Translate

14 Kasım 2019 Perşembe

Tutkulardan Arınmış Bir Zihin Kale Gibidir

İnsan hayattaki amacını bilmezse en küçük sapmada umutsuzluğa düşer, yol ayrımlarında karar veremez. Verdiği kararlara hep keşkeler, amalar karışır. Hayattan ne beklediğini bilmeyenler ne yaparlarsa yapsınlar doyuma ulaşamazlar.
Yazık, güzellikten dem vurup ama'ların üstüne çıkamayan kişilere!
Her insan hayata başlarken hamdır ve hepimizin incinen, su alan yerleri var. Ne olursa olsun hiç kimse meyveler gibi bekleyerek olgunlaşmaz. İnsanın olgunlaşması için emek vermesi, çaba göstermesi gerekir. Yaşantı insana deneyim katar katmasına lakin tek başına olgunlaşmaya yetmez. Yaşlanan ama hiç olgunlaşmayan insanlar vardır. Eğer kişi farkında-lığını geliştirip kendine emek vermezse, olgunlaştırmazsa gönlünü, aklını sadece başkalarının ona biçtiği rol modeli oynar. Oysa; ''Hangi masa üstündür insandan, muhabbeti koyultmamışsa ırmak gibi''
Yaşam sürprizlere gebedir. Aynı zamanda hareketi sever. Hiç bir şey kendiliğinden oluşmaz. Her şeyin kendi içinde bir anlamı ve işlevselliği vardır. Bu işlevselliği harekete geçiren kendi kişisel deneyimlerimiz, beklentilerimiz, hedeflerimiz ve yaşamdan ne beklediğimizle yakından alakalıdır. Sadece oturduğumuz yerden yaşamın döngüsüne hizmet edemeyiz yada sadece seyrederek içimizin akışına bir yol çizemeyiz.
İnsan son nefesine kadar yaşamına yön verecek bilgeliği önce kendi istem ve iradesiyle harekete geçirebilir. Ondan sonrası zaten enerji ve arzuların, isteklerin doğrultusunda kendine akacak yolu muhakkak oluşturur. Değil mi ki hayat okulu bir ömür boyu devam eder.
Buna rağmen insan yaşamı yerleşik düzene geçtiğinden beri sistemli şekilde eğitim kurumları ile insan eğitimi ve gelişim psikolojisi üzerine tez ve anti tezlerle insan yaşamını anlamlı kılmak için bir çok program geliştiriyor. Bütün bu çaba ve verilen emekler yine gelip insanın kendisinde anlam buluyor. Çünkü insan kendi yaşamından sorumludur. Bu sorumluluk bilincini oluşturmak her ne kadar toplumsal sosyolojinin görevi gibi kabul edilse de insan anlayan, sorgulayan bir varlıktır.
Varlık bilincinin fakında değilse farkındalik oluşturması zor oluyor. O zaman değişen, gelişen dünyayı ve toplum yaşantısını anlamaktan uzak kalıyor. Hazır verilen toplum yasalarını peşinen kabulleniyor.
Yaşadığı toplumun ortak kazanımlarına, kayıplarına duyarsız kalıyor. Bencil, peksimet kişiler yetişiyor. Kendini dev aynasında gören cüceler memleketinde ayaklar baş oluyor...
Hiç bir yanlış devam etmek zorunda değildir zira insanlar ölümlü ve toplumsal hiyerarşi ise devam eder. Önemli olan yaşarken yaşamı anlaşılır ve anlamlı kılmak. Başkalarının bize biçtiği elbiseler beden ölçülerimize uymuyor.
Gün geliyor kopçası bir yerden kopuyor. Koptuğu yerde keder bırakıyor. İnsan en çok kendine haksızlık ediyor, en çok da kendinden ürküyor. Yaşamla yüzleşmekten ödü kopuyor. Bir can işte ve yaşam sınırlı. O zaman bu kadar kasıntı, bu gözü açlık, oburluk niye?
Sonuçta yaşam veresiye verilmiş her haliyle o zaman taksitlere bölünmüş bu ömrü, her mevsimin hakkını vererek yaşamak varken neden sığ sularda yüzmeyi seçeriz?
Başkalarının kayıplarından kendimize pay çıkarır en çok da kendimizde eksik bulduğumuzu başkalarının gözlerinde arar, kendimizi unutmaya çalışırız. İnsanız işte. Ağlayan, seven,acı çeken, soran, sorgulayan ve her zaman insan insana gerek anlayışıyla insan sıcaklığına ihtiyaç duyan ölümlü varlıklarız. Ömür sonsuz değil ki?
O zaman niye bu kadar acıyı ve gözyaşını kutsayıp, insan kanından gelecek inşa etmeye çalışıyoruz?.
Herkes umutsuzca başkalarının gözlerinde onay, hayranlık yada sevgi arıyor. Tutkulardan arınmış bir zihin kale gibidir, insanların sığınabileceği daha güçlü bir yer yoktur.

Maalesef bunları okullar da bize öğretmiyorlar. Bu gerçeğin farkına varmamız da zaman alıyor. Birey olarak bu farkında-lığa erişip hassas dengeyi yakaladığımız zaman, hayatın bize sunduğu fırsatları daha iyi değerlendirebiliriz. Yaşamı sadece kitaplarda okuyarak inşa etmeye çalışanlara yaşam çok da bir şey katmıyor eyer derinliğine aydınlanmamış-sa, egolarından sıyrılmamış-sa.... Yaşam, hareketin içinde olan insanlara bir şeyler katar. Boşuna demiyoruz seyirci değiliz yaşamın ta kendisiyiz. Yazanlar, çizenler sadece hayal gücünü kullanarak bir ürün ortaya çıkaramazlar. Kuru, işlevsiz bilgi yüklemesinden öteye gitmez. Yaşantıyla birlikte hayal gücünü harekete geçirerek yaşama kalıcı izler bırakabilirler. Yaşamı tüy döşeklerde istirahat yeri görenler yaşamı ıskalarlar.
Olcay Kasımoğlu

Hiç yorum yok: