Translate

5 Eylül 2019 Perşembe

Paraya Endeksli Akıl Her Yana Döner!

''Para yiyecek alır ama; iştah alamaz.
Para yatak alır ama; uyku alamaz.
Para bir ev alabilir ama; yuva alamaz.
Para lüks şeyler alabilir ama; kültür alamaz.
Para eğlence alır ama; mutluluk alamaz. (alıntı)
Para göreceli bir şeydir, fukara için hayal, zengin için bir kağıt parçası, alim için araç, deli için anlamsız, kendini bilmeyen için amaçtır..
Günümüz yaşam koşullarında insanlar 'PARAYI' amaç olarak görmeye başladıklarından beri yaşamın her alanında bir kirlenme, yozlaşma görülmeye başlandı.
İnsanlar kolaycılığa dilenciliğe alıştırıldı. Kıssadan hisse yaşamın anahtarı oldu.
İnsanlara kolay yoldan para kazanmanın yolları öğretildi.
İnsan aklı basitleştirildi, yetinmesi öğretildi. Bütün değer yargıları bilinçli olarak dejenere edildi.
İnsan yetindiği zaman, bu ya aklın azalmasına ya da yorulma ve usanmasına işarettir.
Akıl, parayla yer değiştirdi. Aklın vicdanı parayla bilinçli olarak törpülendi.
Çünkü güçlü bir akıl kendiliğinden durmaz.
Her zaman ister ve kendi gücünün ötesini arar. Eğer ilerlemezse, zorlanmazsa, çarpmazsa, o zaman yarı canlıdır. Emek vermese, gayret göstermese farkındalık yaratmayacağını bilir.
Bir insanın düşünme gücünü paraya endekslersen, parayı amaç olarak empoze edersen ya kişiliğini yitirir, ya da kaçınılmaz nankör olur.
Bir insanın ruhu gevşek, karakteri zayıfsa paranın kölesi olur. Paranın kölesi, özgürlüğün düşmanıdır.
Yargılama gücü ve içtenlik olmadan doğru yol kestirilemez. Bu tarz insanlarla da yol yürünmez.
Benjamin Franklin/ ne güzel demiş;
''Paranın satın alacağından değil, paranın satın alacağı insanlardan korkunuz.''
''Paran kadar adamsın'' diyen bir zihniyetin, insan olma çabası ne kadar adil olabilir ki !
Parayı yeryüzünde ''saltanat'' olarak görenler, özgürlüğün gerçek mutluluk, cesaretin de özgürlük olduğunu bilemediklerinden, savsaklama ile korkaklık arasında gidip gelirler.

Paraya baş eğen insanlar, büyük saygı göstermeye ve korkuya daha açıktırlar.
Yüzyıllar boyunca paranın gücüne itaat eden toplumlar da, itaat alışkanlık haline geldiğinden, hak aramayı, vicdanı unuturlar...
Parası olmayan, ya da az olanlar onların gözünde yaşamın defolularıdır, inanmışlardır ''paran kadar insansın'' soytarılığına.
Artık günümüz dünyasında halkın basit çıkarlarına göre siyaset yapmak, rüşvet, yeteneksiz insanların önemli mevkilere getirilmesi, tutarsızlıklar, paranın satın aldığı ekmek kapıları emeği itibarsızlaştırmıştır.

Emek ve sabır iyi birer öğretmenken maalesef parayı araç olmaktan uzaklaştıran zihniyetin elinde yaşamın amacı haline gelmiştir.
Burada gelecek üzerine kaygılı olan akıl, huzursuzdur. Bu nedenle insanlarda sürü psikolojisiyle birlikte kolaycı yaşamın erdemsiz tüyoları yaratılarak akıl devre dışı bırakılmaya çalışılmaktadır.

Paraya tutsak, paraya kul insanlar kendileri için dönen her çarkı, her şeyi mubah sayarlar.
Saydığı yerde hayatın anlamını kavramak, sorgulamak en büyük suç sayılmıştır.
Eğer kavrayış yoksa, bilgi de bir işe yaramaz..
Her şeyi parayla satın alabileceğine inanmış insanların hali, rüzgarın bulutları önüne katması gibidir.
Sevgi dolu bir yürek en büyük zenginliktir.
Para kazanın ama paranın sizi köleleştirmesin izin vermeyin.
Her şeyin para ile ölçüldüğü bir yerde ''toplumsal adaletten, huzurdan'' hiçbir zaman bahsedemeyiz
Parayı iyi ya da kötü, doğru ya da yanlış yapan bizim onu nasıl kullandığımızdır.
Birinin, birilerinin para hırsı, diğerinin yaşam hakkını elinden almamalı...

Hırsların merhameti yok!

Bu dünya yalan
Bu insanlar fani derken
Aydınlıklar içinde karanlığa durmuş
Akıl fukaraları görmüşüz
Cahillerden cehaleti görüp
Teklifsiz
Pervasız
 İşkilsiz hallerinden uzak
mesut insanlık için,
Bu dünya üzerinde
Cahillerin yüzyıllar boyunca saflarında
Haksız ve cömert yaşayan
El-etek öpücülerimizi kınadık
 Yüz çevirdik
Yaşamak aşkına bilim aşkına
Ekmek aşkına emek aşkına
Cehaleti gömeriz zindanlara derken;
Yirminci yüzyıl insanı
Oturmuş bir masada insanlık bozan düzenbazlarla
Kılıçtan keskin olmuş söz şeytana ortam hazırlar.
Cehaletin kesmediği bir baş savaşsız bir dünya.
Marifetten bilgelik olsun dağarcığımız.
Kalksın sınırlar ekilsin toprağa insanlık sevgisi
Anlayabilmek bir çocuğun yüreğinde tüm dünyayı
Sığdırabilmek avucuna insan teninin sıcaklığını
Ve onurlu yaşamanın bilinçli aydınlığın d,
Yıkacağız bilinç dışının karanlık yanı cehaleti...
Olcay Kasımoğlu

