Translate

8 Kasım 2019 Cuma

Dinlemesini Bilmek Ve Anlamak İçin Dinlemek

''Say ki kayboldum, say ki kendime saklanıyorum...''
Umutlar;
Sevda kokan bir uçurtmanın kanatlarında
Rüzgarın tenine dokunmakmış
Aşk;
Bir kelebek misali
Avuçlarımdan kayan ve tutamadığım
Sevda;
Kanatları olmayan bir güvercinin
Göç ederken yalnızlığa
Yaz sıcağında üşümek
Kış ortasında yanmakmış yokluğuna.!
Kendimizi ve doğayı tanımak için, duyguları, düşünceyi ve eylemi uzlaştırmak için, bireysel ve toplumsal yaşamı uyumlaştırmak için, bencilliğe karşı cömertliği anlamak ve yaşamak için, ayrımların karşısına bütünleşme fikrini koyarak; hoşgörü, sevgi, anlayış, saygı gibi değerleri anlamak ve yaşamak için, yaşamın bilinçli bir kaşifi olabilmek için, daha iyi bir dünya ve iyi bir yaşam için; insan olduğunun farkına varan, maddi ve manevi faaliyeti sırasında hem kendi hem de toplum hayatının şartlarını oluşturan motivasyon ve eğilimlerini iç çatışmaları azaltacak şekilde örgütleyip kaynaştıran, diğer kişilik ve karakterlere karşı uyumlu davranış sergileyen, başkalarını türlü açılardan ve değişik yöntemlerle değerlendirebilen kişilikli insanlara ihtiyacımız var...
Ve dinlemesini bilen insan, sorunların tespiti ve çözümünde daha az hata yapar.
Dinleyerek daha iyi gözlemler yapar. Farklı bakış açıları edinir. Ön yargıdan uzak objektif kararlar verebilir. Problemlere yeni çözüm yolları bulur.
İnsan kendi iç sesini dinlediği zaman başkalarının sesine de derinlik kazandırır. Empati yeteneğini geliştirir. Başkalarını duygu ve düşüncelerine, kim olduğuna ve neler yaşadığına daha derinlemesine yaklaşır. Kendimizi dinlediğimiz de güçlü ve zayıf yanlarımızı keşif ederiz böylece başkalarının da artı ve eksilerine yaklaşım tarzımız değişir. Daha insanı bakış açıları kazanırız.
Dinlemek öze inmektir, bakılan ama görünmeyenlere dokunmaktır. Karşımızda ki insanlara gönül gözüyle dokunduğumuz da biz onun en yakını oluruz.
İnsanların duygularını anlamak kendimize olan güveni artırdığı kadar başkalarının da bize güven duymasına neden olur. İlişkilerin kırılganlığını ve insanlar açısından taşıdığı önemi anladığımız zaman daha dikkatli ve özverili oluruz. Başkalarının duygularını örselemeden onları anlamaya çalışırız. Kendimize ve başkalarına kulak verdiğimiz zaman evrende bizi dinler. Yoksa, neden ve niçinlerle, endişe ve kuruntularla geçen bir yaşamın değer ve anlamı ne kadar olabilir ? Mutluluğu sağlayan en temel duygu, sevgi ve ona yol açan anlayıştır. Sağlıklı ilişkilerde yürek işlerinin pazarlık payı olmaz. Sevgimiz yok hiç bir şeyimiz yok. Belki de yeniden öğrenmemiz gereken budur...

Olcay Kasımoğlu

Sevmek Onun İyiliğini İstemekti

Sevgi sadece seviyorum demek değildi..
Sevgi sahip çıkmak, gözüne gözünü bırakmaktı.
Karşılık beklemeden onun varlığına adanmaktı.

Elimi yüreğime koyduğumda anladım ki 'sana İhtiyacım var' demek ne güzel bir mucizeymiş.

Biri için endişelenmek, onun için yollarda yürümek, avuçlarında yüreğini taşımak, sevginle sevdiğini şımartmak, onun canı acıdığında o acının içinde olamadığın için sımsıkı sarılmak.

Sevdikçe kainatın sende toplandığını görmek.
Kendini aşarsın ''sevince'' tüm iyiliklerin içine aktığını hissedersin.

Kalayım sevgili kapında, eşiğinde kalayım demekse sevgi; ne mutlu içine düşene !
Çok büyük umutlara bel bağlamak ta değildi.


Sadece umut dolu ışıltılı gözlerini görmek yeterdi sevgiyi anlamaya..
Sevgi inanmaktı..Sevdiğine inanmaktı...sorguya, suale durmadan inanmaktı.
Sevgi "sonu olmayan bir varıştı sevgiliye" sonlanamayan bir varoluş...


İnsanın en büyük erdemi insanlığın tutunacağı en güzel kökü sevgidir.


Ve insanlar kelimelerle, sözlerle bir şeyler anlarlar ama birbirlerini o kelimelerden, o sözlerden dolayı anlamazlar. Sözleri aşan bir anlaşma alanı vardır insanlar arasında. Tabii burada sözlerin vazgeçilmez bir yeri vardır ama insan anlaşması sözle olmaz. İnsan anlaşması sezgi ile olur, sezginin de ne olduğunu bilmiyoruz. Yani insanlar birbirlerini sevdikleri için birbirleri ile anlaşırlar ve birlikte bir şey yaparlar. İnsanlar birilerini kendilerine uzak, yabancı, nefret edilecek diye saydıkları için onlarla savaşırlar. Ve bunların kelimelere dökülebilir bir tarafı yoktur. Biz kelimelerden o sonuca varmak için bir şey elde ederiz.

Olcay Kasımoğlu

Sevmek En Büyük Eylemdir..

Geçmişi geleceğe taşıma ama deneyimle, anların coşkusunu ıskalama ve geleceği korkuya değil umuda bağla ama ya olmasa ihtimaline de, düş kırıklıklarına da hazırla yüreğini.
Ve inandığın, kalbinin götürdüğü yere git, kalbinin sesini dinle.
''Gün olur güneşler doğar...
Gün olur karanlıklar parçalanır...
Yeter ki sen yaşama sevgili,
Sevgiliye can ol
Ol ki “kendin” ol.
Ol ki yaşamın kendisi ol''...

İnsanlar bir şeyi gerçekten, yürekten isterlerse ''evren'' onlarla birlikte çalışır. Olumsuzluklar onlardan uzak durur. İnsan olumlu duygularla dolduğunda kötü hislerin olması, hissedilmesi neredeyse imkansızdır.
Duygu ve düşüncelerimizin bize artı yada eksi olarak dönmesi tamamen bizim iç dünyamızla ilgilidir. Bir olaydan, acıdan herkes aynı derecede etkilenmez.
Bu tamamen bizim algılamamızla alakalıdır. Bu aynı negatif ve pozitif enerji yayılımı gibidir. Hangisini yoğun hissedersen o gelir seni bulur.

Yaşamamızdan, yaşadıklarımızdan ''biz sorumluyuz'' eyer biz bu bilince sahip değilsek, yaşamamız için gereken ''emeği/çabayı'' gerektiği gibi ortaya koyamayız.
Hayat karşılıklı bir aynadır. Vermek kadar ''almak/almayı bilmekte'' yaşama karşı sorumluluklarımızdandır.

Sabrın en büyük ''mucize'' olduğuna ınanalardanım ''sizde inanın'' evren bizi muhakkak duyar.
Yapmamız gereken: kendimizi mutlu etmek. Başkalarının bize biçeceği kıstaslar yaratıp onların verdikleriyle mutlu olma beklentisinden vazgeçelim.
Mutluluğu takip edelim ama arkasında kaybolmayalım, aramıza alalım.

