Anlamadıysan yeniden
yaşarsın
Fark ettiysen yenisini
yaşarsın.
Mevsim sonbahar,
göçmen kuşlar çekildi yuvalarına. Tomurcuklar başını gömdü toprağın karnına ve
her şey bir o kadar suskun bahara..!
Ya insan, insan
kendiyle boğuşuyor, çelişiyor unutuyor insan olduğunu.
Her şey yaşamak
üzerine kurgulanmışken, tüm şarkılar, türküler buram buram yaşam ve sevda
kokarken, insanlar da bir dünya, bir mal mülk edinme telaşı!
Yaşarken mi
öldürüyoruz sevdiklerimizi, yada gülde dikeni unutan biz miyiz ?
Dokundukça ''Ah''
diyen sese kulaklarımız sağır, yüreğimiz kör, kapılarımız kilitli, ruhlarımız
sakat.
Bir dünya telaşına
kapılmışız, bir ben bilirim, bir ben haklıyım nidalarıyla kendi içimize
yuvalanır dururuz.
Telaş dediğinde,
maldan mülkten, mevkiden, diplomalardan, başkalarının gözünde değerli olma,
onanma sancılarıyla etrafımıza örülmüş bir cendere.
Sevmiyoruz kendimizi.
Yaşamı kutlamak değil,
ölümü kutsamak öğretiliyor bize.
Ölüme dair, Seneca’nın
seslenişi oldukça etkileyicidir;
“Ölümün olduğunu
öğrenir öğrenmez, hayattan çekilmeye karar vermemişsek, burada bulunmamızın tek
nedeni var mutlu olmaktır.
O zaman, üçgenin ille
de üç kenarı olacak diye bir kural koymaya biliriz…” Ama insanoğlu kural koyar,
insan oğlu nefsinin kölesidir, çok azı nefsini terbiye eder. ben ben diye
bağırır durur, bencildir.
Kendimize adil,
kendimize namuslu, kendi egolarımız tavan oldukça , aramızdan usul usul
kayanları göremeyeceğiz, sessiz çığlıkları duyamayacağız.
Ozanın dediği gibi,
“Hayat sunulmuş bir armağandır insana.” ama ne kadarımız bu armağanın değerini
biliyor, ona hakkını veriyoruz?
Yoksa, hoşumuza
gitmeyen bir armağan gibi, onu bir kenara koyup, eskimesini, yok olmasını mı
bekliyoruz?
Ya da kaybetmek midir ölüm?
Varlığın esas olan
huzura, serbestliğe kavuşması mıdır?
Her ölüm, erkendir
diyen şair yanıldı mı bir yerde?
Esas olan, yaşamın ne
manaya geldiğini çözemeden ayrılmanın garip yoksulluğu mu, yoksa sonsuzluk
dediğimiz, aslında yaşamdaki sonsuzluk değerinde bir an mıdır?
"Çoğumuz
ömürlerimizi sadece minik bir "kelebek etkisi" için yaşıyoruz belki
de. Ama o etkiyi yaratacak dönüşümlerden ya da çabadan fersah fersah uzağız.
Haliyle dünya bir bumerang gibi bize geri dönüyor bu durumda, hiç değişmeden...
İşte bizim trajedimiz bu, içten dışa büyüyen bir kısır döngü."
Oysa, insanın huzur ve
memnuniyeti dışarıda değil içindedir.
Ve bizler ölümlü
dünyaya, bitimli hayatlar almaya çalışıyoruz, birde bakıyoruz ki;
“Özenle sakladığınız
bir sarı lira gibi ömrümüz, vakit gelip, sandıktan çıkarttığımızda bakıyoruz
tedavülden kalkmış.
Evren bile
tamamlanmamış hiç bir şey bırakmazken, eksiğe müsemma gösterir mi yaşam sizce?
Bitmemiş aşklardan
düğümlere, yaşanmamış duygulardan tatmin olunmamış ilişkiye, dengesi şaşan
terazinin eksik kalan kefesine, gizliye saklıya, arkadan iş çevirene, hırsından
delirene, tutkusuna yenik düşene, can yakana, can alana, dönüşüme direnene,
dönüştüremeyene, ben deyip bize geçemeyene yaşam bir şey verir mi sizce?
Bir insanın yaşama
kattıkları, kültürü, ahlak anlayışı, ait olma bilinci kendine namuslulardan
olmamalı.
Yaşama kırgın,
kendimize küs, umutları ayağından vurup, bir ipe dolayıp boynumuzu yada kör bir
kurşunla hoş çakal diyenler kadar, yaşarken kendini bulamayanlarda beni bir o
kadar üzer.
Olcay Kasımoğlu