İnsanın kendi değerleri kendini değerli kılar

İnsan yaşadıkça; sır yerkürenin içinde ki mananın sırrına tam muvaffak olamasada, bir çok şeyi doğru yerden görmeyi ''ÖĞRENİYOR'' zamanla !
Görüntünün olası içeriği: gökyüzü, bulut, açık hava ve doğaYaşadıkça, yaşamın içine aktıkça, içinde ki öz söyleşir, gönül penceresi açar kapılarını.
Zamanla birlikte, sorular doğruysa hangi duvar yıkılmaz, hangi gönül penceresinden tülü kaldırmaz
İnsanların içinde iyiler ve kötüler olduğunu, her insanin içinde, iyilik ve kötülük bulunduğunu görürsün.
Bu ikilemi, kişinin nasıl yontabildiğini ve hangisini öne çıkarabildiğini etkileşime geçtikçe, yaşadıkça anlarsın.
Sonra, insan tenini o tenin altında bir ruh bulunduğunu, ruhun tenin üstünde olduğunu görürsün.
Aydınlanmanın yollarını ararsın, aydınlanmadan karanlığın yırtılmayacağını görürsün.
Birlikte yaşamanın önemli olduğunu, bunun için ''bölüşmeyi, hakkaniyeti, sosyal adaleti'' öğrenmenin yaşı olmadığını ve insanca yaşamak için elzem olduğunu öğrenirsin.
İnsanların ''kendilerine rağmen'' gidecek yol bulabildiklerini görür, şaşırırsın.
Kalıplar içinde düşünmenin, düşünce boyutlarını nasıl örselediğinin farkına varırsın...
Gerçeklerin,  kimine göre gerçek, kimine göre değil bunu öğrenirsin.
Baktığın yerle, durduğun yer arasında nasıl ince ayarlar olduğunu anlarsın.
Senin doğrunla benim doğrumun aynı evren de farklı olabileceğinin şaşkınlığını yaşarsın.
Kapalı pencerelerin ardından hayata bakmakla, gökyüzünde uçan bir kuşun bakışıyla bakmanın farkına, farkındalığına yaşadıkça varırsın.
İnsanın insana üstünlüğü nedir diyen sorular içerisinde bulursun kendini.
Sonra, üstünlüğün kıstaslarında kendine bir yol bulmaya çalışırsın, kendi yüzünü aynada görmeye başlarsın, gördüğün seni yanıltmaz, kendine aydın, kendine adıl kendine insaflı olmayı da öğrenirsin.

Kendine yolculuklar başlar... olgunlukla birlikte kendine saygısı olmayanın yanında saygı aramazsın.
Mücadele etmekle, gereksiz kavgaları birbirinden ayırırsın.
Ve sabrın değenler için bir mücevher olduğunu, gereksizlere harcandığında ise yerini keşkelere bıraktığını anlarsın.
Vicdan sahibi olmak, vefa...bunlar var ise diğerleri zaten eşlik eder... farkına varırsın.
Namusun ''insan vicdanı'' olduğunu anlarsın ve yalanın ocağı olmadığını, iyiliğe duran hiç bir yerde yeşermediğini.
Ve sevmenin yazılı hiç bir kuralı olmadığını, sevmenin yaşamanın ruh kapısı olduğunu öğrenirsin.
Anlarsın ''CESARET'' edip yaşamadan, hiç bir gerçekliğin farkına tam olarak varamazsın, ANLARSIN !!
Olcay KASIMOĞLU

Doğa ile insanın denge kuruşu ve zarif hikayesi...

Görüntünün olası içeriği: bir veya daha fazla kişi, ağaç ve açık hava
Dersu Uzal'a karakteri için ''Hakiki insan'' demek beni son derece mutlu ediyor.
‘’Dersu'nun utangaç bakışında dallar çığlık çığlığa/ Kokular ışıklar ve esintilerle/ Ağaçta kuşlar cıvıldaşır, kanatlar uçmak ister.’’ işte böyle bir şey doğayı ruhunda hissetmek..
Akira Kurosawa'nın 1975 yılında yönettiği Dersu Uzala filmi, bir Rus seyyahı olan Vladimir Arseniev'in Doğu Sibirya'ya yaptığı geziler sonucunda kaleme almış olduğu aynı adlı kitaptan yola çıkılarak perdeye aktarılmıştır.
Görevi nedeniyle topografik araştırmalar yapmak üzere bir grup askerle bölgeye gelen ve buranın haritasını çıkarmaya çalışan yüzbaşı ormanda çalışma yaparken Dersu'ya rastlar.
''Çinli mi koreli misin,'' diye sorar.
Dersu Uzala: ''Gezginim'' der.
O' sularda iz aramak için yola koyulan bir avcıdır aynı zamanda.
İyi bir gezgin ve avcı olan Dersu ''İnsanlara tehdit oluşturan bazı şeyler sessizlikte yatar,'' derken doğanın iç sesini nasıl içselleştirdiğini anlatır.
Arseniev'in Dersu'ya ''bize katılıp rehberlik yapar mısın'' demesinden sonra ekibe katılan Dersu, ormanda var olan her şeyi canlı olarak görmekte ve her şeyin bir ruhu olduğuna inanmaktadır.
Şafakla birlikte doğan güneşe''Güneş en önemli adam'' derken, ''Ateş, su, rüzgar''da üç önemli adamdır seslenişini yapar.
Görüntünün olası içeriği: 1 kişi, açık hava
Özellikle Dersu'nun terk edilmiş bir kulübeye belki de hiç göremeyeceği insanların hayatta kalabilmeleri için ''Kibrit, pirinç, tuz ve odun,'' koymak istemesi Arseniev'i ve arkadaşlarını çok etkiler. Hayranlıkla bakarlar Dersu'ya. Aralarında çok güçlü bir bağ oluşur.
Zaman ilerledikçe bir gün gelir yolları ayrılır ve uzun zaman birbirlerinden haber alamazlar.
Uzun bir aradan sonra buluşmaları ise tam bir şölendir. Nasıl bir hissiyatla beni doldurdu, içim resmen coştu.Bu sahneyi bütün iliklerime kadar hissettim o nasıl bir sarılış ve bunu izleyiciye hissettirme.
İlerleyen zamanlar da Dersu'nun görme yeteneğinde azalma olması doğadaki yaşama şansını azaltacağı için yüzbaşı kendiyle şehre gelmesini ister. Bu onun için çok zor bir karardır. Tamamen hakiki ve doğal yaşamış bir insanın şehir hayatını kabullenmesi kolay olmayacaktır.
Yüzbaşı ''Şehri'' sembolize ederken Dersu''Tabiatın kalbi''ni sembolize eder.
İlerleyen zaman içinde, tabiatın gün yüzlü Dersu'su mutsuzdur.
Yüzbaşısına ''İnsanlar kutular da yaşıyor. Ben nefes alamamak'' der...
Buralarda yaşayamam. İnsanlar suyu parayla alıyor oysa su nehirlerde akar. Ya odun, odun satılmaz, herkes ihtiyacı kadarını alır.''
Etrafına eşsiz bir gözle bakan Dersu mutsuzdur. Gerçek bir etkileşim istemektedir.
Özellikle yüzbaşının oğlundan ayrılmak onu ne kadar üzsede gitmek ister, gerçek vatanı bildiği doğaya.
Yüzbaşıdan kendini Azad etmesini ister, yüzünü doğaya çevirir ve gider...
Bu gidiş, bu dünyadan da gidişin son perdesidir.
Hiç görmediğim bir karakteri hayal gücünün yarattığı hayalle inanılmaz bir şekilde sevdim.
Kutluyorum sinemaya ruh veren, onu hayatla ilişkilendiren bütün sanat yapıcıları.
Olcay Kasımoğlu