Bize iyilik edenlere minnettarlık duyalım onlarla bu evren de yalnız olmadığımızı birbirimize hissettirelim. Dünya penceresine çok boyutlu bakalım.
Olaylara, insanlara bakış açımız, seçenekleri görmemizi, değişmemiz gerektiğinde kendimizi güncellememize yardım edecektir.
Kendimize karşı ''açık, sade, duru olmak'' her zaman kendimizi ''İFADE'' etmemiz de gereksiz olanların elenmesine yardım edecektir...

Olcay kasımoğlu

7 Kasım 2019 Perşembe

Sevgiyi Öldüremezsiniz

''NEDEN' diye soruyor bir baba?
Vietnam Savaşında
bir baba ölen çocuğunu
askerlere gösterip sadece
“NEDEN "diye soruyor?
Diğer tarafta Yemende çocuklar açlıktan ölüyor.
Bunca namussuzluğa rağmen din simsarları bize halinize şükredin diyor...
Aç bırakmak, açlıktan öldürmek insanlık suçudur, lanetliyorum..;(
İnsan kanından, etinden silah fabrikaları inşa edenler de medeniyet diyor, "Bu ne yaman çelişki anne" dizeleri aklıma hücum ediyor...
Analarla
Çocuklarla
Yaşam direniyor
Duymuyor sağır kör yürekler...

Cam Kırılır Gibi Kalp Kırılır mı?

''Camcının kızı Camcının kızı!
Cam kırılır gibi kalp kırılır mı?
Sor bakalım babana,
Cam takılır gibi kalp takılır mı?

”Rumca bir tekerlemedir bu.
''Bazı insanlar yaşamları boyunca hiçbir şeye tam olarak sahip çıkamazlar. Hiç bir şeyi çelişkiye düşmeden kucaklayamazlar.
Hep yaşamın kıyısında düşecek gibi hayata eğreti tutunurlar. Uzaklaştıklarında bütün hayatın ellerinde son bulacağı duygusuna öylesine sarılmışlardır ki sanki bu duygudan uzaklaşınca bütün hayat onlardan uzaklaşıp yok olacak''
Önceki yazımız da şiddetin ikizi çocuklar derken, şiddetin boyutlarından bahsetmiştik.
Maalesef şiddetin boyutları azımsanmayacak kadar ciddi boyutlardadır ve ilginç olan şiddetin belli bir boyutu yok aksine görünen perdelerin arkası çok can yakıyor.

• Öyle ki okumuş cahillerimizin yaptığı şiddet, insanı ürkütüyor bunlar sadece öğretim çocukları olmuşlardır, davranışlarında eğitimi göremezsiniz. Diplomalı cahiller, okumamışlardan daha zordur, asarlar, keserler… Bildikleri en iyi yol ben bilirimdir.
Egoları tavandır. Bu insanlar, evliliklerinde isteklerini yaptırmaya çalışırlar, engelle karşılaştıklarında en basit ve kolay yola(dayağa) başvururlar.
• Bir evliliğin en önemli ve can alıcı noktası, eşin nasıl bir kişilik yapısına sahip olduğunun bilinmesidir.
• Bunu bilmek inanın birçok kapıyı nasıl açacağımız konusunda bize yol gösterici olacaktır. Kişilik yapısını bildiğinde o yapıya ters bir davranışın geri dönüşümünü tahmin etmek her akıllı insanın bileceği bir şeydir. Bu da en başından birçok olumsuz olayları yaşamadan sonucunu tahmin etme bakışı kazandırır.
• Bir de kadınların en çok yaptıkları ve hevesli oldukları bir şey var: ben bu adamı değiştiririm. Bu beraberinde hayal kırıklıkları getirir. Biz bir yetişkinle evleniyoruz, çocukla değil.
Kendi kişilik yapısına saygı bekleyen bir insan dış müdahaleyi kabul eder mi? Oysa ortak paydada buluşmak, paylaşmak olduktan sonra beraber büyümenin, hayata akmanın kime ne zararı olabilir ki ? Buda hayat bilinciyle birlikte sevgi bilincine ulaşmış olgun bir insanla mümkün olabilir. Yoksa istediğin gibi bir birey yaratmak evlilikte sadece kişilik çatışmalarına yol açar.
O zaman seçimlerimizi yaparken o kişideki beğeniler üzerine yapalım kendi mumyamızı yaratmak için değil.
Tabi erkeklerde nasıl olsa değişmez, etliye sütlüye karışmaz tamda aileme göre, anneme de benziyor. Tamda burada başlar erkeğin kafasındaki kadın modeli. Oysa aynı çatı altında almadılar toplamlarını. O bir birey, insan, sonra eş, anne.. Kurmayın birileri üzerine seçimlerinizi. Tamamen kendi öz iradenizle, beyninizle, yüreğinizle seçimlerinizi yapın.

Bırakın birileri üzülecekse üzülsün, hiç değilse başından üzülürler emin olun kötü sonlardan daha kötü değildir. İnsanlar değişimle gelişir. Kişinin tamamen kendi dünya görüşüyle alakalıdır. Herkes kendi penceresinin rengini kendi yaratır.
Bir yerde görmediklerine kapalı olmak onları geliştirmeyen bir korumacılık duvarı örer oysaki en küçük bir dalgada en çabuk savrulanlarda bu kıyılarda tutunmaya çalışanlar ve kıyıyı terk etmeyenlerdir
Buradan itibaren muhtelif şekillerde anne babalarında evliliğe yaptıkları çeşitli etkiler vardır.
Kadın evlilikte umduklarını bulmadığında baba kapısı çalınır. Ailesi adetlere göre hayır der; yeni ailesi bunaltır; kocası anlamaz; derken bir de çocuk gelir. Hamilelik sıkıntıları doğum ve loğusalık psikozları eşliğinde daha da berbatlaşır. Hele bazı yerlerdeki inanışlardaki gibi bu zor anlarda kız tarafı değil de erkek tarafı aktifse genç anneyi, erkek, aile töreleri adetleri icabı karşı gelemez, karısını koruyamaz ya da kendi kişiliği de eşini itaate zorlar.

Ev içi şiddet uzar gider... Birde karısını seven onu haklı bulan ama ailesine ses çıkaramayan erkekler vardır. Arada kalan erkek ne yapacağını şaşırır. Mutsuzdur hiç bir tarafı kırmak istemez. Anne-baba ''karı köylü'', karısından pısırık damgası yer. Ne kadar kötü bir psikolojidir, insanlar içinde insansız kalmak…
Birde aşırı seven veren koruyan anne ve babalar vardır. Eğer dozu aşılırsa buda başka türlü sıkıntılara neden olur. Bu bağlar tıpkı bir insanı sararak öldüren sarmaşıklar gibidir; kimse kendisi olamaz, gelişemez, Bu aşırı korumacılık bağı, sevdiğimiz insanı da bizi de kısıtlayan, gelişmekten-mutlu olmaktan alıkoyan, bizi aşağıda tutan bir "hal" içine sokar.

Kim olursak olalım ne olursak olalım bir yerlerde bize umut kapısı varsa onu fark edelim.
O farkındalık ışığını asla yok etmeyelim. Uğruna savaş verdiğimiz yeni bir yaşamın kapılarını açan o ışıkları içeriye alalım. Asla bir yerler de size umut ile parıldayan insanların size sunduğu farkındalık ışığını yok etmeyin, aksine onu fark edin.

