hayatla geçinmeye niyeti olmayanlar gitsin,yollarını zorla kapamayın/

Olcay Kasımoğlu

Yaptıklarımız Kadarız

Mutlu olamazlar ki değerini bilmeyenler mutluluğun.
İnsan, en çok kendisinden korkar.
Kendi duygularından, güçsüzlüklerinden, zaaflarından, acılarından, coşkularından ürker.
Onun için kaçar yaşamdan, aşktan, öfkeden, sevinçten, kendisinden kaçar.
Sonra yaşam, hepimizi kendi sofrasında ağırlar.
İnsan, hayatı keşif etmeye, değişmeye başlar.
Hayatın özü değişimken değişmemek, dönüşmemek için direnmek bir çiçek tohumunun hayır ben büyümeyeceğim böyle kalmak istiyorum demesine benzer...
Oysa;
Yaşam bir bütündür.
Her şeyin özüne gitmeli insan, görünene değil.
Bazen bildiklerimiz, gördüğümüz kadardır.
Gördüğümüz baktığımız kadar ve baktığımız düşündüğümüz kadardır.
Baktığımızı görmez, gördüğümüzü düşünmezsek eğer, gördüğümüzün bildiğimize sığmadığını da göremeyiz.
Hayat büyük bir koşturmanın göbeğinde "yorulmak ve yoğrulmak" arasında geçiyor.
Atık biliyorum tüm yanlış yolları
beni buraya getiren düşmeleri
Sahi neredeydin daha önce
O güzel yüzünü gördüğüm günden önce
Biliyor musun aşka inanırım ben
Ve inanırım bu yolu da yürüyeceğimizi seninle birlikte
Gelmek istersen yürek yurduma
yönlendirsin yaradan seni benim kollarıma

Mülklerin En Tehlikelisi Dildir...

"Ya susmalı yada suskunluktan daha kıymetli bir söz söylemeli..Pisagor
En büyük sanat iletişimdir.
Gerçek insan yürekten gelenin doğal rengini hep arar durur.
Ve sözcüklerin sanatına sığınmak önemlidir..
''Ve ilerledi kadın;çağlayanların yer çekimi seslerine doğru. İlerledi suskun göllerin susmayan seslerine, esintinin saz hışırtılarına... dimdik ve içindeki bütün zenginliği dizelerin ölümsüzlüğüne bırakmanın yüksek ahengiyle..."
Doğa ve doğanın en gelişmiş ve en güzel bir parçası olan biz insanların oluşturduğu yaşamın da temel amacı bu değil midir?

Bu yüzden dökülmüyor mu zaman zaman dudaklarımızdan şu dizeler:
Yaşamak bir sanattır. Hem de sanatların en güzeli. Güzel ama zor….
Hani “Yarin yanağından gayrı her şeyde” diyerek, kardeşliği savunan Nazim Hikmet gibi.
"Hep bir ağızdan türkü söyleyip
hep beraber sulardan çekmek ağı,
demiri oya gibi işleyip hep beraber,
hep beraber sürebilmek toprağı,
ballı incirleri hep beraber yiyebilmek,
yârin yanağından gayrı her şeyde
her yerde
hep beraber!
diyebilmek
için
on binler verdi sekiz binini.. "
Şimdinin çığırtkan, bencil ve bir o kadar da arsız,duyarsız ilişkilerden ne kadar uzak dizeler...
Bütün mesele bilinçte, sağlıklı sevgi anlayışında ve koşulsuz,şartsız paylaşmak sevdayı hemde acıların imbiğinden imbik imbek geçmiş olanlarla...