4 Eylül 2019 Çarşamba

Herkes kendi mutluluğunun demircisidir💙

Olgun sevgi, insanın kendi bütünlüğünü ve bireyselliğini koruduğu bir birleşmedir...

''Sevgi ayni zamanda insanda dinamik bir güçtür...
İnsanı çevresindeki insanlardan ayıran, insanı diğer insanlarla birleştiren bir güç...

Sevgi, insanın ayrılık ve yalnızlık duygusundan kurtulmasına yardım eder ve yine de kendisi olarak kalmasına, bütünlüğünü korumasına imkan tanır...

Sevgide iki ayrı varlığın bir olması, yine de iki ayrı varlık olarak kalabilmeleri karşıtlığı vardır...

Gelişmemiş sevgi şu ilkeyi benimser;
“-Sevildiğim için seviyorum...”
Gelişmiş sevgi ise şu ilkeyi benimser;
“-Sevdiğim için seviliyorum...”
Olgunlaşmamış sevgi şunu der;
“-Seni, sana ihtiyacım olduğu için seviyorum...”
Olgun sevgi ise;
“-Seni sevdiğim için sana ihtiyacım var” der  Erich Fromm

Her şey değişiyorsa insanın umudunu bir ana bağlaması anlamsızdır. 
İyi ya da kötü zamanlar yoktur, sadece değişen zamanlar vardır.

Bakin Osho'da bu konuda yetkin bir bakış açısıyla aşkın anatomisini derinliğiyle anlatmış.
Sığ olan aşktan çok uzak bir bakış açısıyla..

'Aslında güzel bir tek başınalık içinde yaşayan insan ilişki kurabilir çünkü ilişki onun ihtiyacı değildir. O bir dilenci değildir, senden hiçbir şey istemez – dostluğunu bile. O vericidir. 
Kendi neşe, huzur, sükunet ve mutluluğunu paylaşır. İşte o zaman aşkın tadı bambaşka olur, işte o zaman bu bir paylaşımdır. 
Her iki kişi de tek başınalığın güzelliğini biliyorsa, o zaman aşk en üst noktasına erişir, bu nadiren mümkün olur. İşte o zaman aşkın başı göklere erer"diyor.

Ya ben; 
O gizemli kozayı delecek, bizi daha güçlü kanatlara kavuşturacak olan sevgidir diyorum.
Nede olsa en güzel emek insanin kendisi...

dışarıda
aşığın resmi sözcüsü davudi bir yağmur
yaşamın gülleriyle suluyor toprağın bağrını
ve her şeye inanmaya itiyor insanı

ya insanlar
insanlar yorulmuş
yıpranmış yalanların yüküyle aşkı gizli yaşıyor

ey eşiğimin bir tanesi
bırak sökük kalsın gece
saf nazla
hür aşkla
başlayanim ben
umuda 
sana
inanıyorum...

"Olcay Kasımoğlu

3 Eylül 2019 Salı

Akan bir ırmak gibi olmak herkesin harcı değildir...

''Karşılıklı konuşma olmayan yerde hayat da yoktur ve dünyanın en büyük bölümünde bugün karşılıklı konuşmanın yerini tek yanlı çatışma almış, diyaloğun yerini polemik tutmuştur.'' diyen düşünür bize çağımızın gerçek sorunu üzerine düşünmeye çağırıyor.
Trakyalılar, binlerce yıl evvel, buz tutmuş bir ırmağın üstünden geçmeden önce, onun donup donmadığını anlamak için, önden bir tilki salıyorlardı. Tilki, ırmağı geçmeye başlamadan, buzlar üzerine kulağını dayar ve sesi dinlerdi. Gürültü duyarsa, tehlike ve risk var diye ırmağın üzerinden geçmeye kalkmaz geri dönerdi! Tabii ki tilki, bunu Traklar için değil kendisi için yapıyordu..Tehlikeyi görmek, sezmek ve önceden fark edebilmek; tilki de bu yetenek ve zeka halen var!..
Güçlü bir akıl kendiliğinden durmaz. Her zaman ister ve kendi gücünün ötesini arar. Eğer ilerlemezse, zorlanmazsa, çarpmazsa, o zaman yarı canlıdır; peşine düştüklerinin sınırı ve şekli yoktur. Onun besini, hayrete düşmektir, belirsizliktir, avdır..
Hep sallantıda kalan insandan daha korkağı yoktur. Bir kez düşmek çok daha iyidir. Şu bilinmelidir; zamanın etkili gücü bedeni parçalayacaktır. Yaşam sana aittir, çok akıllıca kullanılmalıdır, bir gün toprak, gölge, boş bir söz olacaksın..Gelecek nesillerin hatıralarında kalacak kadar büyük işlerin içinde olunmadığı sürece de ha olmuşsun ha olmamışsın, kimin umurunda?.
Yürekli insan olmak, kol ve bacak işi değildir, cesaret ve sağlam ruh işidir.. Hiç bir şey yapmamak, her konuda en büyük tehlikedir..Bir insanın düşünme gücü rehin veya satın alındığında o, ya bütünlüğünü yitirir, ya az özgür olur, ya da kaçınılmaz nankör olur..Ruhsal istek ve sağlamlık her şeyin özüdür. Ruh gevşek ve az dirençliyse üzerine bir şeyler basmak daha kolaydır ve bu insanlar her duyduklarına kolay inanırlar. Yargılama gücü ve içtenlik olmadan doğru yol kestirilemez. Ruh korktuğu sürece rahat yüzü de görmez..
Sadece kendi işleri için çalışan, yaşadığı dünyaya hiç bir özveride bulunmayan, bunun yanında zarar da vermeyen bir insanin ''Zararsız'' ve ''Yararsız''yaşaması olması iyi olabilir mi ? Bence iyi olmanın da bir bilinci olmalı. Bir başkasının canı yandığın da sesi çıkmıyorsa, konuşulması gerektiği yerde susuyorsa tamda o noktada insan olma sorumluluğuna sahip çıkmıyorsa bunun neresi iyi olabilir. İyi olmanın da bir onuru olmalı. Kendine, ait olduğun çevreye ve ortak alanları paylaştığın bu dünyaya vefa borcun olmalı. Yoksa etliye,sütlüye karışmadan ''Yararsız'' insan olmanın neresi zararsızlıktır...
Baş eğen, zayıf toplum, büyük saygı göstermeye ve korkuya daha açıktır. Tam insan, savsaklama ile korkaklık arasında gidip gelmez. Özgürlüğün gerçek mutluluk, cesaretin de özgürlük olduğunu bilir.. Yüzyıllar boyunca itaat eden toplumlar da, itaat alışkanlık haline geldiğinden, hak aramayı öğrenemezler, yolunu da bilmezler..Güçlü bir fikre veya kitle hareketine ancak ölüm kalım meselesi olduğunda değil, hemen kulak verilmelidir.
Özellikle;

