Translate

18 Ocak 2019 Cuma

Gülümse hadi gülümse yenilensin dünya...
Gülümseme; sevginin ve insan olmanın anahtarıdır.
Gülümseme; hayatın yorgunlarını dinlendirir.
Gülümseme; sevgi dolu bir yüreğin gözlerden yansımasıdır.
Gülümseyin; kim gülen bir yüze, gözlerini değdirmez ki!
Asık suratlı insanlardan hiç kimse hoşlanmaz. Konuşurken söze başladığınız sırada karşınızdakinin kaşlarını çattığını, asık bir suratla sizi dinlediğini görürseniz konuşmak hevesiniz kırılır. Lafı kısa kesip bu tatsız sohbeti bir an önce bitirmeye bakarsınız. Bir de karşınızdakinin sizi güler yüzle dinlediğini, hatta araya biraz da tatlı söz karıştırarak sohbete renk verdiğini görecek olsanız konuştukça konuşacağınız gelir. Güler yüz her şeyden önce insana cesaret verir.
Yeni bir güne başlarken; gülümsemenin çağırdığı bütün güzellikleri kucaklayacak bir sevinçle kollarımızı açalım ki yeni bir gün bizi de kucaklasın, gülüşlerimiz karışsın kuşların sesine.
Cenap Şahabettin' ne güzel demiş ’Şen adam güneşe benzer girdiği yeri aydınlatır.’
Hayata, umutlara, sevgiyi bize getirmek için yola çıkanlara gülümseyin.
Bırakın, biri- birileride bizim için endişelenin bizim için ağlasın... İnsan olmanın zayıf yanlarını da yaşayalım.
Her zaman güçlü olmaz insan kendine... bırakın yüreğinizde zayıf yanıyla barışsın.
Hayatta her şey mükemmel olacak diye bir şeyde yok. İnsanız, insanca yaşamanın kurallarını koyan da biziz.
Kendine değer vermeyen, olgunlaştırır-mı gönlünü söyle?
Başkaları için vazgeçtiklerimiz var bir süreliğine de olsa, koysak bir kenara, günün ilk ışıklarını kendimize ayırsak?
Kendimizin farkına varsak, yoksa hayat avuçlarımızdan kum gibi kaymakta.
Başkaları ne söyleyecek diye düşünmeden hayatın içinde kendin olma şölenini yaşamak ve hayata gülümsemek.
Gülümsemek ama önce kendi yüreğine sonrası zaten düşer her yere.
Sonra içimizde ki bizi biz yapan bütün o küçük parçaların tadını çıkarmak için gülümseyelim.
Hayata bir şans daha verelim avuçlarımızdan akıp yok olmadan önce... 

Bektaşi’nin hikâyesini bilirsiniz: 80 yaşında öldüğü halde mezar taşına “5 sene yaşadı” diye yazdırmış. Bu beş sene onun hayatta gülerek, neşe içinde yaşadığı, gam kasavet nedir bilmeden hoşça geçirdiği senelermiş
                                                                                Gülümseyemeden geçirdiğim, kaçırdığım zamanlar için kocaman bir gülümseme konduruyorum yüzüme ve biliyorum ki;
İçten bir gülümseme; mutlu ve huzurlu bir yaşamın anahtarıdır. Sevgi dolu bir yüreğin gözlerden yansımasıdır.
İçten bir gülümseme, ben mutluyum ve sizinde mutlu olmanızı istiyorum demektir ve gönüller arasına sevgiden inşa edilmiş köprüdür. İnsanın ruhunda açan çiçeklerin evrene sunulması ve içimde karanlığa yer yok demektir. Paranın satın alamayacağı kadar büyük bir güce sahip olmaktır. Hem kendimize hem evrene yapılan en büyük hizmettir. Gülümsemek yüzde beliren bir mimik değildir sadece, senden karşındakine ve onun içindeki sonsuzluğa yaptığın bir yolculuktur...Gülümse hadi gülümse karanlıklar aydınlansın yoksa nasıl yenileniriz hadi gülümse, gül, gülsün dünya....
Olcay Kasımoğlu

17 Ocak 2019 Perşembe

Ayrıntılar acıtır.
Bazen duygularımız daha biz yaşlanmadan onlar yaşlanır ve bizden hayatın yanaşacaklarını alır. Hayat sanki kendini anlayanlarla arasına mesafeler koyar.
Yaşamın içine karışmasına izin vermez.
Hayatın içinde hep ardına bakan ve ardında bıraktıklarıyla yaşayan insanlar gördüm. O'kadarki bugünü yaşamayı kendine zehir edecek kadar. Her şeyi didiklerler, mazisinin gölgesinden, anılarının küf kokan yükünden bir türlü arınamayan, yürekleri yarına yorgun ...
Ne istediğini bilmeyen, nerede duracağını hiç bilmeyen, ne çok çelişkiye gebedirler.
Büyük hayallerin yıkımlarını yaşarlar. Her şey, geçip gittiğiyle kalıyor arkasında toz, duman izi bırakmadan. İzler yüreğe bırakılır.
Geçen yıllar, hayal kırıklıkları, umduğunu yaşamamak... her şey !
Ayrıntılar acıtır.
İnsanlar;,insanca yaşamanın onurunu kendi yüreklerine, beyinlerine yaşatmadan mutlu olmayı unutsunlar , insan olmak bütün olmaktır. Gök kuşağına benzer. Gök kuşağına baktığında seni rahatsız eden hiç bir renge rastlamasın. Kendi varlığını başkasının ona biçeceği değere bağlamamayı,kendi özündeki şefkati yakaladığında o gök kuşağı onu hayata sevdirecek kadar renkli ve içi dolu umutlar besler.
Hayatın ayrıntılarda nefes almadığını muhakkak gösterecektir. Hayatındaki mutsuzlukların kendi kattıklarıyla da oluştuğunu gördüğü anda işte yaşama ve içine, özüne hoş geldin dediğimiz gün olacak...