Göreceksiniz; uğruna savaş verdiğiniz bu farklı yaşam biçimi; sizi yeni bir sabahın ardında, yeni insanlar ve yeni olay biçimi ile karşılayacaktır. Geç kaldığınız, zamanın içinde ki yaşamı fark edin… Hayat bize verilen en büyük armağandır. O armağana sıkıca sarılalım.
Yanlış bir seçimin bedeli bir ömre esir düşmemeli, yaşam cesur ve mücadelecileri sever.
Değişikliklerden korkan, cesaretsiz kişiler her zaman insanı duyguları kendi içlerinde ve işlerine geldiği gibi özensiz yaşayacaklardır.

Sevdiklerine sahip çıkacak, fedakarlık yapacak, sırasında köprüleri atacak kadar hayatın içinde olgunlaşıp etrafında ki çemberleri de olgunluğa katamayanlar, hayatı sadece seyretme hakkına sahip olacaklardır.
Her günün yeni gün, her yeni gününün yeni bir başlangıç olduğu düşünüldüğünde akan bir ırmak gibi olmak herkesin harcı değildir.
Hepimiz gökyüzündeki ışıklar kadar parlak, güneş kadar sıcağız. Yeter ki zincirlere vurmayalım. Zincire vuranlara suskun kalmayalım(!)
olcay kasımoğlu

.Gönül Gözünü Yitiren Bunca İnsan Varken !

Hayata dair kapsamlı bilgi sahibi olmak, psikolojik ve sosyal yapıları tanımak, kendi duygu ve düşünce dünyasının ayrımına varmak, iletişim becerileri geliştirmek gibi pek çok niteliği kazanmak için belli bir amacımız ve ideallerimizin olması gerekir.
Bunu için de bilinçli ebeveynler yetişmeli.
Geleceğin sahipleri çocuklarımıza kitap okuma alışkanlığı kazandırılmalı, analitik düşünce desteklenmeli...
Eğitimciler donanımlı ve kendini yetiştiren bireyler olmalı.
Bunun yanında, geçmişin doğruluğu kanıtlanmış ve yadsınamaz değerlerini yeni sentezler yaparak geleceğe taşımayı amaçlayan kuşaklar yetiştirmek biricik sorumluluğumuz olmalı.
Özellikle okuduğum yazıda ki içselleşmiş davranış biçimi ruhuma güzellik kattı, yeniden muştulandı insanlığın hiç kimsenin tekelinde olmadığı...
Ne olursa olsun;
Hayatın ve insanın özüne aydınlanmış insanlar öğretmen olsun
Paylaşmaktan mutlu olacağım bu yazı her birimizin bu dünya içinde birbirimizden alacağı olduğunu ne güzel ifşa etmiş.
Yıkıp döktüğümüz, açlığa terk ettiğimiz, ölümlerin kanıksandığı, ucuz, basit çıkar kavgalarının sığ sularda yüzdüğü 21. yüzyılda insan kendi eseri...
Okuyalım, gözlerini kapatan bir insanın gönül gözünün zenginliğini okuyalım;
''Benim zamanımda kol saati çok önemliydi; öyle herkesin olmazdı. Arkadaşlarımdan birisine babası kol saati almış. Tam hayalimdeki gibi. Koluna takmış okula geldi. Hepimiz çok beğendik. Çocukluk işte, benim asla böyle bir saatim olmayacaktı. Bu saat benim olmalıydı. Karar verdim. Saati çaldım ve cebime koydum. Arkadaşım saatin çalındığını anladı ama kimin çaldığını anlayamadı.
Durumu öğretmenimize anlattı. Öğretmenimiz "Saati kim aldiysa sahibine versin" dedi.
Pişman olmuştum ama utancımdan ben aldım diyemedim. Bu sefer öğretmen farklı yöntem denedi. Hepimizi tahtaya dizdi ve gözlerimizi kapattırdı. Bu benim hayatımın en utanç verici sahnesiydi.
Ceplerimizi teker teker arayarak saati buldu ve sahibine verdi.
Hepimiz gözlerimizi açtık, öğretmen bana hiç bakmadan derse devam etti. Yıllar geçti, öğretmen oldum ve öğretmenim ile karşılaştım. Kendisine o günü hatırlattım ve sordum "Hocam" dedim "Ben o gün saati çaldığım halde tek bir kelime etmediniz, yüzüme bakmadınız, beni incitmediniz.
Neden böyle yaptınız?" diye sordum.
Hayatımda unutamayacağım şu cevabı verdi;
dedi ki, "Siz gözlerinizi kapattığınızda ben de gözlerimi kapattım."
İnsan olmak sadece diplomalarla olmuyor, her kalem tutan da insan olmuyor.
Kendine donanımlı her insan vicdan muhakemesiyle kendi olmayı başarmışsa her mesleğin insana kattığı değeri bilince çıkarmanın zenginliği hiç bir şeyle ölçülemez.

İNANMAK ASLI BİR EYLEMDİR♥

KISIR DÖNGÜNÜN YOLDAŞI YOKTUR..
Çoğu zaman başkalarının dayattığı kurallara ve değerlere göre yaşıyoruz.
Yalanları, oyun bozanları, sorgulamadan kabul ettikçe içimizdeki sızı ve yalnızlık daha da arttı.
Her şeye sahip olmak için uğraştıkça hayatlarımıza sahip olundu.
Düşlerimize birer birer el koydular.
Her şeyin ucuz bir metaya dönüştürüldüğü, alınıp satıldığı bir ortamda;
Sevgiyi, dostluğu, bilgiyi, güveni, içtenliği parayla satın almaya ve mutlu olmaya çalışıyoruz.
Oysa yerini bulmamış içtenliğin, yerine getirilmemiş vaatlerin hükmü yok...
Konuşmaktan yorulduk... Yerine getirilmeyen öyle çok söz var ki, bunlar kalbimizi yaralıyor.
Hırsların kirlettiği
Kibirlerin körlettiği
Binlerce canın düş kırığı haykırıyor
Dar bir inancın
Ağır bir aldanışın coğrafyasında
Türkülerin ateşini kurutanlar
Kökünden sökemezsiniz umudu
Bütünlüklü bir sevgiyle
Mavi eller tırpan olsun zulme
Hiç bir şey insandan daha kutsal değil
Ara Güler 'Yağ iskelesinde iş bekleyen hamallar' 1954

6 Kasım 2019 Çarşamba

Kişiliğim Ve Duruşum Hakkında Hiç Şüpheye Düşmedim

Karşınızda ki insanın sizi anlamaya niyeti yoksa, söylediklerinizin hiç bir anlamı yoktur. Karşınızda ki insan duymak istediklerini duyacak, anlamak istediği gibi de yorumlayacak.

Muaviye, Ali Ve Deve Hikayesinde olduğu gibi;
Muaviye Şam’da, Hazreti Ali ise Küfe’de validir, aralarında anlaşmazlık vardır, savaş çıkmak üzeredir.
Bir gün, bir deveci, yüklediği mallarla Küfe’den Şam’a gelir, açıkgözün biri deveye sahip çıkar; Bu dişi deve benimdir!
Küfeli kendisinden emindir, çünkü devesi erkektir. İtiraz eder, dinletemez.
Sorun Muaviye’ye kadar yansır.
Halk bir meydanda toplanır.
Muaviye, Bu dişi deve benimdir diyen Şamlıya sorar;
Bu dişi deve kimindir?
Benimdir!
Muaviye de onaylar, Evet, bu dişi deve Şamlınındır!
Sonra halka sorar; Bu dişi deve kimindir?
Hep bir ağızdan cevap verirler; Bu dişi deve Şamlınındır!
Küfeli neye uğradığını anlayamaz, şaşkın şaşkın bir kenarda dururken Muaviye çağırır;
Bana bak, ben de, sen de biliyoruz ki, bu deve erkektir. Küfe’ye dönüşte Ali’ye de ki; “Şam’da öyle bir ahali var ki, erkekleri de dişileri de, onların cinslerine değil, Muaviye’nin ağzına bakarak söylüyorlar, o dişiye erkek dese, ya da erkeğe dişi dese, hepsi ona itaat ediyor.”
Var git Ali’ye söyle ayağını denk alsın !
''Eğer hala şikayet ediyorsak, hakikati göremiyorsak, akilli bir maymun olmaktan öteye gidemedik''.
''Eğer hâlâ "Ben" demekten vazgeçmiyorsak, dizginlerimiz hala nefsimizin elinde ise esarete boyun eğiyoruz demektir''.
Hayat; birilerine, birilerinin sırtına dayanarak kendini bize adil kılmaz.
Kendi kanatlarıyla uçmanın bedelini bir dönem için ödemeyen insanlar, kendi kafeslerinde kalmanın, kendi farkındalığını yaşamamanın bedelini bir ömür boyu öderler…