Nazım Hikmet Anısına

''Yaşamak ne güzel şey...
Yaşamak;
Birer birer ve hep beraber ipekli bir kumaş dokur gibi...''
Bugün Türk şiirinin Mavi Gözlü Dev'i Nazım Hikmet'in ölüm yıl dönümü, benim kalbimde hep yaşayan günü  ...
İyi ki bu dünyadan geçmişsin. İyi ki şiirin ruhunu sevgiyle, barışla, bilinçle, felsefeyle, inançla ilmek ilmek işlemişsin.
Ne mutlu bana, bugün ruhuma şiirlerinle bir yolculuk yaptım...
Ne çok biz, ne çok biziz ve ne çok hasret,özlem....
İnsan, bir kez sökülmeye görsün yamalı yerlerinden, bir daha kimse tutamaz onu. Bir kez daha anladım bugün bunu.
Biz güzel insanlarız.
Ve ''Tepeden tırnağa insan'' deyişin yok mu, bir kez daha insan olmak ne demek ve bir kez daha sana o şiirleri yazdıran yüreği sevdim, o yüreğe su taşıyan elleri sevdim...
Bizden de selam olsun gittiğin yerlere...
''Ben bir insan,
ben bir Türk şairi Nazım Hikmet
ben
tepeden tırnağa insan
tepeden tırnağa kavga, hasret ve ümitten ibaret..
Ben hem kendimden bahseden şiirler yazmak istiyorum,
hem bir tek insana, hem milyonlara seslenen şiirler.
Hem bir tek elmadan, hem süpürülen topraktan, hem
zindandan
dönen insan ruhundan, hem kitlelerin
daha güzel günler için savaşından, hem
bir tek
insanın sevda kederlerinden bahseden şiirler yazmak
istiyorum,
hem ölüm korkusundan, hem ölümden korkmamaktan
bahseden şiirler yazmak
istiyorum...''
Nâzım Hikmet
''Nâzım Hikmet 1902‟de Selanik‟te doğdu. Nâzım Hikmet, Osmanlı İmparatorluğu‟nda birçok örneği görülen kozmopolit bir aileye mensuptur. 1921‟de Nâzım Hikmet Moskova‟ya
gider ve “Doğu Emekçileri Komünist Üniversitesi”nde sosyoloji, politoloji ve sanat tarihini okumaya başlar.
Çağdaş Türk şiirinde Nâzım Hikmet‟in önemli yeri vardır. İlk şiirlerini hece vezniyle yazar. Moskova‟da fütürist ve konstrüktivizm akımlarıyla tanışır ve özellikle Vladimir Mayakovski‟den etkilenir. Böylece Nâzım Hikmet Türk dilinin zengin ses sisteminden ve ses uyumlarından yararlanarak Türk şiirine serbest nazmı getirir. Şiirleri elliyi aşkın dile çevrilmiştir.
Kitaplarını yazarken ilhamı hayatından ve dünyada yaşayan insanlardan, özellikle Türkiye‟de ve Sovyetler Birliği‟nde yaşayan insanlardan alır.
O, şiirlerinde, hayat, ölüm, adalet, barış, hapis, kadın, eş, adam, anne, baba, çocuk, sevgi, köyler, şehirler, vatan ve insan sevgisi için yazar.''
O insan, tepeden tırnağa insan.
Nâzım Hikmet 1963‟te Moskova‟da vefat etti.
Şiirleri kaldı... Gömülmeyecek, solmayacak, eksilmeyecek şiirleri...

Anlamak Adına

Bugün, sabahın erken saatlerinde, bu resim karesinden çok da uzak olmayan bir çocukla kesişti yolum.
Yaklaştım yanına 'ürkek, yılgın ve korku dolu gözleriyle' baktı bana. Yan tarafımda duran diğer bir genç çocuk ''Abla boş ver onlar Suriyeli'' dedi. Çocuğun yüzüne daha bir dikkatli baktım. Suriyeli olunca ne oluyor? Değişiyor mu kimliği, duyguları, masumiyeti ve çocuk olma hakki? Diğer taraf da ''Boş ver onlar çingene'' Diğer daha diğer tarafta ''Onlar doğulu'' vs vs ve böyle böyle uzayıp gidiyor insan denilen canlının bir soluk fani dünya dediği bu handa kendini bu dünyanın hakimi ve sahibi sanma hezeyanları...
Bir diğer tarafta şatafatli iftar yemekleri, diğer tarafta üç kuruşa boğaz tokluğuna talim eden insanlar.
Yine diğer taraftan meslek yaşantımda her türlü insan profiliyle iç içe olmanın getirdiği farklı bakış açılarından olsa olsa gerek içi boş kavramları, sözde sloganları, senin için ölürüm deyip, iş emek vermeye gelince hastahanenin arka kapısından kaçanları gördükçe sözle- eylem kardeştir söylemi daha bir içi dolu ve sıcak geldi bugün bana.
Ve ne olursa olsun;
Ön yargılarla, korkularla, endişelerle hiç bir şey yatağını bulmuyor. İnsan yüzleşmeli yaşamın gerçekleriyle.
Hiç kimsenin tekelinde değil insanca yaşamak.
Saraylardan, şatolardan, kendi yaşadığımız alanların karesinden ibaret değil yaşamlar.
Hayatım boyunca ''ön yargıyı,gösterişi, gövdemi düşüncemden önce öne sürmeyi, egoyu, kibri ve ne oldum delisi olmayı'' kendimden hep uzak tutmaya çalıştım.
Yaşamak doğuştan sosyal bir haktır, kaldı ki 'adalet, özgürlük, insanca yaşamak lüks değildir. Yaşamın olmaz olmazıdır.
Sözüm o ki;
Herkesin kendini ifade etme hakkı ve özgürlüğü vardır.
Hele birde çocukların geleceği söz konusuysa, hani deriz ya ''Akan sular durur'' o misal yani...
Gördüğünüz bu resim kareleri hayal değil, gerçeğin ta kendisi. Halen Türkiye'nin bir çok bölgesinde öğretmene hasret çocuklar var. Yaşam koşullarından dolayı okula gidemeyen binlerce çocuğumuz var. Halen açlık sınırında yaşayan insanlar var.
Perişan halde ki bir çocuk için ''O Suriyeli'' diyen o gencin bu ülke için, kendisi için nasıl sağlıklı bir ülke ve insan sevgisi olabilir, dedim kendi kendime yürürken...
Hırsların kirlettiği,
Kibirlerin körlettiği
Ne çok gizli utanç var yeryüzünde
Dar bir inancın
Ağır bir aldanışın coğrafyasında
Türkülerin ateşini kurutanlar
Sökemezsiniz umudu
Bütünlüklü bir sevgiyle
Mavi eller tırpan olsun zulüme
Hiç bir şey insandan daha kutsal değil...
Olcay Kasımoğlu