Olcay Kasımoğlu
Yalnızlık
Yalnızlık başlı başına kişinin kendi iç dünyasında var olma halidir, kendine yetebilen, sınırları olan ve toplumsal sınırları zorlamayan. Bazı insanlar vardır ölümden korkar gibi yalnız olmaktan korkarlar oysaki en büyük acı insanın kendine duyduğu tanımsız yalnızlıktır.
Yalnızlığı kadermiş gibi algılayan insanlar vardır birde yalnız olmayı beceremeyen insanlar.
Oysaki yalnızlık bir tercih olmalı kişi kendini bir yere zorla iliştirmemeli, zoraki yaşamak gibi olmamalı.
Yalnızlık başlı başına kişinin kendi iç dünyasında var olma halidir, kendine yetebilen, sınırları olan ve toplumsal sınırları zorlamayan. Bazı insanlar vardır ölümden korkar gibi yalnız olmaktan korkarlar oysaki en büyük acı insanın kendine duyduğu tanımsız yalnızlıktır.
Yalnız olduklarında ayaklarının altındaki toprak parçası kayar.
Her şey hüzün ve kederi çağrıştırır bütün yenilgiler onları bulmuştur, kadere isyan, batsın bu dünya en iyi söylemleridir.
Kendilerine eşlik eden bir iç huzura sahip değildirler. Her şeyin nedenini dışarıya bağlamıştırlar.
Hani her şey suçlu onlarda bu nedenle yalnız ve güçsüzdür.
Aslında madalyonun öteki tarafı bu kadar kolay kaçış yoluna sahip değil.
Tamamen sorgulayan, anlamaya meyillenen, kendi eylemlerine sahip çıkan bir iç denge vardır.
Yalnızlık bir duygudur tek başınalık ise fiziksel bir haldir.
Pek çok zaman kulağa aynı gibi gelse de “tek başına” olmakla “yalnız” olmak aynı değildir! “Yalnızlık” bir duygudur, “tek başınalık” ise fiziksel bir hal...
Yapman gereken en önemli şey, tek başına olmak ve yalnız olmak arasındaki arasında ki o ince çizgide seçimlerini iyi yapmaktır.
Geçmişle yaşayan sürekli geçmişi mitleştirenlerden doğrusu pek hazzetmem.
Yaşandı ve bitti bitmeyen, tecrübeye binayen deneyim ve tecrübeleri hayata bilgece katmak.
Şimdi yaşadığımız an var bu anıda geçmişe vermeden hakkını verelim.
Yalnız ama dingin yaşamayı bilelim.
Çoğul kalabalıklarda yaşanan yalnızlıkları hayatımızdan olduğu kadar uzaklaştıralım.
Birbaşınalık başka yalnızlık başka. Birbaşınalık fiziksel bir durumdur. Hayatın içinde yalnız yürüme halidir.
Yalnızlık ise aynı evde başkalarıyla arana tel örgüler örer duyarsın ama onda değilsin, yaşansa bile sahip olunabilecek bir ruh hali.
Yalnızlık bir yarı uykuya dalmanın sonun da korkulu düşlere uyanma halidir, kendinle, kendi düşlerinle yürüme durumu. İnsan beyni çok sever yalnızları.
Geçmiş, bugünden daha çabuk teslim alır hayatlarını.
Bu konuda bildiğim bir şey varsa o da "yalnızlığın en kolay yalnız değilken yaşandığı". Anlık yalnızlıklar. Aslında buna daha çok, sakinlik, durma hali de diyebiliriz.
Ama asıl yalnızlık başka bir şeydir.
Anlamsızlaşır bir sürü şey ve bir sürü şey de fena halde anlam kazanır.
Sen donmakla yanmak arasında biçare.
Toparlanmak için ne kadar gün ışığı lazımsa dağılmak için azıcık karanlık yeter.
Yeter ki İçimizdeki umutların dalları budakları kırık olmasın.
Ne olursa olsun düşünceler içerisinde kırılır yalnızlık, Kim bilir belki de sadece aradığımız üşümeyen bir yalnızlıktır...

Olcay Kasımoğlu.

16 Ocak 2019 Çarşamba

İyilik seven kötülük edemez zaten.
...aslında çok şey istemiyorum bu hayattan
gözlerinde yüreklerini görebildiğim insanlar
kaybolmayan, tamamlanası olan
birbirine aktıkça çoğalan
ateşten gömlek gibi, ilikleri birbirine kenetlenen
hayat gibi, saflığa yakın bir yerde
eli elindeyken
hesapların tutulmadığı
aklının akıl oyunlarına durmadığı
sözlerinde yalan çiçekler yerine, doğru dikenleri olan...
Yaşadığım yer, yaşam koşulları zor bir yerdi. Tüm aileler çok çocuklu, gelir düzeyi düşük, evler bahçe içinde tek katlıydı. Benimde tam burada başlayan ve dağların arkasına göz dikmemi hızlandıran bir anımda böyle başlamıştı...
Görünüşün çok önemli olduğu çağlardaydık. Yine böyle günlerden bir gün dersteyiz. Konu Türkiye'nin batısı, doğusu üzerine. Eğitim ve yaşam koşullarını konuşuyoruz. Dersin öğretmeni hayat dolu. Umut dolu sözlerle bize yaşamadığımız dünyaları anlatıyor. Bunu yaşamayanlar bilemez. Merakın gizini, birinin ağzından dökülenlere sığdırmak! İşte o gün dağların arkasındaki yaşam benim yüreğime düştü.
Öğretmenimiz, insan yaşadığı yer kadardır dedi; bilmedi (bilemezdi) bu kara kızın yüreğinde nasıl bir sancıya sebep olduğunu, rüzgarın yelkenlerine savurduğunu. İçin için kızmıştım. Ne demek biz şimdi bir avuç içi miyiz? kapladığımız evlerin karesi miyiz? Aklımız, sevdamız kasabamız kadar mı? Daha neler neler. Tabi söz yüreğe düşmüştü. Uzun zaman kafamın içinde hep o söze takılı kalmıştım. Kendimce küsler yaşamıştım. Bizi yaşamadan, yaşamımız üzerine söylediği söze! Oysaki büyüdükçe ben onu anlamaya, umarım ki o da yaşadıkça umudun, sevginin insanın yaşadığı yer kadar olamayacağını yaşayarak anlamıştır.
Hayat insanın umut ettiği ve yaşamak istediği kadardır. Ben bunu o an belki anlamamış olabilirim; ama şunu da kesin olarak biliyorum ki, insanın bulunduğu ya da yaşadığı yerin büyük ya da küçük oluşundan daha çok, düşüncelerinin boyutu ve hayatı sorgulama biçimi insan yaşamı için daha elzemdir.
Yaşam koşullarımız ne kadar zor olursa olsun, aydınlanmak acıdan kaçmak değil, acıyı anlamaktır, ıstırabı anlamaktır, mutsuzluğu anlamaktır. Zor yaşam koşulları, sıkıntı ve imkansızlıkların üstünü örtmüyordu bu gerçekle nasıl mücadele edileceğini öğretiyordu, bizi hayata karşı mücadeleci ve güçlü kılıyordu.
Üstünü örtmek, bir şeyin yerini tutmak değildir.
Yaşam nedir?" diye sorduğumuz derin bir kavrayıştır. Bunları görebilmek,anlamak istemek,sorgulamak onlardan özgürleşmek demektir…
Ben umut ettim, kendimi insanların kafasında ki o sınırlara hapis etmedim, özgürleşmenin tadın da bir yaşama durdum. Kula kulluk etmeden kendi varlığımın bütünlüğüne sahip çıktım. İlk üniversite yıllarım da bana sorulan doğulumusun hıııım uzatmalarına ilk zamanlar gönül koyduysam da birazcık daha yaşta mesafe almanın getirdiği olgunluk ve incelikle evet Türkiye'nin doğusun da doğup iklimin ve yaşam koşullarının getirdiği zorluklardan geldim. 
Hamurum; rüzgarın, fırtınanın, tipi-boranın altın da yoğruldu, şimdi ise bu özün de sevgi,inanç olan hamur Türkiye'nin batısın da yavaş yavaş hayat tecrübesiyle şekillenecek ne mutlu bana.''Derken buna en çokta o dönemin Öğretim görevlisi ( 1990) Fatma ETİ' hocam gelip bana sarılmış evet Kasımoğlu sen bize umudun, görmediğimiz diyarların ışığısın, sen bize ön yargılarımızı hatırlatan, içimizin aynasısın demişti. O günden sonra hayat bana hep içimde ki çocukla eşlik etti ve ben hiç bir zaman sınırlara inanmadım. İnsanları sınırlara bölmedim.
Sınırlara bölenlere de; aklın, bilimin ve sevginin bir arada harmanlandığı yürekler diye bakmadım. Benim için, bu yaşamda bu tarz insanlar hep yitiktirler ve hep yitik olacaklar. 
Bulmaya hiç heveslenmeyeceğim insanlar. Gönül birlikteliği kuramayacağım insanlar..
Ne mutlu, içinde iyi insan aşkıyla hayata onurlu duruş bırakanlara...

Olcay Kasımoğlu

12 Ocak 2019 Cumartesi

Kaosun Kutsal Kitabı


20. yüzyılın son kâhin-peygamberi Albert Caraco'dan tüm insanlığa bir lanettir Kaos'un Kutsal Kitabı. Nietzsche'den bu yana hiçbir filozofun gösteremediği yıkıcı gücü taşıyan, bir münzevinin kendisine "rağmen" kültleşen metni...

''Dünya’nın ve doğal kaynakların tükenmemesi için insan türünün artık çoğalmaması gerektiğini savunan Caraco aksi takdirde kaosun devreye gireceğini ve insan türünü yok edeceğini vurguluyor. ”

Soğukluğu, doğrudanlığı ve berrak karamsarlığıyla eşsiz, bir "nesnellik fanatiği"nin bedduası…

Üremeye, üretmeye ve tüketmeye bir reddiye; şehirlere, beton katmanlarına, budala politikacılara, böcekleşmiş yığınlara, gökten firar etmiş tanrılara bir lanet...

''Dinlere mümin gerek, uluslara savunacak insan, sanayicilere
tüketici; bu demektir ki herkese çocuk gerek, yetişkin olunca ne olacaklarının bir önemi yok.''

İnsanlar hem özgürdür hem bağlı, arzu ettiklerinden daha özgür, fark ettiklerinden daha bağlıdırlar, çünkü fanier kitlesi uyur gezerlerden ibarettir ve onların uykudan uyanması asla düzenin çıkarına değildir, yönetilemez olurlar çünkü o zaman.
Düzen insanların dostu değildir, onları keyfince yönetmekle yetinir, ender olarak uygarlaştırma-ya, daha da ender olarak insanileştirmeye çalışır.''
"Çaresizlik bir gerçektir ''Var olan düzeni kabullenip onunla mutlu yaşayan herkes birer “sosyal böcek”tir. ''Yalnızlık,ölümün okullarından biridir,çoğunluk asla bu okula giremez. "On milyonlarca insan savaş için çalışıyor, ahlak ile çıkarın ittifak yaptığı bu çözüm yolunu bozmayı artık hayal bile etmiyoruz.
Hangi alanda olursa olsun, aptallıkta birbirimizle yarışıyoruz, icatlarımız paradoksa çare bulamıyor. Giderek daha zekice imkânlara sahip olurken giderek daha aptallaşıyoruz, biz bu imkânların yasasına tabi olacağız ve bu imkânlar da bize sahip olacak, biz hayal kırıklığına uğrarken devlet şeflerimiz imkânların ilk hizmetkârları olacaklar ve biz de sınırsız bir köleliğe bağlanacağız.
Hiçbir şey olduğundan fazla değil, her şey başka bir şey olma iddiasında, göründüğü gibi olmayı reddediyor; akıl almaz yüzlerce aldatmaca doğuyor böylelikle; yazarlar, saygınlık ve itibarla çevreli, ne yapacaklarını bilemez haldeler. Bunun sonucunda genel bir uyuşukluk yayılıyor her tarafa; ve eğer Tarih’in dersine kulak verseydik, uyuşukluktan sersemliğe giden yolun en kaygan yollardan biri olduğunu bilirdik.''


VAHŞETİN KUTSANDIĞI BU DÜNYADA,
YOLU SEVGİDEN GEÇENLER DOKUNSUN DÜNYANIN TENİNE !
Bilgiyle
Sevgiyle
Şefkatle
Beslediğimizde kendimizi
Ancak o zaman ulaşabiliriz
İnsan olmanın erdemine...
''Sevgiyle yaşamak ve sevgi için yaşamak dururken, bir insan, ömrünün sonuna ya da zaman onu azat edinceye kadar kendi koyduğu geçersiz kanunların kölesi olarak kalabilir mi? Dikenler ve kafatasları arasında kendi bedeninin gölgesini görmemek için gözlerini yere dikerek ya da yüzünü güneşe dönerek sonsuza kadar durabilir mi?
Kalbime giden yol nereden geçer, artık biliyorum...
Biliyorum....nerede durulur, nerede susulur, gözce ne konuşulur....
Öyle çok değerliymiş ki zaman, kendimi buldukça anladım...
Usta ''sevgiyi seçen kişiymiş'' her durumda, her koşulda...
Hepimiz sevgiyiz ve ''sevgi'' sahip olduklarımızı paylaşır.
Ve aşk;
Hiç bir aşk mükemmel değildir, zaten mükemmel aşkta yoktur varsa da aşk değildir.
Ama bir şey var ki, en yoğun olduğu anlarda bile seni düşündüğünü hissettiriyorsa ,sen onun için anlamlısın ve değerlisin.
Seni iki kez düşündürebiliyorsa ve gereksiz kuşkulara acabalara düşürmüyorsa, onu seninle tutmaya çalış ve ona verebileceğin sevgiyi esirgeme.
İnsanlara hiç kimsenin günde yirmi dört saat boyunca sevemeyeceği öğretilmeli; dinlenme dönemlerine ihtiyaç vardır ve hiç kimse emir üzerine sevemez.
Sevgi kendiliğinden olan bir olgudur. O ne zaman olursa olur ve o ne zaman olmazsa olmaz.
Mesele günün her anını seni düşünerek geçirmek değil, geçen zaman içinde yaşama senide kattığını, değerli olduğunu hissettirmek...
Böyle bir insan zaten sağlıklı düşüne bilen bir insandır, bilir karşısındakinin de bir insan ve et parçasından ibaret olmadığını.
Onu değiştirmeye çalışmayalım, çözümlemeye kalkmayalım.
Kendimize empoze değil onun kendi olmasını sevelim ve seni var olan özelliklerinle seven bir insanı kendimize benzetmeye çalışmayalım,ona kendi olma fırsatını verelim.
Bizi mutlu ettiğinde gülümseyelim, kızdırdığında fark etmesini sağlayalım. İhmal edildiğimizi düşündüğümüzde nedenini soralım ,aldığımız cevap bizi tatmin etmiyorsa bir sorun var demektir.
Bu, ilişkimizi tekrar gözden geçirmek için bir sinyal olabilir. Kendimize öz eleştiri yapalım, kesinlikle onu haklı göstermek için kendimize duygusal baskı yapmayalım, Kalbimiz rahat değilse muhakkak yolunda olmayan bir şeyler vardır.
Bu illada, sevmediği anlamına gelmez ama her iletişim özen ve itina ister.
Eyer kendimizi özel ve iyi hissetmiyorsak bir daha düşünmek ve karşında ki insanı yıkıcı değil ama çözüme ulaştıracak geniş bir bakış açısıyla yeniden gözden geçirmek gerekir.
Kim bilir belkide hiç ummadığımız bir ayrıntı nice yollar çizer.
Yeter ki niyetlerimiz temiz olsun yoksa bu dünyada her şeyin çözümü ve yolu var.
Zor olan ne istediğini bilmemek yada ne istediğine karar verememek.
Hiç kimse bulunmaz hint kumaşı değil, sadece imkanlar ve koşullar insanların seçim seçeneğini ya azaltır ya çoğaltır.
Nice insanlar var parasıyla konuşur, kimileri doğuştan sahip oldukları artıların onlara sağladığı imkanlarla merdivenleri atlar.
Kimi ise o merdivenin basamağına gelmek için bile bir ömür harcar.
Ne olursa olsun yüreği ve dünyası geniş insanlar er veya geç olgun ve doyumlu olurlar.
Şayet ruhun atlası sevgi değilse ne yaparlarsa yapsınlar boş.
En sonunda yine boş tencerenin çıkardığı sese dönerler.
Kendimizi gördüğümüz yüreğe serilelim, sıcaklığını, samimiyetini, gülüşünü bize koşulsuz bağışlayan insanı bulduğumuzda sımsıkı sarılalım ve sarılırken yanında huzuru buluyorsak o bizim cennetimiz ve o cenneti boş avuntularla örselemeyelim...
Çünkü sevgidir kalplerimizi ortaya çıkaran güç. Sevgiyi ortaya çıkaran, kalplerimiz değildir.
Zaten hakiki sevgiler aydınlatandır, sorgulamalara ihtiyaç duymaz..
Hayatı ''olgun, bilinçli, doyumlu, istikrarlı'' ve sevgi dolu insanlarla paylaşalım.
Sahi herkes seviyor o zaman neden bunca acı, keder ?
Sorun sevgisizlik mi, yoksa yanlış sevgi anlayışı mı?
Sevgisizliğin toplumun temel sorunu olduğu hep yazılır, çizilir acaba asıl sorun sevgisizlikten çok sağlıksız sevgi anlayışı olmasın ?
İnsanlar daha çok sahip olmak istiyor...sahip çıkmak değil.
Egemen olmak istiyor...beraber özgürleşmek değil.
Benim olmalı diyor...hayatı beraber paylaşmalıyız demiyor.
... Üzerine yatırımlar yapıyor...fikrini sormadan.
... Bu ve benzer şeyleri sevgi ile karıştırıyor ya da bunların birkaçını sevgimize
"katıştırıyor" olabilir miyiz ?
İki insanın gönüllü olarak kuracağı beraberliğin temelinde hiçbir biçimde "razı olmak" ya da "katlanmak" olgusu yatmamalı.
Kişiler; benim can yoldaşlığı yapmak istediğim insan ve istediğim yaşam bu diyebilmeli.
Bana göre tek başına mantık evliliği de, tek başına aşk evliliği de yetmiyor.
Yazdığım bir köşe yazısın da (aile içi şiddeti anlatırken) bunu dile getirmiştim.
*İki insanın aşk ve duygusal uyumu olmalı.
*Kişilik,mizaç,dünya görüşü uyumu olmalı.
* Günlük yaşam tarzı çok zıt olmamalı.
* Yakın ve uzak gelecekten beklentiler de uyum olmalı.
*Menfaat ve çıkar üzerine kurulu hiç bir birliktelikte insancıl duygu olamaz bunun ayrımında olunmalı.
*Vicdan ve merhamet olmalı.
* Vefa duygusu muhakkak olmalı.
Hepsini bir arada bulmak zor olsa da en azından üzerinde düşünmeye değer...
Yaşam gönüllü alıp vermedir.
Bırakın hayatla geçinmeye niyeti olmayanlar gitsin,yollarını zorla kapamayın/