 Olcay Kasımoğlu

Haksızın Divanında Utançtır Susmak

Evet, daha da çok göreceğiz gibi;
Toplumsal yaşamda, her olayın; politik, ekonomiye dayalı, sınıfsal bir açıklaması vardır.
Bir olayın, özellikle ''rantın'' karakteristik yönünü analiz etme biçimi ne olursa olsun, bütün özellikleri ile mülkiyet anlayışıyla açıklanır.
Nerede mülkiyet ve onu takip eden rant var ise orada kanundan, yasadan, değerden bahsedilemez.
Sınıflı toplumlarda da durum farklı değildir. Toplumsal değerler olan '' adalet, hak, eşitlik'' gibi kavramlar sadece sözde vardır, eşit bölüşüm olmaz.
Eşit bölüşün olmadı yerde ise sözde demokrasi vardır.
Oysa demokrasi, halkın sesine kulak vermektir.
Bu seste medyanın özgürlüğü, kurum ve kuruluşların özgürlüğü yoksa ve kendini tanımlama yolu kapalıysa toplum kendi düzenini yaratır.
Bu boşluklar düzeni, her zaman;, çetelerin, marjinal grupların, kişisel hırsların ve ucuz siyasetin sevdiği adreslerdir, muhakkak kendine yer arar ve sızar.
Bu yolda, doğruyu arayacak bilinç yoksa , o bilgeliğe sahip değilseler akacak kandır.
Bir ülke akıl ve mantıkla yönetilir.Akıl ve mantığı dogmatik düşüncelere kurban edersek kutuplaşmalar olmaya başlar. Ülkeler dayatmayla yönetilmez, sorumluluk ve evrensel değerlere saygı ister.

Utancı bilerek yaşamak korkunç
Daha korkuncu da var: utancı bilerekten yaşatmak
Gördük hepsini işte, daha da görüyoruz...
_____Edip Cansever

Demokrasi ve özgürlük alanları yaratılmadığından şiddet olur.
Kısıtlanan alanlarda enerji kısıtlaması olur.
Her birey onurlu bir vatandaştır. Her bireye saygı göstermek zorundayız.
Kinle, öfkeyle iyiye doğruya kim yol almış ?
Anayasal, yasal sorumluluk bilinci olan toplumlarda mezhep ve etnik kökene dayalı anlayış, demokrasiler de kabul görmez.

soluğum derlenirken
sevda koylarında
hoyrat bir karayel esti
sızısı düştü göğsüme
bilmez misin
haksızın divanında
utançtır susmak
zalimliktir
haksıza boyun eğmek
dilden
zandan
şüpheden
temiz göze
yüz binlerce yıllık
yol var derken
sökül sessizliğin dikişlerinden
karıştırma
yürek sızıma ikiliği
alma aklımı can evimden
su güzelliğinin dilinden
dökülemiyorsan
incelmişlerin yüreğine
var git yoluna
temiz göze
önce ak alın lazım
Olcay KASIMOĞLU

Çiçekler Solar, Baharlar Ölmez

Bir bannecilik aldı başını gidiyor. Hani bana dokunmayan yılan sonsuz yaşasın der gibi.
Ormanların tarihini ''aslanların değil, avcıların belirlediği'' tarihi de ''haklıların değil kazananların yazdığı'' bir dünyada yaşamaya devam ediyoruz.
Ve vicdanlar mühürlendikçe yüreklerde kan damlaları akıyor...
Aydınlık günlerin, karanlığa teslim oluşu demiyorum, demek istemiyorum..
Bir yanım evet dese öte yanım ısrarla hayır diyor.
Gönül doğrudan yana dümen kılıyor, gönül aydınlık yarınlar diyor.
Lakin yaşananlar, çığlıklar bu kadar sesliyken kapımı kapatıp uyurum da diyemiyorum
Burada ben ne yapabilirim diye sorgulamaların içinde kendimi buluyorum.
Sanırım iyi olmanında bir bilinci olmalı yoksa etliye sütlüye karışmadan hiç bir şey söylemeden seyretmek yakışır mı insan denilen onurlu şahsiyetlere.
Kimi varlığını adar kimi kalemini kimi yüreğini kimi servetini kimi inancını kimi ideolojisini sürer içine ama ben diyorum ki; kana doymayanlara prim vermeyelim ve önce kendimize dürüst olalım yeter.
Bizi olumlayan doğaya ve içindekilere saygı duyalım, içimizde ki sevgi çocuğunu besleyelim; kültürü bir yaşam biçimi olarak benimseyelim, kafamızda insanları sınırlara bölmeyelim, sen ben ikileminde boğulmayalım, bu dünya hepimize yeter.

yüreklerde umutlar sönerken
gün geceye kavuşurken
sürdük geceye yıldızları
ışıktan yollar döşedik, umuda...
umutsuzlar
bir çalı kuşu misali
solmuş gül dallarında
savrulurken
daldan dala...
ben
bir turnanın kanadında
bölmüşüm yüreğimi
sevdaya
özgürlüğe
adanmışlığa...
oysa sevda
nakışlanmışsa
yazılmışsa
gül dallarına
buza esen rüzgarların
hükmü geçmez
bu diyarlara...
ben ise
ne zaman
dallarda solmuş güller görsem
kirpiğinin ucundan akıp
bir yayla rüzgarı şefkatiyle
sarılıp dallarına öpesim gelir
bilirim çiçekler solar, baharlar ölmez...
Olcay KASIMOĞLU