11 Ocak 2020 Cumartesi

Yarın Geç Olmakla Meşhurdur

Sadece kendi yüreğinin kabuğunda yaşayan insanların bize verebileceği hiçbir şey olmaz♥
'Sevdiklerinizi yüreklerinden sımsıkı tutun. Yarın, geç olmakla meşhurdur...''🌹
Her an bir umutla
Her an bir ışıkla
Ve her son bir hüzünle perçimlenirken
Binlerce kök salarak kavramalıyız hayatı yeniden
İlla yaşadıkça
Her insanın yaşamı, onu kendine götüren bir yoldur, bir yol denemesidir.
Hepimiz aynı derinliklerden çıkıp geliriz. Derinliklerden çıkıp gelen bir varlık olarak, her birimiz, kendi öz amacımıza varmak için uğraşıp didiniriz, birbirimizi anlamaya çalışırız ama yorumlamaya gelince, herkes yalnızca kendisini yorumlayabilir.
İçimdeki çocuğa yolculukta, saçları örgülü, yüzü güneşten, ayazdan yanık, ayakları çıplak, üstündeki elbiseleri basmadan küçük bir kız çocuğu görüyorum; biraz ürkek, biraz haşarı ve bir o kadar da güzel.
Anlat diyor, ıskalamadan yaşamı ve yaşadıklarını, acıların eleğinden geçerken, yaşam sevincinin ve umutların seni nasıl sen yaptığını haykır, diyor. O içimdeki küçük çocuk, kükredikçe umutlanıyorum.
Bir dağın, bir ağaca söylediği şarkıdan, nehirlerin dingin su seslerinden, ovadaki tek çiçekten, bir tayın yelesinden, şafağın mor kızıllığından geliyorum.
Bülbülün türküsü gibi, sözcüklere dokunan, onları yoğurup köy kokusu sunan; daldan dala konup uçan küçük kuş gibi; tuval, fırça elde, renkten renge, durmadan, gökyüzünü, yeryüzünü boyuyordum.
Yıllar içerisinde çok gezdim, başka ışıklar gördüm. Bitkiye, insana gerekli aydınlığın; göklere, güneşlere ve denizlere göre değişen eşsiz renklerini bir bir saydım. Ama hiçbir şey, kendi içinde, kasabamın sokaklarındaki güneşin yarattığı o değişmez beyazlık kadar yer etmedi anılarımda. Şüphesiz, bu göz kamaşması sadece içten gelen bir şeydi. Yada sadece hafızanın geçirdiği başkalaşımlar da vardı ve ben bunun gerçekliğinden emindim.
Güneşin sarıya boyadığı kül rengi evler, aralarında yeşil otların fışkırdığı bahçeleriyle, çocukluğumu yaşadığım yerler, unutmayacağım kadar göz kamaştırıcıydı.
Sanki ben değil de, bembeyaz bir ışık içine gömülen kendi çocukluğum söz konusuymuş gibi; ilk acıların karşısında gözlerini kırpıştırarak, bütün masumluğuyla duran ve yüreği bambaşka çarpan bu ürpermiş çocuğu tekrar görüyordum.
Olcay Kasımoğlu
''Simurg Olmak Zamanı'' Romanımdan