Olcay Kasımoğlu

11 Ocak 2019 Cuma

Bu sabah hakkında ne konuşsak?

Hepimiz insanız lakin hayatın içinde düştüğümüz kareler bile aynı rüzgarın yönüyle esmez..
Kimimiz hayata 1/0 yenik başlar kimi el bebek gül bebek, kimine sokaklar kimine de hayatı sadece seyretmek düşer ve insan, en çok kendisinden korkar.
Kendi duygularından, güçsüzlüklerinden, zaaflarından, acılarından, coşkularından ürker. 
Onun için kaçar yaşamdan, aşktan, öfkeden, sevinçten, kendisinden kaçar.
Ve sonra yaşam, hepimizi kendi sofrasında ağırlar.
İnsan, hayatı keşif etmeye, değişmeye başlar.
Hayatın özü değişimken değişmemek, dönüşmemek için direnmek bir çiçek tohumunun hayır ben büyümeyeceğim böyle kalmak istiyorum demesine benzer...


Ne çok akıllı oldum, ne de bilgin
Ne çok kendini beğenen, ne de fazla çekingen
Ne çok konuşan , ne de fazla suskun
Ne çok kırıcı, ne de fazla yumuşak
Biliyorum ki fazla akıl,insanlarla arana duvarlar örüyor
Biliyorum ki kendini aştığında,yalnızlığın da beraberinde çoğalıyor
Biliyorum ki çok konuşmanın değilde,yerinde ve özünde konuşmanın doyumu tarifsiz oluyor
Biliyorum ki konuşulması gereken yerde susmanın gafleti hazin oluyor
Biliyorum ki öfkeyle,akıl yan yana kol kola girmiyor
Biliyorum ki dile ayar,sevgiye şefkat, bütün kapıları açıyor...


Olcay


Anlatılamayanın sessizliği, susmanın yorgunluğu bazen dayanılır gibi değil..

Aklını ve yüreğini;
Sevgiye, bilime, sanata ve derinliğe atmışsan korkma sessizlikten, seslerden, gün doğuşundan, ne de gün batışından..
Herkesin bir savaşı vardır. 
Hiç olunmadan hep, hep olunmadan hiç olunamaz derler... Belki de en büyük farkındalık; içimizden geldiği, doğamızın gerektirdiği gibi ve tam da neyi neden yaşadığımızı bilerek yaşamak gerekir.

Yeniden başlamalı
Yeniden anlamalı
Yeniden dinlemeli
Yeniden dillendirmeliyiz yitip giden zamanları
 Yoksa yaşamak haram bize
 Haram yiyenlerin ülkesinde...
Kim bilir, belki o zaman sağırları, körleri oynamayız.
 iki tatlı söze, mala-mülke satmayız ruhumuzu!
Olcay Kasımoğlu
''Zen Kitapçıyan

9 Ocak 2019 Çarşamba

Yazık, sevgiden dem vurup ama'ların üstüne çıkamayanlara...

Sindirilmiş yeryüzünün çaresizleri, esmer tenli insanları, karanlık kaderlerine terk edildiler.
''Djelem, Hitlerin katlettiği kimi kaynaklara göre 350, kimi kaynaklara göre ise 500 bin çingene için yakılmış bir ağıt.
1971 yılında Londra'da yapılan 1. Dünya Çingeneleri Milli Kongresi'nde bu şarkı,Çingenelerin milli marşı olarak kabul edildi
"2 Ağustos Dünya Çingene Soykırım günüdür. Nazi Almanya’sında kendilerine özgü yaşamları, dili, kültürü, ve toplumla uyum sağlayamadığı gerekçesi altında bir anlamda "katli vaciptir" anlayışı ile 500 binden fazla Çingene (Zigeuner ) gaz odalarında, fırınlarda yakılarak, tıbbi deneylerde kullanılması, aç bırakılmaları suretiyle yok edilmişlerdir.
2.Dünya Savaşında katledilen ırk olarak genelde Yahudiler bilinir. Çingeneler kendi aralarında örgütlü bir yapı kuramadığından Çingene Soykırımı: PORRAJMOS-(çingenece ‘parçalanmak’) Çingenelerce yeterince gündeme getirilemedi. Yahudiler, Alman Devletinden tazminat almalarına karşın, Çingeneler bu hakkını kullanamadı. Tarihin geçmiş sayfalarında sadece Almanya’da soykırıma uğramamışlardır. İngiltere, İsveç’te 1500 yıllarında insanlık dışı uygulamalara maruz bırakıldığı, Çingeneleri asma kanunları olduğu bilinmektedir. Yani bir Çingene'yi asıp öldürmek suç değildi.
Yüzyıllarca göçebe bir yaşam sürdürmelerinden dolayı yazılı bir dili olmadı. Eğitimsiz oluşları, yaşam kültürü diğer toplumlar arasında kabul görmedi. Gittikleri her yerden başka bir yere sürüldüler. Gitmeyenlere işkence... Sindirilmiş, yeryüzünün çaresizleri, esmer tenli insanları karanlık kaderlerine terk edildiler..
Yürüdüm yürüdüm uzun yollar boyu
Ne güzel ki Romanlarla tanıştım
Uzaklara çok uzaklara gitiim
Ey Romanlar ey çocuklar
Romanlar nerden geldiyseniz
Şanslı yollar boyu çadırlarınız
Benim de büyük kalabalık bir ailem vardı
Kötü bi grup insan öldürdü onları
Gelin benimle Dünya Romanları
Romanların yolunun açıldığı yerlere
Şimdi ayağa kalkma zamanıdır
Romanlar Ey Romanlar ey çocuklar.
2. dünya savaşı sırasında yaklaşık 6 milyon yahudinin katledildiği bilinmektedir... bu sayı, bölgede katliama maruz kalan nüfus yoğunluğunun % 60'ıdır...
oysa çingene nüfus oranına bakıldığında, kurtulanların sayısı % 10 çivarındadır, çingene nüfusunun % 90'ı yok edilmiştir...Bu ağıttaki çağrı, bu nedenle güçlü bir çağrı haline gelir...''
Emperyalist ülkelerin bitmeyen istekleri ve günümüz insanının bitmeyen hırsları ve bütün bunların sonucunda; kendi hapishanelerini yaratmış, efsunlanmış, ruhsuz, ilkesiz, mutsuz bir çoğunluk oluştu.
Şiddetin dilini kullanıp, nefret söylemleriyle toplum yaşamını kan ve göz-yaşına boğanları alkışladık, kutsallaştırdık.
İnsanların; dil, ırk, mezhep gibi, yaşamda pek karşılığı olmayan gerekçelerle çatışma ortamlarına sürüklenmesi, yaşamdan koparılmaları, hayatın anlamına da büyük haksızlıktır. Bütün katliamların temelinde fikir çarpışmalarının, çıkar çatışmalarının meydanlara yansıması vardır.Din, dil, ırk ,cinsiyet üzerinden geçen ideolojik fikirler, siyası tercihler en büyük ayrımcılık ve ötekileştirme insan onuruna çirkin bir saldırıdır.
Olcay kasımoğlu

Uzattığımız yolların yorgunluğu var
"Kahramanca bir aşk, mutsuz insanların tesellisidir, çünkü mutlu insanlar aşkın kusurlu oldugunu bilir, bilerek yaşar ve mutlu olurlar". Aristo.
kim demiş insan yorulmaz kendine
önceleri yeterdim artardım bile
oysa şimdi ne yapsam nafile
bu can bu ruhta yorgun kendine
unutalı güzel sevda sözlerini
kapıları sustu yüreklerin
önce gözlerimiz vazgeçti
sonra gülüşlerimiz
ve ne olduysa
dilsiz kaldı yüreklerimiz
oysa tekrarlanırdı en güzel söz
kendine iyi bak
ve biterdi yollar
geriye sadece düşleri kalırdı
ya şimdi
sesindeki yaşama tutulduğum yerden
yeni bir yolculuğa çıkıyorum
yeniden merhaba demek güneşe
akıp giden nehirlere...
uzayıp giden düşümde ki geceye gündüze
benimle birlikte mevsimlerin içinden geçen
yaşanmışlıkların bütün izdüşümlerine
geceye ışığı hediye eden yıldızlara
sabahla uyanan güne
her şeye yeniden merhaba demek
saçlarımla, gözlerimle...
Olcay KASIMOĞLU
PARANIN ESİRİ NE ÇOK KÖLE VAR.

''Birinin yaralarını sarmaya çalışıyor olmamız tamam olduğumuz anlamına gelmiyor, tastamam olmayan halimizle de birbirimize iyi gelebiliriz.
Unutmayın, ruhsal olgunluk haksızlığa maruz kalındığında ortaya çıkan yıkıcı duyguları yapıcılığa, sevgiye ve güzelliğe dönüştürebilme becerisidir.''

Günümüzde o kadar çok köleler türedi ki, hangisinden başlasam diye düşünüyorum!
Sırf rahat bir yaşam için emek vermeden, yaşam koşullarında birilerinin sırtından geçinenler, hak etmediği parayı gasp edenler, hakkı olmadan hakkı olanların emeğini çalanlar, merhametlerini kaybedenler, merhametsiz insanların hizmetinde onlar için çalışanlar, banka faizlerinin köleleri, nefsinin kölesi, güzelliğin kölesi, bedenin kölesi, paranın kölesi daha bir çok şeyin kölesi...

Sahi bunlar gönüllü köle mi yoksa yaşamsal koşullarının getirdiği zorunluluklardan kaynaklanan seçimler mi yoksa zayıf benlik duygusundan kaynaklanan ,sorumluluktan kaçan , emek vermeden sahip olma arzusunu destekleyen zayıf benlik duygusundan mı ?
Sahi bir maddenin yada ruhsal bir hevesin kölesi olmak nasıl bir şey ? İnsanca yaşamak için gerekli olan imkan ve koşullara sahip olduktan sonra halen daha fazlasını istemek nasıl bir mantık, bu istediğin şeyin kölesi, bağimlisi olmak nasıl izah edilebilir ?

Yaşam bir şekilde kendine bağimli kılıyor, kimi teknolojının kölesi oluyor kimi insan ilişkilerinde seviyesizliğin kölesi oluyor. Unutuyor dünyada var olma amacını, insanı boyutunu.
"Para her şeyi yapar" diyen bir insan, para için her şeyi göze alır. Nefsi paranın kölesi olmuş bir insan nasıl adil ve adaletli olabilir ki. Düşünsenize adalet mekanizmasından sorumlu bir insan, paranın açacağı bütün insafsız kapıların bekçisiyken vay adaletin haline...Vay ki vay...

.Hiç kimse elinde parayla, banka defteriyle doğmamıştır. Hayatta paranın kölesi olmamak için parayı yaşamda araç olarak görmeli yoksa amaç edindiğin andan itibaren para efendi sende kölesi olursun.Bundan sonra ne onur kalır ne haysiyet, bir pula satılır.

İnsan ne verecekse, emek sarf etmeli..İçten olmalı....Parayla pulla da ilgisi yok bu işin..Sevgiyle ilgisi var..İnsan, insan olmanın ayırdına varamadıkça, erdemli olmayı becerebilir mi ?Ve hangi kitaba çağırırsan çağır, çağrıları duymadıkça duyabilir mi....İnsan bir başkasının canı yandığında canı yanmıyorsa, egosunu arka cebine koyup da, empati kurabilir mi?.
Artan yemeği veremeyen, nefsine rağmen verebilir mi?
Hiç bir zaman, hiç bir koşulda bizim olmayan, hak etmediğimiz, emek vermediğim hiç bir şeyi zorla tekelimize almayalım.
Hiç bir şeyin kölesi, sağırı, körü olmayalım
Hayat bir senfoniyse gelin o seslerin içinde özgür, sağlıklı,sorumluluk bilinci gelişmiş, sorumluluk sahibi insanlar olarak hiç kimsenin kölesi olmayalım. Olmak isteyenlere de göz yummayalım, unutmayalım zalime, hırsıza göz yummak onu yapan kadar bizide mesul kılar. Ne farkımız kalır kötülüğün efendisi olan insan yaratıklardan
. Biz meydanı onlara terk edince çoğalır faydacılık sahaları, her yerde kötülük kol gezer, sarmaşık gibi sararlar bedenimizi, bu yaşamın zehirli kölelerine izin çıkmasın bizden, daraltalım yaşam alanlarını. Yoksa, bunlara yenilmiş bir yaşamın nasıl bir hakkaniyeti olabilir ki ! Hepimiz insanız, hepimiz topraktanız. İnsan kendiliğinden büyük olmaz, insanı olumlu eylemleri büyük yapar. Nefretle, hakaretle, kinle, öfkeyle büyüyen bir güzellik yoktur dünya yüzünde. Sağlıklı düşünen beyinlerde büyür insanın güzelliği. Yaşam, cesur ve mücadelecileri sever.
Her günün yeni gün, her yeni gününün yeni bir başlangıç olduğu düşünüldüğünde akan bir ırmak gibi olmak herkesin harcı değildir. 
Hepimiz gökyüzündeki ışıklar kadar parlak, güneş kadar sıcağız. Yeter ki zincirlere vurmayalım. Zincire vuranlara suskun kalmayalım(!)

Olcay KASIMOĞLU

7 Ocak 2019 Pazartesi

Sanat İstikrarı Seviyor: Ulu yaşasın kalemi kan akıtmayan gazeteciler..Kumd...

Sanat İstikrarı Seviyor: Ulu yaşasın kalemi kan akıtmayan gazeteciler..Kumd...: Ulu yaşasın kalemi kan akıtmayan gazeteciler.. Kumda balık olmak gibidir, yasakçı zihniyetin olduğu ülkelerde gazeteci olmak..! Peki; i...
Ulu yaşasın kalemi kan akıtmayan gazeteciler..
Kumda balık olmak gibidir, yasakçı zihniyetin olduğu ülkelerde gazeteci olmak..!
Peki; insan yaşamını, ifade özgürlüğünü, hürriyetini sadece yasayla korumak mümkün müdür?
Değildir elbet, bunun için insan olma erdemlerine sahip olmak gerekir her şeyden önce.
Gazetecilerin olmadığı, özgürce çalıştırılmadığı, yasaklanıp, sansürlendiği toplumlarda, demokrasiden söz etmek mümkün değildir.
Gazetecilerin, gazete çalışanlarının susturulduğu toplumlarda, sokaktaki insan "kör, dilsiz, sağır" demektir.
Basın özgürlüğünün olmadığı yerde; vicdandan, eğitimden, konuşma ve yaşama hürriyetinden bahsedilemez.
Gazeteciler; 10 Ocak 1961'de Gazeteciler günü olarak ilan ettikleri o gün, eminim hayattan ve insanlardan hiç ama hiç umudunu kesmemişlerdi.
Devlet, vatandaşına; yasaların yürürlüğü ve koruyuculuğu hakkında olsun, çıkan kanun,yasa ve tüzükler hakkında olsun, vatandaşını basın yoluyla bilgilendirmek zorundadır.
Bunun içinde, basının; düşünce ve ifade özgürlüğünü, basın özgürlüğünü, halkın haber alma hakkını, bilgi edinme hakkını, söz, eylem ve örgütlenme özgürlüğünü, sendikal hak ve özgürlüklerini güvence altına alarak vatandaşına, sorma sorgulama hakkını verecektir.
Demokrasi ile yönetilen ülkeler vatandaşına bu sosyal adalet anlayışını sunar. Haber alma ve yorumlama hakkına saygı duyar.
Adalet herkes içindir. Bu bilinçle hareket eder.
Bir ülkede; zenginler, iş birleştiriciler ve işini bilenler; basına müdahale etmeye başladığında, orada “gerçek olanı” derin uykulara gömdüğümüz noktasına geliriz, geliyoruz buda akla zarar, yüreğe zarar.
İnsan: Akıl, yürek, vicdan bütünselidir, gerçek ve erdemli basını aradan kaldırmak, fukara aklın çaresizliğidir ?
Sadece bunu devlete yüklemekle işin içinden çıkılmaz aksine kurdu besleyen gerçek bahçeye, gazete patronlarına da öz eleştiri getirmeliyiz.
Hangi hükümet iş başına gelirse rüzgarın yönünü oraya tayin eden gazete patronlarına.
Tek düşündüğü gazetesinin tirajıdır.
Özellikle, gazeteye ''kalemiyle emek verenle, gazete patronluğu'' bana göre çok ince bir nokta, bu bölümü asla ve asla göz ardı etmemek gerekir.
Sırf bu nedenden dolayı bir sürü gazeteci işsiz kalmıştır, gazete patronun desteklediği siyası ve politik görüşe karşı çıktığı için. Villalarını, şatolarını, lüks yaşamlarını kaybetme korkusuyla, gündemin ve günün adamlarının gazetesi olurlar. Kendi çalışanlarından bir gazete muhabirinin gerçekleri yazmasının nasıl bir akıbeti olabilir, artık siz düşünün ?
Bu demek değildir, gazeteci istediği gibi harekat eder bundan da bu anlaşılmasın.
Gazeteci istediği gibi hareket edemez,sorumlulukları vardır,erdemli insandır,dürüst ve adildir,günün adamı olmaz her daim doğrunun ve haklının yanında olur. Kendi siyası düşüncesine ters bir insanı, sırf farklı bir görüşte diye zindana göndermez, haklı olduğunu bildiği konuda susmaz. Benim ekmeğim sadece bal görsün demez,bencil değildir.
İyi bir basın emekçisi olmak, ruhsal olgunluk ve sağlam karakter ister buda büyük resmi net görmesini sağlar.
Basın emekçisi; empati yapmamıza, kişiler arası iletişim de diyalog kurmamıza vesile olur. Diyaloğun kurulduğu iletişimlerde ise sorunlar daha kolay hal olur.
Gazetecisine, çalışanına sahip çıkmayan nice gazete patronları varken her şeyi devlete yükleyip, diğer gerçekleri göz ardı edemeyiz.
Arkadaşları hapse gönderilirken, hangi gazete sahipleri sendikal eylemini yaptı ? Hiçbiri..! kendi çalışanına sahip çıkmayan,işten atılan,hapse giren bu kalem emekçilerinin, mağduriyetini anlatmanın tek yolu basın iken bu çelişkiye ne desin vatandaş? Herkes mektepli değil ki,herkes ilim ve bilim yolunda ömür tüketmemiş ki ! Bir kısım duyduğuna inanır, bir kısım da karnını doyurana !
Bu noktada senin vatandaşı aydınlatma,bilgilendirme gibi insanı bir sorumluluğun varken; kendi çalışanını bile, doğruyu yazıyor diye kapı dışarı edersen vay vatandaşın haline !
Gazeteci; kendinden farklı olanları kabullenmeyi, farklılıklardan doğan zenginliği fark ettiğinde ''kalemi'' siyahı beyaz diye yazmaz.
Medya holdinglerinin, tekelci medyanın basın emekçileri üzerindeki baskısı artıkça basın özgürlüğünden bahsetmek mümkün olmayacaktır.
Kötü çalışma koşulları, işten atmalar, kapitalizmin etkileri, sansürün, otosansürün, basın emekçilerinin başlıca gündemi olmaya devam edecektir.
İşsiz, yasaklı, susturulmuş gazeteciler günü olmaması temennisi ile daha aydınlık bir basın özgürlüğü dilerken,kendi mesleğinin onuruna sahip çıkan,şahsı çıkarları için mesleğini satmayan onurlu gazetecilerin kalemi daim olsun. İyi ki varsınız !
Olcay Kasımoğlu

6 Ocak 2019 Pazar

Yürekte bu fırtına sürer amansız...
Bir şehir kadar kalabalıktır bazılarının yalnızlığı...
Ne büyük şey şu huzur...🌹

Tutarlı olmalı insan; siyah gibi, beyaz gibi... Güven vermeli... Gri olmamalı...Kapıları olmalı insanın...Ya açık ya kapalı ''YARI AÇIK'' olmamalı...

İnsanlar vardır
Ömrümüzden gelip geçerler
Kimileri masal tadında kalarak
Kimileri silinmeyecek izler bırakarak,
Yorgun ömre su olur giderler

Kimileri 
Suskunluğumuzda 
Bir ırmağa dökülürken sessizce
Hiç eyvallah etmeden hasrete vurgun ömre
Aşkını hazana yar edip
Ardına bakmadan sonsuzluğa giderler

İnsanlar vardır
Kirpiklerimizden doğmuş hüznü 
Göz uçlarına alarak
Ve ortasından geçerek acının
Zamanın taa ötesine giderler

Yaşama tüten çiçekler gibi
Ben kalanlardan yanayım
Özgün ve özgür sevdası olanı
Kalbi bir yudum su
Bir dilim ekmek olanı severim

Ey hayat evim 
Bir ağaçta olgunlaşırcasına
Avucumdan yüreğine bıraktığım 
Sıcaklığın hatırına
Bana huzurun demi ile 
Kalbi sakın tutan sevgiyi gönder

Ey sağır zaman
Yağız bir geceye dil dökerim 
Duymaz mısın yüreğimin sesini
Neşeli bir yüreklenme ile
Taze bahar şenliğinde
Gidenlerin ardından
Başlayanım yeniden...