''Herkes başkasında, kendisi olabildiği kadarını görür, çünkü onu ancak kendi zekası ölçüsünde anlayabilir.
Bu zeka düşük türden ise, tüm zihinsel yetenekler, en büyükleri bile, onun üzerinde etkide bulunamayacaklar ve o da bu yeteneklerin sahibini algılayamayacak, sadece onun bireyselliğin-deki en düşük olanları, kendisiyle ortak olan zayıflıkları, mizaç ve karakter eksikliklerini algılayacaktır.''

Geçmişin güzelliğine değil, geleceğin stresine odaklanan palyaçolarız biz. Cebimizden düşürmüşüz bir şeyler, yerli yerinde değil. Biz başkanlarıyız. Yaşamanın büyük bir düş kırıklığı olduğuna inandığımız zamanlar oldu, ama her düş kırıklığının yeni bir düş parçası olduğunu bize söylemediler.
Yeraltından Notlar'da Dostoyevski'nin dediği gibi,
''Biz sevgiyi acıya boğarak severiz.”
Güzelliği, yaşamı, insanları sevmiyoruz, biz daha çok acıyı seviyoruz.
Oysa her yeni gününün yeni bir başlangıç olduğu düşünüldüğünde akan bir ırmak gibi olmak herkesin harcı değildir...

Olcay Kasımoğlu
  

Bir hiçlik türküsü değil midir özünde hayat?

Duymak, işitmek yetmez, anlamak için dinlemeliyiz.
Öylesine değil; aklımızla, kalbimizle, vicdanımızla doğayı-insanı dinlemek !
Fotoğraf açıklaması yok.Dinlemesini bilen insan; sorunların tespiti ve çözümünde daha az hata yapar. Dinleyerek daha iyi gözlemler yapar, farklı bakış açıları edinir.
Ön yargıdan uzak objektif kararlar verebilir, problemlere yeni çözüm yolları bulabilir.
İnsan kendi iç sesini dinlediği zaman, başkalarının sesine de derinlik kazandırır, empati yeteneğini geliştirir.
Başkalarının duygu ve düşüncelerine, kim olduğuna ve neler yaşadığına daha derinlemesine yaklaşır.
Kendimizi dinlediğimizde güçlü ve zayıf yanlarımızı keşif ederiz, böylece başkalarının da artı ve eksilerine yaklaşım tarzımız değişir.
Daha insanı bakış açıları kazanırız.
Dinlemek öze inmektir, bakılan ama görünmeyenlere dokunmak, derinliğe aydınlanmaktır.
Karşımızdaki insanlara gönül gözüyle dokunduğumuzda biz onun en yakını oluruz.
İnsanların duygularını anlamak kendimize olan güveni artırdığı kadar başkalarının da bize güven duymasına neden olur.
İlişkilerin kırılganlığını ve insanlar açısından taşıdığı önemi anladığımız zaman daha dikkatli ve özverili oluruz.
Başkalarının duygularını örselemeden onları anlamaya çalışırız.
Kendimize ve başkalarına kulak verdiğimiz zaman evrende bizi dinler, bizimle iş birliğine girer.
Lao Tzu'nin dediği gibi;

''Sözlerdeki incelik güven yaratır.
Düşüncedeki incelik derinlik.
Duygulardaki incelikse sevgi.''

Yankısını bulmuş bu seslerin, gelip yüreğimizde bizimle buluşmasından kim mutlu olmaz ki!

Olcay KASIMOĞLU


Sızlar bazı yaralar

Görüntünün olası içeriği: bir veya daha fazla kişi ve gece
Şiddet gören veya şiddet uygulayan kişiler çocuklarına kör olurlar.
Çoğu zaman( bu çok acıdır ki) ebeveynler çocuklarına kendi çaresizlik ve umutsuzluk duygularını geçirirler, güven hislerini veremezler hatta çoğu zaman kavgalarının tanığı olarak çocuklarını gösterirler.
O çocuklar ki her kavgada biraz daha yok olurlar.
İçlerindeki o kocaman sevgi deryaları sevgili ebeveyinleri tarafından ıstılaya uğrar.
Öyle çok korkarlar ki başlarına çektikleri yorganlar yetmez onları saklamaya. Yüzleri o öpülesi yüzleri avuçlarının arasında kapanır.
Aile içi şiddetin çocuklar üzerinde birçok etkisi olur.
Küçük yaşlardaki çocuklar yaşananlara anlam vermekte zorlanırlar ve kendilerinin bir hata yaptığına inanmaya başlarlar.
Bu da onlarda suçluluk duygularının oluşmasına neden olur, hayata korkak başlarlar.
Şiddete maruz kalanın kendine bakacak durumu yoksa, bilinci ve algısı gelişmemişse, çocuklarını o şiddet ortamının dışında nasıl tutabilir ki?
En hazını de şiddetin ikizi çocuklardır.
En büyük yarayı geleceğin babaları,anneleri alır.
Boyutları azımsanmayacak kadar önemli toplumsal bir sorundur.
sızlar bazı yaralar
usul usul döver insan yüreğini
göğsümde ise bir sevda kelebeği 
sızlar küskün suskun...


konuş dedi kadın
kaç durak yüreğin
sevdalı kuşları
gün ışığına çağıran
yazgısı türkülere yoldaş
bir atlastan geldim
kalbimdeki sağanakları
çiçeklenmenin
sonsuz seherine götürecek
yıldızlara
toprağa
denize aşıladım
tanelerin
sürgün verdiği yerden
mis kokulu
kızıl bir gül gibi
tohumla gövdene beni...

Olcay Kasımoğlu

2 Eylül 2019 Pazartesi

Sorgulanmayan düşünce gezinir bu topraklarda.

Sürekli arkasına bakan insanın yolu bitmez. 
Sadece gelecek üzerine endişe duymak da bizi değişimin içerisine itmez.
Değişim kolay değildir, birden bire, kendiliğinden oluşmaz sancılı da olabilir. Sabır, oto kontrol, gönüllülük ve sağduyunun olması gerekir. Her şeyden önce değişimin, gelişime açık olması gerekir.
Anlaşılır, istikrarlı ve anlamlı olmalı, yoksa; değişim, olumlu gelişme kayıt etmiyorsa, davranış değişikliği yaratmıyorsa anlam ifade etmez.


Çok sevdiğim bir Çin atasözü var;
''Kurbağa kendi batağından çıkmamışken ben ona nasıl denizden söz edebilirim? 
Kendi yöresinde kalan yaz kuşuna buzdan nasıl söz edebilirim?
Bilge, kendi öğretisinin tutsağıysa ona nasıl yaşamdan söz edebilirim ki?''
Mademki değişme dünyanın temel koyucu kuralı ise, niçin değişmeme, değişmemekte direnme ve değişmediği için de kişi erdemli kabul edilmekte?
O zaman, yıllarca sağcı olup daha sonra solcu olan bir insanı nasıl değerlendiririz ?
Ya da tuttuğu takımı değiştiren bir insana hangi gözle bakarız?
Tutucu ve kapalı bir yaşamı olan bir insanın radikal bir kararla yaşamının bütün yönünü değiştirmesine nasıl anlamlar yükleriz ?
Bu kavramlar üzerinden soruların yanıtını aradığımızda bu kavramlar ana ilkeler midir, ana ilke deyince ne anlıyoruz?
Milliyetçilik, solculuk,sağcılık, gibi bir sürü kavram ana ilke midir?
Diyelim ki ana ilkedir, bunları tümüyle terk etmek, değiştirmek bir gelişme midir, yoksa belli bir kesimin tanımıyla döneklik midir?
Ben hiç değişmedim önce neysem, bugün de oyum demek ‘tutarlı’ ve tutarlı oldukları içinde ‘erdemli’ sayılmak, bunun mantıklı bir gerekçesi var mıdır ?


Bütün bu soruların cevabı önce kişinin kendisini bağlar sonra toplumun sosyolojik yapısı üzerinden köklenir.
Aslında sorun değişmemekte değil, değişmenin nasıl gerçekleştiğindedir.
O zaman, tutarlılık bağlamında erdem; değişmemeyi değil de, değişmenin tarzıyla ilişkilidir.
Dünya görüşünün değişmesini ”mazur” gösterebilecek ”makul” gerekçeler her zaman vardır.


Gençliğinde belli bir siyasal görüşü savundu diye yaşamının sonuna kadar o görüşü savunmasını tutarlılık saymak, savunmadı ve değişti diye de döneklikle suçlamak haksızlıktır.


Burada ki en hassas ayrıntı ise ”siyası ve politik tercihlerin değişimi” rüzgarın yönüne göre esiyorsa, ‘yükselen değerleri” kollayan bir ideolojik kaypaklık içerisinde ise, sadece kendi egosuna hizmet edecek bir yol çiziyorsa; böyle bir değişimi ”varoluşun temel koyucu ilkesidir” diye izah edebilir miyiz?


Tabii ki edemeyiz, kaldı ki, mazeret; makul gerekçelere dayandırıldığı sürece kabul edilebilir.
İnsanlar yaşamla birlikte inandığı şeyleri sorgulayabilir, yaşadıkları; aldığı kararı bozdurabilir, kaldı ki gerekçe sağlamsa bu ayıp da değildir.
Zaten mantığı ve gerekçeleri açıklanamayan bir değişimin içinde ne samimiyet nede içtenlik olur çünkü değişim bir süreçtir, sağlam gerekçeleri ve mantığı vardır, sabahtan, akşama veya akşamdan sabaha olmaz.


Değişim; başkalarının yaşam hakkına daha hoş görülü, daha insancıl bakış açıları getiriyorsa, bu gelişime kim dur diyebilir.
Yeter ki “insan hayatına saygı, doğaya ve içinde ki bütün canlıların yaşamak hakkına saygı olsun.
Evrensel değerler dışında benim için değişmeyecek şey yoktur.
Sığ düşünce, katı anlayış, insana ve evrene bir şey katmaz.
Kendi içinde enginliği ve derinliği olmayan, insana durmayan, güzelliği sabote eden her türlü düşünce ve ideoloji değişmeli.
Konfüçyüs ise ''sadece en akıllı ve en aptal insanlar hiç bir zaman değişmez'' diyor. Ne güzel özetlemiş… 

Algıda seçicilik yoksa değişim olmaz…

O.Olcay Kasımoğlu

Diş görünüşlerin aldattığı çoktur...


https://unutulmazfilmler.pw/remember-the-titans-unutulmaz-t…


Yaşamlarının en masum döneminde futbol oynayan, bu yönleriyle halkı etkileyen ve yaşamlarını değiştiren bir avuç  liseli gencin öyküsünü anlatan film;
Takım ruhunun ve birlikte inanmanın bilincini çok derin bir işleyişle seyircisiyle buluşturmuş. Mücadele ruhunun insana kazandırdıklarını izleyiciye yansıtırken, ön yargının insan yaşamına hiç bir şey kazandırmadığını gösteriyor. 

Filmde; 

''Herman Boone bir Amerikan futbolu koçudur. 1970'lerin Virgina'sında ırkçılık hakimdir. Oldukça ırkçı yönelimlerin olduğu bir Amerikan futbolu takımı da bir koç aramaktadır. Bu lise takımı da kimlik sorunları yaşayan ve ırkçı tavırları olan oyunculardan kuruludur. Siyahi bir koç olan Herman Boone'un başa gelmesi, bütün bu kişilik bunalımlarının kökenine inecek ve insanların karakterlerini sorgulatacaktır.''



 İçerdiği mesajlar ve dayanışma örneğiyle gerçekten etkileyici bir hikaye. 

Olcay Kasımoğlu

Eylül de gel ince sızım...

İnce bir sızı
Derin bir fısıltıyla 
Vedaya gelen son göçmen kuşlarıyla
Soyunup dökülüyor eylül...
 Kimine hüzün, kimine yeni başlangıçlar dedirten eylül nazarım da çok kıymetli.
Sonbahar, her şeye yeniden başlamak için bir soluktur.

Hafif meltemlerin tenimize değmesine, hüzün vari bir havayla bizi silkelemesine ve bir o kadar da umut yüklü yenilenme dönemine sırlarla dolu girişine bir şiirle hoş geldin diyelim..
gelince sondemin mevsimi
 soyunur doğa
döker eskilerini
kendi dilinde sözleşir evrenle
ve...
çaresiz kır böceklerim
sonbahar hüznüne yenik düşer...
II
yazdan kalan kırıntılardır
ağaç kovuklarında
demet sıcağını taşıyan
güz mevsimlerine duran
doğacak tohumlar
hazan mevsiminde sözleşirken
doğmaya niyeti
hüzünde başlatan
sonbahar geldiğinde
rüzgarlar deli
yapraklar yere hasret düşer...
III
yaşam
bir ceylan ürkekliğinde
gecenin ayazına yazılır
dallar
hüzün salıncağında gibi sallanır
deniz mavisine
hazan mevsimiyle küser
yağmura hapsolmuş
bir renk yıkımı vardır gelişinde
güneşin gölgeye ihanet ettiği günler
arkasında kalmıştır...
IV
şehirlerin
insanla barışık ağaçları
çıkarmıştır gelinliği üzerinden
dağ başındakiler sırasını vermiştir
kır çiçeklerinin veda buseleriyle
hazan mevsimi yer aç kendine
sıra sende
al koynuna eylülü
sakin demler içinde dönecek bize yeniden...

31 Ağustos 2019 Cumartesi

Nedir ki en doğal haliyle insan olmak?

Ne kadar çok sevgili ve ne kadar az sevgi var..

Oysa;
Üçe kadar sayıyorum'' diye tehdit ederken bile, araya “iki buçuğu” sığdıran çocuklardık biz..

Oradayım hala orada....
Yaşamda....

Kasabanın Sırrı filminde ki kareye bakınca;

''Aşık olamıyorsan, dans edemiyorsan, şarkılar mırıldanmıyorsan, ne anlamı var aklı başında olmanın?''

Nedir ki en doğal haliyle insan olmak?

Karşınızda ki insanın sizi anlamaya niyeti yoksa, söylediklerinizin hiç bir anlamı yoktur.
Karşınızda ki insan duymak istediklerini duyacak, anlamak istediği gibi de yorumlayacak.

Söz ve eylem kardeştir:
İlişkilerin kırılganlığını ve insanlar açısından taşıdığı önemi anladığımız zaman daha dikkatli ve özverili oluruz.
Başkalarının duygularını örselemeden onları anlamaya çalışırız.
Kendimize ve başkalarına kulak verdiğimiz zaman evren de bizi dinler, bizimle iş birliğine girer.

Duymak, işitmek yetmez bazen; anlamak için dinlemeliyiz.
Öylesine değil; aklımızla, kalbimizle, vicdanımızla dinlemek !
Dinlemesini bilen insan; sorunların tespiti ve çözümünde daha az hata yapar. Dinleyerek daha iyi gözlemler yapar, farklı bakış açıları edinir.
Ön yargıdan uzak objektif kararlar verebilir, problemlere yeni çözüm yolları bulabilir.

kendi iç sesini dinlediği zaman, başkalarının sesine de derinlik kazandırır, empati yeteneğini geliştirir.
Başkalarının duygu ve düşüncelerine, kim olduğuna ve neler yaşadığına daha derinlemesine yaklaşır.
Kendimizi dinlediğimizde güçlü ve zayıf yanlarımızı keşif ederiz, böylece başkalarının da artı ve eksilerine yaklaşım tarzımız değişir.
Daha insanı bakış açıları kazanırız.

Dinlemek öze inmektir, bakılan ama görünmeyenlere dokunmaktır.
Karşımızda ki insanlara gönül gözüyle dokunduğumuzda biz onun en yakını oluruz.
İnsanların duygularını anlamak kendimize olan güveni artırdığı kadar başkalarının da bize güven duymasına neden olur.

Anlamak adına bütün ilişkilerde; anlayışı, inisiyatifi ve hoşgörüyü iyi tanımlamak ve ölçüyü iyi ayarlamak lazım, kaldı ki iyi bir gözlem, ilgiyle, özenle beslenen her ilişki sağlıklıdır.

Şairin dediği gibi;
*Bulutları severim... İşte şu... Şu geçip giden bulutları... Eşsiz bulutları*
Azar azar yapılanın dışında hiçbir şey yapılamaz.

Yaşam biriciktir, sevgiyle, saygıyla yaşamlar büyütelim...


Demlenmiş hüzünlerin tatlı telaşıyla
İçimde ki çocuk kanat vuruyor
Tutuştur küllenen düşleri
Vakitsiz gitmelerin zamanıdır artık...


Olcay Kasımoğlu

Anlamlı yaşamak sevmekten geçer (!)

Kadın yada erkek, sonuçta yaşam sevinci aynı yerden beslenir, yani yürekten.
Paylaşacağız <3 bencil, kurnaz, hesapçı, fırsatçı, emek vermeden kolayına kaçan kadınlar, erkekler olmasın evrende...

Yürekli bir kadın;
 Sevildiğini bildiğinde hayat düşer içine,
Harman yerine döner bütün değirmenleri.
Bir çocuğun mahzun bakışları gelir oturur yüreğine.
Lakin her yüreğin işçisi olmaz o demleneceği yüreği tanır.
Sevmeye hazır yüreği de bilir, o yüreğe hürmeti de.
Yüreğine giden yolun karmaşasına düşmez.
Öyle aya güne vurmaz, çetelesini tutmaz, hesap, kitap yapmaz.
Duyarlı bir kadın;
içindeki gücün farkındalığını bilecek kadar derindir.
Hatta erkeklerin zayıflık dediği bir çok nokta onda erimiştir.
Bu gücün yaşama serilişini sadece kendine rehber etmez.
İster ki erkeğin kucaklayan, dinlendiren gücünde sevgiye dursun.
Bilir, er kişi huzurun anahtarı, dünyanın da beşiğidir.
Olgun kadın; 
insan olmanın, insana durma boyutunda harmanlanacak,
Hem de erkeğinin sahip çıkma duygusuyla berekete duracak.
Kadın gücünü göstermekten hoşlanmaz bunu yaşatmaktan sonsuz keyif alır.
Yapmak istediği bir şey varsa hiç bir güç ona engel olamaz.
Vefaya duran kadın;
 bütün mevsimlerin toplandığı takvim gibidir.
Hangisini açarsan seninle oradan başlar.
Sevdikleri için sabırlı olmak onun için duaya durmak gibidir.
Sever sevmesine de vefa yoksa içinde ölse de düşmez peşine.
Eyer sevgide vefa yoksa boşunadır bütün emekleriniz.
Sevgi dolu bir kadın; 
Sevgisine inanmadığı bir erkeğe asla kokusunu vermez,
çünkü kadınlar sevdiklerinde koku üretirler.
Hayatı yudumlayan, saran, toplayan, sevdiren, özleten bir koku...
Eyer sevmemişse zorla sevdiremezsiniz, sevmediği hiçbir şeye şefkatını vermez.
Yüreklerinde ki sevgi bahçeleri kuraklığı hiç sevmez…özen, saygı, itina ister.
Akıllı bir kadın;
 Bütünüyle yalnız bir şeye bağlanmaz, hayatı bütünüyle algılar.
Kendine ait bir dünyası muhakkak vardır, soran, sorgulayan, anlayan...
Bakmayın göze duran sulu çeşmelerine, o çeşmeler çorak yüreklere dökülmez.
Yalnızlık kendi tercihleriyse asla izin vermezler birilerinin o yere girmesine.
Onlar yalnızlığın çoğalttığı şeyleri de bilirler, dünyayı yüreğinin sesiyle dinlemesini de.
O’ dünyanın anahtarını da, istemedikleri sürecede hiç kimseye vermezler.
Güçlü bir kadın; 
İsterse dünya yeniden, yeniden şekil bulur.
Neler olabileceğini hayal bile edemezsiniz.
Bunun için siz bir fenersiniz erkekler.
Siz doğru yerde tutun fenerleri, bakın nasıl aydınlanacak cennet bahçeleri.
O’ kadınlar ki elleriyle toplayan, işleyen, dünyaya şiirden resimler çizen.
Engin bir kadın;
 Binlerce nehir gibidir, önünü açtığında, denizlere dökülen.
Yaşamak, onların yüzüyle daha bir başka gülüyor, gülceler çoğalıyor,
Yemek yemek, su içmek, sevmek bile; onların gamzelerinde aydınlanıyor.

Bir kadının elinden çıkan her iş kendi içinde hayat buluyor hem de nakış nakış.
Evet, her bir kadın; bir deniz ve dalgaların anası, içindekini de koruyan.
İçinde yüzdüğünüz denizi tanımayanlardan olmayın.
Anlamlı yaşamak sevmekten geçer (!)

Rüzgarın soluğunu aldım
gece karanlığı,
sabahına söz keserken
ben 
senin düşünün içindeyim
seni
sevdanı
bana gelişinde ki içtenliği
sensiz yaşanan günleri
sensiz olmanın
yoksulluğunu düşünürüm
sonra,
sen olmasan da yanımda
yalnızlığı nasıl paylaştığımızı
her şeye rağmen
birbirimizi nasıl anladığımızı
aynı sevinçle çarpan yüreğimizi
aynı haksızlıklara,
birlikte karşı duruşlarımızı
isyan bayraklarını,
nasıl beraber
yerle bir ettiğimizi düşünürüm
içime yaşam sevinci dolar
büyürüm
her gün
güneşi getiren ay aşkına
zamanın rüzgarına bırak
o güzel saçlarını
aşkın alsın beni benden
getirsin senin diyarına
yüreğime giden bütün yollar
sana çıkarken
tüm rüyalarım
sana yenik düşerken
varlığının büyüsüyle sarhoşken
sende öte
hiç bir şey umurum da değil
Olcay KASIMOĞLU

‘Atatürk Asya’nın Rönesans’ıdır” (O. Burian)

Dünya'ya iz bırakanlar...
Geçmişini unutan, geçmişi hakkında bilgi sahibi olmayan, geçmişini inkar eden insanların, yaşadığı topluma huzur ve refah getirmesi mümkün değildir.
Hepimizin, ilelebet ”TÜRKİYE CUMHURİYETİ”ne karşı sorumlulukları var.
Çocukluğumda dinlediğim masalların ruhumda açtığı izlerde ninemin büyük emeği vardır.
Masal gibi kahramanlıkları anlatma konusunda iyi bir anlatıcıydı...
Kendine özgü şivesiyle anlattığı kurtuluş savaşı anıları çocuk yüreklerimizde derinlere işlerdi. Özellikle kurtuluş savaşında destan yazan büyük önderimiz Mustafa Kemal Atatürk'ü ve o günün koşullarında yaşayan insanların bu ülkeyi nasıl düşmandan kurtardıklarını anlatırken sesine sinen haklı onuru ve minnet dolu içtenliği dün gibi hala kulaklarımda çınlar.
Severdik ülkemizin insanlarını, gurur duyardık, destan yazan tarihimiz anlatılırken kendimizi güvende hissederdik.
Daha sonra ilk okula başladık, ders kitaplarımız da bize anlatılan o insanların resimlerini gördükçe yüreğimiz pır pır etti. Sonra okumayı öğrenmekle beraber bir tarih yazan, emperyalist güçleri tarihin utanç sayfalarına gömen bir ülkenin vatansever, onurlu, köleliğe karşı durmuş bu milletin evlatlarına sayfalarda dokunmak beni hep mutlu etti.
Hiç bir zaman gocunmadım, hiç bir zaman onların din düşmanı olduklarını, hiç bir zaman fazla bir övgüyü hak ettiklerini düşünmedim.
Emperyalist güçlere karşı verilen mücadelenin haklı zaferine; dağlara, taşlara yazılan tarihin akıl ve yürek dili diye bakıyorum.
Ninem anlatırken gözleri dolardı, ninem ki saçının bir telini bile göstermezdi gün ışığına ve bir kez olsun onlara dinsiz demedi. Hem olsalardı ne olurdu, ülkemi düşmandan kurtarmış herkes benim için kutsaldı.
Hep minnetle andılar, vefa duyguları o kadar saf ve masumdu ki şu an hatırlayınca içim cız ediyor.
Peki ne oldu bize, hele biz kadınlara...
Kapıların eşiğinden içeriye gireni beklemekle geçen ömürlere okul yollarını açtıran, okul yollarına yasaklı kız çocuklarını okullu yaptıran, kadına seçme ve seçilme hakkını veren, medeni kanunla kadını köle zihniyetinden gün ışığına çıkaran, alıp evinin hanim efendisi yapana, resmi nikahla çocuklarının geleceğini garanti altına alana, tek eşlilik anlayışını getiren bir erkeğe dört kadın gibi insanı olmayan bir düşünceye engel koyup medeni kanunu getiren bir insana kadınlar neden vefasızlık eder.
Mustafa kemal Atatürk’ün getirdiği çağdaş, insancıl, bilimsel yaşam koşullarına akıl ve vicdan gözüyle bakmak gerek.
Mustafa Kemal Atatürk hiç bir zaman İslam dinine düşman değildi o din bezirganlarına düşmandı.
Kurtuluş Savaşımızın mimarı ve Büyük Taarruz Zafer'inin Başkomutanı Büyük Önderimiz Gazi Mustafa Kemal Atatürk ve silah arkadaşlarını sevgi, saygı, minnet ve rahmetle anıyorum.
Yaşasın Tam Bağımsız Türkiye..

26 Ağustos 2019 Pazartesi

Bıçak ağzı gibi bir sızı😞

'Hepimizin iyiliği için, kadın olmanın anlamını değiştirelim.'

Kadını namus üzerinden tanımlayan, sahip çıkmakla, sahip olmanın o ince çizgisini birbirine karıştıran akıl fukaralarından yorulduk.
Bir kendinize gelin. 
Çıkın artık çıkın boğanak sığınaklarınızdan.
.
Tecavüzün, şiddetin, cinsiyet üzerinden söylemlerin, içi boş, yavan gösterişlerin egemen olduğu bir toplumda insanca yaşamdan söz etmek mümkün değildir.
İnsan yaşamına kazandıracağı hiç bir kazanım yoktur, olamaz da.

Putlaştırdığınız törelerinizle, kadını aşağılayan söylemlerinizle, kendi acizliğinizle yüzleşmenin zamanı gelmedi mi?

Hayatta tek başına inzivada kalarak, sadece kendi sesinizin yankısını duyarak yaşamın anlamını keşfedemezsiniz.

Herkes kendi yaşamını yaşamak ve yaşama olumlu katkılar sağlamak için burada.
Derinliğine aydınlanan bir insan, köle ister mi yanında, yada köle gibi davranabilir mi bir insana? 

Bir insan birey olma sürecini tamamlamışsa, karşısındakine de birey olma hakkını tanır. 
Gerçekten, güçlü bir kadından korkuyorsa erkek, içindeki faşizmi ve sahip olma duygusunu yenemediğin-dendir. 
Ve nedense sevgi, paylaşmak, vefa, fedakarlık, toplumsal kurallar hep kadınların yapması gereken bir şeymiş gibi anlatılır.

Seçimlerinizin sorumluluğunu ve kendinize yaşatmış olduğunuz bu hayatı sevgiyle kabul edip yolu beraber yürüdüğünüz insanların insanca yaşam hakkını ellerinden aldığınız sürece bu sefalet sürecek.

Şiddetin egemen olduğu bu zalim, zalimane vahşetler daha kaç kadının yaşamak hakkını elinden alacak?
Tarifi olmayan bir acının sarmalı bu. Yazık, çok yazık. İçim yandı...


Hırsların kirlettiği, kibirlerin körlettiği
Binlerce canın düş kırığı haykırıyor
Ne çok gizli utanç var yeryüzünde
Dar bir inancın 
Ağır bir aldanışın coğrafyasında
Türkülerin ateşini kurutanlar
Kökünden sökemezsiniz umudu
Bütünlüklü bir sevgiyle
Mavi eller tırpan olsun zulme
Hiç bir şey insandan daha kutsal değil

Olcay Kasımoğlu

Sözün üşüdüğü yerdeyiz

"Ruhunu yitirmiş bu çağın vebası, düşünmemek değil, hissedememektir.." diyen Dostoyevski, yüreklerin çimlenmediği bir çağdır yaşadığımız.
Susmanın, sabrın, hoşgörünün, inisiyatif almanın erdem sayıldığı yerde yaman sorular kafamı istila ediyor.
Kime, neye susmak, sabir göstermek?
Hoşgörü ve inisiyatif almak, kime, neye göre?
Kendiyle bile çelişkili insanların, toplumsal olsun, kişisel olsun yaşanan haklı bir tepki de bile ne şiş yansın ne kebap diyen, sözüm ona adı aydın olan o kadar fazla insan var ki; susmaması gereken yerde susan, sabrın S'sini anlamayan, hoşgörü ve inisiyatif almanın kıyısına bile uğramamış ne çok korkak yürek gördük yaşarken.
Dünya malına, mevkisine, gövdesine sevdalı ne çok çorak insan müsveddesi insan gördük.
Sevdiğim ve derinliği olan bir anlatım " Ben statü, makam, mevki para sahibi olamazsın demedim ki, adam olamazsın adam" dedim.
Ne güzel bir derinliktir bu.
Adam olmayanları sıvazlayan, bile bile, göre göre haksızlığı, haksızlıklarda gıkını çıkarmayan, erdemin ne olduğundan dahi bi haber yaşayan insanlar, yaşadığımız çağın asıl vebası-dırlar.
“Güzel ruhların, güzel vücutlar kadar sevilmediği bu dünyada, birbirimize güzel olan neyi öğretebiliriz ki ?
Kimsenin kendi günahlarına üzülmediği bu dünyada, kim hangi ruhu terbiye edebilir ki?” (Alıntı)
Doğanın israfına, insan kalbinin istilasına, emeğin ve alın-terinin talanına karşı duruş geliştiremeyenlerin en fazla bağıran olması ne yaman çelişkidir.
Sözün üşüdüğü yerlerdeyiz.