28 Ekim 2019 Pazartesi

Ne Güzel Demiş, ''Onlar Oluşurlar''♥

"Tanıdığım en güzel insanlar, yenilgiyi, acıyı, mücadeleyi ve kaybı yaşamış olan ve diplerden çıkış yolunu kendileri bulmuş romantik ve anarşist olan insanlardır. Bu kişiler yaşama karşı geliştirdikleri kendine has takdir, direniş, duyarlılık ve anlayışla ; şefkat, nezaket, bilgelik ve derin sevgiden kaynaklanan bir ilgi ve sorumlulukla doludurlar. Güzel insanlar öylece ortaya çıkmazlar ; onlar oluşurlar "
Elisabeth Kubler Ross
Acıda insanı eğitir, olgunlaştırır doğrudur..
Lakin olgunlaşmak sadece acı çekmekle olmaz, olmamalı !
Acıyla tanışmak acıyı yaşamak insanları eğitir eğitmesine ama tek başına '' yaşam olgunluğu için'' elzem değildir.
Ders alabiliyorsak yaşadığımız şeylerden ancak o zaman olgunlaşırız..
Yaşadıklarımızın sorumluluğunu üstümüze alabiliyorsak yaşama dik yürürüz...
Bunu acı- tatlı diye sınıflamak yersiz ancak ikisini de birlikte yaşarsak, deneyimleyebilir sek olgunlaşırız.
Ne yani hayatta hiç mi gülmeyeceksin?
Güldüğün zamanda sana ders veren, seni çocukça düşüncelerinden çekip olgunca düşündürmeye sevk eden, kısacası güldürürken olgunlaştıran bir çok film, kitap, tiyatro var bu hayatta... Zaten hayatın kendisi çoğu zaman bir tiyatrodur.
Gülerken içimizin nasırlaşmış kuytularına enerji göndeririz, eritiriz gülüşlerimizin içinde bize acı veren yaşanmışlıkları.
Aslında hayat bir senfonidir ve bu senfonin bütün parçalarından nasiplenmek akıl işidir.
Lütfen sevdiklerinize, çocuklarınıza sadece acıyla olgunlaşır insanlar demeyelim..
Aksi takdirde hepsi mazoşist, hepsi pesimist olgun olacaklar..
Yaşadığı, üzerinde bulunduğu dünyanın ağırlığını hissedip, bir köşede fazlaca olgunlaşıp çürüyecekler.
Bunu hiçbirimiz istemeyiz, olmasın da zaten...
Yoksa; sadece ''acıyla, kederle'' olgunlaşan ruhların bir tarafı hep üşüyecektir.
Acılar insana sebat katar katmasına lakin sevinçlerdir bizi hayata harmanlayan, umudu diri tutan!

Kutlu Olsun Cumhuriyet Bayramımız.

Herkesin her şeyi kolayca konuştuğu, arkasını döner dönmez unuttuğu zamanlardayız.
Herkes kendi sanıklığıyla kör, tanıklığıyla yargıç.
Anlayabilene, sorgulayabilene, doğrudan yana yaşamını düzenleyebilene, tercihini demokrasi, adalet hak-hukuk ve özgürlükten yana kullanabilenlere ne güzel seslenmiş;
''Özgürlüğün de, eşitliğin de adaletin de dayanağı, ulusal egemenliktir''.
Mustafa Kemal Atatürk
Tarih bilincimizin her gün biraz daha önemsizleştiği, toplumsal değerlerin yozlaştırıldığı, bana değmeyen yılan bin yaşasın anlayışının bencilce toplumlara lanse edildiği, insanların kafalarını kuma gömdüğü, komşusundan haberdar olmayan, selamsız, sabahsız bir toplum olma yolunda bütün hızımızla yürürken, kapitalist ülkelerin çıkarlarına el pençe kullar olduk.
Unuttuk bu günlere nasıl geldiğimizi, balık hafızalı, bencil, tutarsız insanlar olmaya başladık, ahde vefayı çok çabuk unuttuk.
''Egemenlik Kayıtsız şartsız Milletindir'' diyen anlayış, yeni dünya düzeninde kendine yer bulamıyor.
Kapitalist insan egosu buzdan dağ gibi; önüne gelen her şeyi, hiç düşünmeden ezip geçiyor.
Her kuşak kendisinden sonraki kuşaklara daha iyi bir ülke bırakmak sorumluluğundadır.
Bu ülkemize ve yarının büyükleri olan çocuklarımıza karşı temel sorumluluğumuzdur.
Bir ülkenin yönetim biçimi; milleti ya özgür, bağımsız, şanlı, yüksek bir topluluk halinde yaşatır ya da esaret ve sefalete terk eder.
Bunun için, toplum yaşayışımızın gereksinimlerine uygun düşmesi ve çağımızın getirdiği ve gerektirdiği gerçeklere uygun düşmesi gerekir.
Sınıfsız, sömürüsüz bir dünya düzeninde bütün insanların, düşünceyi adam yerine koyduğu ''İnsan düşünceyle değerlenir'' anlayışla insanca yaşanır, buna yürekten inanırım...
Düşünceyi, adam yerine koyalım; düşünmeden öğrenmek faydasız, öğrenmeden düşünmek tehlikeli olur...
İnsanları sınırlara bölmeden, bunun farkındalığına vararak, sahip olduğumuz değerlere, ilkelere sahip çıkmak, insan olma sorumluluğumuzdur.
Egemenlik; bir ulusun onurudur, dik duruşudur, insanca yaşamından ödün vermemektir, sömürüye kapalıdır.
Ulusal egemenliğin karşısında saltanatlar, haramiler, tahtlar yok olur gider.
Yaşasın Kayıtsız Şartsız Milletin Egemenliği.
Vicdanı Hür İnsanlara Selam Olsun..
29 Ekim Cumhuriyet Bayramını sevgiyle, munnetle, vefayla kutluyorum.
Olcay Kasımoğlu

Suyu Geç Kendinden Geçme

Her olay ve insan bir sebeple ortaya çıkar, rastlantı diye bir şey yoktur.
İnsan tanıdıkça ya yaklaşır ya da uzaklaşmaya başlar.
Bu ince çizgiyi çok iyi tanımlamak lazım.
"Kendini geç, suyu geçme, diyor zaman...
Suyu geç, kendinden geçme diyor şaman..."
Bazen insanlar kendilerini tanımlamakta gerçekten zorlanırlar. İfade ve tanımlama yoksunluğu yaşarlar. Bunun içinde, insanlarla ortak yaşam alanları olsun, paylaşılan mekanlar olsun, beraber çıkılan bir yolculuk olsun yada beraber bir olayın şahitliğini yapmak ve onun üzerinden beden dili ve sözel tanımlamalar olsun, algısı açık insana çok şey verir aslında.
Hataların insanlara mahsusu olduğunu, hata yapma hakkımız olduğunu bilip, yaşamın içinde karamsarlığa süreklilik vermeden, dip yaptığımız yerlerde fazla kalmadan; hayata bir eyvallah gülüşü vermeyi unutmadan, zamana gereksiz yükleri bindirmeden, yaşamın içine; içimizde ki çocukla karışmaya devam edeceğiz.
Yaşamın köhne alışkanlıklarına bağımlı olmak, sınırlara ve öğretilere boyun eğmek doğaya aykırıdır.
Dünyayı özgürleştirmek, hırstan, nefretten, kibirden, hoşgörüsüzlükten kendimizi arındırmak için, sağduyulu bir dünya için çalışalım.
Unutmayalım ”yalnızca dünyayı aşmış olanlar” iyi bir dünya yaratabilirler.
İyi bir dünya ”mutlu ve dingin insanlarla” süreklilik arz eder.
Yaşamın ruhsal derinliğinde hatalar yoktur, yalnızca dersler vardır ve büyümek bir deneyim sürecidir. Başarı kadar yenilgiler de bu sürecin bir parçasıdır ve kendimizi araştırıp keşif ettikçe, yaşamın bize sunduğu bilgelik payıdır, bu bilgelik, yaşama dokunmak ve dokumaktır.

''Çay gibi insanoğlu.
Ateşe düşmeden demini almıyor..''
kitabın içindeki dile durdum
insan okudum içe işleyen
ayrı gayrı görmeyen ilimde pişen
insanı sınırsız ummanlarda yıkayan
insanı insanda eriten iyiliği sevgiyi
doğru ve bükülmez kılan erdemi okudum
Gönül'e durdum
gönül penceresinden yarı okudum
bahçe oldum çiçeklere durdum,
dallarındaki tomurcuğu okudum
toprak oldum
içinde cana duran cemreyi okudum
derdin içinde dermana duran iyiliği okudum
Tenimi soluğumu yıkayan sana durdum
fikirlere durdum piştim yoğruldum
dost sofrasında irfana durdum
sohbet kazanında piştim
gönlümü dilsiz selamla yüreğe vurdum
candan öte,
''hiç''liğe durdum...

Kısır Döngünün Yoldaşı Yoktur

'İnsan ne çok gönül yarasıyla buluşmaya gelmiş, oysa ömür bir kirpik arası...'
İnsana huzur veren şafağın fısıltıları arasında;
İçimde yenilmez bir yaz olduğunu artık biliyorum.
Hala kuşlar konabiliyor kalbime, onları ürkütmüyorum
Zira ne dem baki ne gam artık biliyorum...
''İçsel meselelerimizi hayatımıza biraz daha insan eklemekle ya da çıkartmakla çözemiyoruz. Bu olsa olsa aynı senaryoları tekrar eder.''
Mevzu içselse çözümü dışarıda arama.
''Hayatla kavganızı besleyecek birini değil hayatla kavganızı dindirecek eşler seçebilmek, bu dünyada kendinize verebileceğiniz en anlamlı destektir. Çünkü o ya da bu şekilde herkesin sorunlu bir yönü var. Ama bazı kişiler bu yönleri artırır. Gelişme yolculuğunuzda umut kırar. Bazı kişilerse yatıştırır. Hoşgelmek budur.''
Kısır döngünün yoldaşı yoktur. Gerçeği algılamak farkında olmaktır.
"Öteki” Olmayan Kadınlar: The Help" filmini izleyince kendime yeni bir yolculuk yeniden başlattım.
Sadece gördüğüyle yaşamı yorumlayanlara, yaşama gereksiz anlam yükleyenlere fazla bir şey vermez bu hayat.
Gözyaşlarının çoraklastiği, sevgi için ağlayanlarin aşağılandığı, duygularin arsizlaştigi, sevginin yozlaştığı bu dünyada;
Bencillerden, bahane üretenlerden, kendine saygısı olmayanlardan, gösteriş budalası palyaçolardan uzak yürüyorum kendime...
Olcay Kasımoğlu

Sakıp Sabancı Müzesi Klasığı

insan içinden yaralıysa
tutsak kalır gülü🌹
derdim sus sula
ışık girsin içeri...
Açtığın tüm kapılar senin olsa ne yazar açtığın kapı gönül sarayın olamadıktan sonra
Etrafın insan mahşeri olsa ne olur kötü günde dostun yaranı saramadıktan sonra...
Bütün yüzler sana gülse ne olur yarın yüreğinde ki gülüş senin yüreğinin çırası olamadıktan sonra
Herkes seviyorum dese ne yazar sevdası senin yüreğine dil olmadıktan sonra...
Gözleri ahu ceylan olsa ne olur baktığı yer senin cennetin olmadıktan sonra
Herkes peşinde pervane olsa kaç yazar yüreği sedefe inci olamadıktan sonra...
Gönül bahçesi binlerce güzele yurt olsa ne olur içinde sana verecek barınağı olamadıktan sonra...
Dinlemesini bilen insan, sorunların tespiti ve çözümünde daha az hata yapar. Dinleyerek daha iyi gözlemler yapar. Farklı bakış açıları edinir.
Önyargıdan uzak objektif kararlar verebilir. Problemlere yeni çözüm yolları bulur.
İnsan kendi iç sesini dinlediği zaman, başkalarının sesine de derinlik kazandırır. Empati yeteneğini geliştirir.
Başkalarını duygu ve düşüncelerine, kim olduğuna ve neler ya
şadığına daha derinlemesine yaklaşır.
Kendimizi dinlediğimiz de güçlü ve zayıf yanlarımızı keşif ederiz, böylece başkalarının da artı ve eksilerine yaklaşım tarzımız değişir. Daha insanı bakış açıları kazanırız.
Dinlemek öze inmektir, bakılan ama görünmeyenlere dokunmaktır. Karşımızda ki insanlara gönül gözüyle dokunduğumuz da biz onun en yakını oluruz.
İnsanların duygularını anlamak kendimize olan güveni artırdığı kadar başkalarının da bize güven duymasına neden olur.
İlişkilerin kırılganlığını ve insanlar açısından taşıdığı önemi anladığımız zaman daha dikkatli ve özverili oluruz.
Başkalarının duygularını örselemeden onları anlamaya çalışırız. Kendimize ve başkalarına kulak verdiğimiz zaman evrende bizi dinler, bizimle iş birliğine girer.
Yankısı bulmuş sesin gelip yüreğimizde bizimle buluşmasından kim mutlu olmaz ki(!)

''Sadece Evcilleştirdiğin Kişiyi Anlayabilirsin”

Sadece evcilleştirdiğin kişiyi anlayabilirsin” dedi tilki.
“İnsanlarınsa hiçbir şeyi anlayacak vakitleri yoktur. Her şeyi dükkandan hazır alırlar. Ve arkadaşlar dükkanlarda satılmadığı için de, hiç arkadaşları olmaz. Eğer bir arkadaşın olsun istiyorsan, evcilleştir beni!”
“Ne yapmam gerekiyor peki?” diye sordu küçük prens.
“Çok sabırlı olman gerekiyor. Önce çimenlerin üstüne, biraz uzağıma oturmalısın. Ben gözümün ucuyla seni izleyeceğim, sen hiçbir şey söylemeyeceksin. Sözcükler yanlış anlamalara neden olurlar. Ama her gün, biraz daha yakına gelebilirsin.”
Ertesi gün küçük prens yine geldi.
“Her gün aynı saatte gelmelisin” dedi tilki. “Örneğin öğleden sonra saat dörtte gelirsen, ben saat üçte kendimi mutlu hissetmeye başlarım. Zaman ilerledikçe de daha mutlu olurum. Saat dörtte endişelenmeye ve üzülmeye başlarım. Mutluluğun bedelini öğrenirim. Ama günün herhangi bir vaktinde gelirsen, seni karşılamaya hazırlanacağım zamanı asla bilemem. İnsanın gelenekleri olmalıdır.
“Gelenek nedir?”
“Bu da çok sık unutulan bir şeydir” dedi tilki.
“Bir günü diğer günlerden, bir saati diğer saatlerden ayıran şeydir. Örneğin, şu benim avcıların da gelenekleri vardır. Perşembeleri kızlarla dansa giderler. Bu yüzden de Perşembe benim için harika bir gündür. Üzüm bağlarına kadar yürüyebilirim. Ama avcılar dansa herhangi bir gün gitseydi, benim için hiçbir günün özelliği olmayacaktı ve asla tatil
yapamayacaktım.”
Böylelikle küçük prens tilkiyi evcilleştirdi. Ve ayrılma vakti geldiğinde
“Ah! Sanırım ağlayacağım” dedi tilki.
“Bu senin hatan” dedi küçük prens. “Ben sana zarar vermek istemedim. Seni evcilleştirmemi sen istedim.
“Doğru, haklısın” dedi tilki.
“Ama ağlayacağını söyledin!”
“Evet, öyle.”
“O halde bunun sana hiçbir yararı olmadı.”
“Hayır, oldu. Buğday tarlalarının rengini gördükçe seni hatırlayacağım. Şimdi git ve güllere bir kez daha bak. O zaman kendi gülünün evrende eşsiz ve tek olduğunu anlayacaksın. Sonra bana veda etmek için buraya geri döndüğünde,
sana hediye olarak bir sır vereceğim.”
Küçük prens güllere bir kez daha bakmaya gitti.
“Hiçbiriniz benim gülüm gibi değilsiniz. Çünkü henüz hiçbiriniz evcilleşmediniz. Ve siz de hiç kimseyi evcilleştirmediniz” dedi onlara.
“Siz tıpkı tilkinin benimle karşılaşmadan önceki hali gibisiniz. Dünyadaki binlerce tilkiden yalnızca biriydi o. Ama ben onunla dost oldum ve şimdi artık o özel bir tilki.”
Güller bu duyduklarına çok bozuldular.
"Evet, güzelsiniz. Ama boşsunuz. Sizin için kimse yaşamını feda etmez. Yoldan geçen herhangi biri, benim gülümün de size benzediğini söyleyebilir. Ama benim gülüm sizin her birinizden çok daha önemlidir. Çünkü ben onu suladım. Ve onu camdan bir korunakla korudum. Önüne bir perde gererek rüzgarın onu üşütmesini engelledim. Tırtılları onun için öldürdüm ( ama birkaç tanesini kelebek olmaları için bıraktım). Onun şikayetlerini ve övünmelerini dinledim. Ve bazen de suskunluklarına katlandım. Çünkü o benim gülüm.”
Bunları söyledikten sonra tilkinin yanına döndü.
“Elveda” dedi.
“Elveda” dedi tilki de.
“Ve işte sırrım: Bu çok basit. İnsan gerçekleri sadece kalbiyle görebilir. En temel şeyi gözler göremez.”
“Temel olan şeyi gözler göremez” diye tekrarladı küçük prens. Öğrendiğinden emin olmak istiyordu.
“Senin gülünün diğerlerinden daha önemli olmasını sağlayan şey, ona ayırdığın vakittir"
dedi.
“İnsanlar bu en önemli gerçeği unuttular. Ama sen unutmamalısın. Evcilleştirdiğin şeye karşı her zaman sorumlusun. Gülüne karşı sorumlusun.”
“Gülüme karşı sorumluyum” diye tekrarladı küçük prens, öğrendiğinden emin olmak için. Sonra yoluna devam etti.
Antoine de Saint-Exupery - Küçük Prens

Yaşamımızı Bir Baş Yapıta Dönüştürmek Bizim Elimizde!


Hayat eşya değildir, gerçek olan yaklaşımlarımızdır, içimizdeki sesimizdir... Yaşamı ve yaşamak hakkını sadece kendi bulunduğu sınırlarda arayanlar ve sananlar ülkesinde; İnsanlara rağmen, güneşi zapt etmek, cesur ve onurlu insanların işidir.
Görünüşüne, giyimine, memleketine, diline bakarak ‘kıro’ dediğimiz bu coğrafyada insan olmak, yeni yaşamlara uzanmak, yeni dünyalar büyütmek sanıldığından daha zordur. Payına sorgulanmak, yargılanmak, potansiyel suçlu kabul edilmek ve kibirli bakışların rüzgarına tutulmak vardır.
 Yaşama iki sıfır yenik başlarsın ve yolun hep tren katarıdır. Her vagonda yeni bir şeyler bulma ve yeni bir şeyler keşif etme telaşı sarar ruhunu.
Ülkemin yol bilmez, kervan geçmez yerlerinde, yüzlerce beşikten, sayısız vedalarla, sayısız sevinçlerle ve yeni günlerin taşkınlığında, sayısız hayatlarla karşılaştım. Bilirim iç parçalayan insan seslerini, örtüsüz kimlikleri.
Medeniyetlerin beşiği Asya, Anadolu, Mezopotamya…Bütün esintilerin süzülüp günümüze taşındığı bozkırlarda, çöllerde, yalçın dağların kervan geçmez yerlerinde yaşam savaşı veren, törelerin biçtiği yazgıyı kader diye kendilerine laik gören zihniyetin çocukları olmak zorken; bunu bilgiyle, görgüyle eğitimle taçlandırmak gerekirken, sürgün yeri olarak görülen bu topraklarda insan olmak kolay değildir.
            Yıllarca sen batılı(aydın) diğerleri doğulu( bağnaz) diyen anlayışın, bu ülkeyi yönetenlerin hiç mi suçu yok? Sistem ve külde mangal bırakmayan yarı aydınlar kusursuz mu? Oy deposu olarak gördükleri ağalık sistemini destekleyen siyasetin, kaçak para girişine destek veren, silah tüccarlığından trilyonları cebe indiren, okumuş büyüklerin hiç mi suçu yok?  Erkek hegomanyasını açıktan açığa destekleyen sistemin hiç mi suçu yok?
Kendi vatan toprağına sürgün yeri yakıştırması yapan, savcısı-hakimi işlenen suçlara sessiz sedasız kalırken, eğitmenler- öğretenler hep tepeden bakarak  mevcut koşulları yadırgarken, küçümserken hiç mi suçlu değil?
            Ülkemizin kanayan bir yarasıdır doğulu olmak. Çoğu zaman insanların kör ve sağır kalması, kendine sıra gelince gıkını çıkarması sosyal ve toplumsal bir yaradır aslında. Kızına veya oğluna talip olan ailenin memleketinin önem kazandığı yerdir.
            Oysa yaşam bir bütündür. Dünyanın diğer ucundaki bir değişim, gelişim bir diğer alanı değiştirirken hala yerinde durmayı ve yerinde saymayı marifet sananlar, daha da gerilere düştüğünün, her gün bir parça eksildiğinin farkında bile değildirler.

            Sadece kendini görmek, çok yönlü düşünememek, etkileri, tepkileri hesaplayamamak, başka insanların yaşam haklarına saygı göstermemek; iki yüzlülüğü, riyakarlığı, yaşama ihaneti kaçınılmaz kılmaktadır.
Yaşamda var olan ayrıcalıkları sadece kendi tekelinde görenler hiç düşündünüz mü, kimsesiz ve kimliksiz kalanlar bir gün hesap sormaz mı? Yaşamı sorgulamayanlar, sadece kendi durduğu yerden bakanlar, evreni bir bütünlük içinde görmek ve algılamak yetisinden yoksundurlar. Onlara göre yaşam siyah ve beyazdan ibarettir ve o en iyisi, diğeri en kötüsüdür.
Dünyanın sadece kendi etrafında döndüğünü sananlar, kendi yaşamlarının dışında başka yaşamların önemi konusunda bencildirler. Kendi yaşadıkları coğrafyanın verdiklerine, düşünce ve yaşam tarzlarına anlayış ve nezaketle yaklaşıp başka insan diyarlarına, yüreğini, algısını kapatan insanlar yaşamı bir bütünlük içerisinde görmekten çok uzaktırlar.
            Farklı coğrafyada doğan ve yaşam koşulları gerçekten zor olan insanları anlamak yerine, ezici bir üstünlükle tepeden bakmak, görmek, dünden kalmış argümanlarla bugünü değerlendirmek, insanların sağlıklı bir düşünce anlayışına sahip olmalarını ve sağlıklı bir bakış açısı getirmelerini engelleyecektir. Ve dünden kalanlar dünün söylemleriyle bugünü görmeye çalıştıkları için yaşamı ıskalamaya devam edeceklerdir.
Başkalarına önyargıyla yaklaşan insanlar, yenilikten korkarlar. Kendi dünyalarında farklı, içinde bulundukları ortamda farklıdırlar. Resmi görüşleri ayrı, içsel düşünceleri farklıdır. Bunlar için yaşamın etkinliği, işine ve çıkarına geldiği gibidir. Neyi savunuyorlar, neye göre, kime göre yaşamlarını düzenlerler bilinmez.
            İnsanı insan yapan en büyük özellik adaletli olmasıdır. Yaşamın içerisinde üretim, paylaşım ve bütünlük içinde daha huzurlu ve güven ortamında yaşama devam etmesidir. Bunları ıskalayıp, bir yığın neden veya gerekçe ile düşmanlık üretenler ise akıldan, aydınlık düşünceden uzaklaşmış, hedefinden sapmış demektir. Düşünmek, her insana verilmiş bir özellik olarak düşünülse de maalesef bu özelliği kullananların sayısı dünya üzerinde çok fazla değil.
            Bunun için de sadece bakmak yetmiyor. Gördüğünü anlamak, yorumlamak, empati ayağını kullanmak ne kadar önemliyse, duygu ve düşüncelerde samimiyet de bir o kadar önemlidir.
Her nesil yaşadığı toplumun değerlerini yeniden yorumlamak ve sahip çıkmak zorundadır. Geçmişin korkularıyla yaşama tutunmak değil, her şeyiyle yüzleşmek ve yaşamı beklentileri yüksek olmayan bir bakış açısı ve arayışları ince bir ruhla anlamlı kılmak gerekiyor. Çünkü hiç bir şey insandan daha değerli değildir. ‘Muhabbet  insana, cana muhabbet’ diyen bir kültürden geliyoruz. Gönüllerde olduğu kadar yaşamda da iç içe olmalıyız.
Kültürel değer yargılarını sadece öğretmek değil, eğitileni değerlerin bilgisiyle donatmak gerekir. Önemli bir hayat yaşamak rastlantıyla olmaz. İnsan insana tutunarak yaşar. Aydınlanmanın özgünlüğünü, insanca yaşamanın sorumluluğunu aklı ve kalbiyle taşıyanlar yaşamı işler.

             Hayat insanın umut ettiği ve yaşamak istediği kadardır. İnsanın bulunduğu ya da yaşadığı yerin büyük ya da küçük oluşundan ziyade, düşüncelerinin boyutu ve hayatı sorgulama biçimi yaşam için daha elzemdir.  

Olcay Kasımoğlu

İçimizdeki Biz

"Nedir dedi yaşamak
Bir düş, dedi...
Bir kaç görüntü..." Ne güzel dersin Hayyam, ruhuna minnetle...

Akıp gideni durup görmemizi sağlayacak olan bir dünya yaratmak ve bize hayatı yeniden iade etmek mümkün değilken, yaşamı keşkelerle ve pişmanlıklarla söndürmek, yaşamsal tatlara sırtımızı dönmek niye?

Geçmişiyle yüzleşemeyenler, keşkeleri kendine zehir ederek yaşama tutunanlar bilmezler mi üzerini örttüğümüz her şeyin altında kalırız, eksik olduğumuzu ararız, hem de eksik bırakandan ya da ona benzeyenden dileniriz bir ömür boyu.

Oysa yaşamak seçim yapmaktır ve her durum bir seçimdir aslında. Ve yaşamdan bize ne yansıyorsa, o biz davet ettiğimiz için burada.
Bu algı, evreni ve içindekileri onurlandırmadığımız anlamına gelmemeli aksine bize yansıyan bu güzellikleri içselleştirmemizdir, ''onlar ve siz'' ayrımını ortadan kaldıran.

Yaşam ki bizden kendi gücümüzü, benliğimizi keşfetmeye cesaret edin diye bağırıyor, bunları bize sık sık hatırlatıyor.
Yaşam içerisinde ki iniş ve çıkışlarla, kayıplar ve kazanımlarla.

Bu yaşamı ertelemeyelim, bir başka uygun anı beklemeyelim, şimdi yaptığımız seçimler küçük görünsede kendimizi olduğumuz halimizle kucaklamanın, kendimize doğru yürümenin ödülü bize özgürlüğümüz olarak dönecektir.

Yeter ki biz buna inanalım, inanmaksa tamamen bize kalmış. Ne dersiniz, çok geç olmadan, yaşamın yüreğine yüreğimizi değdirmeye değmez mi?
Kanatlarımızı enginlere açmaya, keşkeleri olumlamaya, kalbimize aldıklarımızla aydınlık bir umuda el ele yürümeye değmez mi ?

Yaşadıkça, yetersizlik ve güvensizlik duyguları yaşamın her alanında karşımıza çıkacak, bunu zamanda yol aldıkça görüyoruz zaten.
Onu göğsümüzde büyütmediğimiz sürece geldikleri gibi giderler. Görüyoruz yaşadıkça.
''Ruhsal sağlığımızın ölçüsü tökezleyip tökezlemediğimiz değil, tökezlediğimizde ne yaptığımızdır. Ayağa kalkar, üstümüzü temizler ve yaşamaya devam ederiz.'' diyen düşünüre hak vermemek mümkün mü!''

Yaşam hep bir karşılama ve uğurlama değil midir zaten.
Kaldı ki hayat hep devam eder taa ki etmeyene kadar.

Bakış açımız, algılama zerafetimiz bütüncül olduğu sürece yaşamın yedek oyuncuları değil, yaşamın göbeğinde terimizi akıta akıta, kana kana içerek bu yaşamın ırmaklarında derinleşebiliriz.
Ne kadar uzun ne kadar kısa yaşadığımızın bir önemi de yok aslında.

"Zamanın iki boyutu var.
Uzunluğu güneşe, derinliği tutkulara bağlı..." diyen Amin Maalouf zamanın gizemini fısıldamış kulaklarımıza..

Yaşadığımız talihsizlikleri, şansızlıkları, yanlışları başkalarına yükleyerek başarılı olamayız, içimizdeki bizi mutlu kılamayız.

İçimizdeki biz, herkese yalan söyleyebilir lakin kendine asla! Başımıza gelen kötü sonuçlar için kötü insan olma şartı yok.

Neden ben diye sorarken kendimize, iyiliğe güvenmek güzel ama o’na dayandırmak akıllıca değildir.
Başımıza gelenlerin ne olduğuyla değil, içimizde olanların ne olduğu ile ilgilidir.

Olcay Kasımoğlu

Doğada Hiç bir şey Kendisi İçin Yaşamaz

Doğada her şey birbiri için yaşarken;
"Dünyada güzele, çirkine, hüzne sevince dair ne varsa her şeyden beslenip bu kavramları anlamlı bir kaideye diken biricik canlı yine insandır."
Tabiatın en vazgeçilmez öğreti ve heyecanları yaşama tutunanlara dönüktür.
Vazgeçenlerle, pişman olanlarla işi yoktur. Evrenin sadece arka fonu tamamlamakla görevlidir onlar...
Doğa; görebilen gözlere, hissedebilen yüreklere aittir.
En önemli özelliği de çeşitlenmesi ve öykünmesidir, tıpkı sanat gibi.
Bize bilginin tohumlarını verir, her şeyi en çıplak haliyle gözlerimizin önüne serer.
Birbiri için yaşamak doğanın kanunudur.
Mevsimleri bize sunuşu muhteşemdir.
Bunu yorumlamak için fizik kanunları yetmez.
Ona; aklın, yüreğin, sesli harfler eklemesi gerekir
Derelerin ve ırmakların içinden geçerken pırıldayan sular yalnız su değildir.
Güneşin yüzünü yeryüzüne sürüşü yalnız sıcaklık değildir.
Gökyüzünde parlayan yıldızlar sadece yıldız değildir.
Yediğimiz ekmekten, içtiğimiz suya, soluduğumuz havaya kadar her şey doğanın bize verdiği hediyelerdir.
Hayatimin fısıltılarindan,
iklimlerin dilinden, doğanın yüreğinden öğrendim; insan hayatına anlam katan biricik şeyin, bir ağacın dallarına hayat veren kökün, toprağa can veren ''kutlu bir müjde gibi'' yağmurlarla, güneşle, poyrazla, sevgiyle beslenmesini, hayat da öyle...
Bukowski'nin dediği gibi;
"Düşündüm de, insan kendi yaşamının yağmurlarında ıslanma fırsatını kaçırmamalı…"
Ah insanlar bunu bir anlasalar..!
Anlamaya yakın, çok yakın olduğu halde anlamamak ne hazin...
Olcay Kasımoğlu