Olcay Kasımoğlu

5 Ocak 2019 Cumartesi

YAŞAMIN ANLAMI

Hayat, eşya değildir; gerçek olan yaklaşımlarımızdır, içimizdeki sesimizdir...
“Kendim ve dostlarım için ve zamanın akışını yumuşatmak için yazıyorum.” demiş, Jorge Luis Borges
Bende: kendi bilincimle, irademle,seçimlerimle,seçtiklerimle, değerlerimle, insanı sorumluluklarımla, bir nebzede olsa, yaşama dokunmak için yazıyorum..
Çünkü, hayatı ezberlemek başka; anlayarak, gözlemleyerek, deneyimleyerek, sevgiyle dokunmak bambaşka...
Kendimizi deneyimleyerek, olanaksızlıkları öğrenerek kendimizi bulduğumuzda, yaşamın en kıymetli hediye olduğunu göreceğiz.
Yaşamı ''yedeğimde saklamak değil'' yaşamı, yaşanılır kılmak ve anlamlı yaşamak istiyorum diye bilmektir, YAŞAMAK...
Biliyorum ki, irademiz dışında; güneş doğacak, çiçekler açacak, rüzgar esecek, yağmur yağacak ve olması gerekenler kendiliğinden olacak.
Önemli olan, bu dengenin içinde biz ne öğrendik neye şahit olduk ve hayatımızı bunlarla ne kadar bütünleştirdik, sesimizi ne kadar katabildik ?
Her günün ''yeniden doğmak olduğu'' her nefesin ışık süzmesiyle yeniden yaşamak olduğunu; kötülüğün, sevgisizliğin olmadığı bir ''erguvan imparatorluğunda'' yaşam tacını takıp, içtenlik, erinç, coşku ne varsa, olanca görkemiyle yaşamaktır, YAŞAMIN ANLAMI...
Hayatın sevgi diliyle öğrenildiğini, öğrenilirken de sorgulamaktan hiç korkmamayı, sanata ve bilime önem vermeyi, bilmediğimizi araştırmayı, kendimizi güncellemekten asla vazgeçmeyeceğimizi söyleyebiliriz, yaşam işçisi yüreğimize..!
Çoğu zaman, başkalarının dayattığı kurallara ve değerlere göre yaşıyoruz. Yalanları, oyun bozanları, sorgulamadan kabul ettikçe içimizdeki sızı ve yalnızlık daha da arttı.
Her şeye sahip olmak için uğraştıkça, hayatlarımıza sahip olundu.
Düşlerimize birer birer el koydular.Her şeyin ucuz bir metaya dönüştürüldüğü, alınıp satıldığı bir ortamda sevgiyi, dostluğu, bilgiyi, güveni, içtenliği parayla satın almaya ve mutlu olmaya çalışıyoruz.
Kimse yuvasında değil, herkes başkasının kapısını çalmakta, başka hayatlarla avunmakta, hazıra konmayı amaç edinmekte. hazır söylemlerle yaşama sarılmakta, ne olduğunu bilmeden kendine sunulan yaşam tarzlarını benimsemekte.
Bizi hep başkaları tanımladı, hangi mesleği yapacağımıza bizim adımıza karar verdiler. Kiminle evleneceğimize, hangi partiye oy vereceğimize, hangi takımı tutacağımıza hep başkaları karar veriyor
Sonuç: mutsuz, umutsuz, kuruntulu, endişeli, arabesk söylemler yaşamın merkezi olmaya başlıyor.
Yaşamın doğasına aykırı sularda yüzüyoruz. İnsan doğasına uygun olmayan ne varsa onları işlemeye çalışıyoruz.
Bilincinin güzelliğini ve yaşamının değerinin sürekliliğini korumak istiyorsak, önce kendimizi öğrenmeye ve organize etmeye, ardından da hayatı tanımaya ve olumlamaya özen göstermeliyiz.
Değil mi ki; kalbimizin çıkarttığı sesin bile bir anlamı olmalı..
Değil mi ki; dilimiz söylediğinde, kalbimizin sesinde, dolup boşalmasında herhangi bir değişiklik olmuyorsa, ne anlamı var söylenenlerin.
O’nun sözlerini kulaksız duy, ona dilsiz dudaksız söz söyle.Çünkü dille, dudakla söylenen sözün ayrılıklar vermemesine, insanı incitmemesine imkan yok, demiş (Mevlana)
Anlamak sadece sözcüklerle değil, duyarlıkla da mümkündür aynı zamanda.
Biz kendi şişkin egolarımızı söndürmedikçe, havasını indirmedikçe, birbirimizle değil konuşmak, sadece kendimizi anlatmaya devam edeceğiz.
''İnsanlar kelimelerle, sözlerle bir şeyler anlarlar ama birbirlerini o kelimelerden, o sözlerden dolayı anlamazlar. Sözleri aşan bir anlaşma alanı vardır insanlar arasında. Tabii burada sözlerin vazgeçilmez bir yeri vardır ama insan anlaşması sadece sözle olmaz. İnsan anlaşması sezgi ile olur, sezginin de ne olduğunu bilmiyoruz.
Yani insanlar birbirlerini sevdikleri için birbirleri ile anlaşırlar ve birlikte bir şey yaparlar.
İnsanlar birilerini kendilerine uzak, yabancı, nefret edilecek diye saydıkları için onlarla savaşırlar. Ve bunların kelimelere dökülebilir bir tarafı yoktur. Biz kelimelerden o sonuca varmak için bir şey elde ederiz.''
Kendi varlığımın sınırlarını fark edip, kendi egomu söndürerek diğer varlıklarla, doğanın sesine, ritmine, müziğine yüreğimin sesiyle katılmak istiyorum.
Görmeden bakan, duymadan dinleyen, hissetmeden dokunan, düşünmeden konuşan insanlardan uzaklaşarak;
Tabiatın en küçük kımıldanışlarını sezerek, hayatın sarsılmaz bir mantık ile akıp gidişini seyrederek, herkesten daha çok daha kuvvetli yaşadığını, bir ana bir ömür kadar çok hayat doldurduğunu bilerek yaşamak istiyorum....
İnsan yaşadıkça, yitip giden zamanları ve iç sesimizin ayaklarına kulaklarımızı tıkamadan; kendi iç sesimize yöneldikçe, içsel sorgulamaların ve yeniden uyanışa geçen bir ruhun çığlığını duymaya başladıkça; kendine yetebilmeyi, ayakta kalmayı, farklılıkları kabullenmeyi, kendini eleştirmeyi, kendiyle yüzleşmeyi; amaç edindiğinde, yaşamı yeniden sorgulamaya başlıyor.
O zaman başkalaşır dünya/ tutkular ten olur, düşünce tenleşir/ ruhlar özgürleşir, yok olur prangalar..
İnsanın duruşu ne kadar derinse, ne kadar özgürse ruhu, ne kadar güzel görebiliyorsa; o kadar geniş, o kadar uçsuz bucaksız, o kadar güzeldir yaşam manzarası.
Bunun içinde, sıkça kalbin ve beynin kapısını tıklatmak gerektiğini unutmamak gerekiyor. Nede olsa, onlarda tozlanır, katılaşır, sağırlaşır, koylarına çekilir zaman zaman...
Kendin ol                                                                                                       Her insan hayata başlarken hamdır ama hiç kimse meyveler gibi bekleyerek olgunlaşmaz. İnsanın olgunlaşmak için çaba göstermesi gerekir. Zaman elbette deneyim kazandırır fakat tek başına zaman olgunlaşmaya yetmez. Yaşlanan ama hiç olgunlaşmayan insanlar vardır. Eğer kişi farkındalığını geliştirip emek vermezse yedisinde neyse yetmişinde de aynı kalır.
Sadece kendin ol. Kendi hikayenin kahramanı ol 
Başkalarını ışığınla aydınlat, mutlu olduğunla yoluna devam et. Mutluluk İçimizde başlar...
İnsanın hayattaki en büyük başarısı kendini bilmesi, kendinin farkında olmasıdır.
Kaldı ki herkesle aynı olmak zorunda da değiliz.
İnsan yaşadıkça, yitip giden zamanları ve iç sesimizin ayaklarına kulaklarımızı tıkamadan kendi iç sesimize yöneldikçe, içsel sorgulamaların ve yeniden uyanışa geçen bir ruhun çığlığını duymaya başladıkça; kendine yetebilmeyi, ayakta kalmayı, farklılıkları kabullenmeyi, kendini eleştirmeyi, kendiyle yüzleşmeyi amaç edindiğinde, yaşamı yeniden sorgulamaya başlıyor.
Yaşam çığlıklar içerisinde
Çoğu zaman; insanların kör ve sağır kaldığı, kendine sıra gelinceye kadar gıkını çıkarmadığı sosyal ve toplumsal olaylar vardır.
Yaşam bir bütündür, dünyanın diğer ucundaki bir değişim, gelişim bir diğer alanı değiştirirken hala yerinde durmayı ve yerinde saymayı marifet sananlar, daha da gerilere düştüğünün her gün bir parça eksildiğinin farkında bile değildirler.
Sadece kendini görmek, çok yönlü düşünememek, etkileri ve tepkileri hesaplayamamak, başka insanların yaşam haklarına saygı göstermemek; iki yüzlülüğü, riyakarlığı, yaşama ihaneti kaçınılmaz kılmaktadır.
Yaşam da var olan ayrıcalıkları sadece kendi tekelinde görenler, hiç düşündünüz mü, kimsesiz ve kimliksiz kalanlar bir gün hesap sormaz mı ?
Yaşamı sorgulamayanlar, sadece kendi durduğu yerden bakanlar, evreni bir bütünlük içinde görmek ve algılamak yetisinden yoksundurlar.
Onlara göre yaşam siyah ve beyazdan ibarettir ve o en iyisi, diğeri en kötüsüdür.
Dünyanın sadece kendi etrafında döndüğünü sananlar; kendi yaşamlarının dışında başka bir düşüncenin, başka yaşamların önemi konusunda bencildirler.
Kendi yaşadıkları coğrafyanın verdiklerine, düşünce ve yaşam tarzlarına anlayış ve nezaketle yaklaşıp başka insan diyarlarına, yüreğini,algısını kapatan insanlar yaşamı bir bütünlük içerisinde görmekten çok uzaktırlar.
Farklı coğraya da doğan ve yaşam koşulları gerçekten zor olan insanları anlamak yerine, ezici bir üstünlükle tepeden bakmak, görmek, dünden kalmış argümanlarla bugünü değerlendirmek insanların sağlıklı bir düşünce anlayışına sahip olmalarını ve sağlıklı bir bakış açısı getirmelerini engelleyecektir.
Ve dünden kalanlar dünün söylemleriyle bugünü görmeye çalıştıkları için yaşamı ıskalamaya devam edeceklerdir.
Özellikle sen ben kavgasının yolcuları, insanları; görünüşünden,dilinden, etnik kökeninden,siyasal tercihlerinden dolayı yargılıyorsa hiç bir gönülde açamazlar, insanım diyemezler.
Başkalarına önyargıyla yaklaşan insanlar, yenilikten korkarlar. Kendi dünyalarında farklı, içinde bulundukları ortamda farklıdırlar. Resmi görüşleri ayrı, içsel düşünceleri farklıdır. Bunlar için yaşamın etkinliği, işine ve çıkarına geldiği gibidir. Neyi savunuyorlar neye göre, kime göre yaşamlarını düzenlerler bilinmez.
İnsanı insan yapan en büyük özellik adaletli olmasıdır ve yaşamın içerisinde üretim, paylaşım ve bütünlük içinde daha huzurlu ve güven ortamında yaşama devam etmesidir.
Bunları ıskalayıp, bir yığın neden veya gerekçe ile düşmanlık üretenler ise akıldan, aydınlıktan, düşünceden uzaklaşmış, hedefinden sapmış demektir.
Aydınlanmanın özgünlüğünü, insanca yaşamanın sorumluluğunu aklı ve kalbiyle taşıyanlara selam olsun...
Olcay Kasımoğlu
Fotoğraf: Hasan Balcı